36. Bölüm

-35-

Mizginsain98
mizginsain98

Herkes bilgi sahibi.

Herkes zeki.

Ama kimse anlamıyor.

 

Hilal kapıdan çıkarken kardeşinin taşıdığı bavullara göz attı. Annesi onunla beraber otogara gelmeye hazırdı ama, babası ortalıkta yoktu. Bu moralini bozsa bile gülümsemeye devam etmek için zorladı kendini.

“Kızım sana yolda yemen için bir şeyler hazırladım. Bak bu çiçekli çanta ayağının dibinde olsun.” Annesini kolunun altına alırken ona gülümsedi.

“Olur sultanım. Kurabiyelerden fazla yaptın fark ettim.” Ona göz kırparken kardeşinin göz devirmesine gülmüştü.

“Tabi Arslan var bir de diğer çocuklar ama hepsinin ismini aklımda tutamıyorum. Birde Levent için ayrı bir kap yaptım en altta, onu karıştırma.” Kardeşi yanına gelirken annesine hayretle baktı.

“Annem onunkine bağlama büyüsü yapmış herhalde bu kadar karıştırma dediğine göre.” Kardeşi annesinin darbelerinden kaçarken Hilal onların bu hallerine gülmüştü.

“Valla ona hiç gerek yok annem, bu Levent ağa bana zaten bağlı.” Onlara göz kırparken göz devirmeye devam eden kardeşine öldürücü bir bakış atmıştı. “Kıskanma köpek. İnsan ol senin de olsun.” Bavulları arabaya yerleştiren genç adam gülmüştü.

“Ulan sen insan değilsin ki. Sen nasıl buldun? Hayır bir de zahmet olmazsa bu ağa denen şahsiyetle özel olarak tanışmamız lazım.” Ellerini belinde birleştirirken sabit bir bakış atmıştı onlara.

“Ne mana sen?”

“Ne demek sen ne mana? Kardeşinim ben senin, erkeğim erkek.”

“Beyninin pekmezini akıtmamı istemiyorsan kapa çeneni.”

“Emriniz olur komutan hanım.” Annesinin aceleci tavrıyla oyalanmadan araca binmişlerdi. “Valide sakin ol. Daha iki saat var otobüsün kalkmasına.”

“Bir şey olmaz orada bekleriz geç kalmasın kızım.”

“Haklısın defolsun gitsin artık. Evin tüm havası bozuldu bu geldiğinden beri. Arkadaşlarım bile evde Yüzbaşı var diye korkuyor gelmeye.”

“Ne yapıyorsunuz da ben varım diye gelmeye korkuyor bu arkadaşlar.” Kardeşinin yutkunduğunu gördüğünde ensesinden kavramıştı.

“Valla kötü bir şey değil. Oyun oynuyoruz canlı yayın olduğu için küfür falan ediyoruz arada, sırf o yüzden.” Gözlerini annesine çevirdiğinde onun onaylaması üzerine kardeşinin ensesini bırakmıştı.

“Adam olun benim sinirimi bozmayın.”

“Peki komutan hanım.” Eğlenceli bir yolculuk sonrası otogara varmışlardı. Çok oyalanmalarına gerek kalmadan Hilal Vana gidecek olan otobüse binmiş camdan annesi ve kardeşine el sallıyordu. Otobüs hareket ettikten sonra yirmi dört saatlik yolculuk için oldukça heyecanlı hissediyordu. Binbaşı ile kısa bir görüşme yapmış ama geri gideceğini kimseye haber vermemişti. Levent için bir sürpriz olacağından emindi. Telefonunu çıkarıp ona mesaj atıp atmamak arasında gidip gelmişti. Sonunda dayanamamıştı.

-Ağam…

Mesaj gittikten birkaç dakika sonra görüldü olmuştu. Ama dakikalarca cevap alamadı. Hilal korkuyla koltuğunda sallanmaya başladı. Kötü bir şey vardı. Bunu hissetmişti, Levent asla onu bu şekilde bekletmezdi. Saatler geçerken hala bir cevap alamamıştı. İçinde korku büyürken güneşin batışını izledi. Doğuya bu kez heyecanla ve isteyerek gidiyordu. Van onun yeni eviydi. Ama içinde büyümeye devam eden korku onu huzursuz etmekten başka bir işe yaramıyordu. Birkaç saat sonra araç dinlenme tesisine girdiğinde daha fazla dayanamamıştı. Otobüsten inip köşede bir yerde sigarasını yaktı. Telefonunu çıkarıp ilk sıralarda yer alan Arslan’ın isminin üzerine tıkladı. Telefon birkaç çalıştan sonra meşgule atılmıştı. Hilal kulağından çektiği telefona hayretle baktı.

“Ne oluyor lan?” Bu kez hiç düşünmeden Levent’i aradı. Uzun süre çalan telefona sonunda cevap almıştı. “Levent, ne oluyor?” karşıdan bir ses alamamıştı. Birkaç kere daha seslendi ama cevap yoktu. Koca bir boşlukta seslenip duruyordu. Öfkeyle telefonu kulağından çekip kapattı. Muavinin sesini duyduğunda kendi kendine bitip tükenen sigarasını ayağının altında ezdi. Otobüse attığı her adımda içinde ki tüm heyecanda bir bir yok oluyordu. Onun yerini hayatında uzun süredir hissetmediği bir korku alıyordu. Önünde daha on beş saatlik bir yol vardı. Hilal ise tüm yol boyunca kendini yiyip bitirmek için hazırdı. Güneş tamamen battığında Hilal de derin bir uykuya yattı.

&&

“Kado, telefonumu hala bulamadın mı?” Levent sinirle söylenirken üzerine giydiği takıma göz devirmişti.

“Ağam valla evin altını üstüne getirdik yok. En son nerede bıraktığınızı hatırlasanız keşke.” Ona sitemle konuşan adama döndü Levent.

“Kusura bakma Kado, bilsem sana ihtiyaç kalmazdı zaten.”

“Ağam hemen kızmayın. Evde olmadığı kesin o kadar çaldırdık evden seste gelmiyor.” Göz deviren adam başını salladı.

“Geldi mi herkes bu mükemmel nişan için.” Gülüşünü saklayan Kado, karşısında söylenip duran adama baktı.

“Geldiler ağam. Askerlerden sadece üç kişi var ama.” Kaşlarını çatan Levent ona döndü. “Yeni gelen o asker, Binbaşı ve Arslan komutan.” Başını sallayan Levent odada sıkıldığı için, aşağı inmek için hareket etti.

“Nihal gelince haber verirsin.” Kapıdan çıkarken geri dönüp arkasında kalan adama yaklaştı. “Az önceki gülüşünü sonra yedireceğim sana. Çok komik bir haldeyim sana göre değil mi Kado?” Başını sallayan adama öfkeyle bakıp çıktı odadan.

“Ağam kızmayın, siz böyle daha çekici oluyorsunuz.” Levent’in attığı bakış sonrası susup onun ardından koşturmaya başlamıştı.

“Komutanım hoş geldiniz.” Arslan, Levent’i gördüğünde kalkıp elini sıkmıştı.” Binbaşı ve diğer komutanda gelmiş dediler.” Başını sallayan Arslan ona oturması için yanında ki boş sandalyeyi işaret etti. Levent onun omzunu sıkarken sağında ki boş yere oturdu.

“Bilmiyorum bir telefon gelince Komutan abimi de alıp gitti. Sen nasılsın?”

“İyiyim diyemem. Şu an bir film çekiyoruz sanki.” Başını sallayan Arslan dudaklarını birbirine bastırmıştı.

“Benimki de soru işte. Bu arada Yıldırım aradı seni ama ulaşamadık. Benim telefon düştü geçen gün ekranı da yok ses geliyor ama o kadar.” Sıkıntıyla mırıldandı. “Merkeze inebilirsek bir telefoncuya gideceğim ama kim bilir ne zaman.” Başını sallayan Levent gülümsedi.

“Ne gerek var bizim Kado anlıyor o işlerden ver telefonunu hemen halleder.”

“Cidden mi? Valla çok iyi olur.” Telefonunu yanlarında duran adama uzattı. “Valla çok sağ ol Kadir, böyle şansta beni ilk kez buldu.”

“Ne demek komutanım. Nişan başlamadan bitmiş bile olur.” Başını sallayıp ayrıldı yanlarından.

“Benim telefonda kayıp, cidden ama sabah nereye koydum bilmiyorum. Doğrusu bayadır en son ne zaman kullandığımı hatırlamıyorum. Sessize almam ben, büyük ihtimalle dışarda bir yerde kaldı. Yarın alacağım bir tane, bugün geçti.” Başını sallayan Arslan aklında tuttuğu şeyi söylemek için Levent’e yaklaştı.

“Albay hakkında bilgi geldi. Bu adam Albay değil. Kim olduğu belli değil. Buraya gelmesi beklenen Albay ise ortalıkta yok. İki güne yeni bir ekip soruşturma için gelecek. Bizde şu an bunu oyalıyoruz. Karakola dönünce tutuklanacak.” Şaşkınlıkla konuşan adama bakan Levent, duyduğu her şeyden sonra başını salladı.

“İnan bana şaşırmadım. Eğer ki daha önce haberim olsaydı size haber verirdim. Yengemle nasıl bir yakınlığı var bilmiyorum ama. Bu işin içinden bu Roşan dediğiniz adam çıkacak gibi.” Onu onaylayan Arslan sandalyesinde yaslandı.

“Abim bugün çok mutluydu. Nedenini bilmiyorum ama.” Kaşlarını çatan Levent kısa süre sonra omuz silkmişti.

“İyi bir haber almıştır.” Onun gibi başını sallayan Arslan sessizce etrafta olan koşuşturmayı izlediler. “Nedense birazdan kapıdan Hilal gelecekmiş gibi, onunla nişanlanacak gibi hissediyorum.” Arslan’ın ona acıyarak baktığını hissettiğinde silkelendi. “Bu telaş onun için olmadığından dolayı. Sadece çok boş geliyor gözüme.” Başını sallayan Arslan, ona anlayışla baktı.

“Daha güzeli sizin olacak İnşallah.”

“İnşallah. Bir haberde alsaydım ondan.”

“Yakında.” Birkaç dakika sonra Levent gelenleri karşılamak için oturduğu yerden zorla kaldırılmıştı. Kısa bir sonra evin bahçesi misafirler tarafından işgal edilmişti. Herkes birbirleri ile konuşup sohbet ederken Levent oradan oraya ilerliyor önüne gelenle kısa sohbetler ediyordu. Bir süre sonra Arslan eline sağlam bir şekilde verilen telefonu için bir teşekkür edip bir köşeye çekilmişti. Aramaları kontrol ederken birkaç önce arayan kişiyi görmesi onu şaşkınlığa sürüklemişti. Bir yandan nişan için Nihal evden çıkarken beklemeden aceleyle Hilale geri dönüş yapmak için isminin üzerine bastı. Telefon ikinci çalıştı yediği büyük bir küfürle açılmıştı.

“Ulan hayvan, ulan ne olduğu belli olmayan mahlukat, bu telefon neden açılmıyor?”

“Hilal lan. Sen beni aradın oha lan.”

“O ne demek lan, sanki hiç aramıyordum.” Arslan onun görmediğini bilse bile göz devirdi.

“Kızım kaç aydır senden haber alamıyoruz. Sence şaşırmam normal değil mi?”

“Şaşırdığın için mi beni meşgule attın?”

“Lan yok telefonum bozuktu Kado yok mu, Levent’in yanında ki şimdi yaptı verdi telefonu.”

“He iyi geliyorum ha.” Arslan beyninden vurulmuşa dönerken ileride Levent’e doğru yürüyen Nihal’i gözleriyle izliyordu.

“Geliyorum mu dedin?”

“Evet, ne oldu istemiyor musun?” Ne yapacağını şaşırmış halde Levent’in yanında duran kıza baktı. Sonra telefonu kulağından çekip konuştuğu kişinin gerçekten Hilal olduğuna emin oldu.

“İsterim tabi de kızım burası çok karıştı.”

“Onu anladım. Levent bile telefonumu açmadı, mesajıma bile geri dönüş yapmadı.” Zorlukla yutkunan Arslan ilk kez düşünmeden ilerlemeye hazırdı. “Yanındaysa versene telefonu.”

“Yanımda, bekle.” Ona ne olduğunu anlayamayan gözlerle bakan komutanlarını ardında bırakıp yan yana duran ikiliye ilerledi. Levent’in önünde durup telefonu ona uzattı. “Seninle konuşmak istiyor biri.” Kaşlarını çatan Levent yanında duran Nihale kısa bir bakış atıp telefonu aldı.

“Alo, kimsiniz?” Ekranda ki isme bakmak için telefonu çekeceği sırada duyduğu sesle donup kalmıştı.

“Karınım ağam.” Ortamda tek ses yoktu. Herkes ağalarının şaşkınlıkla, dolu gözlerle kalakalmasını izliyordu.

“Sen…”

“Sen ne Levent… Yarın öğlene kalmadan oradayım.”

“Tamam…” Şaşkınlıkla kapanan telefona bakarken karşısında ona sırıtarak bakan adama döndü. “Bu gerçek mi?” Arslan başını sallarken, adama son kez yaklaştı.

“Bu saatten sonra istediğini yap. Planı unut.” Hala duyduğu şeyleri idrak etmeye çalışan Levent yanında duran kadına baktı. Nihal merakla yaklaştı ona.

“Ağam… Hilal mi o?” Farkında olmadan başını sallayan Levent ona korkuyla baktı.

“Yarın burada olacak…” Mutluydu ama sonra mutluluğu söndü. Şu an hangi konumda olduğunu fark ettiğinde yüzü bembeyaz olmuştu.

“Ağam…” Nihal ne kadar seslense bile ona cevap verecek halde değildi. “Size yardım edersem. Beni ve Yıldırımı korur musunuz?” Levent yeni bir şaşkınlıkla yanında ki kadına dönerken, ne geleceğini bilmeden başını tekrar salladı. “Söz verin. Ben yine önemli değilim. Ama Yıldırıma asla bir şey olmamalı.”

“Sana söz veriyorum Nihal.” Ona gülümseyen kadın adamın elini tuttu.

“Sözüm olsun her şeyi Hilale anlatacağım. Lütfen sadece bugünü hemen bitirelim.” Başını sallayan adam ne ara olduğunu bile fark etmeden yüzükler kesilmişti. Dans etmişler ve gece yarısını çoktan geçmişti. Oturduğu sandalye ona dar gelirken yanında oturan kadına döndü.

“Eğer korkuyorsan bana söyle Nihal.” Kadının zorlukla gülümsediğini fark etti.

“Şimdiye kadar korkmam bile saçmalıktı. Korkuyorum ama sadece Yıldırım için.”

“Söz veriyorum elimden ne gelirse yapacağım.” Başını sallayan kadın oturduğu sandalyeden kalktı.

“Yarın Hilal komutanı aldıktan sonra okula gelin. Her şeyi anlatacağım.” Tekrar başını sallayan adam odasına çıkan kadını izledi. “Bu arada ağam. Telefonunuz ablamdaydı, şimdiye odanıza bırakmıştır.”

Başka bir konuşma olmadı. Birbirlerine bir tepki de vermediler. Levent orada biraz daha oturduktan sonra odasına çıkmıştı. Nihal’in dediği gibi telefon yatağının üstündeydi. Sıkıntıyla bir nefes almıştı. Üzerinde ki her şeyi çıkarıp banyoya ilerledi. Soğuk bir duş alırken aylar sonra duyduğu sesi hatırladı. Karınım diyen kadının sesini hatırlayınca gülümsedi. Dakikalar sonra çıkıp hızla iki parça geçirdi üstüne, yatağına uzanırken telefonunu aldı eline. Hilalden gelen bir arama ve mesaj gördüğünde öfkeyle bir küfür etmişti.

-Hilal…

Mesajı yolladıktan kısa süre sonra cevap almıştı.

-Ağam…

-Neredesin şu an?

-Hiç bilmiyorum. Şu an herkes uyuyor.

-Yarın seni almaya geleceğim.

-Zahmet olmasın ağam…

Kadının dediğine sırıtmıştı. Alttan alttan laf sokmalarını da özlediğini fark etmişti.

-Ne zahmeti, ben sizin hizmetkarınızım zaten…

-Vay kullanırım ben bunu.

-Seni çok özledim…

Hilal aldığı mesajla gülümsemişti. Bunu söylemek için can atmıştı ama fırsat bulamamıştı. Levent ona yazdığında oldukça mutlu hissediyordu.

-Bende seni özledim…

Başka bir konuşma ya da mesajlaşma olmadı. Hilal yüzünde huzurlu bir ifadeyle uykuya daldı. Ama Levent gözlerinde belirip duran yaşlarla beraber tüm gece düşünmekten başka bir şey yapamamıştı.

Karanlık gidip aydınlık yerini aldığında Levent penceresinin pervazına yaslanmış biraz önce yaktığı sigarasını derin derin içine çekiyordu. Geceden beri içtiği kaçıncı sigaraydı sayamamıştı. Odada biriken dumanlar yüzünden gözleri kızarmıştı. Dolan gözleri için dumanları suçlasa bile gözyaşlarının akmasının nedenini o bile içten içe biliyordu.

İçinde küçücük kalan çocuk şimdi kambur halde ona bakıyordu. Sevdiği bir insanı daha kaybetmek için hazırdı. Ama Levent ona gülümsedi, bu kez kaybetmek yok dedi. Ama çocuğun kamburluğu geçmiyordu. Tam tersine sanki her olayda biraz daha bükülüyordu. Levent içinde sahip çıkamadığı bir çocuğu büyütmenin ağırlığını aşamıyordu. Beceremediğini kabul etmek istemiyordu. Ne olursa olsun bir gün o çocuğu dimdik göğsünü gere gere yürürken görmek için kabul etmek istemiyordu. Ne olursa olsun başaracaktı. Bunun yeminini yıllar önce etmişti. Ama şimdi yorulduğunun farkındaydı. Yorgunluğunu bahane olarak görmek istemedi. Ölse bile devam edecekti. Annesiz, babasız büyüyen bir çocuk olarak içinde koruduğu çocuğa karşı ne kadar acı duysa bile, yapamıyordu.

Ne kadar geçtiğini bilmiyordu aldığı mesaj Hilalin yakında gelmiş olacağını söylüyordu. Hızla kalkıp kısa bir duş alıp giyindi. Evden çıkarken sakin davrandı. Yengesinin dikkati çekmek istemiyordu. Aracına bindiğinde beklemeden çalıştırmış yola koyulmuştu. Otogara varmadan bir buket çiçek bile almıştı. Otobüslerin önünde ilerlerken gözleri onu aradı. İki, üç belki de dört kez baştan sona gidip geldi. Her tarafa baktı. Hangi otobüsle geleceğini bilmiyordu. Tekrar hareket ettiğinde yeni gelen bir otobüs görmüştü. Koşarak ona doğru ilerledi. Otobüs durmadan onun duracağı alana gelmişti. Başını kaldırıp otobüsün içine baktı. Yana ilerleyip camlardan içeriyi görmeye çalıştı.

“Hilal…” Görmüştü sonunda. Koluna taktığı çantayla koltuğundan kalkan kadın adamın olduğu tarafa bakmamıştı. Herkes inerken Levent onun yüzünü hemen görmek için kapının önünde bekliyordu. Kadının, onu fark etmediğinde emindi. Yüzünde bir gülümseme vardı, ama dolu gözleri de hazırda bekliyordu. Dakikalar sonra birbirlerini gördüler kadın iki adımlık merdiveni hızla inerken adam ona doğru atılmıştı. Son basamağı inemeden adam onu kucaklamıştı. Birbirlerine sıkı sıkıya sarıldılar. Aylar sonra biten bir hasretin acısı ikisinin de gözyaşı dökmesine neden olmuştu. “Öldüm ben burada…” Adamın kısık sesi kadının kulağına ulaştı.

“Çok özledim seni.” Mırıltı aralarında yok olmuştu. Birbirlerinden ayrılmadan yüz yüze gelmeden dakikalarca orada o halde kalıp sarıldılar.

“Sizin valizler…” Muavinin sesi onları birbirinden ayırmıştı. Levent elinde ki çiçeği kadına uzatıp valizleri almak için ilerledi. Hilal ayrıldığı adamın ardından bakarken kolları arasında ki çiçeğe sıkıca tutundu. Mutluydu ama yanına gelen Levent’in ellerinde ki valizlere bakarken çiçek kollarının arasından kaymış yere düşmüştü. Ona şaşkınlıkla bakan adam valizleri hızla yanında çekip kadına ulaştı.

“Ne oldu? Canın mı yandı?” Hiçbir sorusuna karşılık almayan adam, kadının dolu gözlerine baktı. “Hilal neyin var sevgilim?” Duyduğu hitap kadının başını hızla kaldırmasına neden olmuştu. Gözleri birleşirken Hilal eğilip adamın sol elini tuttu.

“Benim bir şeyim yok artık. Ama senin bir nişanlın var gibi.” Yüzük ikisinin arasında parlamıştı. Hilal havaya kaldırdığı eli bırakıp, gözlerini ayırmadan adama baktı. “Hayırlı olsun. Nihal mi?” Oldukça emindi alacağı cevaptan. Levent hayır demek istese bile, yapamadı.

“Evet…” Tek solukta korkuyla cevaplamıştı. Zorlukla gülümseyen kadına açıklama yapmak için acele etti.” Hepsi bir plan Hilal. Nihal zaten seninle konuşmak istiyor. Bu gerçek bir nişan değil.” Başını sallayan kadın adamın hala aralarında duran elini indirmediğini fark ettiğinde gözlerini öfkeyle kapattı.

“Peki… Nişan ne zaman oldu?” Levent ona pişmanlıkla baktı.

“Dün oldu. Sen aradığın sırada yüzükler kesiliyordu.” Şaşkınlıkla ona bakan kadın adamdan birkaç adım uzaklaştı.

“Özür dilerim… Gelmemeliydim. Her şey o gün benim için bitmişti zaten.” Oyalanmadan telefonunu çıkarıp Arslan’ı aradı. Onun gelemeyeceğini öğrendiğinde hızla etrafta göz gezdirdi. “Taksi nerede var?” Öfkeli sesine kimse cevap vermemişti.

“Hilal lütfen, yeterli bir açıklamam var. Lütfen gel gidelim. Yalvarırım.” Kısa bir bakış sonrası valizlerinin hepsini almış önden ilerlemişti. “Ben taşırım ver şunları.” Kadından aldığı nefret dolu bakış onu susturmuştu. Önden ilerleyip arabayı kadının yanına getirmişti. Bavullar bagaja yerleştirilmişti. Hemen ardından Hilal arka koltuğa binerken Levent kendine küfür ede ede arabaya binmiş aracı sürmeye başlamıştı. “Yolculuk nasıldı?” Dikiz aynasından bakarken kadının onu görmezden geldiğinin farkına varmıştı. Kollarını birbirine kenetleyen kadın, yolu izliyordu. Kararmış gözleri adamın susması için yeterli olmuştu. Yolculuk onlara inat sanki daha uzun sürmüştü. Levent her şeyi açıklamak için acele ediyordu. Hilal ise bu arabadan kurtulmak için, ama ikisinin de istediği olmamıştı.

Araç saatler sonra karakolun önünde park edildiğinde Arslan ve diğerleri koşarak kadını karşılamak için gelmişti. Hilal onları gördüğünde her şeyi unutmuş gibi yüzünde kocaman parlak bir gülümsemeyle onlarla sarılmak için koşmuştu. Levent araçtan inerken bagajı indirmek için ilerlemişti. Kısa süre sonra yanına gelen Arslan’a kasvetli bir bakış attı.

“Sıçtım galiba. Yüzüğü gördü ve her şey bitmiş gibi baktı.” Arslan gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Levent sinirle söylendi. “Senin yüzünden oldu hep. Senin o bok gibi planın yüzünden. Her şeyi anlattığım gibi bunu da anlatacağım. O sana sonra istediğini yapar.” Gülüşü anında kaybolan Arslan yalvaran gözlerle adama baktı.

“Yapma lan. Yakma beni.”

“Valla umurumda değil. Beni orada öldürmediği için şanslıyım. Sana ne yapar bilemiyorum.” Levent’in eğlenceli sesi Hilali gördüğü anda kaybolmuştu.

“Valizlerimi alırsın Arslan. Bakıyorum baya seviyorsunuz birbirinizi.” Arkasını dönüp ilerleyen kadına koşar adımlarla yetişti Levent.

“Gidemezsin…” Hilalin ona attığı bakış sonrası refleksle tuttuğu kolunu bıraktı.

“Pardon! Sen kimsin de bana emir veriyorsun?” Delici bakışları adamı olduğu yerde küçültürken Levent ağlamamak için zorlukla nefes aldı.

“Kurban olayım. Allah için bir kere gel dinle. Sonra ne yaparsan valla karışmayacağım.” Hilal arkasında duran çocukların senkronize hareketlerle başlarını sallamaları üzerine göz devirip tek kelime etmişti.

“Tamam.” Levent kadının elini sıkıca tutarken çocuksu bir heyecanla onu peşinden okula doğru sürüklemişti.

“Arslan dün dediğim gibi. İsterseniz gelin.” Hepsi birbirine bakarken Yıldırım başını sallayıp geri adım atmıştı.

“Tamam siz gidin ben Binbaşı ile gelirim.” Hepsi başını sallarken ikilinin peşine takılmıştı. Yıldırım karakola giderken içinde büyük bir karmaşa olduğunu gizlemek için oldukça çabalamıştı. Koridorda ilerlerken komutanının kapısında durup iki kere tıklatmıştı tahta kapıyı.

“Gel.” İçeriden gelen tok sesle beraber aceleyle harekete etmişti.

“Komutanım…” Selamını verip hazırda bekledi. “Hilal Yüzbaşım geldi. Dün ağanın dediklerinden dolayı bir toplantı olması gerekli dediğiniz gibi. Herkes orada toplandı, sizde gelecek misiniz?” Bir an düşünen komutanına baktı.

“Otursana biraz Yıldırım.” Başını sallayan adam komutanını ikiletmeden teklifini yerine getirmişti. “Öğretmen ne diyecek belki tahminlerin vardır. Ama asıl sorun şu.” Komutanının meraklı bakışlarının altından çıkacak soruyu az çok tahmin ediyordu. “Sen öğretmene karşı ne hissediyorsun?” Aldığı soru, tam olarak beklediği soruydu. Zorlukla yutkundu. Dünden beri uyuyamamıştı bile. Aklı bir yana kalbi bile ne hissettireceğini şaşırmış bir halde onu afallatıyor, ne yapacağını bilemez halde bırakıyordu onu.

“Bilmiyorum Komutanım…” Açıkça ne hissettiğini belirtti. “Dünden beri, iş birliği yapacağını öğrendiğimden beri kalbim ve beynim delirmiş gibi beni rahat bırakmıyor. Levent ağa dedi, benim için her şeyi yapıyor. Ama bana çok saçma geliyor özür dilerim. Yanlış anlamayın kadınların beni elde etmek için çok çabaladığı zamanlar bile oldu. Ama asker olmamız her zaman mutluluğumuz önünde engelde oldu. Uzak ilişkiler beni elde etmek için çabalayan hiçbir kadınla devam etmedi. Yetmezmiş gibi bu durum bana o kadar normal geliyordu ki artık. Bir kalbim olduğundan bile şüphe ettiğim oldu. Bu üniformayı giyince bazı şeyler bitiyor sanırım. Bazıları için. Kısacası Nihal’in duygularının gerçek olduğuna inanamıyorum. Zordum arada ablası vardı. Elde ettikten sonra onunda bırakıp gideceği gün gibi ortada. Ve ben emin olamasam da ona bağlandım sanırım. Ve o beni bırakıp gitmesindense, hiç başlamamak daha iyi gibi. Çünkü bu kez bir görev olmayacak. Ve ben kesinlikle buna dayanacağımı sanmıyorum.” Samimi itiraf Komutanın sıkıntıyla bir nefes almasına neden olmuştu.

“Seni hiçbir şey için zorlayacak biri değilim. İnanmıyorsan bırak. Ama umudun varsa bir şans ver. Unutma Yıldırım ileride keşke ya da belki demekten daha iyi olur, bir şans.” Komutanına kısa bir baş sallamayla yanıt verdi. “İstersen gelme.” Başını sallayıp ayağa kalkan adam acele etti.

“Yok geleyim komutanım.” Kızaran yüzünü saklamak için başını olabildiği kadar eğdi. Binbaşı Metin onu daha fazla zorlamamak için başını sallayıp çıktı odadan. Yıldırım hemen onun ardından ilerliyordu. Karakoldan çıkıp okula vardıklarında Yalçın onlarla beraber içeriye girmiş öğretmenler odasına doğru ilerlemişti. Ders saati olduğu için bir süre beklemek zorunda kalmışlardı. Bu sürede binbaşı ile Hilal selamlaşıp biraz sohbet etmişti. Levent’in köşede iki büklüm durduğunu gören adam sırıttı.

“Çok yüklenme adama, bizimkiler yüzünden hep.” Kaşları çatılan kadın, etrafta dağılarak oturan adamlara baktı.

“Bunlar mı yaptı her şeyi?” Sesli sorusu odada ölüm sessizliğine neden olmuştu. Arslan’ın zorlukla yutkunması oldukça sesli olmuştu. Levent’in umutla ona baktığını görse bile ona karşı bir mimik yapmamıştı.

“Anlatmadılar mı hala?” Komutanının konuşurken oldukça keyifli olması kadını öfkelendirmişti.

“Komutanım… Ele başları kimdi?” Sorusunun cevabını alamadan Arslan’ın koşarak odadan çıktığını gördüğünde oda hızla oturduğu yerden kalkmıştı. “Komutanım kusura bakmayın. Kardeşinizi birazcık, çok azcık, minicik öldüreceğim.” Lafı bittiği gibi adamın peşinden koşmaya başlamıştı. Dakikalar sonra bahçeden Arslan’ın haykırışı geldiğinde Levent keyifle gülmeye başlamıştı.

“Neyse ki hıncını benden çıkarmadı. Valla çok rahatladım. Sağ olun Komutanım.” Binbaşı onun sırıtan yüzüne bakarken gülmeden edemedi.

“Özlemiştir onlar dalaşmayı.” Kısa bir süre sonra ders bitişini belli eden zil çalmıştı. Nihal odadan koşarak çıkan ikili ile beraber odaya gelmişti.

“Hoş geldiniz komutan hanım.” Ona gülümseyerek bakan kadına, kısa bir bakış atan kadın eski yerine oturdu.

“Sağ olun…” Kısaca cevabı üzerine herkes ortadaki masanın etrafında toplanmıştı. Levent çok düşünmeden Hilalin yanına otururken ondan aldığı öldürücü bakışa sadece gülümsemişti.

“Aslında karakol daha doğru olurdu ama… Şu yeni gelen komutandan dolayı pek emin olamadığım için sizi buraya davet ettim.” Başını sallayan Binbaşı kadının devam etmesi için kısa bir bakışla onun devam etmesi için bir işaret vermişti. “Aslında söylemesi biraz garip ama o komutan değil.” Zorlukla masanın üzerinde olan elleriyle oynayan kadına baktılar.

“Askerlikle bir alakası olmadığı ortaya çıktı zaten. Asıl sorun kim olduğu?” Arslan’ın sorusu üzerine kadın bir an Yıldırma bakmış sonra ellerine çevirmişti bakışlarını.

“Ablamın sevgilisi…” Söylediği şey sonrası ortamda kısa bir sessizlik olmuştu.

“Ne dedin?” Levent’in öfkeli sesi odayı doldurmuştu. “Amcamla evli olduğu halde sevgilisi mi var?” Nihal zorlukla yutkunup sadece başını salladı.

“Bunu bende yeni öğrendim sayılır. Aslında sizi Van gölünde rahatsız ettiğim zaman desem daha doğru olur. Bende neye uğradığımı şaşırmıştım.” Başını sallayan kadın o gün onu gelip alan adama tekrar kısa bir bakış atmıştı. Ama Yıldırım kadın odaya geldiğinden beri başını yerden kaldırmamıştı. Kadından özellikle uzak durduğu açıkça belli oluyordu.

“Bu yeni mi sence. Neredeyse beş aylık bir süre.” Kadın pişmanlıkla yüzünü sıvazladı.

“Evet ama böyle bir şey yapacaklarını tahmin etmedim. Yemin ederim. Tek dertleri sizi buradan benimle birlikte yollayıp her şeyi kendi ellerine almak.” Ortamda sıkıntılı birkaç nefes alınırken Yıldırım hiçbir şekilde bir tepkinin sahibi olmuyordu. Nefes aldığı bile zorlukla belli olan adam hareketsiz duruyordu.

“Ablan cidden artık beni sınıyor.” Zorlukla yerinde duran adam elini masaya sertçe vurmuştu. “Amcamla evliliği zaten planlıydı biliyorum ama, lanet olsun bu aldatmakta ne oluyor?” Zorlukla derin nefes alan kadın, kısaca bildiği her şeyi, daha doğrusu ablasının anlattığı her şeyi anlatmaya başladı.

“Babamızı ve annemizi dayım öldürmüş. Emir Roşan bizim dayımız.” Ortamda keskin bir sessizlik oluştu. “O günde sonra ablam benimle beraber çok zorluk çekmiş.” Daha fazla detaya girmeden devam etti. “Dayım bizi bulduğunda ablamı kendi planları için kanatları altına almıştı. Bize yardım etmişti sözde. Annemi ve babamı öldürerek en büyük acıyı yaşatan adam.” Dolan gözlerini başını çevirerek sakladı. Titreyen sesini duyan Yıldırım ilk kez bir tepki vermiş ona kısa bir bakış atmıştı. “Bunları bana ablam daha bu senenin başındayken anlattı. Neye uğradığımı şaşırdım. Ablam eğer ki sizinle evlenmezsem öleceğini söyledi. Ona çok üzülmüştüm. Benim yüzümden çok zorluk çekmişti ve ben onun tek isteğini yerine getirmeliydim. Sizinle evlenmek ve gitmek. Mecbur kalmıştım ablam için. Çünkü sadece o vardı.” Binbaşı anlayışla başını salladı.

“Peki her şeyi bize anlatmana sebep olan şey nedir?” Adamın sorusunun cevabını herkes biliyordu. Hilal şaşkın bakışlarla herkesi izlerken Yıldırımın hareketsiz durduğunu fark etmişti.

“Yıldırım…” Kadının tek kelimesi sonrası Yıldırım uzun bir nefesi serbest bırakmıştı. Hilal şaşkınlıkla onları izlerken yokluğunda neler olduğunu hemen ayrıntılı bir şekilde öğrenmek istiyordu.

“Peki… Lütfen devam et. Bildiğin ne varsa anlat.” Kadın hızla aklına gelen her şeyi sıraladı.

“Ve bir yer var. Tünel gibi değişik bir yol. Geçen gün ablamı takip ettiğimde gördüm. Oranın nereye çıktığını bilmiyorum. Biraz yakından baktığımda tünelde kameralar vardı bu yüzden daha ileriye gidemedim. Ablam oraya korku dolu bir ifadeyle girdiğine yemin edebilirim. Ablamı biliyorum. Ve çıktığında ağlıyordu. O günün akşamı beni kenara çekip nişanla beraber nikah yapıp bizi hemen göndermenin daha iyi bir fikir olduğunu söyledi. Ona bunun ağayı tedirgin edeceğini söyleyip ikna etmek için baya uğraşmak zorunda kaldım.” Hilal öfkeyle yanında oturan adama baktı.

“Gör bak neler açtın başımıza.” Levent’in korku dolu ifadesi sonrası Hilal dudaklarını buruşturup kadına dönmüştü.

“Bunları anlatmam belki saçma gibi. Ama ablam ve sevgilisi tarafından şiddete ve tacize maruz kalıyorum.” Yıldırımın öfkeyle aldığı sesli nefes hepsinin dikkatini çekmişti. “Kusura bakmayın…” Kadının dolan gözlerini gören Hilal kalkıp ona sarıldı.

“Merak etme biz buradayız.” Nihal ona kollarına dolayan kadına yaslandı.

“Teşekkür ederim…” Kısa süre sonra Hilal ona yer veren Nurullah sayesinde kadının yanında oturup ellerini hiç bırakmadı. “Daha birkaç gün önce o adamın bana vurması yüzünden ağam onu evden kovdu. O zaman o an gerçeği söylemek istedim. O adamın cezasını çekmesini istiyordum ama ablamın her fırsatta yaptığı tek şey oldu yine. Yıldırımı öne sürerek beni tehdit etti. Bu bir bahane mi bilmiyorum ama sırf onun için her şeyi kabul ettim. Ağamda böyle bir niyetle, bir planla benimle bu yola girmişti. Ben onu, o beni anladı. Her şey sahte Hilal. Yemin ederim. Senin geleceğini öğrendiğinde nasıl donup kaldığını görmeliydin.” Binbaşı kısa bir öksürükle araya girdi.

“Başka önemli bir şey ar mı?” Bir an gözlerini kısan kadın, kısa süre sonra heyecanla konuştu.

“Ablam her hafta cuma günü evden ayrılıyor. Oraya gidiyor olabilir. Ama emin değilim. İsterseniz gittiği saati tam öğrenip size haber vereyim.” Başını sallayan komutan oturduğu yerden kalktı.

“Evet bu iyi olur. Ama bu bahsettiğiniz tünelin konumu da lazım. Yıldırım ile iletişime geçersiniz.” Komutanının sesi kesildiğinde Yıldırım hızla başını kaldırıp Komutanına bakmıştı. Onun bakışına karşılık vermeyen adam odadan ayrılıp karakola geri dönmüştü. Ekip giden komutanlarının ardından bakarken Levent kadına kıstığı gözleriyle yalvarırcasına bakıyordu. Hilal onu görmezden gelirken, adam oturduğu sandalyede çöktüğü omuzlarıyla kalakalmıştı.

“Nihal iyi misin?” Hilalin tatlı sesini duyan adam çöken omuzlarını düzeltti.

“Evet teşekkür ederim. Sadece merak ediyorum komutana ne oldu? Ablam sabahtan beri defalarca aradı beni. Ona ulaşamadığını ve benim bakmamı istedi. Ne söylemem lazım?” Arslan diğerlerinde göz gezdirirken, kısa bir süre düşündükten sonra konuşmuştu.

“Ablana onu göremediğini, karakolda sorduğun herkesin de sabah çıkıp bir daha gelmediğini söylediğini belirt.” Başını sallayan kadın birkaç dakika süren sessizlik sırasında çalan telefondan dolayı özür dilemişti.

“Ablam arıyor.” Cebinden çıkardığı telefona bakarken korkuyla ilerideki camdan dışarıyı izledi.

“Korkma burada olamaz. Haber verilirdi bize.” Başını sallayıp çalan telefonunu açtı. Kimse söylemese bile hoparlöre almaş ardından telefonu masaya bırakmıştı.

“Nihal?” Duyulan ses rahatsız edici derecede tizdi. “Öğrendin mi?” Sesinden açıkça belli olan korku odada yankılanmıştı.

“Hayır. Ortalıkta yok. Askerlere sordum kaç kere. Hepsi aynı şeyi söylüyor.”

“Ne söylüyorlar. Konuşsana aptal.” Öfkeli sesi doldurmuştu bu kez odayı.

“Sabah çıkmış ve nereye gittiğini söylememiş.” Karşı tarafta bir leyler kırılmıştı.

“Haber aldığın gibi beni ara.” Cevap almadan kapattı telefonu. Nihal onlara kısaca bakmıştı.

“Ablan bu adama baya değer veriyor gibi.” İsmail’in sesi oldukça sıkıntılı çıkmıştı.

“Evet, çok değer veriyor. Öyle ki bana yaptığı her şeyde adamı savunuyor. Hatta ben ölsem sorun yok onun için, ama o adama bir şey olmamalı. Ablam hayatında ilk kez istediği bir şeyi yaptığını söylüyor. İlk kez dayımızın karışmadığı bir şeyi elde ettiğini sanıyor. Ama o adam çok acımasız. Bana söylediği ve yaptığı şeylerden biliyorum. Onun dayımdan emir aldığına eminim, ablam neden bunu görmüyor bilmiyorum.” Muhammet bir altın bulmuş gibi heyecanla cevap verdi.

“Dediğin gibi. Hayatında ilk kez bir şeyi elde ettiğini sanıyor. Bu yüzden kör numarası yapıyor.” Arslan konuştu hemen ardından.

“Bunların hiçbiri onu haklı çıkarmaz. Yaptığı her şey suç. Cezasını en ağır şekilde çekecek. Hepsi çekecek.” Hepsi onu onaylarken, Nihal sessiz kalıp başını eğmişti.

“Bende sorumluyum. Sessiz kaldım ve sen vuruldun.” Başını yanında durup elini tutan kadına çevirdi.

“İyiyim artık. Bende aptal bir aşık gibi davrandığım için bunlar başıma geldi. Seninde benden farkın yok gibi.” Onlara bakmayan Yıldırımı başıyla işaret etmişti.

“Sanırım öyle. Ama cezamı çekmeye hazırım.” Kadının kendinden emin ses tonu Yıldırımın gülümsemesine neden olmuştu.

“Gidelim mi artık.” Yalçın sıkılmış bir tonda konuştu. “Aylardır çarşı yüzü görmedik ya. Lütfen gidelim.” Onun ses tonu Hilalin sinirlerini bozmuştu.

“Defol git buradan.” Adam hızla oradan ayrılırken birkaç kişi daha onları takip etmişti. Odada Nihal dışında üç kişi daha kalmıştı. Levent ona kaş göz yapan kadını anlamamakta ısrar ediyordu. Onun bu tavrı kadını sinirlendirmişti. “Gitsene…” Başını kaldırıp ona bakan adama hayretle baktı.

“Yok, sende gel.” Hilalin öldürücü bakışlarını görmezden geldi.

“Kalk cezam kalk.” Hilal onu kolundan tutup odadan çıkarırken geride kalan Yıldırıma baktı. “Akıllı davran.” Uyarısı üzerine Yıldırım ona anlamsız bir bakış atmıştı. “Yürü sende.” Dibinden ayrılmayan adamı peşinden çekip odadan çıkarmıştı. “Hala affetmedim seni. Arkamdan iş çevirmenin cezasını ödeyeceksin.” Hızlı adımlarla kadının önüne geçti.

“İste canımı vereyim. Ama lütfen küs kalma.” Kadının yüzünü buruşturduğunu görünce olduğu yerde dizlerinin üzerine çöktü. “İste paspas olayım sana.” Kollarını yanlara açıp bağırırken kadının telaşla onu kaldırmaya çalışmasını fark edince yaptığına devam etti. “İste ne istersen yaparım.” Hilal daha fazla dayanamayıp onu ardında yerde bırakıp koşar adımlarla okuldan çıkmıştı. Karakola ilerlerken arkasından koşarak gelen adamı görünce istemsiz bir çığlık boğazından kaçmıştı.

“Gelme yalancı.” Adamın sırıtan bir ifadeyle ona doğru hızla koştuğunu görünce, Hilalde hızlandı. “Lan gelmesene…” Levent onu duymuyor gibi davranınca kadın öfkeyle durdu. “Bir adım daha atarsan seninle bir daha konuşmam.” Konuşması bittiği gibi Levent atmak için kaldırdığı adımını geri çekmişti.

“Yarın buluşalım mı?” Adamın aniden durduktan sonra sunduğu teklifi başını sallayarak kabul etmişti. “Erken geleyim mi?” Ona kıstığı gözleriyle bakan kadın tekrar onu onaylayarak başını salladı. “Benimle dışarı çıkar mısın?” Bu kez sinirle soluyan kadın ona öfkeyle baktı.

“Şansını zorluyor gibisin.” Levent aldığı cevap sonrası gülümseyip geri geri gitmeye başlamıştı.

“Yarın görüşürüz o zaman. Karıcığım.”

“Bana öyle söyleme.” Adımları duran adam kadına şaşkınlıkla baktı.

“Neden be?” Sinirden kıvranan kadın ona ateş saçan gözlerini dikti.

“Neden mi? Nişanlısın paşam. Ondan olabilir mi?” Onun dediğini düşünen adam, bir süre sonra ona hak vererek başını salladı.

“Haklısın… Yüzük çıktıktan sonra tekrar söyleyebilir miyim?”

“Bakarız. Ama ümitlenme.” Dudak büken adam başını sallayıp geri dönmüştü. Kadın onun ağır adımlarla gidişini düşünceli bir ifadeyle izledi. “Cidden bana huzur haram.” Gözlerini aracına binip giden adamdan çevirdi. Karakola girmeden önce kapının önünde durmuştu. Buradan en son çıktığında ölüme gitmişti. Şimdi tekrar bu eşikten geçtiğinde her şeyin daha iyi olacağına emindi.

“Yüzbaşım?” Arkasından duyduğu sesle yavaşça hareket edip arkasına baktı. Ona doğru gelen Mustafa Onbaşıyı görmüştü.

“Onbaşı?” Ona tamamen döndüğünde adam tam karşısında durmuştu. “Bir sorun mu var?” adamın kıvrılan dudaklarına çatılan kaşları ile karşılık vermişti.

“Hayır. Sadece…” Sessizce yutkunan adam kadından birkaç uzaklaştı. “Geri döndüğünüz için teşekkür ederim. İyi olduğunuzu görmek büyük bir mutluluk.” Hilal onun sözlerini sakince kabul etti.

“Teşekkür ederim Onbaşı. İyisindir umarım.” Adam ona hala hafif bir gülümseme ile bakıyordu.

“Evet iyiyim sağ olun. Hoş geldiniz buyurun içeriye girelim.” Adamın jestle uzanan kolunu takip edip içeriye adımını attı. Buraya ilk geldiğinde bile bu kadar heyecanlı hissetmediğine emindi. Ama bu kez her şey çok farklıydı.

“Odama yerleşmem lazım. Tekrar konuşuruz.” Başını sallayan adamı arkasında bırakıp odasına ilerledi. Valizleri içeride kapı dibine bırakılmıştı. Oyalanmadan valizlerini boşaltıp, üniformasını giydi. Yıllardır bu üniformayı hiç üzerinden çıkarmamıştı. Başının ucundan hiç ayırmamıştı. Ama geçen aylar bu mutluluktan mahrum kalmıştı. Üzerinde ki ağırlığı çok özlemişti. Dolan gözlerini silip aynada ki kadına gülümsedi. “Hazırım…” Odasından çıkarken kantine girmişti. Geçen aylarda olan her şeyi öğrenmek için can atıyordu. Ekibi oradaydı sadece Yıldırım yoktu. Sandalyesine otururken Hasan’ın ona gülümseyerek bıraktığı çay bardağına avuçlarını yaslamıştı.

“İyi ki geldiniz Komutanım.” Ona aynı şekilde gülümseyerek karşılık vermişti. Kimsenin vurulması hakkında konuşmadığını fark ettiğinde mutlu olmuştu. Ara sıra o gün hissettiği acıyı çok tazeymiş gibi bedeninde hissediyordu.

“Yıldırım nerede?” Çayı içmeden önce sorusunu sormuştu.

“Hala okulda.” İsmail onu cevaplamıştı. Kahvesini içerken arkasına yaslanıp, hepsinde göz gezdirdi. “Konuşun artık biriniz. Komutanım meraktan çatladı.” Herkes İsmail ve Hilal arasında göz çevirirken ilk konuşan Yalçın olmuştu.

“Komutanım neler oldu neler. Bir bilseniz şaşar kalırsınız.” Hilal merakla ona dönerken bu kez Muhammet devam etmişti konuşmaya.

“Haklısın Yalçın, komutanım bir bilseniz.” Konuşan adama çattığı kaşlarla baktı kadın.

“Doğru şimdi o kadar şey oldu.” Hemen konuşan Nurullah’a döndü Hilal. Sinirlerinin gerildiğini fark ediyordu ama sakin olmak için birkaç derin nefes aldı. Sinirle söylenmeden önce yanında oturan Arslan’a çattığı kaşlarıyla baktı.

“Haklılar neler neler.” Daha fazla sabredemeyen kadın sinirle elini masaya vurmuştu.

“Konuşun artık.” Sert sesi bir mırıltıyla onlara ulaşmıştı.

“Tamam Muhammet anlatsın. Zaten çatlayacak neredeyse.” Hepsi Yalçını onaylarken Muhammet elinde ki bardağı bırakıp heyecanla geçen aylarda başlarına gelen her şeyi sırasıyla anlattı. Albayın vurulması, Yıldırımın planını, yeni gelen sözde komutanı, Arslan’ın gururla yaptığı evlilik planını. Aklına gelen her şeyi anlatırken arada kaynayan her şeyi Nurullah tamamlamıştı. Son cümlesinde söylediğinde Hilal beşinci bardağını masaya bırakmıştı.

“Vay be. Ben orada eve hapseldim siz burada.” Söylediği şey hepsinin kaş çatmasına neden olmuştu.

“O ne demek. Baban mı?” Arslan’ın sorusu üzerine kısaca başını sallamıştı.

“Hastaneden çıkalı iki aydan fazla oluyor. Telefonuma el koymuştu. Bu yüzden hiçbirinizle iletişime geçemedim. Değiştiğini göstermek istiyordu. Ama o hala aynıydı. Tüm oyunu ben emeklilik için imza atana kadar devam edecek bir gösteriydi. Ama annem bu kez arkamdaydı. Ve ben şimdi buradayım.” Ona gülümseyen ekibine aynı şekilde gülümsedi.

“Güzel.” Arslan’ın mırıltısına baş sallayarak katılmışlardı.

“Geç olmadan çıkalım mı? Bayadır antrenman yok bende. Nurullah’tan başlar Arslan’la bitirelim.” Çatılan kaşlara güldü. “Vuruldum. Ölmedim. Hala hepinizi yenecek güçteyim. Hadi dışarı.” Sinirle söylenen çocukları dinlemeden bahçeye çıkmıştı. “Bu kez her şeyi doğru yapacağım. Bu benim, bana en büyük sözüm.” Arkasından gelenlere bakarken sırıttı. Üniformasını çıkarıp atletini düzeltti.

Hazırdı.

Yanan canının hesabını sormak için hazırdı.

………….

………………..

………………………

Ara verdiğim için özür dilerim. Ramazan da aklıma bile gelmedi.

Sağlıkla kalın.

Bölüm : 29.03.2025 05:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...