
Zamansız 59
Eveeet ben geldim canlarım ciğerlerim.🤗
Müthiş bir bölüm ile karşınızdayım vallahi.🫠
Valla öyle uzun ki yaz yaz bitmedi parmaklarım uyuştu yeminle bazı günler. 🤓
Güzel yorumlarınızı bekliyorum lütfen esirgemeyin.
Ve tabi ki yıldızlayın.
Bir de bizi önerirseni sevinirim 🙋
Keyifli okumalar efenim 🫠
🌸 🌸 🌸 🌸 🌸 🌸
Gözlerimi bir anda açmam ile görüş açıma giren beyaz tavana baktım bir kaç saniye.
Bir şey vardı böyle heyacanla uyanmama sebep. Aklıma gelen ile,
“Evleniyorum lan ben bugün!” diyerek bir ana yataktan sıçramam bir oldu.
Komidinin üzerindeki saate baktığımda 06.30'u gösteriyordu. Daha güneş bile tam doğmamıştı ama iş çoktu.
Mahir beni bıraktıktan sonra neredeyse tüm gece oturmuş şuan ise bir iki saatlik uyku ile sanki tüm gece uyumuş gibi dinç bir şekilde gözlerimi açmıştım.
Telefonum hemen yanımda yatan Karaca'nın tarafındaki komodininin üzerinde şarjdaydı. Karaca'nın üzerinden pek de kibar olamayacak şekilde telefonuma uzandım. Tam telefonu kaptığım anda altımda kalan Karaca'dan can çekişir gibi boğuk bir ses geldi. Var gücü ile beni ittiğinde kendi tarafıma doğru yuvarlanır gibi düştüm.
“Laan! Manyak karı. Düğün gününü ölüm günüm mü yapmak niyetin? Noluyo sabahın köründe?”
Karaca'nın haklı serzenişini çok da sallamayıp olduğum yerde ayaklandım. Bu sefer de ayağımın altından bir ciyaklama sesi geldi.
“AHH! Ablaaa! Ayağım..." diye inledi Ecem. Başımı sallayıp iki yana onun da ciyaklamasını sallamadım.
Daha önemli dertlerim vardı. Evleniyordum ben bugün.
“Kalkın, kalkın!" dedim elimi çırparak kapıya doğru ilerlerken.
"Evleniyom ben bugün! Bir sürü iş var! Hadi hareket!” diye devam ettimm sanki sabah sporu yaptırıyordum.
Karaca yüzünü sertçe sıvazlarken başını sertçe yastığa bıraktı.
"Başlayacam senin yeni gelin heyecanına. Siz muradınıza ereceksiniz diye ben çıkmıyorum kerevete merevete. Uyuyorum ben." diyip kıçını devirip arkasını döndü bana.
"Al benden de o kadar. Sabah 6 buçuk daha. Salonu mu süsleyeceğiz ne yapacaz acaba? Ben de uyuyacağım biraz daha." diye ekledi yancısı da ve o da arkasını döndü bana.
Bana bana. Bugünün gelinine...
İkisine de gözlerim kısık halde tehditkar bakışlar ile baktım.
“Üçe… kadar… sayıyorum. ” dedim sakin bir psikopat edasıyla.
" Bir... " dedim bekledim. İki demeden önce önemli bir ayrıntı ekleyerek,
“Ve o kıçınızdaki pireleri hemen kovmazsanız ben nasıl kovacağımı biliyorum. Yaparım. Beni bilirsiniz. İki... ” dediğimde siren duymuş gibi bir anda ayaklandılar oldukları yerde. Karaca öldürücü bakışlar ile bana bakıyordu.
“Amma ben bunun intikamını alırım. " dediğinde başımı salladım, 'He he', der gibi. Ecem ise ağlar gibi bir surat ifadesi ile gözlerini ovuşturdu.
" Ya ben baldızım. Bu gün en çok ben yorulacağım. Az daha yataydım. " dediğin de yandan bir yastık darbesi geldi başına.
" Ben Kayınço muyum lan! Bütün ayak işlerini ben yapıyorum." dediğinde Ecem huysuz huysuz baktı ona. İkisini de duymamazlığa vererek odanın kapısını açtım.
" Hadi kalkın. Elinizi yüzünüzü yıkayın. Ben kahvaltı hazırlıyorum." dedim. Örtmediğim kapının aralığından Karaca'nın şahsımla ilgili güzide küfürlerini duyuyordum. Sırıtarak mutfağa doğru ilerledim.
Anneciğim çoktan kalkmış mutfak da bir şeyler yapıyordu. Geldiğimi fark etmesiyle sorar gibi baktı.
"Kızım daha erken az daha uyusaydın ya." demesine karşılık gülümseyerek eğilip yanağından öptüm. Ortalık mis gibi sarma, börek kokuyordu. Hemen önündeki tencere de yeni pişmiş sarmalara bakıp,
"Ooo Sultanım. Döktürmüşsün."
"Misafirler gelir bir kaç saate. Akşam düğüne kadar bir tur evde yenir bir şeyler diye hazırlık yapıp atıverdiydik dolaba. Namazdan sonra uyumadım." dediğinde gülen gözlerle yüzüne baktım.
"Ellerine sağlık canım annem. Sen de yoruldun kaç gündür."
"Ee kız anasıyız olacak o kadar." dedi kasınırken olduğu yerde. Bu haline gülerken yanağına bir öpücük kondurdum yeniden .
"Hadi şurdan çayı koy ocağa ben de böreği çıkarayım fırından." dedi.
Çayı koyduktan sonra da hızlı bir şekilde kahvaltı masasını hazırladım. Kızlar hala gelmemişti. Tam mutfaktan çıkıp çağıracaktım ki suratları beş karış gelip masaya oturdular.
"Ay benim biricik nedimelerim de gelmişler." dedim adeta şakıyarak. İkisi de ters ters bakarken Karaca tezgah da bir şeyler ile ilgilenen anneme bir akış atıp sessizce,
“Sıçacağım senin bu hayat enerjine.” diye mırıldanmasına sırıtarak karşılık vermiş ağzıma bir tane sarma atıp göz kırpmıştım. Ecem masaya oturur oturmaz kollarını iki yana bırakıp dramatik bir nefes verdi.
“İyi ki bir tane ablam var. Yeniden böyle bir yoğunluğa girmeyi hayal bile edemem. Ölüm gibi bir şey olurdu heralde.” dedi.
Sırıtarak önümdeki çaydan bir yudum aldım.
"Bugün de şükredecek bir şeyler buldun bak." dediğimde yaşlı amcalar gibi başını salladı usul usul.
"Rabbime hamdü senalar olsun." dedi.
O sırada annem, elinde kocaman bir tabak börekle masaya gelip oturdu. Hepimizin yüzüne gülümseyerek tek tek bakarken dizlerini hafifçe ovuşturdu.
“Ah kızlarım… Ben size dedim ama yatın uyuyun diye. Bu gün ayrı bir yorucu olacak.” diye üzgünce mırıldandı.
Karaca, annemin koyduğu böreğe çatalını uzatıp büyük bir parçayı aldı. Az önce ölümlü tehditler savuran kız gitmiş, yerine ponçik Karaca gelmişti.
“Yapacak bir şey yok Süheyla teyzecim. ” dedi ağzında börek varken bile samimi bir gülümseyle. “Kardeşim evleniyor. Olacak o kadar yorgunluk.”
Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Vay be…
Az önce beni hayat enerjim yüzünden boğacak gibi bakan kadın, annem ortama girince şirinlik abidesine dönüşmüştü.
"Eyvallah kardeşim." dedim sırıtarak. O da sırıtarak bir öpücük attı karşıdan.
“Eline sağlık Süheyla teyze.” dedi bir lokma daha alırken. “Vallahi bu böreği senin gibi yapan yok.”
"Afiyet bal şeker olsun kuzum. Siz isteyin yaparım ben hep size." dedi gülümseyerek annem de.
Biz yemeğe devam ederken Ecem ise hâlâ masanın üzerinde astral seyahat ediyordu. Annem hafifçe onun kolunu dürttü.
“Yavrum iyi misin?” diye sordu endişeyle.
Ecem boş, anlamsız bakışlarla annemin yüzüne baktı.
“Bilmem. İyilik göreceli bir şey anne. Kime göre, neye göre iyiyim tartışılır.” dedi, felsefe okulu öğrencisi gibi.
Annem gözlerini kısıp, “Eyvah eyvah. Şekerin mi düştü? ” diyerek ayağa kalktı. Dolaptan reçel çıkarırken kendi kendine “Uyamazsanız böyle alık alık bakarsınız. Ah be kızım Ah be kızım! ” diye söyleniyordu.
Karaca ise çatalını Ecem’e doğru sallarken bana baktı.
“Bunun devreler yanmış. Evde kalıp uyusun bari. ” dedi. Ecem daldığı yerden kendine gelmeye çalışır gibi gerindi.
"İyiyim iyiyim. Bir kahve içersem kendime gelirim. Benim de kuaföre gelmem lazım yaa. Evde kalırsam çıkamam. Baldız olarak şık olmam lazım. " dediğinde Karaca sırıttı.
"Gel kız sana şöyle bir baldız topuzu yaptıralım en afillisinden yaldır yaldır parlayandan." dediğinde Ecem suratını değişik bir şekilde buruşturdu.
"Hıııı! Çok komik. Bence sen yaptır Karaca abla. Sen de baldız sayılırsın." diye mırıldandı.
"Kızım esas baldız sensin. Künyeler sana alınıyor valla. Biz yan sanayi." diye mırıldandığında yanağından bir makas aldım.
"Oy sen alındın mı hediye gelmedi sana diye?" dediğimde geri çekti başını.
"Ay git be şuradan! Kalmadım sizin künyenize." dediğinde kalkıp sarıldım arkadan.
"Ben sana atletli, donlu, pijamalı baldız bohçası dizerim. Sen hiç merak etme." dedim.
"Victoria secret olsun madem." diye isteksiz isteksiz mırıldandı. Yanağını öptüm.
"Tamam tamam. Köpeğin olsun Victoria senin." diyerek geri çekilip yerime oturdum.
Kahvaltımızı ederken kapının zili çaldığında kalbim bir anda tekledi. Sandalyeden öyle bir hızla kalkmıştım ki, tabak hafifçe sallandı. Gelen Mahir'di. Onca 'Biz gideriz, sen uğraşma.' dememe rağmen ısrarla kendisi götürmek istemişti kuaföre. Birkaç gündür kendi evimizde kaldığından da çabucak gelmişti.
Hızlı adımlarla kapıya yönelirken arkamdan gelen Karaca’nın boğuk gülüşü ve Ecem’in “Ablam tazı gibi koşuyor yine…” diye mırıldanışı kulağıma gelmişti..
Kapıyı açmadan antredeki aynadan kendime baktığımda çivi gibi çakıldım olduğum yere.
Aynaya bakar bakmaz gözlerim büyüdü. Tam bir facia vardı karşımda.
Pijamam hâlâ üzerimdeydi. Üstü puantiyeli, altı çiçekli birbiriyle alakası olmayan gece öylesine üzerime geçirdiğim iki parça şuan müstakbel kocamın karşısına çıkmak için pek pespaye bir kombindi.
Saçlarım tepeye gelişigüzel toplanmış, bazı tutamlar asi asi yana doğru fırlamış, göz altlarım hafif mor ve uykusuzluktan torba torba şekildeydi.
Aynadaki yüz ifadem bir anda panik ve utanç arası bir şeye dönüştü.
“Ay şuna bak gelin değil apartman görevlisi gibiyim.” dedim kendi kendime fısıldayarak.
Ellerim havada saçımı düzeltmeye çalıştım. Topuzu iki yandan bastırdım ama olmadı. Saçım bana inat bir anda yandan devrilip tekrar fırladı. Kaşlarımı çatarak hırladım.
"Başlıyacam ha size de." dedim. Yapacak bir şey yoktu.
Derin bir nefes aldım.
Kapının karşısında toparlanmaya çalışırken kollarımı pijamanın yanlarına sıvazladım, yakamı düzelttim, altımdaki pijamayı çekiştirdim. Umutsuz bir şekilde kendime son kez bakıp gözlerimi yumdum.
Tamam Leyla… bu adam seni en bitmiş halinle bile sever. Bugün evleniyorsun. Daha ne hallerini görecek salla gitsin. Derin bir nefes alarak kapıyı açtım.
Ve Mahir’i karşımdaydı. Saçı dağınık, yüzünde o sabah serinliğinin tazeliği, gözleri pırıl pırıl... Ama en önemlisi bana bakınca bir anda yüzüne yayılan o sıcacık gülümseme. Sanki karşısında bir şahaser var gibi.
“Günaydın karım.” dedi sadece benim duyacağım bir sesle gözleri ışılayarak. Dini nikahı yaptığımızdan beri bana böyle sesleniyordu. Kocaman gülümseyerek boynuna atıldım daha içeri girmeden. Ben bu adamı napacaktım yaa!
Geri çekildiğimde gülüşü yüzünde büyüdü. O güzel gamzesi çıktı ortaya.
"Hoş geldin birtanem." dedim.
Ayakkabısını çıkararak içeri girdi. Kapıyı kapatıp bana döndü. Yavaşça elini kaldırıp saçımdan fırlayan o asi tutamı kulağımın arkasına doğru usulca yerleştirdi.
"Çok hoş buldum güzelim." dedi eğilerek alnıma bir öpücük kondurdu. Parmakları hafifçe yüzüme değdiğinde içim ısındı.
“Hadi gel, kahvaltı yapıyoruz. Sonra çıkarız. " dedim. Birlikte mutfağa geldiğimizde annem Mahir için çoktan servis açmıştı, çayını koyuyordu masaya.
"Hoş geldin oğlum, gel buyur." dedi. Mahir anneme gülümseyerek masaya doğru ilerledi.
"Hoşbuldum anne." diyerek masaya oturdu. Kızlarla da aynı şekilde selamlaştıktan sonra hızlıca kahvaltımızı yapmaya koyulmuştuk. Heyacandan aslında hiç bir şey yiyecek halim yoktu. İki haftadır aslında durum böyleydi. Gelinlerin düğün haftası zayıflama olayını çok net bir şekilde yaşayayarak görmüş olmuştum. Bir haftadır mideme giren kramplar ile inler gibi bir nefes kaçtı dudaklarımdan.
“Ne oldu yavrum?” diye sordu annem kaygıyla.
Aynı anda Mahir de bana doğru eğildi endişeli bir ifade ile.
“Karnımda… çok fena bir ağrı var. Mideme kramp giriyor gibi. Ben bir lavaboya gideyim.” dedim elimi ağzıma bastırarak.
Koşarak lavaboya gittiğimde sabahtan beri yediğim bir kaç lokma şeyi çıkarmıştım. Başım dönüyor, bacaklarım titriyordu. Elimi yüzümü soğuk suyla yıkadım. Aynadaki aksime bakınca sıkıntı ile ofladım. Yanaklarım bembeyazdı, dudağımın rengi uçmuştu.
Düğün günü Leyla, daha ilk saatte ne hâle geldin?
Lavabodan çıktığım anda Mahir’i kapının eşiğinde dikilirken buldum.
“İyi misin güzelim?” dedi endişeli bir merak ile.
Gülümsemeye çalıştım ama tam o anda midem yeniden sıkıştı. Gülümsemem dudaklarımda yarım bir eğrilik olarak kaldı.
