22. Bölüm
monanaxg / Külleri̇n Doğuşu Seri̇si̇ - 1: Epochal / 2. KİTAP GİRİŞ: 'YENİDEN DOĞUŞ'  ^TENEBRIS

2. KİTAP GİRİŞ: "YENİDEN DOĞUŞ" ^TENEBRIS

monanaxg
monanaxg

 

KÜLLERİN DOĞUŞU SERİSİ

2.KİTAP – TENEBRIS

 

 

GİRİŞ: “YENİDEN DOĞUŞ”

 

 

Seneler öncesi…

 

Öldükten sonra yeniden dirilmek mümkün müydü? Yeniden doğuş mümkün kılınabilir miydi? Yoksa bu da sadece bir hurafeden ibaret miydi?

Peki ya ölümden sonraki yaşam? O da mı bir hurafeydi, yoksa gerçekten de ölü bir bedenden ayrılan ruh başka bir bedende ya da evrende tekrardan hayatını sürdürmeyi başarabilir miydi?

Bunlar hep mitolojik eserlerde yer alan fikirlerdi. Değerlendirilmesi gerekilen unsurlar olduklarına inanılırdı çünkü ölüm de sonraki yaşam da çok değerliydi. Ölümle yaşam birbirine bağlantılıydı fakat ikisi tekrardan yaşanabilir miydi? Bir kere daha ölmek veya bir kere da yaşamak demek ne demekti? Kulağa hiç de inanılır gibi gelmiyordu.

Çoğu insan mitolojiye de inanmazdı zaten. Onların da birer uydurmaca olduğuna itimat ederlerdi ve herkes onlar için verilen kendi hayatlarının çok sıkıcı olduğunu bilirdi. Kitaplarda okunulan veya filmlerde izlenilen o güzel, ihtişamlı dünyalar yoktu. Öyle değil mi?

Yoksa yalan mıydı? Sahiden de böyle bir şey var mıydı? Gösterilen, yazılan ya da söylenen her sözün, her görüntünün altında sırlarla kaplanan bir gerçeklik yatıyor olabilir miydi?

Hepsine inanan biri vardı elbette. Tek bir kişinin inancının bir önemi yok demeyin; vardı. Öte yandan farklı dünyalar yaratılamazdı, gösterilemezdi ve bahsedilemezdi.

Hem öldükten sonra ruhunun içinde saklanması için verilen bedeninin yeniden dirileceğine hem de mitolojide bahsedilen dünyanın varlığına tüm kalbiyle inancını ortaya koymuş bir isim vardı. Birden fazla kalbi olsaydı yine hepsini hurafeler olarak anlatılanlara itibar etmek adına kullanırdı.

Kalbi onun gözünde yalnızca yaşamasını sağlayan bir organdı; içerisinde kimsenin bilmediği inançlar atıyordu. Onun kalbini attıran unsur da buydu.

Her şeyin başlangıcını sağlayacak ve her şeyin yeniden bir son bulmasını sağlayacak kişi de bahsi geçen insandan başkası değildi. Onun varlığı, arzuları ve hırsları sayesinde farklı ve oluşmaması gereken bir evren oluşacaktı. Aynı şekilde yine onun ölümüyle son bulacaktı bütün her şey.

Mira. İsmi buydu. En azından eski ismi Mira idi.

Kendi ismini değiştirmeye karar vermesi biraz zaman almış olsa da eski isminden fazlasıyla nefret ederdi. Eski Mira’ya göre onun ismi normaldi, sıradandı ve sıkıcıydı. Kitaplarda okuduğu ve araştırdığı değişik, kulağa hoş gelen isimlere hiç benzemiyordu.

Aslında çok da duyulan, yaygın bir isim değil de farklı bir ismi vardı ama onun istediği farklılık böyle değildi. İsimle bitmiyordu onun istekleri. İsmini değiştirmiş olması sadece onun attığı büyük bir adımdı.

Her gün “Mira,” diye çağrılmaktan, normal işler yapmaktan -okula gitmek, gezmek, vs.- hoşlanmazdı. Neden hoşlanmadığı rutinlerini yerine getirmek zorunda bırakılsın ki? Rutinlere bağlı kalmak istemiyordu. Yeni bir sayfa açmak istiyor, yeni bir hayatı düşlüyordu.

Hele ki öldükten sonra bir şekilde yeniden dirileceğine, yeniden doğacağına inanırken bunun olması için elinden geleni yapmaya hazırdı. Buna katil olmak ve çevresindeki herkesi kaybetmekte dahildi. Onun düşlediği hayatın bir kısmı böyleydi. Bilmeden kendi ölüm fermanını imzalamak üzere olduğu hayattı.

Dileklerini yerine getirecekti. Aslında getirmişti de. Yeniden doğuşu imkânsız kategorisinden çıkartıp mümkün olmaya yükseltmişti. Lakin yeniden doğuş onun için imkân dahilinde mi olacaktı, işte onu hep birlikte görecektik.

Planları ve hedefleri büyük, yüksek, hatta bazen ulaşılmazdı. Ne vardı ki, kendi ismine ve yaşantısına yapıştırdığı sıradanlık ve sıkıcılıktan uzaklardı. O, eşsiz bir dünyada yaşamanın hayalini kurmakla meşgulken birçok şeyi kaçırmıştı. Kendisini herkesten soyutlamıştı ve kimsenin onu anlamadığını, anlayamayacağını da çok önceden fark etmişti.

Ailesi bir yerden sonra onu duymamazlıktan gelmeye başlamıştı fakat arkadaşları ve çevredeki insanlar artık onun bir kaçık olduğu konusunda hemfikir olmuşlardı. Kimse onunla vakit geçirmek istemiyor -Mira’ya göre hava hoştu- ve herkes onunla ölesiye alay ediyordu.

Mira bir yerden sonra yalnızlığa da alışmak durumunda kalmıştı. Direkt olarak istediği şey yalnızlık olmasa da kendi yaratacağı evreninde bir daha asla yalnız hissetmek zorunda kalmayacaktı. O ve onun evreni. Onun yarattıkları ve onu takip edecek olan bir ordu.

Yeniden doğduğunda ona ait olacak olan bir dünya.

Maalesef, yeniden doğuş diye bir kavram yoktu. Olamazdı. İnsanlar bunun ne kadar absürt bir düşünce olduğunu Mira’ya aşılamaya çalışmış olsalar da eski Mira’nın kafasında bu düşünce çok üst seviyelerdeydi. Onun için yeniden doğuş değil, imkânsız diye bir kavrama yer yoktu. O, her şeye ulaşabilirdi.

Kendi gücünün ve kabiliyetinin elbet farkındaydı. Onu bu denli hırslı yapan unsur da içinde barındırdığı gücüydü. Karanlık tarafıyla bağdaştırdığı bir güçtü.

Mira’nın gözünde güç her şey demekti. Eğer güçlüysen insanlar seni hor görmezdi, aşağılamazdı ve alaylar etmezdi. En önemlisi ise güçlü bir insansan herkes seni görürdü. Görünmez olduğun kozadan çıkış yapardın.

Güçten kasıt yalnızca fiziksel güç olarak lanse edilmemeliydi. Zihinsel güç, herkesin ulaşamadığı güçtü ve yine herkesin korkulu rüyasıydı. Fiziksel güçten önce herkesi zihninle alt ederdin. Manipülatif ve sinsi insanlar da bu nedenle daha güçlüydüler. Yani Mira ve onun gibi insanlar.

Bir insanın kendisine güvenmesi ve özgüvenli olması da güçten sayılırdı. Kendine güvenmezsen kimse sana güvenemezdi. Kendini ezdirmezsen kimse seni ezemezdi. Yazılı olmayan bir kuraldı. Hayır, kural olamayacak kadar gerçekti. Doğru tanımı gerçeklikti.

Mira da ise bunların hepsi mevcuttu. Herkesten üstün olduğunu düşünüyor, herkesi alt edebileceğine dair kendisine güvenmekteydi. Güveni boşa çıkarsa tek hayal kırıklığına uğratacağı kişi kendisi olacaktı.

Onunla dalga geçen, onu küçümseyen herkese gününü gösterecekti çünkü içindeki güçten bir an bile olsun şüphe duymuyordu. Özel bir kızdı. Kendisini böyle tanımlardı ancak sadece özel biri olmak ona yeterli gelmiyordu.

Bütün herkesin ona imrenmesini ve onun gücünü keşfetmesini istiyordu.

En nihayetinde gösterilemeyen bir güç, güç olarak sayılmazdı.

Bunlara bir son vermek için tehlikeli bir yola baş koymuştu. Yıllardır yaptığı planları sayesinde beklediği gün gelip kapıya dayanmıştı. Kafasına koyduğu planlarının hepsini tıkır tıkır işleyerek hedefine ulaşacaktı. Onun için başka yol bulunmuyordu.

O gün, bu gündü.

Her şeyin başlangıcını sağlayacak gece bu geceydi.

Ortaya atılacak olan efsanenin doğuşu bu soğuk ve buzlu gecede gerçekleşecekti. Çiçeklerin sararıp solduğu, yaprakların zemine yapıştığı ve dalların kuruyup cılızlaştığı gecede her şey tümden, bir anda değişiverecekti. Eskiye dair en ufak bir kırıntı kalmayacaktı ortada.

Gökyüzü çoktan kararmaya başlamıştı ama zaten böyle bir havada gökyüzünün ışık saçıyor olması pek de mantıklı olmazdı. Özellikle de bir efsanenin doğacağı bir günde gökyüzü sanki gittikçe daha fazla karanlığına gömülmüştü. Bulutlar daha büyük, daha çoktu ve yağmur damlaları daha sert iniyordu aşağıya.

Soğuk havalar Mira’nın en sevdiği anlardı. Yağan yağmur ve göğü inleten şimşekler onun favorisiydi. Ona gücünü veren şeylerden birisiydi çünkü her şimşek çaktığında, gökyüzü aydınlandığında Mira başını yukarı kaldırarak derin nefesler alırdı.

Şimşeğin aydınlattığı yol, onun ilerlemesini sağlayan ışıktı. Yağmur, kendisini küçümseyen insanların gözyaşlarıydı; bu gözyaşları, onun bedenine değdiğinde bile onu mutlu eden anların yansımasıydı. Gücünü artıran anlar, yalnızca bir kısmıydı. Mira'nın görünmeyen sırları ise bir buzdağının görünmeyen kısımları gibiydi.

Mira bütün bunları kafasında bu şekilde kodlamıştı.

Mira'nın sevincini derinden hissettirecek her şey, bir tuhaf karamsarlıkla çevrelenmiş gibiydi. İnsanların soluk alıp verişi ya hızlanmıştı ya da yavaşlamıştı, sanki bu gece normalin dışında bir ritme sahipti. En çarpıcı şey ise, her şeyin etrafını sarmış olan yoğun sis tabakasıydı. Bulutlar, sanki yaklaşmakta olan kaostan kaçarcasına sisin içine saklanmışlardı.

Her şeye rağmen, böyle bir geceyi yaşamanın kaçınılmaz olduğuna dair bir karar alınmıştı. Aslında, bu efsanenin hiç doğmaması gerekiyordu, ancak her şey her zaman beklediği gibi ilerlemiyordu. Tek bir kişinin isteği hariç. O ise her zaman her dileğini elde ederdi.

Hayat böyleydi. Acıdır ki, hayatta her şey istendiği şekilde ilerlemiyordu. Araya ya bir pürüz ya da bir sürpriz karışıyordu.

Onun hayatı dışında. O, kendi hayatında yer edinen pürüzleri çoktan ortadan kaldırmaya başlamıştı bile. Tik tak. Zaman daralıyordu. Mira için zaman, her şeyin ötesindeydi. Zamanını iyi kullanamadığı takdirde dilekleri asla birer peri masalını anımsatacak şekilde hayatına yön veremeyecekti.

Çevresindeki herkesin umudunu yitirdiği, adeta varlığının sorgulandığı bir hayat süren genç Mira, sonunda tüm dünyaya gücünü, kudretini ve başarısını ispatlayacaktı.

Uzun yıllardır hayalini kurduğu tehlikeli ve geri dönüşü olmayan hedeflerini adım adım hayata geçirmeye kararlıydı. Bu kararlılık, gelecekte yaşanacak olan en büyük felaketin sadece başlangıcı olacaktı.

23 yaşına yeni girmiş olan Mira, mitoloji ve mitolojik yaratıklara kafayı takmış olmasıyla biliniyordu. Özellikle de Anka kuşuna takıntı derecesinde hayranlık besliyordu. Hatta odasının duvarlarında boy boy Anka kuşunun posterlerini yapıştırmıştı ve ailesinin, posterlerine dokunmasını istemiyordu.

Anka kuşunun hikayesi, ölümünden sonra küllerinden yeniden doğmasına duyduğu yoğun hayranlığı sayesinde yeniden doğuş kavramına inanmaktaydı. Kendisinin de öldükten sonra tıpkı bir Anka kuşu gibi yeniden hayata döneceğini sanıyor, buna canı gönülden itimat ediyordu.

İlk hedefi de buydu ya zaten. Her felaketin başlangıç nedeni Anka kuşuna beslediği aşktan geçiyordu.

Anka kuşu gibi yeniden doğuşu elde edebilmek… Bunun uğruna kendisinden vazgeçmeye hazırdı.

Son üç yıldır Anka kuşunun efsanesiyle kafası karışmış bir şekilde yaşayan genç Mira, hayatına renk katmayı denediği bu miti hiçbir zaman gerçekleştirememenin hüznüyle boğuşmuştu. Her seferinde başarısızlıkla sonuçlanan bu çabaları, onun için neden bu kadar zor olabilirdi ki? Onun için hayatın akışı her zaman kolay olmalıydı.

Zaman su misali aktıkça sinirlenmeye başlıyordu; sinirlerini kontrol etmek giderek zorlaşıyordu. Sabrı tükenmek üzereydi ve umutlarının soldurulmasına izin vermemek için gösterdiği çaba, dışarıdaki çiçeklerin solmasına engel olmak için gösterilen çabayı çağrıştırıyordu.

Yıllar boyunca okuduğu mitolojik kitaplarla iç içe geçmiş olan genç kız, kendi ismini değiştirmeye karar vermişti. Artık insanların ona "Mira" değil de "Kudretli Striga" diye hitap etmelerini emretmişti -evet, emretmişti- ancak tabii ki kimse genç Mira'yı ciddiye almadı, hatta onu daha çok hafife almaya başladılar.

Striga da neyin nesiydi hem?

Belirli noktalarda insanlar da çok haklılardı. Kim birine farklı bir isimle, özellikle de yabancı bir isimle seslenmeyi kabul ederdi ki? Mira’nın irtibata geçtiği herkes bunu çok çocukça ve dengesizce buluyordu.

Onun dengesiz olduğu konusunda ortak bir kanıya varmışlardı artık.

Kendisi için uygun görüp seçtiği isim Striga olmuştu. Bu ismi seçmesinin altında birçok neden yatıyordu. Okuduğu ve araştırdığı kadarıyla Striga kötü bir büyücüydü. Genç kızın araştırmalarına göre, Roma Mitolojisinde yer alan Striga, Mira’nın yeni bir kapının ardına kadar açılmasına ve deli gibi istediği o yeniden doğuşu kendisine bahşedeceğine inandığı bir isim hâline gelmişti.

Bu isimle şimdiden bütünleşmiş, kemikleşmişti. Striga’yı benimsemiş, kendisinin tıpkı onun gibi kötü bir büyücü olduğuna kanaat getirmişti. Büyücü olma yönündeki çalışmalarını başlatarak başarı kazanmıştı.

Ancak bilmediği bir şey vardı. Gözden kaçırdığı önemli bir detay mevcuttu.

Açacağı dehşet kapılarının sonucunda onlar için bir yeniden doğuş olmayacaktı. Kendisi için özenle seçtiği ismin yer aldığı mitoloji de Anka kuşunun yeniden doğuşuna tanıklık edemeyecekti ve genç kız kendi açtığı felaketin bir kurbanı olacaktı. Kurban rolüne bürünmeyeceğini sanmakla aptallık etmişti.

Oysa herkes birer kurbandı.

Mira, yeni adıyla Striga, bu gerçeği çok sonra öğrendi ve iş işten geçtiğinde iyice kafayı yedi. Artık kendi içindeki cehennemi yaşayan ve bunun sonucunda yarattığı yangının doğuşunu gören Striga, bu durumu kendi içinde şu sözlerle dile getirdi: "Benim içinde bulunduğum cehennem, sizin için oluşturduğum yangının doğuşunu getirdi."

Ona göre doğuş, yalnızca iyi bir şeyi temsil etmiyordu. Negatiflik barındıran türlü acımasızlıkların doğuşu da gerçekliği yansıtıyordu. Onun neslinde, yalnızca iyi bir şeyin doğuşu tek gerçek değildi. Kötülüklerin doğuşu da bir gerçekti.

Mira’nın gönlünü feda ettiği ve derisine kazıdığı bir gerçeklikti. Daima orada olan hakikatti.

Arkadaşları, ailesi, hatta genç Mira’yı tanıyan hemen hemen herkes onun mitoloji ile kafayı bozduğunu ve tedavi edilmesi gerektiğini söylemeye başlayalı çok olmuştu. Üstelik arkadaşlarının bir kısmı ondan korkmaya başlarken, diğer bir kısmı da onun tam bir ezik olduğunu ve vaktini salakça şeylerle harcadığını Mira’ya tekrar tekrar hatırlatmak için her fırsatı kolluyorlardı.

Bunların hiçbiri Mira’nın umurunda değildi. O ne istediğini biliyordu ve uğruna herkesi yakıp yıkacak amaçları sayesinde hiçbir olumsuz söze kulak asmıyordu.

Onun hayatı daha yeni başlıyordu. Ya da o öyle sanıyordu.

23 yaşında olan güzel, yetenekli bir kızın böyle şeylere vakit ayırıyor olması herkese tuhaf geliyordu ki bu çok anlaşılır bir durumdu. Evet, mitolojiyi seven ve o tarz kitaplar okuyan biri normal bir insan olarak anılırdı ama Mira’nın aklındakiler normal bir insanın düşüncelerinden ve hayallerinden çok, çok daha uzaktı.

Ona sarf edilen sözleri düşünüp dururken “Herkese gününü göstereceğim,” diye fısıldadı kendi kendine. Son zamanlarda yaptığı şeylerden biri de kendi kendisine konuşmak olmuştu çünkü artık kimse onunla bırak konuşmayı, aynı ortama bile girmekten kaçınır olmuşlardı.

Onun tamamen ürkütücü bir kaçık olduğunu düşünen ve çekinmeden bunu dile getiren insanlar Mira’nın aklındaki planların ufacık bir kısmını dahi bilmiyorlardı. Ancak Mira onlara kendince oluşturduğu dahiyane planını günü geldiğinde onunla komik bir şaka yapıyormuş gibi davranan ve onu zorbalayan herkese göstereceğine dair kendisine geri dönüşü olmayan bir söz vermişti.

Yeni bir çığır açacaktı.

Yeni bir evren oluşturduğunda başta kendisi olmak üzere bütün insanları kendi oluşturduğu evrenin içerisine sürükleyecekti. Bir girdap misali herkesi aklında yer edinen evrene çekecekti ve henüz doğmamış olan insanlar da gözlerini açtıkları andan itibaren bu girdabın kuvvetine karşı gelemeyecekti.

İntikamını bu yöntemle alacaktı genç Mira. Ya da Striga.

Evet, Striga. Kendince, resmi olarak artık o Striga’ydı.

Kötü büyücü Striga. Karanlığın diğer yüzü olan tehlikenin vücut bulmuş hali olan büyücü.

Ondan korkmayacak tek bir insan kalmayacaktı. Onu görünce nefes alan her şey kaçmak için topuklarını kalçasına vura vura kaçacaktı.

Önüne sermiş olduğu birkaç tane kitabı karışık bir şekilde okuyup sayfaları çeviren Striga’nın dudaklarında hazzı tattığını belli eden sinsi bir gülüş yer alıyordu. “İşte bu! İşte bu!” diye bağırdı sevinçle. Gözleri fıldır fıldırdı. Kitapların sararmış sayfalarında gezinen yorgun, uykusuz gözlerini hiç kırpmıyordu. Gözleri sulanmıştı ama pes etmeyecekti.

Herkes gününü görecekti ve onun acı veren gazabı tadacaktı.

Onun cehennemi, herkesin içinde kavrulacağı yangını oluşturacaktı. Bundan emindi. Hem de sonuna kadar.

Kopmaya yüz tutmuş ipler artık onun ellerindeydi. Kitap sayfalarını çevirmekten çizilen ve kanayan parmakları herkesin sonunu getirecek iplerin ucunu sımsıkı tutmaktaydı. Verdiği karardan geri dönmeyecekti çünkü uğruna bir sürü canın kurban edildiği bir amacı vardı.

Tehlikeli bir hedefti bu. Gözü kararmıştı ve bu karartıdan, depresiflikten başka bir şey göremeyecek kıvama erişmişti.

Can yakacak ve can alacaktı. Fakat asla bir canın kurtuluşu olmayacaktı, bunu biliyordu.

Striga’nın canını aldığı insanlardan kimsenin haberi yoktu. En azından o insanları öldüren kişinin Striga olduğundan habersizlerdi. Kimsenin bulamadığı katilin ta kendisi yakınlarında oturan, kimsenin şüphelenmeyeceği genç bir kızdı.

Ardı ardına çakan şimşeklerin göğü aydınlatıp insanların içini ürperttiği bu gecede Striga nihayet bugün o çok dilediği büyüyü gerçekleştirecekti.

Yıllardır hayalini kurduğu bu lanetin başlamasına neden olmak için sabırsızlanıyordu. Gün gelip çatmıştı ve bu kez vahşi olacaktı. Yırtıcı bir hayvan kadar vahşileşecekti.

Bunu yapmasının en büyük sebeplerinden biri intikamdı.

Diğeri ise nefretti. Arzuydu. Hırstı. Kinlenmişti ve kini içine akıyordu; temizlenmesi şarttı.

Yeniden doğuşu başlatmaya ant içmişti.

Ancak bunu yapabilmesi için birkaç bedel ödemeli ve beraberinde oluşturacağı lanetiyle yaşamayı öğrenmesi gerekiyordu. Zararsız olduğunu sandığı lanet hiç de umduğu şekilde olmayacaktı.

Bedellerin ödenmiş olduğu gerçeği artık onun için yabana atılmayacak bir gerçekliğe dönüşmüştü. Artık bir katil olmanın acımasızlığını, duygusuzluğunu ve kalpsizliğini tam anlamıyla hissedebiliyordu. Bu yolu isteyerek seçmiş, büyüleriyle insanların hayatlarına son vermiş ve ardından ruhlarını bir kabın içine hapsederek yeni bir varlık yaratma yolunda adımlar atmıştı.

Ancak Striga'nın göremediği birçok şey vardı. Yeterli araştırma yapmamış, yeterli pratik yapmamıştı. Kendisine olan inancı, her şeyi başarabileceğine dair o kadar sağlamdı ki, bu inanç onu, hayatını tehlikeye atabileceği gerçeğini görmekten alıkoyuyordu.

Yataktan kalkmadan yanında duran komodinin çekmecelerinden ilkini açarak büyülü defterini çıkarıp tam önüne koydu. Tekrar tekrar okuyarak her sayfayı kafasına kazıyarak ezberlediği kitabını bir kenara yerleştirip aceleyle defterinin sayfalarını karıştırmaya başladı.

Acele etmeliydi çünkü bugün istediğine kavuşamazsa bir başka doğru zamanı ayarlayabilmesi kolay olmayacaktı. Anne ve babası evde değildi ve onların evde olmamaları Striga için büyük bir fırsattı; elden kaçıp gitmesine izin veremezdi.

Evin içinde belirli yerlere sakladığı farklı objeleri nihayet dilediği şekilde açığa çıkartabilme şansını elde edebilmişti.

Gece çöktüğü için etraf iyice sessizleşmişti. Striga istediği sayfaya ulaştığında sayfaları çevirmeyi bıraktı. Sayfanın en tepesinde, büyük harflerle yazılı olan ‘YAPILACAKLAR LİSTESİ’ yazısının hemen altında bir sürü madde yer alıyordu.

Hemen hemen hepsinin yanına tik atılmıştı. Striga oluşturduğu listenin birden fazla maddesini yerine getirmişti ve tüm bunları kaşla göz arasında yapmayı başarabilmişti.

Buradan bile belliydi, onun ne kadar zeki bir insan olduğu. Aklını doğru yönde kullandığı kadar yanlış yönlerde de kullanmıştı. Kendine has yöntemleriyle kimsenin cesaret edemeyeceği şeyleri tamamlamıştı.

Küçüklüğünden bu yana büyülere hep bir merakı vardı ve yine büyülerin yardımıyla yapılacaklar listesindeki son maddelere ulaşabilmişti. Yazılan en son madde seneler sonrasını etkiliyordu, bu nedenle o maddeye tik atması tahmin edeceğinden daha uzun bir zaman alacaktı.

Nasırlaşmış olan işaret parmağını maddelerin üzerinde boylu boyunca gezdirdi. Gözlerinin içi, gecenin karanlığına tezat oluşturacak şekilde parıl parıl parlıyordu. Koyu bakır tonundaki saçlarının birkaç ufak tutamı gözlerinin önüne düştüğünde onları elinin tersiyle geri itti. Saçlarının uzun olmasından nefret ediyordu.

Tek nefret etmediği şey önündeki defteri olabilirdi. Veya kendi elleriyle yazmış olduğu kitabı.

Küllerin doğuşunu anlatan bir kitap yazmıştı. Bütün aklındaki hinlikleri kâğıda dökmüştü ve zihninin derinliklerinde onun daha da kuvvetlenmesine vesile olan planlarını mürekkebe dönüştürerek bundan seneler sonrasında hayat bulacak insanlar için bir neden olacaktı.

Neden bunları yaptığını bir bir anlatmamış olsa da en azından yıllar sonra açılacak olan yeni bir çığırın sebebi kısmen de olsa öğrenilecekti.

Peki kim ya da kimler bulacaktı bu kitabı? İşte bu merak konusuydu.

Fakat Striga biliyordu ki, bu kitabı bulacak olanlar genç kızın yarattığı evrenin içerisine çoktan girmiş olacaklardı. Ancak böyle bulunabilirdi küllerin doğuşu kitabı. Kitabın kimin tarafından bulunacağı belirlenmemişti fakat Striga’nın aklında bir hedef vardı.

Asıl zaman gelip çattığında işte o zaman kitap ortaya çıkacaktı. Yer altından veya gökten, fark etmiyordu. Bir yerden çıkacağından emin olduğu bu kitap, Striga’nın elinden yazılmış, zihninden aktarılmış bir kitaptı.

Tehlike büyüktü. Öngörülemezdi.

Henüz yaklaşmamıştı fakat tehlikenin kokusunu çok öteden alabilirdiniz. Bilirdiniz o hissi, o kokuyu.

Striga’nın yaratacağı hasar, herkesin sonunu getirmek için hazırlanıp inşa edilmişti. Peki ya o son gelecek miydi? Er ya da geç, o sona yaklaşılacak mıydı? Genç kız da bu sorunun cevabını bilebilmek için ölüp bitiyordu.

Öldükten sonra yeniden doğabilirse şayet, işte o anda anlayacaktı. Tekrardan nefes alabilirse görecekti sebebi olduğu tüm o vahim kargaşayı. Mutlu mu olacaktı yoksa hata yaptığını mı sanacaktı? Muhtemelen derinlerden gelen bir kahkaha atacak ve ellerini birbirine ovuşturarak zaferinin tadını iyice bir tatlandıracaktı.

Dün gece yapmış olduğu şey aklına geldi genç kızın. Büyük bir hışımla yataktan kalkarak gardırobuna ilerledi. Kapağı açtığında kuytu köşeye sakladığı kabı çıkarttı. O kadar çok gülümsüyordu ki ağzı ağrımaya başlamıştı.

Kabı sallarken içindeki sıvı da hareketlendi. “Sonuncusunu da öldürdüğüme göre artık kimse bana dokunamaz,” diye fısıldadı. Gidip yatağına geri oturduğunda ufak kabı yatağının üzerine koydu. Elleri hafiften titremeye başlamıştı fakat bunu göz ardı etti. Midesi bulanmadan kaptaki sıvıyı bir dikişte midesine indirmesi gerekiyordu.

Tereddüt edemezdi. Özellikle de hedefine bu kadar çok yaklaşmışken.

Kapağı açtığında karşısındaki kırmızı sıvıya baktı. Dün gece öldürmeyi başardığı yavru ejderhanın kanı duruyordu tam karşısında. Büyü yaptığı kılıç sayesinde gözünü kırpmadan öldürdüğü ejderha.

“Bu kanı içtiğimde gücüme güç katılacak ve ben herkese hükmedeceğim.” Kabı ellerinin arasında tuttu. Hızlı davranarak kanı bir dikişte içti. Yüzünü buruşturdu ama bu kısa sürdü çünkü dudakları bütün gece olduğu gibi yine gülümsemenin peşindeydi.

Ağzını elinin tersiyle silme zahmetine girmedi. Dilini kullanarak dudağının kenarlarına bulaşan kanları yaladı ve aynı hazla bir kez daha yutkundu. “Bu işi de başardım. Geriye Zitra’yı çağırıp ona yapması gerekenleri söylemek kaldı,” dedi kendi kendine.

“Listemi son kez kontrol ederim. Annemler gelmeden önce bu gece her şeyin bitmesi lazım. Bugün beceremezsem, bir saniye bile bekleyecek zamanım kalmayacak,” dedi hafiften sinirlenmeye başlayarak. Kendi kendisine konuşmaya alışmıştı çünkü kimse onunla uzun zamandır sohbet etmiyordu. Aynı şekilde ailesi de onunla konuşmayı bırakalı, Mira’dan vazgeçeli çok oluyordu.

Onların bildiği, küçük kızları Mira.

Mira’nın kendisine yeni bir imaj yarattığı büyücü Striga.

Aralarında dağlar kadar fark vardı artık. Birisi masumdu, diğer ise masumiyetini kaybetmişti. Sanki hiçbir zaman masum olmamış gibi hissediyordu.

İntikam duygusunun dayattığı hırsları yüzünden eski halinden eser yoktu. Mira ölmüştü, yerini ise Striga’ya devretmişti. Mira bir daha hiç gelmeyecekti ve Striga, Mira’nın bedenine sonsuza kadar hükmedecekti. İşte planın en başında bu vardı ve yerine getirilmişti.

Tik. Listedeki ilk madde buydu.

“Zitra!” diye bağırdı evin içinde. Kabı kenara bırakıp ayağa kalktı ve derin bir nefes aldı. “Zitra! Çabuk buraya gel!” dedi yüksek sesle. Neyse ki evde kimse yoktu. Gecenin bir yarısı ailesi niye hâlâ dönmemişti bilmiyordu ancak onun istediği de buydu ya zaten.

Odanın içinde bir silüet belirdi. Striga çağırdığı kişinin geldiğini görünce heyecanlandı. Kendi yarattığı ruh olan Zitra gelmişti.

Öldürdüğü insanların ruhlarını bir araya getirip hapsederek büyüyle yarattığı kötü ruh olan Zitraydı.

İsmi kendisi ona vermişti; okuduğu kitaplarda yer alan bir isim değildi. Değişiklik olsun istemişti ve hayatında ilk kez kafayı bozduğu mitolojik yaratıkların isimlerini kullanmayı reddetmişti. Farklılık ve yeniliklerle harmanlanan bu ismi ve bu kötü ruhu kendi elleriyle oluşturmanın verdiği mutluluk başkaydı.

Striga kendi şaheserine bakıyordu. Ayın yansıttığı soğuk ışık onun gözlerine çarptıkça gözlerinde oluşan parıltı daha da artıyordu. Her an gözleri insanları kör edecek bir parlaklığa evrilir gibi duruyordu ama bu tamamen Striga’nın içinde büyüyen kinin yansımasıydı. Kin kusan bu genç kızın yüzü solmuş, bambaşka birisi olmuştu fakat gözlerindeki öfke hâlâ dipdiriydi.

“Dediklerimi harfiyen yerine getireceksin. Anladın mı beni?”

“Sana da merhaba, sahip.” Zitra, Striga’nın etrafında, havada süzülmeye başladı. Striga’nın odası çok geniş olmadığından Zitra’nın alanı epeyce dardı. Normal şartlarda dışarıda, gökyüzünde süzülmeye alışık olduğundan bulunduğu oda onu daraltmıştı.

Zitra bir müddettir vardı. Striga onu ikinci maddeye almıştı. Onu yaratabildiğini gördükten sonra yoluna devam etmeye karar vermişti. Diğer türlü onun için en ufak olan maddeyi yerine getiremeseydi diğer maddeleri asla yapamazdı çünkü bir önemi kalmayacaktı.

“Etrafımda dönmeyi kes ve önümde dur. Anlatacaklarım çok önemli ve zamanı geldiğinde hepsini yerine getirmekle yükümlüsün,” dedi Striga, kibirli bir edayla.

Zitra onun dediğini yerine getirerek dönmeyi bırakıp Striga’nın karşısında belirdi. “Seni dinliyorum sahip.” Sesi boğuk çıkıyordu çünkü tam düzene oturmamıştı. Zamanla gücünü geliştirecekti ama şu an için bu çok erkendi.

“Zamanı geldiğinde her şeyi sen başlatacaksın,” diye söze atıldı kötü büyücü. “Bu senin için kolay olacak çünkü arkamda bir kitap bırakacağım. Gerçi kitaba da pek ihtiyaç duymayacağız çünkü ben öldüğümde yeniden dirileceğim. Bunu test etmem lazım. Beni anlıyor musun Zitra?”

Zitra yalnızca “Evet sahip,” diye yanıt verdi. Yaratıcısının söz ettiği zamanın gelip gelmediğini nasıl anlayacaktı bilmiyordu ancak onun sözlerine güvendi. Ne de olsa onu yaratan karşısında duran 23 yaşındaki genç kızdı. Arzuları gözünü kör eden, Striga olabilmek ve yeniden doğabilmek için 3 yıldır kurduğu planını harekete geçiren eski masum Mira.

Mira. Ne kadar da yazık etmişti kendisine. Halbuki o dört gözle beklediği zaman geldiğinde onun için hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağından hiç haberi yoktu. Yaptığı büyülerin, öldürdüğü insanların ve kalbine dokunup orada yer edinen kötülüğün cezasını çekeceğinden bihaberdi.

Her ne olursa olsun, iyiyi de kötüyü de göze almıştı.

Ya mahvolacaktı ya da zirvede bir tahta sahip olacaktı.

Kapalı camlara rağmen duyulan uğultu sesleri rüzgârın arttığına işaretti. Yapılacakları özellikle mi böyle bir hava tercih etmişti? Karanlık bir gökyüzü, boğucu bir hava ve kasvetli bir gün. Striga’nın bu günü seçmesi için birden fazla nedeni olabilirdi. Belki de endişeydi. Göstermese de belki de endişelendiği için acele ediyordu.

“Sana bir şey sorabilir miyim sahip?” Zitra’nın sesi boğuktu.

Striga’nın gözlerindeki parıltı bir anlığına yok oluverdi. Cevaplamak istemediği bir soru denk gelecek olursa öfkesine hâkim olamayacağını biliyordu. Şimdiye kadar içine atıp biriktirdiği söylenememiş o sözler öfkesini gün geçtikte daha fazla yoğunlaştırmıştı.

İsteksizce başıyla onayladı. “Olur da öldükten sonra yeniden dirilmezsen, o zaman tüm bu yaptıkların boşa gitmeyecek mi?”

Beklediği soru tam olarak bu soruydu. Canını sıkan bir sorunun cevabını nasıl verebilirdi ki?

“Yedek bir planım olmadığı mı zannediyorsun?” Sinsi bir gülüşle onu korkarak seyreden kötü ruha baktı. Zitra’nın kötü bir ruh olması önceden belirlenmiş, çizilip yazılmıştı. Büyü bu şekilde yapılmıştı. Zitra istese de iyi bir ruha dönüşemezdi çünkü onun pek de parlak olmayan hayatı Striga’ya bağlıydı. Yani onu yaratan kişiye.

“Senin şahane planlarını takip edemiyorum sahip. Eminim ki başka planların da vardır. Ben yalnızca merak etmiştim.”

“Sana merak et diyen olmadı,” dedi Striga, sinsi gülüşünden vazgeçmeden.

Zitra sessiz kalmayı seçti çünkü sahibini kızdırmak istemiyordu. Onu kızdırdığı anda yok olacağını çok iyi biliyordu. Striga ise yapmacık bir kahkaha atarak kötü ruhu inceledi. Ona doğru yaklaştı ve onu taklit ederek ruhun etrafında bir tur döndü.

“Madem bu kadar meraklısın…” dedi kısık sesle. “O hâlde sana şöyle açıklayayım.” Yeniden ruhun önüne geçti ve kollarını göğsünde bağladı. “Şayet geri dönmezsem bana başka bir beden bulacaksın. Kimi gözüne kestirdiysen mezarda dahi olsam bunu hissedebilirim çünkü seni kendime bağladım. Yaptığın her şeyi bir ölüyken de hissederim. Bu yüzden benden gizli hiçbir işe karışamazsın.”

Zitra’nın kafası karışmıştı. Muhtemelen bir ruh olduğu için algıları yeteri kadar açık değildi fakat duyduklarından yola çıkarak sahibi olan Striga’nın onu yönetmesiyle pek çok şeyi kavrayabilecek gücü oluşmuştu. Bir ölü gibiydi ama aslında hiç ölmemişti. Bir beden olarak, kanlı canlı bir vaziyette hiç var olmamıştı. Direkt olarak bir ruh olarak dünyaya gelmişti.

“Tam olarak ne yapmalıyım, anlayamıyorum. Bunun için bana kızma, lütfen. Senin zekana erişemiyorum sahip.” Zitra o kadar çekingen bir tavırla konuşuyordu ki Striga bunu hemen fark etmişti. Onun gözünden en ufak bir şey bile kaçmıyordu, çok dikkatliydi.

“Anlamazsın tabii çünkü sen bir ruhsun, ahmak seni!”

Striga, Zitra’nın ricasını hiçe sayarak ona kızdığını belli edercesine sesini yükseltmişti. Zitra yavaştan odanın içinde süzülmeye başladığında “Ben izin vermediğim müddetçe hiçbir yere kaçamazsın,” diyerek bir uyarıda bulundu acımasız büyücü.

“Şimdi beni çok iyi dinle! Bir kere daha sana açıklamada bulunmayacağıma emin olabilirsin. Bu sefer de anlamazsan seni yer altına gönderirim ve bir daha oradan çıkamazsın!”

Yatağının üzerine dağılmış olan kitapları almak için Zitra’yı es geçtiğinde kötü ruh korkudan titredi. Sağa sola sallandı ama kaçmamakta kararlıydı. Zira kaçmaya kalkışsaydı da Striga ona müsaade etmezdi çünkü az önce net bir dille böyle demişti.

İma etmemişti; direkt tehdit etmişti.

Büyü kitaplarını es geçerek kendi yazdığı kitabı aldı ve Zitra’ya döndü. Kitabı havaya kaldırıp “Bu kitabı ben yazdım. İsmi de küllerin doğuşu. İçinde Latince bir kelime yer alıyor: epochal. Neden mi Latince? Çünkü kendime seçtiğim isim olan Striga’nın yer aldığı Roma Mitolojisinde bu dil konuşuluyormuş. Bak, görüyor musun? Ne kadar da dikkatliyim,” dedi, bilmiş bir tavırla. Kendisini övmekten hiç çekinmezdi.

“Bu kitap ben öldükten sonra ortaya çıkacak şekilde ayarlandı. Onu bulacak olan kişi ise yine benim gibi bir büyücü olacak çünkü sadece büyücülerin görebileceği şekilde tasarlandı. Büyücü bu kitabı bulduğunda yarattığım evren yavaştan başlamış olacak. Tam anlamıyla değil.”

Zitra, sahibi dikkatle dinliyordu çünkü hiçbir detayı, ayrıntıyı kaçırmamalıydı. Striga’nın her cümlesinin sonu geldiğinde Zitra başını sallayarak onu bu defa anlamış olduğunu gösteriyordu. Henüz taze bir ruhken ufak bir hatasında sonsuza kadar orada kalacağı yer altına gönderilmekten çok korkmuştu. Korkmalıydı da.

Striga aklına ne estiyse yapardı. Yapmıştı ve yapacaktı. Onun ölümü epochal efsanesinin başlangıcını temsil ediyordu. Hayır, yanlış.

O öldükten belirli bir zaman sonra açılacaktı dehşetin kapıları. Aslında çoktandır açılmıştı fakat asıl olay olmadan bir çığır açılamazdı. Kitabında anlattığı belirli detaylar meydana gelmeye başlayacaktı, orası doğruydu. Lakin patlaması gereken bomba için zaman belirsizdi.

Bir tarihi veya bir saati yoktu. Bundan yüzyıllar sonra da başlayabilirdi; Striga’yı endişelendiren kısım da bu belirsizlik anıydı. Sabırsızlıkla beklediği vaktin ne zaman patlak vereceğini o da bilmiyordu çünkü plandan sapamazdı. Planını doğru ve temkinli yollarla uygulamaya sokması lazımdı.

“Felaketler alttan alttan işlemeye başladığı an, nerede veya hangi durumda olursam olayım ben bunu hissedeceğim. Zekamı harcadığım şeylere bakar mısın?” Minik bir kahkaha yankılandı odanın içerisinde.

“İnsanlar benimle alay ettiklerine bin pişman olacaklar. Herkesi kendim gibi yapamam ancak benim gibi olacak olan bir sürü insanla karşılaşacağım. Ben zaten ölmüş bir insanım Zitra. Beni onlar öldürdüler. Mira’yı onlar katlettiler. Şu anki ben, yani Striga, herkesin kâbusunun en büyük nedeni olacak,” dedi, hiç fire vermeden konuşarak.

Odada yanan tek ışıkta Striga’nın yüzünün sol tarafına vuruyordu. Zitra ona karşıdan bakma fırsatı elde ettiği için ona göre sağ taraftı ama sanki her iki tarafa da yansıyan loş ışığı görebiliyordu. Gözleri dışında. Genç büyücünün gözlerindeki parıltı loş ışıktan yansıyan tatlı bir ifade değildi. Onun parıltısı bambaşkaydı. Koyu ve soğuk gözüken gözlerindeki anlam hiç değişmiyordu.

Odanın duvarlarına asılmış olan Anka kuşu posterlerine göz gezdirdi huzursuz ruh. Sahibi ona ne dese yapmakla yükümlüydü, evet. Fakat Striga onu o kadar çok ürkütüyordu ki doğru olarak lanse dilen şeyler de ona yabancı geliyordu. Ya yapmasaydı tüm bu söylenenleri?

Zaten bir ruhtan ibaretti. Yer altına gitseydi de yine hisseder miydi acıyı? Ruhlar acı hisseder miydi ki? Sanırım onu yaratan Striga her ayrıntıyı düşünüp taşındığı gibi bunu da düşünmüştü. Ah, o gerçekten çok zeki bir kızdı. Hem de korkutucu bir zekâsı vardı.

Diğer insanlara çok yazıktı. Hiçbir suçu olmayan insanlar da Striga’nın evreninde hayat bulacaklardı. Onlar da onun oyunlarına alet edileceklerdi ve kalbi paslanan, masumluğu silinen kötülüğün anası olan büyücü Striga’nın intikamını onu tanımayan insanlar da zehre bulanmış yollardan geçerek deneyimleyeceklerdi.

Çok yazık. Her iki taraf içinde çok ızdırap dolu bir yolculuğa adım atılacaktı.

Vicdanını kaybetmiş, arzularına yenik düşmüş bir kızdan beklenilen hareket bu mu olacaktı? Bu kadar ağır mı olacaktı? Peki ya ortaya çıkan bu lanetin bedelini de masum hayatlar mı ödeyecekti? Hem de bir hiç uğruna… Sırf Striga’nın takıntısı ve intikam duygusu yüzünden sebepsiz yere binlerce, milyonlarla insan can çekişecekti.

Striga’nın gazabının işleme şekli de böyleydi işte. Sıfır vicdan, sıfır merhamet; bolca acı ve bolca intikam duygusu.

İliklerine kadar ilmek ilmek işlemiş olan bu intikamın fitili çoktan ateşe verilmişti. Yanmak veya yangın kaçmak da tamamen kötü büyücüden sonra gelecek olan nesillere aktarılacak ve yaratılan bu evrende onlar hayata tutunabilmek için kirli bir oyunun içine hapsolacaklardı.

Gencecik güzel kız Mira. Kendini yaktığı gibi tüm insanlığı da alevler içerisinde bıraktı. Kendi cehenneminden kimse sağ çıkamayacak, bundan sonuna kadar emin olduğu aşikâr olan güzel Mira. İçinde kötülüğün tohumunu yetiştiren genç Mira. Yaptıklarının bedelini en çok ödeyecek olan kızken henüz bunu idrak edemiyordu.

Demek ki kendisini övdüğü kadar zeki değildi.

“Planının işe yarayıp yaramayacağını nasıl bilebilirsin?” Zitra, Striga’nın tuttuğu kitaba baktı ardından yeniden kendisini izleyen sahibine döndü.

“Bu planı ben yaptım! Ben! Benim zihnimden çıkan, yazılara dökülen her şey bir bir hayat bulacak, hayata karışacak ve evreni tersine çevirecek. Çevremdeki kimsenin inanmadığı yaratıklar, tanrı ve tanrıçalar benim emrimde, benim açtığım çığırla nefes alacaklar. Kitaplarda okuduğum, özendiğim ve içinde olmak istediğim dünya, benim dünyama dönüşecek. Bunu da herkes görecek!”

Zitra gözlerini duvarlardaki Anka kuşu posterlerine çevirdi ve her bir posteri tek tek inceledi. Doğruyu söylemek gerekirse, Zitra Anka kuşuna hayran kalmıştı. Onun güzelliğine ve ihtişamına tutulmuştu. Tıpkı Striga gibi o da Anka kuşuna doğru çekilmişti.

“Neden Anka kuşu? Neden onu bu kadar çok seviyorsun? Sırf ona olan hayranlığın yüzünden mi bu evreni oluşturmaya karar verdin?”

Striga bıkkın bir nefes verdi. Daha sonra bakır saçlarını omzundan geriye atarak Zitra’nın hâlâ bakmakta olduğu Anka kuşu posterlerine döndü. Yatağının üzerine astığı, onun için en özel olan posterdeki resme odaklandı ve istemsizce gülümsedi. Anka kuşu ona huzuru bahşediyordu. Striga’nın içinde kıpraşan duygulardan en büyüğü bu eşsiz kuşa duyduğu aşktı.

“Evet. Tek neden bu değil ama ben de en büyük etkiyi bırakan neden Anka kuşunun ta kendisi,” diye mırıldandı, Zitra’nın sorusuna cevaben.

“Ben hep yaşamak istiyorum Zitra. Ölsem de yeniden doğmak istiyorum. Tıpkı Anka kuşunun küllerinden tekrar tekrar doğması gibi ben de öyle yeniden, tertemiz, yepyeni bir halimde doğmak istiyorum. Bunu istemem suç olamaz ya.”

“Neyin suç olup olmadığı sana ben söyleyemem, sevgili efendim.”

Gözleri dolduğu için bir süre daha karşıdaki postere bakan Striga yutkunduktan sonra “Anka kuşu bana ilham veriyor. Hayat buluyorum ona baktığımda, canıma can katıyor. İşte ona bu denli hayranım,” dedi.

Zitra sadece başını sallamakla yetindi. Bu hareket, kendisini yaratan yüceliğine şahit olduğu sahibi Striga’yı gerçekten de anladığını gösteren bir işaretti. Onu anlamıştı. Duyguları olmamasına rağmen onun hissettiklerini hissedebilmişti. Birbirlerine bağlı olduklarını da bu andan itibaren kesinleştirmişti.

Genç kız birkaç nefes aldıktan sonra kendisini toparlayıp gözlerini Zitra’ya döndürdü. Elindeki kitap terlemiş olan avucunun içinden kayıp yere düşecek gibi olduğunda kitabı diğer eline aldı. Ne çok kalın bir kitaptı ne de çok ince. Yettiği kadarıyla yazılmıştı. İşin aslı, kendisinin yettiğine inandığı kadarını yazmıştı. Fazlasına lüzum yoktu çünkü aksi takdirde sırları da gün yüzüne çıkabilirdi.

Buna karşı çıkarak her şeyi yazıya dökmekten kaçındı. Akıllıca bir davranış sayılabilirdi.

“Benim oluşturduğum epochal efsanesinin de yardımıyla insanlar ileride kendi çocuklarına tanrı veya tanrıça isimleri verecekler. Belirli bir kesimin bu efsaneye inanacağını sanmıyorum elbette ama benim kitabımı çok önceden bulacak olan büyücü yüzünden epochal efsanesinin gerçeğe dönüşeceğinden haberleri olmayacak. Sonra bum!” Daha çok dikkat çekebilmek için boştaki elini Zitra’ya doğru salladı.

“O zaman onlar da görecekler benim evrenimin aslında bir efsaneden ibaret olmadığını. O kadar ucuz bir evren, değersiz bir efsane yaratırmışım gibi!” Güldü. Hem mutlu bir gülüştü hem de hüzün dolu. Enteresandı. Striga’nın hisleri birbirine karışıyordu. Sanırım yıllarca yaşamakta olduğu heyecanı yüzündendi.

“Beni yaratmanın, bu evreni ve bu söz ettiğin efsaneyi oluşturmanın ve ardında birden fazla insan katletmenin bir cezası olmayacak mı? Evren sana karşı gelmeyecek mi? Ya da evren sana karmasını sunmayacak mı? Nasıl olacak yüce efendim, söylesene.”

Striga gidip yatağının ucuna oturdu; sırtı Zitra’ya dönüktü. Kötü ruh ise merakına yenik düşerek fazla soru sormuştu çünkü kapasitesi her şeyi kavramak için elverişli değildi. Yükselmeden, alçaktan süzülerek gidip efendisinin karşısında belirdi. Striga elindeki kitaba bakmakla meşguldü; Zitra’nın ona yaklaştığını fark etmemişti.

“Evren bana ne sunarsa sunsun benim dediğim ve benim istediğim her şey tek tek gerçekleşecek,” diye fısıldadı. Sanki kendi kendisine konuşuyordu ama Zitra’ya yanıt verdiği belliydi. Başka bir söze başlayacak oldu ki cama vurulan sesleri işitti. Yerinde irkildi ve başını kaldırıp ilk önce Zitra ile göz göze geldi. Ardından yerinden kalktığı sırada kahkaha seslerini duydu.

Cama doğru baktığında camının yumurtalarla kaplanmış olduğunu gördü. Aman ne büyük bir değişiklikti. Daha geçen gece, şu anda olduğu haliyle cama atılan yumurtaların kirini temizlemişti. Bıkmadan usanmadan her gece yumurtalar camına fırlatılıyor ve Striga yine o pislikleri temizleyerek camını eski haline getiriyordu.

Yerinden kalkmadan camının önünde duran üç kişiye baktı. Zamanında arkadaşım dediği insanlar onun düşmanı olmuşlardı. Ne de önemli bir kayıp.

İşaret parmaklarını cama doğrultarak Striga’ya alaycı kahkahalar atan bu üç kişi onunla uğraşmaktan hiç vazgeçmemişlerdi. Aşağıya akan yumurta sarıları ve şimdiden rüzgârın da etkisiyle cama yapışan beyazlardan tiksiniyordu çünkü her gece aynı görüntüye maruz bırakılıyordu. Bir yerden sonra yumurta yemekten iğrenmişti genç kız.

Ona yapılan zorbalıkları hatırlıyordu ve hatıraları tazelendikçe Striga, eskiden olduğu Mira’nın ölmüş olmasına daha çok sevinmeye başlıyordu. Arkadaşları Mira’nın gittiğinden habersizlerdi; Striga’nın yerini aldığını henüz bilmiyorlardı. Bilecekler miydi acaba? Belki şimdi belki de yıllar sonra acı bir gerçekle öğreneceklerdi.

Önceden yakın dostları olduğu Mira’nın yok olduğunu canları acıdığında fark edebileceklerdi. Striga onların da canını yakacaktı; aynı kendi canını yaktıkları gibi.

Bu acı fiziksel değildi. Mira’nın teninde hiçbir zaman var olmamışlardı; görünmezlerdi. Striga’nın bedeninde ise o eski acılardan eser yoktu. Bedenden ziyade, kararmış kalbinde de yer edinmiyorlardı. Acı, onun için hiçbir şeydi; hissedilemezdi. Ne kalpte ne beyinde ne de bedende…

Eski arkadaşları Striga’ya biraz daha kahkahalarla gülmeyi sürdürdükten sonra son kez ona doğru dillerini çıkartıp camın önünden koşarak uzaklaştılar. Gitmeden hemen önce “Ben büyücü olacağım! Hayır, yok! Ben Anka kuşu gibi küllerimden doğacağım! Aptal kız seni!” diye bağırıştılar.

Artık bam teli kopmuştu. Striga ayağa fırladığı gibi gidip camı yumruklamaya başladı. Ağlamıyordu çünkü üzgün değildi. Çok ama çok öfkeliydi. Bütün sinirini iyice kirlenen camdan çıkartıyordu. Art arda defalarca kez camı yumrukladı. En sonunda kollarını ağrıdığında ve elleri acımaya başladığında durdu. Şu anda hissettiği acı fizikseldi. Kendisine yapmış olduğu bu kötülüğün de hesabını onlardan soracaktı.

Soracağı tonlarca hesabı vardı. Tek tek zihnine kazımıştı ve tek tek hepsini sıraya dizmişti.

“Herkese gününü göstereceğim! Görecekler! Görecekler işte! Hepsi pişman olacak!” Kayışları kopan bir ip misali Striga’nın sabrının sınır çizgisi de kopmuştu. İyi ki bugünü seçmişti yoksa daha fazla katlanamayacaktı. Üstüne üstüne gelen, onu nefessiz bırakan her bir olaydan ve kişiden uzak duracaktı çünkü hepsi son bulacaktı. Bitecekti.

Striga ciddi anlamda kara listeye aldığı herkese ve listesinde yer almayan belki de milyonlarca insana kudretini tatsız bir film tadınca izletecekti. Yemini buydu. Birçok yeminler edilmişti ancak ilk önce bu yemini vermişti.

Sessizce duran ve yaşananları sindirmeye, üstündeki şoku atlatmaya çalışan Zitra’ya döndü. Bu dönüş hayra alamet değildi çünkü çok hızlı bir hareketle yapmıştı. “Şu siktiğimin kitabı,” dedi, yatakta duran kitabı gösterip. “O kitabın binlerce kopyasını çıkar ama orijinal olanını dediğim gibi benim gibi olan bir büyücünün bulmasını sağla. Kaç sene sonra olursa olsun!” Nefes nefeseydi.

“Tamam sahip. İsteklerin benim için bir emirdir, biliyorsun.” Zitra bir kez daha Striga’dan korkmuştu. Gücüne tanıklık etmişti ve şimdi yaşananlardan sonra ondan bir ömür boyu çekineceğine dair kararını kesin olarak vermişti.

“Beni tanıyan veya tanımayan herkes bana ‘Kudretli Striga!’ diye seslenecekler! Bunun olması için gerekirse yine kurban veririm, yine büyü yaparım ve yine bir çığır açarım!” Kollarını havaya kaldırıp odasının tavanına baktı. Orada hiçbir şey olmamasına karşın hayalinde sanki ona bakan Anka kuşunun gözleri varmış gibi hissetti.

Acayip bir histi. Hayalden çok, gerçek gelen bir histi.

“Ben gitmeden önce başka bir rican var mı benden?” Zitra’yı duymuştu kulakları ama gözlerini tavandan alamıyordu. Anka kuşu gerçekti ve Striga’nın gözlerinin içine bakıyordu. Evet, kötü büyücü bunu görmüş, hissetmişti. Onca tattığı histen çok daha iyi, çok daha manyakça bir şeydi.

Başını indirmeden hemen önce “Benim vesile olduğum evrenin içinde yer alan veya almayan tüm insanlık bana itaat edecek. Senin gibi onları da ben yaratmış olacağım ve senin gibi onlar da benim minik, savunmasız kölelerim olacaklar,” dedi, mutlulukla.

“Emrin olur,” diye karşılık verdi kötü ruh. İki kötü birbirine bakarken aralarındaki çekim giderek artıyordu. Striga’ya bağlı olan Zitra onun ayak işlerini yakmakla görevliydi. Yaşanması gereken an kapıyı tıktıkladığında Zitra kapıyı açacak ve her bir felaketin kapıdan içeri süzülmesine izin verecekti.

Plan basitti.

Canlı veya cansız herkes Striga’ya itaat edecek. Epochal efsanesini oluştur. Yeni bir evren yarat. Ölümden sonra yeniden doğuşu gerçekleştir. Arkanda kısmen yardımı dokunacak bir kitap bırak. Zamanı bekleyerek her şeyi akışına bırak.

Tik tak. Zaman kısıtlı.

Planlar yapıldı. Hedefe ulaşıldı. Büyücü olundu ve intikam alındı.

Tek bir pürüz vardı. Evet, Striga’nın hayatında ve planlarında patlak veren ufak bir pürüz. Ufak olsa dahi onun hayallerini suya düşürecek bir pürüzdü.

Yapmış olduğu büyülerden ve icraatlardan ötürü Striga lanetlenmişti. Yalnızca o da değil. Striga ve onun içerisinde bulunduğu Roma Mitolojisine ait olacak insanların tümü.

Onlar için yeniden doğuş mümkün kılınmamıştı. Striga bu plan bozan gerçeği bilmiyordu, görmüyordu ve hesaplayamamıştı.

Striga öldükten sonra yeniden doğmayacaktı. Aşkından ölüp bittiği, gönlünü ve senelerini verdiği Anka kuşunun özelliğine erişemeyecekti. O ölecekti ama tekrardan dirilmeyecekti.

Onun laneti de bu olmuştu. Küçümsediği evrenin karmasını onu sırtından vurmuştu. Striga henüz ayılmamıştı; hâlâ aşk sarhoşuydu. Gün gelecek, Striga başka bir bedende uyanabilmek için şu anda harcamış olduğu senelerinden epeyce uzun bir süre uğraş verecekti.

Madem yeniden doğuşu istiyordu, o halde bunun için etini tırnağına takarak savaşacaktı. Pes ederse biterdi. Evren onun için değil, diğer insanlar için yaratılmakla kalacaktı.

Gaddar, zalim birisine dönüşürsen evrenin sana vereceği sert cevap bu kadar net olacaktı.

Geri dönüşü yoktu. Lanetin sebebiyet verdiği pürüz her şeyi değiştirecekti.

Değiştirmeye başlamıştı. Son madde için gizliden gizliye bir tik atılmıştı.

Kötü büyücü Striga artık tek başınaydı.

Başının çaresine bakmanın yollarını arayacaktı ama ne yazık ki hepsi şimdiden tükenmeye başlayarak Striga’nın imkanlarını kısıtlayacaktı.

Hayat böyleydi.

Hayatını asla değiştirmemeliydin.

Sana verilen hayatla yetinmeliydin.

Bölüm : 28.05.2025 17:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...