
Bu bölümü iki kere yazıp sildim. İçime sinmedi ve linçlenmek istemedim.
Umarım bu sorunsuz olmuştur.
İyi okumalar dilerim.
.................

...............................
...........................................
Haklı olan haklı kalsın.
Bırakalım aklı kalsın.
"Komutanım?" Nurullah oturdukları masada yemeğini hızla yedikten sonra, hala yemeğine dokunmamış komutanına dikmişti gözlerini.
"Söyle Nurullah." Çatalını elini alırken. Masada ki tüm gözler o ve Nurullah arasında gidip gelmeye başlamıştı.
"Şimdi siz Ağa ile sevgili oldunuz. Bunu Albaya ne zaman söyleyeceksiniz?" Hilal omuzlarını düşürürken, çatalı elinden bırakıp sıkıntılı bir nefes aldı.
"Ben dün plana göre hareket etmedim ki." İştahının tamamen kapandığının farkındaydı. Tepsiyi masanın ortasına itelerken Yalçın ile göz göze gelmişti. "Yemeyeceğim, yiyebilirsin." Gülümseyerek ortada ki tepsiyi daha bitirmediği diğer tepsinin yanına çekmişti.
"Teşekkür ederim Komutanım."
"Tek seferde doysan kıyamet kopar zaten." Yıldırım her zaman ki mesaisine başlayıp Yalçına takılırken o sadece omuz silkip yemeğine devam etmişti.
"Neyse konumuz onun doymayan midesi değil. Hem komutanım hepimizde plana göre hareket etmediğinizin farkındayız. Sizde ağa gibi en başından beri ona aşıksınız." İsmail çayını içerken hepsinin onu onaylayacağı kelimeleri kurmuştu.
"En başından değil." Omuz silkip çayını içerken hepsinin göz devirmesine neden olmuştu. "Tamam ilk beğendim. İlk görüşte aşk değildi bence. Bilsem bilirim." Arslan sinirle ve bıkmışlıkla ona dönerken Hilal ona sinsice gülümsemişti.
"Beynin yok ki senin. Senin beynin yok." Hilalin gülüşü kaybolurken karşısında ki adamın suratına tiksintiyle baktı.
"Pislik." Dudak büzen adam ona tekrar cevap verme zahmetine girmedi. "Ben Albayla konuşacağım. Ama duygularımın yoğunluğundan bahsedebilir miyim bilmiyorum. O biraz zor bir konuşma olabilir." Biten çayının bardağını doldurmak için alan Hasan’a gülümsemişti.
"Ama bilmek zorunda. Bu hafif, önemsiz bir görev değil. Bu görevde ki her şeyi komutanlarımız bilmeli." Yıldırım sıkıntıyla konuşurken, Albaya zaten dün gece her şeyi anlattığını söylememeye kararlıydı.
"Evet zaten ondan bir şey saklarsam beni mahveder." Gelen çayına üç şeker attıktan sonra rahatsız edici bir sesle uzun süre karıştırdı.
"Bence git ve hemen anlat. Ne kadar beklersen ve düşünürsen o kadar zor olur." Muhammed sakin bir sesle onu rahatlatmak istiyordu. Ama Nurullah konuşmaya başladığı an hepsi sabırla arkasına yaslandı.
"Bence Albay bir şeyler hissettiğini öğrenirse kızar."
"Kapa çeneni eşek." Nurullah hepsinin ona bağırmalarını umursamadan çayını içmeye devam etmişti.
"Ben gidiyorum. Albayın ne diyeceğini konuşunca öğreneceğim. Ve cidden beklemeye devam edersem bu işin sonu hiç iyi olmaz." Hilal biten ikinci bardağını masaya bıraktıktan sonra derin bir nefes almıştı. "Allah bana yardım etsin." Kesin ama ürkek adımlarla komutanın odasına doğru ilerledi.
"Başarabilirsiniz Komutanım." Nurullah Onu yüksek sesle desteklerken Hilal bunun işe yaramayacağını biliyordu. Korkusu yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Her adımıyla derin bir nefes alırken ciğerlerinin patlayacağını düşünecek kadar kendini düşünceleriyle dolduruyordu.
"Yüzbaşım?" Köşeden çıkıp üzerine doğru gelen Mustafa Onbaşıyı görmesiyle rahatlama ve rahatsızlık arasında kalmıştı. Komutanıyla konuşması gecikeceği için rahatlasa da bu adamla konuşacak olması ona rahatsızlık vermişti.
"Onbaşı?" Adamın sınırını bilmeden kadının üzerine doğru gelmesi kadını telaşlandırmıştı. Normalde çok doğal bir şey olarak karşılayabilirdi. Ama bir ilişkiye başladığı için bunu yanlış buluyordu. Adamın her an sınırını aşacak kadar ileri gideceğini düşünmüştü. Bu düşüncesi yanlış ya da abartı dahi olsa kendini bu düşünceden alamadı.
"Nasılsınız?" Hilal hala üzerine doğru gelen adamın durmadan ilerlemeye devam etmesi yüzünden sonunda sırtını duvara vurmuştu. Gidecek yerinin kalmadığını fark etmesi onu telaşa sokarken. Sıkıntıyla aldığı nefesleri adam fark etmişti. "Gerginsiniz." Bunu söylerken aldığı keyif ses tonundan belli oluyordu.
"Çok yakın olduğunuz için gerginim. Biraz mesafeyi açarsanız sevinirim." Mustafa bunu pek umursamadı ama kadının ona bakışını fark edince mecbur üç adım geri attı. Bu kadar mesafe bile Hilali rahatlatmıştı.
"Albay ile ne işiniz var." Hilal tek kaşı havada ona dönerken adam kesinlikle cevap alabileceğinin sevinciyle kadına sırıtıp duruyordu.
"Sanane... Ne zamandır komutanına hesap soruyorsun?" Hilal sinirle ona sesini yükseltirken Mustafa Onbaşı aldığı tepkiyle beraber birkaç adım daha gerilemişti.
"Yanlış anladınız." Telaşla toparlamaya çalışırken kadın istifini bozmadan ona parmağını sallamaya başlamıştı.
"Kes sesini..." Hilal sesini alçaltmadan bağırmaya devam ederken Mustafa telaşla etrafına bakındı. Duydukları sesten dolayı yine koşarak gelen ekibi görünce içine doğru büyük bir küfür etmişti. "Sen kimsin de bana hesap soruyorsun? Komutanın var karşında." Hilal öfkesinin bağırmakla geçmeyeceğini fark etmişti kendini dizginlemeye çalıştı. Koşarak gelip arkada duran ekibine de öfkeyle bakmıştı. Onlar bu bakışı neden aldıklarını bilmeden beklerken Onbaşı bir adım daha geri gidip zorlukla gülümsedi.
"Yanlış anlaşıldım Yüzbaşım. Ben kötü bir şey yoktur umarım. O anlama getirmek istedim." Telaşla konuşurken kelimeleri çok kez birbirine karıştırdı. Arslan ve Nurullah onlara yaklaşıp aralarına girerken Muhammed hiç oyalanmadan Mustafa Onbaşıyı kolundan tutup en geriye gitmesi için uyarmıştı.
"Bu ne küstahlık, kendini ne sanıyor da bana, komutanına hesap soruyor. Yaktım seni Onbaşı. Yaktım bil bunu." Ortam giderek ısınırken Hilal sakinleşemiyordu. Arslan onu tutup uzaklaştırmaya çalışsa da Hilal orada kalmaya niyetliydi. "Karşısında karısı varmış gibi konuşuyor birde. O ne biçim hareketler Onbaşı." Sesi giderek yükselse de kendini dizginlemeye hiç niyetli değildi.
"Yüzbaşım lütfen. Yanlış anlaşıldım." Mustafa’nın telaşının yerini korku almıştı. Dün gece uzun uzun düşündükten sonra Hilalle bir ilişki fikrine kapılmıştı. Levent gibi yapıp kadına yaklaşma planını devreye sokmuştu ama az önce ters tepmişti. Zaten şu an neden öyle bir fikre kapıldığını bile anlamamıştı. Bu kadını sevmiyordu ki. Tam tersine ondan nefret ediyordu.
"Ne yanlış anlaması resmen dibime kadar girip Albay ile ne işiniz var dedin. Ya senin ne haddine bana yaklaşmak. Bana hesap sormak. Sen kendini ne sanıyorsun." Hilal öfkeyle bağırmaya devam ederken. Dakikalar önce karakolun kapısından girip gördüğü olaylar yüzünden daha fazla ilerleyemeyen Levent duyduğu her şeyden sonra daha fazla sinirleniyordu. Muhammed’in sinirle en arkaya ittiği adamla arasında belki de sadece on adım vardı. Ve onu ensesinden tutup dışarıya çıkarana kadar hırpalamamak için zor duruyordu.
"Yemin ederim öyle bir şey yok." Yalan söylediğini hepsi de biliyordu, kekelemeye başlamıştı üstelik terlemesini ve titremesini gizleyemiyordu. Levent birkaç adım daha atıp içeriye tamamen girmişti. Onu ilk fark eden Arslan olmuştu. Hemen ardından Nurullah şaşkınlık ve heyecanla ortamda ki herkese işaret ederken Levent’in varlığından sadece Hilal ve Onbaşı Mustafa haberdar değildi. Arslan adamın her şeyin farkında olduğunu anlamıştı. Bu yüzden sessiz kalıp geri çekilmişti.
"Bir daha yemin edersen yakarım tüm rütbelerini." Levent araya girip kadını savunmak istiyordu ama buna gerek olmadığını anlamıştı. Hilal kendini savunabiliyor ve karşısında ki adama çokta güzel lafını veriyordu. Levent adamı öldürme dürtüsünü boş verip kadına karşı duyduğu gurur ve hayranlıkla gülümsedi.
"Özür dilerim Yüzbaşım." Onbaşı daha fazla konuşmadan geldiği yöne doğru geri gitmişti. Hilal sinirle kendi kendine söylenmeye devam ederken Levent ona doğru ilerlemekte bir an tereddüt etse de dün akşam artık bir ilişkiye başladıklarını tekrar hatırlayınca, asıl şimdi hiç düşünmeden yanında olması gerektiğine kanaat getirmişti. Sakin adımlarla hala söylenen kadına yaklaştı.
"Benim muhtemel karıcığım. Nasılsın?" Kadının ona sinirle bakmasını umursamadan yaklaşıp onu sağ kolunun altına almıştı. Kadın bu kez başını kaldırıp ona sorgulayıcı bir bakış atınca eğilip kadının alnından öpmüştü. "E unuttun mu? Dün artık resmen kendi isteğinle ve hür iradenle benim olmayı kabul ettin." Hilal ona kızaran yanaklarını gizleyemeden sinirle döndü.
"Biraz daha bağırsana. Duymayan kalmıştır." Adamın kolunun altından çıkarken bu yaptığı için kendine kızmıştı. Orada olmayı istiyordu ama sinirini göstermek ve hissettirmek için en iyi yolun bu olduğuna karar vermişti.
"Emredersin Komutanım. Yarın imamdan rica ederim hoparlörden tüm köye salar haberi." Hilal bu kez sinirinin yerini alan yarım açık şaşkın ağızla adama döndü.
"Dalga mı geçiyorsun?" Adamın yüz ifadesi- asıl sen dalga geçiyorsun- der gibiydi.
"Yok çok ciddiyim. Bu ilişkiyi herkes öğrenmeli. Yoksa yarın öbür gün bir bakmışsın zorla bana sahip olmaya kalkarlar ben de mecbur seni bırakmak zorunda kalırım. “Saniyeler içinde ortaya atılan senaryo kadını delirtirken karşısında ki herkes gülmeye başlamıştı.
"Ne saçmalıyorsun sen?"
"Kıskandın mı karıcığım?"
"Ne kıskanacağım seni? Benden başka senin gibi bir belayı daha çekecek var mı bu dünya da?" Ortam ısınmaya başlarken Arslan hepsinin gülmesi için işaret vermişti. Olay daha fazla büyümesin diye herkes Hilale hak verip gülerken. Arkalardan öne doğru gelen Muhammed her şeyi mahvetmişti.
"Yalnız Komutanım sizde az baş belası değilsiniz. Hadi ağayı çok tanımıyoruz. Ama siz valla kaçırmayın bu adamı. Evde kaldınız iyice." Ortamda tek bir ses bile çıkmazken Hilal kısık gözlerle avına doğru ilerledi.
"Sen bana ne dedin?"
"Evde kaldınız dedim. Bu adamı kaçırmayın dedim. Ve de baş belasısınız dedim." Gülümseyerek her şeyi tekrar eden Muhammed oldukça mutluydu.
"Nerede bu soktuğumun silahı?" Hilal belinde aradığı silahı bulamazken Arslan’a doğru ilerlemişti. "Silahını ver de hemen, şunu alnının ortasından vurayım." Levent kadını kolları arasında sabitlerken Muhammed alındığını belirten cümleler kurmaya başlamıştı.
"Ben sizin iyiliğinizi istiyorum siz beni alnımın ortasından vurmak istiyorsunuz. Artık doğru söyleyeni köyden de kovmuyorlar, direk vuruyorlar." Arslan zor zapt edilen Hilalin yanından koşarak gelmiş hala söylenen adamın ensesine iki tane çakmıştı.
"Salak salak konuşma da kaç."
"Kaçmasın bak bulduğum yerde onu öldürürüm." Hilal kendinden oldukça iri olan adamın kollarından kurtulmaya çalışıyordu. Gerçi bunu çoktan yapardı ama olduğu yerden şikayetçi olmadığı için gücünü tamamen göstermiyordu.
"Şimdi kaçmazsam beni öldürmez misiniz?" Muhammed, Hilale umutla yaklaşırken dizine yediği tekme sonrası tiz bir çığlık atmıştı. "Acıdı komutanım ama ya."
"Kaçsan da kaçmasan da öleceksin."
"E madem öyle ben kaçıyorum. Hadi size selametle." El salladıktan sonra bacaklarını iyice açıp yere attığı sert adımlarla yüksek ses çıkararak uzaklaşmıştı yanlarından.
"Davar işte davar karakolu inletti." Nurullah hızlı adımlarla komutanının yanına gelip ona gülümsedi. "O beyinsize bakmayın komutanım. Siz hala kokmayan bir gül fidesi gibisiniz." Hilal sinirle, ağlamaklı yaptığı yüz ifadesiyle Levent’e dönerken onunda gülmemek için zor durduğunu görmüştü.
"Muhtemel karıcığım deyip duruyorsun ama her laf yiyişimde de ilk sen gülüyorsun. Ne biçim kocasın lan sen?" Adam kendini toparlamak için arka arkaya öksürürken Hilal bu kez rahatlıkla kollarından çıkmıştı. "Kocamı bile kendinize benzettiniz iyice." Hilal onlarla daha fazla muhatap olmadan yarım kalan işini tamamlamak için Albayın odasına doğru ilerlemişti. "Neyse ne. Kocama sahip çıkın geliyorum ben." Arslan onun görmediğini bildiği halde başını sallayıp Levent’i kantine doğru yönlendirmişti.
"Hilal nereye gidiyor?" Giden kadının arkasından baka kalan adama sırıtıp kolundan ilerlemesi için çekiştirmişti.
"Albayla askerler hakkında konuşacak. Ufak tefek asker işleri." Lafı gevelemeden iki yalan uydurup adamın merakını yeterince gidermişti. Beraber kantine geçip biraz önce kalktıkları masaya tekrar oturdular. Zaten kantinde ki pencere ve kapı arasında ki büyük masaya onlardan başkası oturmuyordu. Levent’e ikram edilen çay ile sohbete başlayıp onu oyalamak için ortamı ayarlamışlardı.
Öte yandan Hilal dakikalardır Komutanının odasının kapısında bekliyordu. Kapıyı çalacak cesareti bile bulamadığını fark edince geldiği gibi gitmek için bu kez cesaret toplamaya çalışıyordu. Ama içinde ki ses giderse bir daha asla bu kapıya kadar bile gelemeyeceğini ona hatırlatıp duruyordu.
"Allah’ım sen bana yardım et. Bu işten alnımın akıyla çıkayım da. Albayım beni sürmesin." İçinden ettiği duayı bu kez sesli olarak dile getirdikten sonra kapıyı sert bir şekilde çalmıştı. "Hay elinin ayarına tüküreyim."
"Gel..." İçeriden gelen tok ses sinirli bir tınıdaydı. Derin birkaç nefes alıp hızla açtığı kapıdan içeriye girip kapıyı da aynı hızla ardından kapatmıştı. Terlemesi ve sesli aldığı nefesler komutanının dikkatini anında çekmişti. "Ne bu hal Yüzbaşı?" Hilal dudak büzüp kendine kızarken derin bir nefes alıp sakince konuşmak için kendini rahatlattı.
"Albayım. Ben köyün ağasını seviyorum. Dün gece de onunla hem sizin hem de kendi isteğim üzerine sevgili oldum." Tek nefeste konuştuğu her şeyi sustuktan sonra idrak etmişti. Dank diye her şeyi söylediğini fark edince komutanın aynı şekilde tek nefeste onun hayatına son vermesini bekledi.
"Tahminler doğruydu yani. Şaşırmadım. Ama seni uyarmam gerekiyor sanırım. Görevini yerine getirmen için." Hilal kendini silkeleyip daha dik durdu.
"Görevimi bayrağım kadar önemsiyorum Komutanım. Asla kalbim ve duygularım yüzünden görevimi yarım bırakmam. Bu kalp bu bayrak dalgalandığı için atıyor. Bunu asla unutmam." Komutanı onun kelimelerine sadece başını sallamıştı.
"Tamam Hilal Yüzbaşı. Çıkabilirsin. Anlatmak istediğin şeyler varsa toplantı ayarlarsın. Şu an bu planımız için onay almam lazım. Bunun için dilekçeyi ayarlıyorum." Başını sallayıp selam verdikten sonra hızla geldiği gibi çıktı odadan. Kapının önünde derin bir nefes aldıktan sonra rahatladığını hissetmişti.
"Bu kadardı işte. Bu kadar kolaydı." Seri adımlarla kantine ilerlerken önünden geçtiği kapının ardından gelen yüksek ses yüzünden durmuştu. Karakolun ana kapısından dışarıya çıkıp etrafa baktığında. Bahçenin ilerisinde ki kapının önünde bir grup insanla tartışan nöbetçi askerleri görmüştü. "Olaysız bir gün olsaydı zaten, dişimi kırardım." Onlara doğru ilerlerken elini beline attığında silahını almayı unuttuğunu fark etti. "Umarım gerek olmaz zaten." Kapıya geldiğinde onu gören askerler selam verirken insanlardan uzaklaşıp Komutanlarına alan açmışlardı." Ne oluyor burada?"
"Komutanım bizde anlam veremiyoruz. Sizi istiyorlarmış." Kaşları çatılan kadın küçük gruba dönüp hepsinde gözlerini gezdirdi.
"Benimle derdiniz nedir?" Sesi oldukça sakin ve hoş çıkmıştı.
"Duyuldu ki ağamızla bir gönül düşkünlüğünüz olmuş." Derin bir nefes aldıktan sonra başını sallayarak onları onayladı. "Bak Komutan kadın. Herkesle istediğini yap ama ağamızla sakın oynama. O bizim için çok değerlidir. O hem yetimdir hem de öksüz, bize dedesinin emanetidir. Sakın onun canını yakayım deme." Kaşları çatılan Hilal karşısında ona parmak sallayarak konuşan adama yaklaştı birkaç adımda.
"Bakın şu an sinirden delirsem de sizi anlamaya çalıştığım için sakin oluyorum. Üzerimde bu üniforma varken bir daha bana parmak sallayıp beni tehdit edersen o parmağını koparırım. Saygını nerede unuttuysan defol git onu al gel öyle konuş. Bir derdin varsa benimle, benim özel hayatımla ilgiliyse üzerimde bu yokken konuşuruz. Ha ben hala derdimi sana anlatamadım diyorsan bir akşam gelirim sivil halde kahvenize konuşuruz." Adam hayretle ve duyduğu öfkeyle kadına baka kaldı.
"Yarın akşam tek görüşelim Komutan. Ağamızın canı sıkılmasın." Hilal adamın bu dediklerine anlam veremese de olayın kapanması için başını sallamıştı hızla. Onlar kadının hareketinden sonra hızla oradan ayrılırken Hilal sıkıntıyla derin bir nefes almıştı.
"Görüyorsunuz değil mi? Ben değil bela beni buluyor." İsyanla onu izleyen nöbetçi askerlere dertlenirken onların onu hiç umursamadığını fark edince oflayarak geri gitmişti karakola. Kantine giderken az önce ne yaşadığını bile anlamıyordu. Eğer ki hala sinirden titreyen elleri olmasaydı hepsinin kendi hayal gücü olduğunu düşünecek haldeydi.
"Komutanım... Beni affettiniz mi?" Arkadan bağıran Muhammed’e dönünce dudak kıvırıp omuz silkmişti.
"Sus yürü kantine." Yüzünde ki gülümsemeyle koşarak gelip onun yanında ilerlemişti.
"Teşekkür ederim Komutanım." Hilal ona cevap vermemişti. Ters bir bakış attıktan birkaç adım sonra kantine varmışlardı. Levent'in yanına oturup konuşmalarına dahil oldular.
Yıldırım masada ki herkeste göz gezdirdikten sonra sıkıntıyla derin bir nefes almıştı. Nihal ile buluşma saati yaklaşıyordu. Sabah onu görünce bir saat belirlemişlerdi buluşmak için. Ve şuan bir saatten az bir vakti kalmıştı hazır olması için.
"Benim kısa bir işim var. Hadi size kolay gelsin." Soru sorulmasına fırsat vermeden hızlı adımlarla masadan ayrılmıştı ve hemen ardından da kantinden çıkmıştı. Hızlı adımlarını kesmeden ilerlemiş Albayın odasına ulaşmıştı. Ayaklarının hızına rağmen kapıyı vuran eli oyalanmış ve hafif bir ses çıkarmıştı.
"Gelin." İçeriden gelen sese hemen karşılık vermiş kapıyı açıp içeriye girmişti. Kapıyı kapatıp selam verdikten sonra hemen konuşmuştu.
"Komutanım dün gece anlattığım gibi bugün öğretmen ile buluşacağım. Vaktim azaldı buluşma için. Sizden izin almaya geldim." Masanın ardında oturan yaşlı adam bıyık altı gülümsemesini başını eğerek gizlemişti.
"Bu ekipten birinin bu kadar zeki olacağını bilemezdim. Hilale benzemediğin ve aklı başında kaldığın için çok başarılı olacağına eminim. Bu şekilde devam et." Yıldırım ne kadar gururlanmak istese de. İçinde ekibine karşı yaptığı gizli görevin sıkıntısı vardı. İçinde giderek büyüyen huzursuzluğu göz ardı etmek istedi. Zira bu görevi ortaya atan da planlayanda kendisiydi. Ama içi içini yerken dik durmaya devam etti.
"Övgüleriniz benim için büyük bir onurdur Komutanım. İzninizle resmi araçlardan biriyle çıkacağım buluşmaya. Hem herkes görmüş olur." Komutanı başını sallayıp hem izni hem de araç için imzalı izin kâğıdı uzattı saniyeler içinde. Uzatılan kâğıdı alıp terleyen avuç içlerine bastırdı.
"Bu görevi layığıyla yerine getir bu pisliği hemen ortadan kaldıralım." Selam verip çıktı odadan. Elinde sıktığı kâğıda bir göz attıktan sonra üzerini değiştirmek için ilerlemişti koridorda. Yatakhaneye girdiğinde içeride kendi dışında üç kişi daha vardı. Bir yatakta oturmuş telefonla ilgilenen Nurullah ve Yalçına kafasını sallamıştı. Köşede durmuş kitap tutan Muhammed’e ise göz devirmişti. Ters tuttuğu kitabın içinde telefonla ne yaptığını hepsi de biliyordu. Buruk bir gülümseme yüzüne yerleşirken Nurullah ve Yalçını dürtmüştü. Hepsinin bakışları sırıtarak elinde ki kitaba bakan Muhammed’e sabitlenmişti. Yalçın hızla onun yatağına yaklaşıp kısık bir inlemeyle ona yaklaşınca Muhammed hızla elinde ki kitabı kapatmıştı.
"Ah Muhammed. Ellerin çok sıcak." Yalçın yatağında oturan Muhammed’in üzerine atlarken Nurullah’ın kahkahası koridora kadar ulaşmıştı. Muhammed üzerine çıkan adamdan kurtulmaya çalışırken üzerlerine atlayan Nurullah yüzünden tamamen altta kalmıştı. "Muhammed, çok ateşlisin. Ahhh Muhammed." Yalçın üzerine çıktığı adamın kulağına inlemeye devam ederken Yıldırım etrafı kolaçan etmekle meşguldü. Kahkahasını sıktığı dudaklarına gizlerken cebinden çıkardığı telefona her anı kaydediyordu.
"Ulan hayvanlar kalkın üstümden. Sikeceğim şimdi seni Yalçın onu istiyorsun." Muhammed sinirle bağırmaya devam ederken Yıldırım hemen gelmiş eliyle ağzını kapatmıştı.
"Kıs o sesini geri zekâlı. Binbaşı koridorun sonunda." Duyduklarıyla kelime hepsini silkmişti. Nurullah ve Yalçın yataktan uzaklaşırken Muhammed ortalıkta savrulan kitabı yastığının altına koymuştu.
"Nereden anladınız lan şerefsizler. O kadar kamufle oldum." Yakalanmış olmanın verdiği sinirle üstlerine yürürken Yıldırım onu tekrar uyarmıştı. "Nereden anladınız pek sevgili silah arkadaşlarım?"
"Ulan salak birincisi kitap tersti. Hadi düz olsa sen kim kitap okumak kim. Arkasına saklayacak başka bir şey bulamadın mı?" Muhammed sinirle geri dönüp yatağına oturdu.
"En heyecanlı yerinde geldiniz lan." Onun büzülen dudakları hepsinin göz devirmesine neden olmuştu.
"İğrençsin. Gündüz vakti yapılır mı lan o?" Nurullah öğürmeye çalışırken Yıldırım da onunla beraber aynı hareketlerle Muhammed’in üzerine doğru gidiyordu.
"İğrenç Muhammed. Ateşli adam seni." Yalçın vücudunda gezdirdiği elleriyle karşılarında duran adama öpücük attığında Muhammed ağız dolusu küfürle oturduğu yerden kalkmıştı.
"Ne oluyor burada?" Muhammed istediğini alamadan kapıdan bağıran komutanları onları oldukları yerde ip gibi dizmişti. "Sesinizin ayarını ayarlamak bu kadar zor mu? Kim olduğunuzu sanıyorsunuz siz?" Binbaşı Metin kapıdan attığı adımla ortamda oluşan tüm pozitifliği yok etmişti.
"Emredin Komutanım?" Muhammed bir adım öne çıkıp selam verirken Yalçın dudaklarını birbirine bastırıyor gülüşünü zapt ediyordu.
"Ne emredeyim oğlum. Sesiniz karakolun dışına çıkıyor. Ne bok var bu kadar gülecek. Anlatın beraber gülelim." Öne attığı bir adımı gerisin geri atan Muhammed zorlukla sesli bir şekilde yutkunmuştu. Onun bu hali hepsini zorlarken Binbaşı hala onların suratına bakıyordu.
"Ne olsun Komutanım. Bir şey yok. Klasik ekip işte." Yıldırım imdadına yetiştiği adamın videosunu saniyeler önce ekipte ki herkesin olduğu gruba attığını unutmuş gibiydi. Gururla arkasında kalan adama göz kırpıp ona karşı olan dostluk görevini yerine getirmişti.
"O sesinize dikkat edin." Komutanları son kez hepsine bakmış odadan ayrılmıştı hemen sonra.
"Adamım be. Yiğidim, aslanım. Nasılda yetişti imdadıma." Muhammed arkadaşına gururla sarılırken. Yıldırım ondan uzaklaşmış daha fazla oylanamadan giyinmiş, hızla karakoldan çıkmıştı. Aracın anahtarını alıp dışarı çıktığında Nihal’de okuldan çıkmış ona doğru ilerliyordu.
"Merhaba Nasılsın?" Kadının nazik sesi ona ulaştığında aralarında birkaç adım kalmıştı.
"İyiyim sen nasılsın?"
"İyiyim." Daha fazla konuşmadan ilerlemiş araca binmişlerdi.
"Ben geçen bir yer gördüm küçük bir çay bahçesi gibi. Oraya gitmeye ne dersin? Seçeneklerim pek yok maalesef." Gülümseyen kadın başını eğmişti.
"Tabi olur. Nerden bahsettiğini tahmin ediyorum. Severim orayı." Başını sallayan Yıldırım aracı çalıştırmıştı. Başını çevirdiğinde karakoldan koşarak çıkan ekibini görmüştü. Hilal ve Arslan dahil olmak üzere hepsi aracın içinde ki kadına ve yanında ki adama şaşkınlıkla bakıyordu. Zorlukla yutkunsa da onlara başıyla selam verip gülümsemişti. Aracın ardında kalan ekibe dikiz aynasından son kez bakmıştı. İçinden geçirdiği tüm işkenceler akşam üzerinde uygulanacaktı. Bunun verdiği bilmişlik onu korkutsa da kendini toparlamaya çalıştı. Şu andan itibaren görevine odaklanması gerektiğinin bilincine varmıştı.
"Hayatın nasıl gidiyor Nihal Öğretmen."
"İyi gidiyor da. Bana lütfen sadece Nihal der misin? Okul dışında bu resmiyet hoş değil." Sahte gülümsemesi ardına sakladığı sinirle kadına bir anlık bakmıştı.
"Emredersin Nihal." Kadın ona gülümserken Yıldırım hızla gidecekleri çay bahçesine sürüyordu aracı. Yolun geri kalanında daha fazla konuşmadılar. Yıldırım onun birkaç kez sorduğu soruya kısa cevaplar vermişti. Nihal buna alınsa da uzatmamış gülümseyip önüne dönmüştü. Çay bahçesinin dışına aracı park ettiklerinde Yıldırım derin bir nefes almıştı. Kontağı kapattığında yanında ki kadına dönüp gülümsedi. "Geldik." Ona aynı gülümsemeyle karşılık verdikten sonra araçtan inmişlerdi. Yan yana içeriye geçip Nihal’in seçtiği köşeye oturmuşlardı.
"Bu kısım diğer yerlere göre daha sakin olduğu için burayı hep tercih ediyorum. Gözlerden uzak hem." Başını sallayıp kadının karşısına, kapıyı görecek şekilde oturmuştu.
"Evet gerçi pek kalabalık bir yer değil." Önlerine iki bardak çay ile beraber bir tabakta eğdek tatlısı gelmişti.
"Bu saatlerde normal aslında. İnsanlar akşamları geliyor buraya. Hele ramazan zamanı iftardan sonra burası sahur vaktine kadar tıkış tıkış olur." Başını sallayan Yıldırım bu bilgiyi saniyeler içinde beyninden silmişti.
"Ne güzel. Sevindim." Daha fazla konuşması kadınla yakınlaşması gerektiğini kendine hatırlatıp duruyordu. Ama midesi bunu kaldıramıyordu. Kendine dolu dolu küfürler ederken, durup dururken neden böyle bir bok yediğini düşünüyordu.
"Yıldırım yanlış anlamazsan yaşın kaçtı?" Kadının konu açma girişimleri onu rahatlatırken, gülümseyerek cevap vermişti.
"28 olacağım gelecek ay. Küçük müyüm senden?"
"Hayır ben de 27 oldum birkaç ay önce." Birbirlerine hafif bir gülümsemeyle baktıktan sonra bu kez Yıldırım adım atmıştı.
"Cidden ilk gördüğüm andan beri dikkatimi çekiyorsun. Çok zarifsin." Nihal hissettiği utançla başını eğerken Yıldırım umursamadan masada ki tatlıdan ağzına bir tane atmıştı.
"Teşekkür ederim." Onun şapşal gibi sırıtan suratına gülümseyip çayına yönelmişti. " Ailen nerede?" Yıldırım yutmaya hazırlandığı lokmadan vazgeçmişti. Masada ki peçeteye ağzındakileri bırakırken kadına umursamaz bir bakış attı.
"Öğrenirsem sana da söylerim." Kaşlarını çatan kadına açıklama yapma zahmetine girmedi. "Senin ailen nerede?" Cevabını bildiği sorular sormayı seviyordu.
"Bilmem. Seninle aynı sanırım." O da omuz silkmişti. Ardından ortama çöken sessizlik ikisinide gererken Yıldırım bir cesaretle uzanıp kadının masada duran elini almıştı avuçlarının içine. "Yıldırım?" Kadın ona hayretle bakarken Yıldırım ayağa kalkmış ona daha fazla yaklaşmıştı.
"Sevgilim olur musun?" Şaşkınlıkla açılan ağzını çok sonradan fark edip kapattı Nihal.
"Ama hemen ilk günden."
"Ne ilk günden Nihal. Ben seni buraya geldiğimiz günden beri seviyorum. Hatta sana aşığım." Kadın daha fazla şaşırırken oturduğu yerden hızla kalkmıştı.
"Ama ben hemen şimdi ne diyeceğimi bilmiyorum." Kadın çantasını koluna geçirirken, hızlı adımlarla adamdan uzaklaşmaya başladı.
"Nihal bekler misin beni. Tek başına gidemezsin." Ardından bağıran adama döndü. Haklı olduğunu fark etmişti.
"Bekliyorum." Kasaya giden adam birkaç dakika içinde geri dönmüş düşürdüğü yüz ifadesiyle kadına bakmıştı. "Özür dilerim."
"Sorun değil. Sonuçta senin kararın." Önden ilerlemeye başlayan Yıldırım kendine kızmaya da devam ediyordu. Her şeyi berbat etmişti. Bu kadar hızlı olmaması gerektiğini bilecek kadar tecrübeli olmasına rağmen nasıl böyle bir hata yaptığını hala anlamıyordu.
"Evet ama seni reddetmedim ya sonuçta."
"Kabul de etmedin ama." Aracın yanına gelmiş kadının binmesinin beklemişti. O bindikten sonra direksiyona geçip aracı beklemeden çalıştırmıştı.
"Bana birkaç gün müsaade etsen. Düşünmem lazım, şu an çok saçma bir durumun içindeyim zaten." Yıldırım istemese de başını sallayıp ona hafif bir gülümsemeyle bakmıştı.
"Peki Nihal. Seni bekleyeceğim. Ama lütfen beni bekletme. Zaten en başından beri zor durdum." Utançla gülümseyen kadın başını sallayıp yolu izlemek için sağ tarafına dönmüştü.
............
.
..................................
...........................
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |