

Ancak seni üzmekten korkan birinin yüreğindeysen, ait olduğun yerdesin demektir.
Günler ardı ardına aynı sakinlikle geçti. Cuma gününe gelmişlerdi. Bir gün öncesinden tüm ekip hazırlanmış sabah erken saatlerde operasyon için hepsi yerlerine dağılmıştı. Nihal sabah erken saatlerde ablası ile buluşmak için gelmişti. Levent bahçede çardaktan bir dakika bile ayrılmadan beklemişti. Evin arka kapısı ve ana girişi izleniyordu. Nihal ablasıyla onun odasında konuşurken karakolda bulunan Hilal dinleme cihazı sayesinde tüm konuşmalarını takip ediyordu. Saatler geçiyordu ama hala bir hareketlilik olmamıştı. Sinirler gerilirken Hilalin telsizden duyulan sesi sonrası hepsi canlanmıştı.
-Köpek bahçede.
Dediği kelimnin anlamını hepsi biliyordu. Göze batmadan hareket etmeye başlayan askerler komutanlarının dediği her emri harfiyen uyguluyorlardı. Çok geçmeden Asiyenin arka kapıdan çıkıp beyaz bir araca binişini izlemişlerdi. Gideceği yer Nihalin verdiği konum sayesiğnde biliniyordu. Yol boyunca aralıkloarla askerler yerleşmişti. Etrafta fırtına öncesi sessizlik vardı. Hilal oturduğu yerde çıldıracak haldeydi. Bir elinde telsiz diğer elinde telefonu vardı. En ufak bir haber bekliyordu. En ufak bir tepki.
Dakikalar geçmeye devam ediyor, ardını saatler alıyordu. Hala bir haber yoktu. Hilal her şeyden kasti olarak uzak tutulduğundan artıkı tamamen emin olmuştu. Sıkıntıyla derin bir nefes aldıktan sonra oturduğu sandalyeden hızla doğruldu. Tlsizi kemerine takıp telefonu cebine atmıştı.
“Dışarı çıkıyorum.” Odada bilgisayarların önünde duran askerler kafalarını sallamıştı. Bahçeye adım attığı gibi elinde tuttuğu sigarasını yakmıştı. İçinde yükselen telaş, yüzüne ve hareketlerine yansıyordu. Saatli bir bomba gibi bahçede gidip geliyordu. Onun bu hali herkesin ondan uzak durmasına neden oluyordu. Farkında olsa bile umursamadı. Şu an kimseyle uğraşacak hali yoktu zaten. Dakikalar geçerken hala bir haber yoktu. Telsizden gelen sesler ona istediği hiçbir bilgiyi vermiyordu.
“Komutanım acil.” Kapıdan başını uzatan askere döndüğünde korkuyla bir nefes alıp onun arından koşmaya başlamıştı. Birkaç dakika önce çıktığı odaya tekrar girdiğinde kalbi deli gibi atıyordu.
“Ne oldu?” Askerlerin telaşla hareket etmeye başladığını gördüğünde dışarıya çıktığı için kendine sinirlenmişti. Üstelik ne telsizden ne telefondan önemli bir bilgi aktarılmıştı. Bu neydi şimdi?
“Çatışma olmuş. Operasyon başarılı ama yaralılar var.” Kalbi sıkışırken zorlukla sordu.
“Kaç kişi?” Askerlerden biri telefonu kapattığında yanına geldi.
“Komutanım, bir şehidimiz var.” Ayağının altında ki yer sallanırken zorlukla nefes aldı.
“Kim?” Askerler birbirlerine bakarken içinde oluşan korku onu olduğu yere sabitlemişti.
“Geliyorlar. Bahçeye çıkmalıyız.” Hareket etmekte zorlansa bile birkaç saniye sonra koşarak çıkmıştı karakoldan. İçinde giderek büyüyen korku yüzüne yansımıştı.
“Kim?” Yanında duran askerlere tekrar aynı soruyu sorduğunda aynı suskunlukla karşılaştı. Onların bu sessizliği onu daha fazla korkutuyordu. “Cevap versenize oğlum.” Sesinin titrediğinin farkında bile değildi. Korku, telaş onu esir alırken olduğu yerde acıdan eridiğini hissediyordu.
“Geldiler. Kapıları açın.” İleriden duyulan bağırış hepsinin dikkatini çekmişti. Hilal korkuyla birkaç adım attıktan sonra olduğu yerde durmuştu. Araçlar karakolun bahçesine girmiş kapı onların ardından kapanmıştı. Herkes araçlardan tek tek inerken, Hilal hala hareket edemiyordu. Korkuyla aldığı her nefes onun ölümüne sebep olacak kadar acı vericiydi. Yanına ilk gelen Arslan’ı gördüğünde kısa bir nefes aldı. Ardından Yalçın, Nurullah ve Muhammed de gelmişti. Hepsinin çöken omuzları kızaran gözleri Hilali olduğu yerde sarsarken geriye kalan İsmail ve Yıldırımı görmek için çabaladı. İkisi hala yoktu.
“İsmail ve Yıldırım nerede?” Bir parça umutla sordu. Hiçbiri cevap vermedi. “Başka gelen araç var mı?” İleriye bakarken cevap alamamıştı. Korkuyla kapıya koşarken kimse onu takip etmediği için rahatlamıştı. Kapıdan çıkıp köşeye varana kadar hiç durmadı. İçinde büyüyen korku titreyen bacaklarına zorlukla aldığı nefeslere yansıyordu. Köşeye vardığında ileriye baktı. Hiçbir araç görünmüyordu. “Daha gelmediler. Birazdan gelirler.” İçinde oluşan umuda gereksiz bir güven duyduğunu hissediyordu. Gözyaşları akmaya başlarken olduğu yere düşmüştü. İnanmak istemese bile. Olmuştu belli ki. “Hayır lan hayır.” Hıçkırıklarını tutmadan düştüğü yerde ağlıyordu. “Gelsenize lan.” Bağırışı karakolun bahçesinde onu izleyen herkese ulaşmıştı. Arslan, Yalçın, Muhammed ve Nurullah onun yanına giderken diğerleri önlerine düşmüş başlarını kaldırmadan oldukları yerde kalmıştı.
“Hilal…” Arslan yanına yaklaştığı kadına kısık bir sesle seslendi.
“Neredeler lan?” Hala bir umutla, mutlu bir cevap bekliyordu.
“Komutanım. Kalkın oradan lütfen.” Nurullah yanına çöktüğü kadının kolunu çekiştirtirken onun gibi ağladığının farkında değildi. “Yerde oturamazsınız. Hasta olursunuz kalkın.” Hıçkırıkları arasında zorlukla konuşan adam birkaç saniye sonra kadının yanına çökmüştü. “Kalkmanız lazım ama.” Hıçkırıklarını yüzünün bastırdığı koluyla gizlemeye çalışırken boğuk çıkan sesi diğerlerinkinde gardını indirmişti. Dik durmaya çalışan diğerleri onların yanına çökerken Arslan ilk kez onların yanında ağlamıştı. Muhammed onlara sırtını dönmüştü ama sarsılan bedeni onun ne halde olduğunun kanıtıydı. Yalçın sırtını Nurullah’a yaslarken akan gözyaşlarının yere düşmesine bile izin vermeden hızla siliyordu. Hilal korktuğu şeyin olduğunu anlamıştı. Dakikalar sonra sadece bir soru sorabildi.
“Hangisi?” Sadece bir şehit haberi aldığını hatırladığında sormuştu sorusunu. İkisi de onun kanı canıydı. Onlarla yıllarca aynı çatı altında aynı tabaktan yemek yemişti. Alacağı cevap onu her türlü yerle bir edecekti. Ama geriye kalan için mutlu olmak istiyordu. Bir parça bile olsa.
