78. Bölüm

54. BÖLÜM

Mislanet
mislanet

Merhabalar efenim biz geldik 🤗

Dün düzeltmeleri yetiştiremedim bugüne nasipmiş☺️

Okumaya başlamadan bir yıldıza çöküverin bakim 🤗

Her hafta bin bin artıyoruz. Allah bereket versin😚

Bir de iyi kötü güzel yorumlarınızı bekliyorum

Keyifli okumalar efenim 🫠

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

Mahir ile dakikalarca o bankta huzur içinde oturmuş, sadece birbirimizin nefesini dinleyerek zamanın akışına kapılmıştık. Ama annemin aramasıyla o büyülü anı yarıda bırakıp apar topar oradan ayrılmak zorunda kalmıştık.

Güzel geçen akşam yemeğinin ana mevzusu, tabii ki Mahir’in bana ettiği o beklenmedik ama bir o kadar da içten evlilik teklifiydi. Ben, bunu anneme sürpriz olacak diye düşünürken, düşünceli sevdiğim çoktan annemle konuşup iznini almıştı bile.

İçten içe buna gerek olmadığını düşünsem de Mahir bey yapmıştı yine yapacağını, fethetmişti gönülleri. İçimden kıs kıs gülerken sessizce eğilip kulağına doğru fısıldadım.

“Resmen tribünlere oynuyorsunuz Mahir Bey. Anladık en iyi damat sizsiniz. ” dediğimde gözlerini hafifçe devirdi, dudaklarının kenarındaki muzip gülümsemeyi gizleyemeden önündeki yemeğe döndü.

O haline bakarken içimde bir sıcaklık yayıldı. Gülümseyip dirseğimle karnına hafifçe vurduğumda, aniden bana dönüp gözlerimi yakaladı. Başını sağa sola sallayarak gülümserken masadakilere belli etmemeye çalışarak başıyla önümdeki tabağı işaret etti.

Yemeğimin ucundan birkaç çatal almıştım sadece. Sabahın erken saatlerinden beri hiçbir şey yememiştim ama iştahım da yoktu uzun zamandır.

Bugün de o kadar duygu yüklü bir gün olmuştu ki hâlâ etkisi altındaydım. Gözlerim Mahir’in ellerine, sonra yüzüne kayarken içimde bir yerler hâlâ onun zamanında çektiği aşk acısının izlerini taşıyordu.

Anlattığı her şey, birer birer zihnimde canlanırken yeniden dudaklarımda buruk bir gülümseme belirdi.

Ben de sevmiştim... Hem de çok sevmiştim ama Mahir... O bir başka sevmişti.

Haberim dahi olmadığı sevdası sanki benim de kalbimi mühürlemişti. Yıllarca kimseye açılmamış, kimse için atmamıştı. Bir büyü gibi... Yalnızca ona açılan, yalnızca onunla çiçek açan...

Düşüncelerin içinde kaybolmuşken, farkında olmadan dudaklarımdan derin bir “Ah! ” çıkıverdi. Kendi sesim ile bir an irkildim ve daldığım düşüncelerden sıyrılıp bakışlarımı etrafta gezdirdim hızlıca.

Biraz fazla yüksek perdeden çıkan sesim ile karşımda oturan kardeşim meraklı gözlerle bana bakıyordu. Annem de aynı şekilde kaşlarını çatmış anlamaya çalışır gibi bakarken ağzımdan istemsizce çıkan o sesin, masadaki herkesin dikkatini çektiğini fark edince hafifçe gülümsedim. Mahir'e bakmasam da bakışlarını üzerimde hissediyordum.

“Şey... Bir anda bu haftadan sonra işe başlayacağım geldi aklıma. Hiç hazır değilim yaa. ” dedim gülümseyerek önümdeki karnıyarıktan küçük bir lokma ağzıma attım.

Annem kaşlarını hafifçe kaldırarak, “İş için çıldıran sen mi diyorsun bunu yavrum? ” dedi. Sesi şefkatliydi ama bir yandan da, her zamanki gibi beni çözmeye çalışan o keskin bakışı üzerimdeydi.

Kardeşimse kaşlarını kaldırıp, gözlerini hafifçe kısarak alaycı bir ifadeyle,

“Tabi insan yatmaya çabuk alışıyor. Bu insan, sen bile olsan ablacım. Bir de bana tembel diyordu. Bak nasıl insan isteyince tembel oluyormuş.” dedi gülerek.

Onun o alaycı gülüşüne ben de samimiyetsiz bir şekilde gülümserken,

"Senin yaşındayken ben çoktan sokaklarda suçluların peşine düşmüştüm ablacım. Senin hep bu yatış modunda kalmanı ne yapacağız peki?" dedim gözlerimi kısarak.

Kardeşim bozulmuş gibi yapıp kaşlarını çattı.

“Ayy, tamam tamam, büyüksün, polissin, kahramansın... Ne yapayım canım? Ee, ben de öğrenci olmanın zorluklarını çekiyorum sonuçta! Bir arabam yok. Otobüslerde, metrolarda sürünüyorum. Arada tembellik de mi yapmayım? Zaten ilerde hep çalışacağım. ” dedi, abartılı bir ses tonuyla. Sonra elindeki çatalla havada birkaç kez bana doğru işaret edip ekledi.

“Hem sen de fena alıştın rahatlığa, kabul et ablacım!”

Başımı hafifçe geriye atıp sinirle güldüm. “Senin rahatlık anlayışınla benimki çok farklı canım kardeşim. ” diye cevap verdim. Hanımefendinin yediği önünde yemediği arkasındaydı. Kızıyordum ama içten içe onunla bu tatlı sataşmalarımızı özlediğimi fark etmiştim.

Annem hafifçe başını iki yana sallayıp bir yandan gülerken,

“Yeter artık, yemeğinizi yiyin de soğumasın. Yoksa ikinizi de aynı odaya kapatıp çocukken yaptığım gibi zorla barıştırtırım!” dedi gözlerini hafifçe kısarak. Sesi tehditkar görünse de gözlerindeki şefkat her zamanki gibi sıcacıktı.

Kardeşim hemen savunmaya geçti. Ellerini kaldırıp havada sallarken,

“Aman aman zorla ayağını öptürüyordu orada. Neme lazım deli yine yapar yapacağını. Ben kavga etmiyorum ki! En kral polis benim ablam.” dedi samimiyetsiz bir şekilde gülerek baktı yüzüme.. Ben de kaşlarımı kaldırıp güldüm bu haline.

"Sen de geri vites kralı. ” dedim sırıtarak.

Mahir’in yan tarafımdan hafifçe güler gibi bıraktığı nefesin sesi kulağıma çalındı. Başımı ona çevirdiğimde gülmekten kısılmış gözleri ile bana bakıyordu. Ne zaman böyle içten bir gülüş ile yüzüme baksa içimde bir yerler yumuşar, kalbimde tatlı bir sızı bırakırdı. Mahir’in yüzünü güldürebilmek, o yaralı kalbine umut dolu tohumlar ekmek, artık bu günden sonra benim boynumun borcuydu.

Gözlerim Mahir’inkilere kilitlenmişti. O an dünyada sadece ikimiz varmışız gibi hissettim. Dudaklarımın kenarında beliren ufacık bir tebessümle ona bakarken, Mahir başını hafifçe yana eğdi, kaşlarının arasındaki ince çizgi yavaşça kayboldu. Gözlerinin içi gülüyordu ama o gülüşün ardında hâlâ bir yerlerde saklı duran yaralarını hissedebiliyordum. İçimde tarifsiz bir his yayıldı. Hem mutluluk hem de o derin yaraları sarma isteği...

Tam o an, kardeşim sesi ile irkilerek gözlerimi Mahir'in gözlerinden çektim.

“Off, yandı buralar bee!” dedi kıkırdayarak. Annem ona kaşlarını çatarak bakarken başını sağa sola salladı.

"Fesubhanallah."diye dişlerinin arasında mırıldanırken annem, Mahir'den ses çıkmıyordu.

Ben ise sinirle gözlerimi devirdim.

“Gerizekalı. ” Diye ağzımın içinde mırıldanıp yapmacık bir gülümseme ile,

" Sen doymuşsun anlaşılan kalk da tatlıları getir." dedim Kardeşim yüzünü garip bir şekilde kırıştırıp ayağa kalktı.

“Ay tamam yaa! Sana da laf söylenmiyor hemen iş kitle. " Ciddi bakışlar ile Mahir' dönüp devam etti,

" Enişte Allah yardımcın olsun valla. Sen kendine eş buldun diye seviniyorsun ama başına bela aldın hem de en katmerlisinden." dediğinde Mahir de güler gibi bir nefes bıraktı.

Gözlerimi kısıp başımı tehditkar şekilde salladım kardeşime karşı. Alacağı mesajı bence çok güzel almıştı. Bakışlarımın tesiri ile içinde hızlı bir durum değerlendirmesi yaparken gözleri açıldı bir farkındalık ile.

Kim bilir bana yine neler kitleyecekti de o gelmişti aklına?

"T-tamam." Ellerini gereksiz bir çoşkuyla çırparken.

"Tatlılarınızı jet hızı ile hazırlayıp getiriyorum efendim. Siz lütfen devam edin." diyerek hızla mutfağa doğru ilerledi.

Arkasından bakıp derin bir nefes verdim. "Emici vantuz. " diye kendi kendime mırıldanıp gülerken başımı hafifçe iki yana salladım.

"Hiç büyümeyeceksiniz vallahi. Kaç yaşına geldiniz." dedi annem gülerek.

Mahir, dudaklarının kenarına yerleşmiş o muzip gülümsemeyle bana bakıyordu.

"Kaşınıyor ben de kaşıyorum annecim." dedim önümdeki su bardağına uzamadan önce.

Bir süre sessizlik oldu. Mahir ellerini masanın kenarına yaslamış şekilde dururken bakışlarım ona döndü. Sanki bir şeyler söyleyecek gibi çekimser bir hali vardı. Sonunda derin bir nefes aldı ve anneme dönerek konuşmaya başladı.

“Süheyla anne.... Bir konu var aslında sizinle konuşmak istediğim. ” dedi. Annem, Mahir’in ses tonundaki ciddiyeti hemen sezmiş şekilde dikkatli bakışlar ile ona baktı. Ben de meraklanmıştım. Ne diyeceğini bilmiyordum ama içimde bir heyecan dalgası yayılmıştı.

“Tabii oğlum, dinliyorum. ” dedi annem, her zamanki gibi sevecen ilgili bir sesle.

“Leyla’yı Bursa’ya götürmek istiyorum yarın izin verirseniz. " dediğinde annem anlayışlı bir şekilde başını salladı.

"Tabi oğlum. Biz nasıl seni tanıdık, bildik; onlarda görmek, tanımak isterler. " dedi. Mahir'in sevecen bakışları bir kaç saniye bana döndü. İzni kapmanın mutluluğu vardı yüzünde.

"Aslında ailem en son üç yıl önce... Leyla Bursa'ya gelmişti bir iş için. Ozaman tanışmıştı onunla. " dediğinde annemin kaşları şaşkınlıkla havalandı. Ama bir şey sormadan Mahir'in devam etmesini bekledi ama ben girdim araya.

"Kazadan bir kaç hafta önce bir göreve gitmiştim belki hatırlarsın. Bursa'dan, onların evinde kaldım... Yani kalmışım yaklaşık 10 gün. Ama bende o kısımlar kayıp. " dedim sonlara doğru içime kaçan bir sesle.

Benim sözlerimle annemin bakışları daha da ciddileşti. Yüzünde şaşkınlıkla karışık bir ifade ile bakışları boşluğa dalmıştı.

Masanın üzerindeki o yoğun sessizlik, kalbimin üzerine çöken bir ağırlık gibiydi. Mahir’in gözleri hâlâ üzerimdeydi, bunu iliklerime kadar hissediyordum ama ona bakamıyordum. Göz göze gelmekten kaçınıyordum çünkü içimdeki o eksiklik, onu hatırlayamamanın verdiği suçluluk, içimi kemiriyordu. Mahir’i, onunla Bursa’da geçirdiğim on günü, belki aramızda olan her ne varsa… Hiçbirini hatırlamıyordum. Ama rüyalarımda, komadayken bile, hep o vardı.

Yüzü, sesi, bana uzanan elleri… O an içimde bir şeyler birleştikçe sanki daha da çözülüyordum. Ama parçalar hâlâ yerli yerine oturmuyordu.

Annemin sesi, buğulu düşüncelerimi dağıttı. Gözlerimi kaldırdım, bakışları bir bana, bir Mahir’e gidip geliyordu.

“Hiç mi bir şey hatırlamıyorsun?” diye sordu şefkatle.

Annem o dönemde benim Mahir’i aradığımı biliyordu. Rüyalarımda gördüğüm, tanımadığım ama kalbime kök salmış bir adamın peşine düşüp onu bulmaya çalışmam ona başta çılgınca gelmişti ama ölümden dönmüş çocuğuna destek olmaktan başka ne yapabilirdi ki? Sadece yanımda olmuş, sorgulamadan acımı paylaşmıştı.

Ama şimdi, masanın ortasında, bir türlü kapanmayan bir yaraya dönmüştü bu mesele. Annemin sorusuyla içimde bir yerlerde hafif bir sızı hissettim. Bakışlarımı kaçırıp başımı usulca iki yana salladım.

“Ben…” diye başladım ama boğazıma bir yumru oturdu. Yutkundum, devam edip etmemekte tereddüt ettim. Bu güzel akşam da bu konuların konuşulup ortamı bozmak da istemiyordum.

Dudaklarıma hafif, mahcup bir gülümseme kondurdum. “Hatırlamıyorum ama Bursa’ya gitmek bana iyi gelecek. ” dedim usulca. “Yani… Belki bazı şeyleri hatırlamama da yardımcı olur.”Diye ekledim.

Bunu söylerken bakışlarım istemsizce Mahir’e döndü. O an göz göze geldik. Mahir’in bakışları doğrudan gözlerime demir atmış gibi bakarken gülümsedim.

Bir şey sormadı. Sadece hafifçe başını eğdi, dudaklarının kenarı belli belirsiz yukarı kıvrıldı. “Belki de... ” dedi yumuşak bir sesle.

Tam o an, mutfak tarafından gelen tıkırtılarla Ecem belirdi salonun kapısında. Elinde tatlı tabaklarıyla kapıdan girerken o tatlı alaycı enerjisiyle anında ortamın o ağır havasını delip geçti.

“Tatlı krizine son!” diye neşeli şakıdı. Masaya tabakları koyarken abartılı bir şekilde kaşlarını kaldırıp,

“İşte karşınızda, maharetli ellerimden çıkmış enfes tatlılar! ” dedi bir şef edasıyla.

Ayağa kalktım gözlerimi devirerek.

Tepsideki tatlı tabakalarından birini Mahir'in önüne bırakırken,

"Hazır tatlıyı tabağa koydu. Sanırsın 40 kat baklava açmış." diye mırıldandım.

Mahir, önüne bıraktığım tatlı tabağına kısa bir bakış attıktan sonra başını kaldırıp gözlerini bana dikti. Yüzünde beliren belli tebessüm ile,

"Sağolasın güzelim." dedi. Bakışlarını Ecem'e çevirip, " Senin de ellerine sağlık Ecem." dedi gülümseyerek.

"Afiyet olsun enişte, dikkat et parmaklarını yeme." diye de ekledi sırıtarak.

Gözlerimi devirirken, “Ya kızım kendin yapsan ancak bu kadar reklamını yaparsın.” Sesimdeki alaycı tonu saklamıyordum. Szölerimin üzerine burnunu havaya dikti bilmiş şekilde.

"Ben yaptım zaten ablacım." diyince kaşlarım çatıldı. İnanmaz şekilde başımı sağa doğru eğerken,

"Hadi canım!" dedim. Bakışlarım anneme dönerken, o da önündeki tatlıdan bir kaşık aldı. Hoşuna gitmiş olacak ki gururla Ecem'e baktı.

"Ellerine sağlık kuzum. Çok güzel olmuş." dediğinde ağzım bir karış açıldı. Ecem kollarını göğsünde birleştirmiş şekilde başı ile annemi işaret etti, 'Bak ne diyor?' der gibi. Sonra bakışları Mahir' e döndü.

"Ablam için yemek yapmak atomu parçalamak gibi bir şey olduğu için zannediyor ki herkes kendi gibi."

Mahir, kaşığını tatlıya daldırırken başını yana eğip kısık bir gülümsemeyle bana baktı. Gözlerinde eğlenceli ama aynı zamanda yumuşak bir ifade vardı. Kaşığını ağzına götürdü, tadını çıkara çıkara çiğnedi. Masadaki herkesin gözleri ona çevrilmişti.

Ecem, sabırsızca ellerini beline koydu. “Eee, eniştecim? Bekliyoruz. Yorumun bizim için önemli.”

Mahir gözlerini kısmış, sanki çok teknik bir değerlendirme yapıyormuş gibi bir süre düşünceli bir hava takındı. Sonra dudaklarının kenarı belli belirsiz yukarı kıvrıldı.

“Gayet başarılı. Ellerine sağlık. ”dedi Mahir

Ecem, sanki büyük bir ödül kazanmış gibi iki elini havaya kaldırdı. “İşte budur! Resmen mutfakta harikalar yaratıyorum!”

Alelacele yerime oturup önündeki tatlıdan bir kaşık attım ağzıma. Ağzıma yayılan güzel tat ile kaşlarım havalandı. Bu kız bunu yapacak seviyeye nasıl ulaşmıştı?

"Ee ablacım, bir şey demedin." diye sordu meraklı bir şekilde bakarken. Ağzıma bir kaşık daha atıp beğenmemin aksine yüzümde memnuniyetsiz bir ifade ile.

"Yani... İdare eder işte." diye mırıldandım.

Ecem kaşlarını çatıp, gözlerini kısıp bana şüpheyle baktı. “İdare eder mi?” sitemli bir sesle, “Yani, eniştem beğendi, annem beğendi ama sen… İdare eder diyorsun?”

Ben kaşığı tatlıya daldırırken başımı yana eğip umursamaz bir hava takındım. “Ne bileyim işte, bir şeyler eksik gibi…” dedim dudak bükerek.

Mahir, çayından bir yudum aldıktan sonra kaşlarını hafifçe kaldırarak bana döndü. “Gerçekten mi beğenmedin, yoksa sadece Ecem’i sinir etmek için mi öyle diyorsun?” dedi gülmesini bastırırken.

Gözlerimi ona devirdim. “Benim öyle kötü alışkanlıklarım yoktur.” dedim.

Mahir başını hafifçe yana eğerek, gözlerini kısmış şekilde bana baktı. O bakışları… Ne zaman böyle baksa, tam olarak ne yaptığımı bildiğini hissettirirdi.

Ecem ise ellerini masaya koyup bana doğru eğildi. “Bak ablacım, anlıyorum, yetenekli küçük kardeşini kıskanıyorsun ama… bunu aşmalısın.”

Kaşığımı elimde öylece dururken ona meydan okuyan bir bakış attım.

“Ben mi kıskanıyorum?”

Ecem ciddiyetle başını salladı. “Evet. Ama sorun değil. Sonuçta herkes benim gibi mutfakta harikalar yaratmaz. Hadi artık itiraf et. ”

Ben kaşığımı tekrar tatlıya daldırırken karşımda kedi bakışları ile gerçek yorumumu bekleyen kardeşime baktım. Daha fazla uzatmayacaktım.

“Tamam. kabul ediyorum. Beklediğimden daha iyi olmuş.” dedim.

Ecem hemen dikleşip burnunu havaya kaldırdı. “Yes be! Buna da şükür.”

Mahir, yan gözle bana bakarken tebessüm etti.

“İltifat etme konusunda biraz zorlanıyorsun sanırım.”

Kaşlarımı çattıp omzumu silktim. “Hiç de bile!”

Mahir başını hafifçe eğip tekrar çayından bir yudum aldı. “Öyle diyorsan...” Bakışlarını tekrar tabağına çevirdi ama dudaklarının kenarında hala o hafif, eğlenceli gülümseme vardı.

Kaşlarımı çatıp çay bardağımı aldım. “Gayet güzel iltifat ediyorum ben.” dedim savunmacı bir tonda.

Ecem, kollarını göğsünde bağlayıp başını iki yana salladı. “Ablacım, ‘idare eder’ demek iltifat değildir.”

Mahir de başını sallayarak Ecem’i desteklediğinde Ecem devam etti.

“Şu muhteşem tatlıma aldığım en iyi iltifatının ‘beklediğimden daha iyi’ olması da biraz düşündürücü.”

Kaşığımı tabağa bırakıp Ecem’e meydan okuyan bir bakış attım. “Bence gayet yeterli bir iltifattı.” dedim.

Ecem başını hızlı hızlı salladı.

“Tabii tabii… ”

Gözlerimi ona devirdim ama dudaklarımın kenarı belli belirsiz yukarı kıvrılmıştı.

"Her neyse! İzin verirsen, beklediğimden iyi olan, tatlımı yemek istiyorum." dedim ağzıma bir kaşık daha önümdeki tatlıdan atarken tek gözümü kırptım.

Annem başını iki yana sallayarak gülümsedi. "Hadi hadi uzatmayın artık. Çaylarınız soğudu. Leyla, Mahir oğlumun çayını da tazele yavrum." dediğinde bakışlarım Mahir'in önündeki boşalmış bardağa düştü.

Bardağı elime alırken Mahir’in sesi yumuşak şekilde bir fısıltı gibi çıktı dudaklarından.

“Zahmet olacak, güzelim.” dedi

Gülümsemem farkında olmadan büyüdü. Mahir’in sesindeki sıcaklık, bakışlarındaki o tanıdık derinlik içimi hafifçe bir hoş ederken. Bardak elimde, mutfağa yöneldim. Arkamdan gelen Ecem'in de adım seslerini duyuyordum.

Çayı doldururken Ecem kıkırdadı. “Ama Allahım inan aşık olunca çayı bile bir başka dolduruyor. " dedi alayvari bir sesle.

Başımı hızla ona çevirdim, kaşlarımı çatmış, gözlerimi kısarak. “Ya sabır!”

Ecem omuzlarını silkti, muzur bir gülümsemeyle çatalını tatlısına daldırdı. “Ne var yani? Masadaki herkes görüyor zaten.”

Çaydanlıktan bardağa akan sıcak çayın buharı yüzüme hafifçe vururken, kaşlarımı çatıp başımı yana eğdim.

“Anlaşıldı bu ara paraya pek ihtiyacın yok anlaşılan. ” dedim tehdit dolu bir sesle.

Ama o, umursamaz bir tavırla mutfak tezgahına yaslanmış, kollarını göğsünde bağlamış şekilde sırıtarak bana bakıyordu.

“Ne yani olanı söylüyorum. Valla sizi bir an önce baş göz etmek lazım. Her geçen saniye günah.”

Elime aldığım çay bardağını önümdeki tepsiye bırakırken ona ters ters baktım. “Mahir'in yanında da böyle salak salak konuşma. ” Diye çıkıştım.

Tepsiyi alıp mutfaktan çıkarken Ecem arkamdan alaycı bir şekilde homurdandı ama umursamadım. Derin bir nefes alarak salonun sıcak havasına geri döndüm.

Mahir, oturduğu yerde hafifçe arkaya yaslanmış, beni izliyordu. Bakışları bardağa değil, doğrudan yüzüme kilitlenmişti. Gözlerinde her zamanki gibi o saklı tebessüm vardı, ama bu sefer sanki biraz daha derin, biraz daha anlamlıydı.

Çay bardağını dikkatlice önüne koyarken, “Buyur canım.” diye mırıldandım sıcak bir tonla.

Mahir gözlerini benden ayırmadan başını hafifçe yana eğdi. “Ellerine sağlık, güzelim.” dedi.

Yüzümde sıcak bir gülümseme ile oturdum yerime. O sırada annem çayından bir yudum alıp Mahir’e döndü.

“Oğlum, Bursa’ya ne zaman geçmeyi düşünüyorsunuz?”

Mahir, bardağını eline alırken bir an gözlerini bana çevirdi, sonra tekrar anneme döndü. “Çok da gecikmeyelim diyorum. Leyla nasıl isterse.”

Kaşığımı sessizce tabağıma bırakıp hafifçe gülümsedim. “Bence bir kaç gün içinde geçebiliriz. Sen sizinkiler ile konuş ne zaman müsaitlerse geçelim.”

Mahir’in gözlerinde bir memnuniyet parıltısı belirdi. Başını usulca salladı. “O zaman çok beklemeyelim. Onlarda sabırsızlıkla gelmemizi bekliyorlar.” Bakışlarını anneme çevirip devam etti,

"Önümüzdeki günlerde de müsait bir zamanda buraya, sizinle tanışmak için de gelmek istiyorlar Süheyla anne."

Annem çay bardağını yavaşça masaya bıraktı. Mahir’in sözleri karşısında yüzüne sıcak bir gülümseme yerleşmişti.

“Tabii oğlum, bekleriz. Zaten tanışmak şart.” dedi yumuşak, hevesli bir sesle.

Annemin Mahir’i bu kadar kısa sürede böyle sevdiğini ve güvendiğini görmek beni de mutlu ediyordu. İki çocuğunu yalnız başına büyüten bir kadın için kolay bir şey değildi.

“Bursa'ya gittiğimizde de yüzyüze konuşuruz inşallah sizi de haberdar ederiz.”

“Elbette.” dedi yine yumuşak bir sesle annem. “Hayırlı işleri çok da uzatmamak lazım.”Diye de ekledi keyifli bir şekilde önündeki bardağından çayını yudumlarken.

O sırada içeriye giren Ecem,"Oo düğün yakın diyorsun yani anne. Hemen kıyafet bakmam lazım." diye konuya bodoslama daldı.

Annem, Ecem’in sözlerine gülümseyerek,

"Bakalım, nasip bu işler tabi.” dedi.

Bakışlarım hemen yanımdaki sevdiğime döndüğünde o da elindeki çay bardağını masaya bırakırken hafifçe tebessüm etti

"Bizim de niyetimiz çok uzatmamak zaten Süheyla anne. Siz de uygun görürseniz bir kaç ay içinde düğünü yapalım diyoruz." dediğinde elimdeki kaşıkla öylece kaldım.

Kaşığı tabağa bıraktım, hafifçe gülümseyerek kollarımı masaya dayadım.

“Öyle mi diyoruz?” dedim, sesimde muzip bir meydan okuma vardı.

Mahir başını yana eğdi, dudaklarının kenarında o tanıdık, kendinden emin gülümsemesi belirdi. Kaşının biri karizmatik şekilde havlanırken,

“Demiyor muyuz? "diye sordu ılık bir sesle.

Annemin aramızdaki tatlı atışmaya karşılık yüzündeki tebessüm büyürken gözleri önce bana, sonra Mahir’e kaydı.

“Allah tamamına erdirsin inşallah yavrularım. Bence de beklemeye gerek yok. Ailen geldiğinde de daha net şekilde kararlaştırırız. ” dedi, sesi hem sevinçli hem de biraz duygusaldı.

Annemin sözleri karşısında ikimizin de yüzünde güller açıyordu. Çünkü ikimizin de bekleme gibi bir niyeti yoktu. Mahir belki yakışık kaçmayacağından bir kaç ay demişti ama ben en fazla bir ay bekleyebilirdim. Çok ayrı kalmış, çok acı çekmiştik. Kaybedecek zamanımız yoktu. Bana kalsa yarın bile yıldırım nikahı ile evlenirdim ama annemin üzerimdeki gelin annesi hayallerini katledemezdim. El mecbur bekleyecektik. Ama bir ay, daha fazlası katiyen olmazdı.

Masanın diğer ucunda Ecem, büyük bir keyifle masadaki muhabbeti dinliyordu. Sonunda sabırsızca yerinde kıpırdanarak araya girdi.

“Ben direkt bugünden itibaren elbise bakmaya başlıyorum!” dedi heyecanla.

Gözlerimi devirirken bakışlarım Mahir'e kaydı. Dudağındaki sıcak tebessüm kalbimi hızlandırırken masanın altında dizinin üzerindeki eline uzandım.

Mahir, başını hafifçe yana eğmiş, gözlerinde o bildik sıcaklıkla bana bakıyordu. Sanki etrafımızdaki her şey bulanıklaşmış, sadece ikimiz kalmıştık. Masanın altında elimi nazikçe avuçladığında parmakları parmaklarımın arasına sıkıca geçti. İçimde yayılan bu huzurun hiç bitmemesi diledim.

Derince bir nefes çektim içime. İçim mutluluktan huzurdan tıka basa dolu gibiydi

Elimi kavrayan parmakları biraz daha sıkıldığında, parmak uçlarımda bir sıcaklık hissettim. Mahir, masanın altında nazikçe elimi sıkarak başıyla minik bir onay verdi. Sanki “Az kaldı, güzelim.” der gibi.

Tam o anda Ecem’in sesi tekrar araya girdi. "Ama cidden, gelinliğini de düşünmelisin abla! O kadar bekledin, bari rüya gibi bir şey olsun! Bu konuda kesinlikle benim engin moda bilgime başvurmalısın. " dedi Burnunu dikerek bilmiş bir eda ile yine.

Gülerek ona döndüm.

“Aa yok! Bak ona güvenemem asla. Sen o engin moda bilgini lütfen kendine kullan canım kardeşim. Ben sade, düz bir şey istiyorum. Zaten kafamda bir şeyler var. ” dediğimde Ecem gözlerini devirerek elini göğsüne koyup dramatik bir ifadeyle,

"Ay vallahi dul kadınlar gibi krem döpiyes falan şeçer anne bu kız. " dediğinde annemle birlikte hepimiz gülmeye başladık.

"Senin roman tadında şaşalı gelinliklerindense kesinlikle krem döpiyes tercih ederim. Ama tabi ki de öyle bir şey giymeyeceğim. Ayrıca dolabımdan elbiseler araklarken de keşke bu moda zevkimi küçümsesen." dedim homurdanarak.

Ecem gözlerini kocaman açıp elini göğsüne götürerek nefesini tuttu, sanki büyük bir hakarete uğramış gibi dramatik bir şekilde başını iki yana salladı. “Yazıklar olsun! Beni moda konusunda kendinle bir tutman zaten ayrı bir facia da dolabından elbise arakladığımı söylemen resmen iftira!”

Kaşlarımı kaldırıp kollarımı göğsümde bağladım, dudaklarımda hafif alaycı bir gülümsemeyle ona baktım. “Hiç inandırıcı değilsin sevgili kardeşim. ” derken üzerindeki kazağıma bakıyordum.

Ecem neden öyle baktığımı anlamış olacak ki hızla gözlerini kaçırıp dudaklarını büktü, ama yanaklarında belli belirsiz bir kızarma vardı. “Hah! Enişte bu kız tam bir cimri. Eşyaları çok değerlidir. Şarj kablosunu al o kanlı ile seni boğar. Hele bir kitaplığı var odasında, bir dokun kıyametler koparır. ” dedi burnunu havaya dikerek.

Ecem, aslında bilmeden kalbimin en gizli yerine dokunmuştu. Bugünün en büyük süprizinin yeninden önüme bu şekilde gelmesi dudağımda buruk bir gülümsemeye sebep oldu.

Bir yanım Ecem’in lafına gülüp geçmek isterken, diğer yanım tam da o kitapların ne anlama geldiğini yeni öğrenmiş olmanın verdiği hüzün ve hayranlık arasında sıkışıp kalmıştı.

Haklıydı.

Ama o kitaplığın benim için anlamını kim bilebilirdi ki? Özellikle bugünden sonra...

Sevdiğim adam… Her hafta sessizce o banka bırakmıştı o kitapları benim için. Hiç bilmeden, hiç fark etmeden, onları alıp sahiplenmiş, odamda en özel köşeye yerleştirmiştim. Belki de kalbim, aklımdan önce tanımıştı onu. O yüzden bunca zaman ondan olduğunu bilmeden bile üzerlerine titremiştim.

Ecem’in burnunu havaya dikerek konuşmasını izlerken bakışlarım Mahir’e kaydı. O da hafifçe kaşlarını çatmış, ama dudaklarının kenarında beliren belli belirsiz bir gülümseme ile Ecem’e bakıyordu. Gözlerinde ise, sadece benim anlayabileceğim bir ifade vardı. Sessiz, derin ve içten.

Ona baktığımı anlamış gibi sıcak bakışları bana döndü sevdiğimin. Başını hafifçe yana eğip beni izlerken, masadaki sohbetin içinde kaybolmuş gibi görünüyordu ama aslında sadece bana odaklanmıştı. Onun bana öyle bakışı… Bunca zaman beni hiç bilmeden, uzaktan, sabırla sevişi...

Ecem, benim neden sustuğumu anlamayıp kıkırdayarak Mahir’e döndü. "Enişte, ablam kitapları konusunda çok takıntılı. Aman ha, birine dokunacak olursan sonun olur!" dedi.

Mahir bu kez gözlerini benden ayırıp, Ecem’e hafifçe gülümsedi. Sonra başını hafifçe yana eğerek, sesi yumuşak ama içinde belli belirsiz bir anlam saklı şekilde, “Bazı şeyler özeldir. ” dedi kısa bir an susup, "Yalnızca sahibine..." diye devam etti yoğun bakışlar ile gözlerimin en derinine bakarken.

Ecem kaşlarını kaldırıp merakla Mahir’e bakarken, ben de içimi çekip başımı eğdim. O anın mahremiyetini, aramızda sessizce paylaştığımız bu sırrı bozmadan... Ama Mahir'in sesi, yüreğime işlemişti.

Bazı şeyler özeldir…

O kitaplık, o kitaplar, o hikâyeler… Ve şimdi biz.

O an, Mahir'in parmakları masanın altında hafifçe elime dokundu. Kimse fark etmedi ama ben hissettim. O an içimde yıllardır birikmiş bir özlem, bir sevgi, bir kabulleniş yerini buldu.

Benim için bir kitaplık değildi o…

Benim için Mahir’di, sevdasıydı, sevdamızdı.

Ve artık tamamlanmıştı.

*******

Mahir ile birkaç saat önce başladığımız yolculuk, Bursa sınırlarına girmemizle birlikte sona yaklaşıyordu. Arabayla uzun yollar kat etmiş olmamıza rağmen içimde bir an bile azalmayan bir heyecan vardı. O kadar ki, susmak bilmiyordum.

Mahir direksiyon başında sakin ve her zamanki gibi odaklanmış görünse de benim durmaksızın konuşmamdan, yüzünde eksik olmayan gülümsemesinden ve arada elimi tutup dudaklarına götürerek öpmesinden keyif aldığını gösteriyor. Benim kadar olmasa çoğunlukla karşılık veriyor bazen de başını hafifçe sallayarak onaylıyordu söylediklerimi.

Düğünümüzden, evlilikten, işten, hatta annemlerin mahallesindeki dedikodulara kadar ne varsa anlatıp durmuş içimdeki mutluluğu kelimelere dökmüştüm bir nevi. O anlatırken gözleriyle yolun akışını takip ediyor, ama benim bahsettiğim her detayla ilgilendiğini hissettirecek şekilde başını hafifçe eğerek dinliyor hatta ilgiyle sorular soruyordu. Bir kaç üst üste soru sorunca Sorusu sesli bir şekilde güldüm

"Mahalledeki dedikodular ilginizi çekti galiba Mahir yüzbaşı." dediğimde kaşlarını kaldırarak güldü ve hep yaptığı gibi elimi avucunun içine alıp dudaklarına götürdü.

"Sadece konuşmanı seviyorum." dedi bir kaç saniye yoğun bakışlar ile yüzüme bakıp yeniden yola çevirdi bakışlarını.

Sonra dudaklarının kenarında beliren belli belirsiz bir gülümsemeyle, “Yalnız sen de bayağı bir dolmuşsun be güzelim. ” dedi muzip bir takılmayla.

“Ne yapayım!” diye hafifçe omzumu silktim. “Fazla huzur, çeneme vurdu galiba. Şişirdiysem başını susayım” dedim yalandan bir küskünlükle.

Mahir başını hafifçe iki yana salladı ama yüzündeki sevgi dolu ifade hiç kaybolmadı. Yeniden elimi dudaklarına götürürken,

“Bundan şikâyetçi olduğumu mu sanıyorsun?” diye mırıldandı.

Bu basit ama içimi sıcacık eden hareketiyle bir anlığına sustum. Gözlerimi ellerimizin birleştiği noktaya kaydırdım ve içimde daha da büyüyen bir mutlulukla iç çeker gibi bir nefes aldım.

O sırada Mahir’in telefonu çaldığında, gözlerim refleksle aracın ön paneline kaydı. Arayan yine Ayşe'ydi. Mahir, hiç tereddüt etmeden aramayı açtı ve daha ağzını bile açmadan Ayşe’nin cıvıl cıvıl sesi arabaya doldu.

“Abi! Nerede kaldınız? Kaç saattir yol gözlüyoruz! Gelmiş olmanız lazımdı yani. Annem bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, babam her beş dakikada bir saate bakıyor. Leyla ablayı alıp kaçırmadın değil mi?”

Mahir, hafifçe kaşlarını kaldırarak kısa bir an bana baktı, sonra dudaklarının kenarında beliren tebessümle başını iki yana salladı. “Ayşe, daha nefes almama izin vermeden konuşmaya başladın. Ayrıca yaklaşık 20 dakika önce nerede olduğumuzu söylemiştim.”

“Ee ben de onu diyorum gelmiş olmanız lazım yani.” Diye homurdandı.

“Geldik sayılır Ayşe, birazdan oradayız.” dedi Mahir.

“Tamam o zaman! Hadi bekliyoruz. " diyerek telefonu şak kapattı.

Telefon kapanır kapanmaz Mahir, hafifçe başını iki yana sallayarak güler gibi bir nefes bıraktı. Direksiyonu sıkıca kavrayarak gözlerini tekrar yola çevirirken, dudaklarının kenarında hala Ayşe’nin tatlı telaşına gülüşü vardı.

Ben ise onun yüzündeki o yumuşak ifadeyi izlerken, içimde giderek büyüyen bir hisle derin bir nefes aldım.

“Çok heyecanlıyım.” Sesim, farkında olmadan fısıltıya yakın çıkmıştı.

Mahir, gözlerini yoldan ayırmadan bir an başını bana çevirdi. Yüzündeki rahat tavra rağmen, dikkatlice beni inceliyordu. Direksiyonu tutan ellerinden birini yavaşça kaldırıp, nazikçe elimin üzerine koydu. Başparmağıyla avucumun içinde ufak daireler çizerek alçak bir sesle sordu.

“Neden?”

Omuzlarımı hafifçe kaldırıp gülümsedim ama içimdeki duyguları bastırmak zorlaşmıştı.

“Bilmiyorum… Sanırım, bu senin dünyana daha çok adım atıyormuşum gibi geliyor. Ailenle daha önce de vakit geçirdik ama şimdi çok farklı. ” Cümlemi tamamlayamadım, çünkü hissettiğim şey tek bir kelimeyle anlatılamayacak kadar derindi.

Mahir, birkaç saniye sessiz kaldı. Arabayı yavaşça sağ şeride alıp hızını biraz düşürüp durdurdu. Sonra parmaklarını nazikçe elime dolayarak sımsıkı tuttu.

“Leylam. ” diye başladı, sesi her zamanki yumuşacıktı.

“Benim dünyam sendin zaten. Sadece şimdi biraz daha derine iniyoruz. ” Yüzündeki gülümseme daha da büyürken, "Hem de bayağı derine, hazır mısın?" dedi heyacanlı ve keyifli bir sesle.

Gözlerinde gördüğüm huzur, yüzündeki gülümseme içimi sıcacık yaptı. Gülen gözlerle yüzüne bakarken başımı hızlı hızlı salladım.

“Ayrıca endişelenme. Her şey çok güzel olacak. Seninle olmamızı o kadar çok istiyorlardı ki Leyla ile geleceğiz dediğimdeki sevinçlerini duyman lazımdı. ” Bir kaç saniye yoğun bakışları yüzümü tararken eğilip burnumun ucundan öptü. “Şimdi benden çok seni bekliyorlar. Onlar da en az senin kadar heyacanlılar. ”dediğinde gülümseyerek başımı salladım. Arabayı yeniden hareket ettirdiğinde başımı omzuna yasladım.

İçimde hâlâ tatlı bir heyecan vardı ama az öncekine nazaran daha azdı. Mahir de başımın üstüne sıcak bir öpücük bırakıp direksiyona tekrar odaklandı.

Bursa’nın benim için yabancı ama Mahir için tanıdık olan sokakları arasından hızla ilerlerken öylece baktım belki hatıramda bir şeyler canlanır diye. Ama yoktu.

Arabanın hızı yavaşladığında, kalbim bir anlığına daha hızlı çarptı. Büyük, bahçeli ve ışıkları iç açıcı bir sıcaklıkla yanan bir evin önüne gelmiştik. Daha arabadan inmeden içeride bir hareketlilik olduğunu fark ettim. Perdeler oynuyor, kapının arkasında birileri bekliyordu sanki. Arabadan iner inmez önce Ayşe’nin cıvıltılı sesi duyuldu.

“Geldileeer!”

Sonra kapı hızla açıldı ve karşımızda kocaman bir kalabalık belirdi. Muzaffer Amca, Hacer Teyze, Ayşe, Kamile evin dışına çıktılar bizi karşılamak için. Herkesin yüzünde sıcacık bir tebessüm vardı.

Ayşe, beklemeye tahammülü kalmamış gibi hızla öne atılıp bana sarıldı sıkıca.

“Leyla ablaa! Hoş geldin. Nasıl özledik seni bir bilsen. ” diye bağırırken sesi mutlulukla titriyordu. Elimde Hacer teyze için olan çiçek buketin sıkıca tutarken ben de onun gibi gülümsüyordum.

O an içimde bir şeyler çözüldü sanki. Endişem yerini, gerçekten bekleniyor olmanın verdiği huzura bırakmıştı.

Hacer Teyze birkaç adım öne çıkıp Mahir’in yüzüne uzun uzun baktı, sonra elini nazikçe yanağına koyarak sevgi dolu bir sesle, “Oğlum, hoş geldiniz. ” dedi. Mahir Hacer teyzenin elini saygıyla tuttu, hafifçe eğilip öptü.

"Hoş bulduk anacım." dedi. Hacer teyze gülen gözlerle henüz yeni ayrılmış olan Ayşe ile bana baktı. Kollarını kocaman açtığında ben de gülümseyerek hızla kollarının arasına girdim.

"Hoşgeldin güzel kızım. Çok beklettin bizi ama geldin sonunda." dediğinde hafif geri çekilerek yüzüne baktım gülümseyerek.

"Hoşbuldum Hacer teyze." dedim. Eğilip elini öpüp geri çekilirken elimdeki buketi uzattım.

"Ne zahmet ettin yavrum. Ne kadar da güzeller." dedi gülümseyen gözlerle elindeki bukete bakarken. Bir şey demedim yalnızca gülümseyerek ona baktım.

Muzaffer Amca ise Mahir’in omzuna sağlam bir tokat atarak, “Ulan çocuk, bir daha bu kadar bekletme bizi. ” dedi ama sesinde en ufak bir sitem yoktu. Sadece özlemin getirdiği o derin sıcaklık vardı.

Hacer teyzeden ayrıldığımda Kamile yanıma gelip sıkıca sarıldı. “ Hoşgeldin Leyla abla."dedi gülümseyerek. İçtenliği öylesine doğaldı ki, istemsizce gülümsedim ben de.

"Çok hoş buldum güzelim. "dedim. Muzaffer amca Mahir'in omzuna attığı eli ile kocaman gülümseyerek baktı bana,

" Hoşgeldin kızım. " dediğinde başımı hafifçe sallayıp,

" Hoşbulduk Muzaffer amca. " dedim ona da.

"Ee hadi içeriye geçelim. Sofra hazır. " dediğinde hep birlikte gülümseyerek içeriye doğru adımladık. Holde üzerimizdeki montları çıkarıp içeri salona girdiğimde etrafa inceleyen bakışlar ile bakıyordum. Belki bir şeyler hatırlarım diye ama hiç bir şey yoktu yine.

Salona girdiğimizde oturduğu koltuktan şok olmuş gözlerle ayağa kalkan Zarife nine görüş açımız girdi. Onu görür görmez heyacanla gülümseyerek ona doğru ilerledim ama onun kocaman açılmış gözleri beni görmüyordu.

"Mahirim." dedi titrek bir sesle. Yaşlılığının el verdiği derecede bastonu ile hızla ilerleyip Mahir'e sıkıca sarıldı. Geri çekilip yüzüne sevgi dolu bakarken onları ilgiyle izleyen bana döndü bakışları.

Ama sorgulayıcı hatta biraz da rahatsız olmuş şekilde bakıyordu. Diğerleri gibi sıcak bir karşılama beklerken sanki bir duvara toslamış gibi hissettiren bakışları ile öylece olduğum yerde kalırken ne yapacağımı da kestiremiyordum.

“Mahirim… Bu kadın kim?”

O an gözlerim şaşkınlıkla kocaman açılırken elimi göğsüme götürüp kendimi işaret ettim.

“Ben mi?”

"Nene Leyla abla Mahir abimin arkadaşı. Hani yine gelmişti?" dedi Ayşe sevecen bir sesle nenesinin koluna girip omzunu okşarken.

O arada Zarife kalbine bıçak saplanmış gibi yüzünü buruşturup iç çekti.

“Boyun posun devrilmesin Mahir! Bunu da mı yapacaktın bana?”

Ne yapmıştı Mahir anlamamıştım. Mahir de benim gibi anlamamış olacak ki şaşkın bir şekilde nenesine bakakaldı.

"Ne yapmışım ben?" dedi sorgulayıcı ama biraz da ters bir sesle.

Nene hızını alamayıp olduğu yere çöküverdi. O kadar dramatik bir şekilde geriye yaslanmıştı ki bir an bayılacak sandım.

Hacer teyze hemen yanına oturup kolunu tutarak yüzüne baktı.

“Anne, ne oluyor yine?” dedi o da bir şey olmuş zannetmişti.

“Ben erimin yollarını gözlerken o koluna takmış bir yosmayı getirmiş!”

Herkesin büyümüş gözlerle şaşkın bir şekilde Zarife neneye bakıyordu. Beynimin içinde bir yerde biri yanlış alarm zili çalıyordu ama dışımda sadece donup kalmıştım. Mahir ise şok içinde gözlerini kırpıştırıp bir bana, bir nenesine bakıyordu.

“Nene ne biçim konuşuyorsun sen? ” dedi, sesi çok yüksek arşından çıkmıştı bir anda. Koluna sakinleşmesi için okşar gibi dokundum. Anlaşılan Zarife nenenin hatlar yine karışmıştı. Muzaffer amca da mahçup bir şekilde araya girerek.

"Oğlum iyice ilerledi hastalığı. Bizi de karıştırıyor çoğu zaman." Sonra bana çevirdi mahçup bakışlarını, "Sen de kusura bakma kızım lütfen... Mahir, babama çok benziyor muhtemelen babam zannediyor..."

Zarife nene kaşlarını çatıp araya girdi bastonunu da uzatarak,

“Hadi oradan! Erim olmasa Mahir’e bu kadar benzer mi? Bu da aklımı karıştırıp günaha sokacak şimdi beni! " Mahir'e çevirdiği bakışları bariz yumuşamıştı.

"Ben senin kim olduğunu bilmez miyim?” dedi aşk dolu bakışlar ile.

Mahir, alnını ovuşturup derin bir nefes aldı. Ama gözlerinde hafiften bir çaresizlik, biraz da kaderine isyan vardı.

Ben ise şokun eşiğinde, dumura uğramış bir halde gözlerimi kırpıştırıp duruyordum.

Ayşe, durumu düzeltmek istercesine, "Nene, Mahir abim tıpkı benim gibi torunun. Hatlar gitti yine valla baba. " dediğinde Muzaffer amca sıkıntılı bir şekilde derin bir nefes alıp annesinin yanına oturdu.

"Ana! Babam değil karşındaki, torunun. Sadece ona çok benziyor." dedi ılımlı bir sesle.

Zarife nine kollarını göğsünde kavuşturdu, dudaklarını iyice büzdü. Pek de ikna olmuş gibi bakmıyordu.

“Ben bunadım diye mi bana palavra sıkıyorsunuz? Benim gözümden bir şey kaçar mı? Alçak adam, otuz yıl sonra çıkıp geldin, üstüne bir de karı almışsın!” diye çıkıştı yeniden Mahir'e.

İşte o an içimden kahkahayı patlatmak geldi ama yapamadım. Mahir ise başını göğe kaldırıp içinden isyan ediyor gibiydi. Sanki gözleriyle yukarıdan bir işaret bekliyordu. Sıkıntıyla ensesini kaşıdı.

“Nene, Allah aşkına, ben dedem değilim. Bak, torunun Mahir’im ben. Leyla da benim...”

Tam cümlesini tamamlayacakken Zarife nene aniden elindeki bastonu kaldırıp Mahir’i susturdu.

“Adını ağzına alma alçak herif! Uğruna saçımı süpürge ettim, bir ömür bekledim, sonra çıkıp başka bir hatunla karşıma mı geleceksin? Bir de utanmadan ‘ben torununum’ diyorsun. Hadi oradan! Yıllardır kandırıldık, bir de üstüne bunu yedireceksin ha?”

Ben de Leyla olarak artık dayanamayarak araya girdim.

“Nenem, yanlış anladın. Beni tanımadın mı? Leyla’yım ben. Yine gelmiştim."

Ama nene, gözlerini kısmış, bastonunu bana doğrultmuştu bile.

“Sen de sus! Seni de kandırmıştır bu adam! Sakın kanma! Beni aldattı, seni de aldatır. Hep aynıdır bunlar. Alacağını alana kadardır.”

Mahir, derin bir nefes aldı, dudaklarını birbirine bastırıp sabırla başını iki yana sallarken çok ürkütücü görünüyordu. Ayşe, gülmemek için dudaklarını içine kıstırmış, zar zor duruyordu.

Hacer teyze araya girdi.

“Anne, torunun işte, o kadar insan yalan mı söylüyoruz? Yanındaki de sözlüsü. Yakında evlenecekler." dedi ve üzgün gözlerle bana baktı.

" Leyla kızım sana da ayıp oldu. Bu aralar hep böyle. ” dediğinde anlayışlı şekilde hafif bir tebessüm ederek yüzüne baktım.

Muzaffer amca annesini ikna etmek için elini dizine vurdu.

“Ana, bak gözünü seveyim, torunun işte. Yanındaki de Mahir’in evlenmek istediği kızımız. Hatırla lütfen dedi. ” üzgün bir sesle.

Zarife nine bir an durdu. Kaşları havaya kalktı.

“Ne Evlenmesi?” diye sordu hayal kırıklığı ile.

Mahir, bu fırsatı kaçırmamaya karar verdi. Başını hızla salladı.

“Evet nene, Leyla ile evleniyoruz inşallah. Sizleri görmeye getirdim. ”

Nene’nin yüzü allak bullak olurken, kafasının bir hayli karıştığı belliydi. Ama hemen ardından bakışlarını bana çevirdi. Üzgün gözlerle ona bakarken ben, o beni üstten aşağı süzüp dudaklarını büzdü. Ben bizimle ilgili bir şey diyecek zannettim ama yanındaki Hacer teyzeye dönüp,

"Beni odama götür." dedi yıkılmış bir sesle.

Zarife nenenin yıkılmış sesiyle ortam bir an sessizliğe gömüldü. Hacer teyze, Zarife nenenin üzgün ve yorgun haline daha fazla dayanamayarak nazikçe koluna girdi.

"Tamam, anne. Hadi odana geçelim, biraz dinlen." dedi yumuşak bir sesle.

Zarife nene başını eğdi, gözlerinde mahsun bir ifadeyle son bir kez Mahir’e baktı, ama içinde hâlâ bastıramadığı bir hüzün olduğu belliydi.

"Benim güzel günlerim mazide kaldı Hacer... Götür beni." diye mırıldandı.

Hacer Teyze onu nazikçe destekleyerek odasına doğru yürütürken içeride kalanlar sessizce birbirine baktı. Gergin hava, kimsenin tam olarak nasıl tepki vermesi gerektiğini bilemediğini gösteriyordu.

Mahir, elini saçlarının arasından geçirerek derin bir nefes aldı. Morali bir hayli bozulmuştu.

Muzaffer Amca hafifçe omzuna dokundu. "Yapacak bir şey yok oğlum. Yaşlılık bu. Hastalığı iyice ilerledi. Bizi de karıştırıyor artık. Ama seni böyle görünce belli ki bazı şeyler iyice birbirine girdi. " dedi iç çekerek. Sonra bana dönüp, "Kızım, sana da ayıp oldu. Kusura bakma ne olur." diye ekledi.

Ben hemen hafifçe gülümseyerek başımı iki yana salladım.

"Önemli değil Muzaffer amca, olur mu hiç? Zor bir durum üzüldüm." dedim içtenlikle. Gerçekten de üzülmüştüm Zarife ninenin haline. Mahir’i eşi sanmış, hatıraları birbirine karışmıştı. Onun içinde kopan fırtınaları hayal edince içimi bir burukluk kapladı. Muzaffer amca,

" Hadi ben bir bakayım. Siz demasaya geçin çocuklar. " dedi ve o da onların peşinden çıktı salondan.

Ayşe, Mahir’in koluna tutunup başını hafifçe yana eğdi.

"Abim, üzülme olur mu? Nenem geçen hafta da babamı evden atmaya kalktı. Yabancı adam girmiş odama diye." dedi, Mahir’i neşelendirmeye çalışarak. Kamile araya girip kıkırdadı onun gibi.

"Irz düşmanı diye kovaladı bastonla eniştemi." dediğinde Mahir, gözlerini hafifçe kıstı, başını yavaşça iki yana salladı gülerek

"Ne?" dedi. Sesi hem şaşkın hem de hafif bir kahkahayı bastırmaya çalışıyormuş gibi çıkmıştı.

Ayşe başını hararetle sallarken Kamile, kıkırdamasını kontrol edemeyerek elini ağzına götürdü.

"Yemin ederim Mahir abi! Eniştemi konuşturmadan eline ne geçtiyse fırlattı. Yastık, terlik... En son bastonu kaptı, zavallı adam kendini zor dışarı attı."

Ayşe kahkaha atarak nefesi kesilmiş gibi arada derin soluklar alarak gülüyordu.

" Görmeniz lazımdı. Bir de ‘İmdat Irz düşmanı var. ' diye basbas bağırıyordu. Biz odaya girdik babam bir yandan bastonundan kaçmaya çalışıyor bir yandan da ‘Ana, ben senin oğlunum’ diye bağırıyor, ama yok! Nenem bastonu kaldırmış, ‘Ne oğlanı kazık kadar adamsın. Benim gibi tazeciğin böyle oğlu mu olur?' diye payladı. Gülmekten ayıramadım. Uzun süre babamı gördükçe Irz düşmanı dedi."

Kamile, gözlerinden yaş gelene kadar gülerken Mahir de gülmemek için kendini zor tutuyordu. Gözlerini bana çevirdiğinde ise bakışlarındaki hafif mahcubiyetle birlikte, bu absürd durumun komikliğini de paylaşmak ister gibiydi.

Ben de aynı onun gibiydim. Anlatılanlar çok komik olmakla birlikte trajikti de.

"Hadi masaya geçelim abi, Leyla abla. " dedi Ayşe. Mahir usulca başını salladı. Elini belime nazikçe atarken kendi ile birlikte yürütmeye başalmıştı.

"Hadi güzelim." dedi. Masaya geçtiğimiz de çok geçmeden Muzaffer amca ile Hacer teyze de geldiler.

Muzaffer Amca ve Hacer Teyze içeri girdiklerinde, kahkahalar henüz tam olarak dinmemişti. Kamile ve Ayşe hâlâ kıkır kıkır gülerken, Mahir hafifçe başını iki yana sallayarak iç çekti. Yüzünde hem bir hüzün hem de olayın komik yanını kabullenen bir gülümseme vardı.

Hacer Teyze, içeri girerken gözlerini kısıp masadakileri süzdü.

“Ne oluyor bakayım burada? Ne konuşuyorsunuz, ne var bu kadar gülünecek?” dedi, ellerini beline koyarak.

Ayşe, kıkırdamasını dizginleyip, gözleri hâlâ yaşlı bir şekilde,

"Babaannem babamı evden atmış ya hani geçen hafta..." diye söze girince Muzaffer Amca, tam yerine yerleşmek üzereyken aniden durdu. Mahir’le göz göze geldiler. Muzaffer Amca, kaşlarını hafifçe kaldırıp bozulmuş şekilde homurdandı.

“Yine mi anlatıyorsunuz onu?”

Kamile, nefes “Ama çok komik enişte." diyerek yeniden kahkahaya boğulurken, Mahir gözlerini devirdi ama dudaklarında istemsiz bir tebessüm oluştu. Ben de elimle ağzımı kapatıp kahkahamı bastırmaya çalışıyordum.

Muzaffer Amca, sandalyesine otururken yorgunca başını iki yana salladı.

“Yahu kadın beni, öz oğlunu, ırs düşmanı diye harbiden evden kovdu, siz hâlâ gülüyorsunuz. ” dedi ve iç çekerek çatalını aldı. “Kaç gün kendimi kabul ettirene kadar göbeğim çatladı.”

Sesi şikâyet eder gibiydi ama dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. Anlaşılan, Zarife nenenin bastonlu kovalamacasını anlatırken içten içe kendisi de eğleniyordu.

Yanımda oturan Mahir’in hafifçe başını eğip iç çekişini duyduğumda gözlerimi ona kaydırmadan edemedim. Dudaklarını birbirine bastırmış, hafifçe gülümsüyor ama gözlerindeki gölgeyle sessizce Zarife nenenin durumunu düşünüyordu.

Muzaffer Amca Mahir ile beni işaret ederek devam etti.

“Siz düşünün artık! Bundan sonra size ne yapar, valla çok da kestiremiyorum. Yeni gözdeleri sizsiniz.”

Hacer Teyze, kocasının dirseğine hafifçe dokunup yalandan bir sinirle araya girdi. “Muzaffer Bey, korkutma çocukları. Ben konuşurum, az bir uyusun, sakinleşsin. İlacına da dikkat edelim. " Şefkatli bakışları Mahir'in üzerine durdu.

"Bir anda seni karşısında görünce şaşırdı. Kaç zamandır da görmemişti yaa.”

Mahir burukça gülümsedi. Masada derin bir sesslik baş gösterirken, sessizliği dağıtan Ayşe oldu. “Hadi hadi, çorbalarınız soğumasın! Afiyet olsun herkese. ” diyerek neşeyle önündeki çorbadan bir kaşık aldı.

Muzaffer amca da onun bu haline gülerek kaşığı ile önümüzdeki çorbaları işaret etti. “E hadi oğlum, Leyla kızım afiyet olsun. ”

Mahir hafifçe başını sallayarak bana döndü. Bakışları usulcaydı. “Afiyet olsun güzelim. ” dedi alçak bir sesle.

İçimi ısıtan bir sesine karşılık ben de ona gülümseyerek başımı salladım.

Hazırlanan masaya şöyle bir üstün körü baktığımda masada yok yoktu gerçekten.

"Ne kadar zahmet etmişsin Hacer teyze." dediğimde kocaman gülümsedi.

"Ne zahmeti kızım. Yavrularım gelmiş. Bak geçen geldiğinde sevdiğin börekten de yaptım." diyerek oturduğu yerden ayaklanıp bana az uzak kalan börek tabağını uzattı. Teşekkür ederek uzattığı tabağı elime aldım.

Hatırlamıyordum ama bunun hakkında ne derece bilgi sahibi olduklarını bilmediğimden sanki hatırlamış gibi,

" Yaa evet çok güzeldi. Ellerine sağlık." dedim neşeli çıkmasına gayret gösterdiğim sesim ile börek tabağını önümüzde bir yerlere koyverdim.

Ayşe, neşeli sesi ile “Ah, bu akşam soframız bir başka güzel oldu! Uzun zaman sonra böyle kalabalık yemek yemek ne güzel değil mi?” dediğinde hepimiz yüzüne bir tebessüm yerleşti.

Muzaffer Amca ona hak vererek başını salladı. “Kalabalık sofranın bereketi de bol olur ”dedi keyiflice.

Tam o anda, kapı çaldı. Sofrada bir anlık bir duraksama oldu. Ayşe hemen atıldı, “Baba kalabalık dedin misafiri getirdin valla. Ben açarım!” dedi yerinden hızla kalkarken.

Ayak sesleri koridora doğru hızla yankılanırken sofrada kısa bir sessizlik oldu. Herkes gelenin kim olduğunu merakla bekliyordu.

Mahir, çatalını bırakıp hafifçe geriye yaslandı, eli bardağına uzandı. Gözleri bir an bana kaydı. Masadakiler gibi o da dikkat kesilmişti kapıya.

Önce salona çok yakın olan dış kapının açılma sesi sonrasında ise Ayşe’nin sesi duyuldu. Ama bu kez o neşeli, kıpır kıpır tınısı yoktu. Daha çok şaşkın bir tereddüte çıkmıştı gelen kişinin ismi ağzından.

“Sevda?”

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

Eveet bir güzel bölümüzün daha sonu geldik🤗

Hala beğenmeyen varsa yıldıza dokunsun plissss😎

İnşallah beğendiğiniz bir bölüm olmuştur🤗

Gelecek bölüm görüşmek üzere 🤗

Öpüyoreeee 😚

 

Bölüm : 25.02.2025 12:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...