“Ben… bilmiyorum. Bir kaç gündür böyleyim. Stresten herhalde. Bir acile gitsek iyi olacak. Yoksa düğün günüm rezil olacak. ” diye mırıldandım.
Mahir hiç tereddüt etmeden başını salladı.
“Hadi. Üzerini değiştir hemen gidelim Leylam.” dedi. Tamam anlamında başımı sallayıp odama yöneldiğimde kızlar peşimden girdi. Karaca azarlar gibi payladı.
"Ya kızım kaç gündür böylesin, lokma koymuyorsun ağzına. Çay kahve olacağı bu."
Sıkıtı ile ofladım.
"Hadi toparlanın siz de. Önce bir acile uğrayalım da ne yapıyorlarsa yapsınlar. Yoksa günümü rezil edecek bu kramplar."
Tamam diye mırıldanıp hazır olan hızlıca onlar da üzerlerini değiştirdiler. Kuaföre gidecek her şey hazırdı akşamdan. Çok sürmeden hep birlikte evden çıkarken annem nazar duaların okuyarak uğurluyordu beni.
" Beni haberdar edin yavrum. Aklım siz de kalacak." dedi üzgün gözlerle bana bakıp sarılırken.
"Merak etme annecim. Stresten muhtemelen. Haberdar ederiz seni aklın kalmasın." diyerek öpüp geri çekildim. Aşağıya indiğimiz de Mahir son kalan parçaları arabanın bagajına yerleştiriyordu.
Bizi görünce bagajında kapağını kapatıp bana doğru yürüdü. Sanki doğuma giden kadınlar gibi bir elini belime atıp diğer eli ile de elimi tutup yürütmeye başladı.
"Sevgilim doğuma gitmiyorum." dedim gülerek ama espirim aynı etkiyi onda göstermemişti. Ters bir bakış attı. Arabanın kapısını açıp usulca bindirdi beni.
Kendisi de direksiyon başına geçtiğinde gergin olduğu her halinden belliydi.
Hastaneye gittiğimizde hemen acilden giriş yaptık. Kan testiydi, ultrasondu, tansiyonu ne lazımsa bakıldı. Derken genç bir doktor odanın kapısından içeri girip elinde dosya ile gevrek gevrek gülümsedi.
"Ne vardı bu kadar stres yapacak canım." dedi. Ben ayıp olmasın diye gülümserken Mahir'in sesli nefesinin sesi geldi kulağıma. Yan gözle baktığımda ters bakışları karşımızda bana gülerek bakan doktorun üzerindeydi.
"Düğünümüz var. Biraz stres yaptım galiba." diye mırıldandım.
“ Hergün birileri evleniyor canım, bu kadar strese gerek var mı? " dedi göz kırparken. Müstakbel kocası yanında olan biri için fazla flörtözdü. Mahir'e bakamıyordum. Ama arada sinirli nefes seslerini duyuyordum.
“Şimdi ben sana bir serum takayım… düğünde fişek gibi olursun.” diye kendi esprisine güldü.
Ben yarım bir gülümseme verebildim. Başımı salladım hafifçe. Mahir'den ses çıkmıyordu.
Doktor, benim yüzüme dönüp ciddi bir şey yok der gibi işaret etti, ardından hemşireye seslendi.
Serum midemi biraz olsun rahatlatmıştı.
Hemşire çıkınca Mahir yanıma oturdu.
Bir elini dizimin üzerine koydu, başını hafif eğerek endişe ile yüzüme baktı.
“Biraz daha İyi misin Leylam?” dedi bu kez daha sakin, daha yumuşak bir sesle.
Başımı salladım. Boşta olan elimi uzatıp yüzüne koydum.
“Daha iyiyim birtanem. Sadece çok heyecan yaptım galiba.”
Sıkıntılı bir nefes verip gözlerini kaçırdı.
"Benim yüzümden her şey aceleye geldi. Bu kadar stres yapacağını düşünmemiştim." dediğine olduğum yerde doğrulup yüzüne yüzümü yaklaştırdım.
"Hayır hayır. Ne zaman olursa olsun. Ben bu stresi hep yaşayacaktım. Lütfen üzme kendi sevgilim. Çok iyi geldi serum gerçekten diyorum." dedim inanması için kocaman gülümseyerek.
Gerçekten de serumun etkisiyle rahatlamaya başlamıştım. Mide kramplarım yok denecek kadar azalmış baş dönmem geçmişti.
Doktor içeri yine kafasını uzattı.
" Daha iyi misin? " diye sorduğunda yandan bir bakış attım Mahir'e önce.
"Teşekkür ederim daha iyiyim." dedim gülümseyerek. Doktorum bakışları yanımdaki Mahir'i buldu sonra bana baktı.
"Bu hep böyle mi? Gözleriyle öldürecek beni." diye mırıldandı. Yüzüme yerleştirdiğim samimiyetsiz gülümsemem ile Mahir'in elini hafifçe sıktım.
"Bana üzüldü. Ondan öyle. Değil mi sevgilim?" dedim elini biraz daha sıkarken. Mahir dönüp bana baktı. Sonra doktora dönüp,
"Öyle..." diye kısa ve net bir cevap verdi.
"Kaşlarını daha az çatmalısın dostum. Sonra sana da bir serum yapmak zorunda kalmayalım." dedi gülerek. Sonra eli ile beni işaret ederek,
“Yarım saate toparlar. Bir şey olursa haber verirsiniz damat bey.” dedi ve çıktı.
Mahir arkasından öylece bakarken gülme sesimle bana baktı.
" Ne! Çok komik oluyorsun böyle sinirli olunca. Ne var yani adamı boğacak gibi baktın öyle." dedim.
"Sevmiyorum böyle gereksiz mutlu tipleri." diye mırıldandığında daha çok güldüm.
"Biz ona yaşam enerjisi diyoruz canım." dediğinde ters bir bakış attı kapıyamsanki doktor hala orada gibi.
"Her ne haltsa." dedi.
Çok geçmeden biten serum ile doktor kullanmam için bir kaç ilaç da yazmıştı. Allah'tan çok önemli bir sıkıntı çıkmamıştı.
Kızları öncesinde vakit kaybetmemek için Tuna alıp götürdüğü için onları da beklememiş olmuştuk.
Kuaförün önüne geldiğimizde Mahir arabayı yavaşça sağa çekti. Tüm yol boyunca bir elim onun dizinde, diğer elim karnımda durmuş, içimdeki hafif ağrıyı dinliyordum.
Arabayı durdurduğunda yüzünü bana döndü. Gözlerinin içi hâlâ endişe doluydu ama bu kez içine bir de tarif edemediğim bir heyecan karışmıştı.
Elimi usulca kavradı. Parmaklarının sıcaklığı avucuma yayılırken gözleri hafifçe kısıldı.
“Bak… kendini kötü hissedersen, en ufak bir şey olursa hemen arıyorsun. Tamam mı Leylam?” dedi.
Sesinde otorite ile şefkat birbirine karışmıştı. Ciddi zamanlarda bana özel bir ses tonuydu bu.
Gülümsedim.
“Tamam sevgilim. Bir şeyim olursa hemen söyleyeceğim.” dedim bir erin komutanına selam vermesi gibi selam vererek.
Mahir başını eğip alnıma minicik bir öpücük bıraktı. Hafif geri çekilse de yüzü yüzüme çok yakındı.
“Sayılı saatler kaldı…” dedi fısıltıyla. “Allah katında karım oldun ve sonunda resmen de karım olacaksın.” dedi.
Kalbim göğsümde hızlı hızlı çarpmaya başladı. İçine bir girdap gibi çekildiğim o yoğun bakışlara kapılırken,
“Sen de benim kocam…” dedim fısıltı ile. dudaklarımı ısırarak.
Mahir'in bakışları bir an dudaklarıma düşse de derin bir nefes aldı. Sanki kendini zor tutuyor gibiydi.
“Öyle. "dedi sessiz bir mırıldanmasına ile.
" Neyse ben ineyim. Sen de hazırlan. Daha fotoğraf çekimi var. "
Arabadan inerken kolumdan tuttu, biraz daha eğilip,
"Bir şey olursa arıyorsun güzelim. Tamam?" diye başını salladı onay bekler gibi.
Eğilip yanağına bir öpücük kondurup geri çekilirken
"Tamam dedim ya sevgilim." dedim. Bir şey demesini beklemeden,
"Hadi görüşürüz canım." diyerek arabadan indim. Hızlı adımlar ile kuaföre doğru ilerlerken arkamı dönüp pür dikkat beni izleyen sevdiğime el sallayarak kuaför salonuna girdim.
Salonun girişinde beni karşılayan kız daha önce gelmiş olduğumdan hemen tanıdı beni. Kızların hazırlandığı kısma doğru birlikte ilerlerken görüş açıma bizimkiler girmişti. Didem de gelmişti. Saçlarında bigudiler üzerlerinde sabahlıklar ile yana yana sıralanmış şekilde kendilerini kuaför çalışanlarına teslim etmişlerdi.
İlk farkeden beni Didem oldu.
"Leyla abla? Gelmişsin." dediğinde bakışlar bana döndü. Hepsi bir anda ayağa kalkıp yanıma doğru ilerledi. Hastanede bir onlar bir annem defalarca aramışlardı. Karaca pat patladı omzuma omzuma.
"İyisin iyisin. İşte benim kızım be!" dedi.
"Ay yavaş be!" dedim omzumu ovalarken bakışlarımı üzerlerinde gezdirdim.
"Ee hani bitmemiş işiniz." dedim.
"Çok bir şey yok aslında makyajlar tamam saçlar da son şeklini alacak. Hadi sen de hemen otur. Bir buçuk saat rötarımız var zaten."
Diyerek kolumdan tuttuğu gibi soyunma kabine doğru sürüklemeye başladı Karaca. Hızlı bir şekilde üzerimdekileri çıkararak yeni gelin sabahlığımı geçirdim üzerime. Çıktığımda dışarıda beni bekleyen Karaca yine elimden tutarak salonun belki de en ihtişamlı masasına beni oturttu.
Karşımdaki aynanın çerçevesinde sıra ile dizilmiş spot ışıklar vardı. Birden yanan ışıklar ile beni hazırlayacak olan bir kaç genç kız da belirdi tepemde. Sanki az sonra Günay restaurant da sahneye çıkacak assolist gibiydim.
"Evet. Şimdi kendinizi bize bırakıyorsunuz." diyerek başladılar beni sanki bir prenses gibi hazırlamaya. Saçlarım özenle masaj yaparak yıkandı. Yine hemen ardında yüzüme aromatik yağlar ile hızlı bir bakım ve masaj yaptıktan sonra manikür pediküre sıra gelmişti.
Gerçekten kendimi prensesler gibi hissediyordum. Önümde kahvem başımda üç çalışan ile kısa sürede bayağı hazırlamışlardı beni. Kzların da başında birer çalışan onların da bitmek üzereydi.
Saçım yapılırken ara ara gözlerim gidiyordu. Oldum olası saçlarım ile oynanmasını çok severdim. Dün gecenin uykusuzluğu da eklenince arada engel olamıyordum içtiğim kahvelere rağmen.
Bir kaç saat sonra saçım, makyajım tamamen bittiğinde Ecem beni görünce yüksek sesle nefesini çekti.
“Bir dakika… Bir dakika… Ben ağlayacağım galiba.” dedi elini göğsüne bastırarak.
Karaca hemen yanına gelip koluma bir çimdik attığında olduğu yerde sıçradı .
“Ağlamak falan yok. Biri ağlarsa vururum topuğundan. O kadar makyaj yaptırdım. Pandaya dönüşmek istemiyorum.”
Didem ile ben gülerken kolunu ovalayarak ters ters Karaca'ya bakan Ecem huysuzca homurdandı.
"Ay abla sanane acaba benim ağlamamdan. Hem ben ağlayınca sen niye pandaya dönüşüyorsun?"
"Biri ağlarsa ortamda benim musluklar tutmuyor canım. O yüzden ben ağlayamayacaksam kimse ağlamayacak." dedi eli ile önüne dökülen küçük bir tutam düzeltir gibi yaparken Karaca.
Başımı iki yana sallayarak karşımdaki aynaya baktım. Gerçekten de çok güzel olmuştum.
Kuaför aynayı arkadan tuttu.
“Hazırsınız Leyla hanım. Bir bakın hoşunuza gitmeyen bir şey var mı? ” diye sorduğunda başımı sağa sola doğru hafifçe çevirdim.
Muhteşem görünüyordum.
"Tek kelime ile muhteşem. Değil mi kızlar?" dedim aynadan kendime beğeni dolu bakışlar atarken.
"Ben bayıldım Leyla abla. Çok hoş oldu." dedi Didem.
"Kardeşim seninki kalpten gitmese bari." diye kıs kıs gülerek ekleme yaptı Karaca. Kıkırdadım.
O anda mesaj sesi ile bakışlarım önümdeki telefona kaydı. Müstakbel eşimdendi.
'GELDİM.'
Mesajı okumam ile karnımda binlerce kelebek kanat çırpar gibi bir his peydah oldu. Ayağa kalktım heyacanla.
" Gelmiş. Çiçeğim nerde?" Didem hemen yan taraftaki buketi uzattı.
"Al abla." dediğinde öpücük attım uzaktan.
"Sağolasın bebişim." diyerek aynaya baktım tekrardan.
"Oldum değil mi kızlar ya? Bir yerde bir potluk falan yok değil mi?" dedim sağa sola dönerken.
“Bomba gibisin bebeğim. Damat bayılırsa sorumluluk kabul etmiyoruz ama değil mi kızlar?” Diye kıkırdadı Karaca. Kızlar da gülerek onayladılar onu. Yavaşca olduğum yerde dönüp çıkışa doğru ilerledim.
" Siz halledip gelin ardımızdan ben çıkıyorum."
Kapıya doğru yürürken topuklarımın sesi kalbimin atışına karışıyordu.
Jaluzi perdenin ardından dışarı bakınca Mahir görünüyordu. Arabaya yaslanmış, elleri cebinde çok ama çok yakışıklıydı. İçimde yine kelebekler uçusurken derince bir nefes alarak yutkundum.
Hemen ardımda beliren kızlar da benim baktığım yere baktılar
“Hazır mıyız arkadaşlar?” dedi Karaca. Geçen önüme geçip kapıyı açtılar.
Kapı açılır açılmaz Mahir başını kaldırıp olduğu yerde doğruldu. Karaca,
"İşte gelininiz Mahir bey. Taa taaam. " diyerek önümden çekildiğinde öylece birbirimize kilitlendi bakışlarımız.
Her şey durmuş gibiydi sanki sahnede ikimiz vardık. Bakışları aheste aheste üzerimde gezinirken derince bir nefes aldığı inip kalkan geniş göğsünden belli oluyordu.
Ecem arkadan yavaşça beni ittirip fısıldadı kıkırdayarak.
“Hadi abla, adam dondu.”
Yavaşça bir adım attım sonra bir adım daha. O da usul adımlar ile bana doğru gelmeye başladı. Tam karşı karşıya geldiğimizde gözlerimiz birbirine kilitlenmiş gibi kaldı bir kaç saniyeden uzun bir süre.
Mahir iç çeker nefes verdi.
Ama öyle bir iç çekişti ki kalbime kadar işler cinstendi. Elini hafifçe kaldırıp elimi ister gibi uzatınca hemen kocaman avucunun içinde heyacandan buz kesmiş elimi bıraktım. Kimseye aldırmadan usulca dudaklarına doğru kaldırdı yoğun bakışlar ile gözlerimin içine bakarken.
“Leylam…” dedi kısık bir sesle.
Sanki adımı ilk kez söylüyordu. Öyle içten, öyle hoş..
Gülümsedim kocaman.
“Efendim?”
Gözleri ağır yüzümde, saçlarımda dolaştı.
“Bu kadar güzel olacağını bilseydim…”
Yutkundu.
“İki hafta da beklemezdim. ” dediğinde kendime engel olamadım sesli bir kıkırktı kaçtı dudaklarımdan.
"Diyorsun." dedim nazlı nazlı nazlı süzülerek bakarken. İç çeker gibi derin bir nefes aldı.
Dudakları keyifle kıvrılırken gözleri kısılmıştı güzel gülüşünden dolayı.
"Diyorum. Vakit kaybı oldu bizim için." dediğinde yalandan bir kızgınlıkla baktım.
"Hiç düğüne falan gerek yoktu canım. İsteme gününde anamın evinden aldığın gibi kıysaydık nikahı." dediğinde sesli bir şekilde gülerek eğilip alnımdan öptü.
"Güzel fikirmiş ama güzel karım düğün ister diye düşündüm." dedi gülerek elimden tuttuğu gibi beni arabaya doğru götürürken resmen ayaklarım yerden kesilmiş gibiydi. Adımlarım ona yetişmiyordu, gelinliğimin tülleri arkamdan çığlık çığlığa sürükleniyor gibiydi.
“Ay Mahir dur, yavaş!” dedim kıkırdayarak ama adam hiç oralı değil.
“Hadi güzelim,” dedi arabanın kapısını açıp bana bakıp devam etti. “Daha çok işimiz var.”
Beni öyle bir hızla arabaya oturttu ki, tülüm koltuğa yayılırken nefesim şaşkınlıktan kesildi.
Kızlar da kuaförin kapısında şaşkınca bize bakıyorlardı. Mahir onlara dönüp,
"Tuna gelecek bir kaç dakika içinde sizi almaya kızlar. Biz geçiyoruz önden orada görüşürüz." dedi.
Ecem elini beline koydu:
“Abi ablamı kaçırmıyorsun değil mi? Bak zaten az kaldı düğüne sabret!” dedi. Mahir gülerek bir şey demeden arabaya bindi.
Kapı kapanınca Mahir direksiyona geçti. Bana bakıp bir bir gülüş atarken bir yandan da kemerini takıp arabayı çalıştırdı. Aynı hızla yola koyulurken keyfi çok yerindeydi.
“Bu ne acele sevgilim? Seni gören de gerdeğe yetişecek sanır.” dedim gülerek.
O an yavaşça bana döndü.
Gözleri kısmış, dudaklarının kenarında o meşhur çapkın kıvrım.
“O da olacak inşallah gülüm. ” dedi tek gözünü kırparak yeniden gözlerini akan trafiğe çevirdiğinde.
Sözleri içimde yangınlara sebebiyet verecek bir tonda çıkarken aklıma gelen ile gözlerim parladı bir anda. Küçük bir oyundan bir şey olmazdı heralde değil mi?
Bakışlarım kucağıma düşerken ellerim gelinliğimin tüllerinin üzerinde gezindi.
“Bugün olamayacak ama. ” Diye mırıldandım.
Bakışları hızla bana dönerken, sorar gibi baktı.
“Ne?… Nasıl yani? Hâlâ kötü müsün?”
"Hastayım." diye mırıldandım. Arabayı hemen sağa çekerken endişe ile döndü bana.
“Miden mi yine yavrum ? Başın mı döndü yine yoksa? Gidelim mi doktora? ” diye sıraladı sorularını. Ses tonu bir anda ciddileşirken endişe ile yüzüme baktı o an yaptığım şeyden mini minnacık vicdan azabı duysam da bir şey demedim.
İçimden bir ses boşver ya bak nasıl üzüldü yapma bir şey derken diğer yanım bence yapalım çok eğlenceli olacak onun o surat ifadesini görmek diyordu. Ağır basan yanıma devam ettim.
“Yok yok… başka bir hastalık.”
Adam daha da panik.
Gözbebekleri büyüdü, direksiyonun başında bana tam döndü.
“Ne hastalığı Leyla?”
Ben hafifçe yutkunur gibi yaptım, sonra utangaç süsü verdim.
“Ya… özel gün işte…”
Mahir üç saniye adeta nefes almadı. Çok küçük bir mırıltıyla,
“Ha?”
Ben de başımı sağa doğru eğip , yüzüme dramatik bir ‘mahcubiyet’ ifadesi yerleştirdim.İçimden gülmekten yerlere yatıyorum ama çaktırmıyorum tabii.
“ Hani kadınların olur ya. Bugün öyle işte. ” dedim.
Mahir’in yüzündeki o yıkılış. Sanki hayatının en kötü piyangosunu çekmişti.
“Bu… Bu şaka falan değil, değil mi?” dedi.
“Yok ya niye öyle bir şaka yapayım?” dedim gözlerimi kocaman açıp masum masum.
Adam yıkılmıştı. Koltuğa yaslandı, kafasını geriye attı.
“Ben ne yaptım ya Allah’ım! Düğün günüm de olacak iş mi? Talihim kurusun. Bir işim de sıkıntısız olmaz mı?”
Ben elimle ağzımı kapatıp kahkayı zor tuttum.
Sonra hafifçe koluna dokundum.
“Boşver. ” dedim sırıtmamı daha fazla tutamayarak, “Günler çuvala girmedi ya… Hep bir aradayız nasıl olsa. Amma abarttın. ” dedim.
“Kızım ben seni gelinlikle görünce aklım durdu, sen bana ‘özel günüm’ diyorsun. Vallahi talihim benimle alay ediyor.”
Ben yüzümü ekşittim, dramatik bir tonla,
“Ya napayım birtanem ? Biyolojik bir döngü. Düğün falan dinlemiyor.” dediğimde sıkıntı ile derin bir nefes alıp arabayı yeniden hareket ettirdi.
"Kaç gün sürüyor bu şey?" diye huysuz huysuz mırıldanmasına gülmemek için dudaklarıma dişlerimi geçirdim. Allah tan bana bakmıyordu.
"Yani yedi sekiz gün." dediğimde başı hızla bana döndü.
"Şaka yapıyorsun değil mi bu ne böyle be birleştirilmiş bayram tatili gibi?" dediğinde kahkahamı artık tutamadım.
"Ay sen hiç bir şey bilmiyorsun. Hiç mi duymadın fen, biyoloji dersinde falan." dediğimde ters ters baktı ama bir şey demedi.
Adam sanki dünya kupasını kaybetmiş gibi soluğunu bırakıp gaza daha bir yüklenirken dişlerinin arasından çok minik bir küfür gibi bir mırıldanma geldi ama anlamadım. Bir kaç dakika geçmeden kucağımdaki elimi alıp boşta olan eli tutup dudaklarına götürdü.
"Moral bozmak yok. Bugün beni karım olacaksın ya gerisi boş." dedi. Gelinliğimi izin verdiği derecede uzanıp yanağına bir öpücük bırakıp geri çekildim.
"Aynen öyle sevgilim. Bütün günler bizim. " dediğimde başını çevirmeden yandan bir bakış attı hafif gülümseyerek.
Çok sürmeden fotoğrafın çekileceği yere gelirken arabayı uygun bir yere park etti Mahir. Alttan alta hala morali mozuk mu diye bakarken az önceki halinden eser yoktu. Benim tarafıma gelerek kapımı açıp özenle arabadan indirdi beni. Mekanın önünde kamerası ve ekipmanları ile üç kişi bizi bekliyordu.
Selamlaştıktan sonra fotoğraf çekimi için hazırlanan kısma doğru onların yönlendirmesi ile ilerledik. Hoş bir alan hazırlamışlardı. Bir kaç poz ile artık az çok nasıl yapmamız gerektiğini anlamış onların yönlendirmesi ile üst üste farklı yerlerde pozlar vermeye çalışmıştık.
“Şimdi…” dedi fotoğrafçı, “Mahir bey Leyla hanımın belinden tutun…”
Daha cümle bitmeden Mahir’in eli belimde hissettim. Yüzü yüzüme çok yakın yoğun bakışlar ile bana bakarken ben de kendimi onun çekimine bırakmıştım.
“İşte tam böyle! Devam!” diye bağırıyordu.
Mahir bana doğru eğildi, fotoğraf pozu veriyormuşuz gibi ama normal halimizdi bu bizim.
“Seni böyle gelinlik içinde… Bana bakışın… benim gelinim oluşun... Yemin ederim aklım gidiyor Leylam.”
Ben kısık bir kıkırtıyla,
“Fark ettim. Az önce nefesini tuttun uzunca bir süre. ” dedim
“Sen nefes almamı unutturuyorsun çünkü bana.” dedi bir anda elimden tutup vücutlarımızı daha da çok yapıştırdı birbirine. Derince yutkunurken şaşkın biraz da hayran hayran baktım yüzüne.
Fotoğrafçının bağırtıları geliyordu kulağımıza.
“Harika! Muhteşem! Sakın hareket etmeyin!”
Biz ise kendi dünyamızdaydık. Fotoğrafçının seslenmesi ile bakışlarımız ona döndü. Yeniden bir flaş patladı.
"Şimdi Mahir bey elinizle Leyla hanımın çenesinden tutup yüzü yüzünüze doğru kaldırın. Mahir ciddi bir eda ile başını tamam der anlamında salladı. Bakışlarımız birbirimize döndüğünde yavaşça elini çenemin altına koyup parmağıyla kaldırdı.
“Oyuncak oldum elinizde Leyla hanım. ” dedi makus talihin gülerken.
" Hamama giren terlermiş yiğidim. Ne sandıdı acaba sizin karargahda cephane ortasında mı poz verecektik. " dedim gülerek bende.
"Benim için daha makul olabilirdi. Kırk yıl düşünsem şu hallere düşeceğim aklımın ucuna gelmezdi. " dedi şikayetçi gibi görünse de oldukça güzel uyum sağlıyordu.
"Şikayetçi misin?" diye sordum yalandan küskün gibi bakarken. Güldü.
"Ne haddimize. Sen nasıl istersen, ne istersen öyle olacak." dediğinde dudaklarımı dileyerek öyle mi der gibi baktım.
Alnıma dökülen bir tutam saçım hafifçe havalalandı. Mahir parmak uçlarıyla hafifçe okşar gibi düzeltirken benim bakışlarım onun yüzündeydi.
“Harika. ” Diye yeni fotoğrafçının sesi geldi kulaklarımıza. Bakışlarımız ona dönerken,
“Ya siz ne yapıyorsunuz abi? Böyle doğal hallerinizle bile romantik film sahnesi gibi!”dedi fotoğrafçı, harika kareler yakalamanın verdiği o heyecanla nefes nefese.
İkimiz de ona dönerken,
“Aşık adam poz vermez koçum, pozun ta kendisi olur.” dedi Mahir, o kendine has özgüvenli ama ölçülü tonuyla. Kaşlarım havalandı Mahir'e beklemediğim bu sözler üzerine.
Fotoğrafçı çocuk kahkaha attı.
"Eyvallah abi… Belli belli, fena yanıksınız birbirinize.”
Mahir’in kaşı havaya kalktı, dudak kenarı sinsice kıvrıldı ama cevap vermedi çocuğa.
Elinin belimdeki tutuşu hafifçe güçlendi. Belli etmiyormuş gibi görünse de utanmama inat, beni kendine bir adım daha çekti.
Sanki aramızdaki hava sıkıştı, sıcaklık arttı. Kalbim göğüs kafesime hızlı hızlı vururken gülen gözlerle yüzüme bakıyordu.
"Yanık diyor? Benim yangınım beni yakmış kül etmiş haberi yok ." dediğinde gözlerim kısılı halde baktım yüzüne.
" Senin ağzın var ya çok fena laf yapıyor. İnşallah bir bana yapıyordur." dediğimde ne olduğunu anlamadan kollarının arasında ayrılıp bir anda dönerdi bedenimi. Sırtım göğüsüne denk gelirken yüzünü yüzüme değdirip hafifçe sürtü. Sıcak nefesinin yüzüme vurması ile gözlerim titrek bir şekilde kapanırken,
" Şüphen mi var? "dedi itiraz kabul etmeyen bir tonla. Başımı hafif geri çekip yüzüne bakmaya çalıştım yandan.
Gözlerimi devirdim ama gülümsememi durduramadım.
Fotoğrafçı heyecanla,
“Abi durun durun! Şu bakış! Yemin ederim postere basarım bunu ben. ” dediğinde öylece kaldık.
"Vayyy! Valla bence de tam posterlik." diye Ecem'im sesi geldi kulağımıza. Bizimkiler gelmiş hayran bakışlar ile bize bakıyorlardı kenarda. Uzaktan el sallayıp öpücük attım onlara da.
Farklı farklı hazırlanmış köşelerde fotoğraf çekinmeye devam ederken fotoğrafçının tek istediği kendi halimizde olup doğal pozlar vermemizdi. Bu da bizim için çok zor olmadı.
Çok sürmeden burada da isimiz biterken akşama da çok az vaktimiz kalmıştı.
Arabaya bindiğimiz de başımı koltuğun arkasına bıraktım. Yorgunluktan her bir yanım sızlıyordu. Fotoğraf işinin bu kadar yorucu olacağını düşünmemiş aynı güne planlamıştım ama sanki iyi bir fikir olmamıştı. İki saat süremiz vardı.
Mahir de şoför koltuğuna bindiğinde,
"Yolruldun mu güzelim." dediğinde gözlerim kapalı ama mutlu bir şekilde gülümsedim.
"Yorucuydu ama olsun çok güzel oldu fotoğraflar bence." dedim.
"Mutluysan sorun yok. Eve gidince biraz dinlen." dediğinde başımı salladım gözlerimi açmadan.
Eve doğru giderken hafif bir sessizlik çöktü ama rahatsız edici değildi
Tam tersi bizi saran sıcak bir huzur gibiydi. Mahir arada bir kaçamak gözlerle bana bakıyor, her bakışında dudakları hafiften kırılıyordu. Ben de aynı şekilde ona gülümsüyordum.
"Akşam daha yorucu olacak." diye mırıldandım.
"Öyle." dedi başını sallarken. Evinin önünde geldiğimiz de Mahir arabayı hemen apartmanın giriş kısmına yakın bir yere park etti. Yanıma gelip itina ile beni arabadan indirdiğinde gülümseyerek yüzüne baktım. Kızlar da Tuna'nın arabasından indiler. Birlikte eve doğru ilerlerken komşular bize bakıyorlar tebriklerini iletiyorlardı. Apartmana girdiğimiz de Mahir duraksadı. Kızlara, " Siz çıkın." diyerek ona baktım.
"Ben de bizimkilere bakayım güzelim. Yoldaydılar varmak üzerelerdir." dedi.
"Tamam canım. Akşam düğünümüzde görüşürüz." dedim muzip bir şekilde kıkırkdarken. Eğilerek sadece benim duyacağım bir tonla konuştu,
"Bekle beni. İki saat sonra kocan gelip alacak seni." dediğin de dudaklarıma dişlerimi geçirerek güldüm cilveli cilveli.
"Bekliyorum kocacığım." dediğim de bakışları dişlediğim dudaklarıma düştü. Derin bir nefes alarak,
"Yak gülüm yak. Sanki yıllardır yanmamışım gibi." dediğinde uzanıp yanağına hafif bir öpücük kondurdum.
“Söndürürüm ben senin yangınını,” dedim fısıltıyla.
Bir saniye gözlerini kapadı, o minicik öpücüğü bile içinde bir yere yerleştirir gibi. Sonra gözlerini açıp derin bir nefesle kendini toparladı.
“Git artık. ” dedim gülerek hafifçe iterken.
Gülümsedi bir şey demeden apartmandanın dış kapısından çıktı. Ben de gelinliğimin eteklerini tutarak merdivenlere yöneldim. İki adım çıkmıştım ki Ecem, Karaca ve Didem’in merdivenin dönüşünde birden dikeldiklerini gördüm. Gözlerimi devirdim.
“Kulağınız kopacak kulağınız. Ta burdan görünüyorlar.Ulan hiç özelim mözelim kalmadı. ” dedim kuru bir alayla.
"Valla kardeşim pek de kimseyi sallamıyor gibisiniz ama." dedi. Bir kaç basamak daha çıkıp yanlarına vardığımda Ecem arkama geçip gelinliğin arkasını tutarken homurdandı.
"Aynen yaa iki haftadır sizin romantizminize maruz bırakılıyoruz."
Karaca başını salladı başınile Ecem'i işaret ederek "Haklı." dedi.
Didem de iç çekti. “Ben böyle aşk görmedim vallahi film gibisiniz abla. " dediğinde kıkırdadım keyifle.
Dairemizin önüne geldiğimiz de dördümüz de aynı anda durduk.
Kapının önü merdivenlerin bitimine kadar tamamen ayakkabılar ile doluydu.
“Bu ne ya? Tüm sülale burada mı? Düğün yerini mi karıştırdı bu millet? ” dedi Karaca.
Ecem bilmem der gibi zili çaldı.
Bir iki saniye sonra kapı hızla açıldı.
Tepeden tırnağa akan şerliği ile Efekan karşımızdaydı.
"Ay hayır ya!" diye ağlar gibi mırıldandı Ecem. Çikolata yemişti belli ki yüzü gözü çikolata bulaşmış yetmemiş kıyafetine de yedirmişti. Gözlerinde muzip bir ışıltıyla dikildi kapıda.
“Leyla ablamlar geldi!” diye bağırdı tüm ciğeriyle. Arkasını dönmesi ile cebindeki kuş sapanına düştü bakışlarım. Acaba hangi şanslı kişi nişanı olacaktı?
Kafamı Ecem’e çevirirken kaşımı kaldırdım.
“Ne olur şu ayaklı belayı benden uzak tutun bugün.”Diye mırıldandım.
Ecem ellerini havaya kaldırdı. “Valla annesiyle anlaş önce, elimden gelen sınırlı.” dedi. Makul bir fikirdi ama konu yengem ve rahatlığı olunca hiç makul olmayan bu fikri karşısında ağlayabilirdim.
"Kazasız belasız şu düğünü yaparsam kurban gönderecem hatırlatın bana." diye mırıldandım. Annem, yengem ve Ayten teyze hızlı telaşlı adımlar ile hole gelirken biz de Efekan engelini aşıp içeri girmeye çalışıyorduk.
Elini uzattı, "Para vermeden gelin geçemez." dedi. Ecem öne çıkıp,
"Efekancım sen yanlış hatırlıyorsun. Gelin almaya geldiklerinde yapacağız onu. Damattan bahşiş alacaz." dediğinde efekan omzunu indirip kaldırdı.
"O zaman da alırım şimdi de. Çıkın bakalım 1000 lira. Yoksa..." Dedi. Çikolatalı ellerini kaldırırken devam etti. "Leyla ablama sarılırım böyle. Bence kimse istemez bunu." dedi.
"Efekan çok ayıp! Gel buraya " diye oldukça ikna edici bir ton da konuşmaya dahil oldu yengem.
"Efekan gel yavrum ben vereceğim sana." dedi annem sıkıntılı bir surat ifadesiyle.
"Gelinin parasını da alıcam." dedi sevimsiz sevimsiz gülerken.
"Verin şuna bir şeyler düğün günümde katil olucam." diye ağzımın içinde mırıldandım.
Ecem çantamdan çıkardığı parayı bana uzattı vermem için. Tek tek ikiyüzlü banknotları eline sayarken yüzündeki gülüş de büyüyordu.
"Hadi şimdi kaybol. " dedim. Aldığı paranın hevesi ile anın da toz olurken biz de nihayet eve girebilmiştik. Annemin dolu gözler ile bana bakarken Ayten teyze hemen yanında kolunu sıvazladı.
Tam karşılarına geldiğimde kocaman gülümseyerek etrafımda döndüm.
" Nasıl olmuşum kızlar?" dedim.
"Melek gibi olmuşsun kuzum benim." diyerek sıkıca sarıldı annem. Bir yandan da ağlamasını bastırmaya çalışıyordu. Sık sık aldığı nefeslerden anlayabiliyordum.
Geri çekilip gözünden düşün bir kaç damlayı sildim ellerim ile. Yanaklarından öptüm.
"Ağlamak yok bak. Yasaklıyorum sana ağlamayı bugün." dedim ama göz yaşları daha çok akmaya başladı bir yandan da gülüyordu.
"Deli kız. Yasaklamayla oluyor sanki. Durmuyor meret işte. Şuradan peçete ver ahretliğim yasakmış baksana peçete tıkayım." dediğinde kıkırdağı Ayten teyze de.
"Maşallah güzelim çok güzel olmuşsun." dedi o da.
"Teşekkür ederim canikom." dedim onun da yanaklarından öperken.
Salona doğru adım attığım an herkes ayağa kalktı. Ortamda sevmediğim çok kimse yoktu. Bunca zaman anneme destek olmuş uzak yakın akrabalarımız, tanıdıklarımız vardı hep.
Bir uğultu peydah oldu salonda. Maşallahlar, aman Allah nazardan saklasınlar falan havada uçuşuyordu.
" Hoş geldiniz." dedim uzaktan.
Uzak akrabalardan olan Arife teyze hemen elini semaya kaldırıp başladı okumaya yanındakileri de uyararak hep birlikte nazar için okumaya başladılar.
“Tütü maşallah.Allah’ım kötü gözden sakla bu yavrumuzu. ” dediğinde hep bir ağızdan amin nidaları yükseldi.
Salondan çıkıp kendi odama doğru giderken annem önümü kesti,
“Açıktın mı yavrum? Kızlar mutfağa geçti, bir şeyler atıştırıyorlar. Bir tabak yapayım mı sana?” dedi annem tatlı telaşıyla.
“Ay yok anacım, hiç bir şey yiyecek durumda değilim. Biraz şöyle başımı dinleyeyim odamda.” dedim.
Annem anlayışla gülümseyerek kolumu sıvazladı.
“Tamam kızım, kimseyi sokmam yanına. Biraz dinlen.” dediğinde gülümseyip yanağına uzanıp bir öpücük bıraktım.
"Arslan anam benim." dedim.
Odama girdiğimde sabahki savaş alanından eser yoktu. Çarşaflar düzeltilmiş, odanın içi mis gibi havalanmıştı. Birisinin itinayla uğraştığı belliydi. Yatağım, tüm o beyazlığı ile beni içine çekmek ister gibiydi. Ama ben kendimi camın önündeki tekli koltuğa bıraktım.
Başımı yavaşça yasladım koltuğun arkasına. Gözlerimin sızlıyordu.
“Beş dakika…” dedim mırıldanarak.
Ve gözlerim kendi kendine kapandı.
Ne kadar geçti bilmiyorum ama bir anda çalan telefonumun sesine gözlerimi araladım.
“Uff…” diyerek doğrulurken telefonumu arıyordum. Komidin üzerindeki çantamdan geliyordu sesi. Telefon susarken gözüm saate kaydı.
Şaşırmış şekilde kaşlarımı çatıp kendi kendime mırıldandı.
“Ben bir saat mi uyudum?”
Tam o sırada kapı aralandı.
Karaca yarı heyecanlı yarı koşturarak içeri girdi.
“ Tuna mesaj atmış, ‘Geliyoruz’ diye!” dedi heyacanla. Tam o sırada telefonum yeniden çaldı. Ekranda Mahir'i görmem ile heyacanla açtım telefonumu.
Daha ben 'Alo' demeden onun keyifli sesi doldu kulağıma.
“Geliyorum yavrum… Seni almaya geliyorum.”
O kadar sıcak, o kadar tatlı söyledi ki gülmemi engelleyemedim. Kocaman sırıtırken,
“Bekliyorum ben de…” dedim aynı keyifli tonda.
Erkeksi kıkırtısı geldi bu kez telefonun diğer ucundan. " Yarım saat sürmez oradayız." dediğinde "Tamam." dedim.
Konuşmayı sonlandırıp ayağa kalktım. Karaca elini çırptı.
“Hadi millet salonda hazırlıkta. Kurdela mı ne bağlanacakmış? ” dedi. Tamam anlamında başımı sallayıp aynadan kendime baktım az makyajımın toplanmaya ihtiyacı vardı.
"Karaca kuaförden haber bekliyorlar sen söyle gönderecekleri kişi salona geçsin, az biraz toparlar yine ya. Dağılmışım sanki."
"Gel gel. Zaten şimdi ağlama seansı başlar hepten dağılacak makyajın." dedi koluma girerken.
Birlikte salona girdiğimiz de herkes derlenmiş toplanmıştı.
Kürşat amcam elinde kırmızı kurdele ile beni bekliyordu.
Beni görünce yüzü yumuşadı. Tam karşısına geçtiğimde yüzünde babacan bir gülümseme az da gözleri dolmuş gibiydi.
“Çok güzel olmuşsun kızım. "dedi. Sorma elindeki kurdelayı açarken
" Hadi bakalım kızım…” dedi, hafif titreyen bir gülümsemeyle.
“Bir kızım yok ama kendi kızım gibi sevdim seni Allah şahit. Abimin emanetini yine güvenebileceğim birine teslim ediyorum. Kızım çok mutlu olun. Mahir iyi adam. Sen daha iyisini hak ederdin ama… Gönlün onu seçtiyse ben de razıyım.” dedi sonda dayanamayarak yine Mahir'e giydirirken. Hemen yanında olan Asuman abla ters ters bakıp,
"Ay Kürşat vallahi taktı mı takıyorsun. Hadi sen bırak Mahir beyi tak kurdelanı." diye payladı. Amcam homurdanarak ona yandan bir bakış attı.
"Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış." dedi. Kurdelayı tam açtığında dualarla ile kurdelayı belime bağlayıp sarılıp alnımdan öptü.
"Çok mutlu ol yavrum." dedi.
Gülümsedim, burnumun direği sızladı.
“Yaa amca…” diyerek boynuna sarıldım.
O da sıkıca sarıldı. “Hep yüzün böyle gülsün emi?” gülerek başımı salladım. Sonrasında hemen yanındaki Asuman ablaya sarıldım. O da güzel dileklerini iletirken artık seriye bağlamış sıra ile yanıma gelen herkes ile sarılıyordum.
En sona annem kalmıştı, kenarda gözleri çoktan dolmuş, belli ki kendini zor tutuyordu.
“Anne, bak…” dedim parmağımı uyarır gibi kaldırarak, “Ağlamak yok demedim mi?”
Annem başını salladı ama o sırada gözyaşları bir bir yanağından süzülüyordu.
“Ama sen gelin olmuşsun… Nasıl ağlamayalım? Delinin zoruna bak. Gelin anasıyım ben ağlarım tabi. ”
Ben de güya güçlü duracaktım ama gözlerim doldu. Sıkıca sarıldım boynuna. Benim de göz yaşlarım yanaklarımdan akarken birer birer annem geri çekildi. Usulca göz yaşlarımı sildi dolu gözlerle gülümseyerek yüzüme bakarken.
"Çok mutlu ol güzel kuzum benim. Gözlerine yaş değmesin. Rabbim bir ömür birlikte mutlu bir yuvada yaşlanmayı nasip etsin." dediğinde daha çok ağlamaya başladım sıkıca sarılıp. Annecimin en içten duası en çok yara aldığı yerdendi.
"Hadi tamam. Zaten bir sokak ötesine gidiyor ayol. Sakinleşin bakim." diye paylayıp usulca ayırdı bizi Ayten abla. Sonrasında ona da sarıldım.
Uzaktan konvoyun kornaları duyulurken evde bir anda heyecanlı bir uğultu yükseldi.
“Geldiileeer!” diye çocuklar koşturmaya başladı.
Evdeki herkes bir anda hareketlendi, kapıya doğru küçük bir telaşla yöneldi kızlar.
Çok sürmeden zil çaldı.
Önce Hacer Teyze, Ayşe, Kamile ve Öykü girmiş. Ardından da tüm yakışıklılığıyla ve o kendinden emin duruşuyla müstakbel kocam içeri adım attı.
Mahir eve girer girmez gözleri direkt beni buldu.
O bakış…
Sanki bir anlığına bütün ev sustu, hava durdu, nefesim boğazıma takıldı.
Gözlerinde öyle bir sıcaklık, öyle bir sahipleniş vardı ki kalbim göğsümden taşacak sandım.
Birkaç adım attı. Başını hafifçe eğip annemin eline uzanıp öptü,
“Müsaade var mı anne?”
Annem gülümsedi, gözleri hafif dolmuştu.
“Gel evladım.” dedi, sevgiyle sarıldı.
Sonra bana dönüp elini uzattı annem. Diğer elini de Mahir’e uzattı ve ellerimizi birleştirdi.
Bakışlarımız, birleşen ellerimizde bir anlığına kilitlendi.
"Rabbim hiç ayırmasın bu elleri.” dediğinde aynı anda “Amin.” dedik.
Başımı kaldırdığımda Mahir’in gözleri hâlâ bendeydi.
Yumuşak bir fısıltıyla, sadece benim duyabileceğim bir tonda,
“Gidelim mi Leylam?” dedi.
Gülümsedim.
“Gidelim.” Diye fısıldadım.
Kol kola kapıdan çıkarken herkes alkışlıyor ıslıklar çalıyordu. Dualarla arabamıza bindiğimizde Mahir arabayı çalıştırır.
Hareket ettiğimizde hemen arkamızdaki konvoy da bizle birlikte hareket etti. Mahir, var gücüyle peş peşe kornalara basarken onun neşesi bana da geçmiş ben de kahkahalar ile gülüyordum.
“Gelinimi aldım artık…” dedi o çocuksu neşeyle.
“Bir daha da bırakmam.”
Ben gülerek başımı omzuna yasladım.
“Bırakma zaten.” dedim gülerek.
Mahalle çıkışında çocuklar arabanın önünü kestiğinde Mahir camı açıp gülerek
“Gelin bakayım çocuklar!” diye zarfları dağıttı.
Onun neşesi, benim mutluluğum içim içime sığmayacak gibiydim.
Yol boyunca ara ara elimi tutup dudaklarına götürüyor, kısa küçük öpücükler konduruyordu.
Gelin arabası salonun önüne yanaştığında dışarıdan yükselen alkışlar, kornalar ve heyecan dolu bağırışlar havayı dolduruyordu. Mahir arabayı park ederken hâlâ elimi bırakmadı. Parmakları avuç içimde sıkıca kenetlenmişti.
“Hazır mısın Leylam?” diye göz ucuyla gülümsedi.
“Hazırım.” dedim, nefesim bile titrerken.
Arabadan inip benim tarafıma geldiğinde kızlar da yardıma gelmişti. Birlikte salonun kapısından kol kola girerken Mahir ile, kızlar hemen ardımdaydılar.
Gelin ve damat odasına doğru ilerlerken Mahir’in eli belimde, sanki düşecekmişim gibi hafifçe destekliyordu. Odaya girdiğimizde Mahir çevresine bir baktı. Sonra bana bakarak,
“Ben bir çıkayım güzelim. Misafirlere bakayım gelirim hemen.” dedi. O çıktığında Kamile, Ayşe ve Öykü hemen yanımda bitmişlerdi.
"Ablaa! Çok çok güzel olmuşsun." dedi Ayşe.
"Aynen abla bayıldık valla. Mahir abim ne haldedir kim bilir?" diye kıkırkdadı Kamile. Tabi diğerleri de.
"Akşama saat sayıyordur." dedi Ayşe. Gözlerimi devirirken gülmeme de engel olamadım.
"Abine de böyle söyle az sonra gelince." dediğimde yüzündeki gülümseme soldu.
"Ay aman abla bir şaka yaptırma zaten." diye homurdandı. Kapı çaldığında içeriye Zarife nene ile Hacer teyze girdi.
"Hemen olduğum yerde doğrulurken bastonuna dayana dayana ağır adımlarla bana yaklaşırken Zarife nene saniye saniye kaşları çatılıyordu. Anlamaz bakışlar ile Hacer teyze ye baktığım da onun yüzünde güzel bir gülümseme vardı.
Eyvahlar olsun. Yine mi hatlar karışacaktı yoksa. Düğün günümde müstakbel eşimin babannesi tarafından yellozlukla suçlanmak heralde istediğim en son şeydi.
Yanıma vardığında uzanıp elini öptüm.
"Hoşgeldin nenecim." dedim yüzüne gülerek bakarken.
"Hoş buldum hoş buldum da nerde bu gelinin altınları Hacer? Böyle cıscıbıl mı çıkacak?" dediğinde eğilip üzerime baktım.
Gerdanımda onların hediyesi olan zarif bir gerdanlık yine onun takımı olan küpeler ve künye vardı. Diğer kolumda da bir kaç da ince bileziklerden vardı.
"Var ya!" deme gafletinde bulundum. Ters ters baktı.
"Pehh. Gelin dediğinin boynu kolu dolu olur. Çok güzel olmuşsun ama altının noksan kaçmış." dediğinde kurtar beni der gibi Hacer teyze ye baktım. O da sağolsun anladı.
"Annecim şimdiki gelinler böyle seviyor. Hem bizi kırmadı kınada taktı ya hepsini gelinimiz. Bırak şimdi nasıl istiyorsa öyle yapsın. Bu gün onun günü." dedi ılımlı bir ses ile. Beklediğimin aksine Zarife nene bir şey demedi.
"İyi bakalım öyle olsun. Ama el öpmeye geldiğinde takacaksın hepsini. Öyle gösterecem o Bedriye karısına seni. "dedi. Yüzümdeki gülüş büyürken yanaklarına uzanıp usulca sıktım.
"Tamam tontişim, istersen her bir yanımı altınla zincirle gıkım çıkmayacak. " dediğimde bıyık altından güldü. Hacer teyzeye beni işaret edip
" Aynı benim gençliğim Hacer. Nabza göre şerbeti nasıl biliyor. Çok fena çok. " diye kıkırdadı.
"Bizim oğlanı parmağında oynatır bu. Zaten bizim sülalenin erkekleri karıcı olur hep. Mahirim de bana pek düşkündü. " diye ekledi dede Mahir'i anmak gözlerine buğu indirmişti. Hacer teyzeye dönüp,
"Neyse neyse biz çıkalım Hacer." dedi.
"Maşallah güzel kızım su gibi olmuşsun. Rabbim nazarlardan korusun inşallah. Biz çıkalım görüşürüz yine." dediğinde Hacer teyze ben de gülümseyerek teşekkür ettim. Zarife nenenin koluna girip usul usul yürüyerek çıktılar odadan.
"Ya bir an yelloz benim kocamı çaldın diyerek saçlarımı eline dolayacak diye çok korktum." dediğimde kızlar sesli bir kahkaha attı.
"Yapar mı yapar valla. Mahir abim acayip benziyor rahmetliye." dedi Ayşe.
Tam o sırada kapı yeniden tıklandı.
İçeri makyöz kız hızlı hızlı adımlarla girdi.
“Geldiiim kızlaaar! Hadi çabuk toparlayalım, damat dışarıda dakikaları sayıyormuş!” dedi nefes nefes. Sözleri hepimizi güldürürken o masaya çantasını açtı.
Oturduğum yerin önüne gelirken öncesi saçımı düzeltip spreyledi tekrardan. Duvağımı da daha bir sabitlerken nihayet makyaja gelmişti. Hızlı bir şekilde onu da tazeleyip bir de yüzüme makyaj sabitleyici sprey sıkarak geri çekildi.
"Tamamdır. Harika oldu. Tüm gece idare eder seni bu makyaj canım." dedi. Elime tutuşturduğu aynaya başımı sağa sola çevirerek baktım. Çok güzel olmuştu. Eşyalarını toplarken kapı yeniden çalındı. Bu sefer gelen Mahir'i.
Başını uzatarak, " Girebilir miyim?" dedi nazikçe.
" Gel sevgilim. Bitti işimiz bizim de. " dedim. Mahir içeri girdiğinde herkes dışarı çıkarken Karaca, " Ben size haber veririm çıkışı." dedi.
Onlar çıkmamıştı ki bu sefer de içeriye ellerinde yemek dolu tepsiler ile garsonlar girdi içeriye. Hemen önümdeki sehpaya tepsileri mahçup bir gülümseme ile koyarken afiyet olsun diyerek çekildiler.
Mahir hemen yanıma otururken ben de önümdeki yemeğe bakıyordum. Çok acıkmıştım ama heyecandan hiç yiyecek halde değildim.
"Ee hadi başlasana güzelim. İstersen ben yedireyim." dedi göz kırparak.
" Ha yok! Ben yerim aşkım da hiç böyle midem almayacak gibi. Çok heyacanlıyım." dediğimde önümdeki tabağı eline aldı diğer eline de çatalı aldı. Yemekten bir çatal alıp ağzıma doğru uzattı.
"Aç ağzını güzelim. Hiç bir şey yememişsin sabahtan beri." diye tatlı tatlı paylarken açtım ağzımı. Büyük bir dikkatle ağzıma yemeği verdikten sonra aynı çatalla bir lokmada kendi ağzına attı.
Yaptığına gülümserken, "Ne! Karım değil misin değil çatalınla yemek komple seni yerim." dedi. Sözlerine sesli şekilde kıkırdarken o çoktan başka bir lokmayı ağzıma vermişti bile.
Her çatalda gözümün içine bakışı, dudak kenarının hafif kıvrımı...
Gülen gözlerle her dafasında kendi sıramı bekledim. Mahir bu şekilde elindeki tabağı bir bana bir kendisine vererek bitirmişti.
Mahir elindeki tabağı masaya bırakırken,
“Şimdi tamam oldu. ” diye gülümseyerek yüzüme baktı. Eline aldığı peçeteyi ağzıma uzatacak olduğunda hemen elinden kaptım.
"Ay yok o kadar değil. Ben hallederim." dedim. Ayaklanarak kapının yanındaki aynanın önüne geçtim. Yavaş yavaş dudağımdaki ruju dağıtmadan sildim. Geri çekildiğimde Mahir de tam arkamdaydı. Belimden sarılıp başını omzuma koydu.
"Çok güzelsin ve benim karımsın. " dediğinde kıkırdadım.
"Daha kaç kere söyleyeceksin? " diye sorduğumda sorumu duymazdan gelerek boynuma bir öpücük bıraktı.
"Karım! Kulağa sence de çok güzel gelmiyor mu?" dediğinde kocaman gülümseyerek başımı salladım.
“Gireyim mi? Girdim!” diye kendi kendine cevap vererek içeri Karaca daldı.
Kapının açılmasıyla beraber Mahir’in elleri belimden usulca ayrılırken ikimiz de istemsiz toparlandık.
Karaca gözlerinş kısarak hin hin gülerken,
"Keyfinizi bozmak istemem ama çıkma zamanınız gelmiş. Salon ağzına kadar dolmuş durumda." dedi ve çıktı.
Kalbim bir anda göğsümde takla attı.
Mahir baktı, beni o tek bakışıyla sakinleştirmeye çalışan hâliyle başını usulca eğdi onay almak ister gibi.
“Hazır mısın Leylam?” Dedi sıcacık sesi ile.
Derin bir nefes aldım.
Parmaklarım titreyerek elimi ona uzatıp kocaman avucunun içine bıraktım.
"Sanırım." diye mırıldandım. Mahir eli ile kendine doğru beni çekip kollarının arasına aldı beni. Alnımdan öperken,
"Düğünümüz de bayılmayacaksın değil mi?" diye keyifli bir sesle mırıldandı. Yanağıma tüy kadar hafif bir öpücük bırakırken önüme dökülen saç tutamlarımı nazikçe geriye bıraktı.
" Hadi çıkalım." dediğinde başımı salladım. Elimi avucunun içine aldı ve birlikte odadan çıkıp salonun girişine doğru yürümeye başladık.
Koridordan salona doğru yürürken elim elinin içinde yüreğim pır pır atarken Mahir yanımda oldukça sakin kendinden emin adımlar ile yürüyordu. Bu haline de ayrıca yükselmedim değil yani.
Kapılar açıldığında tüm salon ışıkları kararmış sadece bize dönen bir ışık vardı. İkimizin adı anons edilince kalabalıktan bir uğultu yükseldi ardından alkışlar. Ağır adımla ile ilerlerken yüzüme yerleştirdiğim gülümsemem bile titriyordu. Tam ortaya geldiğimizde fonda çalan, Bir şarkısın sen, şarkısı ile sanki bir filmin ortasında gibiydim.
Mahir belimi kavradı nazikçe beni kendine çekti. Benimde ellerim onun omuzlarına yerleşirken şimdi yüz yüze gözlerimiz gözlerimizde şarkının tınısına bırakmıştım kendimizi.
"Oldukça başarılı dans ediyorsunuz yüzbaşım? Görev icabı öğrenmek zorunda kalmış olmanızı umuyorum." dediğimde gözlerimin içine bakarak, çapkın bir gülüş ile,
"Seni şuan deli gibi öpmek istiyorum." dediğinde huysuzca kaşlarımı çattım.
"Of Mahir yaa ben ne diyorum sen ne diyorsun? Lafı nasıl da güzel değiştiriyorsun." diye mırıldandım.
"Sen böyle huysuz huysuz dudaklarını büzdüğünde yapmak istediğimi söylüyorum." dedi yoğun bakışlar ile gözlerime bakarken yelkenler suya inmişti.
"Hımm!" dedim. Sonra kaşlarım çatıldı ben ne diyordum derken gözlerim açıldı,
"Yaaa! Aklımı karıştırıyorsun. Sen cevap ver bakalım nasıl böyle güzel dans ediyorsun, hiç ayağıma falan basmadın. Açıkla çabuk. Kaç kızla dans ettin?"
Yalandan düşünür gibi yaptı.
"Saymadım."dediğinde omzundaki elimi az indirip sert koluna çimdik atmaya çalıştım ama çok başarılı olamadım. Kulağıma eğilip,
"Gece üzerimde bir şey yokken çimdiklersin karıcım. " diye fısıldadı. Beklemediğim sözleri karşısında bir anda şaşırsam da yaklaşık bin kişinin içinde tepki veremezdim.
"Ayrıca güzelim, ben ilk defa seninle kına gecesinde dans ettim. Başka da kimse ile etmedim. Yani altı üstü dans, sanki atom parçalıyoruz. " dediğinde kahkahalar ile güldüm o ise devam etti.
"Tamamen gözlem yeteneğim sayesinde diyelim. " diye ekledi kaşının birini havalı şekilde kaldırırken.
"Artist yaa!" dedim. Sonra aklıma gelen ile sırıtırken aynı anda çevreye şöyle bir göz attım. İnsanların bakışları bizim üzerimizdeydi.
“Millet kesin diyor ki bunlar ne konuşuyor böyle hararetli hararetli?”
Mahir çapkınca yaklaştı, gözlerinde yine o alaycı pırıltı.
“Yani aşağı yukarı herkes aynı şeyi düşünüyordur.”
“O senin içinin fesatlığı…” dedim kaşlarımı çatıp gülüşümü gizleyemeyerek.
“Ben sadece düğün ile ilgili konuştuğumuzu düşünüyorlardır diyecektim. Sen anladın da fesat oldum ben yavrum?” dedi sorar gibi başını sallayarak
Gözlerimi kısıp yüzüne bakarken,
“Kedinin fareyle oynaması gibi oynuyorsun benimle.” Diye mırıldandım.
Sözlerime kahkaha atarken kulağıma eğildi.
"Oysa daha oynamaya başlamamıştık." dedi tenimi ürperten sesiyle. Geri çekildiğinde yanan gözlerindeki mana bahsettiği şeyin normal bir oyun olmadığını çok net bir şekilde hissettiriyordu. Bir kaç saniye baktım yüzüne öylece sonra dudağım sağa doğru kıvrıldı.
"Kim kiminle oynayacak belli olmaz yiğidim dedim." Burnumu dikerek kaşlarım havada meydan okuyan bakışlar ile ona bakarken. Başını salladı kabullenir gibi gülerek.
"Emrinize amededeyim sevgili karım." dediğinde kahkahamı zor tuttum.
"Ama sen çabuk teslim oldun." dediğimde çapkınca bir gülüş belirdi dudaklarında.
"Ee daha birinci gün, olur elbet bizim de avcı olduğumuz zamanlar." dediğinde gülmemi yine tutamamıştım.
"Çok fenasın biliyorsun değil mi?" eğilip alnımı öperken artık şarkının da sonuna geliyorduk. Yüzüme gülümseyerek bakarken gözleri dudaklarıma düştü.
"Bunu biliyor olman ne güzel. "
Müzik yavaşça sona yaklaşırken gözlerimiz gözlerimizde yüzümüz de huzurlu bir tebessüm ile ilk dansımızı bitirmiştik. Ardından bir biri ardınca çalan hareketli oyun havaları ile pist adeta ana baba gününe dönmüştü.
Halaylar, çiftetelliler derken ikimiz de birbirimizden ayrı yerlere savrulmuş kendi arkadaş gruplarımızla birlikte çoştukça çoşmuştuk. Arada uzaktan bakışıp gülüşüyor bazen de karşı karşı karşıya kısa sürede olsa gelebiliyorduk. Nikahın yaklaştığını haber veren organizasyon görevlisi ile gelin damat için ayrılan masaya oturup az biraz soluklanma fırsatı bulabilmiştik.
Elimi avucunun içine alan sevdiğim ile bakışlarım ona döndü. Gülen gözlerle yüzüme bakarken kulağıma eğilerek,
"Dakikalar sonra eşim olacaksın Leylam ." dedi keyifli bir ses tonu ile. Kocaman gülümserken bende onun gibi başımı salladım.
"Evet, sonunda. " dedim heyecandan titreyen sesim ile. Salonun girişinde Tuna'nın yanında masamıza doğru gelen nikah memuru ile müziğin sesi de hafif kısılırken,
“Nikâh merasimine geçiyoruz! Şahitlerimizi de buraya alalım. ” diye anaons geçildi.
Kesilen müziğin sesi ile salonda hafif bir uğultu vardı. Yanımıza gelen nikah memuru başı ile selam vererek,
"Merhabalar gençler. Heyacan var mı? Dedi yerini alırken.
" Fazlasıyla. " dedim hemen yanımdaki müstakbel eşime bakarak. Elime uzanıp kendi dizinin üzerine koyarken sıkıca kavradı.
Nikâh memuru gözlüğünü düzeltirken gükerek yanında getirdiği defteri açtı. Öncesinde bizim için hazırlanan sayfayı açarak son kontrollerini yaptı. Bu arada şahitlerimiz de yerini almıştı. Nikah memuru eline aldığı mikrofon ile,
"Saygı değer konuklar. Bugün burada bu iki gencimizin nikah merasimi için bir araya gelmiş bulunmaktayız." diye konuşmaya girdiğinde derin bir nefes aldım.
Kalbim göğsümde bir davul gibi atıyordu. Mahir parmaklarıyla elimi okşayınca başımı ona çevirdim. Sakin ama gururlu bir gülüşle bana bakıyordu. Benim heyecanımın aksine, onun gözlerinde inanılmaz bir huzur vardı.
"Evlenme isteğinizi beyan ettiğinizi ve evliliğe engel bir haliniz bulunmadığını görüyoruz. Bir kez daha hepinizin huzurunda beyanlarınızı yeniden duyalım."
“Sayın Leyla Beyhanlı, Mahir Turanşah’ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” dediğinde derince bir nefes alarak gözlerimi kocaman açıp yüzüme yayılan gülümseme ile
“Eveeeeeet!” diye yüksek bir sesle resmen bağırdığımda salon alkışlar ve ıslaklar ile inlerken Nikah memuru Mahir’e sordu bu kez.
“Sayın Mahir Turanşah, Leyla Beyhanlı’yı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?”
Mahir gülerek, hiç tereddütsüz.
“Evet.” dedi bana göre daha sakin ama kendinden emin tok sesi ile.
Yine salonda alkışlar koparken nikah memuru son kez şahitlere döndü.
“Şahitlerimiz, sizler de şahitlik ediyor musunuz?”
Benim tarafımda Karaca ile Kürşat amcam sırasıyla ile
“Evet!” dediler.
Sonrasında Mahir’in şahitleri Tuna ile İlhan Albay sırasıyla
“Evet!”dediler.
“Ben de medeni kanunun bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı-koca ilan ediyorum! Hayırlı uğurlu olsun. " dedi gülümseyerek. Salonda yine alkışlar ve ıslıklarla inlerken nikah memuru önündeki defteri imzalamamız için bizlere uzattı. Heyacandan titreyen ellerim ile bana ait alana imzamı attım. Gülen gözlerle baba bakan Mahir'in önüne doğru uzatırken defteri,
"At bakim imzanı topunu üzerime alayım yiğidim." dedim sadece onun duyacağı bir sesle. Sözlerime daha da kısılırken gözleri göz kırptı ve bir çırpıda o da atıverdi imzasını.
"Atalım bakalım." dedi. Sonrasında şahitler de imzalarını attı sırasıyla. Defter yeniden nikah memurunun önüne geldiğinde nikah memuru elindeki evlilik cüzdanını bana uzattı. Elime aldığım cüzdanı gülerek yukarıya doğru kaldırdığımda hemen önde bulunan bizim tayfa ardı ardına fotoğrafımı çekiyordu. Salonda yine müthiş bir alkış tufanı koparken yönümü bana bakan taze kocama döndüğümden bana doğru eğildi, alnıma bir öpücük kondurdu.
Geri çekildiğinde gözlerinin içi gülüyordu.
“Hayatıma hoş geldin… Güzel karım.” Diye fısıldadı.
Güle gözlerle yüzüne bakarken çocuksu bir cilveyle başımı hafif yana eğip,
“Hoş buldum…. Kocacım. ” dedim.
İlk İlhan Albay yaklaştı. Her zamanki ciddi duruşuyla ama gözlerinin içi gülerek babacan bir tavırla elini Mahir'in omzuna atarak,
“Çocuklar, tebrik ederim. Hayırlı uğurlu olsun." dediğinde Mahir,
“Sağ olun komutanım.” Diye cevapladı.
“Teşekkür ederiz efendim.” desim ben de.
Ardından Kürşat Amca geldi, Mahir’e hafif çatık kaşla baktı.
“Naptın ettin aldın kızı dedi. ” dediğinde Mahir dudağının kenarında belli belirsiz bir gülümseme ile,
“Tuttuğu koparırım abi, bunu en çok senin bilmen lazım.” dedi.
"Bu deli de sana uymasaydı görürdüm o koparmayı." diye homurdanınca koluna girdim hemen.
"Ayy amca, evlendik artık tam olarak ne zaman kabullenmeyi düşünüyorsun?" dedim. Yandan bir bakış attı önce bana sonra Mahir'e.
"Çok pis gıcığım ben buna. Zor kabullenirim."dedi. Mahir kolumdan nazikçe tutup yanına çektiğinde
" Yavaş yavaş kabullen o zaman abi. Leyla'nın eşiyim an itibari ile. " dediğinde amcamın gözler kısıldı.
"Tek bir hatana bakıyorum oğlum. Senin yüzünden bu kızın gözünde tek bir yaş getir bak bakim napıyorum ben sana." dedi. Mahir kolunu omzuma atarken arkamdan gülen gözlerle yüzüme baktı bir kaç saniye.
" Öyle bir şey mümkün değil ha oldu ki bir şey oldu oldu benden sana sonsuz kredi çek vur alnımın ortasından. " dediğinde kaşlarım havalandı. Amcam da aynı benim gibi cevabı beğenmiş olacak ki başını salladı vay be der gibi.
" Neyse neyse hadi Allah mutlu mesut etsin. Bir yastık da kocayın inşallah. " dediğinde ikimiz de Amin diyerek sırada bekleyen Karaca ve Tuna'ya döndük. Sırasıyla onlara da sarılıp tebriklerini aldık.
Hemen ardından çalan dans müziği ile taze kocam belime hafifçe dokundu. Birlikte el ele pistin tam ortasına geçtiğimizde beni kendine doğru nazikçe çekerken elleri belimi buldu. Gülen yüzü birkaç santim uzağımdaydı. Kalabalığın uğultusu yumuşadı usulca.
"Bu anın hayalini bile kurmaya cesaret edemezken, şimdi karım olarak kollarımdasın." dedi gülen gözleri yüzümü karış karış tararken.
"Sen de benim kocamsın." dediğimde yüzündeki gülüş büyüdü. Eğilip alnımı öptü,
"Ağzına nasıl yakışıyor bir bilsen." dedi.
"Hımm! Söylerim o vakit her zaman. " dedim gözlerimi süzerek bakarken.
Dansımızın devamın da diğer çiftler de yavaşça yanımıza eklendi.
Birlikte dönerken pistin kenarında Celil’i ve Öykü’yü gördüm. İkisi de fena dans etmiyordu doğrusu. Öykü'nün yüzünde utangaç bir gülümseme varken Celil gereksiz ciddi, ama fark edilir biçimde memnundu.
“Şunlara bak. ” dedim hafifçe Mahir’in kulağına eğilerek. “Sence ilerde gerçekten olurlar mı?”
Mahir bir an çenesini kaldırıp ikiliyi süzdü. “Bilmiyorum…” dedi düşünceli biçimde. “Zaman bakalım neler gösterecek.” dedi.
"Ya bence olsunlar. Valla senin bu kaz kafalı arkadaşın inşallah kızı elinde kaçırmaz." dediğinde kaşları havalandı güldü.
"Daha kızın niyetini bilmeden benim arkadaşıma giydirmeye başladınız Leyla hanım. Bakalım senin kızın niyeti var mı?" dediğinde gözlerim yine taze çiftin üstündeydi.
Öykü'nün tutuk hali arada Celil' e attığı utangaç bakışlar... Kesinlikle vardı bir şeyler. Ama karşısındaki kazmadan şuan o elektriği alamıyordum.
"Bence olur bu iş." dediğimde Mahir gülümsedi ama bir şey demedi.
Tam o sırada Tuna, Karaca’nın elini tutup onu pisti ortasına doğru çekti. Karaca hem söyleniyor hem de gülmekten kendini alamıyordu.
Başımı Mahir’e çevirdim.
“Bunlar da olacak gibi ha? Ne dersin?”
Mahir bu kez sesli bir şekilde gülüp burnuma minik bir fiske kondurdu.
“İlişki hafiyesi kesildin başıma.”
Kahkahama engel olmazken
" Gözlem yeteneğimiz sizinki kadar olmasa da iyidir, yüzbaşım.”
Mahir beni döndürdü, sonra koluma hafifçe yakınlaşıp yana doğru işaret etti. “Amcan geliyor.” dediğinde bakışlarım işaret ettği tarafa döndü.
Amcam ile Asuman abla da hemen yakınımızda dans ediyorlardı.
Onlara gülümseyip öpücük atarken amcamın gözleri Mahir'de
“Basma kızın ayağına ha!” diye uyardı.
Mahir ters ters bakarken gözlerini sabır dilenir gibi kapattı.
"Basmam abi." diye mırıldandı ters bir şekilde.
Ben ise kahkahamı tutamadım.
“Ya amcamın seni sevdiğini bilmesem senden hiç haz etmiyor diyeceğim.” dedim sadece Mahir'in duyacağı şekilde.
Mahir, gözlerini bana çevirip gülümsedi. “Senden sonra bilendi bana. Seve seve kabul edecek. ” dedi.
Gözüme çarpan Yusuf ve Sena ile gülerken hemen arkalarında Salim ve Didem ise benim için tam bir bomba olmuştu. Salim aşık aşık Didem'e bakarken Didem de eskisi gibi sert durmuyor arada Salim ne diyorsa gülümseyerek karşılık veriyordu.
Dans müziği yavaş yavaş biterken yeienş yine hareketli müziklere bırakmıştı., Dansımız Ne kadar mutlu olsam da vücudum pes etmişti adeta. Ayaklarım zonkluyor başımda da hafif bir ağrı baş göstermeye başlamıştı.
Bizim için ayrılan masaya geçip sandalyeye bıraktım kendimi. Mahir de tam yanıma oturacaktı ki Tuna’nın yüzünde ciddi bir ifade ile hızla bize doğru geldiğini gördüğünde duraksadı.
Mahir’in yanına geldiğinde eğilip bir şeyler söyledi. Duydukları ile Mahir’in kaşları o an daha da derin bir çizgiyle çatıldı. Tuna’ya kısa ama net bir şey mırıldandıktan sonra ona doğru birkaç adım attı.
Mahir geri dönüp yanıma geldiğinde alnımdan usulca öptü. Bir şey belli etmek istemiyor gibi gülümsedi.
“Arabada bir problem olmuş. Hemen halledip geliyorum güzelim.” dedi.
Ses tonu sakindi ama gözlerinin içindeki sertlik her şeyi ele veriyordu. Bir şey olmuştu. Hem de hiç iyi bir şey değildi.
Sadece başımı sallayabildim.
Tuna önden çıktı, Mahir de arkasından yürürken gözlerim istemsizce onu takip ediyordu.
Yanıma gelen Karaca ile bakışlarım ona döndü.
"Ne oldu?" diye sordu meraklı bir endişe ile.
“Bir şey oldu belli ki…” diye fısıldadım. “Telefonum… Telefonumu bulmam lazım.”
“Tüm eşyalar gelin-damat odasında. Çantanı getireyim mi?” diye sordu.
Başımı salladım ama yerimden kalktım.
“Beraber gidelim. Hem bir ağrı kesici de alsam iyi olur. Başım ağrımaya başladı.”
Karaca hemen koluma girip destek olurken birlikte gelin-damat odasına geçtik. Masanın üzerine konmuş eşyalar arasında çantamı buldu, içinden bir ağrı kesici çıkarıp elime uzattı. İlacı içtim, ardından çantamda bulduğum telefonum ile Mahir'i aradım ama cevap yoktu.
Bir iç çekiş dudaklarımdan döküldü. Bir daha aradım.
Yine cevap yok. Bir de Tuna’yı denedim. O da açmadı. Sıkıntı ile oflayarak telefonu kulağımdan indirdim.
"Açmıyor ikisi de." dediğimde Karaca ayağa kalktı.
“Ben bir bakıp geleyim.” diyerek kapıya yöneldi ve hızlıca çıktı.
Odanın sessizliği üzerime çökünce ayağa kalkıp pencerenin yanına gidip bir kez daha Mahir’i aradım. Parmaklarım titriyordu. Telefon yine çalıyor, ama açılmıyordu.
“Ne oluyor Mahir? Lütfen aç.” diye mırıldandım kendi kendime.
Tam o sırada kapı açılan kapı ile “Geldiniz mi? ” diyerek hızla geri döndüğümde cümlem orada asılı kaldı.
Çünkü karşımda Mahir ya da Karaca değil en son görmek isteyeceğim kişi duruyordu.
Serhat.
Kapı eşiğinde, yüzüne yayılmış o iğrenç, yapışkan sırıtmasıyla içeri adım attı, ardından kapıyı kapattı. Kapının üzerinde asılı duran anahtarı ağır bir hareketle çevirdi.
Kilidin dönme sesi odanın içinde yankılanırken kanım çekildi adeta. Ellerim buz keserken bir adım geri attım, dudaklarım kendiliğinden aralandı.
“Ne… ne yapıyorsun burada?”
Serhat bir şey söylemedi, sadece başını yana eğip beni izledi. Sanki avını izleyen biri gibi. Bakışları tehlikeli ve umursamaz.
Bir adım attı.
Ben içgüdüsel bir refleksle bir adım geri çekildim. Anahtarı avucunda çevirirken,
“Düğün gecesinde bir gelin… bu kadar yalnız bırakılmamalı, değil mi Leyla?” dedi.
"Belanı arama Serhat çek git." dedim ama sözlerimi duymuyor gibi baştan aşağı süzdü beni.
“Çok güzel olmuşsun.” dedi, alayla karışık bir hayranlık tonuyla. Kelimeler ağzından yayılır gibi çıkarken odası saran alkol kokusu ile yüzümü buruşturdum.
"Leş gibi içki kokuyorsun. Buradan sağ salim çıkmak istiyorsan defol git. Mahir gelirse senin için iyi olmaz. " dediğimde bomboş yüzüme baktı önce
Sonra o tanıdık kırgın öfke yavaşça gözlerine yürüdü. Ama yüzünde öfkesine nazaran alaylı alaylı bir gülümse vardı.
"Cık. Gelemez. Az biraz işi var." dediğinde kaşlarım çatıldı üzerine doğru yürüyüp yakasından tuttum.
"Ne yaptın lan?" diye hırlar gibi yüzüne bağırmama aldırmadan başını hafif yana eğdi yüzüme baktı gülümseyerek.
"Çok güzelsin." diye mırıldandığında yeniden fırlatır gibi elimi çektim üzerinden.
"Ne yaptın Allah'ın belası. Eğer Mahir'in kılına zarar gelsin öldürürüm seni." diye bağırdığımda hayal kırıklığı ile yüzüme baktı.
“Beni hep böyle gördün, değil mi?” dedi kısık acıyla karışık bir sesle.
“Allah’ın belası Serhat. Hiç sevmediğin Serhat, yüzüne bir kez olsun aşkla bakmadığın Serhat. Bir kere bile adam yerine koymadığın…” konuşmamı beklemeden devam etti.
“Ne olurdu ?” diye devam etti. “Bir kere şans verseydin bana. Bir kere ya bir kere de sevmeye çalışsaydın.”
“Delirtme beni. Çekil önümden.” dedim sertçe. Kalbim değil, sinirim çarpıyordu sanki damarlarımda. Adımlarımı geri atmadım o ne kadar yaklaşırsa, ben o kadar dik durdum.
“Sevgi böyle bir şey değil! İnsan kendini zorla sevdirmek istemez, zorla sahip olmak istemez. Sevgi dediğin nefes olur, yük değil!”
"Yük? Zaten hep öyle göremedin mi beni?" Ağır adımlar ile üzerime doğru gelirken baştan aşağı süzdü beni. Gözlerinde hem sevgi sandığı saplantılı bir parıltı hem de içini kemiren kıskançlığın karanlığı vardı.
“Bugün çok güzelsin Leyla.” dedi hüzünlü bir tebessümle. “Ama…” Ses tonu aniden sertleşti. “Başkasının gelinisin. O herifin.”
“Başkasının karısıyım.” diye düzelttim, çeliği andıran bir tonla.
“Ve bundan gurur duyuyorum.”
Bu söz göğsünün ortasına saplanmış gibi oldu. Bir anlık nefessiz kalır gibi yutkundu.
Bir adım daha attı.
Ben geri çekilmedim.
Geri çekilmeyecektim.
Bakışlarımı dikleştirip sertçe konuştum.
“Seninle hiçbir şey olmadı çünkü ben istemedim. Ben Mahir’den başka kimseyi sevmedim, sevmeyeceğim de. Anla bunu ve defol git buradan.”
Serhat’ın alkolle bulanmış gözleri küçüldü, dudaklarındaki alaycı kıvrım derinleşti.
“Mahir…” diye kendi kendine mırıldandı. “Seni ilk o gördü.” dedi dişlerini sıkarak.
“O sevdi. Ama babanın emaneti diye sustu, kendini geri çekti… Avanak!”
Sinirli bir gülüşle sırıtırken devam etti.
“Öyle seviyordu ki seni. Mahir’in sevdiği kızı merak ettim, özellikle görmeye geldim seni. Sonra da sırf o sevdi diye elinden almak istedim. Kıskandım. Ama sonra ben de…” Bir an durdu, yüzündeki sırıtış daha da çirkinleşti.
“Aşık oldum sana.”
O kelime, ağzından dökülürken öyle yabancı, öyle iğreti duruyordu ki midem bulanıp bir adım geri çekildim.
“Seninki aşk falan değil. ” dedim buz gibi bir sesle. “Hastalıklı bir takıntı.”
Bakışlarım aramızdaki kapıya kaydı. Neden kimse gelmiyordu? İçimde bir düğüm sıkılırken Serhat, konuşmaya devam etti.
“Sana göre. Zaten bir kez olsun görmedin sana olan aşkımı.”
Sendeleyerek yaklaştı. Gözleri delirmişti.
“Benim olmadın ama onun da olmana izin vermedim. ” diye tükürdü kelimeleri.
Kaşlarım çatıldı. Mahir biraz olsun ima etmişti Serhat'ın yüzünden kendini çektiğini ama neler oldu anlatmamıştı.
“Ne demek izin vermedin?” diye sordum.
Bir an durdu, sonra alaycı bir kahkaha patlattı.
“Sahildeki restoranı hatırlıyor musun? Hani evlilik teklif ettiğim gün. ” diye sorduğunda kaşlarım çatıldı.
Bahsettiği günü biliyordum. Ama Mahir ile ilgili tek bir kare canlanmıyordu.
“Ben sadece seni çağırmadım. Mahir’i de çağırdım.” Diye devam etti keyifle.
Kaşlarım daha da çatılırken “Ne saçmalıyorsun sen?” diye fısıldadım.
“Uzaktan izledi evlilik teklifimi. Herkes nasıl coşkuyla tebrik etti, hatırlıyor musun? Sen o gün beni belkide ilk kez herkesin içinde terslemedin. Sen hayır dedin ama o evet dedin bildi."
Sözleri beynimde yankılandı. Midem kasıldı.
“Teklifimin ardından ona, ‘Leyla kabul etti. Uzak dur ondan,’ dedim,” diye devam etti.
“Ve o aptal inandı. Zaten konu sen olunca fazla aptal oluyordu. ”
Kalbim göğsümü delip çıkacak gibi atarken öfkem tüm vücudumu ele geçirmiş gibiydi.
Serhat daha da yaklaşıp gözlerini kısarak devam etti.
“Onu aradan çıkarmıştım. Hep benim yanımdaydın ama lanet kalbin bir kere bile ısınmadı bana.”
Tiksintiyle yüzüne baktım.
“Benim olmayacaktın ama onun da olamayacaktın!”
Öfke göğsüme keskin bir bıçak gibi saplandı.
“Neden ya?! Neden Allah’ın belası takıntılı manyak?!” diye bağırdım.
Bir anda yüzü kasıldı.
“Çünkü tıpkı senin gibi ikimizin seçenek olduğu her şeyde mutlaka seçilen kişi o oluyordu. "diye bağırdı.
“Ne yaparsam yapayım hep bir adım öndeydi! Baban bile onu ayrı severdi. Hoşlandığım her kız ona aşık olmuş olurdu! Herkes, her şey onu benden üstün görürdü! Ben de senin gibi her defasında sordum kendime, neden? Neden o?” Diye bağırdığında öfke ile elini savurduğunda masa da ne varsa hepsi yere düştü
“Esaslı bir ders hak etmişti! Hayatının dersini verdim ona ben! Deli gibi aşık olduğu kızı ona yar etmedim!”
Sözleri beynime balyoz gibi çarparken sinirden başımdaki ağrım da dayanılmaz bir boyuta ulaşmıştı. Serhat durmadan konuşmaya devam etti.
“Ta ki Yıldız Operasyonu’na kadar. O Kürşat müdür tüm planlarımı bozdu. Sen benim yanımdayken o sizi tekrar bir araya getirdi. Çok ısrar ettim beni de gönder diye ama lanet herif bir türlü kabul etmedi.”
Sesi öfkeyle titredi.
“O zaman da Mahir'e gittim. ‘Leyla’dan haber alamıyorum, onu çok özledim, sana emanet,’ dedim. İstedim ki hâlâ benimsin sansın!”
Öldürücü bakışlarımı üzerine dikerken üzerine yürüdüm. Öfkem iliklerimi kadar işlemişken avazım çıktığı kadar bağırdım.
“Sen beni nasıl öyle gösterirsin?”
“Nasıl böyle yalanlar atarsın?!”
O an titreyen eli cebine gitti. Bir silah çıkardı. Namluyu yüzüme doğrulttu. Olduğum yerde kalırken dik bakışlar ile bir namluya bir ona baktım
“Attım ulan!” diye bağırdı o da bende aşağı olmayan öfkesi ile.
“Pişman değilim! Yine olsa yine yaparım!”
Namlunun ucu gözlerimin tam karşısındaydı ama ben geri adım atmadım.
Burnumu kaldırdım, gözlerinin içine dik baktım.
“Ne yaparsan yap istersen öldür Serhat ben Mahir’i seviyorum.”
Serhat’ın gözleri karardı. Namluyu biraz daha yükseltti.
“Benim olmayacaksan, Mahir’in de olmayacaksın Leyla…” diye hırladı Serhat.
Göğsümdeki kalp öyle hızlı vuruyordu ki sanki kaburgalarımı kıracaktı.
Gözlerinin sulandığını gördüm. Namluyu kaldıran bileğinin titrediğini…
Ama içimdeki öfke çoktan ateş almıştı.
“Çek tetiği!” dedim dişlerimin arasından.
Bir adım ileri attım.
“Ne bekliyorsun? Hadi!”
Serhat’ın nefesi bir anlığına kesildi. Parmak tetiğin üzerinde kaldı ama çekemedi. Gözleri titredi, bilinç bulanıklaştı.
İşte o anda, o küçücük tereddüt anında harekete geçtim. Bir anda elini yakalayıp bileğini ters çevirdim. Silah metal bir gürültüyle zemine düşüp bizden epey uzağa koltuğun altına doğru sürüklenmişti. Serhat’ın şaşkın bir nefes alışına kalmadan göğsüne bir omuz darbesiyle yüklenip yere yatırdım.
Gelinliğimin etekleri uçuşarak üstüne kapaklandım. Şaşkın, sendelemiş ve tamamen savunmasızdı.
Ben yılların birikmiş acısını, öfkesini, sinirini yumruklarımla onun yüzünde konuşturuyordum.
Sağlı sollu her darbe, içimde donup kalmış her sızıya bir cevap gibiydi.
Yumruklarım durmadan indi suratına.
“Demek senin yüzünden ayrı kaldık onca yıl ha şerefsiz piç kurusu!”
Bir yumruk daha.
“Kansız, pislik !”
Bir diğeri.
“Şerefsiz! Onca zaman onun acısıyla yaşadım ben! Her yerde onu aradım. ”
Serhat’ın dudağı patladı, yanağında kan aktı. Kollarıyla kendini korumaya çalıştı ama bedenini sarhoşluğunun da etkisinden toparlayamadı.
“Senin yüzünden mi bütün bunlar başımıza geldi, sapık herif?!”
Öfkem kelime kelime değil, yumruk yumruk çıkıyordu. Önümde yıllarca hayatımı tarumar eden bir gölge vardı ve ben o gölgeyi kendi ellerimle dağıtıyordum.
“Hadi kalk!” diye hırladım Serhat’ın üzerine eğilip. “Daha bitmedi!”
Tam o sırada dışarıdan bir tekme sesi geldi.
Kapı zangırdadı.
“LEYLAAA!”
Bu kez Mahir’in sesi.
Öfke, panik, korku birbirine karışmıştı tonunda.
Ama ben hâlâ Serhat’ın üzerinde, nefes nefese yumruk savurmaya devam ediyordum.
O hengamede dışarıdaki hiçbir şeyi duyamayacak kadar odaklanmıştım.
Kapı menteşesinden kopacak gibi sarsıldı.
Ve üçüncü tekmede kapı açıldı.
Açılan kapıdan içeri Mahir fırladı, ardından Tuna ve Karaca.
Mahir’in ayakları aniden yere mıhlanır gibi durdu. Tuna ve
“Ne oluyor lan burada?” diye kükrer gibi bağırdı.
Gözleri Serhat’a dikildi, çenesi kasıldı.
“Çekil Leyla,” dedi Mahir.
Sesi buz gibiydi. Damarları belirginleşmiş, çenesi sertçe kilitlenmişti. Çok sinirlendiği her hâlinden belliydi.
Ben yavaşça geri çekilirken gözlerim Mahir’deydi ama onun gözleri yalnızca Serhat’taydı.
Mahir görüş açısına geldiğimde Serhat kanlı ağzıyla gülmeye çalıştı. Baygın bakışlarının arasında dişlerinin arasından kan sızıyordu.
“Hah… kahraman Mahir yine geldi, ha biz de karınla muhabbet ediyorduk?” diye hırladı.
Mahir bir an bile gözünü kırpmadan üzerine eğildi.
“Sen benim karıma nasıl dokunursun lan? ” diye sorarken Mahir cevabını beklemeden sert yumruğunu Serhat’ın yüzüne geçirdi.
Tok bir ses yankılandı odada. Serhat’in başı yana savruldu, vücudu gevşedi ve olduğu yere yığıldı.
Mahir göğsü hızla inip kalkarken bir an eğilip nefesini toparladı, sonra doğrulup üzerinden kalktı. Parmak eklemleri kızarmıştı, yumruğu sıkılıydı.
“Tuna!” dedi yerinden doğrulurken dişlerinin arasından sıkılmış bir sesle.
“Burayı temizleyin.”
Tuna hemen hareketlenirken Mahir bir an bile Serhat’a bakmadan, öfkeyle yanımdan geçip elimi tuttu. Kendi ile birlikte beni de yürütürken adımlarımızın sertliği tüm koridorda yankılanıyordu.
Ben tedirgin bir nefesle onun elini tutup durdurdum.
“Kızdın mı?” dedim ince bir sesle. Bir şey demedi.
“Vallahi benim suçum yok. Çok üzerime geldi ben de patakladım.” Diye yumuşatmaya çalıştım.
Bir an Serhat’ın bana silah doğrulttuğunu söylemek üzereydim ki laflarımı yuttum.
Söylesem Mahir düğün müğün dinlemez canına okurdu.
“Lütfen... " dedim yavaşça.
Mahir kaşlarını çatmış, nefes alıp verişi bile sertleşmişti. Hiç konuşmuyordu.
“Bak... ” dedim yüzüne doğru yüzümü yaklaştırarak.
“En güzel günümüzü mahvetmesine izin vermeyelim. Ne olur. İçmiş gelmiş zaten, ne dediğini bilmiyordu. Ben de sinirlendim, ileri geri konuşunca biraz büyüdü işte.”
Mahir gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Bir kez, sonra bir kez daha.
Boynundaki damar hafifçe geri çekildi. Ama hâlâ tam sakin değildi.
Başını kısa bir hareketle salladı.
“Tamam. Hadi geçelim. ” dedi kısık bir sesle ama hala moralsizdi. Masum masum bakarken yüzüne,
"Ya ne olur gölge düşmesin yüzüne. " dediğimde kollarının arasına aldı beni, sayılar gibi mırıldanırken.
"Ben sana bir şey oldu zannettim. Aklım gitti o kapı açılana kadar. Özür dilerim." dedi. Geri çekilip yüzüne baktım.
"Tamam geçti artık. O adamın mahvettiği yıllara düğün günümüzü de eklemeyelim." dediğimde burukça gülümseyip başımı sallayarak alnımı öpüp geri çekildi. Koridordan çıkıp salona geçtiğimizde herkes bizi görünce alkışlamaya başladı.
İkimizin de ne kadar düzeltmeye çalışsak havamız kaçmıştı. Masamıza geçip otururken pistte döktüren Yusuf ve Mehmet ile biraz olsun yüzümüz gülmeye başlamıştı. Bakışlarım Mahir'e dönerken onun da bakışları anında beni buldu.
Gülümsemeye çalışıyordu ama gözlerinde hâlâ o ince gergin çizgi duruyordu. Benim ise aklım bambaşka bir yerdeydi. Salona girmesini beklediğim kişi nihayet girişte belirmişti.
Karaca'ya gelmesi için işaret ederken bir yandan da gülümsüyordum Mahir bir şeyler sezmesin diye.
Karaca yanıma geldiğinde hafifçe kolunu tutup kulağına,
“Serhat’ın silahı koltuğun altına düştü. ” dedim belli belirsiz bir sesle.
“Onu bul, uygun bir yere sakla. Sakın Mahir’e söyleme. Ne olur.” dediğimde Karaca geri çekildi. Şaşırmış olsa da belli etmemeye çalışarak başını salladı ve hızlıca yanımdan ayrıldı.
Başımı çevirdiğimde Mahir bana bakıyordu. Bakışlarımı kaçırmadan gülümsedim. Mahir’in sorgulayıcı bakışları üzerimdeydi. Sanki “bir şey mi oldu?” diye soracak gibiydi ama sormadı.
Ben de gülümsememi biraz daha belirginleştirip başımı hafifçe yana eğince o da derin bir nefes alıp hiçbir şey olmamış gibi elimi sıktı.
Bir süre sonra müzikler, kahkahalar, oynayan insanların neşesi bizi de içine çekti. Bizimkiler pistten inmemişti. Gecenin yıldızları Yusuf ile Mehmet'ti.
Mahir’in yüzüne yerleşen gergin çizgiler yumuşarken ben de rahatlamıştım. Birbirimize her baktığımızda gözlerimizin içi gülüyordu yine gecenin başında olduğu gibi. Yaşadığımız kötü olayın gölgesi üzerimizden kalkmıştı çok şükür
Düğün bittiğinde, müziklerin sesi azalmaya başlamış, kalabalık yavaş yavaş dağılmıştı. Kalan bir avuç yakınımız ile fotoğraflar çekinmiş tek tek tebriklerini almıştık. Veda vakti geldiğinde annem yanımıza geldi huzurlu ama biraz da hüzünlü bir ifade ile bize bakarken. Gözleri dolu doluydu. Beş elini Mahir'in omzuna diğer elini benim omzuma atıp,
“Sizi birbirinize emanet ediyorum. ” dedi yine sesi titreyerek.
“Rabbim yuvanızdan mutluluğunuzu eksik etmesin yavrularım.” Diye de eklediğinde ikimiz de 'Amin' derken Mahir başını eğip elini saygıyla öptü. Ben de annemin boynuna sıkıca sarıldım.
Ardından Hacer teyze ile Muzaffer amca geldiler. İkisi de duygulandıklarını saklamaya çalışan ama beceremeyen insanlar gibi yüzümüze annem gibi aynı duygusallıkta bakıp duruyorlardı.
“Allah mesut etsin evladım. ” dedi Muzaffer amca, Mahir’in omzuna güçlü bir baba tokadı indirerek.
“Yuvanızı huzurdan, bereketten eksik etmesin.” Diye ekledi.
Hacer teyze ise gelinliğimi düzelte düzelte
“Birbirinize hep böyle sevin, hep dayanak olun emi?” dedi, gözlerinin içi dolu dolu.
İkisine de eğilip saygıyla ellerini öptük.
Ama en son Zarife nine geldiğinde muzipçe baktım yüzüne.
'Torununu kaptım ne haber' diye takılmamak için kendi mi zor tuttum.
Benim önümde durup kendine çekip sımsıkı sarıldı.
“Kanadı kırık kuzuma yuva ol, emi kızım.” Diye fısıldadı sadece benim duyacağım bir sesle.
Sonra başını Mahir’e çevirip gözlerinin taa içine baktı.
“O bu mutlu yuvayı çoktan hakketi.”dediğinde gözlerim doldu anında. Zarife nine burulça gülümseyip deşen bir nefes alıp elini havaya sallayıp,
“Düğününüzü gördüm çok şükür! Darısı torunlarımı görmeye !” dediğinde ağır hava anında dağılırken ben de gözlerim dolu dolu ama sesli gülüşüme de engel olamadım.
“Nene hatun…” dedim kaşlarımı kaldırıp muzip bir ifadeyle.
“Düğün bitmeden torun istiyorsun resmen!” dediğimde elini havada savurur gibi yaptı.
“Gençsiniz, halledersiniz!” deyince Mahir de ben de sesli bir şekilde güldük.
Sırasıyla herkesle tebrikleşirken kenarda hüzünlü gözlerle bizi izleyen kardeşime kaydı bakışlarım.
El hareketiyle çağırdım
“Gel buraya.”
Ağır adımlarla yanıma geldi.
Sıkıca sarıldık. Öyle bir sarıldı ki, sanki çocukluğumuz, kavga ettiğimiz günler, beraber büyüdüğümüz o yıllar hepsi o kucaklaşmanın içine hapsoldu.
Ecem burnunu çekti.
“Ben niye böyle oldum şimdi? Sevinmem lazımdı…”
Başımı geriye çekip baktım yüzüne.
Koluna hafifçe vururken
“Gerizekalı…” dedim.
O an ikimiz de gülmemeize engele olmazken gözlerimiz dolu doluydu. Ağlamakla gülmek arasında saçma bir yerde kalmıştık.
"Allah'tandır çok uzağa gitmiyorum." dediğimde tekrar sarıldı.
"Çok özlerdim ben seni." dedi titrek bir sesle.
"Sanırım ben de." dediğimde huysuz huysuz baktı. Sonra Mahir'e düştü bakışları.
"Neyse hadi eniştem sabırsız sabırsız bakıyor." dediğinde başımı sağa sola salladım.
"Gerizekalısın biliyorsun değil mi?" başını salladı hızlı hızlı sallamaz gibi beni. Gülerek tekrar öpüp ayrıldım ondan da.
Mahir ile göz göze geldiğimizde o kendine has sakin bakışıyla beni izliyordu. Artık ayrılma vakti gelmişti.
Mahir elimi tuttu, parmakları parmaklarımın arasına geçti. “Gidelim mi? ” der gibi gözlerimin içine baktı. Başımı minik bir hareketle salladım.
El ele dışarı çıktığımızda sevdiklerimiz de arkamızdan geliyordu. Herkesin yüzünde mutlu bir gülümseme. Bizdeyse mutlulukla karışık tatlı bir heyecan.
Arabaya bineceğimiz an, dönüp son kez herkese el salladım. Gülüşler, alkışlar, “Mutluluklar!” sesleri...
Mahir kapımı kapattı, direksiyona geçti. Bizimkiler de arabalarına doluşup arkamızdan uzun bir konvoy oluşturmuşlardı.
Yuvamıza doğru ilerlerken sık sık bakışlarım Mahir'e düşüyordu. İçimi garip bir heyacan sarmıştı. Mahir'in direksiyonu tutan ellerini görünce bile içim eriyordu. Arada bana göz ucuyla bakıyor, ben fark edince gülümseyip hızlıca yola dönüyordu.
Kendisi henüz bilmiyordu ama bizi çok güzel bir gece bekliyordu.
Eve geldiğimizde konvoydan bir alkış koptu. Arabadan indiğimizde el ele evimizin kapısının önünde durduk. Birbirimize baktık gülen gözlerle. Sonra aynı anda, sağ ayağımızla besmele çekerek yuvamızdan içeri adımızı attık. Bu annemin bizim için sıkıca tenbih ettiği bir şeydi.
Kapımızı kapatır kapatmaz ise Mahir bir anda beni kollarının arasına aldı. Göğsüne yaslandığım an içimde yıllardır aradığım o yuva hissi tamamlanmıştı.
“Yuvamıza hoş geldin karım…” dedi.
Sesinde hem gurur hem inanılmaz bir şefkat vardı.
Yanaklarım pembeleşti.
“Hoş bulduk kocacım…” dedim, hafifçe başımı kaldırıp gülümseyerek.
Tam bu sıcak anı yaşarken, Mahir bir anda belimden kavrayıp beni hop diye kucağına aldı.
“Ayy! Napıyorsun sevgilim!” dedim kahkaha atarak, şaşkınlıkla boynuna sarılırken.
Ciddileşir gibi olup sonra yine o kendine özgü hafif muzip bir ifadeyle,
“Ee adettendir Leylam… İlk gecemiz. Ayağını yerden kesmem lazım.” dedi.
Sahiden de ayağımı yerden kesmişti. Koridordan yatak odasına kadar kucağından indirmeden odamıza götürdü. Kahakahalarıma onun da gülüşleri eşlik ederken odamızda içeriye girdik.
Yatak odasına girince dikkatli bir şekilde beni yere indirirken yüzümüzde huzurlu bir gülümseme vardı. Sonrasında ise garip bir tutukluk çöktü üzerimize. İkimiz de bir an ne yapacağımızı bilemeyen iki çocuk gibi öyle kaldık. Sessizliği Mahir bozdu.
“Ben bir… Duş alayım. Çok terledim. ” dedi hafif boğazını temizleyerek.
“Aynen ya ben de alayım. ” dedim refleksle.
Mahir bir an şaşkın bakarken yüzüme ben hemen toparladım.
“Yani… Ben de diğer banyoya gireyim.” dediğimde ne diyeceğini bilemez gibi bakıp hafif eliyle kapıyı işaret etti.
Kafamızı eğip utangaç utangaç güldük.
Hızlıca bir duş alıp bu gece için özel aldığım geceliği giydim. Üzerine sabahlığımı geçirdim. Sonra ilk gece namazı için namaz kıyafetimi ve başörtümü takıp aynaya baktım. Heyecanım iyice artmıştı. Derin bir nefes alıp odamıza doğru yöneldim.
Odaya girdiğimde Mahir duşunu almış, pijamalarını giymiş halde ayakta elindeki havlu ile saçlarını hızlı hızlı kurularken beni görünce bakışları bir saniyeliğine takıldı.
“Namaz kılacağız ya. ” dedim gülümseyerek.
Başını tamam anlamında sallarken odanın içeririsine ilerleyip yatağın üzerinde hazırladığımız seccadelerden birini ona uzattım.
Mahir önde, ben arkada beraber kıbleye döndük. İlk gecemiz için namazımızı kılıp birlikte dua ettik. Onun sesiyle benim kalbim aynı ritimde gibiydi. Şükrettim, şükrettik.
Namazımız bitince ayağa kalktığımız da önce namaz elbisemi çıkardım sonra sabahlığımı.
Bir an odanın içinde hafif bir sessizlik oldu.
Mahir’in gözleri fal taşı gibi açıldı. Sonra kendine gelmek ister gibi hızlıca gözlerini başka tarafa kaçırdı.
Ağzının içinde anlayamasam da kısık bir küfür etti. Bakmadı benden tarafa.
"Hadi güzelim yatalım." diye mırıldandığında bir şey demedim. Çıkardığım sabahlığımı koltuğun ucuna fırlattım. Göz ucuyla baktı yine.
“Sen üşürsün öyle. İstersen pijama giy.” diye mırıldandığında sözlerine aldırmadım.
“Yoo, bence gayet sıcak. Sen üşüdün mü?” diye sordum.
“Hıı! Neredeyse alev alacağım.” diye kendi kendine söylenirken gözlerini benden kaçırıyordu.
Sonra ne düşündüyse az önce fırlattığım sabahlığı gözlerini kaçırarak koltuktan eline alıp omuzlarıma bırakmaya çalışırken kahkahamı içime gömüp ciddi bir ifadeyle baktım.
“Ne yapıyorsun sen Mahir? Sıcak diyorum ya.”
Ters ters baktı hemen.
“Ne yapıyorum? Ya kızım fena oluyorum anlasana. Senin yanında durup da kendimi frenlemek, ateşin yanına gidip ısınmadan durmaya çalışmak gibi. ”
“Isınabilirsin ama kocacığım.” dediğimde şaşkın gözlerle başını kaldırdı. Hala anlamlandıramamıştı dediğimi.
“Ney…? Isınabilirim?”
Suratı o kadar tatlı, o kadar şaşkındı ki dayanamadım. Kollarımı boynuna doladım. Göğsünün hızlı hızlın yükselişinden nefesinin hızlanışını çok net bir şekilde hissediyordum. Ensesindeki saçlarla oynarken şuh bir gülümsemeyle fısıldadım.
“Yani diyorum ki kocacığım… Isınabilirsin hatta yanabilirsin.”
Kaşları bir anda çatıldı.
“Ama sen şeysin…” dedi şapşal bir ifade ile yüzüme bakarken.
Yaramaz bir çocuk gibi gülerek baktım ben de. Dudaklarımı büzerek,
“Küçük bir şaka yapmış olabilirim.” dediğimde bir kaç saniye kaldı öylece.
Sonra sanki sönmüş ateşe odun atmış da alev almış gibi bir kıvılcım parladı gözlerinde.
"Şaka..." diye mırıldandı. Alt dudağını dişlerinin arasına alırken başını ağır ağır salladı. O sırada dudaklarında beliren o tehlikeli gülüş ile tüm iç organlarım sanki yer değiştirir gibi içimde garip değişik hisler peydah oldu.
Kollarımı boynundan hızla çektim, geri adım attım.
O ise avına kilitlenen bir arslan gibi gözleri kısılmış, adım adım üstüme geliyordu.
Ben geri, o ileri...
“Şaka ha?” diye mırıldandı yeniden.
“Şey... Aynen kocacığım. Küçücük, mini minnacık bir şaka yaptım. Vallahi söyleyecektim ama fırsatım...”
Bir adım daha geri gideyim derken hop yatağa sırtüstü düşmemle sözlerim yarım kaldı.
Sere serpe dağılmış şekilde yatakta sırt üstü yatarken Mahir hemen dizlerimin önünde ayakta durmuş yoğun bakışlar ile baştan aşağı beni süzüyordu.
Bakışları öyle yoğundu ki karnıma üst üste giren tatlı kramplar ile benim de heyacanım daha da artıyordu. Dudak kenarı kıvrıldı, tehlikeli bir gülüş belirdi yeniden.
Sanki tüm günün, yılların sabrını benden çıkaracakmış gibi bakıyordu.
Yavaşça eğildi, gölgesi üzerime düştü.
“Şimdi…” dedi kısık, derinden gelen o sesiyle,
“Benim elimden seni kim alacak yavru ceylan?”
Yatağın çarşaflarını tutunan ellerimin titrediğini hissettim. Nefesim göğsümde düğümlenirken o biraz daha yaklaştı, dudakları yanak hizamda gezindi.
Sonra fısıltı gibi bir cümle döküldü dudaklarından,
“Ben de sana mini minnacık bir ceza vereyim mi karıcığım, ne dersin?”dedi alçak bir fısıltıyla. Gülüşünün tehlikeli kıvrımı, bakışlarının karanlık ısısıyla birleşince içimde bir anlık ürperme yayıldı.
Aramızdaki mesafe yok denecek kadar azalırken, göğsüm bir körük gibi inip kalkıyor içime çektiğim nefes sanki yetmiyor gibiydi. Bir anda kendini üzerime bırakırken ateşlenen fitil misali sert bir şekilde dudaklarımı kavradı Mahir.
Dudaklarıma kapanan dudakları ile yıllarca yarım kalan ne varsa aynı nefeste, aynı dokunuşta usulca tamamlanmaya başladı.
Fısıltılar, kavuşmanın sıcaklığına karışırken dokunuşlar sabrın ateşini bir bir söndürdü bu gece.
Ve gün doğarken o solgun ışık odaya süzüldüğünde nihayet kavuşmuş iki aşığın mühürlenen mutluluğuna tanıklık ediyordu.
Ve o sabah birbirine sarılı nefes alan iki kalbin hikâyesi nihayet tamamlanmıştı.
🌸🌸🌸🌸🌸

Evet gecemizde yaşananları sizlerin muhteşem hayal gücünüze bırakıyorum. 🤭
Evet onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine 🤓
Bölümü beğendiniz inşallah 🤗
Güzel yorumlarınızı okumak için sabırsızlanıyorum. 🫠
Valla yaz yaz bitmedi. Bekletiyorum ama değiyor valla, 12 bini geçik kelime olmuş 🤓
Artık uzun uzun okuyun 😊
Hepinizi çok öpüyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 37.12k Okunma |
6.13k Oy |
0 Takip |
62 Bölümlü Kitap |