“Yıldırım.” Arslan’ın tek kelimesi kalbini parçalarken önüne düşen başı sayesinde yaşlardan ıslanmış yüzünü gizleyebilmişti. “İsmail ağır yaralı.” Bir yanı onun sağlıklı olduğunu düşündüğü için rahattı ama şimdi aldığı haber onu tamamen yıkmıştı. Birini kaybetmişti. Diğerinin durumunu bile tam bilmiyordu.
“Komutanım. İçeri gitmemiz lazım.” Yanlarına gelen Onbaşı onlara dolan gözleriyle bakarken kadına yaklaştı. “İzninizle.” Kadının kolunu tutup onu kaldırmıştı. Kadının bedeninin ağırlığını yüklenirken karakola doğru ilerlemişti. Geriye kalan kimse başlarını kaldırıp onlara bakmadı. Hilal odasına kadar zorlukla Mustafa Onbaşının yardımıyla gitmişti. Odada tek kaldığında tekrar ağlamaya başlamıştı. Yatağına uzanırken hiçbir şey düşünemiyordu. Bomboş aklı onun bir boşlukta süzülür halde hissetmesine neden oluyordu. Acı çekiyor ve ağlıyordu. Beyni gözleriyle beraber bulanıklaşırken zorlandığını fark ediyordu. Daha fazla çaba harcayamadı ve ağlayarak uykuya daldı.
&&&
Birkaç hafta geçmişti bile. Ne eski neşe ne eski mutluluklar vardı. Hiç ayrılmayan bir ekip bir daha yan yana gelemiyordu. Birbirlerini gördükleri an başlarını eğiyor ve ortamı terk ediyorlardı. Aralarından biri ile beraber sanki dostlukları da yok olmuştu. Herkes onların arasında olanları huzursuz bir ifadeyle izliyordu. Bu ekip karakolun neşesiydi. Eskisi gibi olmasalar bile birbirlerinden bu kadar uzaklaşmaları onları bile rahatsız etmişti. Sorgulamalar ve geriye kalan her şey, Nihal serbest kaldıktan sonra ilk yaptıkları şey nişanı bozmak olmuştu. Hemen ardından eşyalarını toplayıp Van’dan ayrılmıştı. Kimse onu teselli edecek vakti bulamamıştı.
Herkes, Yıldırım ile bire bir temasta olan herkes dağılmıştı. Geriye büyük bir yas kalmıştı. Acılarıyla yüzleşemeyen bir grup birbirilerinden her fırsatta kaçıyordu. Bu durum Binbaşını giderek rahatsız ediyordu artık. Yanına çağırdığı askere hepsini odalarına getirmesi için kısa bir emir vermişti.
Kapı birkaç saniye aralıklarla üç kere çalınmıştı. İçeride birbirleri ile karşılaşanlar başlarını eğip bir köşeye çekildi. Binbaşı Metin hepsinde gözlerini gezdirip sonunda en önde kollarını arkasında bağlamış duran kadına döndü. Ekibinde ki diğer adamların aksine bu kadın kimsenin gözüne bile çarpmamıştı şu birkaç günde.
“Hilal Yüzbaşı?”
“Emredin Binbaşım.” Gür sesi titredi.
“Emrediyorum. Bu odadan konuşmadan çıkmayın.” İtiraz duymak istemediğini göstererek elini kaldırmış ve sonra odasından çıkmıştı. Odada kalan herkes birbirine kısa bir bakış atmıştı. İlk pes eden aralarından Arslan olmuştu.
“Bu şekilde devam edemeyiz.” Sesi bıkkınlık ve sıkıntı doluydu.
“Evet biliyorum ama ne yapabilir başka?” Muhammed mırıltılı tonuyla karşılık vermişti.
“Eskisi gibi olamayız ama çabalayabiliriz.” Hilalin sessiz bir şekilde söylediklerini zor duymuşlardı. Ona hak verdiler ama çabalamak onlar için zor geliyordu artık.
“Evet ama bir şeyler için çabalamak beni yoruyor.” Arslan’ın dedikleri hepsinin tekrar susmasına neden olmuştu.
“Peki o zaman ne yapalım Arslan. Hepimiz hiç tanışmamış gibi birbirimize sırt dönüp dağılalım mı?” Hilal öfkeyle yükselmişti. “Dağıldık diyeceksin. Dağılmadık, biri gitti ama gittiği için asla pişman değil eminim. Şehit olduğu için ne kadar mutlu olduğunu tahmin edebilirsin. Evet bundan sonra onsuz olacağız sadece hatıralarla falan. Bu bile çabalamamız için yeterli değil mi? O bizden bunu beklerdi.” Kadının yükselmeye devam eden sesi son kelimesinde kısılmıştı. Belli etmek istemiyordu yanan canını. Beyninde çakan şimşekleri. Mantıklı olmak istiyordu. Çünkü aylardır bunun için çabalıyordu. Eski sorumsuz Hilal olmak istemiyordu. Bunun için gerekirse acısını bile yok sayıyordu. İçinde yaşamaya kararlı bir şekilde. Bu dışarıdan belki de onu kalpsiz ve acımasız gösteriyordu ama umursamadı. Umursarsa yumuşayacağını biliyordu. Ve bunun olmasını istemiyordu.
“Ben gidiyorum.” Arslan’ın sesi onu düşüncelerinden çıkardı.
“Nereye gidiyorsun?” Ayağa kalkmış adamın önüne geçti. “Buradan düzgün ve her şeyi çözmüş şekilde çıkmak için emir aldık.” Sesi öfkeliydi.
“İstediğin ne varsa çöz Hilal. Ama bunu bensiz yap.” Adamın aynı onun gibi öfkeden karamış yüzünü gördüğünde derin bir nefes aldı.
“Sensiz neyi çözebildim ben. Bunu bana bırakıyorsun.” Arslan karşısında ki kadının sert tonuyla acınası kelimelerini dinledi.
“Kızım sen yaptın hepsini.” Dilden dökülen birkaç kelime odada ki herkesi yerine sabitlemişti. Hilal kanının çekildiğini hissetti. Gözleri izinsiz dolmaya başlarken zorlukla yutkundu.
“Ben, benim mi?” Duyduğu şeyleri yanlış anladığını düşündü. Düşünmek istedi. Ama odada geriye kalan herkesin yüzünde aynı ifade vardı. “Ben mi yani?” Tekrar emin olmak için sordu.
“Sen lan sen. Hepsi senin hırsın yüzünden oldu. En başından buraya gelmemizin sebebi bile sensin.” Odada yankılanan her kelime kadının kalbine bir ok oldu. Acısını o kadar derinde hisseti ki konuşamadı. Dilinden bir kelime ne. Bir nefes sesi bile duyulmadı.
“Komutanım yapmayın.” Nurullah’ın sıktığı dişleri arasından Arslan’a yönelik sert uyarısı diğerlerini de harekete geçirmişti.
“Evet Yüzbaşım. Yapmayın. Hilal komutanım kimseyi zorlamadı. Biz kuyruk gibi dolandık durduk. Ona bela açanda bizdik. Onu bu kadar sorumsuz yapanda. Ortaya bir fikir attığı için onu suçlamak doğru değil.” Muhammed’in sesi Hilalin arkasından geliyor tüm odaya dağılıyordu. Yalçın yanlarına gelmiş Kadının omzunu tutuyor onun yanında olduğunu gösteriyordu.
“Bu olanları sadece Hilal komutana yıkmak doğru mu Yüzbaşım?” Yalçını sorusu Arslan’ın durmasına, başını eğip dakikalarca düşünmesine neden olmuştu.
“Doğru…” Dedi dakikalar sora başını kaldırmadan. Ne için doğru dediğini bilemediler. Yalçına mı hak vermişti mı? kendisinin doğru olduğuna mı?
“Yüzbaşı Arslan…” Kimse emin olamasa da Hilal farkındaymış gibi konuştu. “Ben sizi anladım. İçiniz rahat olsun. Bugünden sonra sizinle askerlik dışında bir bağım olmayacak.” Kadın sustuğu ve hemen ardından odadan ayrıldı. Odada kalan adamlar birbirlerine baktı. Gerçi geriye kalan üç adam yanlış düşüncelere bulandığını düşündükleri adama hayretle bakıyordu. Arslan onları umursamadı, hala haklıydı kendine göre. Ortam Hilalin gidişinin ardından iyice soğumuştu. Arslan odada kalanlara bakmadı. Diğerleri de daha fazla konuşmak istemedi ve bu yüzden tek tek odadan ayrıldılar.
Günler ardı ardına geçiyordu. Her şey yavaş yavaş yerine otururken. Albaya bir mektup gelmişti.
Sürgün iptal edilmiş. Karakol birkaç ay içinde tekrar kapatılacaktı.
Bu haber çoğunu rahatlasa da uzun süredir burada olanları mutsuz da etmişti. Kurdukların bağlar ve yaşadıkları her olay onları Vana daha fazla bağlamıştı üstelik. Ekipten en sevinen Arslan olmuştu.
Hilal oturduğu bankta uzaklara dalmıştı. Yanında ki adam onu dakikalardır gözünü kırpmadan izliyordu. Ortalarında duran kahve ve tatlı bu bankta ki ilk anları gibiydi. Tekrardan denedikleri ilk tanışma ve ilk kıskançlık anları bu bankın önünde olmuştu.
Levent soğumaya yüz tutmuş kahveyi kaldırıp kadının yüzünün önüne getirdi.
“Kahveye mi küstün? Bana mı?” Hafif sitemli sesi, kadını gülümsetmişti. Kahveyi alırken adama döndü.
“İkinize de küsemem, sadece düşünmekten artık kafayı yiyeceğim resmen.” Yorgun sesi adamı rahatsız etmişti. “Arslan’la artık eskisi gibi değiliz. Sanki hiç anılarımız yokmuş gibi. Beni sanki hiç tanımamış gibi yanımdan çekip gidiyor. Bu da yetmezmiş gibi olduğum ortama girmiyor ben gelince bile hızla gidiyor. Tamam anladım benimle artık eskisi gibi değil ama bu kadar görmezden gelmesi de canımı yakıyor. O yok saysa bile her şeyi ben yok sayamam. Anılarımızı en başta hiç yaşanmamış gibi koparıp atamam. O herkesten duygusal aslında ama kimseye göstermez, buz adam dedikleri bile olur ona. İçten içe acı çektiğini biliyorum ama asla vazgeçmiyor. Asla bana tekrar bir adım atmıyor.” Levent kadının her bir sözünü dinledi ve tarttı.
“Onun içinde ki savaşı ne sen ne ben bilebiliriz. Hilal ona biraz zaman ver, bu zaman belki yılları kapsar ama onun bir şeyleri anlaması için başkalarının sözlerine ihtiyacı yok. Onun kendine ve içinde ki umuda ihtiyacı var. Senin, benim ya da bir başkasının dedikleri onun fikrini değiştirmez ya da düşünmesine neden olmaz. Yapman gereken tek bir şey var. Ona alan tanımak ve zaman vermek. Onun yaşadığı travmayı kimse bilemez.” Hilal umutsuz bir ifade ile başını salladı.
“Zaten bana yapacak başka bir şey bırakmadı. Ne ona yaklaşmama ne de bir kelime etmeme izin veriyor. Zaten istesem de, istemesem de ona o alanı tanımak zorunda kalıyorum.” Levent sinirle söylenen kadını gülümseyerek izledi.
“Sana geldiğinde onu pişman edersin.” Adamın söylediğine gülümsedi.
“Tabii yapacağım, görecek o.” Geri kalan zamanda konuştular, ayrı kaldıkları her dakika hakkında konuştular. Üstelik Levent büyük ısrarla Hilalin annesini aratıp onunla konuşmuştu.
“Birkaç haftaya geri gitmemiz lazım.” Derin bir nefes alan Levent, kadına döndü.
“Biliyorum, unutmak istiyorum ama bu hep aklımda olan bir şey.” Buluştukları ilk andan beri içmedikleri sigarayı çıkardı. “Aramızda ki mesafe sadece iki saat olacak.” Kaşları çatılan Hilal ona merakla baktı. “Yani bir uçak almam lazım. Pistte lazım mı bilmiyorum ve sence bunlar ne kadar tutar. Aslında pek zenginde sayılmam ama.” Adamın söylediği her kelimeden sonra gülümsemesi büyümüştü.
“Deli misin? Ne uçağı ne pisti?”
“Gelmek istediğim de ya bilet bulamazsam.” Hilalden aldığı bakış sonrası sustu.
“Temelli gelmeye ne dersin?” Teklif sonrası omuzları çöken adamın kadınında yüzünün düşmesine neden olmuştu.
“Yapamam, amcam daha yeni tedaviye başladı. Yıllardır o kadın tarafından zehirleniyordu. İyileşeceği bile kesin değilken ne onu ne buraları bırakabilirim.” Hilal anlayışla gülümsedi.
“Biliyorum.” Levent hızlı bir hareketle kadının elini tuttu.
“Kızmadığını beni anladığını ne kadar bilsem de. Bana içinden birazda olsa sitem ettiğine eminim.”
“Belki çok az ama ben nasıl senin için görevimi bırakamıyorsam sen de aynısın. Sana karşı anlayışlı olmamam lazım.” Adam bu kez rahatlıkla gülümsedi.
“Oralara gidince beni unutmazsın değil mi?” Hilalin dudakları genişçe gerildi. Levent bu gülüşle sınanacağına emindi.
“Emin değilim. Uzun süredir oralarda değildim. Düzeni oturtmam lazım.”
“Şu an beni sinir etmek için yapıyorsun.”
“Asla öyle bir şey yapmam.”
“Bunu derken bari gülüşünü sakla.” Hilal yanında ki adama yaklaştı.
“Yanımda olduğun ve olmadığın halde varlığını hissettirdiğin her an için teşekkür ederim.”
“Bana savaşmam için sebep veren sendin, asıl ben teşekkür ederim Komutanım.”
“Deli deli konuşma, kaç kere vurmak istedim seni haberin var mı?” Levent tuttuğu eli dudaklarına bastırdı.
“Kalbimde bıraktığın izi bedenime de bıraksaydın asla şikâyet etmezdim.”
“Romantik değilsin Levent, vursaydım büyük ihtimalle senden kalan tek iz mezarın olurdu.” Adamın irice açtığı gözlerle ona bakması yüzünden gülmüştü. “Güldüğüme bakma ciddiyim.”
“Biliyorum, bunu çok kez dile getirdin. O zaman hala yaşadığım ve seninle tekrar burada oturduğum için koç kesmem lazım.” Göz deviren kadına biraz daha yaklaştı. “Sorması ayıp acaba, ne zaman tekrar öpüşürüz?” Adamın dedikleri sonrası Hilal ona hayretle baktı.
“Cidden arsızsın.”
“Birazcık.” Kadının yanına sesli bir öpücük bıraktı. “Bekleriz, seni beklemeye her zaman varım.”
“Biliyorum. Bir kere nişanlanmış olsan bile.”
“Yapma be gülüm. Neşet babanın da dediği gibi. İkimizin kalbi birdir” Hilal gülümsedikten sonra ona yaklaşıp devam etti.
“Sen benimsin ben seninim.”
“Hah işte bu gülüm. Sen benimsin ben seninim.”
Uzun süre daha oturup konuştular. Birbirlerinden ayrıldıkları dakika aralarına artık daha fazla mesafe gireceğini ikisi de biliyordu ama birbirlerine o kadar güveniyorlardı ki. Ne araya giren mesafeye ne birbirlerini göremeyecek olmalarına takıldılar. Kaç yıl geçerse geçsin, birbirlerini bekleyecek kadar, birbirlerinden eminlerdi.
……………….
………………………
……………………………….
Umarım sevdiniz. Ben bu bölümü çok zor yazdım.
Ve finale yaklaştık, umarım hepimizi tatmin eder. Görüşmek üzere.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |