
Merhabalar! 🤍 Normalde bu hafta bölümümüz gelmeyecekti ama 5K olmamızın şerefine hasta yatağımdan size bölüm atıyorum (: Ben size sizi seviyorum demesem de olur bence jgnfdjgnd Sizden tek ricam oy ve yorumlarınızı eksik etmemeniz. 🤍 Her bölümü yaklaşık yüz kişi okuyor ama tek tük yorum var :( Her hafta sizin için burada olmaya çalışıyorum, sizde yorumlarınızı benden eksik etmeyin lütfen 🤍
İyi okumalar!
Ne zaman kendimi iyi hissetsem, hayat sanki kendine gel dercesine bir darbe vururdu. Ne zaman her şey çok güzel olacak desem, hayat bunun aksine bir hamle sergilerdi. Alışmıştım. İçinde bulunduğum durumda şu an bu durumun örneklerinden biriydi. Onat'la yan yana olmak beni mutlu ediyor, beraber vakit geçirmek beni keyiflendiriyordu.
Gelen telefonla bize gelen sürenin sonuna geldiğimizi anlamıştım. Onat İstanbul'a gideceğimizi söylediğinde çok bir şey anlamamıştım. Olayın etkisinde de olduğum için çok idrak edememiştim. Şu an eve gidip duşa girmem, yola çıkmam içinde zinde olmam gerekiyordu. Onat'la yarım saat sonra evin önünde buluşmak için sözleştikten sonra eve inmiştim. Sinem çoktan uyumuştu. Saat yarın işe gidecek insanlar için oldukça geçti. Hızlı bir şekilde kendimi duşa attığımda, soğuk su her zamanki gibi beni kendime getirdi. Kendimi kuruladıktan sonra üstüme sivil kıyafetlerimi giydim. Onat sivil olmam gerektiğini söylemişti. Saçlarımı da kuruttuktan sonra Sinem'in odasına gidip yanağına ufak bir buse kondurdum. Üstü çok açık uyurdu, senelerdir böyleydi. Üstünü de örttükten sonra evden çıkmıştım. Onat aşağıda beni bekliyordu. Beni gördüğünde direkt arabanın şoför koltuğuna oturdu. Ben de hemen yanına geçmiştim.
''Neler oluyor?'' bakışları beni tartmak ister gibi bana döndü.
''Sen nasıl oldun? Kendine geldin mi?'' benim bakışlarım onun aksine yoldaydı. Omzumu silktim.
''Ben zaten kendimdeyim komutanım. Neler oluyor? Seni dinliyorum.'' bakışlarımı ona çevirdiğimde onun bakışları yoldaydı.
''Kazıdan çıkan harita replika çıktı.'' şaşırdım. Olduğum yerde bütün vücudum ona döndü. Taktığım emniyet kemeri buna bir ölçüde engel olmuştu.
''O nasıl oluyor?'' onunda bu konu hakkında çok bilgisi olmadığını anlayabiliyordum.
''Melih arayıp bu haritanın sahte olduğunu ama bir aynısını da Kapalıçarşı da gördüğüne emin olduğunu söyledi.'' başlıyorduk. Bir şey ya da birileri bizim bu çıkmazdan çıkmamıza asla izin vermiyordu.
''Bundan emin mi peki?'' omuz silkti.
''Gidip görmeden emin olup olmadığını anlayamayacağız sanırım.'' kendimi bazen bir bilim kurgu filminin ortasında hissediyordum. Peşinden koştuğumuz haritalar, hazineler çok absürt geliyordu.
''Bütün tim beraber mi gidiyoruz?'' bunun böyle olduğunu biliyordum ama teyit etmek istedim.
''Evet.'' şu an muhtemelen herkes kendini ayıltmış, karargaha doğru ilerliyordu. Yaklaşık birkaç dakika sonra karargaha gelmiştik. Gece vakti ve ormanlık alan olduğu için oldukça ıssızdı.
İçeri ilerlediğimizde Onat o kadar gergindi ki kapıdaki askerin selamını bile görmezden geldi. Normalde onlara karşılık vermeden geçmezdi. Toplantı odasına geldiğimizde birkaç saat önce yan yana olduğumuz ekiple yine bir aradaydık. Ama şu an tek fark vardı, herkesin kafası oldukça yerindeydi. Yerinde olmak zorundaydı. Çünkü Onat'ı azıcık tanıdıysam şu an kendinde olmadığı halde burada olan kim olursa olsun burnundan getirirdi. Onat'ı görünce bütün tim ayaklandı. Tek bir eliyle hepsine oturmasını işaret ettiğinde, ben de boşta olan Oğuzhan'ın yanına oturmuştum.
''Neler oluyor?'' direkt sorusu Meliheydi. Melih önündeki haritayı masaya serdiğinde ne kadar büyük olduğunu o zaman fark etmiştim. Devasaydı. Adeta dünya haritası gibiydi. Ama tek bir fark vardı, bu harita sadece Şırnak ve Hakkari sınırlarını kaplıyordu.
''Bu harita hayatımda gördüğüm en kapsamlı haritalardan biri. Aklımda kalmasının sebebi de buydu. Kapalı çarşıda var olduğuna eminim. Çünkü ben yüksek lisansımda bu haritanın araştırmasını yapan İngiliz bir adamı araştırmıştım.'' Onat'ın bakışları haritadan direkt Melih'i buldu. Şüphelendi. Haklıydı. Bu kadar silsilenin içinde bu da bir tesadüf olabilir miydi? Ama şüphesini Melih'e yansıtmamayı tercih etti.
''Şu an orada olduğundan nasıl emin olabiliriz peki?'' bu Melih'i tartmak için sorduğu bir soruydu. Bunu biliyordum.
''Şu an orada olduğundan eminim. Çünkü eğer hala devlet tarafından korunuyorsa şu an oradadır. Ama onun yerine başka bir şey konduysa bilemem. İş burada size kalıyor yüzbaşım. Orada duran emniyet güçlerine ulaşacağız ya da yok ben gözümle görmek istiyorum derseniz atlayıp gideceğiz.'' Onat bir süre düşündü. Buraya zaten gitmek için gelmiştik. Düşünmesinin sebebinin İstanbul'a gidip gitmemek olduğunu biliyordum.
''Gidiyoruz. Ama şöyle bir şey yapıyoruz. Herkesin telefonları an itibariyle toplanıyor.'' timdeki kimse buna şaşırmamıştı. Çünkü Onat olması gerekeni yapıyordu. Eğer içeride bir hain varsa, karşı tarafa bilgi ulaştırmasını engelliyordu. Ben içeride bir hain olduğunu düşünmüyordum ama tedbiri elden bırakmamakta fayda vardı.
''Bize ne zaman güveneceksin komutan? Sonuçta hepimiz devlet atamasıyla buraya gelen insanlarız.'' Melih'in kendince bunu sorgulaması normaldi. Onat ayaklandı.
''Ben bazen kendime bile güvenmem Melih. O yüzden hiçbir zaman.'' dedikten sonra Aybars'a döndü.
''Ekiptekilerin telefonlarını toplayın. Bir saat içinde uçak ayarlanacak.'' Aybars asker selamına geçip onayladı.
''Emredersiniz komutanım.'' Onat odadan çıktıktan sonra Aybars söylediği gibi telefonları toplamıştı. Melih'in ekibi kendi arasında konuşuyordu.
''Bu haritanın varlığına bile inanmıyordum.'' Güneş'in sesiyle herkesin bakışları onu bulmuştu bile. Peşi sıra Alpcan konuşmaya devam etti.
''Ben hala görmeden inanamayacağım sanırım.'' kendimi tutamadım.
''Bu harita neden bu kadar önemli ve tam içeriği ne?''
''Yıllar boyu buralarda kazıların yapıldığından bahsetmiştik. Bu kazılar esnasında bulunan binlerce eser var. Ama en dikkat çeken eser buydu. Çünkü iki tane ilin maden, altın, bor vs. aklınıza ne gelirse bütün kaynaklarının olduğu mağaralar tek tek yazıyor. İçinde hangi petrol bulunduğuna kadar. Ve takdir edersiniz ki böyle bir haritanın bulunması demek, buradaki bütün maden ve petrol ağını ele geçirmek demek.'' kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.
''İnanılmaz.'' Aybars iç sesime ses olmuştu.
'' Öyle ve Türkiye'de en çok petrol bulunan bölgenin burası olduğunu düşünürsek, dengelerin oynayacağı türden bir harita.'' gerçekten de öyleydi. Ama nedense her şeyin bu haritayla sınırlı olmadığına emindim.
''Meslek hayatımın nirvanasındayım şu an.'' Hilal'in söylediğine diğerleri de katılmıştı.
''Komutanım gerekli izinlerin alındığını ve on dakika içerisinde uçağın kalkış yapacağını söylüyor.'' Aybars'a muhtemelen mesaj atmıştı. Hepimiz dışarı çıkmıştık. Bizim için geniş bir araç ayarlanmıştı. İleriden gelen Onat'la albayı gördüm. Umut albay yanımıza geldiğinde bakışları hepimizin üzerinde gezindi.
''Kalabalık bir ekipsiniz. Açıkçası arkeolog grubunun hepsinin gitmesi taraftarı değildim ama Melih mesleki gelişimleri açısından iyi olabileceğini söyledi. Umarım sorunsuz bir şekilde dönersiniz.'' Ogün'ün sesiyle bakışlarım ona döndü.
''Bize bu fırsatı sunduğunuz için teşekkür ederiz komutanım.'' diğerleri de bir teşekkür ettikten sonra hep birlikte bizi piste götürecek arabaya bindik. Bu saatte uçak olmayacağı için özel bir helikopter ayarlanmıştı. Kalabalık olduğumuz için muhtemelen çok rahat bir yolculuk olmayacaktı ama şu an başka çaremiz yoktu. Arabanın durmasıyla piste geldiğimizi anlamıştım. Hep birlikte arabadan indiğimizde Güneş'in sesiyle bakışlarım ona döndü.
''Nasıl yani hepimiz bu helikopterle mi gideceğiz?'' yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu. Söylediği şey komik gelmişti. Oğuzhan'ın sesiyle bu sefer bakışlarım oraya kaydı.
''Kusura bakmayın prenses hazretleri. Devletimizin imkanları bu kadar.'' Güneş gözlerini devirdi.
''Sığacak mıyız bu kadar kişi?'' ileriden gelen kişinin Onat olduğunu biliyordum. Gür sesini duyunca korkmadım ama diğerleri irkilmişti.
''Sığmak zorundayız. Hadi siz yerleşin.'' önce Melih'in ekibi önden bindi.
''Helikopteri Selin kullanacak.'' kaşlarım havalandı. Selin hariç herkes bu duruma şaşırmıştı.
''Emredersiniz komutanım.'' Onat elindeki telefondan bir şeylerle uğraşırken bir yandan bize durumu anlatıyordu.
''Helikopter kullanma deneyimi hepimizden fazla. O yüzden aramızdan güveneceğim tek insan o. Sivil hayatı söz konusuyken işi riske atamayız. Hepiniz boş bulduğunuz yerlere yerleşin. Yolumuz çok uzun sürmeyecek zaten.'' dediğinde ben ve Selin hariç herkes helikopterin içine girmişti bile. Onat'ın suratından bir sorun olduğunu anlamış ve bunu ona sorma isteği duymuştum. Selin Onat'ın yanında kaldığımı gördüğünde bir şey konuşacağımı anlamış olacak ki helikopterin kokpit kısmına doğru ilerledi. Onat'ın bakışları hala telefonda olduğu için benim varlığımı bile hissetmedi.
''Bir sorun mu var?'' beni burada tek görmeyi beklemediği için bakışları önce bana sonra arkama kaydı.
''Yok desem yalan söylediğim çok mu belli olur?'' deyip muzipçe gülümsedi. Gülümsemesinin içimi rahatlatması gerekiyordu ama nedense gülümseme sadece yüzüme işledi, içime sinmedi.
''Çok belli olur.'' bakışları yine gözlerimi buldu. Benim gülümsememin aksine onun bakışları içime işlemişti.
''Oya son zamanlarda hayatında biri olduğunu ve benimle tanıştırmak istediğini söylüyor.'' tek kaşım havalandı.
''Burada seni rahatsız eden nedir?'' gözleri ''Hadi ama!'' dercesine bana bakıyordu.
''Sence Birce?'' gözlerimi devirdim.
''Onat Oya kaç yaşında aklı başında bir kadın. Hayatında biri olmasından doğal ne olabilir?'' derin bir nefes verdi.
''Mesele hayatında biri olması değil. Henüz biriyle ilişki yaşayacak bir psikolojide değil ve yıpranmasını istemiyorum.'' kendince haklıydı. Hayatındaki tek varlığı ablasıydı ve onu düşünmek en doğal hakkıydı. Telefonu cebine koyduğunda bu konuşmanın burada bittiğini anlamıştım.
''Her neyse. Bunu daha geniş bir zamanda değerlendiririz. Ben Selin'in yanında olacağım. Sen de yanıma gelmek ister misin yoksa arkadakilerle mi olacaksın?'' tabi ki yanına gitmeyecektim. Diğer arkadaşlarım ne şarttaysa ben de o şartlarda yolculuk yapacaktım.
''Teklifiniz için teşekkür ederim komutanım. Ama ben arkadaşlarımla olmayı tercih ediyorum.'' yüzünde derin bir gülümseme oluştu. Gamzesi uzun zaman sonra gözlerimin önüne serildi.
''Öyle olsun bakalım.'' arkamı döndüğümde içeriden gelen sesleri duyabiliyordum. Herkes kendi halindeydi. İçeri girdiğimde ise arkeolog grubunun koltuklara oturduğunu, bizim timin ise yere oturduğunu görmüştüm. Benim geldiğimi gören Alpcan ayaklandı.
''Komutanım buyurun siz buraya oturun.'' elimle oturmasını işaret ettim.
''Hayır ne münasebet. Sen otur, benim yerim gayet rahat.'' kendimi Alperen'in hemen yan boşluğuna doğru bıraktım. Rahat olduğu tabi ki söylenemezdi ama bu ilk defa helikoptere binişim olmadığı için beni rahatsız da etmiyordu.
''Sorgulamak haddime değil tabi ki ama sanki helikopterin başında Selin komutan yerine yüzbaşı olsa daha mı iyi olurdu?'' Melih varlığıyla ve sözleriyle beni sinir etmeye devam ediyordu. Burada kıdem Aybars da olduğu için ağzımı açıp bir şey söylemedim. Ama Aybars içimden gelen cevabı ona vermişti.
''Yüzbaşı Selin'i oraya uygun gördüyse, orada olması gerektiği içindir. Herkes işini yapsın, her şeye karışmayalım.'' Melih bozulmuştu. Ortam yine istemsiz gerilmişti. Ama bu adam o kadar saçma konuşuyordu ki aldığı cevapları hak ediyordu. Birden bir hareketlilik oldu. Güneş ve Hilal'in çığlıkları helikopterde yayıldı. Kalkışa geçiyorduk.
''Düşüyoruz galiba.'' Güneş'in bu tepkisine gülmeden edemedim. Hemen yanında oturan Ogün ise ona uzaylıymış gibi bakıp:
''Daha kalkışa yeni geçiyorken ne düşmesi acaba?'' Güneş ise sanki bunu ona söyleyen Ogün değilmiş gibi elini sıkıca tuttu. Bu sefer Ogün'ün bakışları Güneş'in elinde olan eline kaydı. Yine ona başka bir cisimmiş gibi bakmaya devam ediyordu. Helikopter havalandı. Uçak gibi değildi. Sarsılıyordu, çok hareket ediyordu. Endişelenmeleri normaldi.
''Şu an düşmüyorsak eğer bu lanet şey neden bu kadar çok hareket ediyor ve ses çıkarıyor?'' Alpcan'ın terlediğini buradan görüyordum.
''Pervane hemen tepemizde olduğu için bu kadar ses yapıyor. Aslında uçakla aynı derecede hareket ediyor ama alan küçük olduğu için daha çok hissediyorsun.'' Aybars oldukça soğukkanlı bir biçimde sorusunu yanıtlamıştı. Helikopter sürmek için isteğe bağlı eğitimlere gidiyordun. Benim açıkçası böyle bir eğitim alma fırsatım olmamıştı. Ama sürmek isterdim. Bugün bunu daha net şekilde anlamıştım.
Oldukça endişe dolu ve söylemlerle geçen bir yolculuk geçirmiştim. Endişeli ve gergin olmalarını anlayabiliyordum. Ama Güneş o kadar heyecanlı ve meraklı bir kişiliğe sahipti ki bir ara kokpite Selin'in yanına gitmek istediğini bile söylemişti. O yüzden bu yolculuğun bir an önce bitmesi için bir ara dua bile etmiştim. Ki çok şükür bitmişti. Önce arkeolog grubu, peşinden de biz indiğimizde hemen arkamızdan Selin ve Onat da inmişti.
''Çok iyiydin asker.'' Onat'ın iltifatıyla Selin'in yüzünde bir mimik bile oynamamıştı. Bu kız paralel evren varsa bence orada bile askerdi.
''Sağ ol.'' Onat'ın bakışları bizi bulduğunda az ileride bir aracın korna çaldığını duydum.
''Bizi almaya geldiler. Şimdi hepimiz karargahta dinleneceğiz. Sabah olunca da direkt kapalı çarşıya gidiyoruz.'' herkes o kadar yorulmuştu ki Onat'ın dediklerini onaylayamamıştı bile. Sadece bizim timden ''Emredersiniz.'' sesi çıktı. Bizi bekleyen araca doğru ilerlediğimizde saatin sabah dörde geldiğini görmüştüm. Yolculuğumuz yaklaşık bir saat sürmüştü. Arabalara binip en yakın askeriyeye geldiğimizde herkese bir oda verilmişti. Selinle ben aynı odadaydık. Herkes birbirine iyi geceler dedikten sonra odalarımıza çekildik. Yarın hepimiz için uzun bir gün olacaktı.
İstanbul, bir yere kadar sizin onu sömürdüğünüz ama hayatınızın bir bölümünden sonra onun sizi tüketmeye başladığını anladığınız bir şehirdi. Bunu anlamak için burada yaşamama gerek yoktu. İnsanın çok olduğu her şehir yorucuydu. Kendimi bildim bileli buradan kaçardım. Bana çok kaotik ve daraltıcı gelirdi. En son Sinem'le beraber gezmeye gelmiştik. O benim aksime, bu şehrin hastasıydı. Alarmın çalmasıyla birlikte Selin ve ben çoktan kalkmış kamuflajlarımızı giymiştik bile. Hatta Şimal'le görüntülü bile konuşmuştuk. Bir an önce göreve dönmek istiyordu. Ve muhtemelen buradan dönüş aramıza katılacaktı. Yemekhaneye gittiğimizde diğerlerinin çoktan yemeğe başladığını görmüştüm. Onat ortalarda yoktu.
''Günaydın.'' dedikten sonra uzun masaya oturdum.
''Komutanım siz git gide güzelleşiyor musunuz yahu?'' Oğuzhan'ın söylediğiyle bakışlarım ona kaydı. Tek kaşımı kaldırıp ona sorgularcasına bir bakış attım.
''Sabah sabah yine formundasın bakıyorum.'' gerçekten yine oldukça enerjikti. Hepsinin birden ayaklanmasıyla Onat'ın geldiğini anlamıştım. Arkama bakma gereği duymadan ben de ayağa kalktım.
''Oturun.'' sesini duyduğumda hemen yanımda olduğunu anlamıştım. Karşıda da boş bir sandalye olmasına rağmen yine yanıma oturmuştu. Böyle ufakta olsa yaptığı hareketler çok hoşuma gidiyordu.
''Dinlendiniz mi?'' bakışları bütün masada gezindikten sonra en son beni buldu. Sanki soruyu direkt bana soruyordu.
''Dinlendik komutanım.'' başını usulca salladı. Önündeki yemeği yemeye başlamıştı. Diğerleri de dinlendiğini söylediğine dair cümleler kuruyordu.
''Buradan direkt kapalı çarşıya mı gidiyoruz?'' Melih'in sesini duyana kadar varlığını unutmuştum bile. Bakışlarımı ona çevirmedim ama dinliyordum. Telefonlarımız bizim time dağıtılmıştı. Ama onlar hala telefonlarına ulaşamamıştı.
''Evet.'' Onat onunla az ve öz konuşuyordu. Bunun farkındaydım.
''Telefonlarımızı ne zaman alabiliriz komutanım?'' soruyu soran Hilal'di. Dünden beri belki de ilk defa sesini duymuştum, helikopterde çığlık atmasını saymazsak.
''Hakkari'ye dönene kadar telefonlara erişiminiz yok.'' Hilal'in yüzü düşmüştü. Onat bunu görmüş olacak ki sormadan edemedi.
''Bir durum mu var?'' Hilal utangaç bir bakışla Onat'a baktı. Yanaklarının al al olmasından ne kadar utandığını anlayabiliyordunuz.
''Annem beni merak eder.'' Onat'ın böyle bir durumda duyarsız kalamayacağını biliyordum. Söz konusu anne olduğu zaman bir şey demeyeceğini farkındaydım.
''Haber vermedin mi?'' Hilal hızlıca başını salladı.
''Haber verdim. Ama bu kadar uzun süre ulaşamazsa merak eder.'' Birine iltimas sağlamak diğerlerine de iltimas sağlamak demekti. Bunun o da farkındaydı.
''Sadece benim telefonumdan iyi olduğuna dair bir mesaj atabilirsin. Dahasını yapamam.'' Hilal'in gözleri o kadar hızlı parlamıştı ki mutlu olduğunu dile getirmesine gerek bile yoktu.
''Çok teşekkür ederim komutanım.'' Onat sadece başını salladı. Hiçbir şey söylemedi. Telefonun çıkarttı Hilal'e numarayı sordu ve kendisi iyi olduğunu belirten bir mesaj yazdı. Mesajı yazması için telefonu Hilal'e vermemişti. Herkes yemeğini yedikten sonra ayaklanmıştık. Kapının önünde bizi bekleyen bir minibüs vardı. Ayrı ayrı hareket etme fikri saçmaydı. Hepimizin gideceği yer belli olduğu için beraber hareket etmemiz gerekiyordu.
Minibüse bindikten sonra kapalı çarşıya doğru yol almaya başlamıştık. İstanbul'un o karışık ve kalabalık sokaklarından geçiyorduk. Her köşe başında insan vardı. Ankara da büyükşehirdi. Ama İstanbul onun yanında resmen bir ülke gibiydi. O yüzden her geldiğimde yabancılık çekmeden duramıyordum. Melih'in sesiyle bakışlarım onlara doğru döndü.
''Kapalıçarşının üstünde sadece belli saatlerde açılan turistik geziler yapılan bir yürüyüş yolu var. Bayağı çarşının üstünde yürüyorsun. Aradığımız şey orada bir dükkanda.'' Onat'ın kaşları çatıldı.
''Bu kadar önemli bir şey böyle bir dükkanda mı saklanıyor?'' haklıydı.
''Bu kadar önemli olduğunu tabi ki biliyorduk ama teröristler tarafından arandığı bilinmediği için sıradan bir haritaydı. Çoğu kişi varlığını bile bilmez.'' nedense bu kadar basit bir şekilde göz önünde tutulması garibime gitmişti. Onat'ın da benimle aynı düşündüğünü anlamak mimiklerinden zor olmuyordu.
''Bu iş sence de çok basit ilerlemiyor mu Melih?'' yine sorgulayıcı ses tonunu kuşanmıştı. Melih de kendince sert olduğunu düşündüğü bakışlarla ona bakmaya devam ediyordu.
''Benden şüphen varsa neden benimle devam ediyorsun komutan?'' Onat yüzünde sinir bozucu bir gülümsemeyle Melih'e bakmaya devam ediyordu. Psikolojik olarak çok güzel baskı kuruyordu.
''Senden şüphelenmemi gerektirecek bir durum mu var?'' ortam git gide geriliyordu, hissediyordum. Araya girme ihtiyacı duydum.
''Keyifli sohbetinizi bölmek istemem yüzbaşım ama sanırım geldik.'' Onat'ın bakışları birkaç saniye daha Melih de oyalandıktan sonra camı buldu. Geldiğimizi anlamıştı.
''İnelim.'' dediğinde herkesin ayaklanıp inmesi de bir oldu. Önden ilerlediklerinde Onat'ı kolundan tutup durdurduğumda bakışları beni buldu.
''Melih'le zıtlaşarak bir yere varamazsın, biliyorsun.'' benimle Melih'le alakalı konuşunca geriliyordu. Bunu fark etmemek elde değildi.
''O lavuğa güvenmiyorum.'' bakışlarımı inadına gözlerinden çekmiyordum.
''Sen güvenmiyorsun ama devlet güvenip onu bizimle işbirliği yapması için yanımıza yollamış.'' haklı olduğumu biliyordu. Ve bu konuda bir şey yapamaması sinirini bozuyordu.
''Bu kadar haklı olman ilk defa sinirimi bozuyor.'' yüzümde çarpık bir gülümseme belirdi. Ona temas etmek istedim ama kendimi engelledim.
''Hadi gidelim ve bugün şu meseleyi halledelim.'' başını usulca salladıktan sonra ilerlemeye başladık. Kapalıçarşıya hiç gelmemiştim. Açıkçası merak ettiğim bir yerdi ama hiç böyle gelebileceğimi de düşünmemiştim. Geleceğimiz önceden haber verildiği için çarşının üst tarafı boşaltılmıştı. Şu an üstümüzde sivil kıyafetler mevcuttu. Çünkü buraya askeri kamuflajla gelmek eminim ki halkı telaşa sürükleyecek ve dikkat çekecekti. Eminim ki çarşının üst kısmının kapatılması bile çoğu kişinin dikkatini çekmişti.
Hep beraber merdivenlerden yukarı çıktığımızda kapalıçarşı altımızda kaldı. Sıra halinde yürüyorduk. Burası oldukça dardı ve iki kişi yürümesi imkansızdı. Yüzbaşı ve Melih arka arkaya yürüyor, biz onları takip ediyorduk. Melih ileride bir dükkana girince, hepimiz peşinden ilerledik. Dükkan çok küçüktü. Buraya bu kadar kişi sığmamız mümkün değildi. Onat arkasını döndü.
''Oğuzhan ve Selin, siz kapıda bekleyin. Arkeologların hepsi içeriye girsin. Görecekleri, öğrenecekleri şeyler var.'' Oğuzhan'la Selin olduğu yerde kaldı. Diğer hepimiz içeri doğru ilerledik. Dükkan sahibi geleceğimizden haberdar olduğu için bizi kapıda karşılamıştı.
''Hoş geldiniz. Buyurun, geçin içeri.'' elli yaşlarında bir adamdı. Saçları bembeyazdı. Ve oldukça kalıplı bir adamdı. Dükkandan içeri girdiğinizde direkt burnunuza gelen o kitap kokusu, size nerede olduğunuzu hatırlatıyordu.
''Neden geldiğimizi biliyorsunuz, sözü uzatmaya çok gerek yok. Sizi de oyalamayalım. Haritanın yerini siz biliyormuşsunuz sanırım?'' evet, harita burada değildi. Melih bize bunu araca bindiğimizde söylemişti. Onat buna çok sinirlenip, onu ihanetle suçlamıştı. Melih ise bunu söylememesinin sebebinin gece yaptığı araştırmalar olduğunu söylemişti. Onat'a Melih'e güvenmemesinde hak veriyordum ama bazı şeylerin ispatı olmadan bir şeyler yapamıyorduk. Sahaf sahibi adamın sesiyle bakışlarım kitaplardan onu buldu.
''Bu haritanın yeri uzun zamandır gizleniyordu. Yani bu haritanın olduğu kişi de uzun zamandır görüştüğüm biri değil. Pis işlerine girdiğini duymuştum. Gördüğüm kadarıyla da duyduklarım doğruymuş.'' derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti.
''Kendisi büyük bir gece kulübü işletiyor. Ve bu kulübü yeni açtı. Normalde burada sıradan bir sahaftı. Ne zaman bu harita eline geçti, sonradan çok zengin oldu.''
''Paravan şirket.'' Onat'ın sesiyle bakışlarım ona döndü. Paravan şirketler, genelde el altından illegal işlerin yapıldığı, dikkat çekmeyecek, para giriş çıkışının kolay olacağı mekanlardı. Gece kulübü bunlar arasında oldukça yaygındı.
''Nerede bu gece kulübü?'' Adam telefonunu eline aldı. Bir fotoğraf açtı. Fotoğrafta ''VERA NİGHT'' adlı gece kulübünün önünde bir adam poz vermişti.
''Bu. Adı Saru. Kulübün adı da bu. Ortaköy'de kime görseniz gösterecektir.''
''Sana neden güvenelim?'' Onat'ın sorusuyla bütün bakışlar adamı bulmuştu. Adam cüzdanından bir kimlik çıkardı. Polis kartıydı. Bunu beklemiyordum.
''Ben emekli polis memuruyum. Vatana ihanet eden herkes, benim gözümde tek kurşuna bile değmeden çıplak elle, boğularak öldürülmelidir. Elimden gelse, o iti ben yakalarım. Ama artık yetkim yok. Bu yüzden Melih'e yardımcı olmak istedim.'' Onat usulca başını salladı.
''Teşekkür ederiz yardımınız için amirim.'' Melih adamla tokalaştı. Hepimiz teşekkür ettikten sonra dışarı çıktık.
''Baskın mı yapacağız?'' soru Aybars'tan gelmişti. Onat bakışını arkeolog ekibinde gezdirdi.
''Burası bizi ilgilendiriyor. Arkadaşları karargaha bırakalım, konuşuruz.'' Melih bir şey diyecek gibi oldu ama sonra diyeceği şeyden vazgeçti. Hep birlikte arabaya ilerledikten sonra lojmana gidene kadar kimseden ses çıkmamıştı.
''Bizi haberdar ederseniz seviniriz.'' Melih'in sözleri ortayaydı. Bakışları asla Onat'ı bulmamıştı. Bütün ekip araçtan indikten sonra timle baş başa kalmıştık.
''Tipini siktiğimin pezevengi.'' gözlerimi büyütüp Onat'a baktım. Bir çocuk gibi omuz silktikten sonra konuşmaya başladı.
''Ben bu adama zerre güvenmiyorum. Hain demiyorum, öyle bir şeye götü yemez. Bunun farkındayım. Ama bunda bir şeyler var. Elimde somut bir şey olmadığı sürece albayın karşısına da geçemiyorum. Ama bu konuda eminim.''
''Komutanım başta biraz laubaliydi. Ondan kaynaklanmış olabilir mi acaba?'' Onat bir şey demedi. Konuyu değiştirdi. Bu konudan dolayı huzursuz olduğunu anlamamak mümkün değildi.
''Bu gece o kulübe sivil olarak gidiyoruz.'' neden böyle yapıyorduk?
''Neden direkt baskın düzenlemiyoruz?'' Onat'ın bakışları bu sefer beni buldu.
''Bir süre izleyeceğiz. Arkeolog ekibini Hakkari'ye geri yollayacağım.'' kaşlarım çatıldı. Bu da neyin nesiydi?
''Aklınızdaki plan nedir komutanım?'' Oğuzhan'ın sorusuyla Onat anlatmaya başladı.
''Turgay'a adamı araştırması için bir saat süre verdim. Muhtemelen 5 dakika içinde bizi arayıp adam hakkında bilgiler vermeye başlayacak. Bu adam boş biri olsa, paravan şirket görevini ona vermezler. Ve orada sadece haritanın olduğunu düşünmüyorum. İçimden bir ses oranın başka şeylere de kapı açacağını söylüyor.''
''Her geçen gün yeni bir karakter ekleniyor.'' Oğuzhan'ın söylediğiyle kıkırtımı tutamadım. Nedense komik gelmişti. Oğuzhan da güldüğümü görünce gülümsedi.
''Ben de nedense filmin sonu geliyormuş gibi hissediyorum.'' cümlem bittiği gibi Onat'ın telefonu çaldı. Telefonu açıp ortamıza koyduğunda arayanın Turgay olduğunu gördüm.
''Komutanım bomba bilgilerle geldim.''
''Telefon hoparlörde. Dinliyoruz seni.''
''Saru Kalkan. 42 yaşında. Bundan bir sene önce kapalı çarşıda bir sahaf sahibiymiş. Sonra ne olduysa birden Ortaköy'de Vera Night adında bir gece kulübü açmış. Sorun şu ki adamın sabıkası temiz. Yani sicilinde bir şey yok.'' hepimiz şaşırmıştık. Açıkçası suç makinesi, bu göreve dünden razı birini bekliyorduk.
''Ama şöyle bir sorunumuz daha var. Adamın bir çocuğu var ve bu çocuk asker.'' bakışlarım direkt Onat'ı buldu. Neler oluyordu?
''Sen ne dediğinin farkında mısın Turgay?'' Onat da en az bizim kadar bu duruma şaşırmıştı.
''Maalesef komutanım. Üsteğmen Yiğit Kalkan. Şu an kendisi Diyarbakır'da görev yapıyor. Sanıyorum ki babasının durumundan haberi yok.'' haberi olup babasını şikayet etmeme gibi bir ihtimali düşünmek bile istemiyordum.
''Bana askerin iletişim numarasını at. Bu adamla ilgili başka öğrenebileceğimiz bir durum var mı?'' arkadan hışırtı sesleri geldi. Muhtemelen notlarına bakıyordu.
''Komutanım, eşi bir terör saldırısında şehit olmuş.'' olaylar gitgide karışık bir hal alıyordu. Onat derin bir nefes aldı.
''Hangi saldırı?''
''2017'de Diyarbakır'da surlarda patlayan canlı bomba.'' o olayı hatırlıyordum. Birçok sivil şehit olmuştu.
''Tamam Turgay, sağ ol.'' Onat telefonu kapattıktan sonra elleriyle alnını ovdu. Muhtemelen başı ağrıyordu.
''Biz gerçekten neyin içine düştük?'' Selin duygularıma tercüman oldu.
''Neyin içine düştüysek düştük. Bizim amacımız buradan hasar almadan, kimseye hasar verilmesine izin vermeden çıkmak.''
''Plan nedir komutanım?'' Alperen kararlı bakışlarını Onat'a dikti. Onun kendinden emin sesiyle bizim bakışlarımız da Onat'a döndü.
''Bu gece sivil olarak o gece kulübüne giriyoruz. Saru'yu inceleyeceğiz. Nasıl biridir? Nelerle uğraşır? Bir süre İstanbuldayız. Bu Saru olayını çözmeden dönmek yok.''
🫧
Dün gecenin ardından İstanbul'da bir süre vakit geçireceğimizi öğrenmiştik. Açıkçası hiçbirimiz olayların bu şekilde ilerleyeceğini düşünmüyorduk. Saru meselesi hepimiz için sürpriz olmuştu. Onat dün gece Saru'nun oğluna ulaşmıştı. Tam da tahmin ettiğimiz gibi Yiğit'in hiçbir şeyden haberi yoktu. Onat ilk uçakla buraya gelmesini emretmişti. Muhtemelen az sonra toplantıda o da olacaktı. Yan taraftaki yatağıma baktığımda Selin'in çoktan uyandığını görmüştüm. Ben de hemen yataktan kalkıp üstümü giyindim. Muhtemelen gece göreve gidecektik, o yüzden şimdi kamuflajla durmam gerekiyordu. Üstümü giyindikten sonra dışarı çıktım. Tahmin ettiğim gibi Selin kapının önünde Oğuzhan ve Alperenle sohbet ediyordu.
''Günaydın.'' beni gördüklerinde askeri duruşa geçmişlerdi.
''Günaydın komutanım.'' bakışlarım etrafta gezindiğinde Onat'ı göremedim.
''Onat komutanım nerede?''
''Bizde görmedik komutanım. Aybars komutanım on dakika sonra toplantı odasına geçmemizi söyledi. Sanırım Saru denen adamın oğlu, Yiğit üsteğmen gelmiş.'' tam da tahmin ettiğim gibiydi.
''Tamamdır. Bir şeyler atıştırayım, geliyorum.'' hemen adımlarım yemekhaneye doğru ilerledi. Teğmenlerin şu an kahvaltı saatiydi. Eğitimleri devam ettiği için kahvaltılarını aksatmaları güçlerin kaybetmeleri açısından büyük bir şey olacağı için yemekhane full doluydu. İçeri girdiğimde rütbemi görenler bana selam veriyordu. Bu kalabalık beni mutlu ediyordu. Asker olmak psikolojik olarak herkesin isteyeceği bir şey değildi. Ama son zamanlarda kendi gözlemlemelerime göre bu sayı oldukça artmıştı.
Yemek almak için sıraya girdiğimde önümde duran çocuk dikkatimi çekti. Teğmenlerden biri olduğu belliydi. Uzundu. Çok uzundu. Boyu iki metreye yakındı. Ben kalıplı bir kadın olmama rağmen kendimi yanında ufacık hissetmiştim. Kafasını arkaya çevirdiğinde benimle göz göze geldi. Sonra bakışları yakamdaki apolete kayınca üstü olduğumu anladı. Göz bebeklerinin büyüdüğüne şahit oldum. Sonra tok sesi kulaklarımı doldurdu.
''Komutanım, buyurun. Beklemeyin.'' sırasını bana vermek istemesi normaldi ama böyle bir şeye gerek yoktu.
''Teşekkür ederim ama gerek yok. Sen yemeğini al sonra ben alırım.''
''Yok, olmaz öyle şey komutanım. Buyurun siz.'' bakışlarımı gözlerine diktim. Benimle gereksiz inatlaşılmasından hoşlanmıyordum.
''Gerek yok dediysem bunu ikinci kez söylememe de gerek olduğunu düşünmüyorum asker.'' bunu söylememle önüne dönüp tabildottaki yemeğini eline alıp masasına ilerlemesi bir oldu. Ben de yemeğimi alıp ileride tekli olan masalardan birine oturdum. Yemek yemek için yaklaşık beş dakikamın olduğunu biliyordum. Gayet yeterli bir süreydi benim için. Hızlı bir şekilde yemeğimi yemeye başladığımda hemen yan masamda birinin burnunu çektiğini duydum. Bakışlarım oraya kaydığında teğmen bir kadın olduğunu gördüm. O da yeni mezunlardandı ve gözleri kıpkırmızıydı. Muhtemelen ağlamıştı. Ve şu an masada kimse olmadığı için neden diye soranı da yoktu. Vicdanım yanına gitmemi ama rütbem ise durmam gerektiğini söylüyordu. Mecbur ikinci seçeneği dinleyecektim. Aklım ne kadar onda kalsa da hızlı bir şekilde yemeği yiyip toplantı odasına doğru ilerledim. İçeri girdiğimde Onat hala ortalarda yoktu. Onat hariç bütün tim oradaydı.
''Günaydın Aybars komutanım.'' diğerleriyle sabah selamlaştığım için bir daha sadece baş selamı verdim.
''Günaydın Birce.'' Aybars'ın yanındaki boşluğa oturduğumda kapı açıldı. Onat ve yanında Yiğit olduğunu tahmin ettiğim kişi vardı. Onat'ın gelmesiyle hepimiz ayaklandık.
''Günaydın. Oturabilirsiniz.'' bakışları beni buldu. Dünden beri çok konuşamamıştık ve yokluğunu hissediyordum. Beni iyi olduğumu sorgularcasına süzdü. Gözlerimi açıp kapadığımda ona iyi olduğumun sinyalini vermiştim. Bakışlarını benden yanındaki adama çevirdi.
''Yiğit. Dün geleceğini söylemiştim. Bugün operasyona o da dahil olacak.'' esmer biriydi. Çok iri yarı olduğu söylenemez ama yine de kalıplıydı. Saç tıraşı ve duruşundan bile asker olduğu anlaşılıyordu.
''Hoş geldin Yiğit.'' Aybars'ın sesiyle bakışları Aybars'a döndü.
''Sağ olun komutanım.'' rütbe olarak benimle aynı rütbeye sahipti. Aybars ve ben hariç timdeki herkesten üst rütbedeydi. Diğerleri de hoş geldin dileklerini ilettikten sonra Onat konuşmaya devam etti.
''Seni böyle bir olay için apar topar çağırmak istemezdik. Ama durumlar karışık. Sana dün telefonda operasyondan bahsettim. Babanla görüşmediğini söyledin. Babanın maddi durumunun bu denli yükseldiğinden haberin yok muydu?'' derin bir nefes aldı. Neticesinde o bir Türk askeriydi ve babasının teröristlerle iş birliği içerisinde olduğunu öğrenmişti. Bunu sindirmek kolay değildi.
''Yüzbaşım babamla en son görüştüğümde 2017 yılındaydık. Aradan iki sene geçti. Kendisiyle hiçbir şekilde bağım yok. Benim nerede görev yaptığımı bile bilmiyor. Keza ben de ne iş yaptığını bilmiyorum. Zaten bilsem herkesten önce ben sıkardım kafasına.''
''Babanla neden görüşmüyorsun?'' bu belki onun özel hayatına müdahale etmekti ama şu an bir şeyler öğrenmek istiyorsak ondan her şeyi öğrenmek zorundaydık.
''Çocukluktan beri yıldızımız barışmıyordu. Elle tutulur bir sebep yoktu. Aile içi şiddet, alkol vs. bana hiçbir zaman bir baba gibi hissettirmedi. Ben zaten akademiyi kazanınca onunla bağım tamamen koptu. Sadece annemle görüşüyordum. Annem de şehit olunca bağımız tamamen koptu.'' bu hikaye bana çok yakından tanıdık gelmişti. İstemsiz bakışlarım Onat'ı buldu. Gözleri Yiğit'in üstündeydi. Bakışları ifadesizdi ama gözünün önünden geçen sahneleri ben buradan bile görüyordum.
''Numaramı değiştirdim. Annemin ölümünden sonra sınır ötesi göreve gittim. Orda öldüğümü sanıyor. Hayatta olduğumdan haberi yok.'' işler git gide değişik bir hal alıyordu.
''Nasıl yani? Cenazene falan gelmek istemedi mi?'' soruyu Oğuzhan yöneltmişti. Yiğit'in bakışları bu sefer onu buldu. Omzunu silkti.
''Hayır. Hayatta olmam onun için bir şey ifade etmiyordu ki ölümüm ne ifade etsin?'' içerisi sözleriyle buz kesti. Kimseden ses çıkmayınca Onat konuşmaya başladı.
''Bu operasyonda duygusal hiçbir şeye yer yok biliyorsun değil mi asker? Terörist, kim olursa olsun teröristtir.'' o an Yiğit'in gözlerinden geldiğinden beri gördüğüm en kararlı bakışı gördüm. Onat'a aynı bakışlarla karşılık verdi.
''Karşımdakinin kim olduğunun hiçbir zaman bir önemi olmadı. Bundan sonra da olmaz komutanım.'' Onat'ın yüzünde çok ufak bir tebessüm belirdi. Bunu onu dikkatli incelemesem görmezdim. Muhtemelen diğerleri de görmezdi. Kurduğu cümleyle Onat'ın testinden geçmişti.
''Tamamdır. Akşam gece kulübüne gidiyoruz. Sen ve Aybars araçta olacaksınız. Biz sahada olacağız.'' plandan haberimiz yoktu. Anladığım kadarıyla o kafasında planı kurgulamıştı bile.
''Plan nedir komutanım?'' Aybars'ın sorusuyla Onat anlatmaya başladı. Anladığım şeylerden biri, bizi zor bir görev bekliyordu.
Yeni bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz.
Instagram: monsoleil777
Twitter:monsoleil777
Tiktok:monsloeil777
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.67k Okunma |
3.75k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |