4. Bölüm

1. Bölüm (Part II)

Mona Rosa
mona.rosa

“Batuş, sana inanamıyorum! Nasıl daha önce söylemezsin bunu?”

“Fırsat vardı da ben söylemedim sanki, ekmek kadayıfım.” Batuş, bana sürekli saçma sapan şekillerde hitap ederdi; tatlı isimleri, çiçekler, çizgi film karakterleri... Alışmıştım artık.

Sıkıntıyla iç geçirdim. Paşamız sonunda kendini yurttan attırmayı başarmıştı. Ama hakkını vermek lazım, iyi dayandı. Bu olay çok daha önce yaşanmalıydı aslında ama neyse. “O kadar şey oldu daha önce, kaç kere uyarı aldın ama atılmadın. Bu sefer ne yapmış olabilirsin de atıldın yurttan? Aklım almıyor.”

“Ya ben bir şey yapmadım. Alt tarafı yurttakileri örgütleyip yemek fiyatlarını protesto ettik,” dedi geniş bir tavırla.

“Sen bunu daha önce de defalarca yaptın zaten. Neden şimdi?” diye sordum, gözlerimi kısarak.

“Bu sefer biraz fazla ses çıkarmış olabiliriz, çiçeğim. Gece mutfaktaki bütün tencere tava ne varsa alıp yurdun bahçesinde çalmaya başladık,” dedi gururla, manyak çocuk. “Duvarlara da bazı sanat eserleri bırakmış olabiliriz,” diye ekledi.

İnanamaz bir ifadeyle alkışlamaya başladım. “Valla bravo, ne diyeyim artık? Gerçekten helal olsun. Bir işe yaradı mı bari? Düştü mü yemek fiyatları? Değdi mi atılmana?”

“Yok, düşmedi ama denetlemeye gelecekmişler yurdu. Son zamanlarda fazla olay çıkıyormuş,” dedi sırıtarak. Kim acaba o olayların elebaşı?

“Bir tek seni mi attılar, diğerleri?” “

“Olayın başında ben olduğum için beni postaladılar direkt. Sicilimiz de pek temiz olmayınca... Zaten müdür de yer arıyordu beni kovmaya, nefret ediyor benden kadın. Ama diğerlerine sadece uyarı verdiler.”

“Oğlum, bak sakinleş biraz. Ciddi bir şey bu. Yurttan atılmışsın lan! Özel yurttan hem de. Bunun bir sonrası ne, ikimiz de gayet iyi biliyoruz.” Gözlerini saniyelik kapatıp açarak başını salladı, onaylar gibi. Biliyordu tabii eşek, bir sonraki adımın ne olduğunu. Ya bursunu kaybedecekti ya da direkt okuldan attıracaktı kendini.

“Salak mısın sen Batuş? Ha oğlum, mal mısın? Lan milletin girmek için kıçını yırttığı okula tam burslu girmişsin. Şurada maksimum iki senen kalmış. Allah aşkına, çok değil, şu kadarcık ara ver şu eylemlerine de otur kıçının üstüne...” derken işaret parmağımla başparmağımı birbirine yaklaştırarak küçücük bir mesafe göstermiştim.

“Oturmazsan da okuldan tekmeyi yemen yakındır, haberin olsun. Anladın mı, çiçeğim?” derken son kelimeyi vurgulamıştım.

“Bayağı kızmışsın sen bana. Yoksa bu kadar cümleyi tek seferde kurmazdın. Hatta bir günde bu kadar konuşmana bile şaşkınım. Yok yok, bayağı kızmışsın sen. Al, iç şundan da sakinleş, hadi kiraz çiçeğim,” dedi elindeki kirazlı zımbırtıyı bana uzatırken. Almadım. Gözlerimi devirdim ve kapüşonlumu başıma geçirdim.

“Tamam, sıcak çikolata söyleyeyim o zaman, çilekli lolipopuma,” dedi, eliyle garsona işaret ederek. Salak bu çocuk, yeminle salak. Nasıl almışlar bunu okula, hiç anlamadım. Dediklerine tepkisiz kalamadım, hafifçe güldüm.

“Ha şöyle ya, rahatla kızım biraz. Yetişkin bir Batu her şartta yolunu bulur, merak etme. O iş bende,” derken bir gözünü kırptı. “Sen iflah olmazsın,” der gibi başımı iki yana salladım.

“Salak.”

“Ama seksi,” dedi, bir kez daha göz kırparak.

“Oo, nerelerdesiniz siz abi? Hasret kaldık yüzünüze,” dedi Batuş’un yanımıza çağırdığı garson. Tabii ki onu da tanıyordu. Gerçi ben de tanıyordum ama adını unutmuştum her zamanki gibi.

Labirent’ten sonra en çok vakit geçirdiğimiz mekândaydık: Hangar. Kampüsün birkaç cadde aşağısında geniş, ferah bir yerdi. Etrafındaki diğer mekânlara göre oldukça uygundu. Malum, öğrencilik zor. Özel üniversitede okumak daha da zor. Hem ders çalışmaya hem de dersten sonra bir şeyler içmeye sık sık buraya gelirdik. Tek falsosu ise sürekli kalabalık olmasıydı. Her geldiğimizde boş masa bulmak için köşe kapmaca oynuyorduk resmen. Bu sefer, üzerinde kocaman bir uçak kanadı olan duvarın yanındaki masayı kapabilmiştik.

“İş güç be Canberk’im. Sınavlarla uğraşıyorduk, pek uğrayamadık. Sen de ne var ne yok?” Onlar boş bir muhabbete dalınca, çantamdan kulaklığımı çıkarıp başıma geçirdim. Çenesi düşmüştü yine bizimkinin. Kafamı, uçak koltuklarını andıran koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım bir süre.

Ve yine aklıma o görüntü düştü: Pınar’ın asansördeki yüzü. Sonra yine o mesajı düşündüm. Bu her şeyin sonu olur. Ne demekti bu? Pınar tehdit ediliyor olabilir miydi? Mesajı atan kişi Pınar’ın sevgilisi miydi? Aynı sorular zihnimde dönüp dururken, birden müziğin kesilmesiyle irkildim ve kendime geldim.

Ne zaman uyudum lan ben?

Batuş, kulaklığı kafamdan koparma suretiyle almıştı. “Al, sıcak çikolatan geldi,” derken yine gevşekçe sırıtıyordu. Baya baya içim geçmiş, ama kaç dakika uyudum acaba? Garson çocuk gitmişti.

“Sen bulmuşsun kızı tuvalette. Başka bir şey gördün mü?” dedi, ne zamandır yanımızda oturduğunu bilmediğim kız.

Bu kızı da tanıyordum; Batuş’un yanında ara sıra görüyordum ama her zamanki gibi adını tam çıkaramıyordum. Derya olabilir miydi, yoksa Defne?

“Evet, yanına gittiğimde baygındı. Hemen birilerine haber verdim. Başka bir şey görmedim,” dedim. Batuş’la anlık göz göze geldik. Şu durumda başka kimseye güvenemezdik.

“Niye yapmış olabilir ki böyle bir şeyi? Batu, sen tanıyor muydun kızı?” dedi, kahvesinden bir yudum alırken. Ne ara kahve söyledin de geldi be ablacım? Ben gerçekten ne kadar uyudum acaba?

“Yok ya, bizim sinema kulübündendi. Arada orada görüyordum. Bir muhabbetimiz yoktu.” “Anladım,” dedi, düşünceli bir ifadeyle bir yudum daha alarak.

“Ee, anlatın bakalım biraz, Duygu Hanım. Ne var ne yok? Nerelerdeydin kaç haftadır? Yine kayıplara karıştın.” Hah, doğru. Duygu’ydu adı.

Histerik bir kahkaha attı Duygu. Biraz enteresan bir kızdı. Omuzlarından dökülen kıpkırmızı dalgalı saçları vardı. Psikoloji okuyordu galiba. Bir vardı, bir yoktu. Bazen sürekli bizimle takılırdı, bazen günlerce görmezdik onu.

“Bazı love durumları diyelim, şekerim,” dedi, bir omzunu silkerek.

“Ooo, hayırlı işler. Anlat da anlayalım,” dedi Batuş, serseri bir gülüşle.

“Anlarsınız şekerim, anlarsınız. Şimdi kaçmam lazım. Benim love durumları beni bekler. Hadi çav. Öptüm sizi,” derken eliyle öpücük atmayı da ihmal etmedi.

“Deli bu kız ya, harbi deli.”

“Aynen, değişik biri,” dedim, saçlarıyla aynı renk topukluların üzerinde sekerek ilerleyen kıza bakarak.

“Hadi iç şunu da gidelim.”

“Nereye?” dedim, sıcak çikolatadan koca bir yudum alırken. Serseri bir edayla genişçe güldü Batuş.

“Yeni evimize…”

*********************

“Vay anam, vay! Ne hayatlar var be,” dedi Batuş, koltukta iyice yayılarak. Kafasına taktığı unicorn tacı ve mor ayıcıklı pijamalarıyla bir sitcomdan çıkmış gibi göründüğü yetmezmiş gibi paçalarını da gökkuşağı desenli çoraplarına sokmuştu.

Batuş’un evindeydik. Üç katlı eski bir apartmanın üçüncü katında. Hem kampüse yakındı hem de civarı oldukça güzeldi. Çünkü aslında bu cadde, lüks sitelerin ve yaşam komplekslerinin olduğu elit bir muhitti. Çoğunlukla öğrenciler kalıyordu. Etrafındaki binaların aksine kentsel dönüşüme direnip ayakta kalan birkaç eski apartmandan biriydi bu.

Evet, Batuş yine dört ayak üstüne düşmüştü. Dağcılık kulübünden tanıdığı bir arkadaşının akrabasına aitmiş burası. Çocuk da burada tek yaşıyormuş ama Erasmus’a gidince evi kapatmak istememiş, Batuş’un durumunu öğrenince ona vermiş anahtarı. Faturaları ödemesi yeterliymiş; kira bile istememişler. Şimdilik tüm sınavlarım bittiği için ben de bir haftadır burada kalıyordum.

İki odalı, küçük bir evdi. Mutfağına üç kişi aynı anda giremezdi ama Batuş için fazlasıyla yeterliydi. Zaten ikimiz de mutfağa pek uğramıyorduk. Günlerdir noodle ve çiğköfteyle besleniyorduk.

“Bu hayatlardan biri Pınar’ın ölümünden mesul olabilir,” dedim soğuk bir sesle. Pınar’ın arkadaşlarını ve cenazeye gelenleri araştırıyorduk. Şimdiye kadar bilmediğimiz bir şey öğrenememiştik. Ama Batuş’a bakınca kendimi tutamayıp güler gibi bir nefes verdim.

“İnanılmaz iyi bir ikili olduğumuzu kabul et,” dedi, işaret parmağıyla üstümdeki siyah kazağı ve rengi solmuş siyah pijama altını göstererek. Belime kadar gelen uzun, koyu kahverengi saçlarımı da Batuş’un kolundaki bandana ile toplamıştım. İkimiz de birbirimizden beter görünüyorduk.

“Sence Ilgaz’ın gerçekten bir ilgisi olabilir mi?” derken sesi ve ifadesi ciddileşmişti.

“Bilmiyorum ama okula gider gitmez ilk işim onunla konuşmak olacak.”

“Şu Pınar’ın odasındaki fotoğrafta gördüğün eleman, bizim okuldan mı acaba?” dedi, battaniyesine sarılarak.

“Daha önce görmedim hiç,” dedim, zihnimi zorlayarak bir şeyler hatırlamaya çalışarak.

“Sanki görsen hatırlayacaksın. Keşke alsaydın fotoğrafı.” Haklıydı. Sigarasından derin bir nefes çekerken ben de aynı şekilde derin bir “of” çektim.

“Tamam ya, indirme kepenkleri. Bulacağız bir yolunu. Planlı gidersek elimizden hiçbir şey kaçmaz, bana güven,” dedi Batuş. Başka güvenecek kimsem yoktu zaten.

“İçme şunu yanımda. Zaten hava soğuk, camı pencereyi açamıyoruz. İyice duman altı yaptın,” dedim, aksi bir sesle. İnadına yüzüme yüzüme üfledi dumanı. Aşağılık insan.

“Ilgaz sen de o zaman. Zaten çenesi benden bile düşük elemanın. Ağzından laf almak kolay. Pınar’ın sevgilisini araştırmak da bende. Bizim okuldaysa hemen öğrenirim zaten,” dedi Batuş.

“Merak etme, bu işin peşini bırakmayacağız. O mesajı göndereni de Pınar’ın ölümüne sebep olan şerefsizleri de bulacağız,” derken varla yok arasında bir dokunuşla kolumu sıktı, güven vermek ister gibi. Başımı sallamakla yetindim. Bu olay Batuş’u da çok etkilemişti. Gözlerindeki üzüntüyü görüyordum. Ara ara dalıp gidiyordu; ki bunlar, hiç Batuş’luk hareketler değildi.

“Kalk hadi, gel benimle sakızlı muhallebim,” dedi sigarasını söndürüp yanımdan kalkarken. Kapıdan çıkmadan eliyle beni takip etmem için işaret etti. Hemen salonun yanındaki ufak banyoya girdi, ben de peşinden. Lavabonun üstündeki camı çatlak aynalı dolaptan bir kutu çıkardı ve bana uzattı. Mor saç boyasıydı.

“Niye aldın bunu?” diye sorarken sebebini gayet iyi biliyordum. Pınar, bir daha hiç boyayamayacaktı saçlarını bu renge. Ama biz, Pınar’ın intiharının ardındaki sebepleri bulana kadar onun yerine boyayacaktık. Herkese basit bir boya gibi gelen bu renk, bizim savaş boyalarımız olacaktı.

“Lilith’in askerleriyiz,” dedi gözlerimin içine bakarak.

“Lilith’in askerleriyiz,” diye tekrarladım, boyanın kapağını açarken.

“İnsanız çiçeğim. Olur da unuturuz, olur da alışırız diye. Unutmamak için... unutturmamak için.”

“Unutmamak için... unutturmamak için.”

******************************

instagram: monandrosa

 

      

Bölüm : 23.12.2024 01:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...