12. Bölüm

BÖLÜM ON BİR

monsoleil016
monsoleil016

Merhaba! Bu sefer arayı fazla açmadık. Bir haftada iki bölüm atmak istedim. Aslında bu yoktu, öyle bir içimden geldi🙃 Umarım bunun karşılığında oy ve yorumlarınızı benden esirgemezsiniz. Beni en çok teşvik eden şeylerden biri sizin oy ve yorumlarınız 💖 İyi okumalar!

Bu kitaptaki tüm karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür.Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777

 

 

Bir insanı insan yapan en temel özellik, hissetme yetisiydi. İnsan ancak duygular sayesinde var olurdu. İnsanı diğer tüm canlılardan ayıran da buydu zaten. Ben ilk kez sevgiyi hissettiğimde, daha küçücük bir çocuktum. Yurttaki ablalara karşı içimizde karşılık beklemeden beslediğimiz bir sevgi vardı; saf, koşulsuz, çocukça ama gerçekti.

Unutamadığım anılardan biriydi. Sekiz ya da dokuz yaşlarındaydım. Yurda yeni bir kız gelmişti. Gözlerinde korku vardı. Sanki bir dokunsan parçalanacak bir ceylan gibi ürkekti. Yurttaki herkes birbirini az çok tanıdığından, dışarıdan gelen bir çocuk hemen fark edilirdi. Kız, bizim odaya yerleştirilmişti. Diğerleri ona mesafeli dururken, ben yanına gitmiştim.

Yurda o kadar küçük yaşta bırakılmıştım ki, alışma sürecim neredeyse hiç olmamıştı. Ama onun durumu bambaşkaydı. Yedi-sekiz yaşında bir çocuğun kopup geldiği dünyayı geride bırakması kolay değildi. O zamanlar bile bunu empati kurarak hissediyordum.

Kız konuşmamıştı. Yanına gittiğimde gözlerini kaçırmış, sessiz kalmıştı. Sadece ablalardan adının Sinem olduğunu öğrenmiştim. Ne kadar çabalasam da yanıt alamamıştım. Onu oyunlara çağırdım, etkinliklere katılmasını sağlamak istedim ama hep yalnız kalmayı tercih etmişti. Ta ki bir gün, okulda bizden birkaç yaş büyük kızların onu sıkıştırdığını görene kadar. Bir an bile düşünmeden yanına koşmuştum. Minicik boyumla o koca kızların karşısına dikildiğimde ona siper oldum. Öğretmenlerin gelmesiyle olay büyümeden kapanmıştı. O gün, Sinem'le arkadaşlığımızın miladı olmuştu.

O günden beri tam yirmi yıldır dosttuk. Şimdi Sinem Şırnak'ta görev yapıyordu. Yazılım mühendisiydi. Önemli bir şirket, ona sadece bir yıllığına Şırnak'ta görev yapması şartıyla inanılmaz bir teklif sunmuştu. O da kabul etmişti. Altı aydır oradaydı. Eğer bu hafta sonu boş vakit bulabilseydim, yanıma gelecekti. Erkin'in onu hatırlamasına şaşırmamıştım. Çünkü sürekli beraberdik. Üniversite yıllarında yurtta kalmasaydım, büyük ihtimalle onunla eve çıkardık. Yine de aynı şehirdeydik. Her hafta sonunu birlikte geçirirdik. Kime sorsanız, "Birce'nin yanında Sinem vardır." derdi.

Ama asıl beni şaşırtan şey, Erkin'in onu nasıl bulduğuydu. Bildiğim kadarıyla Sinem'in çalıştığı şirket, güvenlik nedeniyle tüm personel bilgilerini sıkı şekilde gizli tutuyordu. Onun Şırnak'ta görevde olduğunu sadece birkaç kişi biliyordu. Bu durum şirkette ciddi bir güvenlik açığı olduğunu gösteriyordu. Karşımda, Sinem'le beni tehdit etmeye kalkışacak kadar gözü dönmüş biri vardı ve bu kişi sıradan biri değildi. Sakin kalmalıydım. Elimden geldiğince ona koz vermemeliydim.

"Sinem kim?" dedim, onu tanımıyormuş gibi yaparak. Belki de bu sayede onu bu tehlikeden uzak tutabilirdim.

"Yapma uğur böceği," dediğinde sesindeki alaycı ton midemi bulandırdı. "Yurttakilere Birce desem, yanına bonus olarak hep Sinem derlerdi. Ne çabuk unuttun arkadaşını? Üstelik hâlâ görüştüğünüzü biliyorum." başımdan aşağı kaynar su dökülmüyordu ama vücudumdan soğuk terler boşalıyordu.

"Biz Sinem'le en son yurtta görüştük. O zamandan beri görüşmüyoruz.'' dedim titrek bir sesle. Telefondan bir hışırtı geldi.

"Beni aptal mı sandın? Bu numaralarla beni kandırabileceğini mi düşündün, Birce? Dostumu tutuklamışsınız. Bunun bir karşılığı olmaz mı sandın?"

Boris'i tutuklamışlardı. Ama onun Erkin için bu denli önemli olduğunu kimse bilmiyordu. Bu, doğru yolda olduğumuzun kanıtıydı. Ancak aklımı kurcalayan, kalbimi daraltan asıl mesele Sinem'di. Bu mücadeleye kaybedecek kimsem yok diye başlamıştım. Ama işler kontrolden çıkıyordu. Soğukkanlılığımı korumalı, bana öğretileni yapmalıydım.

"Ne yapacaktık yani? Terörist birini serbest mi bırakacaktık? Sen gerçekten bu işten elini kolunu sallayarak çıkabileceğini mi sanıyorsun, Erkin? Hangi hakla beni tehdit ediyorsun?" tam o anda telefonuma bir bildirim düştü ama hatta olduğum için bakamadım.

"Bir fotoğraf attım. Sana karışma hakkımı hatırlatır belki. Sadece bir günün var, Birce. Boris'i bana getirmeniz için. Yoksa sonrası sizin eceliniz olacak." telefon yüzüme kapanmıştı. Mesaja baktığımda beynim zonklamaya başladı. Sinem, yeni evinin önünde gülümseyerek telefonla konuşuyordu. Yakın mesafeden çekilmiş bir fotoğraftı. Her şey alt üst olduğunda içimden geçen tek bir isim vardı: Onat.

Gelmiş miydi bilmiyordum ama ayaklarım çoktan beni onun odasına götürmeye başlamıştı. Kapının önünden bir asker çıkarken gördüm, bu da Onat'ın geldiği anlamına geliyordu. Kapıyı çalmadan içeri daldım. Gözleri önümdeki evraklardan bana kayarken yüzündeki ifade hemen ciddileşti.

"Kapıyı çalmadan girmenin sebebi nedir asker?" dedi ama bu cümlenin asıl anlamını biliyordum: 'Kapıyı kapat. Konuşmamız lazım.'

Kapıyı hızla kapatıp arkamdan kilitledim. O da aynı hızla yanıma gelip beni göğsüne çekmişti. Başka bir zaman olsa bu sarılış içimi ısıtırdı. Ama şimdi, tek hissettiğim çaresizlikti. Kendimi hızla geri çektiğimde kaşları çatıldı.

"Ne oluyor Birce?" dedi, endişeyle. O kadar hızlı konuşmaya başladım ki ne dediğimi ben bile zor anlıyordum.

"Erkin aradı. Sinem'in fotoğrafını attı. Evinin yerini biliyor. Yarın akşama kadar Boris teslim edilmezse, Sinem'i öldüreceğini söyledi. Ne yapacağız? Eğer Sinem'e bir şey olursa... ben yaşayamam." omuzlarımdan tuttuğunda beni koltuğa doğru yönlendirdi.

"Sakin ol, Birce. Öncelikle Sinem kim?" kafamdan vurulmuşa döndüm. Sinem'den hiç bahsetmemiştim. Ya da bahsettiysem bile, Onat unutmuş olabilirdi.

"Kız kardeşim," dedim. Kaşları hafifçe havalandı.

"Biyolojik olarak mı?" dediğinde başımı hızla iki yana salladım.

"Hayır. Yurtta birlikte büyüdüğüm, hayattaki tek ailem dediğim kız kardeşim." başını anlayışla salladı.

"Nerede yaşıyor?" beynim durdu. Dilim tutulmuş gibiydim. Elleri nazikçe yüzüme dokunduğunda beni sakinleştirmeye çalıştı. Vücudum bir nebze gevşedi.

"Şırnak," dedim sonunda. Başını sallayarak telefonunu çıkardı.

"Tamam. Sıkıntı yok. Benim de Şırnak'ta görev yapan bir dostum var. Onu kardeşim gibi görürüm. Şimdi sen, Sinem'e çaktırmadan buraya gelmesi gerektiğini söyleyip adresini alacaksın. Ben de Sefa'ya haber verip onu getirteceğim." başımı hızla sallayıp hemen Sinem'i aradım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Onun hisleri çok kuvvetliydi. Operasyonu riske atmadan bu işi halletmeliydim.

"Canııım!" telefonda o hayat dolu sesini duyunca içimdeki endişe iki katına çıkmıştıı. Yaşama olan bağlılığı, ışıl ışıl sesiyle bana yumruk gibi çarptı.

"Canım, nasılsın?" dediğimde, Onat'ın bakışları bana döndü.

"İyiyim. Sen nasılsın?" diye sorduğunda fırsatı yakaladım.

"Ben pek iyi değilim aslında." dedim.

"Ne oldu cancan? Neyin var?" sesindeki telaşı anında hissettim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldığımda bu yalanı söylemek canımı yakıyordu.

"Yanıma gelebilir misin birkaç günlüğüne?" bir süre sessizlik olduktan sonra tekrar konuştu.

"O, Onat denen yüzbaşı mı bir şey yaptı?" birden bakışlarımı Onat'a çevirdim. Ondan bahsettiğimi anlamıştı. Duyduğu bu cümleye gülümseyerek karşılık verdi.

"Hayır. Hatta Onat'ın bir arkadaşı gelecekmiş Hakkari'ye. Bu akşam onunla gelmek ister misin?"

"Onat yüzbaşıdan Onat'a döndüğüne göre bir şeyler var," dedi hafif alayla. "Evden çalışıyorum üç gündür. Gelebilirim. Ama Onat'ın arkadaşıyla gelmem şart mı? Kendim de gelebilirim." nefesimi tuttum.

"Cancan, buralar çok güvenli değil. Son zamanlarda ortalık iyice karıştı. Güvenli bir şekilde gelmeni istiyorum." sessizlik olduktan sonra bir iç çekti.

"Tamam, bebek. Ben sana evimin adresini atacağım, sen de bana Onat'ın arkadaşının numarasını gönder," dedikten sonra telefonu kapattım. Gözlerim, bir süre yerde boşluğa takılı kaldıktan sonra yavaşça Onat'a döndü.

"Sefa gerçekten güvenilir biri mi?" sesim kendiliğinden kısılmıştı. Onat, yavaşça başını salladı.

"En az senin Sinem'e güvendiğin kadar güvenilir biri." bu cevap içimdeki kaygıyı bir nebze de olsa hafifletmişti. Telefonunu eline aldığında birkaç dokunuşla Sefa'yı aradı ve hoparlörü açtı. Yaklaşık on beş saniye sonra, karşıdan enerjik bir ses duyuldu:

"Hayırdır, yüzbaşı?" Onat'ın dudaklarında içten bir gülümseme belirdi.

"Nasılsın kardeşim?" Sefa'nın cevabı samimiydi:

"İyiyim, seni sormalı?" Onat, Sefa onu görüyor gibi başını salladı.

"Ben de iyiyim. Senden bir emaneti sağ salim buraya getirmeni istiyorum."

"Görev diyorsun yani?" sesi ciddileşmişti.

"Evet. Adresi sana atacağım. Sinem numaranı aldı, seni arayacaktır. Haberleşirsiniz."

"Tamamdır babacan, gözüm üzerinde. Görüşürüz." ardından telefon kapandı. Onat yerinden kalkıp yanıma geldiğinde dizlerinin üzerine çöktü. Avuçları yüzümü sardı ve gözleri gözlerimi yakaladı.

"Sefa'dan başkasına bu konuda güvenemezdim. Endişelenme, sağ salim gelecekler. Ama bunu albayla da paylaşmalıyız. Hadi gel." yüzlerimizin yakınlığından güç alarak dudaklarına hafif bir öpücük kondurdum.

"Teşekkür ederim," dedim sessizce. Gözleri, gözlerimde birkaç saniye daha oyalandı. Ayağa kalktığında alnıma bir öpücük kondurdu. Bu, kalkmam gerektiğinin işaretiydi. Onat önde, ben hemen arkasında albayın odasına doğru yürüdük. Kapıyı çaldığımızda içeriden tok bir "Gel," sesi duyuldu. İçeri girdiğimizde albay kaşlarını kaldırdı.

"Hayırdır inşallah?" Onat derin bir nefes aldı.

"Albayım, yaklaşık yarım saat önce Erkin, Birce'yi aradı. Eğer Boris'i yarına kadar serbest bırakmazsak, arkadaşını öldüreceğini söyledi. Konumunu bildiğini kanıtlamak için anlık fotoğrafını gönderdi. Arkadaşı Şırnak'ta, adı Sinem. Ben de Sefa'yı onu alması için gönderdim. Takriben akşama burada olurlar." albayın bakışları bana döndü.

"Hayatında değer verdiğin başka biri var mı?" düşünmeme gerek yoktu.

"Yanımda olmayan sadece Sinem var, komutanım." yalan söylemem, buradakilere haksızlık olurdu. Albay yüzünde saklayamadığı bir tebessümle başını sallamıştı.

"Tamam. O zaman görev bitene kadar arkadaşının senin yanında kalması daha doğru olur. Birce, bu görevde hedef sensin. Bu kansız herif, sana zarar verebileceği ne varsa kullanmaya çalışıyor. O yüzden önlemlerimizi almalıyız." haklıydı. Ama Sinem'e 'her şeyi bırak, yanıma gel' diyemezdim. O, kendi geleceğini inşa etmek için çok uğraşmıştı. Bu huzursuzluğu yüzümden okuyan albay sordu:

"Arkadaşın ne iş yapıyor?"

"Yazılım mühendisi komutanım. Bu şirkete girmek için çok uğraştı. Yaklaşık bir yıl boyunca başvuru yaptı, görüşmelere katıldı. Sonra bir gün, hiç beklemediği bir anda telefon geldi ama tek şart altı ay Şırnak'ta görev yapmasıydı. O da kabul etti." albay sandalyesinde öne eğildiğinde ellerini birbirine kenetlemişti.

"Sence de bu biraz fazla tesadüf değil mi, Birce?" şaşırdım.

"Nasıl yani, komutanım?" Onat'ın yüzü bir anda ciddileşti. Bakışlarını üzerime dikti.

"Arkadaşın aylarca çabalıyor, sonra biz bu timi kurduğumuz sırada işe kabul alıyor. Üstelik terör örgütünün diğer ayağı olan Şırnak'a gönderiliyor." kelimeler beynimde yankılandı. Gözlerim Onat'ı buldu.

"Üç gündür evden çalıştığını söyledi." Onat başını yavaşça salladı. Taşlar yerine oturuyordu. Bu da planın bir parçasıydı.

"Bu kansız her şeyi bir yapboz gibi kurmuş. Uzun süredir hayatındaysa, çevrende seni yaralayabilecek tek kişiyi de kontrol altında tutmak istemiştir." şu an karşımda olsaydı, tereddütsüz tetiğe basardım. Ama duygularımı bastırdım.

"Sefa onu buraya sağ salim getirecek. Geldiklerinde, Turgay'ın yanında görev alabilir. Zaten bir yazılımcı atanacaktı, Sinem'i öneririz." asker selamı verdim.

"Sağ olun, komutanım." başını eğerek bizi uğurladı. Odayı terk ettiğimizde Onat'a döndüm.

"Bu orospu çocuğunu öyle bir doğrayacağım ki inim inim inleyecek." sesim öfkeyle titriyordu. Bakışları benimki kadar öfke doluydu.

"Beraber güzelim, beraber." bir süre öylece bakıştık. Ben sustuğumda o da sakinleştiğimi fark etmiş olacak ki konuştu:

"Ben şimdi odaya geçip evraklarla ilgileneyim. Sefa yola çıkmıştır. Haber geldiğinde seni bilgilendiririm." tam arkasını dönmüştü ki, aklımı kurcalayan bir soruyu sormadan edemedim. Etrafta kimse olmadığından cesaretle sordum:

"İki gündür telefona bakmak hiç aklına gelmedi mi?" adımları durdu. Omzunun üstünden bakarken, saniyeler içinde yanıma geldi.

"Hesap mı soruyorsun?" irkilmiştim. Evet dersem, haddimi aşıyor muyum? Hayır dersem, içim rahat etmeyecekti.

"Soramaz mıyım?" dedim sessizce. Adımları yaklaştığında gözlerim etrafı yokladı. Yakınlığı beni boğuyordu.

"Seni şuracıkta, hiçbir şeyi umursamadan öpmemi mi istiyorsun?" bu cevap beklemediğim kadar cesurdu.

"Cevabım evet olurdu ama soruma hâlâ cevap vermedin. Kaşlarını alayla kaldırdı.

"Evrakları halletmem gerek. Sen de antrenmanına başla. Çıkışta yanıma gel, o zamana Sinem'le Sefa da gelmiş olur." arkasını dönüp uzaklaştı. Bir süre kıpırdamadan kaldım. Telefonuma baktığımda Sinem'in mesajını gördüm: ''Sefa ile haberleştik. Bir saate yola çıkıyoruz'' yazmıştı. İçim bir nebze olsun rahatladığında hızla üzerimi değiştirip antrenman salonuna geçtim. Timin tamamı oradaydı. Benden önce başlamışlardı. Kapıdan girdiğimi ilk fark eden Aybars oldu.

"Hoş geldin, Birce." başımı eğdim.

"Sağ olun komutanım. Herkes birlikte mi çalışıyor, yoksa bireysel mi?" diğerlerine göz gezdirdiğimde bireysel antrenman yapıldığını anladım.

"Bireysel. Ama sen bir gel, konuşalım." yakındaki oturma alanına geçmiştik. Saçları kızıl, gözleri keskin ve dikkat çekiciydi. Muhtemelen sakalları da öyleydi ama askeriyede uzatmasına izin olmadığı için hiç görmemiştim.

"Yüzbaşım, görev için gelişmeler var dedi. Ne oluyor?" derin bir nefes aldıktan sonra her şeyi anlamıştım. Anlattıkça yüz ifadesi sertleşti. Öfkesi açıkça belli oluyordu.

"Bu meslek hayatımda artık başka ne görebilirim diye düşünüyordum ama bu orospu çocukları her seferinde beni şaşırtmayı başarıyor." başını iki yana salladıktan sonra gözlerini bana çevirdi.

"Bak Birce, evet, ben senin komutanınım. Ama şu kapıdan çıktığımız anda senin kardeşinim. Bu artık bir görev değil; bu, kız kardeşime yapılan bir hainlik. O yüzden başına bir şey gelirse kapımı çalmaktan çekinme." gözlerim doldu ama sadece gülümsedim.

"Teşekkür ederim Aybars." aynı sıcaklıkla karşılık verdi. Ardından ayağa kalktı.

"Oyalanma asker. Düşman beklemez. Hadi!" diğerlerinin yanına geçip antrenmana başladım. Her geçen gün, timin birliği güçleniyor, eğitimlerdeki koordinasyon daha belirgin hale geliyordu. Şimal'le Aybars'ın arası düzelmişti. Oğuzhan'ın kardeşiyle olan sorunları da hafiflemişti. Her şey olması gerektiği gibi görünüyordu.

İki saatlik antrenmandan sonra hızlıca duş alıp koridora çıktım. Telefonuma baktığımda Sinem'den hâlâ bir mesaj gelmemişti. İçime huzursuzluk çöktü. Tam o anda Onat, odasından telefonla konuşarak hızla çıktı. Göz göze geldik. O an içime bir buz parçası gibi düşen hisle anladım, bir şey olmuştu.

"Tamam, biz çıkıyoruz yola," dedi ciddi bir ses tonuyla. Saniyeler sonra telefonum çaldı. Arayan Sinem'di.

"Birce... Birce bir şey oldu!" nefesim tutuldu ama sesi hâlâ canlıydı. Hayattaydı.

"Ne oldu Sinem? Sakin ol, ne oldu anlat!" arka planda ayak sesleri, koşuşturma, panik kol geziyordu.

"Sefa... Sefa'yı vurdular. Aslında beni vuracaklardı ama o üstüme kapanarak beni korudu. Çok fazla kan var, Birce. Şu an hastanedeyiz. Ne yapacağımı bilmiyorum." korktuğum başıma gelmişti. Onat, yüzümdeki ifadeden ne duyduğumu anlamış olmalı ki, eliyle "hadi" der gibi kapıyı işaret etti.

"Sakin ol ve hastaneden ayrılma. Yanına birilerini yollayacağım. Onlar gelmeden tuvalete bile gitme. İki saate yanındayım." telefonu kapatmıştı. Onat'la nasıl arabaya bindiğimi hatırlamıyordum bile, zihnim uyuşmuştu sanki.

"Sefa'nın durumu nasıl?" diye sordum, araba hızla öne atıldığında. Onat'ın gözleri dikkatle yoldaydı.

"Durumu iyi. Allahtan üstünde çelik yelek varmış. Kurşun koluna isabet etmiş sadece. Sinem biraz paniğe kapılmış, haliyle abartmış olabilir." başımla hızla onayladım.

"Bu yaptığı iyiliği ömrüm boyunca unutmayacağım." Onat'ın yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi.

"Onun işi bu, Birce. O da özel kuvvetlerde bir asker. Bizim için sivilin hayatı her zaman önceliklidir, bilirsin." haklıydı. Ama içimde kıpırdayan vicdan azabını susturamıyordum. Derin bir nefes aldığımda gözlerimi yola çevirdim.

"Ankara'da halletmem gereken işler vardı. Annem vefat ettiğinden beri hâlâ uğraşmam gereken bazı şeyler çıkıyor." bu konuyu açmasa, aklıma bile gelmezdi. Onat'ın annesiyle, hatta Oya dışında ailesiyle ilgili neredeyse hiçbir şey bilmiyordum.

"Eğer özel değilse... Annen neden vefat etti?" belki de sormamalıydım. Ama eğer aramızda bir şeyler olacaksa, birbirimize karşı dürüst ve şeffaf olmamız gerektiğini hissediyordum.

"Babam öldürdü." o an yer yarılsın istedim. Arabanın tavanı üzerime çökmüş gibi hissettim. İçimi ezen o korkunç duygu, Onat'ın yaşadıklarını düşününce derin bir sızıya dönüştü.

"Onat, ben... ö-" cümlem, elini elime almasıyla kesilmişti. Elimi usulca öptü, bırakmadı.

"Sen neden özür diliyorsun, güzelim? Eğer birbirimizi tanıyacaksak, bunları bilmen gerekiyor. Sadece zamanlama kötü oldu. Zaten anlatacaktım sana." gözlerimi ondan alamıyordum. Bu ağırlığın altında eziliyordum.

"Şu an anlatmak zorunda değilsin." bakışlarını saniyelik bana çevirdi.

"Yolumuz uzun. Zaten bir gün öğrenecektin." bu kez elini destek olmak istercesine ben sıktım. Yeniden elimi öptü ve ardından anlatmaya başladı.

"Kendimi bildim bileli babam alkolikti. Hayatım boyunca onu bir gece bile ayık görmedim. Ve alkol giren bir eve, şiddet de giriyor ne yazık ki." derin bir nefes aldı, kelimeleri boğazında düğümleniyor gibiydi.

"Annem de, Oya da yıllarca onun şiddetine maruz kaldı. Ben büyüyene kadar sürdü bu." içimde bir düğüm oluştu.

"Ben güçlenmeye başladıkça, artık anneme ve Oya'ya elini sürememeye başladı. Şiddet yerini psikolojik baskıya bıraktı. Anneme defalarca söyledim: 'Boşan, bu adam bizim ecelimiz olacak. Ben size bakarım,' dedim ama dinlemedi. Garip bir şekilde hâlâ ona karşı sevgi besliyordu. Bu böyle sürdü gitti. Hiçbir zaman ona tekrar el kaldırmasına izin vermedim. Ama bir noktada benim de kendi hayatıma devam etmem gerekiyordu." bir an sustu. Ellerimiz hâlâ birbirine kenetliydi.

"Harp okuluna başladıktan bir yıl sonra Oya da tıp kazandı. Ankara'daydık ikimiz de. Ben hafta sonları eve gelirdim, Oya hep evdeydi. Bir gün anneme ulaşamadım, bir şey olduğunu hissettim. Koşa koşa eve gittiğimde kapıyı kırıp içeri girdim. Babam, annemin üstündeydi, onu boğuyordu. Yüzü mosmordu. Birkaç saniye geç kalsam ölecekti." boğazıma koca bir taş oturdu sanki. Anlatmasın istedim.

"Ne yaptığımı çok net hatırlayamıyorum. Babamı annemin üstünden savurdum. Annemi kolundan tutup o evden çıkardım. Ağladı, yalvardı ama dinlemedim. Komutanımı arayıp durumu anlattım. Lojmanda anneme geçici kalacak yer sağladılar. O günden sonra babamı bir daha görmedik, ta ki..." derin bir nefes daha aldığında kelimeler ağzından güçlükle çıkıyordu.

"Ta ki annemi öldürdüğü güne kadar. Oya o gün nöbetteydi. Babam evi bulup gelmiş. Annemi dokuz yerinden bıçaklamış.''

"Yeter Onat! Kendine bunu hatırlatma, lütfen." dedim hemen. Bana döndü.

"Sen, bunu unutabileceğimi mi sanıyorsun?" gözlerime yaşlar doldu ama ağlamamak için direndim.

"Bu yaşananlar o kadar üzücü ki. Keşke elimden bir şey gelseydi Onat, keşke." ona bakarsam ağlayacaktım, o yüzden gözlerimi kaçırdım.

"Babam müebbet aldı. Ama yemin ederim Birce, mesleğime aşık olmasaydım onu kendi ellerimle öldürürdüm." bakışlarım bu sözle ona dönmüştü.

"Böyle insanlar bir saniye bile nefes almayı hak etmiyor." başını ağır ağır salladı.

"Oya nasıl peki?" adı geçince derin bir iç çekti.

"Henüz toparlayamadı. Bir yıl geçti ama geceleri hâlâ uyuyamadığını biliyorum. Bunu bana yansıtmamaya çalışıyor ama farkındayım. Hakkâri'ye gelmesini de biraz bu yüzden istedim. Bu süreçte yanında çok kalamadım. Sadece bir hafta izin alabildim, sonra göreve çıkmam gerekiyordu." görev beklemezdi, bilirdim. Ama içimden, keşke kurallar değişebilseydi diye geçirdim. O bir yıl boyunca hiç ayrılmasalardı.

"Sen ve Oya, hayatımda tanıdığım en güçlü iki insansınız. Eminim anneniz, şu an sizinle gurur duyuyordur." bana döndüğünde gözlerinde beliren parıltı, içimi sızlattı.

"Eğer onu koruyabilseydim, o zaman gurur duyardı." içimde bir yer daha yandı. Ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki, konuşmaya başladı.

"Kendimi suçlamamam gerektiğini, elimde olmadığını söyleyeceğini biliyorum. Ama bugünlük bu konu bu kadar. Başka zaman, başka ortamda uzun uzun konuşuruz. Olur mu?" sessizce başımı salladım. Bazen susmak, en büyük destekti. Başımı yola çevirdiğimde Şırnak tabelasını gördüm.

Bu günü, hayatımın en kötü günleri listesine yazmakta hiç tereddüt etmezdim. Sinem'in başına gelenler, Onat'ın yaşadıkları, hissettiğim bin tane duygu vardı. Onat'ın arabayı kavşaktan döndürmesiyle hastane binası karşımıza çıktı. İki dakika içinde hastanenin önündeydik. Araba durduğunda indiğimiz anda bütün bakışlar üzerimize çevrildi. Karargahtan geldiğimiz için kamuflajlıydık ve bu haliyle dikkat çekmememiz mümkün değildi. Hızla içeri girdiğimizde kapıdaki askerler, aradığımız kişinin hangi katta olduğunu söyledi. İkinci kata çıktığımızda, bekleme koltuklarında hüngür hüngür ağlayan Sinem'i görmek, ayaklarımın altındaki toprağı çekti sanki.

"Sinem!" başı bir anda bana döndüğünde bakışları beni bulur bulmaz kocaman sarıldı.

"Birce, ben çok özür dilerim." neden özür dilediğini bilmiyordu belki ama içinde bulunduğu karmaşa yeterince yıpratıcıydı. Saçını okşayarak yüzüne baktım.

"Özür dilemesi gereken sensin değil, benim. İyi misin? Bir yerinde bir şey var mı?" ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü.

"Şşş, Sinem. Bak Sefa iyiymiş, sen de iyisin. Ben buradayım. Artık güvendesin." gözleri yeniden bana döndü ve yeniden sarıldı. Dakikalarca öyle kaldık. Ta ki Onat'ın sesi duyulana kadar.

"Sefa'yı ziyaret edebiliriz." Sinem, sesi duyar duymaz başını omzumdan çekip Onat'a döndü. Onat elini uzattığında Sinem bakışlarını eline kaydırdı.

"Yüzbaşı Onat Aktan Kara." göz ucuyla bana baktı, ardından elini uzatıp tokalaştı.

"Sinem Arslan." tekrar bana döndü. Kıpkızıl saçları, yeşil gözleri ve bembeyaz teniyle o kadar narin ve güzeldi ki, yanında kendi kara saçlarım bana yabancı geldi.

"Hadi gidelim bebek." dedim ve başıyla onayladı. Onat önden yürümeye başladığında Sinem'in beni cimciklemesiyle başımı çevirdim. Ne düşündüğünü merak ediyordum.

"Kız bu adam Zeus mu? Bu ne?!" beklediğim tepkiydi bu. Yüzümdeki gülümsemeyi bastıramadım. Sırf beni rahatlatmak için böyle söylediğini biliyordum. İçimden bir yerde, bu dostane dokunuşun sıcaklığı hissediliyordu. Bir odanın önünde durduğumuzda Onat kapıyı çalıp içeri girmişti. İçeride Sefa yatıyordu. Kolu sargılıydı; başka da gözle görülür bir yarası yok gibiydi. Onat'ı görünce yerinden doğrulmak istedi ama Onat eliyle onu durdurdu. Sefa da kendini zorlamadı.

"Nasıl oldun babacan?" Onat'ın dudaklarındaki gülümseme, aralarındaki samimi iletişimi belli ediyordu. Demek ki aralarındaki bu hitap biçimi bir tür şakayla karışık anlaşmaydı. Gözlerim Sefa'ya kaydığında, yattığı yerden bile uzun boylu olduğu anlaşılıyordu. Sinem'in arkamda durduğunu hissedebiliyordum.

"Geçmiş olsun Sefa." sözlerimle birlikte bakışlarını bana çevirdi ve gülümsedi.

"Teşekkür ederim komutanım." ardından Sinem yanıma yanaşıp bir adım öne geçti.

"Ben çok özür dilerim Sefa. Gerçekten kendimi mahcup hissediyorum." Sefa, bulunduğu yerden biraz doğrulup gözlerini Sinem'e sabitledi.

"Ben bir askerim. Görevim seni korumak. Lütfen artık ağlama ve özür dileme." muhtemelen olaydan beri Sinem'in sürekli gözyaşı dökmesi ve özür dilemesi bu sözleri söylemesine neden olmuştu.

"Sefa kolay lokma değildir Sinem. Baksana, turp gibi maşallah! Yarına ayağa kalkar, hiçbir şeyi kalmaz." istemeden gülümsedim. Gerçekten de öyleydi. Eğer Onat onu yanımıza alacak kadar güveniyorsa, Sefa da sağlam biriydi. Kapı açıldığında içeri gireni doktor sanmıştım. Ama Onat kapıya baktığında yüz ifadesi dondu ve birkaç saniye öylece bakakaldı.

"Onat?" arkamı döndüğümde, içeri giren kadını gördüm. Kaşlarım istemsizce havalandı. Şırnak'taydık, hastanedeydik ve Onat'ı tanıyan tek bir doktor olabilirdi. Ama Onat onu tanımıyormuş gibi davranıyordu.

"Buyurun?" içimde bir sevinç dalgası yükseldiğinde kadının gözleri önce benim, sonra Sinem'in üzerinde dolaştı. Ardından Onat'a döndü.

"Dilek ben. Ankara'dan." Onat'ın ifadesi hâlâ donuktu.

"Çıkaramadım, kusura bakmayın." oysa sadece iki gün önce konuşulmuştu bu konu. Hatırlamaması imkânsızdı. Dilek'in yüz ifadesi bozuldu. O kadar belliydi ki, bu hali bana garip bir zevk verdi.

"Karşılıklı oturuyorduk. Selma teyzenin cenazesinde hep yanınızdaydım." Onat'ın annesinin adını bu şekilde öğrenmek istemezdim. Ama öğrendim. Onat, annesinin adını duyunca gözlerini Dilek'e dikti. Yüzündeki ifade sinirliydi.

"Sağ ol. Ama şu an Sefa'nın tedavisi, beni tanımandan daha mühim. Siz konuşun, biz dışarıda bekleyelim." bakışları bana döndü.

"Hadi güzelim." kalbim yerinden fırlayacak sandım. Dilek'in bana baktığını göremesem de hissetmiştim. Onat elimden tuttuğunda Sinem'e döndüm.

"Kapıda bekliyorum canım." başını salladı. Kapıdan çıktığımızda içimdeki öfkeyi tutamadım.

"Hadsiz." Onat'ın bakışları üzerime çevrildiğinde konuşmaya devam ettim.

"Hiç öyle bakma. Zor gününde yanında imajı çizmeye çalışıyor. İnsanların acıları ulu orta konuşulacak şeyler mi?" Onat yanıma gelip saçlarıma dokundu, nazikçe düzeltti.

"Haklısın. Ama beni o ilgilendirmiyor. Benim ilgimi çeken tek şey karşımda duruyor." sözleri kalbimi yumuşatsa da içimdeki öfkeyi söndürmeye yetmemişti. Dilek'e olan sinirim büyüktü. İnsan kayıplarını bu kadar yüzeysel konuşmak affedilir değildi. Kapı açıldığında Dilek çıktığında gözleri elbette Onat'taydı.

"Hasta iyi durumda. Kurşunu kendisi çıkardığı için doku zedelenmesi mevcut. Yarın taburcu olabilir." Onat başını salladı. Cevap vermeyeceği belliydi ama Dilek bunu anlamamıştı. Onat içeri yönelmek üzere hareketlendiğinde Dilek kolunu tuttu.

"Onat, beni tanımamış olamazsın." sabrım taşıyordu. Bakışlarım önce Dilek'in Onat'ın kolundaki eline, sonra Onat'ın yüzüne kaydı. Onat kendini geri çekince Dilek'in eli havada kaldı. Tam ağzını açacaktı ki, belki yapmamam gereken bir şey yaptım.

"Onat, canım sen içeri geç. Sefa'yla vedalaşalım. Burada kaybedecek bir dakikamız bile yok." Dilek bana öfkeyle baktığında Onat içeri girdi. Ben de tam ardından girecekken bu kez kolumdan tutulan ben oldum. Dilek'in bu alışkanlığı cidden sinir bozucuydu. Onat bana dönüp endişeyle baktığında ona gülümsedim. Kolumu hızlıca çekince Dilek'in canı acımış olmalıydı.

"Sen kimsin?" sorusuna yüzümde alaycı bir tebessümle karşılık verdim.

"Kolumdan pat diye çekebileceğin biri değilim." o da yüzüne alaycı bir ifade yerleştirdi.

"Askerime saygım sonsuz. Üniformandan dolayı sana da. Ama Onat benim çok eski arkadaşım. Bu yaptığın gereksiz.'' tek kaşımı kaldırarak ona yaklaştım. Postallarımın yere vuruşuyla tok bir ses yayıldı. Gözleri önce ayaklarıma, sonra tekrar yüzüme döndü.

"Askerine saygı duyan her Türk vatandaşına benim saygım daha büyüktür. Ama Onat seni umursamıyorsa, dibine kadar girmen anlamsız. Sabrım sınırlı. Sefa'yla ilgilendiğiniz için teşekkürler, doktor hanım. Kolay gelsin." arkamı dönüp içeri girdim. 'Sen kimsin?' deme haddini gösteren birine, nazik bile cevap vermiştim. İçeri girdiğimde herkesin yüzünde gülümseme vardı. İster istemez ben de gülümsedim.

"Nerede kaldın bebek?" yanına oturduğumda Onat'ın gözleri üzerimdeydi. Ona da saçma bir şekilde sinirlenmiştim. Sadece bir cenazede gördüğü biri, nasıl böyle davranma hakkını buluyordu kendinde?

"Birkaç parazit." Onat'a döndüm.

"Hasta ziyaretinin kısası makbuldür. Kalkalım mı?" sanki bunu dememi bekliyormuş gibi kalktık.

"Her şey için sağ ol Sefa. Toparlandığında seni Hakkâri'ye bekliyoruz." Sefa gülümsediğinde bakışları Onat ve bana kaydı.

"Çok yakında gelecek gibiyim zaten. Kendinize dikkat edin." Onat ve Sinem'le vedalaştıktan sonra odadan çıktık. Onat konuştu:

"Sinem'in eşyalarını toplayalım. Sonra oyalanmadan geçeriz." Sinem, temelli geleceğinden habersiz olduğu için şaşırdı.

"Eşyalarımı toplamaya gerek yok. El valizim yanımda. Zaten birkaç gün kalıp iş için geri dönmem gerek." derin bir nefes aldım. Bana döndüğünde, bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.

"Ne oldu?" diye sordu.

"Durum ciddi. Seni Hakkâri'ye transfer edebiliriz." söylemenin daha yumuşak bir yolu var mıydı bilmiyorum. Kaşları çatıldı.

"O ne demek?" Onat araya girdi.

"Hanımlar, burada dikkat çekiyoruz. Yolda konuşuruz." hızla hastaneden çıkıp arabaya bindik. Ön koltukta Onat'ın yanına oturduğumda tam konuşacaktım ki Onat beni durdurdu.

"Durumu ben izah edeyim." göz kırparak onayladım.

"Sinem, çalıştığın şirket bir terör örgütüyle bağlantılı." bu kelimeler, hiç terörle karşılaşmamış birine şok etkisi yaratabilirdi. Aynadan baktığımda Sinem'in ağzı açık, yüzü şok ifadesiyle kaplıydı.

"Bu operasyonla bağlantılı. Seni Hakkâri'ye götürmemiz gerekiyor. Orada da işine devam edebileceksin. Ama burada kalman güvenli değil." Sinem konuşamıyordu. Göz göze geldiğimizde devam ettim.

"Sinem, bana güvenmen gerekiyor. Senin kötülüğünü isteyecek hiçbir şey yapmam." başını hafifçe salladı.

"Şimdi kıyafetlerini al. Benim evime yerleşiyorsun. Diğer eşyalarını başkaları getirir."

"Başın belada mı, Birce?" ne söylemeliydim? Erkin'i biliyordu ama şu an zamanı değildi. Arka koltuğa dönüp yüzüne baktığımda gülümsedim.

"Ben bir askerim Sinem. Bela benim göbek adım." yüzünde en ufak mimik yoktu. Ciddiyetin farkına varmıştı.

"Her neyse. Gidelim ve şu işi halledelim. Evde konuşuruz." kısa süre sonra Sinem'in tarif ettiği eve vardık. Onat araçta kaldığında hızla toparlanmıştık, Sinem sessizdi. Fazla üstüne gitmedim. On dakika sonra tekrar arabadaydık. Yolda sessizlik hakimdi. Ne konuşacağımızı bilemiyorduk. Onat, düşüncelerimi okumuş gibi Sinem'e döndü:

"Hangi okuldan mezunsun Sinem?"

"Gazi." Onat başını salladı.

"Birce'yle hiç ayrılmadınız o zaman." aynadan Sinem'in gülümsediğini gördüm.

"Ayrılmadık. Bu gidişle de ayrılacak gibi durmuyoruz zaten." tek kaşımı kaldırdığımda ona döndüm.

"Şikayetçisin galiba bu durumdan." her zaman yaptığı ama Onat'ın yanında yapmaması gereken bir şeyi yaptı. Yanaklarımı minik bir çocukmuşum gibi sıktı.

"Ya Sinem!" dedim, kahkaha attı. Zorlukla kurtulup önüme dönmüştüm.

"Üzerindeki üniforma, yanaklarını sıkmama engel değil cancan," dedi. Onat'ın güldüğünü gördüm. Ona sinirliydim ama bunun için doğru zamanın burası olmadığını da farkındaydım. Yine de kendimi tutamadım.

"Ne o, komiğine mi gitti yüzbaşı?" diye karşılık verdiğimde arkadan Sinem'in "Ups," dediğini işittim. Sinirimi sezmişti.

Onat tek kaşını kaldırarak bana döndüğünde dudaklarındaki gülümseme daha da genişledi.

"Evet, komiğime gitti," dedi, sırıtarak yeniden yola odaklandı. Bir yanım gülüşünden öpüp geçmek istiyor, diğer yanımsa ona yumruk atma arasında gidip geliyordu. Gözlerim ondan ayrılmadı.

"Dileğe de böyle gülsen hoşuna giderdi. Çok meraklıydı gülümsemene." cümlelerimle onu rahatsız etmek istediğimde gülüşü aksine daha da yayıldı.

"Devam et," dedi, bariz bir şekilde dalga geçtiğini belli edercesine

"Neye devam edeyim?" dedim. O an araba hafifçe fren yaptığında bana dönerek ciddi bir ifadeyle konuştu.

"Eğer seni burada arkadaşının gözü önünde öpmemi istiyorsan, biricik kıskanmaya devam et." Sinem'in kahkahasını duyunca yüzüm yanmaya başladı, yine domatese dönmüştüm.

"Ben inebilirim arabadan, hiç sorun değil," dedi Sinem. Ona öyle bir hızla döndüm ki kafasını cama çevirip kahkahayı basması bir oldu. Onat ise arabayı yeniden çalıştırdığında hâlâ sırıtıyordu.

Sinem, henüz Onat'la aramda ne olduğunu tam bilmediği için bu çıkışa ikimiz de hazırlıksız yakalanmıştık. Ama onun tepkisi şaşkınlıktan çok eğlenmeye yakındı. Geri kalan bir saatlik yolculuk boyunca Onat ve Sinem'in yazılımla ilgili sohbetlerine kulak kesildim. Onat'ın asker olmasa, yazılım alanında ilerlemeyi düşünebileceğini öğrenmiştim. Evin önüne vardığımızda arabadan eşzamanlı indik.

"Seni de zahmete soktuk Onat. İstersen eve geçip biraz dinlen," dedi Sinem. Onat'ın bakışları hemen bana çevrildi. Sinem'in bilmediği bir detay vardı ama artık kaçamayacaktık.

"Aynı apartmanda oturuyoruz," dedim. Sinem'in bana dönüp attığı bakış resmen "sıçtın sen.'' bakışıydı. Onat da bunu fark etmiş olacak ki araya girdi:

"Daha taşınalı birkaç gün oldu," dedi, beni korurcasına. Onat, kapının önüne kadar bizimle geldi.

"Her şey için tekrardan teşekkür ederim Onat," dedi Sinem. Onat, başını hafifçe sallayarak karşılık verdi. Bu, teşekkürlük bir durum değildi. Bizler, gerektiğinde canını ortaya koyabilecek insanlardık. İçeri geçtikten sonra, bakışlarımı yeniden Onat'a çevirmiştim.

"Yanımda olduğun için teşekkür ederim," dedim. Gözlerinde o parıltı belirmişti. Daha önce birkaç kez görmüştüm. Hayır, yanılmıyordum. Gözleri bana bakarken gerçekten parlıyordu.

"Sen izin verdiğin sürece, her zaman biricik," dedi. Yine biricik demişti. Kalbim içten içe ısınıyordu. Dayanamadım ve ona sarıldım. Kolları belimi sardığında o da başını boynuma gömdü. Kendine has bir kokusu vardı, sanki yalnızca ona ait bir sıcaklıktı. Keşke zaman o an durabilseydi. Bir kum saatinde taneler donsa, dünya dursaydı. Ama asansör kapısının "ding" sesi ve Oya'nın sesi gerçeği yüzümüze pat diye çarptı.

"Ov. Özür dilerim," dedi Oya, şaşkınca.

"Yanlışlıkla bu katta inmişim. Hemen çıkıyorum, siz şey yapmayın. Özlettin kendini Birce, uğra bir ara." cümlelerini aceleyle tamamlayıp tekrar asansöre bindiğinde gülmeden edememişti.

"Her zaman bu kadar heyecanlı mıdır?" dedim. Onat ise çoktan bana dönmüş, gözlerini üzerime dikmişti.

"Beni evlendirmek için heyecanlı," dedi. Kaşlarımı alaycı bir şekilde kaldırdığımda bir adımla ona yaklaştım. Neredeyse yüz yüzeydik.

"Sizinle evlenmek için kızlar kapıda sırada, komutanım. Kendini hatırlatmaya çalışanlar mı dersin, unutmamak için ağlayanlar mı..." dediğimde göz bebekleri büyümüştü. Etkilenmişti. Başını biraz eğdi, dudaklarımız neredeyse birbirine değdiğinde...

"Sen o kapıyı çoktan kırıp geçtin," dedi. Tam öpecekken geri çekildim. Hâlâ kızgındım. O bana her şeyi açıklamadan bu his geçmeyecekti.

"İyi geceler komutanım," dedim ve içeri girip kapıyı kapattım. Onat'ın afallamış hâli beni güldürdü. Aptal bir sırıtışla salona geçerken Sinem ayağa kalktı.

"Ne zaman anlatmayı düşünüyordun? Düğün davetiyesi mi atacaktın? Kızım, sen bu adama gıcık olmuyor muydun? Baksana, bırak iki çocuk yapmayı, isimlerini bile koymuşsunuz!" önüme geldiğinde onu kolumun altına aldım. Benden kısa olduğu için bunu sık sık yapar, onu sinir ederdim.

"Dur bir soluklan cancan. Bu ne hız?" dedim. Karnıma attığı çimdikle kendimi geriye çekerken nefesim kesildi.

"Sıçarım senin bacağına, köpek! Bana anlatmayıp kime anlatacaksın? Otur, geç şuraya!" koltuğa zorla oturtulduğumda kaçışım olmadığını anlamıştım. Onunla dertleşmeyi ne kadar özlediğimi o an fark ettiğimde gülümsedim.

"Ne öğrenmek istiyorsun?" karşımdaki koltuğa oturup ellerini bağladığında tam bir mahalle ablası modundaydı.

"Sen bu adama ayar olmuyor muydun? Ne ara öpüşecek kıvama geldiniz?" derin bir nefes aldım.

"Baştan beri bana ilgisi vardı ama ben kondurmak istemedim. Askeriyede gönül işleri pek hoş karşılanmaz, bilirsin." gözlerimin içine öyle dikkatle baktı ki, zihnimi okuduğunun farkındaydım.

"Karşında kandırabileceğin biri yok, farkındasın değil mi Birce?"

"Ee kandırmıyorum ki zaten."

"Bu ilgi tek taraflı olsaydı, adamla öpüşecek hale gelmezdiniz," dedi. Ayaklarımı koltuğun kolçağına uzattığımda bakışlarımı ona diktim.

"Hoşlandığımı inkâr edemem," dedim. Gülümsedi. Gönül işleri onu yumuşatırdı.

"Kız, adam dalyan gibi. Farkındasın değil mi, talih kuşu kondu başına?" bu kez ben tek kaşımı kaldırdım.

"Pardon da, ben de filinta gibiyim. Asıl onun başına kondu talih kuşu. Aman dikkat etsin de uçmasın." sırıttı.

"E öyle tabi. Senin gibisini yedi cihan bir araya gelse bulamaz. Olaylar nasıl gelişti, onu soracağım ama bu Dilek ne iş?" beklediğim soru sonunda gelmişti. Koltukta dik oturup ona yöneldim.

"Onat'a aşık. Bana doğrudan söylemedi ama gözlemlerim öyle. Oya, yani Onat'ın kardeşi doktor. Tayini buraya çıktı. Dilek'le aynı hastanedeler. Dilek özel olarak buraya atanmak istemiş. Tek nedeni Onat." Sinem'in yüzü ekşidi.

"Utanmasa 'beni neden hatırlamadın' diye masanın üstüne çıkıp ağlayacaktı," dedi. Başımı salladım.

"Onat'ın tavrı netti. Kızın yüzüne bile bakmadı," dedim.

"Her neyse. Sende yok mu bir şeyler?" diye sorduğumda omuzlarını silkti.

"Beni bilirsin, bugün var yarın yok. Bugün yok, yarın çok." gülümsedim. Bakışları gülüşümde asılı kaldı.

"Hep mutlu ol Birce'm. En çok sen mutlu olmayı hak ediyorsun." karşı koltuğa geçip ona sıkıca sarıldım. Bugün Sefa olmasaydı, belki o da burada olmayacaktı. Bu düşünce içimi acıttı.

"Hep beraber mutlu olalım cancan." sarılmamı karşılıksız bırakmadı. Bana baktı.

"Onat iyi birine benziyor. Ama unutma böyle adamlar önce vatana, sonra karısına aittir." gülümsedim.

"Yanındayken kendimi güvende ve huzurlu hissediyorum. Operasyondan dolayı dışarda çok zaman geçiremedik ama onun yanında olduğum her saniye, içimdeki fırtınalar dindi." başımı kucağına koymuştum. Saçlarımla oynamaya başladığında gözlerim yavaşça kapanmaya başladı.

"Yanındayken ne kadar mutlu olduğun çok belli oluyor. Rütbe meselesine gelince, fazla kafaya takmaman gerektiğini düşünüyorum. İş işte, seks evde," dedi yüzünde yaramaz bir gülümsemeyle. Kafamı kaldırıp bacağına ani bir çimdik attığımda kahkaha atarak geriye yaslandı. Beni sinirlendirmeyi alışkanlık haline getirmişti.

"Ne yani, yalan mı kızım? Ne yapacaktınız, evde uslu uslu oturup film mi izleyecektiniz?" ona ters ters bakmayı sürdürdüm.

"Her şeyin bir zamanı var," dedim. Beni yeniden kucağına alıp saçlarımla oynamaya başladı.

"Sen zaten neyin doğru olduğunu bilirsin," dedi yumuşak bir ses tonuyla. Kısa bir sessizlik oldu. O, beni sıkıştırmamak için soru sormuyordu. Ama ben artık susmamalıydım. Gerçeği anlatmanın zamanı gelmişti. Kucağından usulca kalkıp tam karşısındaki koltuğa oturdum. Derin bir nefes aldım.

"Neden buraya geldiğimi, neler olduğunu merak ediyorsun. Aslında bunu sana anlatmamam gerekmiyor ama muhtemelen yarın albay tüm detayları vereceği için, önce benden duy istedim." başını yavaşça sallayıp gözlerini bana dikti.

"Diyarbakır'da görevdeyken buraya çağrıldığımı biliyorsun. Hakkari'de büyük bir terör yapılanması var. Gerçi sen de Şırnak'tan aşinasın bu tarz durumlara." yutkunup devam ettim:

"Hatırlıyor musun, yurttayken beni rahatsız eden bir çocuk vardı?" yavaşça başını salladı.

"İşte, buradaki örgütün başındaki kişi o." gözleri bir anda irileşti.

"Hassiktir. Şaka yapıyorsun, değil mi?" gözlerimi ellerime indirdim. Keşke öyle olsaydı. Sessizce başımı salladım.

"Birce, bu ne demek? Nasıl anladınız onun o olduğunu?" ona döndüm.

"Bana bir video gönderdi. Maskesi vardı ama sesi... ve bana hitap edişi... her şey aynıydı." ellerini yüzüne götürüp sıvazladığında şaşkınlığı tüm bedenine yansımıştı. Erkin'den neler çektiğimi en iyi o bilirdi.

"Üstlerin biliyor mu bunu?" başımı tekrar salladım.

"Bu senin mesleğin için bir sıkıntı yaratmaz mı? İnanamıyorum."

"Sürecin başında kimse anlam veremedi zaten. Ben bile. Özel bir göreve seçildim ve karşıma çıkan düşman yıllar önce beni taciz eden adam olunca haliyle herkes şok oldu. Görüşmek istedi benimle. Onunla görüştüm." bu sözlerim, Sinem'in bardağı taşıran son damlası oldu. Ayağa fırlayıp odanın içinde hızlı adımlarla volta atmaya başladı.

"Görüştüm mü dedin? Birce sen ne diyorsun? Çocukluğumuzun kabusuyla görüşmeye mi gittin? Ya sana bir şey olsaydı?" endişesini çok iyi anlayabiliyordum.

"Sinem, canım ben askerim. Bunun için eğitildim. Karşımdaki kim olursa olsun, görev her zaman önce gelir. O gün de öyle oldu. Görüştük ama tüm tim yanımdaydı." olduğu yerde durup bakışlarını bana çevirdi.

"Adı neymiş?" yıllarca öğrenmeye çalıştığımız o isimi sonunda öğrenmiştik.

"Erkin. Bir de ikizi var: Ekin. Meğer o da bizim yurttaymış ama hatırlamıyorum." başını sallayıp histerik bir şekilde güldü.

"Şu an biri bizimle dalga geçiyor gibi hissediyorum." birden bir şey hatırlamış gibi gözlerini bana dikti.

"Benim şirketimin onunla bir bağlantısı var mı?" asıl konuya nihayet gelmiştik.

"Otur, sana detaylı anlatayım." karşıma geçti. Derin bir nefes alıp her şeyi tek tek döktüm. Erkin'in beni aramasını, gönderdiği fotoğrafı, Umut Albay'ın analizlerini, her şeyi anlatmıştım.

"Böyle bir olayın içine seni çektiğim için kendimi çok suçlu hissediyorum," dedim. Ne kadar söylesem de içimdeki mahcubiyeti tarif edecek kelime bulamıyordum. Karşı koltuktan kalkıp yanıma geldi ve bana sımsıkı sarıldı.

"Öyle işin içine tüküreyim ben. Ülkeyi bölmeye çalışanların altında çalışacağıma, istifa ederim. Hatta keşke bu kadar zaman bile çalışmasaydım. Hem sen, sen benim kardeşim gibisin, bunu biliyorsun, değil mi? Senin başın beladaysa ben huzur içinde yaşayabilir miyim? Beraber olduktan sonra altından kalkamayacağımız zorluk yok." ona sarılmak dünyanın en güvenli yeri gibiydi. Bir süre öyle kaldık. Sonra yavaşça kendimi çektim.

"Yeter bu kadar duygusallık. Yarın albay sana her şeyi detaylı anlatır zaten. Ben biraz torpil geçtim, arkadaş kontenjanından girdin bu işe. Ama şimdi markete gidiyoruz, aylardır ertelediğimiz kız gecesini sonunda yapıyoruz." ikimiz de hızla ayaklandık. Sinem'in eşyalarını yerleştirdik. Telefonuma baktığımda Onat'tan bir mesaj vardı:

Onat Aktan Kara: Sefa eve geçti. Merak etmişsinizdir diye düşündüm. Durumu iyi, bir sıkıntı yok.

Birce Sağlam: Teşekkür ederim, haber verdiğin için.

Tam kapıya çıkmış, ayakkabılarımızı giymeye başlamıştık ki telefonum yeniden titredi. Merakla ekrana baktım:

Onat Aktan Kara: Muhtemelen şu an dışarı çıkıyorsunuz. Bir şeye ihtiyacınız varsa ben alabilirdim.

Birce Sağlam: Bazen benim eğitimli bir asker olduğumu unutuyorsunuz, yüzbaşım.

Telefonu cebime koyup Sinem'in koluna girdim. Asansöre birlikte bindik. Hemen elli metre metre ilerimizde bir market vardı, saat çok geç değildi, açıktı.

"Onat'la aynı apartmana neden taşındın?" diye sordu. Evime düzenlenen suikasti söylesem, burada bayılır kalırdı.

"Öyle gerekti," dedim sadece. Daha fazla kurcalamadı; bazı şeylerin meslek sırrı olduğunu bilirdi.

Markete girdiğimizde hızlıca abur cubur ve atıştırmalıklar aldık. Kasada her zamanki gibi "sen mi ödeyeceksin ben mi" savaşı yaşansa da galip gelen yine bendim. Eve doğru yürürken Sinem çevredeki evleri meraklı gözlerle inceliyordu. Gösterdiği bir eve doğru bakarken, hemen yanındaki karanlık bir noktada bir silüet fark ettim. İlk başta göz yanılması sandım. Ama karartı bir adım öne çıktı.

Erkin'in ikizi, Ekin karşımızda duruyordu.

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz buraya yazabilirsiniz. 💖

Yeni bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz.

Instagram/Tiktok/İnstagram:monsoleil777

 

Bölüm : 17.10.2024 18:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...