
İyi okumalar.
.....................
.........................
................................
Kimi benim gibi sever gönülden.
Kimi senin gibi el olur gider.
Zorlukla açtı gözlerini, bünyesi aylar sonra ki bu düzene hala hazır değildi. Yumuşak yatağından sonra yıllarca yattığı bu yatağı yadırgamıştı. Kendine sinirle söylenirken doğruldu yatağından. Koridordan gelen sesler herkesin uyandığını belli ediyordu. Tutulmaya yüz tutmuş boynunu ovalayıp yatağından kalktı. İhtiyaçlarını giderip hızla giyindi. Oyalanmadan hazırlanıp saatine kısa bir bakış atmıştı. Birkaç dakikası olduğunu fark ettiğinde masasının köşesinde duran küçük ısıtıcıda bir bardak su kaynatmış hazır kahvesini yapmıştı. Bardağı avuçlarına bastırırken penceresinin pervazına yaslandı.
“Buraya ilk geldiğimde burası benim evim dedim.” Dolan gözleri dağların etrafında dolandı. “Lafın gelişiydi belki o zaman. Ama şimdi burası gerçekten benim evim oldu. Levent bir yana, burası benim vatanım. Bunları nasıl fark edemedim.” Yudum alamadığı kahvesini köşeye bırakıp dolan gözlerini sildi. “Aferin kızım. Akıllandın sen aferin.” Zorlukla yutkunup soğumaya başlayan kahvesini birkaç yudumda içti. Odadan çıkarken yüzünde gururlu bir ifade vardı. Yanından geçerken selam veren her askere başını salladı. Bahçeye çıktığında Arslan’ın eğitim için hazır olduğu belliydi. Birbirlerine selam verdikten sonra Hilal üniformasının üstünü çıkarıp eğitime katıldı. Eğitim sonrası herkes görevlerine dağılırken Hilal devam etti.
“Hilal Yüzbaşım yeterli.” Yanına gelen Arslan’a baktı. Mekik pozisyonunu bozup rahatça oturdu.
“Yetmez Yüzbaşım.” Uzatılan termosu alıp birkaç yudum su içti. “Teşekkür ederim.” Adama kısa bir gülümseme sunup pozisyonuna geri döndü.
“Kendini çok zorluyorsun.” Kaldığı yerden devam ederken adama çevirdi gözlerini.
“Bunca zaman boşuna yattım. Kendime gelmeliyim.” Başını sallayan adam termosu bırakıp karakola girdi. Hilal zorlandığını hissedene kadar saatlerce eğitime devam etti. Arslan’ın sürekli onu çağırmasının sonunda pes etmişti. Sabah ağrıyan boynuna birkaç yeri daha eklenmişti. Omuzlarını oynatıp bunu görmezden geldi. “Yıkanıp geleceğim.” Yanında ona başını sallayan adama bakmadan odasına gitmişti. Hızla temizlenmiş rapor vermek için komutanının odasına ilerlemişti.
“Gel…” Çaldığı kapının ardından aldığı emirle hızla hareket etmişti.
“Komutanım” Selam verip kapının birkaç adım ilerisinde bekledi.
“Gel Yüzbaşı.” Kapıyı kapatıp masanın önünde bekledi. Komutanının önünde ki dosyanın son sayfasında gezinen gözlerini izleyip, bekledi. “Nasılsın Yüzbaşı?” Adam başını kaldırmadan konuşmuştu.
“İyiyim komutanım. Teşekkür ederim.” Başını sallayan adam dosyaya imzasını atıp kapattı.
“Genel olarak sormadım Yüzbaşı.” Adamın kalkan tek kaşına başını sallayarak karşılık verdi.
“Ben gerçekten iyiyim Komutanım.” Başını sallayan adam oturması için işaret vermişti. Komutanını ikiletmedi. “Günün raporu için gelmiştim.” Elini sallayan adamı gördüğünde sustu.
“Rapor Yüzbaşı Arslan tarafından bana iletildi.” Başını sallayan kadın. Oturduğu yerden kalktı.
“Peki komutanım. İzninizle.” Cevap alamadığı için olduğu yerde beklemeye devam etti.
“Otur Yüzbaşı.” Aldığı emir ile hızla oturdu. “Bu görevden uzak olmanı istiyorum.” Duyduğu şey, beklediği bir şey asla değildi. Şaşkınlıkla komutanına bakarken sıktığı yumruğunu diğer eliyle gizlemeye çalıştı.
“Komutanım…” Cümlesini komutanının havaya kaldırdığı el kesmişti.
“Açık konuşalım Yüzbaşı. Bu görevde sen hedefsin. Ve biz böyle bir şeye bir daha izin veremeyiz. Ortalıkta olmaman senin için en iyisi.” Duyduğu şeyler mantıklıydı ama bunu kabul etmek istemedi.
“Yapabilirim.”
“Biliyorum Yüzbaşı. Hiç olmadığın kadar hazır olduğuna da eminim. Ama ben askerimi bile bile ölüme yollayamam. Sen çok açık bir hedefsin. Bu yüzden geri duracaksın. Bu benim sana emrim. Bir daha asla emrime karşı çıkmaya kalkma.” Hızla ayağa kalkan Hilal selam vermişti.
“Emredersiniz Komutanım.”
“Çıkabilirsin.” Başını sallayan kadın odadan hızla çıkmıştı. Kapı önünde düşen omuzlarını düzeltmedi. Kantine doğru ilerlerken ne düşüneceğini bile anlayamıyordu.
“Komutanım. Kahve mi? Çay mı?” Masaya ne ara oturduğunu bile fark etmemişti. Hasan’ın ona seslenmesi sayesinde kendine gelmişti. Başını çevirip semaverlerin ardında duran adama baktı.
“Çay…” Başını sallayan adam işine dönerken masada ona merakla bakan adamlara döndü.
“Komutanım?” Nurullah merakla kadına gözlerini dikerken konuşmuştu.
“Binbaşım bu görevden uzak durmamı istedi. Emretti aslında.” Uzatmadan tüm sorulara hemen cevap vermişti.
“En iyisini yapmış. Tüm gözler üzerindeydi. Geldiğin öğrenildiğinde daha kötü olacak her şey. Uzak durman senin içinde bizim içinde daha iyi olacak.” Arslan çayını içerken umursamaz bir tavırla ama kararlı bir ifadeyle konuşmuştu.
“Evet anlıyorum.” Onun boş bakan gözleri üzerine Yalçın devam etmişti konuşmaya.
“Merak etmeyin komutanım her şeyi size haber veririz.” Diğerleri onu onaylarken Muhammet dayanamamış konuşmuştu.
“Ne yani. Her emri yok sayan Hilal Yüzbaşı bunu kabul mü ediyor?” Arslan ve diğerleri ona ters bakışlar atarken o omuz silkmişti.
“Ne gaz veriyorsun lan?” Yıldırım yanında oturan adamın ensesine bir tane çakarken Hilal omuz silkmişti.
“Uyacağım. Ölümü tattım ben yetti bana. Hiçbir şeyi, özellikle sizi riske atmak istemiyorum. Ben yerimde otururken sizin bu olayları çözeceğinizi biliyorum.” Hayretle ona bakan ekibine hafif bir gülümseme sunmuştu. “Ciddiyim. Uslu duracağım.” Hayret dolu bakışlar gülümsemeye dönerken gelen çayına üç şeker atıp karıştırıyordu.
“Çok değişmişsin şu dört ayda.” İsmail komutanına dönerken diğerleri sadece başını sallamıştı.
“İyi yöndedir umarım bu dediğin değişim.”
“Kesinlikle komutanım. Artık korkulur sizden.” Hafif bir tebessüm onu ağlatacak kıvama getirmişti.
“İyi bakalım.” Bir süre daha geçen aylar hakkında konuşmuşlar sonra dağılmışlardı. Hilal aldığı mesajla Levent’in geldiğini öğrendiğinde göz devirmemek için kendini zor tutmuştu. Rapor vermek için komutanının odasına ilerlerken onunda odadan çıktığını gördüğünde adımlarını hızlandırmıştı. “Komutanım…” Ona dönen adama yaklaştı.
“Yüzbaşı?” Selam verip yerinde sabit durdu.
“Komutanım. Levent ağa geldi. Konuşmak istiyor.” Başını sallayan adam ona diktiği gözlerini kapıya çevirdi.
“İçeriye gelsin. Kantinde konuşun.” Başını sallayan kadın giden komutanının ardından bakıp telefonundan son mesaj atan kişiye içeriye girmesi için kısa bir mesaj yollamıştı. Çok geçmeden beklediği kişi kapıdan girmişti.
“Selam.” Adamın elini kaldırıp hafifçe gülümsemesine başını sallamıştı.
“Bu taraftan. Kantin müsait.” Başını sallayan adam başka soru sormadan onu takip etti. Kısa bir yan yana yürüyüşten sonra istedikleri yere varmışlardı. Hilal köşede duran masayı işaret etmişti. “Siz oturun. Ben çay alıp geliyorum.” Başını sallayan Levent konuşma hakkı olmadığına emin olmuştu. Kadının gösterdiği masaya ilerlemiş hızla çektiği sandalyeye oturmuştu. Etrafta gözlerini gezdirdiğinde kendisine bakan birkaç kişinin hiçte mutlu olmadığından emindi. Başını masada birleştirdiği ellerine çevirirken sıkıntıyla bir nefes aldı. Dünden beri kafasını toplamakta bile iyi değildi. Şimdi burada otururken ne konuşacağını bile anlamıyordu. Konuşmak istiyordu ama ne konuşacağını bile bilmiyordu. Önüne bırakılan karton bardakla bakıştı bir süre. Sonra onu getiren kadına döndü.
“Selam…” Tek kaşı havaya yükselen kadın ona merakla baktı.
“Selam, evet.” Adamın karşısında ki masaya otururken kendi bardağını avuçlarına bastırdı. Etrafta ki kimsenin bu adamla konuşmasından hoşlanmadığı çok açıktı. İfadelerini saklamak için bile uğraşmayan bir grup onlara gözlerini dikmişlerdi.
“Nasılsın?” Sonunda sesini bulan adam merakla sorusunu sormuştu.
“Birkaç öncesine göre şu an daha iyiyim.” Kadının sesi nazikti. Bir art niyet yoktu. Ama adam bunun bir maske olduğunu düşünecek kadar kadını iyi tanıdığından emindi.
“Anlıyorum. Ve özür dilerim.” Kaşları çatılan kadın ona dikti bakışlarını.
“Ne için özür diliyorsun?” Omuz silken adam çayından bir yudum almıştı.
“Yanında olamadığım için.” Bu kez histerik bir gülüş atan kadın omuz silkmişti.
“Gerek olmadığı içindir. Sorun yok.” Aldığı cevap adam için yeterince yaralayıcı olmuştu. Sahte bir öksürük sonrası bedenini dikleştirdi.
“Öyle diyorsan.”
“Öyle diyorum. Ve başka bir konu yoksa ayrılacağım buradan. İşlerim var.” Hızla oturduğu yerden kalkan adam. Yaptığını fark ettikten sonra aynı hızla oturdu yerine.
“Sadece biraz otursak olmaz mı? Seni çok uzun süredir göremedim.” Adamın dolan gözlerini herkes fark edebilirdi. Hilal sızlayan burnunu yok sayıp ayağa kalktı.
“Üzgünüm. Şu an görevlerim var. Sizinle burada oturup her şeyi boş veremem.” Kabullenişin verdiği hafif bir sırıtmayla düşen omuzlarını dikleştirdi adam.
“Peki. Ben sizi daha fazla meşgul etmeyeyim. İyi çalışmalar.”
“Sağ olun.” Kalkıp giden adamın arakasından bakmadı. Kucağında birleştirdiği elleriyle oynarken, yaptığı şeyin doğru olduğundan emindi. Nişanlı bir adamla oturup öylece bakışmak bir kadın için kırıcıydı. Kimse onun yanan canını umursamazdı ama hakkında konuşmaktan da geri durmazlardı. Yarısını içtiği bardağını eline alırken kantinden çıktı. Yapacak bir şeyi yoktu odasına ilerlerken yoluna çıkan ekibine göz devirdi. “Bitti mi işleriniz?” İlk konuşan Nurullah olmuştu.
“Bitti komutanım. Binbaşım serbest bıraktı bizi.”
“E yani burada ne işiniz var şimdi?” Odasına girmek için attığı adım Yalçın tarafından engellenmişti. “Ne var lan yine?” Sinirle ona söylenirken Arslan onu kolunun altına almıştı.
“Çarşı izni verdi Binbaşı. Hadi çıkalım bir tatlı yeriz.” Başını sallayan kadın onun kolunun altından çıkmak için birkaç adım uzaklaştı.
“Giyinip gelirim.” Başını sallayan çocuklara aynı şekilde karşılık vermişti. Onlar kapının önünden ayrılırken Hilal derin bir nefes alıp vermişti. “Başladık yine.” Odasına girdiğinde oylanmadan bir kazakla deri pantolonu kombinleyip giymişti. Çantasını aldığında, çalan telefonu odadan çıkmadan onu durdurmuştu. Ekranda gördüğü isimle gülümserken aramayı onaylarken odadan çıkmıştı. “Anne…” Cıvıltılı bir sesle cevap verirken aynı şekilde karşılık almıştı.
“Hilal kızım, neler yapıyorsun?” Koridorda yürürken gülümsedi. Annesiyle ilk kez bu şekilde konuştuğu için aptal bir mutluluk gülümsemesi yüzünde yer edinmişti.
“İyiyim bende. Çocuklarla çarşıya çıkacaktık. Siz neler yapıyorsunuz?” Bahçeye çıktığında çocukların köşede onu beklediklerini görmüştü. “Annem telefonda.” Fısıltıyla onlara cevap verip iki araca dağıldılar.
“Selam söyle.” Arslan direksiyona geçerken konuşmuştu. Hilal ona başını sallayıp selamı karşı tarafa iletmişti.
“Onunda hepinize selamı var.” Çocuklar başlarını sallarken Hilal yerine oturmuştu. “Babam nasıl?” Sorusuna hemen cevap almıştı.
“İyi ne yapsın işe gidip geliyor.” Başını sallarken cevap verdi.
“İyi yapıyor. Sen nasılsın?”
“İyiyim kızım. Bende tatlı yapmıştım. Aklıma geldin o yüzden aradım. Damadım ne yapıyor? Verdin mi hazırladıklarımı?”
“Hayır anne veremedim ona. Diğerleri ama saniyeler içinde, bizimkiler tarafından yok edildi.” Onunla aynı araçta olan çocuklar gülerken, annesi de telefonun diğer ucundan gülüyordu.
“Ne zaman vereceksin. Yarına kadar bayatlar onlar.”
“Ben yerim anne olmadı. Onunla konuşacak vaktim yok.”
“Çarşıya çıkacak vaktin var ama. Geç olmadan ver yesin çocuk.” Göz deviren Hilal ne diyeceğini bile bilmiyordu.
“Tamam anne. En geç yarına kadar veririm.” Karşıdan aldığı onaylayıcı sesten sonra kısa bir konuşma daha yapmışlar ardından vedalaşmışlardı.
“Annene ağadan bahsettin demek.” Arslan’ın meraklı yüzüne kısa bir bakış atmıştı.
“İsteyerek söylemedim aslında. Denk geldi, öyle öğrendi.” Omuz silkerken başını cama çevirip kalan yolu izledi. “Gelirken o kadar heyecanlıydım ki izlediğim yolu bile fark edemedim. Şimdi ağaçları sayıyorum. Cidden insan beyni çok garip, düşünmemek için neler çeviriyor.” Kendi kendine konuşuyordu. Ama ona kimse karşılık vermiyor hatta gülmeyen yüzünden dolayı mutsuz hissediyorlardı. Hilalin aylar sonra gelip bu şekilde dolanması hiçbirini mutlu etmemişti. “Çok sıkıcı değil mi? Arslan radyoyu açsana.” Başını sallayan adam ilk çıkan kanalda denk geldikleri karşıdan dolayı gülmüşlerdi. “Tam zamanında be.” Hilalin sırıtışı hepsini sevindirmişti. Nurullah hızla ortama ayak uyduruk eliyle yaptığı mikrofonu öne uzatmıştı.
“Ve sayın dinleyiciler. Sırada ki şarkı Van’da görev yapan Yüzbaşı Hilal Kara ve silah arkadaşlarına geliyor.” Diğerleri onun anonsuna alkış tutarken, Arslan sesi son raddeye çıkarırken radyodan çıkan seslerle araçtakilerin sesleri birbirine karışıyordu.
-Aşkın kanununu yazsam yeniden
Kimi ümitleri yel alır gider
Kimi benim gibi sever gönülden
Kimi senin gibi el olur gider
Dünyanın bir yazı bir kışı vardır
Her yolun bir başı bir sonu vardır
Her aşkın sonunda gözyaşı vardır
Akar damla damla sel olur gider-
Onlar gülmeye devam ederken öte yandan Levent çökmüş omuzlarıyla girdiği konağa sığamıyordu. Dolan gözlerini koluna bastırırken nereye gideceğini bilmiyordu. Ortada durmuş birinin ona yerini göstermesini bekliyordu. Uzun süredir kendini ilk kez bu kadar çaresiz hissetmişti. Karım dediği kadının ona karşı bu soğuk hareketleri adamı derinden yaralıyordu. Kadının ne kadar haklı olduğunu bilse de. Kabul etmekte istemiyordu. Sadece bir kere sarılmışlardı. O anı o kadar kısa kesen muavini bulmayı kafaya koymuştu üstelik.
“İki dakika daha beklese ne olurdu sanki?” Sinirle söylenirken aptallığına güldü. “Lan oğlum. Senin sinirlenmeye hakkın mı var?” Yanına gelen adam odasına doğru yönlendirdiğinde oyalanmadı. “Kado?” Yanında yürüyen adama döndü.
“Ağam…” Leventle birlikte duran adam merakla ona baktı.
“Ben çok mu salağım lan?” Aldığı soruya cevap verecek halde değildi. Kısa bir öksürükten sonra kaçmak için fırsat aradı. “Korkma bir şey yapmam. Sadece cevap ver.” Kado üzerine gelmeye başlayan adama bakarken zorlukla yutkundu. “Salak mıyım ben? Neden cevap vermiyorsun?” Levent adamın üzerine gittiğinin farkında bile değildi. Her saniye bir adım daha gerileyen adam kaçacak yeri kalmadığında verebileceği bir cevap aradı.
“Ağam. Hangi konudan dolayı?” Başını kaldırıp birkaç saniye düşünen adamı izledi.
“Aşk konusunda.” Gözünün içine merakla bakan adamın az önceki hareketini kopyalayıp başını yukarı kaldırıp bir süre düşündü.
“Yani ağam.” Gözlerini ona merakla bakan Levent’e çevirdi. Söylemek istediği ne varsa yuttu. “Değilsiniz ağam.” Gözlerini kısıp ona bakan adamın inanamadığı çok açıktı. “Sadece ne yaptığınızı bilmiyor olabilirsiniz.” Toplamaya çalıştıkça batırdığını fark etti. Son bir derin nefes alıp konuştu. “Ağam sakin olun ama, siz sanırım bir kadından anlamıyorsunuz.” Kaşları çatılan Levent ona hayretle baktı.
“Nasıl anlamıyorum? Daha ne yapmam lazım ki?” Alnını kaşıyan Kado birkaç saniye düşünmek için adamdan uzaklaştı.
“Şimdi ağam yaptığınız normal bir şey değil. Komutan hanım kaç ay sonra geldi. Hem de sizin nişan ertesisine. Nasıl hissetmiştir kim bilir?” Duyduğu şey onu derin düşüncelere dalması için yeterli olmuştu.
“Haklısın bende bunun farkındayım ama ne yapabilirim?” odasına doğru ilerlemeden önce adamının onun kelimelerine karşı omuz siktiğini görmüştü.
“Sanırım ona istediği alanı tanımalısınız. Sonuçta düşünmesi lazım. Gerçi ben olsam asla affetmezdim.” Eli kapısının kolunda kalan Levent arkasında duran adama döndü.
“Ne dedin?” İrice açtığı gözleriyle üstünlüğünü belli ederken aynı cevabı alacağı takdirde yapacağı şey belliydi.
“Yalan mı şimdi? Siz vurulsanız, ortalıktan kaybolsanız. Sonra geldiğinizde bir öğreniyorsunuz ki. Aa sevgilim yanında bile durmasına izin vermediğim adamla nişanlanmış. Valla komutan hanım yine sakin davrandı. Gitmeden önceki komutan hanım olsaydı. Sizi şimdiye delik deşik etmişti.” Ne kadar öfkeli olsa da adamın haklı olduğunu bildiği için sustu.
“Tamam Kado sus. Ben gidiyorum.” Herhangi bir şiddet hareketi görmeyen adam başını sallayıp oradan uzaklaştı. Odasının kapısında dikilmeden içeriye girdi. Ne yapacağını bilmese bile kendine gelmek için banyoya ilerlemiş suyun altında bir süre kalmıştı. İstemese bile az önce konuşulan her şeyden aklı başına gelmişti. Kado haklıydı. Hilal’in yerinde kendisi olsaydı neler yapardı tahmin etmek istemiyordu. Bir süre daha kaldıktan sonra banyodan çıkıp giyindi. Telefonunu alıp oyalanırken gelen bir mesajla yüzünde büyük bir gülümseme oluşmuştu.
-Sana bir şey vermem lazım. Müsait olursan bugün uğra.
Yatağından hızla kalkarken dolabının önünde bulmuştu kendini. Sakin olmak için derin nefesler alırken zorlanıyordu. Hilal ile bir daha asla görüşemeyeceğini bile düşünmüştü ama şimdi buluşmak için bir mesaj almıştı. İçi içine sığmıyordu. Heyecanla eline aldığı beyaz gömlekle lacivert pantolonu geçirdi üzerine. Saçını parmaklarıyla zapt etmek için çabalarken hızlı adımlarla merdivenleri inmiş aracına binmişti.
Karakola varmasına birkaç dakika kalmıştı. Telefonunu çıkarıp ilk sırada yer alan kadına geldiğini belirten kısa bir sesli mesaj atmıştı. Mesaj saniyeler içinde görülmüş ama cevap verilmemişti. Buna takılmamak için gülümsedi.
“Zaten ne cevap verebilir ki bu saçma mesaja.” Kendi kendine kızarken aracı karakolun önünde durdurmuştu. Araçtan inerken heyecanla kapının önünde beklerken nöbet tutan askerlere selam vermişti. Birkaç dakika geçtikten sonra hala Hilalin gelmemesi nu endişelendirmişti. Yaslandığı aracından doğrulup kaputun üzerine bıraktığı telefonunu aldı. Son aramalarda duran kadını aramak isterken karakoldan çıkan birinin onlara doğru geldiğini fark ettiğinde telefonu geri bırakmıştı. Parmakları tekrar saçlarının arasında gezinirken, sakin kalmak için derin nefesler aldı.
“Ağa?” ona seslenen kişinin beklediği kişi olmadığından emindi. Bu kaba sert ses Hilale ait olamazdı. Hızla yanına geleni görmek için dikkatli bakışlarını karşısında ki kişiye odakladı.
“Muhammed?” Ona yüzünde ki büyük gülümsemeyle yaklaşan adama karşı mahcup olmamak için zorlukla sırıttı Levent.
“Nasılsın?” Soru laf olsun diye sorulmuştu. O yüzden adam cevap vermemeyi tercih etmişti. Gözü hala karakoldayken yanına gelip duran adama bir saniye bakmadı. “Ayıp oluyor ama. Merak ettiğin tüm soruların cevapları bende.” Muhammed kendinden emin gülümsemesiyle adama bakarken söylediği her şeyin onun dikkatini saniye saniye nasıl çektiğini büyük bir zevkle izledi.
“Muhammed?” Levent yanında ki adama tamamen dönerken meraklı gözleri onun yüzünde dolanıyordu.
“He ağa he adım Muhammed. Yeter valla sıktınız ikinizde böyle. Neyse ne al bunları.” Levent duyduğu azarları sindirmeden eline tutuşturulan çantaya baktı.
“Bu ne?” Sorusuna karşılık karşısında ki ada ona üzüntü dolu bir ifadeyle baktı.
“Eski kaynanan senin için hazırlamış. Ama dediğim gibi eski kaynanan Hilal komutanımın annesi.” Yüzünde ki sinir edici gülümsemeyle, karşısında afallamış yüz ifadesiyle duran adama baktı.
“Eski mi?” Bazı şeyleri anlamaya başlayan Levent korku dolu gözlerle karşısında ki adama baktı.
“Tabi eski. Ne sandın?” Karşısında her saniye çöken adama bakarken inanılmaz bir zevk alan Muhammed. Toparlanmak için birkaç sert öksürükle kendini düzeltti.
“Hilal nerede?” Omuzlarını kaldıran adama aynı korku dolu ifadeyle baktı. “Lütfen cevap ver.” Aynı şekilde omuzlarını kaldırmaya devam eden adamdan bir cevap alamayacağından emin olduğunda. Biraz önce bıraktığı telefonunu tekrar aldı. Aramaktan vazgeçtiği numaraya hırsla basarken dişlerini sıktığının farkında değildi. “Ben bulurum onu.” Dudaklarını kıvıran Muhammed onun çabalamasını tekrar bir omuz silkme ile karşılamıştı.
“Ara ara bulursun.” Onun yerinden ileri geri giderken telefonuyla can çekişmesini araca yaslanıp izlemeye devam etti. “Açmıyor değil mi?” Levent ona öfke dolu bir bakış atmıştı. “Açmaz. Bak gel beni dinle.” Tekrar aynı öfkeli bakışı aldığında göz devirip, dudaklarına fermuar çektiğini belirten bir hareket yapmıştı.
“Niye açmıyor?” Olduğu yerde daireler çizerken saatler öncesinden başlayan tüm heyecanının yerini şiddetli bir korku hissi almıştı. “Muhammed?” Ona döndüğünde adamın umursamaz tavrı yüzünden korkusunun yanında beliren öfkesine hâkim olmak için yumruklarını sıktı. “Tamam suçluyum konuş artık.” Hala omuz silkerek onu umursamamaya devam eden adama belerttiği gözleriyle baktı. “Özür dilerim. Allah belamı versin sana öyle davrandığım için. Lütfen o mükemmel sesinin duymamı sağla.” Duyduğu şeylerden memnun olan adam yaslandığı araçtan doğruldu.
“Çok yalvardın neyse. Komutanım seninle konuşmak istemiyor. En azından bu olaylar tamamen çözülene kadar. Bunları da annesi ısrar ettiği için sana vermemi istedi. Bugün kesin vermesi lazımmış. Ne şanslı adamsın be ağa. Kaynanan seni şimdiden seviyor. Gerçi şu an itibariyle eski demek daha doğru olur.” Sinir edici gülümsemesini geri getirirken karşısında ki adamın öfkeden ve korkudan tutuşmasını zevkle izledi. “Vallahi şu an sana bu yaptıklarımı komutanım bilse beni mahveder. Bak aramızda kalsın sana bu kadar yardım ediyorum sonuçta. Arkadaş sayılırız.” Yüzünde ki gülümsemeyi silmeden konuşmaya devam etti. “Bak arkadaş dedim öyle konuşalım. Gel buraya otur.” Aracın kaputunu işaret ederken onu beklemeden sol köşeye oturmuştu. Levent yapacak başka bir şeyi olmadığını anladığında onu takip edip sağ köşeye oturmuştu. “Şu çantada çok güzel kurabiye var çıkarsana konuşurken yiyelim.” Levent ona hayretle bakarken yanında oturan adam gülüşünü bozmadan onu bekliyordu. Yapacak başka bir şeyi olmadığını anladığında çantayı ona doğru itmişti. Muhammed vakit kaybetmeden çantada olan kutuları çıkarıp aralarına bırakmıştı. “Kendi malın gibi ye. Ben az bir şey tırtıklarım.” Başını sallayıp onu geçiştirirken kurabiyelerden bir tane alıp ısırdı. “İyi değil mi? Teyzem ya çok becerikli. Ama maalesef komutanım beceriksiz. Yani bulduğun yerde çök bunlara.” Konuşurken kutularda bulduğu her şeyi ağzına tıkan Muhammed yanında ki adamın sinirini bozuyordu.
“Tamam bu kadar yeter sana. Gerisi benim.” Kaputta duran kutuları hızla toplatıp çantaya geri koydu.
“Ne cimrisin lan. İki lokmada gözün kaldı.” Ona sinirle baksa bile hala bu hareketleri onu eğlendiriyordu.
“Cimri falan değilim. Bana gelmiş verdim işte iki lokma yeter.”
“Demek öyle. Peki, ben bunu komutanıma söylerim.”
“Abartma Muhammed.” Onun korkuyla açılan gözlerini gördüğünde kendini tutamadan gülmüştü.
“Korkma lan korkma. Tamam ağzımda bakla ıslanmaz ama asla yalan söylemem.” Rahatlıkla derin bir nefes alan Levent çökmüş omuzları ile yanında duran adama sırtını döndü.
“Ne olacak şimdi?” Onun sorusuna karşılık omuz silkti adam.
“Valla ağa sadece zaman çözer sizin olayı. Operasyon hazır. Bu şerefsiz konuştu sonunda. Destek ekip iki güne burada olacak. Az kaldı demekten başka çarem ve umudum yok.” Başını sallayan adam ona hak verdi. Ne olacağını hiçbiri bilmiyordu. Zaman her şeyi ortaya çıkaracak ve onlara yardım edecekti. “Hilal komutanım bu operasyonda olamayacak. O asıl hedef zaten. O burada diğer askerlerle karakolu koruyacak. Ne olacağı belli değil. Bu şerefsizin kaybolduğunu hatta yakalandığını anlamışlardır bile. O yüzden Hilal komutan sana şu sözleri iletmemi istedi.” Merak ettiği kadının adını duyduğunda heyecanla adama döndü. “Bir süre, her şeyden uzak durmanı. Ve gerekirse ortadan kaybolmanı istiyor.” Kaşları çatılan adam duyduğu şeyler yüzünden ne hissedeceğini şaşırmış bir tepki bile veremiyordu.
“Bu ne demek şimdi?” Muhammed oturduğu yerden atlarken tekrar omuz silkti. “Kaçmamı istiyor yani.” Göz deviren adam onun dediğine cevap vermek için zahmet etmedi.
“Bilemem. Sadece zarar görmeni istemiyor. Hainler ve teröristler yakalanıp adalete teslim edilene kadar güvende olmanı istiyor belli ki.” Duyduğu şey onun için yeterli değildi.
“Saçmalık. Onun için her şeyi yapacak haldeyim. Bunu biliyor ve bana kaçmamı söylüyor. Bu saçmalık resmen benimle dalga geçiyor.” Onun çıkışına karşılık kaşlarını çatan Muhammed elini havaya kaldırıp onu susturdu.
“Hey arkadaşım. Abartma bence. İkinizde ne yaptığınızı bilmiyorsunuz anladık ama sürekli bizi aracı olarak kullanıp beynimizi sikmek nedir yani. Ben bana söyleneni söyledim sana. İstemiyorsan ara ya da mesaj at. Benden bu kadar yani ben kaçaro.” Adamın başka bir şey demesine fırsat vermeden karakola ilerlemişti. Olduğu yerde öfkeyle dolanıp durdu Levent. Hilal onu karakolun içinde bir pencerenin ardından izliyordu. Tüm konuşmayı kulağına dayadığı telefon sayesinde duymuştu. Yanına gelen adama bakıp telefonunu indirdi.
“Kapattım telefonu sağ ol.” Muhammed’in bir şey demesine fırsat vermeden uzaklaştı koridorda.
“İkisi birbirinden salak. Yemin ederim. Kaç tane dakikamı yedi her şeyi duymak için.” Sinirle cebinde duran telefonu çıkarıp kapandığından emin olduktan sonra yatakhaneye doğru ilerlemeye başlamıştı. “Bugünde zarardayım. Hem dakikalarım gitti. Hem uykum bölündü. Tez zamanda barışında ben huzur bulayım be. Âmin.” Yatakhaneye girdiğinde postallarını çıkarıp direk yatağa girmişti.
&&&
“Komutanım bu konuda emin olmalıyız.” Büyük masanın çevresinde toplanan ekip Arslan’ın dediği şeyleri doğrulamak için hafif mırıltılar çıkarmıştı.
“Yüzbaşı plan hazır destek ekip iki gündür burada. Yapmamız gereken tek bir şey kaldı. Cuma gününü bekleyip o kadının dışarı çıktığı anı hedeflemek.” Binbaşının sert bir ifade ile söylediği her kelime oldukça netti. Bunun üzerine kimse başka bir söylemeye çalışmadı. “Şimdi dağılıp hazırlanın. Geçen sefer ki gibi bu operasyonu da batırmanıza izin veremem.” Tehditkâr ses odada ki yedi kişi için geçerliydi. Binbaşı Metinin gözleri zorlukla yutkunan kişilerin üzerinde tek tek gezinmişti. “Anlaşılmışımdır umarım. Dağılın.” Bir kelime daha etmesine gerek kalmadan, oda boşaltılmıştı.
“Binbaşım?” Odanın köşesinde duran kadın masaya yaklaşırken kendinden emin değildi.
“Yüzbaşı Kara gitmemen iyi oldu. Seninle özel olarak konuşmam gereken bir konu var.” Karşılıklı duran ikili bir süre sessiz kalmıştı. Komutanının onu dikkatle izlediğini fark etmiş bile olsa sesini çıkarmadan alacağı emirleri bekliyordu. “Bazı şeylere karar verdin mi?” Hilal duyduğu şeyden sonra şaşkınlıkla başını kaldırıp komutanına baktı.
“Komutanım?” Elini kaldıran adam onun daha fazla konuşmasını engelledi.
“Bitirmedim.” Başını sallayan kadın yerinde sabit kaldı. “Buraya tekrar gelmeden önce ayrıntılı düşündüğünden eminim. Ama her şey bittiğinde bu karakolun tekrar kapanacağını biliyorsun değil mi? Belki bir yıl sonra belki iki yıl sonra. Sürgününüz bitecek ve siz kapandığını bile göremeyebilirsiniz. Yüzbaşı. Hayır Hilal her şeyi ya bitir. Ya da onların peşinden git.” Komutanının ne demek istediğini biliyordu. Kararını zaten vermişti.
“Buraya gelirken zaten kararımı vermiştim komutanım. Babamla bile karşı karşıya geldiğim bu sevdayı bir aşk uğruna bırakacak değilim. Buna saygısı olmayan biriyle birlikte zaten olamam. İsterse benimle gelebilir. Ben onun peşinden gidemem, her şeyi yeni kazanmışken tekrar kaybedemem. Yıllarca aptal gibi takıldıktan sonra kendimi kanıtlayacak fırsatım var. Ve ben bu üzerime giydiğim şeyin bir bez parçası olmadığını biliyorum. Bunu bildiğimi kanıtlamam lazım. Eski Hilal Kara artık yok. Bunu herkes bilmeli. Çünkü bir kere öldüm de dirildim.” Başını sallayan komutanının başka bir şey söylemesini bekledi.
“Hilal, bu çatının altında duran her askerden ben sorumluyum. Birinizden birine bir şey olsa canım aynı yanar. Bu vatanın evladısınız. Her şey bir yana kurduğumuz her bağ, beraber içtiğimiz bir bardak çay bile bize hatıra. Buna rağmen bu vatan için sırt sırta yıllarca savaştık. Bizden öncesi vardı. Sonrası da olacak. Ama en anlamlısı da bu zaten. Her gelen bir öncekinden daha tutkulu olacak. Her yeni gelen daha da bağlı olacak vatanına.”
“Hepimizin tek bir hedefi var komutanım. Ülkemiz için huzuru ve barışı sağlamak.” Başını sallayan adam karşısında duran kadına yaklaştı. Eli onun omzunu sıkarken, hafif bir şekilde gülümsemişti.
“Bu operasyonda geride kalmanı istemezdim ama sen de bizim için değerlisin. Burada ki kimse, sadece ekibin değil kimse senin kendini tekrar riske atmanı istemiyor.” Başını sallayan kadın minnet duymaktan başka bir şey yapamadı.
“Minnettarım. Sizin için dua etmek ve buraya sahip çıkmaktan başka yapacak bir şeyim yok.”
“Bu bizler için çok şey ifade ediyor. Şimdi ayrılabilirsin.” Selam veren kadın sağlam adımlarıyla odadan çıkıp koridordan geçmişti.
“Yüzbaşım?” Ona seslenen adama döndüğünde sakin kalmak için bir nefes aldı.
“Onbaşı Mustafa?” adam hızlı adımlarla kadına yaklaşmıştı. Selam verdikten sonra sessiz birkaç kelime söyledi.
“Ağa okula geldi. İsterseniz görüşün. Hali pek iyi değildi.” Şaşkınlıkla karşısında duran adama baktı.
“Bunu sizden duymak oldukça şaşırtıcı.” Omuz silken adam sessiz konuşmaya devam etti.
“Önce ki davranışlarımı geri almak gibi bir şansım yok. Sadece özür dileyebilirim. Açgözlü biriydim, hatamı fark ettim. Mutlu olmanızı isterim. Ve herkes bende farkındayım, mutluluğunuz o adamla bağlantılı.” Duyduğu şeylerden sonra gülümseyen kadın bunu aylar önce duysa sevinirdi. Ama verdiği kararlardan sonra sadece gülümsemişti.
“Teşekkür ederim. Aramızda bir sorun kalmaması beni mutlu etti. Kendi yollarımızda mutlu olmak bize başarıda getirir. Ama mutluluğumu düşünmeniz gerekmiyor. Şu an durduğum çatı altında yeterince mutluyum. Bu bana uzun süre daha yetecek, pişman olmayacağıma da eminim. Ama gerçekten teşekkür ederim. Geçmişi geçmişte bıraktığımız için sevindim.” Başka bir şey konuşmadılar. Hilal odasına ilerlerken ardında kalan adam hafif bir tebessümle kantine ilerlemişti.
………………
………………………
…………………………………..
Sağlıcakla kalın.
Görüşmek dileği ile.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |