15. Bölüm

BÖLÜM ON DÖRT

monsoleil016
monsoleil016

Merhabalar! Bu bölümde tabiri caizse dananın kuyruğu kopuyor fksdfksdf Başından beri bazılarınızın merak ettiği o sorunun cevabı bu bölümde 🫢 Yorumlarınız ve oylarınız benim için çok kıymetli. Özellikle bu bölümün oy hak ettiğini düşünüyorum. Tepkilerinizi merak ediyorum.

İYİ OKUMALAAAR!! ❤️‍🩹❤️‍🩹

Bu kitaptaki tüm karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür.Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777

 

Bir gün biter, evvelsi gün peşi sıra onu takip eder. Hayat böyle bir döngüdür; ne olursa olsun, bir çark gibi dönmeye devam eder. Bitmeyecek sandığın geceler, geçmeyecek dediğin acılar, belki de içinde daima hatırlanacak hatıralar bırakır. Ama zamanla, hepsi geçer.

O sabah, Onat'ın hayatındaki en zor dönemlerin izlerini taşıyan o mahalledeydik. "Bu sabahı da edersem daha da ölmem," dediği yerlerden birindeydik. Kendisi de söylemişti; annesinin ölümü dışında hayatındaki her şey bu sokaklarda şekillenmişti.

"Aktan'ın dünyasına hoş geldin," dediğinde, burada herkesin ona Aktan dediğini fark etmiştim. Yanımdan geçip arkamızdaki kadına doğru ilerlediğinde, hâlâ ellerimiz birleşikti; doğal bir refleksle onunla beraber yürüdüm. Kadının yanakları al aldı. Onat, elimi bırakıp kadının elini öpmek için uzandığında usulca izlemeye başladım.

"Feride teyzem," dedi. O kadar samimi bir tabloydu ki, yüzümde istemsiz bir gülümseme belirmişti. Feride teyze ise el öptürmek şöyle dursun, Onat'ı kendine çekip yanaklarından öptü.

"Benim kara kuzum gelmiş," dedi. "Gelmez bir daha demişlerdi ama ben dedim, ben ölmeden beni görmeye gelir dedim." acaba akrabası mıydı? Kadının bakışları benim üzerime kayınca yüzündeki tebessüm daha da büyüdü.

"Bu kızımız kimdir? Gel hele evladım, köşede öylece kaldın. Gel yanıma bakayım." ne yapacağımı bilemeden Onat'a baktım. Göz kırptığında bunu bir işaret olarak algılamıştım. Birkaç adım atarak Feride teyzenin yanına vardığımda elini öptüm ve usulca geri çekildim.

"Birce ben, efendim. Memnun oldum." Feride teyzenin yüzündeki memnuniyet, kelimelere dökülmese de rahatlıkla okunuyordu. Bakışlarını Onat'a çevirdiğinde, memnuniyetini dile getirmekten de çekinmedi.

"Hanım kızımız ne güzel maşallah. Kendine göre birini bulmuşsun." sonra tekrar bana döndü.

"Teyze de sen de bana yavrum. 'Efendim' falan ne öyle, yabancı gibi." başımı usulca salladım.

"Tamam Feride teyze." gülümsedi. Onat:

"Feride teyze, biz mahalleyi biraz dolaşmak istedik. Gitmeden sana tekrar uğrarız, olur mu?"

"Tamam yavrularım. Ama gitmeden mutlaka uğrayın, olur mu?" vedalaştıktan sonra mahalleye doğru yürümeye başladık. Her iki adımda bir durup selam verdiğimiz insanlar, Onat'ın mahalleye geldiğini kısa sürede öğrenmişlerdi. Herkes onu görmek için adeta sıraya girmişti.

Onun çocukluk anılarını paylaştığı yerlerde dolaşmak bana iyi gelmişti. İçimde, sanki onu yıllardır tanıyormuşum hissi giderek büyüyordu. Hem anlatıyor hem gülümsüyordu. Nihayet bir ara sokaktan dönünce, karşıda bir ev belirdi. Onat'ın bakışları o eve kilitlendiğinde, buranın onun evi olduğunu anlamıştım. Derin bir nefes aldığında ardından tebessüm ederek bana döndü.

"İşte her şeyin başladığı ve son bulduğu yer." ona bakarken o evi görmek istemedim.

"Burada olmak sana iyi gelmiyorsa, gidebiliriz." başını iki yana salladı.

"Aksine, Birce. Burada seninle olmak bana iyi geliyor. Tek başıma olsaydım, farklı olurdu. Ama şu an seninleyim ve burası daha çekilebilir geliyor." yüzümdeki gülümsemeyi bastıramadım.

"Bunu bir aşk itirafı olarak sayabilir miyim, yüzbaşım?" gözleri parladığında gülümsemesi derinleşti.

"Onun yeri burası değil, diye düşünüyorum." kalbim hızlandı. O sırada, evin içinde bir hareket fark etmiştim.

"Sanırım birileri taşınmış," dedim. Gözleri usulca eve kaydığında omzunu silkti.

"Belki başkaları için, dört duvar bir çatıdan ibaret olmayan, güzel anılar biriktirecekleri bir ev olur." içimde bir şeylerin parçalandığını hissettim. Ona bu cümleyi kurduran insanlara içimden lanet etmiştim.

"Aspava yemeye gidelim mi?" dedim birden. Bakışlarını tekrar bana çevirdiğinde beklemediği bir teklifti. Ama ben insanların acılarının üzerine gitmeyi seven biri değildim. Onunla saatlerce konuşurdum, dertleşirdim ama şu an bunun zamanı olmadığını biliyordum.

"Buraya kadar gelmişken, tabii ki yiyeceğiz," dedi. Bu cevabı içimi rahatlattı. Yolda yürürken birkaç ailenin hâlâ Onat'ın maddi desteğiyle ayakta durduğunu öğrenmiştim. Kendi yoktu ama yüreği hâlâ bu mahalledeydi. Feride teyzeye tekrar uğradıktan sonra Aspava'ya gitmek için yola koyulduk. Oraya geldiğimizde genç bir çocuk bizi karşıladı. Onat'ı görünce yüzü aydınlandı.

"Onat komutanım! Hoş geldiniz!" dedi ve Onat'a sımsıkı sarıldı.

"Dur oğlum, dursana!" dese de sarılmasına engel olmadı.

"Komutanım, geliyorsunuz ama bize haber vermiyorsunuz. Aşk olsun vallahi," dedi genç, sonra bana bakıp yüzünde yaramaz bir gülümsemeyle tekrar Onat'a döndü.

"Olmuş galiba." Onat, çocuğun kafasına şaka yollu bir şaplak attı.

"Ağzının ayarı yine maşallah, Doğukan. Hadi, bizim masaya her zamankilerden getir." masamıza oturduk. Mezeler önümüze dizilmeye başladığında, buranın o meşhur yemekleri gözler önüne serilmişti. Onat, akademi yıllarından, buradaki arkadaşlıklarından, buraya ne kadar sıklıkla geldiğinden bahsetti. Yemeklerimiz geldiğinde sohbet eşliğinde yedik. Onat'ın bana bakışları zaman zaman öyle tanıdık geliyordu ki, sanki yıllardır hayatımın bir köşesinde varmış gibiydi. Yemeğimizi bitirip karargaha döndük. Ertesi gün hepimizi zorlu bir görev bekliyordu.

O gün, Onat'ın geçmişine tanıklık ettiğim, benim için anlamlı bir gündü. Bazen bu kadar hızlı açılması beni düşündürmüyor değildi ama içimde onu çeken güçlü bir his vardı. Belki de bu yüzden düşünmeyi bırakmıştım. Karargaha vardığımızda tüm tim bir aradaydı. Planın üzerinden son kez geçtikten sonra herkes odasına çekilmişti. Bana da bir oda tahsis edilmişti. Duşa girip yatağa uzandığımda, geçmişi düşünmemeye çalıştım. Duygularımla hareket etmeyecektim artık.

Erkin'le yaşadığım yüzleşme, bir operasyonun başarısızlığına neden olmuştu. Bu hatayı bir daha yapamazdım. Gözlerimi kapatırken yalnızca güzel anıları düşündüm. Onat'ın mahallesini, insanların ona duyduğu sevgiyi, onun geniş yürekliliğini. Belki de uzun zamandır ilk defa, içim umutla doluydu. Telefonun alarmı çaldığında, bir an nerede olduğumu anlamakta zorlandım. Bugün bir dönüm noktası olacaktı.

Dışarı çıktığımda teğmenlerin sabah içtiması için sıraya girdiğini görümüştüm. Gülümsedim. O an, aklıma kendi ilk günlerim geldi. Hepsi şimdi gözünü kırpmadan ölüme yürüyebilecek noktadaydı. Başlarındaki çavuşun selamını alıp hızla geçtim. Toplantı odasında Oğuzhan, Alperen ve Selin beni bekliyordu. Beni görünce ayağa kalktılar.

"Günaydın," dedim. Hep bir ağızdan karşılık verdiler.

"Dün neler yaptınız? Özlemiş misiniz Ankara'yı?'' soru herkeseydi ama Selin'in cevaplamayacağından emindim. Alperen başladı:

"Özlemişiz tabii komutanım. Gençliğimiz burada geçti. Yarı memleketimiz." Oğuzhan ekledi:

"Siz özlemiş misiniz?" başımı salladım.

"Ankara'da yaşayan herkesin hayatına en az bir kez dokunmuştur bu şehir. Özlememek mümkün mü?" tam o sırada Selin, histerik bir şekilde güldüğünde gözlerimi ona çevirdim.

"Özür dilerim komutanım. Ben de Ankara'da doğup büyüdüm. Ama sizin aksinize, bana iyiliği dokunmuş bir şehir olmadı." dedi. Ağzımı açacakken timin diğer üyeleri içeri girdi. Onat ve Caner yüzbaşı önde, Şimal ve Aybars arkalarındaydı.

"Günaydın, oturun," dedi Caner komutan. Hepimiz yerimize geçtiğimizde Gözlerim Onat'a kaymıştı. Yorgundu. Muhtemelen gece boyunca planı tekrar tekrar gözden geçirmişti. Bana her ne kadar belli etmese de gergindi. Gözlerini yavaşça kapatıp açarak "İyiyim," demeye çalıştı. Ama içimdeki huzursuzluk azalmamıştı.

"Büyük gün geldi çattı. Geceye hazır mısınız?" diye sordu Caner komutan. Hep bir ağızdan onu cevapladık:

"Her zaman, komutanım." bakışlarını Onat'a çevirdi.

"Seninkiler hazır. Allah yardımcınız olsun, komutanım. Bir şey olursa destek için buradayız."

"Allah razı olsun." Onat'ın bu sözüyle Caner komutan hafifçe başını eğerek dışarı çıktı.

"Planın üzerinden iki kere geçtik. Tekrar etmeye gerek yok diye düşünüyorum. Davet akşam yedide başlayacak. Organizasyon şirketi kimliğimizle saat beşte orada olmamız gerekiyor," dedi Onat ve kolundaki saate baktı.

"Saat henüz 10.00. Gün boyunca antrenman yapacaksınız. Saat 16.00'da, dün ayarladığımız kıyafetlerle birlikte karargâhın önünde olmanızı istiyorum." baş hareketimizle onları onaylamanın üzerine herkes spor salonuna yönelmişti. Onat'ın bu antrenmanı fiziksel hazırlıktan çok zihinsel toparlanma için verdiğini biliyordum. Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunurdu. Bu kadim ilkenin gereklerini yerine getiriyorduk.

Salona vardığımızda ikili gruplar halinde çalışmaya başladık. Benim rakibim Selin'di. Ama onun gözleri başka yerdeydi, zihni dalgındı. Attığım yumruktan son anda sıyrıldıysa da ayağına taktığım çelmeyi fark edemediği için dengesini kaybedip yere yığıldı. Elimi uzattığımda sessizce tuttu ve kalktı. Gözleri gözlerime kilitlendi.

"Neyin var, Selin?" dedim. Gözlerimin içine baktı. O bakışı tanıyordum. Bakışlarında çaresizlik vardı.

"Bir şeyim yok," dedi. Ama gözleri aksini söylüyordu.

"Herkese her şeyini anlatmak zorunda değilsin. Ama inan bana, bir şeyleri birileriyle paylaşmak hayatı daha çekilir kılıyor." başını yavaşça salladı.

"Her zaman buradayım." günler sonra yüzünde ilk kez samimi bir gülümseme belirdi. Sanki önümde ben vardım. O benim aynadaki yansımam gibiydi. Aynı sıcaklıkla ben de ona gülümsemiştim.

Bu konuşmadan sonra bir daha kelime bile etmedik. Zaman öyle hızlı aktı ki, saatin 15.00 olduğunu Oğuzhan söylediğinde farkına varabilmiştim. Hızlıca duş alıp sivil kıyafetlerimi giydim. Bugün hiçbirimiz asker olduğumuzu belli etmeyecektik. Herkes görev tanımına uygun giyinmişti. Saat tam 16.00'da tim karargâhın önündeydi. Birkaç dakika sonra uzaktan Onat ve Caner yüzbaşının geldiğini gördüğümüzde ortam bir anda ciddileşti. Herkes hazır ola geçti. Başlarıyla rahat olmamızı işaret edince, tekrar eski pozisyonumuza dönmüştü. Caner komutan Onat'a döndü:

"Önce Allah'a, sonra birbirinize emanetsiniz, yüzbaşım."

"Sağ ol, Caner yüzbaşım. Sen de Allah'a emanetsin." bu kısa vedanın ardından tüm tim, bizi dışarıda bekleyen jipe binmişti. Oldukça büyük ve donanımlı bir araçtı. Muhtemelen TSK tarafından özel olarak tahsis edilmişti.

"Kulaklıklarınızın son kontrolünü yapın." kontroller tamamlandı. Araç içinde bir düzenek vardı; Onat ve ben içeridekilerle bu sistem üzerinden iletişim kuracaktık.

"Birce ve ben sizi buradan izleyeceğiz. Aksi bir durumda Caner yüzbaşı destek ekibini yönlendirecek. Ama ben size güveniyorum. Bugün işi bitireceğiz." bitirmek zorundaydık. Herkes can kulağıyla Onat'ı dinliyordu.

"Plan sizde, koordinasyon bizde. Hadi bakalım, görelim sizi." Onat'ın sözlerinin ardından hep bir ağızdan "Emredersin!" diye bağırdık. Yüzündeki memnuniyeti gizleme gereği duymamıştı. Bu görevde beklenti büyüktü. Herkes yerlerine geçince içeride sadece Onat ve ben kaldık. Önümdeki ekrana baktığımda tim üyelerinin pozisyonlarını aldığını görmüştüm.

"Onların yanında olmak ister miydin?" neden böyle bir soru sorduğunu anlamadığım için kaşlarımı çatarak ona döndüm.

"Elbette isterdim. Neden böyle sordunuz, komutanım?" görev anındaydık ve hiyerarşi her şeyin önündeydi.

"Gözlerinde o arzuyu gördüm." söyleyecek bir şey bulamadığımda sadece başımı eğdim. O da konuyu uzatmadı. Davet henüz başlamamıştı. Timdekiler çevre düzenlemeleriyle ilgileniyordu.

"Bu gece her ne olursa olsun kendini ortaya atmayacaksın. Bana söz ver." bakışlarım sözleriyle birlikte Onat'a döndü.

"Kendimi ortaya atmam. Operasyonu riske sokacak hiçbir şey yapmam, komutanım. Emin olun."
Yüzüme baktı ama söylediklerime inanmamış gibiydi. Kaşını kaldırdı.

"Sana inanmalı mıyım, Birce?" bu kez ben ona sorgulayıcı gözlerle baktım.

"Emrinize itaat etmeyeceğimi düşünseydiniz, beni bu time almazdınız, değil mi komutanım?" Haklıydım. O da bunu biliyordu. Başını sallayıp ekrana döndü. Aybars ve Şimal, karşılama görevindeydi. Bir hareketlilik olsa, ilk onlar fark ederdi. Ki öyle de oldu. Aybars'ın yanına biri yaklaştı ve dam kulağına eğildi. Duyduklarımız, sistem sayesinde netti.

"Az sonra davetin en önemli misafirlerinden biri gelecek. Ona lütfen odasına kadar eşlik edin. Aybars mükemmel bir rol performansıyla mahcup bir tavır takındı.

"Elbette, efendim." adam onu süzdüğünde memnuniyetle omzuna dokundu ve içeri ilerledi. Aybars hemen elini ağzına götürerek konuşmaya başladı:

"Komutanım, sesi alabildiniz mi?"

"Evet, her şeyi duyduk," dedi Onat, sistem üzerinden. "Adamın dediği gibi misafirle beraber odaya çıkıyorsun. Cebindeki böceklerden birini yerleştiriyorsun ve çıkıyorsun." bu bizim için önemli bir fırsattı.

"Anlaşıldı, komutanım." Onat'a döndüm.

"Erkin, Boris'in bu daveti söylemiş olabileceğini de düşünmüştür. Burada olduğumuzu biliyor olabilir." bakışları bana kaymadı, gözlerini ekrandan ayırmadı.

"Olabilir. Bakalım, haberi olduğu hâlde bu davete gelecek kadar yürekli mi?" tam bir şey diyecektim ki, kamerada bir hareketlilik oldu.

"Birinci adamımız geldi," dedim. Giriş yapan adam ve etrafındaki korumalar onun önemli misafir olduğunu belli ediyordu. Aybars onu karşıladığında kısa bir hoş geldiniz faslından sonra içeri geçtiler. İlginç olan, adam korumalarını içeri sokmamıştı.

"Üst düzey güvenlik önlemi alındığı söylendi. O yüzden korumaları dışarıda bıraktı," dedi Onat.

Kameradan izlediğimiz kadarıyla başka bir hareketlilik yoktu. Aybars, adamla odaya kadar çıktı. Nezaketi sayesinde bahşiş bile almıştı. Adam arkasını döndüğünde, Aybars böceği yerleştirdi. 1-0 öndeydik. Aniden Alperen'in sesi yankılandı:

"Komutanım, buradakiler arka kapıdan birinin geleceğini söylüyor. İçeriye çok sayıda koruma girdi. Sanırım Erkin geliyor." balık oltaya geliyordu. Onat hemen yerinde dikleşti.

"Hepiniz dikkat çekmeden arka kapıya yönelin. Orada ne işiniz olduğunu sorarlarsa, karşılama görevi için yönlendirildiğinizi söyleyin." tim hızla hareket etti.

"İçeri girer girmez mi alacağız, yoksa daha tenha bir yerde mi?" sorumu tam bitirmiştim ki, arka kapıda hareketlenme oldu.

"Ne oluyor?" Aybars'tan yanıt geldi.

"İçeri giriş yapıyor komutanım. Şu an önümüzde. Hemen alalım mı, yoksa yukarıdaki misafirle görüştükten sonra mı?" Onat, gözünü ekrandan ayırmadan konuştu.

"Konuşmalarını bekleyin. Ondan sonra." saniyeler sonra ekranda Erkin belirdi. Her zamankinden farklı, sade bir kıyafetle gelmişti: üzerinde beyaz gömlek ve krem rengi kumaş pantolon vardı. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir iş insanı gibi görünüyordu. Bakışları çok kısa süreliğine Aybars'a değdiğinde, Aybars rolüne sadık kaldı.

"Hoş geldiniz, efendim." Erkin başını sallayıp yanından geçtiğinde istemsizce nefesimi tutmuştum. Derin bir nefes aldım. Erkin, kısa bir selamlaşmadan sonra odaların olduğu yöne ilerledi. Büyük ihtimalle az önce gelen misafirin yanına gidecekti.

"Oğuzhan ve Alperen, Erkin'in bulunduğu katta pozisyon alın. Görülmemeye dikkat edin." Onat'ın net ve sakin komutuyla birlikte Oğuzhan merdivenlere yönelmiş, Alperen ise asansöre binmişti. Sessizlik içinde, farklı yolları kullanarak katta ilerliyorlardı. Kameralardan gördüğümüz kadarıyla, Erkin çoktan odaya girmişti. Onat, masanın üzerindeki kontrol paneline uzanıp böcek dinleme sistemini etkinleştirdiğinde derin bir nefes aldım. Artık her şeyi duyabilecektik.

"Seni görmek ne büyük şeref, sinyor Utku!" bu ses Erkin'e aitti. Ses tonu rahattı ama konuşmasında bir ironi gizliydi. Utku ismi Türkçeydi ama "Sinyor" hitabıyla yabancı olduğu iması dikkatimi çekmişti. Acaba İtalyan olabilir miydi?

"O şeref bana ait Erkin. Nasılsın?" ardından kısa bir tokalaşma sesi geldi.

"Süperim. Umarım sen de iyisindir. Sana ihtiyacımız var." Utku histerik bir şekilde kahkaha attı.

"Bana mı yoksa hazineye mi?" Onat'la bakışlarımız çarpıştı.

"Her ikinize de diyelim." ardından bir kadeh tokuşturma sesi geldi ve Utku tekrar konuştu:

"Her şey harika ilerliyor. Elbette, piyasada olmayan bir silah üzerinde çalıştığımız için süreç biraz zaman alıyor." bilinmeyen bir silah. Ne tür bir şeydi bu? Kafam sorularla doluydu ve cevaplarını alamamak beni rahatsız ediyordu.

"Bu işte en iyisi olduğunu bilmesem seninle çalışmazdım Utku. Sana güvenim tam. Ödemenin kalanını ise bugün alacaksın." demek ki bu buluşmanın amacı ödemeydi. Oysa Boris, Erkin'in bir arkeologla görüşeceğini söylemişti. Peki ya Utku arkeologsa? Bu silah dedikleri şey, tarihi bir buluş muydu yoksa?

"Bizim aramızda para lafı olmaz Erkin. Sonuçta aynı amaç için savaşıyoruz. Hazinenin yerini ne kadar erken bulursak, ikimiz de kazançlı çıkarız." yine aynı kelime: hazine. Her şeyin merkezinde bu vardı.

"Yeni kuracağımız devlet için!" bir kez daha kadeh tokuşturma sesi geldiğinde Onat'ın sesi kulağımda yankılandı:

"Siktiğimin devletsiz piçleri. Anca hayal kurarsınız." elindeki telsizi kavradı ancak elimi onun bileğine uzatıp durdurdum. Göz göze geldik.

"Kapıda onlarca koruma var. İçeri girersek çatışma çıkar. Sivil kayıplar kaçınılmaz olur. Bunu göze alabiliyor musunuz komutanım?" gözlerinde kısa bir tereddüt belirip yok oldu. Saatine baktıktan sonra yeniden bana dönmüştü.

"Yaklaşık iki dakika içinde biri yangın alarmına basacak. Kaos başlayınca korumalar Erkin'e ulaşmaya çalışacak. Biz de o arada onu paketleyeceğiz." elbette planı vardı. Bu kadarını hesaplamamış olması imkansızdı. Başımı usulca sallayarak onayladım. O sırada, odadan Erkin'in sesi yükseldi. Cümlesiyle birlikte bedenim olduğum yerde dondu.

"Uğur böceğinin bir hikayesi vardır, bilir misin Utku?" gözüm Onat'a kaydı. Biliyordu. Şu an dinlendiğini fark etmişti.

"Kafalarına göre dolaşırlar. Güzel yaratıklardır ama bu huylarını hiç sevmem." içimdeki öfke artıyordu. Onat bunu fark edip dizime elini koyduğunda sakinleşmemi istiyordu. Ama bu adamı ellerimle öldürmeden içim rahat etmeyecekti.

"Dinlendiğimi biliyorum. Eğer şimdi çıkmama izin vermezseniz, kapıdaki canlı bombayı patlatırım. Bir tuşa basmam yeterli." Onat hemen tepki verdi. Böceğin mikrofonunu aktif hale getirdi.

"Odadan her çıkmaya çalıştığın saniye, hayatta kalma süreni azaltıyor. Binada senden ve arkadaşından başka kimse kalmadı. Teslim olmayı dene." yalan söylüyordu ama zorundaydı. Gerçek şu ki bina henüz tamamen boşaltılmamıştı. Erkin'in kahkahası tiz ve rahatsız ediciydi.

"Beni yeni yetme biri mi sandın? Herkesin burada olduğunu biliyorum. Anlaşacak mısın, yoksa bunca insanın ölümüne mi sebep olacaksın?" Onat soğukkanlıydı.

"Dene bakalım. Cehennemde bize el sallarsınız belki." elini dudaklarına götürüp susmamı işaret etti. Ardından karşısındaki ekranı gösterdiğinde o an her şeyi anlamıştım, bina çoktan boşaltılmıştı. Korumalar da etkisiz hale getirilmişti. Sadece Erkin'in katındakiler kalmıştı. Yüzümde bir gülümseme belirdiğinde 1-0 öndeydik. Erkin sessizliğe gömüldü. Kapanın içinde olduğunu biliyordu.

"Girdiğin delikte benden fazla bahsetmemişler Erkin. Bundan sonra adımı sıkça duyacaksın." Erkin'in sinirlendiğini nefes alışverişinden bile anlayabiliyordum. Böceği çıkarıp ayağının altında ezdiğinde bağlantı kesildi.

"Sinirine yenilen, bu oyunda kaybeder." Onat haklıydı. Telsizden gelen sesle irkildim. Şimal'di.

"Beni duyuyor musunuz?" kaşlarım çatıldı.

"Evet Şimal. Bir sorun mu var?" Onat'ın sesi endişeliydi. Ardından Aybars'ın sesi duyuldu:

"O ne demek Şimal? Neredesin, ne oluyor?" Onat komutayı devraldı.

"Aybars, karışma. Şimal, anlat." telsizden cızırtılar geldi. Ardından tanımadığımız bir erkek sesi duydum:

"Onat komutan sen misin?" Aybars küfrettiğinde Onat onun aksine soğukkanlı kaldı.

"Sen kimsin?"

"Kim olduğum önemli değil. Bu saldırıyı ön görebileceğimizi düşünmeliydiniz. Sarışın bombayı yaşatmak istiyorsan bir şans sunuyorum: Bir askerine karşı başka bir asker." Onat anında bana döndüğünde elini kaldırdı.

"Sakın. Bu bir kere olur. Sakın, Birce." verdiğim karar gözlerinden okunmuştu.

"Şimal orada ve sivil insanlar var. Bu bombayı patlatmasına izin veremeyiz."

"Bir askerimi ölüme yollayıp diğeri de ölürse daha mı iyi bir komutan olurum?" haklıydı. Ama ben mantığımı kaybetmiştim.

"Ben gidiyorum. O odaya girecek ve Erkin'i çıkaracağım. Karar sizin komutanım." Bir dinleme böceği kulağıma yerleştirdiğinde onun dilinde bu bir tamamdı. İstemese de başka seçeneği yoktu.

"Seni her saniye duyacağım. Eğer bir an bile sesini duymazsam, içeri girer ve o herifi öldürürüm."

"Bana güven Onat. Bu işi birlikte başaracağız. Şimdi gitmem gerek." kapıya uzandığım an, kolumdan çekip beni kendine döndürdü. Dudaklarıma ani ve sert bir öpücük kondurdu.

"Dikkatli ol." elimi yanağına koyup okşadım. Başımı salladım ve gözlerine bir kez daha bakmadan dışarı çıktım. Koridorları hızla geçtiğimde hedef kata ulaşmıştım. Oğuzhan ve Alperen'i gördüm. Göz göze geldiğimizde başımı salladım. Kapıyı açtığım anda telsizden Aybars'ın sesi geldi:

"Şimal iyi, komutanım. Sorun yok." artık bu oyunu bitirme vaktiydi. İçeriye girdiğimde Erkin tekli koltukta oturmuş, bacak bacak üstüne atmıştı. Gülümsemesi mide bulandırıcıydı.

"Seni görmek güzel, Birce." bu hadsizliğini Onat'ın da duyduğunu bilmek beni öfkelendiriyordu.

"Buraya senin için geldiğimi düşünecek kadar aptalsın." kaşını kaldırdığında dudaklarının kenarında o alaycı gülümseme sabitti.

"Senin benim için geldiğini kendime inandıracak kadar sana aşığım belki de."

Bu sözleri duyduğumda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Vücudumun her hücresi aniden kasıldığında titremeye başladım. Eğer bu sözleri Onat söylemiş olsaydı, büyük ihtimalle heyecandan olduğum yere bayılırdım. Ama karşımda duranın varlığı midemi bulandırıyordu. O anda kulağımda Onat'ın sesi yankılandı ve içimdeki kasveti biraz olsun dağıttı:

"Aşk, onun o pis ağzına alabileceği kadar basit bir şey değil, Birce. Sana aşık olacak biriyse, o kişi bu herif değil." beni teselli etmeye çalıştığını hissedebiliyordum. Ama buna rağmen bedenim hala diken üzerindeydi.

"Seninki aşk değil, Erkin. Kendini senelerdir inandırdığın bir alışkanlık sadece." bunu gerçekten inanarak söylemiştim. Ve ne yazık ki o bunun farkında değildi. Ekin daha önce, onun psikolojide sosyopat denilen bir kişilik bozukluğu yaşadığını söylemişti. Araştırdığımda gördüm ki bu kişiler aşırı takıntılı oluyordu. Erkin'deki en belirgin semptom buydu.

"Bunu ben de düşündüm biliyor musun, Birce? Çok denedim. Ergenliktir dedim, Nesini sevmiş olabilirsin ki bu kadar diye sordum kendime. Ama bak işte, geldiğim noktaya bak. Senin için buradayım." onun bu zırvalıklarını dinlemek için gelmemiştim. Zaten içeri girer girmez karşısında dikilmiştim. Gözlerim istemsizce odanın içinde gezinmeye başladığında olası bir tehlikeye karşı hangi hamleyi yapacağımı düşünüyordum. Tam o sırada Onat'ın sesi kulağıma fısıldar gibi geldi:

"Konuşmasına izin ver Birce. Bu duygusallığından faydalanacağız. Ama yanına yaklaşma, sana dokunmasına izin verme." Erkin'in zaafı bizim için bir avantaja dönüşmek zorundaydı. Bu durum hem Onat'ın hem de benim midemi bulandırsa da görev her şeyin önündeydi. Odadaki tekli koltuğun hemen önünde açılmış bir yatak vardı. Daha fazla ayakta kalmak istemediğimden, yatağın ona en uzak köşesine oturdum. Bunu yapar yapmaz, gözlerindeki donukluğun yumuşadığını fark ettim. Bir adım yaklaşmam bile onu etkilemeye yetiyordu. Midem bulanırken, aklım sadece görevdeydi. Duygularımı susturmalıydım.

"Bana olan hislerinden dolayı mı bulaştın bu işlere? Karşıma geçip konuşmayı neden denemedin?" eğer karşıma çıksaydı, muhtemelen o an gırtlağına sarılır, onu oracıkta öldürürdüm. Ama şimdi böyle bir şey yaparsam her şey mahvolurdu. Bakışlarını gözlerimden ayırmadan, donuk bir ifadeyle bana bakmayı sürdürüyordu. Ondan korkmuyordum. Asıl korkum, ona neler yapabileceğimdendi.

"Denemedim mi sanıyorsun?" kaşlarımı çattım. Eğer gerçekten karşıma çıksaydı hatırlardım. Yıllardır kabusum olan bu adamın gözlerini nerede görsem tanırdım.

"Ne zaman?" bakışları anlık elindeki viski bardağına kaydı. İlk kez gözlerime bakmadan konuşuyordu.

"Sen akademiye ilk gittiğinde, ilk izninde geldiğin hafta sonu." gözlerini tekrar bana diktiğinde o berrak hafızası beni ürkütüyordu. Her detayı en ince ayrıntısına kadar hatırlıyordu. Bu, hastalığının bir parçasıydı.

"Orospu çocuğunun hatırladıklarına bak." Onat'ın sesi kulaklarımda yankılandığında haklıydı. Ama bunu Erkin'e belli etmeden fırsatı değerlendirdim.

"Nasıl çıktın karşıma?" vücudu hafifçe dikleştiğinde anlatmaya hazırlandığını fark ettim.

"Çalıştığım kafeye geldin. Seni orada görünce inanamadım. Eğer çenendeki o ben olmasa, belki seni tanıyamazdım. O zaman Tanrı'ya inandım. Yıllardır seni karşıma çıkarmayan Tanrı, seni benim çalıştığım yere getiriyorsa bir bildiği vardır dedim. Ama seni korkuturum diye çekindim. Sonuçta güzel anılarımız yok." masum bir aşk hikâyesi anlatır gibi konuşuyordu. Bu hali bile ne kadar hasta bir zihne sahip olduğunu gösteriyordu. Anlatmaya devam etti. Timdekilerin kulaklıkta fısıldaşmalarını duydum. Beni almak için kapının önündeydiler ama Onat'tan emir gelmeden içeri girmeyeceklerdi.

"O gün karşına geçtim, 'beni hatırladın mı?' diye sordum. Yüzüme uzun uzun baktın. Hatırladığını sandım. O an umutlandım.'' elindeki viskiyi tek dikişte içti. Kaç kadeh içtiğini bilmiyordum ama sesinde en ufak bir titreme yoktu.

"'Seni tanımam mı gerekiyor?' dedin. O günkü yüz ifaden hâlâ aklımda, Birce." bu anıyı hatırlamıyordum. Ama belli etmedim.

"Peki, örgüte katılmaya nasıl karar verdin? Nereden buldun onları? Eğitimli birisin, neden böyle bir yola saptın?" uzun süredir kafamı kurcalayan buydu. Gözleri benimkilerle buluştuğunda bakışlarında çaresizlik vardı. Belki başka biri olsaydı, acıyabilirdim. Ama bir kez isteyerek insan öldüren biri, benim gözümde masumiyetini sonsuza dek kaybederdi.

"Bunun için buradasın, değil mi?" hayır, bunu anlamamalıydı. Burada olmamın sebebini duygularım zannetmeliydi.

"Hayır. Sadece beni karşılıksız bu kadar sevmeni anlayamıyorum. Erkin biliyorsun, seni buradan çıkarmam saniyelerimi almaz. Ama nasıl bu kadar duygusalsın, onu merak ediyorum."

"Aferin güzelim. Çok iyi gidiyorsun." Onat'ın onaylaması içimi rahatlattı. Erkin başını ellerinin arasına aldığında dizlerine yasladı.

"Bu sevgiyi içimde bastıramıyorum. Seni sevmekten nefret ediyorum ama kendimi durduramıyorum. Bu örgüt, o hazine hepsi bir bahaneden ibaret, Birce. Asıl mesele sensin. Sen yoksan, bu dünyanın hiçbir anlamı yok benim için." mideme bir yumruk yemiş gibi oldum. Her "seni seviyorum" deyişi, içimi kemiren bir suçluluk duygusuna neden oluyordu.

"Bunların hiçbirinin kıymeti yok. Hasta pezevenk sadece kendine kılıf uyduruyor. O normal biri değil, Birce. Kendini suçlu hissetme." Onat yine içimi okumuştu. Gözlerimi dikleştirerek Erkin'e döndüm.

"Eğer bunları gerçekten benim için yaptıysan, o zaman teslim ol." Onat yine devreye girdi:

"Teslim olursa cezai indirim alabileceğini söyle. Gerçek değil ama inandırmamız gerek."

"Teslim olursan, ceza indirimi alman için elimden geleni yaparım." yerdeki bakışlarını kaldırdığında gözlerinin içi ışıldadı. Onu düşündüğüm yanılgısı hoşuna gitmişti.

"Beni mi düşünüyorsun?" asla. Öyle bir şey asla mümkün değildi. Ama öyleymiş gibi davranmalıydım.

"Ben bir askerim. Ve görevim, seni öldürmekten önce bu cehennemden seni çıkarmaktır." daha fazla yumuşatamazdım.

"Yüzbaşıyla aranda ne var?" sorusuyla irkildiğimde ne diyeceğimi bilememiştim. Ama Onat benden önce davrandı:

"Onu aramızda hiçbir şey olmadığına inandır, Birce.''

"Onat yüzbaşıyla aramda bir şey yok. O benim komutanım. Bu kadar." inanmamıştı. Gözlerinden okuyordum.

"Onunla ilk burada mı tanıştın, Birce?" kaşlarım çatıldı. Bu sorular da neydi böyle?

"Evet. Neden soruyorsun?" kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. Gözlerini Onat'ın saklandığı böceğe dikerek konuştu:

"Ona bahsetmedin, değil mi komutan?" neler oluyordu?

"Odadan çık, Birce." Onat'ın sesi sertti ama içimdeki merak galip geldi.

"Neyi sakladın benden, Onat?" Erkin ayağa kalktığında uzun boyuyla önümde yükseliyordu.

"2021 yılında Kuzey Irak'ta göreve gitmiştin, hatırlıyor musun?" hatırlıyordum. Ama o bunu nasıl biliyordu?

"O zaman belli bir süre hafızanı kaybetmiştin. İşte o görevde senin hayatını kurtaran kişi Onat'tı, Birce. O seni o zamandan beri tanıyor."

Ayaklarım yere çivilenmiş gibi kaldım. İçimdeki her şey altüst olmuştu.

 

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz. 💖

Yeni bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz.

Instagram/Twitter/Tiktok:monsoleil777

 

Bölüm : 07.11.2024 19:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...