
Çok bekletmeden gelmek niyetindeydim ama biraz geciktim. Umarım okurken aynı duyguları hissetmiş oluruz. İyi okumalar.
………………………..
……………………………

…………………………………………
Koşmak zorundasın.
Devrilen atı vururlar.
4 ay geçmişti. Bazıları için 4 yıl gibiydi. O kadar yavaş ve acı doluydu ki. Saatler ölüm gibiydi. Sevgi ve hasret girince işin içine her zaman bir umut oluyordu ama bu hisler her fırsatta canlarını yakmadan da durmuyordu. Levent bu 4 ayda kilo vermiş saçlarına aklar düşmüştü. Bu 4 ayda kimse ona Hilal hakkında bir şey söylememişti. O her sorduğunda kimse konuşmuyordu. Korkuyordu ama ona ulaşamıyordu. Güldüğü son gün yengesinin sorgu için götürüldüğü gün olmuştu. O günden beri hafif birkaç sırıtma dışında hiçbir sevimli mimik yapmamıştı. Sakallarını en son keseli 2 ay olmuştu. Oldukça uzayan sakallarını Kado arada hafiften düzeltiyor ama kısaltmıyordu. Zayıflayan yüzünü sakallarıyla gizlemeye çalışıyordu. Bedenini ise birkaç kat giyinerek. Zayıflayıp düştüğünü sanırlarsa onu her şeyden geri tutarlar diye çok korkuyordu. Kimseye kötü olduğunu, kahrolduğunu göstermemek için elinden geleni yapıyordu. Ama içten içe çöküp mahvolduğunu hissediyordu. Her gün sabah ve akşam aradığı telefona asla cevap alamıyordu. Her günaydın ve iyi akşamlar mesajları cevapsız kalıyordu. Ama bu 4 ay onu asla yıldırmamıştı. Hep arıyor ve mesaj atıyordu. Muhammed’in şakayla karışık söylediği kelime onların gözü önünde boşa çıkıyordu. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur.’ Demişti bir gün, öyle olmamıştı. Hilal her geçen gün o adamın gönlüne daha bir kurulmuş ve kendine orada bir saray inşa etmişti. Levent karım dediği kadına kalbinin hepsini saray gibi inşa etmişti. Ve o saraya ondan başkasını almak bir yana aklından bile geçirmemişti. Şimdi ise ondan alamadığı her haberde kalbinin sarayında ki duvarlar bir bir yıkılıyor, sonra tekrar daha sağlam inşa ediliyordu. Ve bu döngü her gün kendini tekrar edip duruyordu. Bu yaşadığı her şey onun çökmesi için yeterliydi.
Başını yasladığı masadan kaldırırken dün gece yine burada, çalışma odasında uyuya kaldığından her yeri ağrıyordu. Bunu bu aralar o kadar çok tekrarlıyordu ki sağlık sorunları olduğunu anlamayacak kadarda aptal değildi. Zorlukla kalktığı sandalyeden sonra ağrılar içinde esnetmeye çalıştı kendini.
“Götüm kalmıştı tutulmayan yerim. Orası da aldı payını bu kez.” Mırıltıyla konuşmuştu, kendine kızarken bir cevap alamayınca yaptığı saçmalığı fark edip bu kez kızdı kendine. “Salaksın oğlum sen.” Esnemeyi bırakıp odadan çıktı. Evdeki herkes uyanmış ortalıkta dolanıyordu. Saatin kaç olduğunu öğrenmek için kolunu kaldırırken arkadan gülümseyen birinin neşeli sesi gelmişti.
“Ağam. Saat 11 oldu.” Başını hafif çeviren Levent kısık gözlerle ona gülümseyen kadına baktı.
“Sağ ol Nihal.” Başını düzeltip odasına doğru ilerlerken kadının da ardından geldiğini ayak seslerinden anlamıştı. “Bir sorun mu var?” Arkasını dönmeden ilerlemeye devam edip sorusunu sormuştu.
“Hayır ağam. Sonuçta yarın nişanımız var. Bir sorun ve eksik var mı diye kontrol etmek istedim.” Sinirle gözlerini kapatan adam. Nasıl soluduğunun bile farkında değildi. Eğer ki Nihal onun yüzünün halini görseydi çoktan orayı terk etmiş olurdu.
“Doğru hatırladım. “Derin birkaç nefes alıp kadına döndü. “Madem işlerle ilgilenmeye geldin. Devam et. Beni şimdi rahat bırak.” Sakin bir sesle konuştu. Cevap beklemeden odasına girip kapıyı ardından sessizce kapattı. Saniyeler sonra kapattığı kapıya yaslanırken ağladığını fark etti. Gözyaşları sicim gibi akıyordu. Sessizce, hıçkırarak ağlıyordu. Başını arkaya atarken gözyaşlarının akmamasını diledi. Ama bir süredir bedeni, ruhu onu dinlemiyordu. Eksik olanı, mutluluklarını istiyorlardı. Karısını istiyordu. Ruhu eşini bekliyordu. Bedeni ise zaten ölüyordu. “Gel artık kurban olduğum. Gel ya da bir haber ver.” Kendi sesini duymadı ama bunu dilediğini biliyordu. Sadece bir haber. Bir haber bekliyordu. “Yine tüm gün burada seni hayal edeceğim…” Bedenini kapıdan ayırırken zorlukla banyoya atmıştı kendini. Üstündeki her şeyi hızla çıkarıp suyun altına girerken geçen 4 ayı tekrar hatırladı.
Yengesinin götürüldüğü gün, her şeyin yoluna gireceğine emin olmuştu. Ama istediği hiçbir şey olmamıştı. Hatta o karakola gitmeden yengesi geri gelmişti. Şaşkınlıkla Arslan’ı aradığında onun öfkeyle tısladığını duymuştu. Arslan’ın dediği tek şey karakolun karışmış olmasıydı.
“Albay saldırıya uğramış.” Arslan’ın dediği bu kelime sonrası hiçbir şey yolunda gitmemişti. Her şey bir yumak ip gibi birbirine dolanmıştı. Ve onu çözmek için becerileri yoktu.
Albay aldığı yaralar ile apar topar Ankara’ya gönderilirken yeni gelecek komutan için her şeyi durdurmak zorunda bırakmışlardı. Buna yengesini geri yollamak dahildi. Yeni komutan bir ay sonra vaktinden çok geç gelmişti. Toy ve umursamaz tavrı o günden beri hepsinin sinirlenmesine neden olurken hiçbiri onunla doğru düzgün bir toplantı bile yapamamıştı. Levent o günden beri okulu bahane ederek karakola yaklaşıyordu. Yeni komutan onun karakola gereksiz gelişlerini saçma bulmuş. Bir daha gelmemesi için onu uyarmıştı. Ve hepsinin sinirlenmesine neden olan bir diğer şey buydu. Geldiğinden beri yaptığı tek iş Levent’in karakola gelmesini yasaklamaktı. En başta Binbaşı ve diğerleri olmak üzere hepsi bunda bir gariplik olduğunun farkındaydı. Ama ne yapacaklarını bile bilmiyorlardı. Üstelik hiçbir askerin karakoldan uzaklaşmaması için emir vermişti. Yapacak hiçbir şeyi olmayan askerler karakolun içinde hamlarken komutanları her gün merkeze gidiyor ve saatler sonra geri dönüyordu. Binbaşının ona teklif ettiği her toplantıyı gereksiz bulup yok sayıyordu. Karakolda ortam giderek kızışırken kimse bildikleri şeyleri ortalarda konuşmamaya başlamıştı.
Okulu bahane edip gittiği bir seferinde Arslan ve diğerleri ile buluştuğunda onlara en başta karar verdikleri planı uygulamak için fikir vermişti. Ve bu fikri verdikten sonra her şeyin daha beter hale geleceğini bilmiyordu. Yıldırım ile bir ilişkisi olduğu halde ona attığı ilk adımda Nihal ona koşarak gelmişti. Levent bunu beklemiyordu. Kimse beklemiyordu. Yıldırım uzun süredir yaptığı her şeyin boşa gittiğini düşünmüştü ki. Bir gün Nihal’in onunla arka bahçede buluşmak istemesi sonrası bazı şeyler açıklığa kavuşmuştu.
“Yıldırım, sadece ablam için yapıyorum bunu. Ağamı sevmiyorum. Beni sakın bırakma.” O gün dediği her şey herkesi rahatlatmıştı ilk başlarda. Ama çok kısa süre sonra Nihal, Yıldırım ile olan tüm bağını bir anda kesmişti. Ve hemen ardından Levent’in dibinden ayrılmaz olmuştu. Yıldırım ona her ulaşmak istediğinde cevapsız kalıyordu.
Suyun altından çıktığında ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Üzerine geçirdiği pantolon gömlekle uğraşmadan serseri gibi bırakıp dışarı çıkmıştı. Birkaç adım atmıştı ki arkadan ona seslenen kadına döndü.
“Ağamız. Nereye gidiyorsun?” Yengesi bu geçen 4 ayda daha bir gençleşmiş gibiydi. Bu onu öfkelendiyor onu görmek bile istemiyordu.
“Neden yenge, bir sorun mu var?” kadının ona hızlı adımlarla yaklaşmasını izledi.
“Yok ağam soruyorum.” Kısık gözlerle birbirlerine bakan ikiliden ilk pes eden Levent olmuştu. Onu daha fazla görmek istemiyordu.
“Tamam gidiyorum.” Başını sallayan kadına aynı şekilde karşılık vermişti.
“Ağam bilesin komutanı yarın ki güzel gün için buyur ettim.” Attığı adımı geri alan Levent kadının karşısına geçti.
“Kimi?” Sorusu bir yılanın tıslaması arasında konuşurken ki tonda çıkmıştı.
“Karakolun komutanını.” Cevap kısa ve netti. Sinirle soluyan adam karşısında ki kadına bir adımda yaklaştı.
“Kovup durduğun askerlerden birini. Hem de onu?” Kaşlarını çatarken Kadonun günler önce ona dediği şey beyninde şimşek gibi çakmıştı. Beyninin bunu nasıl yok saydığını anlamıyordu. O komutan neredeyse her gün evine geliyordu. “Yenge, o komutan neden her gün benim evime geliyor?” Aniden sorduğu şey kadının afallamasına neden olurken, bir şeylerin farkına yeni vardığı için kendine büyük bir küfürü armağan etmişti.
“Ne demek o ağam. Misafirdir, kovamam değil mi?” aylar sonra kıvrılmaya hazır dudağını zorlukla bastırdı. Şimdi değil.
“Haklısın. Benimki soru işte. Çağır istediğini.” Kadının rahatça aldığı nefes ondan çok Levent’i rahatlatmıştı. “Hadi selametle yenge.” Kadın ona gülümseyerek el sallarken, ilk durağının karakol olacağı çok netti. “Aptal Levent, aptal açsana biraz gözlerini…” aracını çalıştırdığında Arslan’a konuşmalarını belirten kısa bir mesaj atmıştı.
&&&
Aracından inen adamı gördüğünde hızla abisine kısa bir mesaj atan Arslan yanına gelen çocuklarla arka tarafa hızlı adımlarla ilerlemişti. Heyecanlıydı, Levent aylar sonra bir şey konuşmak istemişti. Ve bugün ilk mesajı Hilalle ilgili değildi. Kesinlikle bir şeyler vardı.
“Şansa komutan yine merkeze gitti.”
“Her gün gidiyor zaten komutanım.” Nurullah buruşturduğu suratıyla konuşurken önden ilerlemeye devam etti. Arka tarafın temiz olduğunu anladığında diğerlerinin geçmesi için yolu açmıştı. Levent her zaman yaptığı gibi okulun tarafından gelip duvardan bu tarafa atlayacaktı. Arkasını kontrol eden Nurullah kimsenin gelmediğinden emin olduktan sonra kendisi de onların yanına ilerlemişti. Yere oturan Yalçın ve İsmail’in yanına oturmuştu. Ayakta durup sigara içmeye başlayan Muhammed, Yıldırım ve Arslan’a göz devirirken kendisi de bir sigara yakmıştı.
“Arslan…” Hızlı adımlarla gelen Levent duvardan bir sıçramayla atlamış heyecanla onlara ilerlemişti. Yerde oturanlar da hızla ayağa kalkarken adamın yüzünde ki ifade hepsinin yüzüne dağılmıştı.
“İyi bir şeylerle geldiğine eminim.” Arslan sigarasını postalının altında ezerken gelen adama aynı heyecanla karşılık verdi.
“Çok önemli bir şey fark ettim. Doğrusu bunu yeni fark etmem saçma ama bilmiyorum.” Heyecanla konuşmaya devam ederken Ortamda ki herkes onun kıpır kıpır hareketleri karşısında giderek daha fazla heyecanlanıyordu.
“Anlat ne fark ettin?” Yalçın daha fazla dayanamazken adama yaklaşmıştı.
“Yengem ve yeni gelen komutan.” Duydukları isimler karşısında hepsi şaşkınlıkla kalakalırken Levent sakinlikle en baştan anlatamaya başladı. “Şimdi ben evden çıkarken yengem bana yarın ki nişana komutanı çağırdığını söyledi. Yani sizde biliyorsunuz yengem sizleri sevmez. Buna şaşırdım sonra Kadonun bana o komutanın her gün bize gelip birkaç saat kaldığını söylediğini hatırladım. Sanırım ruh halim yüzünden bu bilgiyi pek önemsemedim o zaman.” Arslan kocaman açtığı gözlerinden sonra oyalanmadan telefonunu çıkarıp birini aramıştı. Onların yanından uzaklaşıp konuşmaya devam ederken birkaç saniye sonra geri gelmişti.
“Biraz bekleyin Binbaşım gelecek.” Hepsi başlarını sallarken Nurullah bir sigara uzatmıştı Levent’e.
“Sakinleş biraz ağa.” Muhammed’in gülümseyerek dediği şey sonrası derin bir nefes alıp sigarasını yakmak için çakmak sırasını bekledi. Onlar daha sigarasının yarısına gelmeden Binbaşı Metin köşede belirmişti.
“Ne oldu?” Levent gelen adama başıyla selam verip elini uzatıp kısa bir tokalaşma yaşadı.
“Binbaşım, Levent çok önemli bir şey söyledi.” Arslan biraz önce konuşdan daha heyecanlı bir şekilde konuşmaya devam etti.
“Nedir o?” Binbaşı onların heyecanını görse bile sakin olmaya çalışıyordu. Geçen 4 ay onların zaten sürekli hüsrana uğramasına neden olmuştu.
“Komutanımızın her gün buradan çıkıp ağanın evine gidip, birde sadece Asiye Şahin koru ile görüşmesinden bahsetti.” Binbaşı duyduğu şeyden sonra havalanan kaşlarını son anda fark edip düzeltti.
“Emin misin?” Levent hızla öne çıkıp en başta dediği şeyleri tekrar etti. “Bu büyük bir şey, ama çok fazla soru da var. Ben Albay ile iletişime geçeceğim kendisi ile birkaç haftadır kısa iletişimler içindeydik. Ona anlatmam lazım. O bize yardımcı olur.” Hepsi başını sallarken Binbaşı, Levent’e yaklaştı. “Ama yarın ki nişanı iptal edemeyiz. Bunun için umudun olmasın. Buna devam et ağa.” Başını istemse bile onu onaylamak için sallamıştı Levent.
“Merak etmeyin.” Arkasını dönüp gidecek komutana tekrar seslendi. “Komutan, lütfen sadece kısa bir şey söyleyin. Hilal iyi mi?” Ne diyeceğini bilemeyen adam ona bakmaya devam etti. “Evet ya da hayır demeniz yeterli.” Sıktığı dudaklarını hafifçe aralayan adam doğru mu, yalan mı söylese karar vermemişti.
“Hayır…” Dediği tek şey bu olmuştu. Doğru ya da yalan. Levent bunu bilmeyecekti. Oysa kendisi bile tam bilmiyordu.
“Hayır mı?” kalbinin parçalara ayrıldığını hissettiğinde zorlukla dik duruyordu. Omuzları yavaş yavaş çökerken onların önünde ağladığına inanmasa bile tutamadı kendini. “Hilal iyi değil mi?” Nefessiz sesi o kadar zor duyulmuştu ki. “Neden? Ne oldu?” Sorusu cevapsız kalmıştı. Kimse ona cevap veremiyordu. Vermek istemiyordu.
“Levent… Biz sana başka bir şey söyleyemeyiz. Bu Hilalin isteği.” Geriye doğru sendeleyen adamı Yıldırım kolundan kavramıştı.
“O istedi ne demek?” Kızaran yüzünü, yandığı için hissediyordu. Başını eğmek istese bile gururu ona izin vermiyordu.
“Git istersen, ben sana bir şey olursa haber veririm.” Arslan onun omzunu sıvazlayıp sırtından ileriye doğru iterken Levent bir adım dahi atamamıştı. Olduğu yerde donarken Arslan dediği şeyler yüzünden kendine kızmıştı. Levent hemen bu bahçeden çıkmalıydı. Komutanları çıkalı baya olmuştu heran gelebilirdi. Ve Levent’i burada görmesi hepsi için büyük sorun olurdu. Zorlukla yanına gelen arkadaşları ile birlikte Levent’i okulun bahçesine kadar ite kaka götürmüşlerdi. “Bak Levent bu zor biliyorum ama, lütfen bizi de zor durumda bırakma.” Ona bakan adama acıyarak baktı Arslan.
“Gidiyorum. Artık sadece telefonda görüşürüz. Bir daha gelmem.” Dimdik ilerledi. Ne omuzları çöktü ne başını eğdi. Aracına binip anahtarı çevirirken sızlayan burnunu ovuşturarak geçiştirdi. Direksiyonu sıkmaktan beyazlayan parmak boğumları ile uzun süre bakıştı. “Bunu sen istemedin. Seni zorladılar, bunu biliyorum. Seni çok iyi tanıyorum Hilal.” Frene basarken telefonunu alıp son aramalarda üçüncü sırada duran numarayı tekrar aradı. “Açma, istediğin kadar açma. Sonunda bulacağım seni.” Hızını arttırırken dudağında oluşan gülümsemeyi silmedi. “İyisin… Yalan söylüyorlar.” Bunu o kadar içten ve yüksek sesle söylemişti ki. Hilal kesinlikle iyiydi. Kendisi bile arayıp iyi olmadığını söylese Levent ona bile inanamayacaktı. Görmeden, dokunmadan, hissetmeden bildiği kadın çok iyiydi. Kimsenin laflarıyla kötü değildi. Kendine kızmaya başladı. Ne diye onlara sorduysa, bilemeyecek ve doğru konuşmayacak kadar hayattan haberi olmayan bir adama ne sorduğunu daha neyi idrak ediyordu. “Aptallık bende. Seni tanımıyor ki.” O kadar mutluydu ki. Gören kesinlikle yarın ki nişan için sanırdı bu mutluluğu.
Levent ne yaptığını bilmiyordu. Bildiği tek şey Hilal iyiydi. Ve bu düşünce ona her şeyi yaptıracak kadar onu sersemletmişti. Beyni ona durmasını söylese bile sadece kalbinin deli gibi atmasını hissetti. Beyni ona bir hatıra verdi. Gecenin karanlığında kollarında ki kadının gülümsemesini. Kalbi sızladı. Canı yandı. Gözyaşı aktı.
“En çok ses tonunu özledim.” Ayrılıktan sonra, bir sevgiliden sonra ardında kalanlar yavaş yavaş silinir derler. En sona kokusu kalırmış. O kokuyu duyduğun her an ölüm olurmuş. Ölmek istiyordu. O kokuyu bir kere daha duymak için gerekirse ölmek istiyordu. Ölmeye hazırdı.
Sesini unutuyordu ama diğer sevgililer gibi kokusunu asla unutamayacağını biliyordu. O kokuyu her içine çektiği an soluk bir rüya gibi beyninde tekrar ediyor ve edecekti. Levent sonunda Hilal ile kavuşacağına emin değildi. Ama sonunda onunla öleceğine emindi. Hilal onun sadece sevdiği kadın değildi. Hilal onun her şeyiydi. Aldığı nefes, içtiği su, yürüdüğü yol, uyuduğu uyku. Hilal bu adamın kendisiydi.
Araç evinin önünde durduğunda hiç beklemeden inmişti. Odasına ilerlerken gördüğü kimseye bir anlık bakış bile atmamıştı. Ama onu her gören adamın yüzündeki gülümsemeden dolayı hayretler içinde kalmıştı. Bu adam aylar sonra sırıtmıyor açıkça gülümsüyordu.
“Ağam…” arkasından gelen adamın ona seslenmesini bile duymamazlıktan gelip ilerlemeye devam etti. “Ağam…” Duymadı, duymak istemedi. Sadece odasına gitmek yatağına uzanmak istiyordu tekrar sevdiği kadını ve yaşadıkları her anı hatırlayıp gününü bitirmek istiyordu. Her gününü bu şekilde bitirmeye hazırdı. Kimse ona dokunmadan onu alıkoymadan sadece hatıralarıyla bile yaşamaya razıydı. “Ağam lütfen…” Sabırla döndü arkasına, bakışları ile hemen konuşmasını istediği adamın korku dolu ifadesini gördüğünde kaşları çatılmıştı. “Komutan…” Dediği tek kelime adamın aklına sadece birini getirdi. Aklından hiç gitmeyen birini.
“Hilal mi?” Heyecanla sorarken ifadenin olumsuzca bir baş sallamayla geldiğini gördüğünde düşen omuzlarına engel olamadı.
“Komutan olan o adam. Nihal öğretmene tokat attı.” Beyninden vurulmuşa dönen Levent irice açtığı gözleriyle ona konuşan adama yaklaştı.
“Ne hakla?” Kado korkuyla başını eğerken Konuşmaya devam etmek için zorladı kendini.
“Bilmiyorum ağam. Komutan ve ablasının olduğu odaya girdi. Bağırış seslerinden sonra kısa bir sessizlik oldu. O sırada yukarıya vardım. Nihal hanımın o adama ona vurduğu için öleceğini söylediğini duydum.” Aklı karışan adam konuşan adamı daha fazla dinlemedi.
“Nihal!!!” Sesi evin her yerinde yankılanmıştı. Nihal ile birlikte evde kim varsa bahçeye inmişti.
“Ağam?” Levent kadının hafif kızaran yanağına göz attı.
“Sana kim hangi cüretle tokat attı?” sesi sakin değildi. Öfkeyle kükreyen bir aslan karşılarında duruyordu.
“Ağam önemli değil.” Levent başını olumsuzca salladı.
“Önemli… Önemli duydun mu?” Merdivenlerden inen yengesine ve komutana baktı. “Sendin…” Son basamaklarını inen komutana yaklaşıp onu yakalarından tutmuştu. “Nesin bilmiyorum ama bu saatten sonra evime adım atarsan seni öldürürüm. Nişanlım olacak kadını geçtim bir kadına tokat atacak adam o üstündekini giymez. Sen nesin lan?” öfkeli sesi yakalarını tuttuğu adamın suratına bir tane çakmamak için kendini tutması için tek nedendi. Sesi ne kadar yüksek çıkarsa kendini o kadar dizginliyordu.
“Çek ellerini. Karşında kim var senin?” komutanın öfkeli sesi onun sesiyle karışırken Levent bir adım bile geri adım atmamıştı.
“Karşımda bir asker olmadığı kesin.” Dediği şey ortamdaki herkesin sesini bir bıçak gibi kesmişti. Yengesinin korku dolu gözleri adamın daha fazla sinirini bozarken burada tam olarak ne döndüğünü anlamayacak kadar sersemlemiş hissediyordu.
“Laflarının nereye gittiğine dikkat et ağa.” Adamın aynı Levent gibi öfkeli sesi kimsenin çıt çıkarmamasına neden olmuştu.
“Bana bak Komutan. Evimde bir kadına el kaldırmak gibi bir hata yaptın. Evimi geçtim. Köyümde hiç kimse bir kadına eline kaldıramaz.” Herkes sessizlik içinde iki adamın sözlü öfke kusmasını izliyordu. Nihal olayların kendi yüzünden olduğu kanısına varırken ablasından aldığı nefret dolu bakışlar onu daha fazla rahatsız ediyordu. Konuşmak istiyordu ama olayların daha fazla çıkmaza girmesini de istemiyordu. Bakışları Levent’e döndüğünde zorlukla bir nefes aldı. Çıkmaz falan düşünmesi artık çok saçmaydı. Levent’in ifadesi zaten son radde de olduğunu gösteriyordu.
“Abla…” Zorlukla çıkan sesi herkesin ona dönmesine neden olmuştu. “Özür dilerim benim hatamdı. Komutan buradan gitmeli. Hemen.” İfadesinin altında yatan korkuyu sadece ablası fark etmişti.
“Haklısın. Gidin komutan, yarın nişanımız var.” Adam bu telaşın sebebini sorgulamadan hızla evden çıkmıştı.
“Nihal… Özür dilemek ne?” Levent yanında duran kadına öfkeyle dönerken onun korku dolu gözlerini gördüğünde, ondan uzaklaşıp sakinleşmeye çalıştı. “Sen sana şiddet uygulamış ciğeri beş para etmez birinden nasıl özür dilersin?” Sakin çıkarmaya çalıştığı sesi, oldukça çatallı çıkmıştı. Etrafta duran herkes bir bir odalara çekilirken üç kişi birbirlerinde dolanan gözlerini ayırmadan bahçenin ortasında durdu.
“Hatalıydım ağam.” Nihal zar zor birkaç kelime konuşurken, Levent sinirle saçlarını çekiştirmiş kadından birkaç adım uzaklaşmıştı.
“Hatalı olman şiddet göreceğin anlamına gelmiyor.” Sakin kalmadı, sesi sokağa ulaşmıştı. “Sana el kaldıran birinden özür dilemeni aklım almıyor.” Aklına gelen kadını düşündüğünde, neler yaşadığını hatırladığında öfkesi giderek kabarıyordu. “Nihal, bana adam akıllı bir cevap vermezsen yerimde tutamazsın beni.” Kadın korkuyla bir adamda bir ablasında dolaşan gözlerini hızla kapattı. Yumruk yaptığı ellerini arkasına saklayan kadın akmak için an kollayan yaşlarını tutmakta zorlanıyordu.
“Ağam…” Tutmakta zorlandığı gözyaşları akmaya başlamıştı. “Ben istemeden… İstemedim.” Hıçkırıkları arasında kurduğu birkaç cümle adam için hiçbir şey ifade etmiyordu. Kadının anlamlı bir iki kelime söylemesi için can atıyordu. “Özür dilerim ağam…” Adam duyduğu şeyden sonra daha fazla kendisini tutamamıştı.
“Yenge…” Seslendiği kadın hızla başını kaldırıp adama kardeşi gibi korku dolu gözlerle bakmıştı. “Asiye…” Levent tıslayarak söylediği isimden sonra kusmak istiyordu. “Kardeşine el kaldıran adamı nasıl görmezden gelirsin. Yetmezmiş gibi yarın nişana çağırırsın?” Levent başından beri Nihale göstermek istemediği öfkesini yengesine açıkça gösteriyor hatta üzerine yürüyordu. “Nasıl ya bana bir anlatsana?” Birkaç adım ondan uzak durduğunda burnuna gelen sigara kokusu onu şaşkınlığa uğratmıştı. Buruşturduğu yüzünü geriye çekerken kadına attığı ifade soru doluydu. “Sen sigara mı içiyorsun?” Kadının ona gülümsemesi o an için çok anlamsız gelmişti ona.
“Ne sigarası ağam?”
“Neyse bunu sonra konuşacağız. Sen ilk soruma cevap ver.” Kadının yüzündeki gülüş yok olurken, Levent bir şeyler döndüğünden artık tamamen emindi. Dakikalar geçerken iki kadından Nihal’in hıçkırıkları dışında hiçbir ses çıkmıyordu. “Yenge?” Hiçbir cevap alamadı. “Nihal?” Gelen tek ses hıçkırık olmuştu. “Peki… Seni okula götüreceğim. Hazırlan.” Yengesinin delici bakışlarını yok sayarken ilerleyen kadının ardından baktı. “Sence de çok saçma değil mi yenge?” Mırıltıyla konuşurken izlediği kadın gözden kaybolduğunda yengesine döndü. “Tek varlığını bir adamdan bile koruyamamak. Onu yok saymak sence de çok saçma değil mi?” Kadının gözlerine bakarken ona her saniye bir adım daha yaklaştı. “Uğruna insan öldüreceğin kardeşini, bir adam yok sayarken öylece durmak…” Kadının koyulaşan gözlerini izlerken doğru yönde ilerlediğini fark etmişti. “Benim kardeşim olsaydı. Ona kalkan eli kırardım. Yetmez el kaldırmaya cesaret eden o hayvanı yerin yedi kat dibine gömerdim. Sende ki bu rahatlık sence de saçma değil mi?” Yengesinin ateş topuna dönen gözlerini gördüğünde zevkten dört köşe olacak haldeydi. “Yani düşününce biri canıma, kanıma el sürecek ve ben sessizce duracağım. Saçma değil mi yenge?” Sesi yükselirken kadına doğru son bir adım daha attı. “Bir hain anca kardeşini bile yok sayar.” Fısıltısı kadının titremesine neden olurken, beti benzi atan yengesine hafif bir dudak kıvırmayla baktı. “Haklı mıyım?” Sormuştu ama cevaba ihtiyacı yoktu. Zaten cevabını çok net biliyordu.
“Ağam…” Kötü bir ağlama yüzünden sesi çatallaşan kadın adama yaklaştı. “Hazırım ben.” Başını sallayan adam onu kolundan tutup peşinden çekiştirmeye başlamıştı. “Ağam özür dilerim.” Evin dışına adım attıklarında kadının koluna bırakıp onu karşısına almıştı.
“Eğer ki bir özür daha dilersen. O karakola dalarım.” Başını hızla sallayan kadın başka bir şey söylemedi. Onu izleyen Levent istediğini elde etmişti. Onun tarafına geçip ona kapıyı açıp binmesini beklemişti. Birkaç saniye sonra kendisi de otururken koltuğuna kadına emniyet kemerini işaret etmişti.
“Ağam… Bir şey sormak istiyorum.” Histerik bir gülüşle ona dönen adam birkaç saniye kadına baktı.
“Olacak iş mi? Ben bir tane sordum cevap vermemek için bin takla attınız. Şimdi de sen mi soracaksın? Sor bakalım.” Başını eğen kadın kucağında duran elleriyle oynarken adam çoktan arabayı evden uzaklaştırmıştı.
“Hilal…” Demiş susmuştu. Levent’in direksiyonu sıkan eline bakarken yanlış bir konuya girdiğini geç fark etmişti.
“Ne olmuş?” Umursamaz sesi, öfkeyle direksiyonu sıkan eli birbirlerinden çok farklı iki insana ait gibiydi.
“İyi mi?” Adamın seğiren çenesini görmedi. Sorduğu sorudan sonra korkuyla başını eğmişti.
“İyidir… Muhatap değiliz.” Kestirip atan adama hayretle baktı.
“Nasıl değilsiniz?” anlam veremiyordu. Bu aşk nasıl iki üç kelime ile geçiştirilebilirdi.
“Değiliz işte Nihal. Merak etme onunla görüşmüyorum.” Başını olumsuzluk dolu bir ifadeyle sallayan kadın ona dönüp bakakaldı.
“Durabilir misiniz?” Levent etrafına baktığında kaş çatmıştı.
“Bekle az. İlerde çay içeriz.” Başını sallayan kadın soracağı her şeyi aklında toparlamak için bulduğu fırsatı değerlendirdi. Birkaç dakika sonra araç durduğunda geldikleri yer onu hüzne boğmuştu. Yıldırım ile burada oturmuş ve aşk itirafı almıştı. Hatırladığı anı onu gülümsetirken derin bir nefes alıp ilerleyen adamı takip etti. “Burası iyi otur bakalım.” Ceketini çıkarıp oturan kadın karşısında ki adamın iki çay için yaptığı işarete tepkisiz kaldı. “Söyle bakalım.” Omuz silken kadın çok geçmeden gelen çayına şekerini atıp yavaş hareketlerle karıştırıyordu.
“Aslında merak ettiğim. Nasıl unuttuğunuz.” Duyduğu sorudan sonra içmek için kaldırdığı bardak dudaklarında kalan adam ona kısa bir bakış atmıştı.
“Neyi Nihal?” Çayından bir yudum alan kadın dudak büzüp kısaca cevaplamıştı.
“Hilal’i…” Levent içmeye fırsat bulamadığı çayı masaya geri bırakırken hafifçe sırıtmıştı.
“Bu soruda nereden çıktı?”
“Hiç merak ettim sadece. Gerçekten seveni unutmak ne kadar sürer? Ne kadar acı çektiğinizi merak ediyorum.” Adam sıktığı dudaklarının altından gülümsedi.
“Ne değişik şeyleri merak ediyorsun.” Ona hala cevap beklediğini gösteren bir ifadeyle bakan kadın cevap alamamıştı.
“Unutmadınız.” Beyninden vurulmuşa dönen adam hızla başını kaldırıp ona baktı. “Haklısın aslında. Bende unutamadım. Hiç kolay değil ki.” Duyduğu itiraf adamı şaşkınlığa uğratırken ne diyeceğini bilemedi. Kimden bahsettiğini biliyordu ama bunu bildiğini söyleyemezdi.
“Nihal…”
“Yok bir şey… Sadece ikimiz içinde karlı olacak ama hiçbir gerçekliği olmayacak bir yola giriyoruz. Sizce zamanla birbirimizi sevebilir miyiz? Ben sanmıyorum. Bunu çok düşündüm ama beceremedim. Düşüncesi bile beni rahatsız etti. Kalbimde sadece biri var ve onu her gün kırdığımı gözlerinde görüyorum. Canım acıyor ve sevdanın nasıl can yaktığını öğrendim. Size hak veriyorum ve size kendime üzüldüğüm kadar üzülüyorum. Özür dilerim ağam. Biz ikimiz, bence çok beceriksiz iki insanız.” Adam şaşkınlıkla karşısında dolu dolu gözlerle konuşan kadına baktı. Canı yanıyordu demek. Onu anlayacak kadar bu acıyı hissediyordu. Seğiren dudaklarını birbirine bastırdı.
“Nihal…”
“Lütfen susun ağam… Ben suçluyum bu olayda. Onu yüzüstü bıraktım ardıma bile bakmadım. Zorundaydım. Eğer ki bakarsam ona neler olurdu bilmiyorum bile. Onun için ondan vazgeçmek ne kadar saçma değil mi?” Duyduğu her şeyin bir itiraf olduğunu biliyordu. Ama diyecek hiçbir şeyi yoktu.
“Haklısın…” Kadın firar eden birkaç yaşını elinin tersiyle yok ederken adama döndü. “İkimizde beceriksiz birer insanız. Nasıl sevilir, nasıl korunur bilemiyoruz? Yetmiyor önce onların, sonra kendi canımızı yakmaktan da geri durmuyoruz.” Başını sallayan kadın içinin titrediğini hissediyordu. “Unutulmuyor Nihal. Sordun ya, unutulmuyor. İstediğin kadar uğraş, uğruna ölmeyi kabul ettiğin. Uğruna ondan vazgeçtiğin insan unutulmuyor.” Gözyaşları akmaya devam eden kadın sadece birkaç hızlı hareketle başını sallamıştı.
“Haklısınız… Benimki de soru işte. Bir umut belki huzur bulurum dedim.” Başını kucağında ki ellerinden kaldırmayan kadın onu dikkatle izleyen adamı hissediyordu ama bakacak cesareti yoktu.
“Bunlarla beraber yaşamak zorundayız. Ne zaman biter… Biter mi? Emin değilim. Yaşayıp, göreceğiz.” Eğdiği başını kaldırmayan kadın onu onaylayan kısa bir mırıltı çıkarmıştı.
“Gidelim artık.” Dakikalar sonra soğuyan çayına bakarken bunu söylemişti. Başını sallayan adam onun araca gidişini izlerken çayları ödeyip onun ardından ilerlemişti.
&&&
Gözlerini açtığında haftalardır aynı şeyi görüyordu. Odasının asla değişmemiş tavanı. Sıkıntıyla bir nefes alırken zorlukla doğruldu yataktan. Kaburgaları hala ani hareketlerinde ona acı veriyordu. Eli yarasına giderken içten bir küfürde etmişti.
“İtin oğulları başka yer kalmamıştı sanki.” Yatağından kalkmadan kapısı sertçe vurulmuş o ses vermeden kapı aniden açılmıştı.
“Abla iyi misin?” Kardeşinin korku dolu gözlerini gördüğünde gülmek istese bile tutmuştu kendini.
“Ulan şerefsiz ben ses vermeden niye giriyorsun odama?” Kardeşinin sertçe yutkunup kapıya geri adımlarla yaklaşmasını görse bile bir şey demedi.
“Yaşlandın herhalde. On kere çaldım, kulağın mı sağır?” cevap beklemeden koşarak odadan çıkan kardeşine sadece göz devirmişti.
“Geri zekâlı…” Onun ardından bağırırken aşağıdan gelen cevap sinirini daha fazla bozmuştu.
“Abla sen geri, ben zekalı…” Verdiği cevaba gülen kardeşinin ensesine bir tane yapıştırmak için yatağından kalkarken aşağıdan gelen bağırtıyla yerinde durmuştu. “Baba ya…”
“Ne baba ya? Ablanla düzgün konuş demedim mi ben sana?”
“Dedin…”
“Bak alırım seni ayağımın altına.”
“Baba ama sende hak ediyor ama ablamda.”
“Eşek sıpası yürü hazırlan benimle geleceksin işe.”
“Baba ben senin sıpan mıyım?” Evde tepinmeye başlayan kardeşinin sesi kulaklarını rahatsız etmişti.
“Ulan şerefsiz gel sen buraya.” Babasının ve kardeşinin hır gürle evden çıktığını duyduktan sonra odasından çıkıp banyoya girmişti. Elini yüzünü yıkadıktan sonra tekrar odasına giderken annesinin ona seslendiğini duymuştu.
“Efendim anne?”
“Hadi kahvaltıya gel.”
“Üzerimi değiştirip geliyorum.” Kapısını kapattıktan sonra hızla giyinip inmişti. Masaya otururken annesi ona bir bardak çay uzatmıştı. “Teşekkür ederim.” Çayına şekerini atıp karıştırırken, gözleri masada ki tabaklarda dolanıyordu. Eve geleli üç ay olmuştu ve bu üç ayda masayı her gördüğünde şaşırıyordu. “Markete mi gittin?” sorusunu oldukça nazik bir tonda sormuştu.
“Yok kızım baban haftalık alıyor her şeyi.” Kaşları havalanırken dudağını büzdü.
“Ne zamandır?”
“Ne ne zamandır?”
“Ne zamandır eve bu kadar önem veriyor?” Annesinin yerinde kıpırdanmasını izlerken gülümsedi. “Beni kandırmak için değil mi? Göz boyuyor sadece. Geri giderim de yine rezil olur korkusuyla ilgili baba tavırları sergilemeye başladı.”
“O ne demek Hilal, gitmek istersen gidersin. Kimse seni zorlamıyor ama emekli olmanın senin için en doğrusu olduğunu herkes biliyor.” Çatalını tabağında duran salatalığa batırırken güldü.
“Herkes benim hakkımda en doğru şeyleri nasılda biliyor. Telefonumu elimden aldınız. Farkında mısın? Ağrılarım yüzünden evden çıkamıyorum diye beni zapt edebildiğinizi falan mı sanıyorsunuz?” Sesi öfkeliydi. “Bu masayı bu evden gitmeden öncesinde çocukluğumda bile görmedim. Paramız varken bile ne bayramda ne başka günde. Şimdi, şimdi neden bu oyunları oynuyorsunuz. Salak mıyım ben? Aptal ya da kör müyüm? Ne yaptığınızın farkında değil miyim? Emekli olduğum gibi siz yine eskisi gibi olacaksınız. Ve beni o lanet çiçek dükkanına hapsedeceksiniz. Ben bunu istemiyorum.” Salatalık saplı çatalını tabağına bıraktı. “Sağ ol cidden. Bunca sene neden gelmediğimi bu üç ayda çok net anladım.” Sesi hiçbir acıma tonunu barındırmıyordu. Odasına hapsedildiği her gün bunları içinde defalarca tekrarlamıştı zaten. “Sence ben kimin kızıyım da benimle oynuyorsunuz? Birde bu yönden bakın. Babam en zeki insan ya. Bende onun kızıyım.” Masadan kalkarken annesinin iki büklüm olmuş bedenine baktı. O kadının o halini gördüğün de kendini tutmakta zorlandı. “Ama ne var biliyor musun? En çokta senin kızınım. Duygusal bir aptalım. Sizi tanımasam bunlara inanırdım. Ve yok sayıp inanmak çok istedim.” Arkasını dönüp odasına çıkarken bedeninin değil de, dediği şeylerin doğruluğu yüzünden acı çekmişti.
“Hilal…” Ardından seslenen annesini duyduğunda yerinde donmuştu.
“Evet?” Ona bakamadı canı yanıyordu ve ona bakarsa ağlayacağından korkuyordu.
“Haklısın aslında. Gel kahvaltını yap. Seninle konuşalım.”
“Tamam…” Annesinin gittiğini fark ettiğinde kendini toparlamak için birkaç dakika olduğu yerde nefes alıp vermişti. “Peki, baştan başlayalım güne.” Aşağıya inip masaya otururken annesi ona yenilediği çay bardağını uzatmıştı.
“Seni anlıyorum kızım. Ama sende bizi anlıyorsun değil mi?” Anlamak istemese bile yaptıkları her şeyin nedenini düşünürken hep onları anlamak için çabalamıştı.
“Sanırım…”
“Peki, kardeşin bize vurulduğunu söylediğinde ne hissettik biliyor musun? Sanırsın… Ama ben sana anlatayım. Baban sen eve gelene kadar doğru düzgün yemek yemedi. Uyku uyuyamadı. İşleri aksadı, kardeşin olmasaydı şu iki ayda çoktan batmıştı. Bizimle tek kelime konuştu oda senin nasıl olduğunu sordu sadece, her gün hem de. Bunlar sana oyun gibi geliyor haklısın. Oyun sanki, ben bile evlendiğimden beri evimde bunları görmedim. Aramadım da, neden biliyor musun? Çünkü biz tüm her şeyi sizin için yaptık. Boşa bir kuruş harcamak istemedik. Her kuruşu köşeye sen ve kardeşin için kaldırdık. Aslında buda yanlıştı. Size çocukluğunuzu yaşatamadık. Ama sanki siz doğduğunuz gibi babanızın da benimde omuzlarımıza öyle bir yük binmişti ki. Ne yapacağımızı bilemedik. Ve en yanlışını yaptık belki de sizden kısıp size sakladık. Sizi eksik hissettirip, mutlu olmanızı bekledik.” Avucunun içine bastırdığı çay bardağına dalmış gözlerini kaldırıp annesine baktı. “Haklısın Hilal, yanlışımız çok oldu. Ama bu gördüklerin oyun değil. Evlat acısı nedir sen gittiğinden beri biz yaşıyoruz. Baban ağzını açmıyor diye yaşamıyor mu sanıyorsun? Her gece namazından sonrada uyumadan öncede en çok sana dua ediyordu. Senin adın onun hep dilindeydi. Sadece kimseye duyurmuyordu. Evet kabul bu da yanlış, ama ne yapsın kızım. O bunu doğru bildi. Ben bu yaştan sonra onu düzeltemem ki. O böyle biri diye de onu sevmekten de vazgeçemem. Yıllarımı geçirdiğim adamımı tanımayacağım ben. O bu adam işte kızım. Bir duygusunu belli etse öfkesiyle üstünü kapatıyor.” Annesine çevirdiği gözlerini tekrar bardağına indirirken dudağının kıvrıldığını hissetti.
“Anne…” Başını kaldırmadan onu pür dikkat izleyen annesini hissetti. “Peki ben gerçek hislerini bilmediğim, sadece öfkesini nefretini gördüğüm bir adamı nasıl sevebilirim? Sırf kan bağım var diye beni ağlatan birini nasıl sevebilirim?”
“Sevemezsin Hilal. Babanı benim anlatmalarım ile de sevemezsin. Onu senin tanıman lazım. Ama bunun içinde ömrünü verecek değilsin ki, verme de kızım. Baban bile olsa. Sana sevgiyle gelmeyen kimseye sevginle gitme.” Başını kaldırıp aynı onun gibi dolu gözlerle onu izleyen annesine dikti gözlerini.
“Değil mi? Sonuçta her sevgi değerli. Taşa verip neden ziyan edeyim.”
“Öyle kızım. Kalbini bir taşın kırmasına müsaade etme.” Başını sallayan Hilal annesini ilk kez arkasında hissediyordu. Bu onda eksikliğini hissettiği boş yerlerin dolduğunu hissettirmişti.
“Teşekkür ederim anne.” Kızına gülümseyen kadın kollarını kaldırmıştı.
“Gel sarılayım. Geldiğinden beri içten bir sarılma yaşayamadık.” Oturduğu sandalyeden kalkarken sıkıca annesinin kollarına atmıştı kendini.
“Anne ben geri gitmeyelim.”
“Git kızım. Ama arada bir gel artık.”
“Tamam.” Annesinden ayrıldıktan sonra bu kez rahatlamıştı. Kahvaltısını yaptıktan sonra ilacını almış tekrar odasına çıkmıştı. Eşyaları ailesine teslim edilirken, babası telefonunu almıştı. Hilal onunla bu halde uğraşmak istemediği için uzun süredir lafını getirmiyordu ama herkesin onu merak ettiğini biliyordu. Levent’e bir haber bile verememiş olmanın ağırlığı bir yana onu o kadar özlemişti ki, yapabileceğini bilse şimdi kalkıp giderdi. Ama kendisini biliyordu hala iyileşememişti. Bedenine aldığı her darbenin acısını unutamıyordu. Öleceğine emin olduğu yerde Arslan’ın ve Yıldırımın silik yüzlerini gördüğünde son bir derin nefes almıştı gözlerini kapatmadan. “Onlar o kadar uğraşmışken ölecek değildim ya.” Penceresinden baktığında gülümsedi. Evlerinin olduğu sokak her zaman sessizdi. Öyle hatırlıyordu. Ama şimdi baktığı sokak canlanmış gibiydi. Gelmeyeli çok şey gibi sokağı da değişmişti. Ama sadece evi ve içindekiler hep aynı kalmıştı. “Kitaplığına ulaştığında üst raftaki kutuyu indirmişti. Yatağına oturduğunda derin bir nefes almıştı. Bu hareket bile kaslarını zorladığı için canını yakmıştı. “Bayıl istersen birde.” Sabır çekip kutunun tozlanmış kapağını açtı. İçinden üç zarf çıkardı. İki yıpranmış defter ve birbirine zımbalanmış çokça fotoğraf. “Yaşlanmışız be Arslan.” Küçüklük ve gençlik fotoğraflarına bakarken yüzünde hafif bir sırıtma oluşmuştu. Onları bir köşeye bıraktıktan sonra defterlerden daha fazla yıpranmış olanı aldı eline. Birkaç sayfa çevirdiğinde lisede tuttuğu günlük olduğunu hemen fark etmişti.
12 Aralık…
Bugün tamamen unuttum Mustafa’yı. Hem kim ki o. Aptalın teki yüzünden neden acı çekiyorum ben. Onun bir gram bile bana karşı beslemediği duygular yüzünden neden ağlayıp duruyorum ki ben. Neyse. Bundan sonra akıllandım. Bundan sonra gerçekten seveni bulacağım. Hatta o gelip beni bulacak. Artık kimsenin peşinden koşamam.
Okuduğu şeylerden sonra kahkaha atmıştı. “Ne salakmışım ya.” Diğer sayfalara geçerken kendine hayret etmişti. Cidden bir daha hiçbir sayfada Mustafa’nın adı geçmiyordu. Yüzünde oluşan gururlu gülümsemeyi görmese bile kendine hayran kalmıştı. “Ama o gerçekten seven cidden beni buldu.” Aklına gelen tek kişi Leventti. Yüzündeki gülümseme silinmese bile dolan gözlerini hissetmişti. Bu evdeki kimseye anlatamadığı aklından çıkmayan tek kişiydi. Ne halde olduğunu merak ediyordu. Son günlerinin üzerinden yıllar geçmiş gibiydi.
Nefesini zorlukla aldığını fark ettiğinde ağladığını anladı. Histerik bir gülüş dudaklarından kaçarken oturduğu yerden kalkmış odasında peçete aramaya başlamıştı. Gözyaşları durmadan akmaya devam ederken dudaklarından firar eden sesler acısının, özleminin büyüklüğünü gösteriyordu. Odanın içinde dolanıp dururken halıya takılıp yere düşmüştü. Acıyla bağırdığında kendini zorlamamıştı. Bedenini zemine bırakırken hıçkırarak ağlamaya devam etmişti. Çok geçmeden korkuyla içeriye giren annesi koşarak onun yanına gelmişti.
“Hilal neyin var?” Sorusuna tek cevap kızının hıçkırıkları olmuştu.
“Canım acıyor anne.” Korkuyla kızını kendine çeken kadın onun ilk kez yanan canı yüzünden bu kadar ağladığını görüyordu.
“Babanı arıyorum hastaneye gidelim.” Başını sallayan kızının kendinden uzaklaştığını fark ettiğinde onu yanaklarından tutup kendisine bakması için zorladı. “Neren acıyor kızım?” Korku dolu gözlerle onu izlerken Hilalin kalbini işaret eden elini gördüğünde nefessiz kalmıştı. “Kızım…” Onu kollarına alırken sırtını sıvazladı.
“Kalbim acıyor anne.” Kızına daha sıkı sarılırken onun acı dolu hıçkırıklarla ağlaması onun bile canını yakıyordu. “Sökülmüş sanki yerinden. Canım yanıyor ama öyle bir acı ki. Sadece orada hissediyorum.” Kızından hayatında ilk kez duyduğu şeylerle ne yapacağını bilemezken yaptığı tek şeye devam etti. Ona sıkıca sarılmaya devam etti. Saatlerce Hilal kendini iyi hissedene kadar orada birbirlerine sarılarak oturdular. Uykuya dalan kızını izledi bir süre, kızını hayatında ilk kez, aşk yüzünden ağlarken görmüştü. Üstelik onunla vedalaşmadan geldiğini öğrendiğinde kendisinin bile canı acımıştı. Kızının bu denli sevildiğini bilmek onu mutlu etmişti ama aylardır bu iki kişi acı çekiyordu.
Odadan çıkarken ağlayarak uyuya kalan kızına son kez baktı. Akşam olmuştu, bugün yemek yapmamıştı, evini bile toplamamıştı. Etrafa bir göz attıktan sonra omuz silkip salona ilerleyip pencerenin önünde ki koltuğa oturdu. Kızının hıçkırarak Levent diye ağlayışını tekrar hatırladığında içi titredi. Neler yaşadığını tek tek anlatmıştı Hilal ona. Hayatında ilk kez kızıyla bu şekilde dertleşmişti. Hilal ilk kez ona hayatının bir kısmını rahatlıkla anlatmıştı. Anlatması yetmezmiş gibi onun kollarında rahatlamıştı. Dolan gözlerini silen kadın, içinde büyüyen pişmanlığı daha net hissediyordu.
Kızı ile nasıl berbat bir ilişkisi olduğunu anlıyordu. Dönüp geriye baktığında ona hiç destek olmadığını fark ediyordu. Kızı tek başına savaşmıştı hep. Bu kadar güçlü bir kızı kendilerince korumaya çalışıyorlardı. Her şeyi elinden alıp, onu hayattan soyutlayarak onun mutlu olmasını bekliyorlardı. Sinirle mırıldandı. Kendine ve kocasına öfkeyle söylenip durdu.
Birkaç saat sonra kapı çalmıştı. Oturduğu yerden kalkarken derin bir nefes aldı. Her adımda saatlerdir düşündüğü her şeyin ağırlığı vardı. Kapıyı açtığında oğlunun ve kocasının gülen yüzünü görmüştü. Ağlayası geldi. Kızı saatlerce ağlamıştı ama bunlar hiçbir şey bilmediği için gülüp eğleniyordu. Kızının acısını hissetti. Neler düşündüğünü, neden kaçtığını anladı. O bu evde, onlarla çok yalnız kalmıştı. Boğazına oturan yumru ne kadar yutkunsa bile geçmedi. Gözünden akan yaşlar iki adamın susmasına neden olmuştu. Genç adam babasını geçip annesine koşmuştu.
“Ne oldu? Hilal iyimi?” Kadın başını sağa sola salladı.
“İyi olamaz o. Biz ona bunu yaptıkça iyi olamaz.” İçeriye girip kapıyı kapatan kocasına baktı. “Kızımız burada kalırsa onu sadece soldururuz.” Omuz silken kocasını gördüğünde sinirle soludu. “Oğlum ablanın yanına git.” Genç adam itiraz etmeye hazırdı ama annesinden aldığı bakış onu susturmuştu.
“Ne oldu hanım akşam vakti?” Adamın sakin sesi, kadının dediği hiçbir şeyi umursamaması canını yakmıştı.
“Ben kızımı anlıyorum. Neden kaçtığını şimdi anlıyorum.” Kocasından aldığı bakış onu rahatsız etmişti. “Dükkanında bir çiçek solsa üzüntüden yüzün gülmüyor. Peki kızın gözünün önünde solarken nasıl böyle gülümsüyorsun?” Karısının yükselen sesini duyduğunda adamın biraz önce ki umursamaz tavrı yok olmuştu. Kaç yıllık evliliklerinde karısı ona ilk kez sesini yükseltmişti.
“Hanım?” Kadının elini kaldırarak onu susturmasına bir kere daha şaşırmıştı.
“Kızımın telefonunu veriyorsun. Sonra da gitmek istiyorsa gidiyor. Babalık yapacaksan onun isteklerini dinleyerek yap. Senin istediğin gibi olmadığı için ona eziyet edemezsin. Buna babalık deme. Ben bu yaptığını babalık sandım. Ama sende babalığın ne olduğunu bilmiyormuşsun demek. Gerçi bende bunca zaman annelik ne imiş bilmiyormuşum.” Aralarında başka bir konuşma geçmedi. Salonda yan yana bir koltuğa çöktüler. Tüm gece yarın hiç olmayacakmış gibi düşünüp durdular. Ama bir kere bile birbirlerine bakmadan konuşmadan durdular.
………………..
………………………………

………………………………………..
Sanırım tam istediğim gibi duygu yüklü bir bölüm oldu.
Bir dahaki bölümde görüşmek üzere.
Sevgi, saygı ve aşkla kalın.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |