
Selamlar! Düğünümüz var, heyecanlıyız. Lafı çok uzatmadan bölüme geçelim. Haydi iyi okumalar!🤍🫧
Instagram/Tiktok/Twitter:monsoleil777

Bazen gerçekten uyandığıma emin olamıyordum. Sanki hâlâ bir rüyanın içindeymişim gibi hissediyordum. Hani bazı düşler vardır ya; her şey o kadar güzel gider ki, uyanmamak için kendini zor tutardın işte ben de öyle bir yerdeydim. Gözlerimi her açtığımda, kalbimden öyle bir huzur yükseliyordu ki, bu kadar mutlu olmayı hayal ederken bile bu kadarını düşünememişim.
Nikah için gün almıştık. Evet, evleniyorduk.
Hazır herkes buradayken, sevdiklerimiz yanımızdayken, daha fazla beklemenin bir anlamı yoktu. Kalbimiz çoktan "evet" demişti. Şimdi tek yapmam gereken, bu 'evet'i bütün dünyaya duyurmaktı. Şu an ne mi yapıyorduk? Onat'a damatlık bakıyorduk.
Damatlık bakarken onun her modele burun kıvırmasına tahammül etmeye çalışıyordum. Oya sağımda, Elvin solumda, ikisi de kahkahalarını zor tutuyordu. Ayşin'le Sude'nin gönderdiği fotoğraflarsa ayrı komediydi. Nikah için bir grup açmışlardı, bütün kızlar ne giyeceklerini oraya atıyordu. Biri saten siyah takım göndermişti, diğeri ise bordo kadife bir takım. Kafamı mağazanın tavanına çevirip sabır dilediğimde inanılmaz bir süreç oluyordu. Onat'ın surat ifadesi ise benden daha gergin olduğunu belli ediyordu.
Sabahtan beri her şeyin mükemmel olması için ekstra çaba gösteriyordu. Bunun olmasına gerek olmadığını, bu kadar masrafa hiç gerek olmadığını söylediğimde ise "Dünyalar güzeli karıma para harcamayıp kime harcayacağım." diyerek beni güldürüyordu. Mağaza görevlisinin sesiyle bakışlarım Onat'a takım elbise gösteren adama kaydı.
"Şu modeli çok öneriyoruz damat bey, kesimi sizi çok iyi gösterecektir." Onat ise ciddiyetini hiç bozmadan aynaya baktı ve başını salladı.
"Ben bunun içinde kendimi masa örtüsü gibi hissederim." demesiyle kahkaha atmamak için alt dudağımı ısırdığımda bakışları bana döndü. Yüzünde ömür boyu görsem bıkmayacağım gülümsemeyle bana baktı.
"Sen ne diyorsun?" diye sordu. Her şeyde bana danışıyordu. Sanki verdiğim karar dünyadaki en önemli şeymiş gibiydi. Kaşlarımı kaldırdım.
"Ben sadece evleneceğim adamın damatlığın içinde kendini masa örtüsü gibi hissetmemesini istiyorum," diye dalga geçtim ama içim içime sığmıyordu. Şu an ona damatlık bakarken, onunla aynı geleceğe bakarken, her şeyin bu kadar yolunda gitmesi, beni aynı anda hem mutlu ediyor hem de duygulandırıyordu. Yaklaşık beş dakika sonra, siyah, zarif bir smokinle içeriden çıkmıştı. Yakasındaki saten parlaklık çok şıktı, gömleği bembeyazdı. Gözleri bana çevrildiğinde içimde açan çiçekleri görmezden gelemezdim.
"Bu nasıl olmuş?" diye sordu. Baktım, bakarken ne diyeceğimi bilemedim.
"Bence bu o sevgilim." diye fısıldadım. Sesimden bile ne kadar etkilendiğimi anlaması mümkündü. Yüzündeki gülümsemeyle bana doğru eğildi. Şu an oturduğum için eğilerek yüzümü avuçlarının içine aldı ve alnıma büyük bir öpücük bıraktı. Sonrasında geri çekildi ve görevliye doğru döndü.
"Bunu alıyoruz."
"Şükür ya." Oya'nın sesiyle bakışlarım onlara döndü. Onlar da saatlerdir bizimleydi. Ben gelinliğimi seçmiştim ama bilerek Onat'a göstermemiştim. Onat, ben gelinliğimi seçtikten sonra gelmişti ve yaklaşık bir saattir onun işleriyle ilgileniyorduk.
"Sus kız. Damadın ablası olmak kolay mı?" Elvin'in cümlesiyle Oya gözlerini devirerek gülümsedi. Oya ve Gürkan'da aileleri tanıştırmıştı. Hazır Metin dayı ve teyzeleri buradayken, Gürkan'ın ailesi de gelmişti. Bu hafta gönül işlerinde baya bereketli geçmişti. Onat aynanın karşısında hâlâ smokinle dururken, gözüm Oya'ya takıldı. Elvin neşeyle etraftaki modelleri inceliyor, mağaza görevlisine yorum yapıyordu. Oya bir adım geride durmuş, sessizce izliyordu. Gözleri buğulanmıştı. Elini hafifçe dudaklarına götürmüştü sanki bir duyguyu bastırmaya çalışıyordu.
Bir adım yaklaştığımda kalabalığın arasında sessizliğini fark eden tek kişi bendim galiba. Gözleri bir an bana döndü, sonra tekrar Onat'a baktı. O an anlamıştım, kalbinde bir yer öyle fena sızlıyordu ki ve o sızı, sadece bir ablanın hissedeceği bir sızı değildi. Yanına sessizce sokuldum. Omzuna başımı dayadığımda bir şey dememiştim. Konuşmaya gerek yoktu çünkü hissettiklerim, sözcüklerin çok ötesindeydi. Oya derin bir nefes aldı. Gözlerini kapattı bir anlığına, sonra açıp konuşmaya başladı.
"Annem, hep onu böyle görmek isterdi," dedi, sesi titrekti. "Gözlerinin içi gülerken. Onat ne kadar güçlü, dimdik bir adam gibi görünse de içinde hep bir parçası eksikti. Bir yanı hep çocukluktan eksik kalmış gibiydi. Ama şimdi, bak ona gerçekten tamam gibi. Çok huzurlu görünüyor." boğazım düğümlendi. Oya'nın sesi çatallanıyordu.
"Keşke, keşke annem de görebilseydi," dediğinde gözünden bir damla süzüldü. Hemen elimi uzatıp yanağını silmeye çalıştım ama o elimi tutmuştu.
"Bu gözyaşı kederden değil Birce," dedi bana dönerek. "Bu minnettarlıktan kaynaklı. Sana, ona, hayata. Çünkü ben bugün kardeşimi ilk kez bu kadar mutlu gördüm." gözlerim yanmaya başladı. Onat bizim için ne kadar kıymetliyse, onun için de Oya öyleydi. Oya'nın sözleri sadece bir abla değil, annelik yapan, kollayan, büyüten bir kadının cümlelerinden ibaretti. Oya gözlerini tekrar Onat'a çevirdi.
"Bu damatlık sadece bir kıyafet değil onun için. Bir yolculuğun sonu ve yepyeni bir hayatın başlangıcını temsil ediyor. Artık yalnız değil, artık iki kişi. Ama ne olursa olsun, benim gözüm artık arkada değil." sustum. Ne diyeceğimi bilmiyordum çünkü bazı kelimeler, yetersiz hissettiriyordu. Bütün kalbimle sıkıca Oya'nın elini tuttum. O an, ilk kez kendimi onun ailesinden biri gibi değil, onun kız kardeşi gibi hissetmiştim. Onat aynadan bize döndü.
"Ne oldu size böyle?" diye sordu gülümseyerek. Ben gülümsemeye çalıştım. Oya hemen göz yaşlarını sildi ve başını iki yana salladı.
"Hiçbir şey. Sadece geçmişi düşündüm biraz. Ama şimdi seni böyle görünce, geleceğe güvenim daha da arttı," dedi. Onat bakışlarını yumuşattıktan sonra yanımıza gelip ablasının alnına bir buse kondurdu.
"Annem her zaman seninle gurur duyardı," dedi.
🫧
Mağazadan çıktığımızda üzerimde provayla birlikte yüklenen tatlı telaş yüreğimi ısıtıyordu. Gözüm hâlâ Onat'ın üzerinde, aklım ise biraz önce Oya'nın söylediği sözlerdeydi. Mağazaya yakın bir restorana oturmuştuk. Oturur oturmaz Elvin kollarını masaya koyup gözlerini heyecanla açıp bana döndü:
"Peki, nikahtan sonra balayı için nereye gideceksiniz? Karar verdiniz mi?'' gülümsedim, önce Onat'a baktım. Sonra Elvin'e döndüm.
"Henüz düşünmedik açıkçası," dedim dürüstçe. "O kadar nikah hazırlığının içine daldık ki, balayını hiç konuşmadık bile." Onat, o kendine has gülümsemesiyle hafifçe öne eğildi. Ceketinin iç cebine uzandı.
"Sevgilim," dedi o derin sesiyle. "Ben bunu çoktan ayarladım bile." bir anda elinde tuttuğu zarif zarfı masaya bırakmıştı. Ne olduğunu anlayamadan gözlerim o zarfa kaydı. Zarfı önüme çektiğimde heyecandan parmaklarım titriyordu. Zarfı açtığımda içinden iki uçak bileti çıkmıştı. Üzerinde yazan kelimeyi gördüğümde kalbim bir anlığına yerinden fırlayacak gibi oldu: Roma. Aşağıda ise dönüş bileti, Venedik. Bilete tekrardan baktıktan sonra tekrar Onat'a döndüm.
"Sen, sen bunu ne zaman yaptın?" dedim şaşkınlıkla. "Hiçbir şey söylemedin, hiç belli etmedin." Onat omuzlarını hafifçe silkti ama gözlerindeki o heyecan bakiydi.
"Her şeyin dört dörtlük olmasını istedim. Sana sadece 'evet' demek yetmezdi güzelim. Hayatı seninle baştan yaşamak istiyorum. Gittiğim her yere, seninle tekrardan gitmek istiyorum. Bu balayını da sadece bir tatil gibi değil, ikimizin masalının ilk sayfası gibi hayal ettim. Her şeyi planladım. Gezilecek yerler, yenilecek yemekler her şey hazır." Elvin'in ağzı açık kaldı.
"Ayyy, çok romantik!" diye çığlık attı neredeyse. Oya ise gözlerini ovuşturuyordu.
"Onat, bu nasıl bir inceliktir kardeşim? Resmen Birce'yi pamuklara sarıyorsun. Vallahi Gürkan az senden örnek alsın.'' dediğinde ben hâlâ şoktaydım. Kalbim küt küt atıyordu. Gözlerim dolu dolu Onat'a baktım. İçimdeki tüm teşekkür kelimeleri yetersizdi. O yüzden sadece usulca yanına eğildim ve yanağına sıcacık bir öpücük kondurdum.
"Teşekkür ederim, beni hep bu kadar özel hissettirdiğin için.'' alnımı usulca öptü.
"Sen zaten hep en özelisin. Ben sadece sana bunu hatırlatıyorum." yemekler çoktan önümüze gelmişti. Elvin, tabağına gelen makarnayı görünce bir iç çekti:
"Ah İtalya." diye mırıldandığında biz Oya'yla birlikte kıkırdamıştık. Onat'ın elini tutarken içimdeki heyecana bir yenisi daha eklenmişti. Bu adam, benim hayallerimi bir bir gerçekleştiriyordu. Masada tatlı bir sessizlik olduğunda herkes yemeğine odaklanmış gibiydi ama sonrasında Elvin çatalını bıraktı ve yüzünü bana döndü.
"Peki Bircekuş, daha önce hiç gittin mi İtalya'ya?" başımı iki yana salladım, tebessüm ettim.
"Yok gitmedim. Üniversitedeyken planlamıştım bir ara ama iptal olmuştu. Sonra da fırsat olmadı işte." Elvin gözlerini büyüttü.
"Nasıl yani? Hiç mi gitmedin?!"
"Hiç. Ama hep istedim. Hatta abime bile laf arasında söylemiştim gitmek istiyorum diye. O da gideriz demişti ama kısmet Onat'laymış." dediğimde Elvin bir anda dirseklerini masaya koydu. Sanki bu anı bekliyormuş gibi hemen söze girdi:
"Ben şahidim! Kaç kez dedi kıza 'hadi gidelim, şu yaz Roma yapalım, Floransa yapalım' diye. Ama nerdeee. Bizimki hep yoğunum der, geçiştirir." Oya ve ben birden gülmeye başladık. Onat başını eğmişti ama yüzünde belli belirsiz bir gurur vardı. Göz ucuyla bana baktığında Elvin ise hızını alamadı ve devam etti:
"Yani bak, Onat'a helal olsun. Tak diye istediğini yaptı. Biletleri aldı. Hem de nikâh hediyesi niyetine!" bir an sustuktan sonra aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini kısıp Onat'a döndü:
"Sana bir şey diyeyim mi Onat, sen Bartuğ'dan daha romantiksin. Bu çok net." bu söylediğiyle kahkahamı tutamamıştım. Abimin bir şeyleri erteleme huyunu şu kısa zamanda ben bile çözmüştüm. Onat gülümseyerek başını hafifçe eğdi.
"Karşımda böyle bir kadın varken, romantiklik yapmamak ona haksızlık olurdu.'' bakışlarım tekrardan Onat'a döndü. Gözlerimdeki parıltıdan bile anlardı, obeni hep anlardı.
''Yaaaa.'' Elvin'in kız çocuğu gibi verdiği tepkilere hepimiz gülmeye devam etmiştik. Oya kahvesinden bir yudum alırken gülümsedi.
"Birce," dedi bana dönerek, "İtalya'ya hiç gitmediysen bu gezi daha da anlamlı olacak. İlk kez böyle biriyle, böyle bir dönemde gideceksin. Senin için ok özel olacaktır."
"Gerçekten öyle hissediyorum," dedim. Elvin ellerini iki yana açtı.
"İşte tam da bu yüzden diyorum ki Bartuğ bir an önce bu adamdan ders almalı!" masada tekrardan kahkaha tufanı koptu.
''Elvin, not defteri hazırlayalım istersen. Başlığı da hazır: 'Romantizm 101: Onat'tan Öğrenin!'" Oya ekledi:
"Alt başlık da: ''Sevgili nasıl mutlu edilir?'" artık gülmekten gözlerimden yaş geldiğini hissediyordum. Onat'ın elini sıktığımda o da hafifçe parmaklarımı okşadı. Masaya döndüğümde yüzümde kocaman bir gülümseme vardı.
"Vallahi ben sizden razıyım. Sadece şu an değil, her an yanımda oluşunuzdan razıyım. Bu masayı, bu sohbeti, bu aileyi çok seviyorum."
🫧
Oya dairesine doğru çıkarken, Elvin'le biz apartmana girmiştik. Onat iş gereği karargaha dönmek zorundaydı. Ben ise yıllardır kullanmadığım yıllık izinlerimi kullanıyordum. Birbirimize veda ederken arabada gözlerim bir an onun gidişini izledi ve içim bir tuhaf oldu. Evlenmemize sadece birkaç gün kalmıştı ama onu her bıraktığımda hâlâ içimden bir parça kopar gibi oluyordu.
Eve girdiğimizde, içeriden gelen kahkahalar Sinem'in geldiğini belli ediyordu. Salonun tam ortasında oturmuş, dizlerini göğsüne çekmiş bir şekilde telefonuna bakarken bulduk onu. Bizi görünce hemen ayağa fırladı.
"Elviiin! Birceee!" koşarak sarıldı bize. Mis gibi kokuyordu her zamanki gibi. Sinem'in sıcacık, kendine has bir enerjisi vardı. Birlikte salona geçtiğimizde çay koydum ve yanına kurabiye açtım. Elvin ayaklarını altına alıp kanepeye kıvrıldı, Sinem ise battaniyeye sarılmıştı. Hepimiz yumuşacık yastıklara gömüldük. Bir yudum çay aldıktan sonra Sinem'e döndüm.
"Bu arada Sinem nikâha Sefa'yı da davet etmek istiyorum." Sinem'in yüzü anında parladı.
"Tabii ki davet edeceksin! O kadar hevesli ki, gün sayıyor vallahi." Elvin kıkırdadı.
"Bak sen bizim sessiz sakin Sefa'ya!" Sinem gülümsedi. Yüzünde öyle bir sıcaklık vardı ki, insan bakınca âşık olduğunu hemen anlardı. Kalbinde birinin izini taşımak böyle bir şeydi işte.
"Peki nasıl gidiyor ilişkiniz?" diye usulca sordum. Sinem kaşlarını yukarı kaldırdığında hafifçe başını sağa yatırdı.
"İnanılmaz güzel Birce. Yani kelimelere dökmekte zorlanıyorum bazen. O kadar gerçek, o kadar derin bir bağ var ki aramızda. Çok iyi hissediyorum." gözleri bir yere daldığında sanki geçmişten bir sahneyi yeniden yaşıyor gibiydi.
"İlk defa birinin yanında kendim gibi hissediyorum. Ne saklanmam gerekiyor ne susmam. O bana hep sen olduğun gibi güzelsin diyor. Ve bunu sadece laf olsun diye değil, kalbiyle söylediğini hissediyorum." Sinem'in sesi titrekti ama yüzü pırıl pırıldı.
"Ve şey." dedi biraz mahcup ama mutlu bir ifadeyle, "Sen evlenince, yani hayat biraz daha oturunca ben de Sefa'nın yanına taşınmak istiyorum." gözlerim büyüdü. Elvin bile oturduğu yerden doğrulmuştu.
"Nasıl yani? Aynı eve mi çıkacaksınız?" Sinem başını yavaşça salladı.
"Evet, yani düşünüyoruz. Her sabah yanında uyanmak, birlikte kahve içmek, akşam işten gelip aynı sofrada yemek yemek hepsi bana o kadar kıymetli geliyor ki. Onunla her günü yaşamak istiyorum." gözlerim doldu. Sinem'in sesi, kalbime dokunmuştu.
"Çok sevindim senin adına bebeğim." dedim usulca. Elvin araya girdi:
"Vallahi Birce baksana, nikah senin ama aşkı yaşayan Sinem." hepimiz kahkahalara boğulduk.
"İnan bana Birce, Sefa'ya her baktığımda, onunla bir ömür geçirebileceğimi hissediyorum. Kalbim onunlayken hep tamammış gibi hissediyorum."
''Sen olmuşsun bebeğim.'' bu söylediğimle ikisi birlikte kahkaha atmıştı. Biz Sinem'le geleceği bile belli olmayan o çocuklardık. Ama şimdi hayat bizi öyle bir evreye getirmişti ki, kendi geleceğimizi, yanımızda sevdiğimiz insanlarla biz yazacaktık.
Sabah, hafif kapalı bir havayla uyanmıştık. Gökyüzü griydi ama ona tezat olarak içim sıcacıktı. Bugün, Onat'a küçük bir sürpriz yapmaya karar vermiştim. Hem özlemiştim hem de onu böyle yoğun, karışık zamanlarda görmek bile bana iyi geliyordu. Karargaha vardığımda asker beni hemen tanıdığında onu selamlayıp geçtim. Koridorlar sessizdi. Ayak seslerim yerlerde yankılanıyor gibiydi. Onat'ın odasına doğru yürürken, tam köşeyi dönerken karşıma birisi çıktı: Elif.
Saçları muntazam bir şekilde toplanmış, her zamanki o soğuk, mesafeli bakışıyla bana doğru yürüyordu. Karşılaştığımız anda adımlarını yavaşlattı. Yüzünde hafif bir gülümseme takındı ama gözlerindeki soğukluğu saklayamamıştı.
"Birce komutanım." dediğinde durdum.
"Geçmiş olsun. Yaşadığınız şeyler, az buz şeyler değildi." başımı hafifçe salladım.
"Teşekkür ederim Elif. Öyleydi ama geçti. Şimdi her şey yoluna girdi." o sırada bana daha da yaklaştı.
"Biliyor musunuz?" dedi hafifçe başını yana eğerek, "Çok şanslısınız. Onat gibi bir adam, yıllardır çevresindeki kimseye bir adım dahi yaklaşmamıştı. Herkes onun ne kadar kapalı, ulaşılmaz biri olduğunu düşünürdü. Hiç kimseye böyle alan tanımazdı." sesindeki ima, söylemek istediği şeyin tam da altını çiziyordu. O kimseye açılmazdı ama bana da açılmadı, demek istiyordu. Ama kibarı oynuyordu. Güçlü görünmeye çalışıyordu. Ben ise içimde doğan bir sakinlikle, gözlerinin içine bakarak gülümsemiştim.
"Elif." dedim yavaşça, "Onat kapalı bir kutu değildi. O sadece doğru insanı bekliyordu. Ve biliyor musun? Doğru insanı bulduğunda açmak için ne anahtara ihtiyaç duydu ne zorlama bir hamleye. O kendi kendine açıldı." bir an dondu. Gözleri bir saniyeliğine kırpılmadan bana takılmıştı. Yüzünde hâlâ aynı sahte gülümseme vardı ama gözlerinin içi biraz daha solmuştu. Arkamı dönerken bir an durdum.
"Bu arada," dedim omuzumun üzerinden, "Haftaya nikâhımız var. Seni de davetliler arasında görmek isteriz." yüzüne hızlıca bir gülümseme yerleştirdi ama yapay olduğu çok belliydi. Dudaklarının kenarı kasıldı:
"Tabii," diyebildi sadece. Ben ise hiçbir şey söylemeden yürümeye devam etmiştim. Onat'ın kapısına yaklaştıkça içimde bir sıcaklık yükseldi. Kapıyı çaldığımda içeriden o müptelası olduğum ses yükseldi:
"Gel." kapıyı açtım, oradaydı. Masasında oturuyordu. Gözlerini kaldırıp bana baktığında her şey tamamlandı. Kalbimdeki huzur, dudaklarımdaki gülümsemeyle birlikte yerine oturmuştu. Arkamdan Elif'in bakışlarını hissediyordum ama umurumda değildi. Çünkü sevdiğim adam tam karşımdaydı. Ve ben, onun yegâne anahtarı olduğumu bilmenin huzuruyla odasına, kalbine doğru yürüyordum. Kapıdan içeri adımımı attığım anda yüzündeki o yorgunlukla karışık tebessüm kalbime işlemişti. Masasındaki evraklara yarım yamalak bakarken, gözleri bir anda ışıldadı. Sanki ben girince o oda nefes almıştı. Göz göze geldiğimizde gülümsedim. Yerinden kalktığında hızlı adımlarla yanıma geldi.
"Güzelliğim.'' dedi usulca, ellerimden tutarak. "Sanki yüzyıldır görmüyor gibiyim seni. O kadar özledim.'' başımı hafifçe eğip dudaklarımı büzdüm.
"Ben de seni çok özledim," dedim. "O kadar özledim ki, bir ara acaba şu nikahı erkene alsak mı diye bile düşündüm." güldü. Elimi avuçlarının arasına alarak alnımı öptü.
"İyi ki geldin. Varlığın bile ilaç gibi. Şu ev var ya, sürekli dolup taşıyor. Dayımlar, teyzemler, Oya. Nefes alacak alan kalmadı. İnsan seninle baş başa kalmak istiyor ama nerde. " kollarını iki yana açtığında o hâliyle küçük bir erkek çocuğuna benziyordu. Gülümsedim.
"Ne yapalım, herkes seni seviyor. Kimse seni bırakmak istemiyor." bir adım daha ona yaklaştım. "Ama ben hepsinden farklıyım," dedim fısıltıyla.
"Sen bambaşkasın," dedi gözlerime bakarak. Elini belime doladığında beni yavaşça kendine çekmişti. Kalbim, onun göğsüne yaslanırken daha da hızlandı. Dudaklarımız arasında sadece bir nefeslik alan kaldı. Gözlerimi kapattım ve öpücüğünü hissettim. Ellerim onun ensesine doğru kayarken, o da belimi sıkmıştı. Öpüşümüz derinleştiğinde nefesimiz birbirine karıştı. Ama tam o an kapı çaldı. Ve biz, bakışlarımız birbirine takılı kalmış bir şekilde irkildik. Onat o kadar hızlı bir şekilde kendini geri çekmişti ki gelen kişinin bizi görmesi imkansızdı.
"Bu karargahtaki bütün kapıları sikeceğim." diye mırıldandı Onat, kaşlarını çatıp başını kapıya çevirdi. Ben ise gülümsememi bastıramadım. Kapı açıldığında içeri giren Alperen'di. Bizim bütün güzel anlarımızın katili zaten Alperen'di.
"Aa! Birce komutanım, siz mi buradaydınız?'' dedi bir yandan içeri adım atarken. Gözleri biraz üzerimde kaldığında muhtemelen o gerilimli havayı hissetti ama belli etmeye çalışmadı. Onat ise derin bir nefes aldı.
"Ne var Alperen?" dedi. Sesindeki siniri anlamamak imkansızdı. Ben ise yüzümdeki gülümsemeyi bastırarak sordum.
''Nasılsın Alperen?'' Alperen bakışlarını bana çevirdi.
''Siz iyiyseniz, ben iyiyim komutanım. Maşallah ikinizi de çok iyi gördüm.'' yüzündeki sinsi gülüşten, yine bizi basmanın gururunu yaşadığını görmemek mümkün değildi.
''Ne var diyorum Alperen?'' bakışlarını benden soruyu soran Onat'a döndürmüştü.
''Sizi de pek sakin gördüm komutanım.'' Onat ona nasıl baktıysa yüzündeki gülümseme aniden silindi. Elini ağzına götürerek öksürdü ve konuşmaya başladı.
''Yarın denetime geleceklermiş. Albay haber vermemi söyledi.''
''Tamam, çıkabilirsin.'' Alperen bana da gülümsedikten sonra odadan çıkmıştı. Tekrardan Onat'a döndüğümde o ise sandalyesine oturmuştu. Eliyle dizini işaret edince, hemen oradaki yerimi aldım.
''Yakınlarda görev var mı?'' Onat bir eliyle yanağımı okşadı.
''Şu anlık yok. Ama muhtemel biz İtalya'dan döndüğümüzde olacak.'' kulağa ne kadar garip gelse de özlemiştim. Dağda çatışmanın tadı bir başka oluyordu. Tehlikenin içinde bir adrenalin vardı. Tam bir şey daha soracakken, Onat hafifçe başını yana eğdi. Gözlerini usulca gözlerime dikti.
"Bir şey düşündüm," dedi
"Ne?" dedim heyecanla. Cümlesine başlamadan önce dudaklarını hafifçe yaladı, sanki tam olarak nasıl söyleyeceğini tartıyordu.
"İstersen," dedi usulca, "Nikaha anneni de getirebiliriz." donakaldım. Kalbim bir anda göğsüme sığmaz oldu. Sanki zaman durdu. O küçücük cümle içime bir çığ gibi düşmüştü. Gözlerim kocaman açıldığında ağzım hafif aralandı.
"Ne? Gerçekten mi?" dedim, sesim fısıltı gibi çıkmıştı.
"Yani ama nasıl olacak ki? Müsaade ederler mi?" diye hemen ardından sorular sordum. Sesim titriyordu. Onat'ın bakışlarında yine o güven vardı. O hep bana dünyayı dar eden konularda bile bir yol bulan hâliyle yine bana bakıyordu.
"Ben hastane müdürüyle konuştum. Yanında bir hemşireyle yollamayı kabul ettiler ama en fazla bir saat kalabilir. Fazlası onun için zararlı olabilirmiş." bir saat. Sadece bir saat ama o bir saat, bir ömür gibi kıymetliydi. Çünkü annem, hayatımın en silik, en puslu parçasıydı. Orada bir yerdeydi ama yoktu. Ruhuyla, sesiyle, gözleriyle bana ulaşamayan ama kalbimde her zaman yaşayan o kadındı. Hayatımın en özel anında, benimle olacaktı. Onat bunu yapmıştı. Sevinçle, minnetle, tarifsiz bir coşkunlukla dolup taşmış, gözlerim dolmuştu. Boğazıma bir yumru oturdu ama ağlamadım. Hiç düşünmeden Onat'ın boynuna atladım, sımsıkı sarıldım. Başımı omzuna yasladığımda orada biraz kalsam sanki her şey iyi olacak gibiydi.
"Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum," dediğimde sesim kısık çıkmıştı.
"Benim için böyle bir şeyi düşünmen, benim hiç cesaret edemediğim bir hayali gerçeğe dönüştürmen. Onat, sen gerçekten..." cümlelerim boğazıma dizildi. Kollarını sıkıca bana doladı.
"Senin mutlu olman için yapmayacağım şey yok. O gün, senin için her şey eksiksiz olacak. Bunu hak ediyorsun sevgilim."
Boynuna daha da sokuldum. Teninin kokusu, sesi, sıcaklığı, hepsi bana yıllardır aradığım evim gibi hissettiriyordu. Hayat bazen, yıllar boyu içimize gömdüğümüz bir dileği ansızın önümüze koyabiliyordu.
O gün gelip çatmıştı. Şu an nefesim boğazıma takılmış, kalbim göğüs kafesimden çıkacak gibi atıyordu. Evet, artık nikah zamanıydı. Hazırlanıyordum. Saçlarım çoktan yapılmış, arkada düzgünce toplanmış, birkaç ince tutam yana düşmüş şekildeydi. Hazırlandığım yer, nikahımızın kıyılacağı bahçeye açılan odalardan biriydi. Ben ve Onat, daha sade bir şey hayal etmiştik. Ama sevdiklerimiz, bize minik bir sürpriz yapmak istemiş, gönlümüzü hoş tutmaya çalışmışlardı.
Bahçe küçük ama öyle huzurluydu ki, çok beğenmiştim. Ortada beyaz çiçeklerle süslenmiş minik bir kemer, onun hemen altında ise bir masa; üstü sade bir beyaz örtüyle örtülmüş, çiçek detaylarıyla zarifleştirilmişti. Çevremizde fazla kalabalık yoktu, zaten öyle bir şey istememiştik. Sadece sevdiklerimiz vardı, bizim için kalbinin en özel yerini ayırmış insanlar buradaydı. Yanımda Sinem ve Oya vardı. Oya telaşla, saçımda bir tel mi kaydı diye sürekli kontrol halindeydi. Sinem ise baştan aşağı beni süzüyor, eksik bir şey mi var diye bakıyordu.
"Birce ne kadar güzelsin, bakmaya kıyamıyorum," Sinem'in sesiyle içimdeki heyecan daha da arttı.
"Gerçekten mi? Sence çok mu abarttık? Ya da yeterince iyi durmuyor muyum? Straplez biraz fazla mı iddialı oldu ki?" soru sormaktan kendimi alamıyordum. Aynadaki yansımama baktığımda Gelinliğim, o kadar zarif, o kadar etkileyiciydi ki, içinde kendimi başka biri gibi hissediyordum.
Balık kesim, belimi sarıyor, kalçamdan aşağıya doğru ince bir dalga gibi açılıyordu. Taşlı detaylar, omuzlarımı açıkta bırakan straplez yaka boyunca zarifçe dizilmişti. Işık vurdukça minik minik parlıyorlardı. Gelinlik gösterişli olmaktan ziyade, asildi. Eteğin ucu hafif uzun, yürürken yerde sürünmüyor aksine zarif bir kuyruk gibi arkamdan geliyordu. Ellerim terledi. Parmaklarım birbirine kenetlenmiş, bacaklarım sanki sabitlenmiş gibi hissediyordum. Sinem elime dokundu:
"Birce deriiin nefes al. Bu heyecan geçecek, bu heyecan her şeye bedel." dedi. Gülümsedim. Yıllarca içinde büyüttüğüm korkular, yalnızlıklar, kabuslar, hepsi şimdi bir bahçenin kenarına asılı bir tül gibiydi. Uçuyor, savruluyordu. Yerini ise sevgi almıştı. Onat'ın sevgisi, onun yanında yürümek, onunla birlikte bir ömre başlamak düşüncesi bile kalbimi sıcacık yapıyordu. Kapı hafifçe aralandı. Kafamı çevirdiğimde gözlerim doldu.
Abim oradaydı.
O sırtımı yasladığım, küçücükken gölgesinde yürümekten gurur duyduğum, sonra bir gün elimden kayıp giden ama her daim kalbimde olan adamdı. Göz göze geldiğimiz o an kelimelere sığmayan bir şey oldu içimde. Yıllar, anılar, acılar ve o hiç dinmeyen sevgi hepsi tek bir anın içinde patladı, gözleri yaşlıydı. Gözlerinden süzülen, saklamaya çalıştığı ama başaramadığı yaşlar oradaydı.
"Abi.. ağlama, lütfen. Yapma böyle." sesim titredi. Ayağa kalktığımda eteğimi toparlayarak yanına gittim. Tam karşımda duruyordu. Elleriyle gözlerini siliyordu ama o gülümsemesi yüzündeydi.
"Dayanamıyorum. Birce.. seni böyle görmek..." kısa bir duraksama yaşadı. Sonra sesi daha da kısıldı:
"Yıllar sonra karşımda... bu kadar güzel, bu kadar güçlü, bu kadar mutlu bir kadın görmek. Hem de en güzel gününde yanında olabiliyorum. Nasıl ağlamam, söyle bana?" kocaman sarıldık birbirimize. Sanki hiç ayrılmamıştık.
"Ben seni yanımda istedim hep. Biliyor musun, her kötü günde, aklıma ilk sen geldin. Keşke bir abim olsaydı, derdim hep. Ve şimdi gerçekten buradasın." dediğimde abim başını hafifçe geri çekti. Gözleri hâlâ ıslaktı.
"Hiçbir zaman gitmedim ki. Belki uzağındaydım ama hep kalbinin içindeydim, kardeşim. Hep." bunu duymak her şeye değdi. Kapı açıldığında gülen bir yüz, içeriye güneş gibi girdi.
"Elvin!" Elvin, çiçekli elbisesiyle odaya neşe getirmişti. Bizi birbirimize sarılmış hâlde görünce önce durdu, sonra gözlerini hafifçe kıstı. Sırıtarak yaklaştı.
"Ayyy yok artık, burası da dram kuşağına dönmüş. Ne oluyor burada gözyaşları, hıçkırıklar filan?" ikimiz de bir anda gülmeye başladık. Abim, gözlerini sildi.
"Ben ağlamadım, Elvin. Sadece gözüme toz kaçtı."
"Tabii, bahçede çıkan gelinlik tozudur kesin o ." dedi Elvin alaycı bir bakışla. Ben hâlâ gözlerimi silerken, Elvin bana yaklaştı.
"Birtanem, nefes kesiyorsun. Ama hazır ol artık, damat kapıda sabırsızlanıyor. Vallahi kapıyı kırmamak için direniyor. Kendini zor tutuyormuş seni görmemek için. Ama biraz daha beklersek kapıyı kıracak!" o sözleri duyunca, kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Abim gözlerime bir kez daha baktıktan sonra gülümsedi ve başını eğdi.
"Ben artık gideyim. Sahne damadın. Onat'ı daha fazla bekletmek olmaz," dedi alayla karışık bir gülümsemeyle. Omzuma dokundu ve ardından kapıya yöneldi. Kalbim sıkıştı. İçimdeki heyecan yerini bir anda sessizliğe bırakmıştı.
Kapı kapandı. Ve sonra o an yavaşça açılan kapının ardından adımları duydum. İçimden bir şeyler aktı sanki. Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Onat içeri girdiğinde siyah takım elbisesiyle, bambaşka biri gibi duruyordu. Gözleri üzerimde takılı kaldı. O koca karargâhın, o dağların, o çatışmaların içine gözünü kırpmadan giren adam, şimdi bir adım bile atamıyordu. Gözlerimiz buluştuğunda zamanın ipi koptu. Her şey durdu.
Sadece odada ikimiz kalmıştık.
Bana doğru bir adım attı, ardından bir adım daha. Nefesim düzensizleştiğinde kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Karşımdaydı. Gözleri gözlerimde, elleri neredeyse ellerimdeydi ama dokunmaya kıyamaz gibiydi.
"Birce..." dedi usulca, fısıldadı. Belki bu kadar yakın olmasaydım onu duymazdım.
"Beyazlar içinde, bambaşka bir şey olmuşsun." yutkundu. Sesi titriyordu. "Hayatımda gördüğüm en güzel gelinsin. Hayatımda gördüğüm en güzel kadınsın." cümlesi yavaşça içime işledi. Tenime değil, ruhuma dokundu. Ellerini tuttum.
"Onat." adını söyledim ama yetmedi. Devam ettim, sesimdeki titremeyi gizlemem mümkün değildi. "Kalbimin her köşesi seninle dolu. Sana ait olmayan tek bir duvarı bile kalmadı. Beni tamamlayan her parçanın adı sensin." bir an gözleri doldu gibi geldi. Ama sonra, alnıma doğru eğildi. Ellerini yüzümün iki yanına koyduğunda alnımdan öpmüştü. Gözlerimi kapadım. O anı hafızama ve kalbime mühürledim. Asla unutmak istemediğim bir andı. Abim bir adım geri çekildiğinde bakışları kapının dışına kaydı. Ardından yüzüme döndü. Sesi alçaktı ama içindeki heyecanı duyabiliyordum.
"Birce, annemiz geldi." kalbim aniden sıkıştı. "Kalabalığın içine çıkması doğru olmaz," dedi devamında. "O yüzden seni şimdi görmesi gerek.'' birdenbire her şey durdu. Kalbim, göğsümün içinde dengesizce çırpınmaya başladı.
"Burada mı? Şimdi mi geliyor?" dedim fısıltıyla. Sesim bana yabancı gelmişti. Abim başını salladığında tam o an kapı açıldı. Önce hemşire göründü ardından annem, yavaş, tereddütlü adımlarla içeri girdi. Gözleri boşluğa bakıyordu. Sonra bakışları odanın duvarlarına, halıya, en sonda bizim ayaklarımıza kaymıştı. Bir an ellerini göğsünde kavuşturdu. Titriyordu, bizi tanımıyordu. Ona yabancıydık. Boğazıma bir yumru oturduğunda yutkundum. Ona doğru adım attım. Kalbim darmadağın olmuş gibiydi ama içimdeki inanç oradaydı. Yavaşça yaklaştım. Ellerine uzandığımda soğuktu. Bir zamanlar beni sardığı eller şimdi benden çekiniyordu.
"Anne." içim titredi. Ağlamamak için direndiğimin farkındaydım. "Elimden tut," dedim usulca.
"Hoş geldin, burada güvendesin." bir an yüzüme baktı. Gözlerinde beni tanıdığına dair bir şey yoktu. Ama sonra, yüzümdeki yaşları gördü belki, belki ellerimin sıcaklığını, belki bembeyaz gelinliğimi. Başını yana eğdi, bakışları bana odaklandı.
"Ne güzel olmuşsun." dedi. Sesi çatlak, kırık ve ürkekti. Gözlerime bakarken fısıldadı: "Bir kuğu gibi. İncecik, beyaz. Bir kuğu gibi güzelsin." o an dizlerim titredi. Yüzüne dokunmak istedim ama ürker diye korkmuştum. Sadece elimdeki eline biraz daha sıkı sarıldım. Annem karşımdaydı, beni tanımıyordu. Ama güzelliğimi görüyordu. Belki ilk kez belki son kez. Onun bu yarım, belirsiz varlığına yine de, delicesine minnettardım. İçimde yıllardır tuttuğum çocuk, bugün odanın köşesinde bana gülümsüyordu. Çünkü o çocuk, annesinin gözlerinin içine ilk defa bu kadar yakından bakabilmişti. Annemin elini daha sıkı tuttum. Onat da yanımıza geldiğinde, koluma girmesini istemiştim.
"Anne, birlikte yürüyelim olur mu?" bir an tereddüt yaşadı. Gözleri hızla Onat'a, sonra bana kaydı. Sanki her an geri çekilecek gibiydi.
"Yanındayım, korkma. Ben buradayım." sonra bir koluma annemi, diğer koluma Onat'ı aldım. Ve adım adım, yavaşça odadaki küçük koltuğa doğru ilerledik. Bahçeye çıkamayacak kadar ürkekti. Ama oradan bizi görebilecekti, sesimizi duyabilecekti. Yanımızda olacaktı. Oturtmak için dizlerimi büküp yanına çömeldiğimde gözleri doluydu ama ne hissettiğini anlayamıyordum. Ellerini tuttum. Avuçlarının içi hâlâ soğuktu, parmak uçları biraz titriyordu. Yüzüne baktım.
"Anneciğim, küçükken her düştüğümde ilk seni çağırırdım. Şimdi de çağırıyorum ama bu kez düşmedim. Bu kez en güzel günümde senin elini tutmak istiyorum. Çünkü sensiz her şey eksik kalırdı. Sen benim her zaman kalbimdesin, annem. Ben seni hep, her halinle sevdim." başını eğdi. Gözleri yere takıldığında kendini çekmek ister gibi oldu ama bırakmadım.
"Senin olduğun her yerde, ben tamamlanıyorum. Belki beni tanımıyorsun şu an ama ben seni tanıyorum. Kalbimi dolduran, beni büyüten, bana umut olan kişisin sen. Sadece varlığın bile benim için bir mucize." Onat sessizce geride duruyordu. Elini omzuma koyup bana destek veriyordu. Annemin gözleri yavaşça benimkine döndü. Yüzüne eğildim, alnına minik bir öpücük bıraktım.
"Korkma. Hiçbir şeyden korkma. Çünkü ben buradayım, senin kızınım. Ve seni çok ama çok seviyorum." konuşacak gücüm kalmamıştı. İçimde biriken onca sevgi, onca acı, gözlerimden taşmaya hazırlanıyordu. Tam kalkıp kapıya yönelmiştim ki annemin sesi geldi:
"Seni öpebilir miyim?" bir anda durdum. Dizlerim çözülmüş gibi oldu. Gözlerim doldu. Gözyaşım hemen yanağıma aktığında hiç engel olamadım. Yavaşça döndüğümde annem bana bakıyordu.
"Tabii." dedim titreyerek. "Sonsuza kadar, ne zaman istersen." yavaşça doğruldu, bana yaklaştı. Soğuk ama narin dudakları yanağıma bir öpücük bıraktı. Minik ama bir ömre bedel bir öpücüktü.
Gözlerimi kapattığımda içimde bir boşluğun o an dolduğunu hissettim. Bir parçam yerine gelmişti. Bir çocuk gibi, bir kız çocuğu gibi huzur bulmuştum. Annem beni öpmüştü. Ve ben artık bahçeye çıkmaya, hayatımın evetini söylemeye hazırdım. Onat ile abime minnettardım. Yüzümdeki hafif gülümsemeyle ayağa kalktım ve her ikisinin de ellerini sımsıkı tuttum.
"Çok teşekkür ederim. Annemizi buraya getirdiğiniz için.'' abim hafifçe başını eğdiğinde gözleri doluydu. Onat ise sakin bir sesle:
"Sevgilim, bugün her şey senin için." diyerek başını salladı. İçimde bir sevinç patlaması oldu. Ailemin, o sevdiklerimin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anlamıştım. Derin bir nefes alarak annemi nazikçe hemşireye emanet ettim. Hemşire, annemi dikkatle tutup güvende olduğundan emin olduktan sonra, bize güven verici bir gülümsemeyle oradan ayrıldı. Artık annem için endişelenmem gerekmiyordu; sevgiyle korunacaktı.
Onat'la el ele tutuşarak içeriye doğru adım attık. Kapıdan dışarı çıktıktan sonra, gözlerim yavaşça geniş açılmış, ferah bir bahçenin içine sürüklendi. Bahçe sanki özenle dizilmiş bir tablo gibiydi. Bahçenin ortasında beyaz, zarif bir kemer, kenarlarında pastel çiçekler; ince işçilikle yapılmış masa ve sandalyeler, taze yeşilliklerin, çiçeklerin ve ağaçların gölgesiyle çevriliydi. Etrafı, yalnızca sevdiklerimiz, yakın dostlarımız ve ailemiz, almıştı. Her yüzde içten bir mutluluk, her gülüşte sımsıcak bir sevgi vardı. İçimdeki heyecan kenarda bizi bekleyen nikah memurunu görünce arşa çıktı. Derin bir nefes aldım. Onat ise heyecanımı anladığı için elimin içinde, avucumu okşadı. Hazırlanan nikah masasına doğru Onat'la birlikte ağır ağır ilerlerken, kalbim kaburgalarımı zorlayacak kadar sert atıyordu. Ayaklarım sanki toprağa değmiyor, rüzgârla yürüyormuşum gibi hissediyordum. Hayatımın bu en özel anında, sevdiğim adamla birlikte geleceğe yürüyordum.
Masanın önüne geldiğimizde, şahitlerimiz çoktan yerlerini almıştı. Sinem gülümsüyordu, gözlerinde hem mutluluk hem de biraz heyecan vardı. Onat'ın şahidi Sefa ise oldukça ciddi ama gururlu bir ifadeyle oturuyordu. Birlikte geçirdiğimiz zorlu günlerin sonunda bugün buradaydılar, bizim yanımızda, en anlamlı günde. Nikah memuru önümüzde durdu, elindeki dosyayı açtı, gözlüğünü hafifçe düzeltti ve gülümseyerek konuşmaya başladı.
"Birce Sağlam ve Onat Aktan Kara. Bugün burada, sevdiklerinizin huzurunda, evlilik birliğini kurmak üzere toplandık. Bu, hayatınız boyunca birbirinize karşı sevgi, saygı ve sadakatle bağlı kalacağınıza dair verdiğiniz sözle taçlanacak bir birliktelik olacak." sesi kalbimde çınladı. Onat'a baktım, o da bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde dünyada başka hiçbir şey yoktu. Sadece o ve ben vardık. Nikah memuru konuşmasına devam etti.
"Birce Sağlam, hiçbir baskı altında kalmadan, kendi özgür iradenle Onat Aktan Kara ile evlenmeyi kabul ediyor musun?" bir an yutkundum. Herkesin gözü üzerimdeydi ama ben sadece Onat'a bakıyordum. İçimden taşan bütün duygularla, gözlerim dolmuş halde gülümsedim.
"Evet!'' dedim. Coşkulu bir alkış sesi yükselmişti. Kalbim sanki göğsümden çıkıp masaya atlayacaktı. Ardından nikah memuru başını Onat'a çevirdi.
"Onat Aktan Kara, hiçbir baskı altında kalmadan, kendi özgür iradenle Birce Sağlam ile evlenmeyi kabul ediyor musun?" Onat hiç tereddüt etmeden, gözlerini gözlerimden ayırmadan cevap verdi.
"Evet." bu zamana kadar duyduğum en net ses tonuyla cevabını vermişti. Kalbim bir anda yumuşadı, tüm dünya durmuştu sanki. Nikâh memuru, dosyasına bakıp bir şeyler not etti, sonra gülümseyerek devam etti:
"Şahitlerimiz Sinem Arslan ve Sefa Alagöz, siz de bu evlilik birliğine şahitlik ediyor musunuz?" ikisi de aynı anda, gülümseyerek ve içten bir sesle:
"Evet, ediyoruz" dediler. Ardından nikah memuru elindeki kalemi bize uzattı.
"Lütfen evlenme cüzdanına imzalarınızı atınız." once ben kalemi aldım. ellerim biraz titriyordu ama imzamı mutlulukla atmıştım. Onat da aynı şekilde imzalamıştı. Şahitlerimiz de imzaladıktan sonra, memur evlilik cüzdanını alıp havaya kaldırdı.
"Birce Sağlam ve Onat Aktan Kara, artık resmen karı kocasınız. Tebrik ediyorum!" alkışlar koptu. Arkamızdaki herkes ayağa kalktı ama ben hâlâ oturduğum yerde, Onat'ın gözlerinin içine bakıyordum. Gözyaşlarım süzülüyordu ama bu sefer hüzünden değil, gerçek bir mutluluktandı. Onat yavaşça bana döndü, elimi tuttu ve:
''Seni ilk gördüğümde benim için doğru insan olduğundan emindim. Seneler geçse bile seni unutmamamın sebebi buydu. Sen benim şu hayattaki bütün yanlışlarımı silebileceğim tek doğrumsun Birce Kara. Resmi olarak aileme hoş geldin.'' dedikten sonra gözyaşlarım şiddetlendi. O ise yüzümü ellerini arasına aldı ve dudağıma yöneldi. Ben ise onu hayattaki tek ihtiyacım o'ymuş gibi öptüm. O ise bunun ne kadar doğru olduğunu kanıtlar bir şekilde bana karşılık verdi. Usulca geriye çekildiğimizde kenarda durduğunu bile fark etmediğim DJ'nin sesiyle irkilmiştim. Şaşkınlıkla başımı çevirdiğimde onun orada olduğunu unuttuğumu fark ettim. Gülümseyerek mikrofona eğildi:
"Ve şimdi, yeni evli çiftimizi ilk dansları için sahneye davet ediyoruz!" kalbim yeniden hızlı hızlı atmaya başladı. Bu sefer heyecandan değil, sadece Onat'ın kollarında dans edecek olmanın mutluluğundandı. Bembeyaz ışıklarla süslenmiş küçük sahneye doğru yürürken Onat'ın avucunun içi sımsıcak, varlığı ise her zamanki gibi güven doluydu. Adımlarımızı yavaşça atarken, çalan şarkı usulca yükseldi. Ne çaldığını bile önemsemedim çünkü tek duyduğum, Onat'ın kalbinin sesi ve bakışlarındaki o sonsuz aşktı. Onat ellerini belime yerleştirdiğinde ben de kollarımı boynuna dolamıştım. Başımı göğsüne yasladığımda içimden bir şükür geçti. İşte tam buradaydım. Hayal ettiğim her şeyin içinde, en doğru yerdeydim. Dans etmeye başladık. Onat'ın avuç içi sırtımda gezinirken, onunla bir ömür dans etsem sesim çıkmazdı. Sessizce fısıldadı:
"Beyazlar içinde bir tanrıça gibisin, Birce. Hayatımda gördüğüm en güzel kadınsın. Sana eşim diyebildiğim için o kadar şanslıyım ki." sözleri içimi titretti. Dudaklarımda kocaman bir gülümsemeyle başımı kaldırdım.
"Kalbimin tamamını sana verdim, sevgilim. Artık seninle atan bir yüreğim var, her şeyimsin." dedim. Tam o sırada, müziğin ritmi hafifçe yükselmişti. Göz ucumla baktığımda sahneye başka kişilerin eklendiğini fark ettim. Başımı Onat'ın omzundan kaldırıp çevreme baktığımda, kalbim bir kez daha mutlulukla doldu.
Bahçenin farklı köşelerinden birer birer çiftler sahneye çıkıyordu. İlk olarak Elvin ve Bartuğ. Abimle Elvin'i görmek öyle tuhaftı ki. Bir zamanlar yanımda olamayan abim, şimdi hayatımın en özel anında benimleydi. Elvin'in Bartuğ'un omzuna yaslanışı, birbirlerine olan sevgileri öyle barizdi ki içim ısındı. Sonra Sinem ve Sefa. En yakın arkadaşım, yıllardır acılarımı ve kahkahalarımı paylaştığım Sinem, şimdi Sefa'nın ellerindeydi. Göz göze geldiğimizde bana göz kırptı. Gülümsedim.
Ve sonra. Yiğit ve Selin. Tanıştıklarından beri aralarında kurdukları o çekim, şimdi büyülü bir uyum haline gelmişti. Dans ederken birbirlerinden hiç kopmuyorlardı. Selin'in gözleri Yiğit'ten başkasını görmüyordu, Yiğit ise her zamanki gibi onu sanki ilk defa görüyormuş gibi izliyordu. En sonunda Aybars ve Şimal. Aybars her zamanki gibi gülümsemesiyle parlıyordu, Şimal ise dans ederken kahkahalar atıyordu. Şimal'in güzelliği kilometrelerce öteden bile fark edilirdi. Onların varlığı bile ortamı renklendirmeye yetmişti. Oya ve Gürkan ise bakışlarını birbirlerinden ayırmıyor, yüzlerindeki gülümsemeyle dans ediyorlardı.
Metin dayıyı ve Şükran teyzeyi görmek ise yüzümdeki tebessümün kocaman bir gülümsemeye dönmesine sebep oldu. İkisinin de bakışları bizim üzerimizdeydi. Onların emeği üzerimizde çoktu. Şu bir haftadır her şeyle Metin dayı, Şükran teyze ve Meral teyze ilgilenmişti. Bütün ıvır zıvır işleri ise çocuklar yapmıştı. Haklarını asla ödeyemezdik. Hepsine tek tek baktığımda her biri hayatımın bir parçasıydı. Onat'ın kulağına eğildim, gözlerim dolmuştu ama dudaklarımda kocaman bir gülümseme vardı.
"Biliyor musun? Biz çok şanslıyız. Böyle dostlara, böyle sevgi dolu insanlara sahip olduğumuz için. Herkes bizim yanımızda Onat, bu çok büyük bir şans," dediğimde gözlerimin içine baktı.
"Evet. Bu gece sadece seninle evlenmedim. Aynı zamanda kalbimi saran koca bir aileye de kavuştum güzelim.'' yüzümde kocaman gülümsemeyle başımı onun omzuna yasladım, birkaç dakika daha dans ettik.
''Şimdi sıra saplarda! Sevgilimiz yok diye dans edemeyecek miyiz? Ankara bebelerini sahneye alalım!'' Oğuzhan DJ'den mikrofonu aldıktan sonra birden Ankara havası çalmaya başladı.
''Allah!'' Onat'ın yüzü öyle bir aydınlandı ki şaşırmadan edemedim. Bakışları bana döndüğünde ne kadar şaşırdığımı gördü. Yanağımdan makas aldı.
''Kızım biz Ankara bebesiyiz! Ne oynayacaktık düğünde? Saatlerdir bu anın hayalini kuruyorum.'' elimden tuttu ve beni ortaya çekiştirdi. Kahkahamı tutamadım. Birden bütün tim oynamaya başladı.
''Gel bana naz eyleme,
Yarim acı sızı eyleme.
Aşkın öldürüyor beni,
Bahar idim güz eyleme.''
Onat'ın şarkıyı gözlerimin içine bakarak söylemesi her ne kadar beni şok etse de, içindeki o Ankaralıyı görmek beni eğlendirmişti. Birden elimden tuttu. Bütün tim hep bir ağızdan söylemeye devam etti.
''Çağırıyom kız duysana.
Çeyizini dizdirsene.
Düğün dernek kurdursana,
Gelinlik giy sen bu sene.''
Şarkıyla birlikte kahkaha attım. Ama ona eşlik etmeye devam ediyordum. Gözüm bizimkilere kaydığında herkesin deli gibi eğlendiğini görmek beni o kadar mutlu etmişti ki, daha coşkulu oynamaya başladım. Hep birlikte bir çember oluşturup Onat'la beni ortaya almışlardı. Oğuzhan'ın elinde mendil sallamasıyla Alperen'in ona döndüğünü gördüm.
''Salak, halay mı çekiyoruz şu an?'' Oğuzhan gerçekten çok komik duruyordu. Alperen'i hiç duymamış gibi mendili başının üstünde savurmaya devam etti. Dizlerini kırdığında ellerini dizlerine vurdu, sonra mendili havaya kaldırıp oyun havasına başladı. Onun o umursamaz, kendine has halleriyle sahnede salınması o kadar komikti ki başımı sallayarak gülümsedim. Sonra bir anda Aybars atıldı ortaya.
"Sevdim ben bu dansı!" diye bağırarak Oğuzhan'ın karşısına geçti. Aybars'ın dansı da ayrı bir alemdi. Sahne kalabalıklaşmaya başladı. Şimal, saçlarını savurarak girdi aralarına , hem asildi hem de oyun havası oynuyordu. Hayret bir şeydi, hayranlıkla izledim. Şimal'in arkasından Selin sahneye girmişti. Önce birkaç adım attı, sonra ayakkabılarını çıkarıp kenara fırlattı.
"Yeter! Biz de Ankara bebesiyiz. Böyle olmuyor!" cümlesi biter bitmez oyun havasına başladı. Yine kahkahamı tutamadım.
Erdem ve Ayşin el ele çıktılar sahneye. Ayşin, Erdem'in peşinden çeker gibi bir haliyle başta hafif gönülsüz görünse de, sonra o müzikten etkilenip coşkuyla dans etmeye başladı. Erdem, Ayşin'in çevresinde döndü, bir yandan elleriyle tempo tutuyor, diğer yandan Ayşin'e "Bak şimdi şu figürü gösteriyorum" diyordu.
Sonra Sinem, kalabalığı yara yara geldi, kollarını savurarak. "Hadi beee!" diye bağırdı. Bir anda sahneyi ateşe çevirdi. Kalabalığı toparladı, kolları omuzlara atıldığında halay başlamıştı. Davulun sesi içimize işlediğinde Aybars halayın başına geçti. Elinde mendili, ayaklarını yere vura vura ilerlemeye başladı. Ardından Şimal, Erdem, Ayşin, Oğuzhan, Alperen, Selin, Elvin, abim, Sinem, Oya, Gürkan sıraya dizildiler. Kollar birbirine dolandığında ayaklar da aynı şekilde hareket ediyordu. Benle Onat ise hâlâ ortadaydık. Onat kollarını iki yana açtığında:
"E hadi karım, bu düğün bizim!" dedi. Sonra elimi kaptığı gibi beni de halaya çekti. Ben gülmekten nefes alamazken, etrafımda dönen dostlarımın enerjisiyle ayaklarım yerden kesildi sanki. Müziğin ritmi değiştiğinde bu kez horon başlamıştı. Karadeniz'in coşkusuyla zıplamaya başladılar. Elvin ellerini iki yana açtı,
"Bana bırakın!" diye bağırdı. Abim bu sefer gülerek, "Yandık!" dedi. Ve hep birlikte horona geçtiler. Ayaklar yere hızlı hızlı vuruluyor, herkes nefes nefese ama kahkahalar eksik olmadan devam ediyordu. Aile büyükleri ise kenarda bizi yüzlerindeki gülümsemeyle izliyordu. Onların arasında tabi ki Umut albayda vardı. Kızı Duygu'yla birlikte gelmişlerdi. Herkes nikahtan önce gelip bizi tebrik ettiği için bir daha yanlarına gitmemiştik. Ama düğün bitiminde hepsine teşekkür etmek boynumuzun borcuydu. Tam sahnenin ortasında hala içim içime sığmazken, herkes kahkahalarla, alkışlarla birbirine sarılmışken, DJ'in sesi tekrar hoparlörden yankılandı
"Şimdi herkesi şöyle bir kenara alalım. Sahneyi bu kez çok özel adamlara bırakıyoruz. Evet evet! Timin tam kadro sahneye gelmesini rica ediyoruz. Hadi bakalım beyler, gösterin gücünüzü!" erkeklerin hepsi geniş adımlarla yürümeye başladılar. Ben ise, elim hâlâ Onat'ın elindeyken dönüp ona baktım. Gözlerim büyümüştü şaşkınlıktan, kalbim o an bir kez daha yerinden çıkacak gibiydi.
"Bunu ne zaman hallettin?" dedim fısıltıyla. Onat gülümsedi. Elimi tuttuğunda parmaklarını parmaklarımın arasına daha sıkı geçirdi.
"Bir Türk askerinin düğününde Zeybek oynanmazsa o düğünü düğünden saymam." dedi. Ve sonra bir adım ileri attı. Timin diğer üyeleri de onunla birlikte sahnede saf saf dizildiler. Müzik kesildiğinde bir an sessizlik oldu. Sonra ilk davul sesi geldi. O an zaman durdu sanki. Davulun tok sesi göğsümde yankılandı. Kalbimle aynı ritimde atıyordu sanki. Sonra zurna yükseldi, o asil ezgi dağ gibi adamların yürüyüşüne eşlik eden bir çağrı gibiydi.
İlk adımı Onat attı. Sağ ayağını yere vurdu, ardından sol dizini hafifçe kırdı. Kollarını iki yana açtığında bir kartal gibi. Omuzları geniş, bakışları keskindi. Gözleri ileriye dikilmişti. Ardından diğerleri Aybars, Alperen, abim, Oğuzhan, Sefa... hepsi birer birer aynı ritme uydu. Kalabalık sessizleşti. Kimse kıpırdamıyordu. Sadece gözler sahnedeydi. Adımlar yavaş ama netti. Ben ise büyülenmiştim.
Onat'ın her adımında, dizini yere her koyduğunda içim titriyordu. Kollarını gökyüzüne doğru kaldırışında içimdeki her şey kabarmıştı. Gözlerim istemsizce dolduğunda gurur, hayranlık, aşk, hepsi birden boğazıma düğüm gibi oturdu. Timin bütün üyeleri inanılmaz bir uyumla, sanki aylardır birlikte prova etmiş gibi kusursuz hareket ediyorlardı. Herkes susmuş, onları izliyordu. Elimi göğsüme koyduğumda o an ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Böyle bir adama âşık olduğum için, onun hayatında olduğum için, bu dostlukları yakından görebildiğim için, en özel anımda böylesine bir gösteriyle onurlandırıldığım için çok şanslıydım. Zeybek'in son figürüyle birlikte Onat bana doğru döndüğünde gözleri parlıyordu. Sol ayağını yere vurduktan sonra sağ dizini yere koydu, başını hafifçe eğdi. Göz göze geldiğimizde, sanki tüm salon dondu. Kalbim o an tekrar tekrar âşık oldu. DJ'in sesi tekrardan yükseldi:
"Bu akşam, bu gururlu ve muhteşem timi burada ağırlamak bizim için büyük onur. Türk askerini bir kez daha saygıyla, sevgiyle, yürekten alkışlıyoruz! Hepinizle gurur duyuyoruz!" alkışlar, tezahüratlar, ıslıklar salonu doldurdu. Herkes o müthiş gösteri sonrası heyecanla birbirine sarılıyor, gururla bakışıyordu. Onat yanıma geldiğinde kolunu belime doladı, alnımdan hafifçe öptü. Ama sonra birden DJ vites değiştirdi.
"Ve şimdi kaldığımız yerden devam! Hadi bakalım, sahne sizin!" sanki herkes bu anonsu bekliyormuş gibi fırladı ortaya. Müziğin ritmi yükseldiğinde birden bir ses duydum.
"Alkolleri koy kenaraaa, mezdekee geliyor hazır mıyııııız!" herkes elinde ne varsa bıraktı ve kendini ortaya attı. Elvin çantasından minik ziller çıkardığında onların orada olması beni şok etti. Sinem, Ayşin ve Şimal'le birlikte ellerine taktılar zilleri. Daha ilk melodide ritmi tuttular, kalçalarını kıvırmaya başladılar. O kadar uyumlu, o kadar özgüvenli hareket ediyorlardı ki sanki meslekleri dansözlüktü.
Ama esas bomba erkeklerdi!
Aybars, Alperen, Oğuzhan, Erdem, hatta Sefa bile her biri gömlek düğmelerini açtı, kravatları çıkardı ve tabii ki başlarına bağladılar. Oğuzhan'ın kravatı biraz yamuktu ama o kadar kendinden emindi ki, kimsenin umurunda değildi. Aybars gömleği göbeğine kadar açmış, göğsüne vurup tempo tutuyordu. Alperen, zeybekteki ağır adam imajından sıyrılıp öyle kıvırıyordu ki Şimal arkasında eğilip gülmekten yere oturmuştu. Sinem, Sefa'yı telefonuyla çekiyor,
"Bak Sefa, kız istemeye böyle geleceksin!" diye bağırıyordu. Sefa,
"Ben her yerde kıvırırım, hiç sorun değil!" diyerek belini öyle bir kıvırdı ki, arka masadan alkışlar koptu. Onat'la ben kenarda durmuş, ellerimiz birleşik bir şekilde onları izliyorduk. Kahkahamı tutamıyordum. Gözümden yaşlar gelmişti.
"Bak şu Aybars'a, dansöz kıvırsa bu kadar kıvıramaz." dedim gülerek. Onat başını iki yana salladı.
"Ben bu adamlara hayatımı emanet ettim, yanlış mı yaptım acaba?" sonra arkamdan bir zil çaldı. Döndüğümde Elvin bana da bir çift zil uzatıyordu.
"Kız hadi sahne senin!" dedi gülerek. Ama ben sadece kafamı salladım.
"Benim sahnem az önceydi. Şimdi sizin sahneniz." kızlar erkeklere tabi ki taş çıkaracak şekilde mezdeke oynadılar. Kenarda duran Aybars, Sefa, Yiğit, Alperen, Gürkan ve Oğuzhan bir yandan alkış tutup bir yandan kızların yaptığı hareketleri yapmaya çalışıyordu. Ensemde sıcak bir nefes hissettim.
''Bu kadar hengamenin arasında bile, bütün güzelliğinle parlıyorsun.'' Onat kollarıyla beni sarınca, ben de başımı onun omzuna yasladım.
''Sevgilim, bu hengamede güzel olan tek şey bizim artık aile olmamız.'' artık birdik, aileydik.
Kalbim onun kalbinde yankı bulmuştu. Sessizliğin içinde sadece sevgimizin sesi vardı. Onat'ın sıcaklığı, hayatın karmaşasında sığınılacak en huzurlu limandı. Göz göze geldiğimizde, bir ömür sürecek bir hikayenin ilk cümlesini yazdığımızı biliyorduk. Dünya bizim için durmuştu.
Biz, zamanın ötesinde bir sevdaya adım atmıştık.
Onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine🤍🫧
Instagram/Tiktok/Twitter:monsoleil777
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.67k Okunma |
3.75k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |