45. Bölüm

BÖLÜM KIRK İKİ

monsoleil016
monsoleil016

Selamlar! Finale son üç bölüm kalmışken, yine buradayız. Hepinizin yorumlarını büyük bir mutlulukla okuyorum🤍 İyi ki varsınız🤍

İyi okumalar!🤍

Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777

                                                                                                       

Yüzüğümün üzerine düşen ışık, odanın içindeki ışığı i bile geride bırakıyordu. Parmaklarımı yavaşça oynatıyor, o minicik ama içimdeki fırtınaları susturacak kadar güçlü halkaya tekrar tekrar bakıyordum. Hayat ne garipti. Küçücük bir yatakta, yorganın ucunu burnuma kadar çekip gökyüzüne bakar gibi tavana daldığım o geceler aklıma gelmişti. O çocuk kalbimle neyi beklediğimi bilmeden ama beklediğimi hissederek geçen saatleri düşündüm. "Acaba o da şu an gökyüzüne mi bakıyor?" diye düşünürdüm hep. "Hayatımı değiştirecek o adam, şu an ne yapıyor olabilir?" diye sorardım. Bir yüzü bile olmayan o adama mektuplar yazardım içimden. Beni sevsin, desin ki "Korkma, ben buradayım." O zamanlar sadece bir hayaldi. Şimdi mi?

Şimdi o adam gerçekti, adı Onat'tı. Ben ise o adama evet demiştim.

O gece Efes'te yaşadıklarımızı anlatmam zordu. Bir kadının hayatında yalnızca bir kere yaşayabileceği bir mucizeydi. Işıklar kapanmıştı ama hemen arkasından bizim hikayemiz aydınlanmıştı. Sonrasında ise kalabalığın arasından çıkan dostlarım vardı. Kendimi ne kadar yalnız hissetmişsem, o kadar kalabalık olduğumu o gün tekrardan anlamıştım. Sinem'in sarılışı, abimin gözlerindeki yaş, Aybars'ın o içten gülümsemesi, Şimal'in beni etrafımda döndürüşü, Oğuzhan'ın bir erkek kardeş gibi içten sarılması ve daha nicesiyle hepsi oradaydı.

O gece koca bir masada oturmuştuk. Şirince'nin o taş sokaklarından birinde, mumlarla süslenmiş uzun bir masaydı. Kahkahalar, şarap kadehlerinin tokuşması, birbiri ardına gelen anılarla kendimi o gece öyle değerli hissetmiştim ki sevilmek böyle bir şeydi. Hepsine minnettardım. Ama her güzel şey gibi o gece de bitmişti. Bizi daha da güzel günler bekliyordu. O bir hafta Onat'la yaptığımız enfes tatilden sonra Hakkari'ye dönecektik ki dönmeden önce annemin yanına uğramak istemiştim.

Onat ise beni kırmamış önce İstanbul'a annemin yanına uğramıştık. İlaçlardan dolayı çok kendinde değildi. Ama bana tepkisi bu sefer daha az olmuştu. Belki beni anlamadı ama ona evleneceğimi, sevdiğim adamı bulduğumu söylemiştim. Bunu annemle paylaşabileceğimi hiç düşünmezdim. Şimdi ise üzerimdeki üniformamla, odamda masamdaydım. Kapının çalınmasıyla bakışlarım kapıya döndüğünde gelen kişi Onat'tı. Onu görünce yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdim.

''Müsait misin?'' diye sorduğunda başımı salladım. Elimdeki yüzüğü masanın üzerine bıraktım. Malum üniformalıyken takı takmak yasaktı ama bu yüzüğü yanımdan ayıracağım anlamına gelmiyordu. Elinde iki kahve fincanı vardı. Bu adam ne zaman içeri girse, kalbim göğsümün sol tarafında değil de sanki karnımın ortasında atıyormuş gibi hissediyordum.

"Kahvesiz kalamazsın sen," dedi, fincanlardan birini masama bırakırken.

"Beni senden iyi kim tanıyabilir ki?" diye gülümsedim ve elimi onun koluna dokundurup küçük bir teşekkür ederim ettim.

''Kimse, tanımasın da zaten.'' küçük bir çocuk gibi omzunu silkince gülmeden edemedim.

"Bu akşam bizimkiler geliyor, haberin olsun.'' dedi. Evet, yarın akşam beni isteyeceklerdi. Onat'a acele etmemize gerek olmadığını söylesem de bana benden daha fazla ayrı kalmak istemediğini ve her gece benimle uyumak istediğini söylüyordu. Bende de durumlar pek farksız sayılmazdı. Muhtemelen bu isteme faslından sonra, sade bir nikahla bu işi halledecektik. Başımı kaldırıp kolumu sandalyeye yasladım.

"Kimler geliyor tam olarak?" dedim gülümseyerek. Cevabını biliyordum ama Onat'ın ağzından duymak hoşuma gidiyordu.

"Dayım, teyzem, yengem, çocuklar yoldalar. Bartuğ ve Elvin de bu akşam burada olacaklarmış.'' dediğinde başımı salladım. Abimlerden haberim vardı. Ama onun bütün organizasyonu eline alması, her şeye bu kadar hakim olması hoşuma gidiyordu. Gözlerini kaçırmadan konuşmaya devam etti:

"Yarın için herkesin burada olması önemliyi. Akşamdan bir araya gelip rahat rahat sohbet edelim istedim." Şirince'de Şükran Teyze'nin elinden çıkan zeytinyağlıları, Metin Amca'nın babacan tavırlarını hâlâ unutmamıştım. Bu akşam onların bir kez daha hayatımıza dokunacak olması içimi heyecanla dolduruyordu. Aynı şekilde Meral teyzeyi ve Sude'yi de özlemiştim. Bir şey demeden sadece gözlerine baktığımda o da bana baktı ve sırıtarak:

"Gerçekten seni nasıl karım yapmayı başardım, hâlâ anlamıyorum," dediğinde kaşlarımı kaldırdım.

"Hmm.. Bu durum benim için de geçerli sanırım. Kocam olacağın fikri beni heyecanlandırıyor.'' olduğu yerden kalktı ve bana doğru geldi. Ben ise koltuğumda oturuyordum. Hafifçe bana eğildi ve tek eliyle yüzümü avuçladı. Bakışları gözlerimdeydi.

''Öl de emrin olur. Bu adam yoluna paspas olur gülüm.'' kurduğu cümleyle kahkahamı tutamadım. O da bana eşlik etti. Alnımdan öptü ve geri çekildi.

''Allah'ın kırosu seni. Öyle de böyle de seviyoruz, ne yapalım.'' tek elini pantolonunun cebine soktu ve serseri bir şekilde gülümsedi.

''Bulmuşuz her halimize aşık dünya güzelini. Öpesim geldi kendimi alnımdan.'' yüzümdeki gülümseme silinmedi. Ama biraz daha devam edersek onunla koltukta başka şeyler yapma fikri aklımı işgal ettiği için konuyu değiştirdim.

''Motoruma binmeyi özledim. Bu akşam motorla gidelim mi eve?'' başını salladı.

''Olur yavrum.'' elindeki saate baktı.

''Ben albayın odasına gidecektim. Konuştuğumuz gibi onu da çağırıyorum. Haberleşiriz yine.'' başımla onu onayladıktan sonra odadan çıkmıştı. Eğer abim hayatımda olmasaydı, Onat'ın dayısı muhtemelen beni Umut albaydan isteyecekti. Ama şu an abim bunun için çok hevesliydi.

Hatta geçen gece Elvin gizlice videosunu çekmiş bana yollamıştı. Videoda neler söylemesi gerektiğinin provasını yapıyor, yer yer sesini kalınlaştırıyordu. Elvin neden bu kadar heyecanlandığını sorduğunda ise, sadece bir tane kız kardeşi olduğunu ve abilik görevini layığıyla yapmak istediğini söylemişti. Oysaki onun nefes alması bile, benim için bir hediyeydi.

Acar dosyası tam anlamıyla kapanmıştı. Bildiğim kadarıyla Yasemin ve diğer kızlar, şu an başka ülkede istedikleri hayatı yaşıyorlardı. Aynı şekilde, Ekin'de New York'a yerleşmişti. Bu süre zarfında Acar'a yardım eden kim varsa gözaltına alınmıştı. Buna Vural Koç'ta dahildi. Başta basında çok sansasyon yaratsa da deliller baskın gelmiş ve tutuklanmıştı. Her suçlu mutlaka bir gün cezasını çekerdi. Acar, giderken hayatımdan çok şey götürmüştü. Her ne kadar insanlara belli etmesem de her küçük kız çocuğu gördüğümde gözyaşlarıma engel olamıyordum.

Onat bunun farkındaydı. Geçen gün gittiğimiz bir kafede, peçete satan küçük bir kız çocuğu yanıma gelmişti. O kadar güzeldi ki, onu sokaklara düşüren hayata bir kere daha kızmadan edemedim. Onat kızı yanımıza oturtmuş ve ona tatlı söylemişti. Onu ilk defa bir çocukla sohbet ederken görmek, içimdeki yarayı sızlatmıştı. Derin bir nefes aldığımda telefonuma uzandım. Kızlarla olan bir WhatsApp grubumuz vardı. Sinem grubu evlilik teklifinden sonra açmıştı. Buradan haberleşmemizin daha kolay olacağına karar vermiştik.

Selin: Ben bir şey yaptım.

Mesajı okuyunca içimdeki merak arttı ama Şimal benden önce davranmıştı.

Şimal: Daha bir saat önce yanımdaydın kara böcek. Ne yapmış olabilirsin acaba?

Selin: Yiğit'le seviştim.

Telefon elimde, ağzım açık bir şekilde ekrana bakıyordum. Şimal de aynı şekilde yazıp yazıp siliyordu. O an direkt kendimi odadan dışarı attım ve kantine doğru ilerlemeye başladım. Selin muhtemelen oradaydı. Arkamdan birinin de koşar adımlarla geldiğini gördüğüm an kafamı çevirdim. Gelen tabi ki Şimaldi.

''Ben daha demin ki mesajı yanlış mı okudum? Ulan ben Aybars'la kaç ayın sonunda seviştim! Kendini naza çekip durdu bok herif.'' bu tatlı isyanına gülmek istedim ama gülemeyecek kadar şoktaydım. İkimizin de içi ne kadar meraktan kıpır kıpır olsa da yüzümüzden bir şey okunması imkansızdı. Birkaç askerin selamını aldıktan sonra Şimal'le kantine girdik. Tam da tahmin ettiğim gibi Selin tarlası yanmış işçi gibi masada oturuyordu. Yanına yaklaştığımızda yanaklarının hâlâ kıpkırmızı olduğunu görmüştük. Sandalyeleri çektik ve yanına oturduk. Oturduktan saniyeler sonra biri koşarak kantinden içeri girdi. Bu kişi Sinem'di.

''Bensiz he?'' diye koşarak yanımıza geldi. Bütün herkesin bakışları bize dönmüştü. Şu kız bazen askeriye de olduğumuzu unutuyordu. Bakışları beni bulduğunda, sesini çok yükselttiğini anladı ve eliyle ağzına fermuar çekerek yanımıza oturdu. Selin'e döndüm.

"Allah aşkına! Ne diyorsun sen? Ne sevişmesi? Ne ara?" diye sormadan duramadım. Selin başını kaldırdığında yüzünde garip bir mahcubiyet ama onun altında saklayamadığı bir tebessüm vardı. Göz göze geldik ve bir anlık sessizlik oldu. Şimal kıkırdadı.

"Yani kara böcek, şimdi biz burada ne desek az kalır. Ne yere bakan yürek yakanmışsın sen ya." Selin dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra bakışlarını kaçırarak anlatmaya başladı:

"Antrenmandaydım, koşuyordum. Tam o sırada yanımda biri belirdi. Yiğit. Yanıma geldi. İlk başta konuşmadık bile, sadece yanımda bana eşlik etti. Sonra hafifçe bileğimden tuttu. O an, ne bileyim anlamadım. Vücudumda garip bir elektrik dolaştı. Korkmadım, garip olan buydu. Normalde biri bana o şekilde dokunsa irkilirim. Ama elleri sıcaktı ve güvende hissettim."

Sinir bozucu bir şekilde Şimal'le aynı anda "Ayy..." dedik. Kendimizi tutamamıştık. Selin gözlerini devirdi ama bir yandan da gülümsedi.

"Sonra beni salondan dışarı çekti. Konuşmadık, sadece yürüdük. Arka tarafta boş bir oda vardı. Hani o ağırlık salonunun yan tarafındaki." kafamı onaylar şekilde salladığımda anlatmasına izin verdim çünkü bunu anlatmaya ihtiyacı vardı. Belki de ilk kez birine kalbini, korkularını ve arzusunu aynı anda açıyordu.

"Kapı kapanınca bana yaklaştı. Göz göze geldik. Ve hiçbir şey sormadan dudaklarımı öpmeye başladı. Zaman durdu, yemin ederim." Şimal hafif eğildiğinde elini ağzına götürüp kıkır kıkır güldü.

"Ay! Ben de böyle bir sahneyi sadece filmlerde olur sanırdım!" Selin ona bakıp dudak büktü ama gülümsemesini saklayamadı.

"Biliyor musunuz? Normalde birine dokunmaktan korkan ben o an bambaşka hissettim. Kafamın içi durdu. Her şey içgüdüseldi ama güzeldi. Çok güzeldi. Bana sürekli iyi hissedip hissetmediğimi sordu. İstersek bunu bırakabileceğimizi söyledi. Yani bir ön sevişme nasıl yaşanır literatür de bilmiyorum ama sanırım onu yaşadık." bir süre sessizlik oldu. Masada sadece çay kaşıklarının sesi vardı. Sonra Sinem başını kaldırdı.

"Peki şimdi ne olacak?" diye sordu. "Yani siz?" Selin hafifçe omuz silkti.

"Bilmiyorum. Ama bu sefer korkmuyorum. Bu his beni ürkütmüyor. Aksine iyi geliyor. Birisi bana sevgili olmadan sevişeceğimi söylese, onu vururdum." hepimiz gür bir kahkaha attık. İçim sıcacık olmuştu. Selin'in o güçlü duvarlarının arasında biri bir çatlak açmıştı ve oradan güneş sızıyordu. O güneşin adı da Yiğit'ti.

"Sen mutluysan, biz de yanındayız," dedim.

"Her zaman," diye ekledi Şimal. Selin hâlâ yüzündeki o ifadeyle gülümsüyordu. Biz ise üç kişi üstüne çullanıp ona sarılmamak için kendimizi zor tutuyorduk. Her birimiz farklı yollardan geçmiştik ama buradaydık. Birbirimizin tanığı, sırdaşı, kardeşi olarak bu masada oturuyorduk. Selin bana döndüğünde gözleri hâlâ parlaktı.

"Peki sen? Heyecanlı mısın yarın için?" sorusunu öyle sıradan bir şeymiş gibi sordu ki yüreğimdeki tüm telaşı bir çırpıda yüzeye çıkardı. Bir anlığına sessiz kaldım. Kafamı hafifçe eğdiğimde parmaklarım elimdeki kupanın kulbunu sımsıkı sardı.

"Heyecanlıyım," dedim sonunda, gülümseyerek.

"Uzun zaman sonra ilk kez bir şeylerin olması gerektiği gibi olduğunu hissediyorum. Abimin karşısına geçecekler. Ben orada otururken, beni isteyen bir aile olacak. Benimle bir ömür geçirmek isteyen bir adam olacak. Ne çok şey değişti hayatımızda değil mi?" Selin'le göz göze geldik. Gözlerinde yumuşaklık ve beni anladığını gösteren biri ifade vardı. Tam o sırada Sinem kaşlarını merakla kaldırarak konuşmaya başladı.

"Peki ya düğün? Akılda bir tarih var mı yoksa daha erken mi bu işler için?" güldüm. Şimal ve Selin de aynı anda Sinem'e döndüler, sanki bu sorunun sorulmasını bekliyorlarmış gibiydiler.

"Düğün düşünmüyoruz. Yani büyük bir tören, salonlar, gelin masaları, altın takma törenleri falan bizlik değil çiçeğim, biliyorsun. Sade bir nikâh düşünüyoruz.'' Şimal başını iki yana salladı.

"Ayyy ama düğün olmasa bile, biz kendi aramızda bir şey yaparız! Yani bu böyle olamaz. En azından bir eğlence, bir kutlama. Ufak da olsa, evde bile olsa fark etmez." Sinem hemen ona destek çıktı.

"Kesinlikle! Bak biz organizasyonu yaparız. Sana sadece gelin gibi giyinmek düşer. Müzik bizden, dans bizden.'' onların bu hevesli halleri beni hem duygulandırmış hem de gülümsetmişti. Ne kadar da şanslıydım. Birbirinden deli ama bir o kadar da kalpten kadınların sevgisiyle çevriliydim. Onlar yalnızca dostum değil, ailem olmuşlardı. Omuzlarımı silkip hafifçe başımı salladım.

"Olabilir. Yani eğer siz organize ederseniz, ben hayır demem. Ama söz verin, sadece siz olacaksınız. Yani bu kutlama özel olacak. Mahalle düğünü gibi istemiyorum." hepimiz bir anda gülmeye başladık. Şimal çantasından telefonunu çıkardığında kaşlarını ciddiyetle çatarak yazmaya başladı.

"Gizli kutlama. Kod adı: Birce Project. Başlıyoruz kızlar." kahkahalar eşliğinde bu gizli projenin ayrıntılarına dalarken yüzümdeki gülümseme uzun bir süre suratımda asılı kalmıştı.

Saatler sonra mesai bitmişti. Masamın üzerindeki evrakları hızlıca toparladığımda dolabımı kilitleyip telefonumu elime aldım. Gün boyunca saate kaç kez baktığımı artık sayamıyordum. Otoparka indiğimde motorum her zamanki gibi beni bekliyordu. Ama motorumdan daha önce, siyah tişörtünün üzerine geçirdiği kamuflaj desenli montuyla Onat beni bekliyordu. Gözlerinde o yaramaz parıltı vardı. Bir şey planlamıştı, bunu anlamam beş saniyemi almadı.

"Ne oldu?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Gülümsedi. Birkaç adım attığında motoruma yaklaştı ve kaskımı yerinden aldı.

"Bugün ben kullanmak istiyorum," dedi. "Seni bir yere götüreceğim." şaşırmıştım.

"Nereye?" omuz silkti.

"Sürpriz." kaskı bana uzattığında iyice meraklanmama engel olamamıştım.

"Onat, bu akşam misafirler gelecek. Yemek hazırlanacak. Bir ton iş var. Kızlar bile erken çıkmış olabilir."

"İşte tam da bu yüzden kaçırıyorum seni," dedi gülerek. "Kızlar o işi çoktan halletmeye başlamış. Şimal az önce mesaj attı. Evdeyiz, yemek işine girdik diye. Yani biraz vaktimiz var." kaskı aldım ama hâlâ gözlerimi kısarak ona bakıyordum.

"Yani beni kaçırıyorsun?"

"Tam olarak öyle." dedi. İtiraz edecek gibi oldum ama sonra kendimi frenledim. Onat'ın bu anları çok iyi planladığını artık ezbere biliyordum. Direnmenin, detay sormanın, vakti hatırlatmanın hiçbir önemi yoktu. Motorun arkasına geçip kaskı takarken bir an göz göze geldik.

"Güven bana," dedi.

"Zaten o yüzden kaskı taktım," diye ona takıldım.

Motorun sarsıntısız çalışmasıyla birlikte yola çıkmıştık. Şehrin kaosunu arkamızda bırakırken rüzgârın yüzüme vurmasıyla birlikte içim bir kez daha hafifledi. Onat'ın sırtına yaslandığımda kollarımı beline doladım. Motorun çıkardığı ses, havadaki hafif serinlik ve arada Onat'ın yandan dönüp bana attığı bakışlar kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atmasına neden oluyordu. Rüzgar saçlarımın arasında dans ederken, içimde çocukça bir neşe büyüyordu.

"Yani gerçekten nereye gideceğimize dair hiçbir ipucu vermeyecek misin?" diye sordum, başımı hafifçe eğip kaskın içinden seslenerek.

"Sadece arkama yaslan ve tadını çıkar," dedi. Sanki başka çarem varmış gibi konuşmuştu.

Motor, şehir merkezinden uzaklaştıkça trafik azaldı, sessizlik arttı. Güneşin batmasına daha vardı ama gökyüzü çoktan altın rengine bürünmüştü. Motorun titreşimi içimdeki heyecanla birleşince zaman nasıl geçti hiç anlamamıştım. Yol boyunca ne bir tabela dikkatimi çekmişti ne de Onat'ın nereye sürdüğüne dair tahmin yürütmeye çalışmıştım. Sadece sırtına yaslandım, gözlerimi yarı bir şekildeydi kapatıp bu anın tadını çıkardım. En sonunda motor bir alışveriş merkezinin önünde durduğunda gözlerimi kırpıştırarak etrafa baktım. Burası bildiğimiz alışveriş merkezlerinden biriydi. Hakkâri'deki tek alışveriş merkeziydi. Çok büyük değildi. Hatta İstanbul'da görmeye alışık olduklarımızın yanında mütevazı bile sayılırdı. Kaskımı çıkartırken Onat'a döndüm.

"Buraya mı geldik? Ne yapacağız burada?" dedim biraz şaşkınlıkla. Gülümsedi.

"Alyansları alacağız," dedi öylece.

Bir an kala kaldım. Gerçekten alyansları unutmuş olamazdım. Heyecan, hazırlıklar, koşuşturmalar her şeyin ortasında bunu tamamen unutmuştum. Bir an kendime kızdım, sonra gözlerim dolu dolu gülümsedim.

"Ben bunu nasıl unuttum ya? Gerçekten aklımdan tamamen çıkmış." dediğimde sesimdeki sitem anlaşılıyordu.

"Benim çıkmadı güzelim. " dedi Onat, gözümün içine bakarak. "Hem dedim ki, birlikte almak daha güzel olmaz mı?''

"Olur, çok güzel olur sevgilim." bana uzattığı eli tuttum.

Birlikte alışveriş merkezinin içine girdiğimizde içeride sıcak bir hava vardı. Koridorlar geniş değildi ama temiz ve düzenliydi. Sağlı sollu dükkânların önünden geçmiştik. Birinde rengârenk elbiseler asılmıştı, diğerinde çocuklar camın önünde oyuncaklara yapışmıştı. Arada bir göz göze geldiğimiz insanlar oluyordu ama kimse birbirine uzun süre bakmıyordu. Kuyumcuya vardığımızda tabelasında eski harflerle yazılmış sade bir isim vardı: "Altın Sarayı." İçeri adım attığımızda Onat usulca yanıma sokuldu:

"Beğendiğin bir model var mı?" diye sorduğunda dönüp ona baktım. Gözlerinin kenarında kırışıklıklar vardı, gülümsediğinde daha da belirginleşen o çizgiler oradaydı.

"Benim için en güzeli, onu kimin için taktığım zaten.'' dedim sessizce. İçeride yüzüklere bakarken Onat'ın elleriyle elimin arasında ölçü alması, sonra yüzüğe dokunurken bana bakıp hafifçe başını eğmesi o kadar içten, o kadar komikti ki. Yüzüklere bakarken kuyumcudaki adam, ellerini arkasında birleştirip sessizce bizi izliyordu. Arada sırada hafifçe öksürüp Onat'a kaçamak bakışlar atıyordu. En sonunda dayanamayıp konuştu:

"Genç adam, bu hanımefendi seni seviyor ama yüzük boyu kadar nazlı bence." o ne demekti? Onat gülmemek için dudaklarını ısırdı.

"Yüzük boyu kadar mı? O ne demek?" diye sorduğumda kuyumcu:

"Yani." dedi kuyumcu elini sallayarak, "İnce, zarif ama bir o kadar da dikkat çekmek ister bu yüzükler. Nazlı olur onlar, öyle hemen takamazsın, önce gönlünü kazanacaksın." Onat hemen atladı:

"Kazandık ya ustam. Tektaş verdik, kalbini de aldık. Yarın abisinden isteyip resmileştiriyoruz zaten." dediğinde adam bu sefer kahkahayla güldü.

"İyi iyi, senin gibi sağlam delikanlıya da bu yakışır. Ama bak ha." parmağını havaya kaldırdı, "Bu nazlı hanımın gönlünü her gün yeniden kazanacaksın. Yüzük bir kere takılır ama gönül her sabah taze taze sevilmek ister." Onat'la göz göze geldiğimizde gülümseyip başımı salladım.

"Anlaşıldı. Yüzüğü alıyoruz ama yanında her sabah bir sevgi servisi de olacak." dediğimde Onat bana dönüp sırıttı:

"O iş bende, sabah kahvesiyle birlikte." ikimiz de güldük. Sonunda alyanslarımız kutuya yerleşti ve bize verilmişti. Tam dükkândan çıkacaktık ki, Onat birden durdu.

"Dur bir saniye," dedi.

"Ne oldu?" diye sordum, tam kapıya yönelmişken.

"Gel bakalım şuraya." dedi ve beni vitrinin diğer tarafına çekti. Orada, diğer takılardan biraz ayrı duran, incecik bir zincir üzerine minik, zarif bir kar tanesi kolye vardı.

"Çok güzelmiş," dedim ister istemez. Onat, kuyumcuya döndü.

"Bunu da alabilir miyiz?" dediğinde şaşkınlıkla ona döndüm.

"Onat sevgilim, buna gerek yok.'' Onat beni dinlemeden kolyeyi eline aldıktan sonra bana döndü.

"Kar tanesinin eşi benzeri yok, biliyor musun?" dedi. Başımı iki yana salladım.

"Yok. Her biri birbirinden farklı. Kar taneleri gökten düşerken bile birbirine benzemezler. Sen de öylesin. Ben bugüne kadar kimseyi sana benzetemedim. Ne sesin, ne gülüşün, ne kalbin hiç kimseye benzemiyor. Her şeyinle biriciksin, güzelliğim benim." gözlerim istemsiz dolduğunda ellerimle kolyeye dokundum.

"Bana mı benzettin yani?" dedim fısıltıyla.

"Evet. O yüzden bu kolye senin olmalı. Çünkü kar tanelerinin güzelliği, biricik oluşunda saklıdır. Tıpkı senin gibi." bir şey diyemedim. Boğazımda bir düğüm, kalbimde bir sızı vardı. Sevildiğimi, görüldüğümü, anlaşıldığımı hissettiren bir sızıydı. Onat o kolyeyi boynuma takarken aynaya baktım.

"Teşekkür ederim sevgilim." dedim sessizce.

"Asıl benim sana teşekkür borcum var biricik." dedi. "Benim hayatıma bir kar tanesi gibi, eşsiz bir şekilde düştüğün için."

                  🫧

Onat'la alışveriş merkezinden çıktığımızda gökyüzü yavaş yavaş kararmaya başlamıştı bile. Onat motorun kaskını başımdan dikkatlice çıkardığında saçlarım dağıldı ama aldırmadım.

"Eve geçiyoruz değil mi?'' dedi kaskı çantasına yerleştirirken. Ben başımı iki yana salladım.

"Evde eksikler varmış. Onları almam gerekecek canım. Bir markete uğrayalım.'' dediğimde o da başını usulca salladı. Alışveriş merkezine en yakın markete girip eksikleri almıştık. Tekrardan motora bindiğimizde, hızlı bir şekilde evin önündeydik. Motoru park ettikten sonra kaskımı çıkardım ve Onat'a döndüm.

''Kaç gibi gelirsiniz?''

"Yedi gibi çıkarız yavrum.'' dedi.

''Tamamdır. Haberleşiriz yine, görüşürüz canım,'' dediğimde vedalaştık. O kendi katına doğru çıkarken bende de eve girmiştim. Kapıyı açtığımda mutfaktan gelen kahkahalar salonun içine yayılmıştı. Ayakkabılarımı çıkarırken burnuma ilk önce kızarmış biber ve sarımsak kokusu geldi. Şimal bir yandan patlıcanları fırına veriyor, diğer yandan Sinem'e havuçları nasıl rendelemesi gerektiğini tarif ediyordu. Selin ise elinde telefonla tarif okuyordu.

"Ben geldimmm!" diye seslendim.

"Çabuk gel! Damat kapıda, gelecekler! Sen daha yeni geliyorsun." diye bağırdı Şimal. Gülerek mutfağa koştum. Üzerimdeki montu çıkarıp sandalyeye bıraktım, ellerimi sabunladım ve önlüğümü takıp hemen tezgâhın başına geçtim.

"Ben ne yapıyorum?" diye sorduğumda Sinem, parmaklarını dudaklarına götürüp düşündü.

"Sen yoğurtlu kabak salatasını yaparsın. Kimse senin gibi güzel yapamıyor onu."

"Yapmayı en sevdiğim şey.'' dedim ve rendenin başına geçtim. Selin bir süre sonra elinde çay tepsisiyle geldi ve anlatmaya başladı.

"Bu arada, Yiğit hâlâ mesaj atmamış. Beni deli edecek."

"Cidden mi?" dedim.

"Evet." Şimal kıkır kıkır güldü.

"Selin aşkın ortasında debeleniyorsun ama gurur boyunu geçmiş be çiçeğim." Selin ise omzunu silkti ve gülümsedi. Selin çayları dağıtırken, ben tezgâhın köşesinde bir an duraksamıştım. Üçüne baktığımda içim sevgi doldu.

"İyi ki varsınız," dedim bir anda. Hepsi durdu ve yüzüme baktı.

"Yarın için, bu akşam için, her şey için teşekkür ederim." Sinem, elindeki havuçla bana sarılmaya çalıştı.

"Ağlatma şimdi beni." dedi.

"Daha yemekleri yapacağız, soğan doğrarken ağlarsın," demiştim gülerek.

Mutfağın en son işi olan yoğurtlu kabak salatasını da buzdolabına kaldırdıktan sonra elimdeki önlüğü çıkarıp askıya astım. Masanın üzeri neredeyse dolmuştu: Şimal'in çıtır biber dolmaları, Sinem'in fırında sebzeleri, Selin'in üstüne nar taneleri serptiği kısırı, hepsi ayrı ayrı şaheserdi. Hızlıca odama geçip üstümü değiştirdim. Aile arasında bir yemek olacağı için çokta abartmama gerek yoktu. Altıma kot eteğimi, üstüme de beyaz gömleğimi giymiştim. Saçlarımın uçlarını da hafifçe maşaladım. Makyajımı da yaptıktan sonra, hazırdım. Derken zil çalmıştı. Kalbim bir an göğsümde takla attı. Koşar adım kapıya gittim. Kapıyı açtığımda, abimin kocaman gülümsemesiyle karşılaştım. Onu özlemiştim.

"Güzelim!" diyerek beni kucakladığında ben de ona sımsıkı sarıldım. Arkasından Elvin uzandı; narin ve her zamanki gibi zarifti.

"Ooo güzelim benim, ne kadar güzel olmuşsun," deyip beni kucakladı.

"Hoş geldiniz," dedim gözlerim dolu dolu. "İyi ki geldiniz." deyip ikisini de içeri buyur etmiştim. Elvin ayakkabısını çıkarırken etrafa bakındı.

"Ev sıcacık olmuş. Kızlar içeride mi?"

"Evet, mutfakta. Bir yandan hazırlık, bir yandan çeneye devam. Aynı anda üç iş, severler biliyorsun." dedim gülerek. Onlar içeride kızlarla hasret giderirken ben salona dönmüştüm. Masayı son kez kontrol ederken zil ikinci kez çaldığında kalbim tekrar hopladı. Koşarak kapıya gittim. Bu sefer Metin amca karşımdaydı.

"Metin amca!" dediğimde sesimdeki mutluluk belli olmayacak gibi değildi.

"Ah benim canım kızım," diyerek sarıldı bana. Babam olmasa da, bir baba sıcaklığını bana her zaman hissettiriyordu. Hemen ardından Şükran teyze göründü. Kucağında bir poşet, elinde minik bir kavanoz turşuyla karşımdaydı.

"Elin boş gelinir mi hiç? Hemen dolaba koy yavrum.'' dedi.

"Şükran teyzem, hoş geldin!" diye sarıldım ona da. Ve arkasından Meral teyze gelmişti. Onu özlemiştim. O tatlı gülümsemesiyle beni görünce kollarını açtı.

"Benim güzel kızım. Nihayet seni gerçek ailemize katıyoruz ha?"

"Meral teyzem, sizi görmek ne güzel," dediğimde kocaman sarıldı bana. Derken kapıda o dik duruşuyla Onat belirdi. Siyah ceketinin içinde biraz fazla şıktı.

"Hoş geldin," dedim sessizce.

"Ben seni görmeden hoş olamam," deyip eğildi ve saçlarıma kısa bir öpücük kondurdu. İçim eridi. Sanki bir anlığına tüm dünya durmuştu da sadece o vardı. Onat'ın ardından çocuklar geldiler. İlk Erdem geldi ve bana kocaman sarıldı.

"Yenge!' dediğinde yüzümde bir gülümsemeyle:

"Hoş geldin Erdem.'' sıkıca sarıldım.

"Hoş buldun yengem!'' deyip kıkırdadı ve o da sarılmama karşılık verdi. Sude ve Ayşin ise sırayla gelip sarıldılar. Ayşin'in gözleri her zamanki gibi boncuk boncuktu, Sude ise heyecanlıydı.

"Ablaaa evin çok güzelmiş," dedi.

"Benim değil, bu akşam hepimizin evi." dedim. En sonunda da Arda gelmişti. Biraz çekingen ama kocaman gülümsemesiyle yanaklarıma hafifçe dokundu.

"Bugün çok güzelsin abla" dediğinde onu kendime çektim ve:

"Sen de öyle tatlısın ki insanın yiyesi geliyor," diyerek sıkıca sarıldım ona da. Salon bir anda kahkahalarla, sarılmalarla dolmuştu. Sanki uzun süredir görüşmeyen koca bir aile bir araya gelmişti. Herkes sofraya geçtiğinde Elvin:

"Hadi herkes otursun, şu emeklerin hakkı verilsin," diyerek tabakları dağıtmaya başladı. Herkes tabaklarını önüne almış, masanın etrafında yerleşmişti. Masa boyu uzanmış salatalar, mezeler, tepsiler hepsi bir aradaydı. Ben Onat'ın hemen yanındaydım, elim kolum her zamanki gibi hareketli, birine su uzatıyor, birinin tabağını kontrol ediyordum. Karşımda abimle Elvin yan yana oturuyordu. Metin dayı ise onların tam çaprazında, dirseğini masaya yaslamış, kadehini hafifçe havaya kaldırmıştı. Bir yudum aldıktan sonra abime döndü.

"Senin de asker olduğunu duydum aslanım." dediğinde gözlerini dikkatle abime dikti. Abim hafifçe başını eğdi.

"Evet, doğru duymuşsunuz Metin amca. Kara kuvvetlerinde görev yapıyorum. Şu an aktif yüzbaşıyım."

"Vay be," dedi hayranlıkla. "Ne güzel. Hem kendin hem ailen adına gurur kaynağısın. Yani bak, Onat da öyle, sizler gibi dimdik, işini hakkıyla yapan gençleri görmek içimi ferahlatıyor. Allah sizi hep korusun." abim tebessüm ettiğinde yüzüne biraz mahcup bir ifade takındı;

"Teşekkür ederim. Görev zor ama anlamı büyük. Özellikle sizlerden böyle dualar alınca daha güçlü hissediyor insan." bakışlarım, Metin dayının hemen yanında oturan Şimal'e takılmıştı.

"Metin dayı, seni kızlarla da tanıştırayım," dedim gülümseyerek.

"Bak," dedim, elimle Şimal'i göstererek, "Bu güzellik Şimal bizim timde. O da asker. Şimal hafifçe öne eğildi ve gülümseyerek elini uzattı.

"Tanıştığımıza memnun oldum Metin Bey," dedi. Metin dayı hemen elini sıktı, başıyla onayladı.

"Memnuniyet bana ait. Birce'm sizi öve öve bitiremedi. Her birinizi çok seviyor.'' ardından Sinem'e döndüm.

"Bu da Sinem. Çocukluk arkadaşım. Ailemden de diyebiliriz.'' Sinem gülümsedi.

''Memnun oldum Metin Bey. Birce demek ben demek, ben demek Birce demek. Onat aramıza girdi ama olsun.'' dedikten sonra masadaki herkes gülmeye başlamıştı. Bakışlarım Onat'a kaydığında onun da gözlerini devirdiğini ve sonrasında gülümsediğini gördüm. En son Selin'i gösterdim.

"Bu da Selin. Timimizdeki diğer kadın asker.'' Selin utangaç bir şekilde gülümsedi.

"Merhaba Metin Bey, sizinle tanışmak ne güzel.'' Metin dayı ise yüzüne yine o babacan gülümsemesini yerleştirdi.

''Asıl sizinle tanışmak ne büyük şeref. Ben de memnun oldum güzel kızım.'' Arda, masanın ucunda oturmuş önündeki patates kızartmalarına odaklanmıştı. O esnada onun sorduğu soru herkesin tekrardan gülümsemesine sebep oldu.

"Birce abla, bunun yanına ketçap yok mu ya?" diye söylenince, Meral teyze hemen araya girdi.

"Misafir umduğunu değil bulduğunu yer oğlum. Ye bakalım önündekini."

Ayşin ve Sude de karşılıklı oturmuş, sessiz sessiz tabağındakileri yiyorlardı ama gözleri sürekli abimle Onat'ın üzerindeydi. İkisi de onlara hayrandı. Elvin, kızların tabağına turşu uzatırken kulağıma eğildi,

"Baksana herkes ne güzel anlaştı.'' dediğinde sadece başımı sallayabildim. Gerçekten de öyleydi. Zaman geçti. Tabaklar boşaldı, çaylar içildi, kahveler dağıldı. Asıl kız isteme yarın olacaktı, o yüzden Onat'ın ailesi yavaş yavaş toparlandı. Ben onların ceketlerini uzattığımda Meral teyzenin boynuna şalını dolamış, Metin dayının telefonunu bulmasına yardım etmiştim. Hepsi beni tek tek öptü.

"Yarın görüşürüz güzel kızım," dedi Şükran teyzem saçımı okşayarak.

"Heyecan yapma," dedi Meral teyze, "her şey çok güzel olacak." Ardından Onat çıktı ve göz göze geldik. Hiçbir şey demeden sadece gülümsedi ve bana sarıldı. Onlar çıkınca abimle Elvin bizim evde kalmıştı. Zaten öyle planlamıştık. Şimal ve Selin, üzerlerine kabanlarını geçirip evlerine döndüler. Hepsine teker teker sarıldım. Herkes gidince ev birden sessizleşmişti.

Işıkların çoğu kapanmıştı, sadece mutfaktan gelen loş sarı ışık kalmıştı. Sinem abimlere odasını çoktan hazırlamıştı ve herkes yatağına geçmişti bile. Oturma odasından geçerek odamın kapısını açtım. Üzerimdekileri çıkarıp askıya astığımda saçımı topladım. Yatağıma uzandığımda yorulduğumu yeni anlamıştım. Telefonuma uzandım. Ekranı açmamla birlikte Onat'tan gelen mesajı görmüştüm.

Onat: "O sofrada otururken gözlerim sadece seni izledi. Ne kadar güzel olduğunu bilmen lazım.''

Yüzümde kocaman bir gülümseme belirdiğinde yastığıma biraz daha gömüldüm.

Siz: "Sanki bütün gün ne olduysa, sadece senin bakışınla her şey tamamlanmış gibi hissediyorum. Sen olmasan her şey eksik. Yarın bizim için bir dönüm noktası olacak.''

Cevap gecikmedi.

Onat: ''Ne olursa olsun, yanındayım. Her zaman her koşulda. Hatta bu mesajı bile yastığının altına koyup sakla istersen :)."

Güldüm, elimle telefonun ekranına dokundum sanki o da benim kalbime dokunmuş gibiydi.

Siz: "Kalbimin en güzel köşesine yazdım bile. Uyuyacağım şimdi. Ama sen rüyama gel olur mu sevgilim?''

Onat: "İlk ışıkta oradayım. İyi geceler hayatım."

Ekranı kapattığımda telefonumu başucuma bıraktım. Bir an gözüm tavana kaydı. Derin bir nefes aldığımda göz kapaklarım yavaşça ağırlaştı.

🫧

Sabah, pencereye vuran güneş ışığıyla birlikte gözlerimi aralamıştım. Bugün o gündü. Sözümüzün kıyılacağı, ailelerin tam anlamıyla birbirine karışacağı gündü. Dün gece uykumun en tatlı yerinde Onat'ın son mesajı sanki kalbime düşen bir yıldız gibiydi. Onunla başlamak, onunla tamamlanmak, düş gibiydi ama bir o kadar gerçekti.

Yavaşça yataktan çıktım. Günlerden pazartesiydi ama ben izinliydim. Normalde bu saatlerde koştur koştur işe gitmek üzere hazırlık yapıyor olurdum. Ama bugün, evin içindeki hareketlilik, mutfaktan gelen kıkırtılar ve kahve kokusu bana işten çok daha değerli bir mesainin parçası olduğumu hissettiriyordu. Salona geçtiğimde ilk gördüğüm kişi Elvin oldu. Saçını topuz yapmış, sabah sabah mutfağı organize ediyordu.

"Günaydın güzellik." dedi bana dönüp gülümseyerek.

"Günaydın canım.'' dedim ve hemen bir bardak su aldım. Tam o sırada arkamdan bir ses duyuldu.

"Biri bana 'abi' mi dedi?" diyen abim üzerine rastgele bir eşofman geçirmiş karşımda dikiliyordu.

"Günaydın. Ne bu heyecan böyle?" diyerek gülümsedim.

"Ee tek kardeşimi istemeye geliyorlar sonuçta!" dedi abim gözlerini kocaman açarak. "Nasıl sakin olabilirim ki?" Elvin, onu omzundan dürttü.

"Damat sen misin? niye bu kadar gerildin?"

"Ne bileyim, her şey kusursuz olsun istiyorum. Bir kere yaşanacak bir şey bu." dedi abim.

"Sakin ol, her şey harika gidecek," dedim gülümseyerek.

Birlikte mutfağa geçtiğimizde Elvin kahvaltıyı hazırlamaya başlamıştı bile. Ona yardım ederken içeri doğru tanıdık bir ses geldi. Sinem, pembe sabahlığı içinde, gözlerini ovuşturarak içeri girdi.

"Kahve kokusuna geldim," dedi.

"Sana izin vermeleri mucize olmuş," dedim ona göz kırparak.

"Yarın işe gömüleceğim zaten, bugün tadını çıkaralım." dedi gülerek. "Hem seni yalnız bırakmam mümkün mü?"

Kahvaltıyı hep birlikte etmiştik. Şimal ve Selin karargaha gitmişlerdi bile. Onlar da gün boyu bir heyecan içinde olacaklardı biliyordum. Saat ilerledikçe, evin içindeki heyecan daha da arttı. Herkesin üstüne tatlı bir telaş çöktü. Elvin masanın örtüsünü seçmiş, ben çatal bıçak takımına karar vermeye çalışmıştım. Sinem çiçekleri düzenlemekle uğraşırken, abim üç kez "Takım elbisem hazır mı?" diye sormuştu. Artık Elvin'le her soruşunda ona göz devirip gülümseyip başımızı sallıyorduk. Tam mutfağa geçmiştim ki telefonum titredi. Ekranda Onat yazıyordu.

Onat: "İşimdeyim ama aklımın yarısı sende. Belki de tamamı. Seni çok özledim."

Hemen cevapladım:

Siz: "Evde telaş büyük ama güzel bir telaş bu. Çünkü bu telaşın içinde sen varsın. Akşamı dört gözle bekliyorum."

Onat: ''Seni seviyorum.''

Siz: ''Ben de seni seviyorum.''

İç çekerek gülümsedim. Gün boyunca hazırlıklar sürmüştü. Masa kuruldu, salon düzenlendi, koltukların yastıkları düzeltilip örtüler serildi. Kapı süsünü bile değiştirmiştik. Sinem'le birlikte mutfağı mini bir pastaneye çevirdik. Kurabiyeler, minik tuzlular, kısırlar, sarmalar hepsi birer birer tepsiye dizildi. Arada abim gelip "Yeter bu kadar yapmayın, orduya mı yapıyorsunuz?" dedi ama ağzına attığı börekle yakalandı.

Ve saat akşam üzerini gösterdiğinde, ev artık hazırdı.

Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, sanki yerinden çıkıp misafirleri benim yerime karşılayacaktı. Saatler süren hazırlıklar, son dakika panikleri, saçımı bir sağa bir sola yatırmalar, rujumu üç kere silip tekrar sürmeler derken o an geldi çattı. O meşhur geldiler çığlığı evin içinde yankılandığında, elimdeki peçeteyi iki kez daha katlayıp koydum. Bir şey yapmam gerekiyordu çünkü. O kadar heyecanlıydım ki ellerimi nereye koyacağımı bile bilmiyordum. Kalbimle avuç içim yarışıyordu: Hangisi daha terliydi, karar vermem imkansızdı.

Kapı çaldığında derin bir nefes aldım. Elbisemin bel kısmına elimle hafifçe bastırıp duruşumu düzelttim. Bugün için özel olarak seçtiğim, belden oturan, etekleri ince ince dökülen, lila tonlarında ipek bir elbise vardı üzerimde. Omuzları zarifçe açıkta bırakan, küçük dantel detaylarıyla sade ama asil havası olan bir elbiseydi. Saçlarımı ensede dağınık bir topuzla toplamıştım. Kulaklarımdaki inci küpeler ise annemden kalmaydı, hemşire vermişti. Onu da varlığını hissetmek istediğim için takmıştım.

Kapıyı açtığımda gözlerim bir anlığına buğulandı. Karşımda elinde kocaman, abartılı bir çiçek buketiyle, simsiyah takım elbisesinin içinde jilet gibi duran Onat duruyordu. Kravatı bile duruşuna karizma katıyordu. Gözleri bana odaklanmıştı. Dudaklarında bir tebessüm, bakışlarında sonsuz bir sevgi vardı. Göz göze geldiğimizde bir an dünya sessizleşti.

"Çok güzelsin," dedi fısıltıyla, kulağıma değil, yüzüme söyledi. Ben ise kıkırdamadan edemedim.

"Sen de fena durmuyorsun yüzbaşı.''

Ardından arka arkaya aile üyeleri kapıdan içeri girmeye başladılar. İlk gelenler Metin amca ve Şükran teyzeydi. Şükran teyze zarif bir lacivert takım giymiş, Metin amca ise ise kravatını hafif yana kaydırmış, takım elbisesiyle karşımızdaydı. Meral teyze ise bordo eteği ve bluzuyla oldukça şıktı. Sıkı sıkı sarılmışlardı bana. Bütün çocuklar da buradaydı. Hepsiyle sanki dün görüşmemişiz gibi tekrardan sarıldık. Oya ve Gürkan'ı görünce, onları teklif gününden beri görmediğimi fark etmiştim. Dün nöbetleri olduğu için yemeğe katılamamışlardı.

''Birce, bu ne güzellik!'' Oya'nın cümlesiyle yüzümdeki gülümseme büyüdü. Kocaman sarıldık.

''Asıl senin ne kadar güzel olduğundan haberin var mı?'' Oya'nın peşinden gelen Gürkan'a da hoş geldin dedikten sonra , bir grup daha belirdi girişte. Ve içim bir kez daha mutlulukla doldu. Umut albay da buradaydı. Giydiği takım elbiseyle oldukça şıktı.

''Albayım, buyrun. Hoş geldiniz.'' kapıdan içeri girdiğinde bana sarıldı. Ona aynı sıcaklıkla karşılık verdim.

''Hep mutlu olun evlatlarım benim. Bu deli oğlana bir sen iyi gelirdin zaten.'' demesiyle yüzümdeki tebessüm, gülümseye döndü. Hemen arkasında ise tim vardı.

Yiğit, Aybars, Alperen ve Oğuzhan, Şimal, Selin. Benim ikinci ailemde buradaydı. Hepsi operasyonlarda, dostluklarda, şakalaşmalarda yer etmiş, Onat'ın da benim de kalbimizde sağlam birer yer edinmiş insanlardı. Çok şık giyinmişlerdi. Oğuzhan'ın ceketi biraz eğreti dursa da, o da ayrı bir tatlılık kalmıştı.

"Hoş geldiniz çocuklar," dedim hepsine tek tek sarılarak. "Bu akşam burada olmanız benim için çok kıymetli.'' Aybars hafifçe başını eğdi,

"Böyle duygusal konuşmalar yaparsan ağlayacağım, Birce. Bak ciddi söylüyorum," dediğinde gülüştük. Onlara bakarken, bir an içimden ne kadar şanslıyım diye geçirmeden edememiştim. Böylesine güzel insanlarla çevrili olmak herkese nasip olmazdı. Ev, bir anda doldu. Herkes yerleşti, ayakta olanlar sohbetlere karıştı. Fark ettim ki, evim hiç bu kadar büyük, hiç bu kadar canlı olmamıştı. Mutfak, sanki küçük bir düğün provası gibiydi. Tezgâhın etrafında yedi kişi dönüp duruyorduk; Elvin, Şimal, Selin, Sinem,Oya, Ayşin ve Sude. Hepsinin gözleri parlıyordu. Kapıdan girdiğimde kızların hepsi dönüp bana baktı. Sude, beni baştan aşağı süzdükten sonra hafif eğilip iç geçirdi.

"Birce abla, şu an bir tablo gibisin." Ayşin hemen ardından konuştu.

"Yemin ederim seni görünce benim içime evlenme isteği düştü." dediğinde kahkaha attım.

"Hadi hadi, boş sözleri bırakın. Kahve yapacağız. Gelin kahvesi, adet yerini bulsun." Selin hemen cezveyi kendine çekti.

"Sen yorulma, biz hallederiz." dediğinde

"Yok canım yok, bu kısmı ben yapacağım. Damat kahveyi bitirebilecek mi bakalım?'' dedim ve göz kırptım.

"Onat'a tuzlu mu?" diye sordu Sinem hemen, yüzünde hain bir sırıtış vardı.

"Kesinlikle tuzlu." dedim kararlılıkla.

"Bizde adet böyle. Hem bakalım, ne kadar seviyor, ortaya çıksın. Dağda terörist indirmeye benzemez bu." dememle herkes gür bir kahkaha atmıştı. İşin şaka kısmındaydım ama gerginliğimi anca böyle azaltabiliyordum. Şimal şekerleri hazırlıyordu, Ayşin fincanları dizerken Sude kahve ölçülerine bakıyordu. Ortada dönüp duran bir sürü fincan, cezve ve kahve poşeti vardı ama bir tek fincan önemliydi: Onat'ın fincanı.

"Metin Dayı nasıl içiyordu?" dedim Sude'ye.

"Orta şekerli." demişti.

"Şükran Teyze az şekerliydi." diye tamamladı Selin.

"Meral Teyze sadeydi." dedi Ayşin de.

"Güzel. Onat?" diye son kez sordum ve bir sessizlik oldu. Herkes bana döndüğünde Şimal sırıttı.

"İçinden ne geçiyorsa koy." Güldüm ama kahveyi hazırlarken elimin titremesine engel olamıyordum. Tuzluk elimdeyken Onat'ın yüzü gözümde canlandığında tekrar güldüm. "Sen var ya." diye mırıldandım, cezveye bir tutam değil, bildiğin bir kaşık tuzu bırakıverdim.

"Bence fazla oldu." dedi Selin, gözlerini büyüterek.

"Olmamış gibi yap." dediğimde hepimiz gülmeye başlamıştık. Fincanlar sırayla dolduğunda köpükler dikkatlice taşırılmadan aktarılmıştı. Onat'ın kahvesini ise en son, en özene bezene koyduğumda Sinem tepsiyi uzattı.

"Hazırsan gönderiyoruz seni." gözlerimi devirdim ama içim heyecanla doluydu. Tepsiyi elime aldığımda başımı dik tuttum. Kapıdan çıkmadan önce son kez kızlara döndüğümde hepsi bir ağızdan:

"Gönder gelinimizi!" tepsi elimde, gıdım gıdım salona doğru yürürken sanki ayaklarım yere değmiyordu. Fincanlar titremesin diye dikkatlice taşıyordum ama içerideki bakışlar üzerimdeydi. Hele o koltuğun köşesinde oturan Onat, gözümün ucuyla ona baktığımda gülümseyerek bana baktığını görmüştüm. İçim eridi ama belli etmedim. Yavaşça tepsiyi masaya bıraktığımda herkesin fincanını tek tek, özenle uzattım. Sıra en son Onat'a geldi. Fincanı alırken gözümün içine baktı. O an, ortam bir anda şenlenmişti. Yiğit kollarını kavuşturup arkaya yaslandı:

"Yaparsın komutanım!" peşinden Aybars hemen ardından girdi:

"İçersin komutanım, Allah aşkına bu mu zor!" Oğuzhan kahkahayla devam etti:

"Kıza da kahveye de teslim ol komutanım!" Alperen elini kalbine götürdü:

"Yüreğini koy ortaya komutanım!" ben elimle ağzımı kapatıp güldüğümde herkes gülüyordu. Sadece biz değil, Umut albay bile gülüyordu. O sırada abim, ellerini dizlerine koyup öne eğildiğinde sesi ciddiydi ama bakışlarından eğlendiği anlaşılıyordu:

''Onat bizde kız öyle kolay verilmez. Tuzlu kahve ilk aşama. Yutabiliyorsan, bir sonraki aşamaya geçersin." Onat bir an durdu ve sonra gülümsedi. Fincanı aldığında herkes nefesini tutmuştu. Ve hiçbir şey olmamış gibi, tek yudumda bir dikişte o kahveyi bitirdi. Salon bir anda alkış ve kahkahaya boğuldu. Onat fincanı masaya koyduktan sonra gözlerini kısmış, kendinden emin bir şekilde abime baktı:

"Bence hak ettim artık." ben ağzımı açtım ama gülmekten başka bir şey yapamamıştım. Abim ise başını iki yana sallayıp gülerek:

"İnatçısın, bizim aileye yakışırsın." Onat göz ucuyla bana baktı. Dudaklarını kıpırdattığında kimse fark etmeden:

"Bir ömür içerim ben senin tuzlu kahveni." herkes susmuştu. Kahkahaların, çatal kaşık seslerinin yerini sessizlik almıştı. Herkesin bakışları usulca Metin Dayı'ya kaydığında ben bile elimde olmadan başımı çevirip onu izlemeye başladım. Metin dayı oturduğu yerden doğruldu. Ceketinin önünü düzeltti, sonra ellerini dizlerinin üstünde birleştirdi. Gözleri yaşla parlıyordu ama sesi her zamanki gibi net ve vakurdu.

"Benim Onat'ım." dedi yavaşça, sesi öyle içtendi ki boğazıma bir şey düğümlendi. "Onat bana, canımdan çok sevdiğim kardeşimden emanet. Onun her bir adımını izleyerek, her duygusuna şahit olarak büyüdüm ben. Benim evladım gibi oldu. Ne kadar gurur duysam az." gözlerini bana çevirdiğinde bakışı gururla doluydu.

"Birce seni de kızımdan ayırmam. Evladım gibi görür, kıymetini öyle bilirim. O yüzden." derin bir nefes aldığında Onat'a dönerek devam etti:

"Eğer gönlün de razıysa kızım biz seni, Allah'ın emri, Peygamber'in kavliyle Onat'a istiyoruz." bir anda kalbim sıkıştı. Ellerim dizlerimde kenetli, bakışlarım Onat'a kaymıştı. O da bana bakıyordu. Gözlerinde ne bir tereddüt ne de bir telaş vardı. Sadece sevgi vardı. O sırada abim ellerini birleştirip dizlerine yaslandı.

"Ben bu kızı geç buldum," dedi, sesi bir an için titredi. "Ama onu bulduğumda kalbimde ne eksik varsa tamamlandı. Hayatın bana geç verdiği en kıymetli hediyesi o oldu. Şu hayattaki en değerli varlığım, en kıymetlim." gözleri bana çevrildiğinde kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Abim gözümün içine baktığında bir kelime etmedi. Sadece bana baktı. Başımı usulca salladım. Gözlerimde yaş, kalbimde sonsuz bir kabul vardı. Abim, dudaklarının kenarına bir gülümseme yerleştirip:

"Hayırlı olsun," dedi. Sanki tüm dünya durmuştu. Onat yerinden kalktığında birkaç adımda yanıma geldi. Kimse bir şey demedi. Herkes o büyülü ana tanıklık ediyordu. Ben de yerimden kalktığımda sanki kalabalık yok oldu etrafımızda. Sadece ikimiz vardık. Onat kollarını bana doladığında ben başımı göğsüne yaslamıştım. O anda öyle bir huzur yayıldı ki içime sanki kalbim ilk kez tamamlanmış gibi hissettim. Sanki bunca yıldır eksik olan bir şeyi, tam şu anda bulmuştum. Saçlarımın arasına bir öpücük kondurdu. Fısıltıyla, sadece benim duyabileceğim bir sesle,

"Hayatıma tekrardan hoş geldin sevgilim.'' gözlerimi kapattığımda gülümsedim.

Bu gece hayatın bana kurduğu en güzel cümlenin tam ortasında, en doğru yerde durduğumu anladım.

 

 

Diğer bölüm düğünümüz var diyelim mi o zaman?🫠

Instagram/X/Tiktok:monsoleil777

 

Bölüm : 29.05.2025 19:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...