
Selamlar efendim! Biz geldik🤍 Artık finale kadar her hafta beraberiz. WhatsApp kanalımdan duyurmuştum, buradan da söyleyeyim🤍
Kanala hala katılmadıysanız, Instagram'da öne çıkanlarda link mevcut 🤍
Aşk,gerilim,bolca dram olan bölümümüz sizlerle! İyi okumalar🤍
Instagram/Tiktok/Twıtter:monsoleil777

Hayatımızda bazen bir şeyler hiç ummadığımız anlarda ortaya çıkar, bir puzzle misali bazı eksikleri tamamlardı. Sırayla olan olaylar, Ekin'in vurulması, Ekin'in bebeğini kaybetmesi. Bu operasyonumuzun dönüm noktası olmuştu. Aybars arayıp Ekin'in uyandığını söylediği an soluğu hastanede almıştık. Şu an hepimiz buradaydık. O içerideydi. Birinin ona girip gerçekleri söylemesi gerekiyordu. Kim bir anneye bebeğini kaybettiğini söyleyebilirdi ki? Aslında yaptığı olaydan sonra bebeğin sağ kalmayacağını düşünmesi gerekirdi. En başından beri aklımda olan tek şey vardı. Acaba bebeğin ölmesini isteyen zaten o muydu?
''Bir karar vermemiz gerekiyor.'' Onat'ın tok sesiyle hepimizin bakışları kapıdan ona çevrildi.
''Ne kararı komutanım?'' ne söyleyeceğinden haberim yoktu. Evden buraya gelene kadar kafasında kırk tilki takla atmış, birbirine dolanmış ama ağzı bıçak açmamıştı.
''Bunca olaydan sonra Ekin'in can güvenliğini tehlikeye atmak ahmaklık olur. Onu Türkiye'ye yollamayı düşünüyorum.'' bu da ne demekti? O bizim elimizdeki en büyük kozdu.
''Neden? Elimizdeki tek kozu neden Türkiye'ye yollayalım yüzbaşım?'' sesim sert çıkmış olacak ki bakışları bir ok misali bana saplandı.
''Masum birinin hayatını kaybetmesine izin vermeyeceğim.'' dönüp dolaşıp aynı yere geliyorduk. Derin bir nefes aldım. Bu konu hakkında daha fazla konuşursam işlerin çıkmaza gireceğini düşünüyordum.
''Türkiye'de güvende olacağı kesin mi komutanım? Malum bu Acar denen piçin dört bir yerde kolu olduğu için?'' dilimdeki soruyu Alperen sorduğu için ona minnetle baktım ama o bunu fark etmedi.
''Hiçbir şeyin garantisi yok. Ama şu an bu haldeyken bize yardım edemeyeceğinin farkındayım. Ayağımıza ayak bağı olacak, başka bir şey değil.'' işin bu kısmına bakınca, öyleydi. İçinde bulunduğu psikoloji hiç buna müsait değildi. Bebeğini kaybettikten sonra bizimle işbirliği yapmak isteyecek miydi? Ne haldeydi bilmiyorduk.
''Bu sorunun cevabını içeri girmeden öğrenemeyiz.'' o an diğerlerinin bir şey demesine fırsat bırakmadan içeri girdim. Kendimi buna hazır hissediyor muydum? Hayır. Ama birinin bunu yapması gerekiyordu. Bakışlarım yatakta yatan Ekin'e kaydı. Sanki bir günde on yaş yaşlanmıştı. Yüzü solmuş, gözaltı morlukları ortaya çıkmıştı. Bütün herkes içeri girmemişti. Odanın içine doğru ilerlediğimde peşimden Onat, Şimal ve Aybars gelmişti. Diğerleri dışarıda bekliyordu. Doktor çok kalabalık girmemizin Ekin'i tetikleyebileceğini söylemişti.
''Geçmiş olsun. Nasıl hissediyorsun?'' Şimal gayet anaç bir tavırla sorusunu yönelttiğinde Ekin'in bakışları da bir o kadar donuk ve ifadesizdi. Cevap vermedi. Yatakta oturur vaziyetteydi ve bakışlarını karnının üzerindeki ellerinden çekmedi.
''Doktoru çağırmamızı ister misin? Ağrın var mı?'' bakışları birden ellerinden kalktı ve bir ok misali bana saplandı. İlk defa bakışlarında net bir şey gördüm, nefret. Bu onun bakışlarında her zaman gördüğüm bir şey değildi.
''Her şeyin suçlusu sensin.'' bakışları doğrudan bende olduğuna göre, sözlerinin hedefi de bendim. Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Şu an diyeceği şeyleri tabi ki içinde bulunduğu ruh halini de göz önüne alarak ciddiye almayacaktım. Tam Onat bir şey diyeceği sırada elimle onu durdurdum.
''Neden böyle düşünüyorsun?'' belki içindeki nefreti kussa rahatlardı. Şu an bunu yapmasını, içinde bir şeylerin hafiflemesini isterdim. Bakışlarını benden çekmedi.
''Eğer Erkin senin uğruna bu yola çıkmasaydı, bunların hiçbiri olmayacaktı. Orospu çocuğu Acar, beni takıntı haline getirmeyecekti.'' içimde bir yanardağ patladığında alevi bütün vücuduma yayıldı. Nefesimin kesildiğini hissettim.
''Bu senaryodaki en suçsuz kişinin Birce olduğunu sen de biliyorsun.'' Onat'ın sesiyle bakışlarım ona dönmedi. Aksine, bana bakan Ekin'e bakmaya devam etti. Bana vicdan azabı çektirmeye mi çalışıyordu? Kardeşinin bana yaşattıklarından yüzde kaçını biliyordu? Bakışlarını benden çekip Onat'a çevirdi.
''Her ne olursa olsun onu savunmaya devam mı edeceksin yüzbaşı?'' Onat'tan cevap bir saniye bile gecikmedi.
''Evet.'' Onat'ın bu cevabıyla Ekin histerik bir şekilde gülümsedi. Bakışları tekrardan bana döndüğünde, gülümsemesi yüzünde anında soldu.
''Bebeğimin ve kardeşimin katili sensin.'' durmalıydı. Bu kadarı fazlaydı.
''Sen ne dediğinin farkında mısın?'' cevabım sertti.
''Gayet farkındayım. Eğer sen hayatımızda olmasaydın, ne bebeğim olurdu ne de kardeşim ölürdü.'' bu sefer içindeki histerik gülümsemeyi tutamayan bendim. Diğerleri ise soluk bile almadan bizi izliyordu. Çünkü eminim hiçbirimiz ondan böyle bir çıkış beklemiyordu.
''Senin kardeşin de benim çocukluğumun katili. Sen bana neler yaptığını biliyor musun Ekin?'' gözlerini bile kırpmadı. Yüzünde bir mimik bile değişmedi. Şu an normal bir ruh halinde olmadığının farkındaydım. Derin bir nefes aldım.
''Bu hikayenin en masumu olan bebeği kaybettiğimiz için üzgünüm. Ama durup burada senin saçma sapan suçlamalarını dinleyemeyeceğim.'' olduğum yerde ayaklandım. Odadaki kimseye bakmadan kendimi kapının önüne attım. Her ne kadar ruh halini anlamaya çalışsam da, söylediği sözler, bulunduğu ithamlar ağırdı. Biz bu mesleğe, insanları yaşatmaya ömrümüzü vermiştik. Ani çıkışımla kapının önünde duran diğerlerinin dikkatini çektim.
''İyi misiniz komutanım?'' Selin oturduğu yerden kalkıp yanıma gelmişti bile. Başımı hızlıca evet dercesine salladım. Adımlarım hızlıca çıkışa doğru ilerlediğinde Selin'in arkamdan gelmek üzere olduğunu ama Yiğit'in onu durdurduğunu fark etmiştim. Soğuk hava yüzüme çarpıyor ama içimdeki yangını dindiremiyordu. Hastane bahçesine adımımı attığımda, ciğerlerime dolan soğuk hava sanki içimdeki öfkeden, kederden, pişmanlıktan bir şeyleri çekip çıkarmaya çalışıyordu. Ama ne fayda, göğsümdeki ağırlık geçmiyordu. Adımlarım kontrolsüzce ilerliyor, nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Tek bildiğim, burada, bu binanın içinde, hiç hak etmediğim suçlamalarla yüzleşmek zorunda kaldığımdı.
Ekin'in sesi hâlâ kulaklarımda çınlıyordu.
"Bütün bunlar senin yüzünden oldu!"
"Her şeyin suçlusu sensin!''
"Bebeğim ve kardeşim senin yüzünden öldü!"
Dizlerimin titremesine engel olamıyordum. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Kalbim, göğsümün içinde öyle sert çarpıyordu ki, sanki kaburgalarımı kırıp dışarı çıkacak gibiydi. Bütün bunlar benim yüzümden mi olmuştu? Başımı salladım. Hayır. Ben Erkin'den kaçıyordum. Ben o adamın sapkın takıntısının kurbanıydım. Ondan nefret ediyordum. Beni her gördüğünde sırıtışı, beni köşeye sıkıştırışları, soğuk parmakları tenime her dokunduğunda içimde kopan çığlıklar, aklıma bunlar geliyordu. Ben susmuştum. Sustukça, o daha da cesaretlenmişti. Gözlerim doldu. Bu hikayede en az suçlu olan bendim.
Bu benim suçum değildi. Benim suçum olamazdı. Ama neden o hastane odasında durup ortalığı birbirine katmadım? Neden Ekin'e bağırıp, "Ben de kurbandım! Bunu ben de yaşadım!" diye haykıramadım? Çünkü kelimeler boğazıma düğümlenmişti. Çünkü o an, ona üzülmüş, kendimi onun yerine koymuştum.
Benim suçum neydi? Güzel olmak mı? Kadın olmak mı? Onun hasta takıntısına hedef olmak mı?
Kelimeler içimde yankılanırken, gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Titreyen parmaklarımla yüzümü siliyordum ama nafileydi. Kendimi öyle kirli hissediyordum ki, soğuk su bile beni temizleyemezdi. Hastane odasında bana bakan herkesin gözlerinde gördüğüm o ifadeyi unutmayacaktım. Ekin'in öfkesi, Onat'ın endişesi, Aybars'ın derin bakışları, hepsi boğazıma oturmuştu. Bedenim titriyordu. İçimde yankılanan sesi susturmak için kollarımı kendime doladım. Ama artık susmak istemiyordum. Derin bir nefes aldım. Soğuk hava içime doldu. Ekin ne derse desin, benim suçum yoktu. Ve bunu herkes biliyordu.
Bir adım gerileyip gözyaşlarımı sildim. Yüzümdeki o hüzünlü, kırık ifadeyi söküp attım. Başım dikti. Omuzlarım düşmeyecekti. Ben hayatta kalmıştım. Ve şimdi, hak ettiğim o adaleti almak için savaşacaktım. Yanıma birinin oturduğunu hissettiğimde, kokusu bana uzaktan geldiği için bu kişinin Onat olduğunu anlamıştım. Birden elimi tuttu ve ona dönmemi sağladı. Bakışları gözlerimi bulduğu an gözbebekleri titredi.
''Sen ağladın mı?'' bu bir soru değil, bu bir sitemdi. Başımı hayır dercesine iki yana salladığımda derin bir nefes aldı. Onun aldığı nefes, benim göğsümde filizlendi.
''İçeride söylediği hiçbir şey ciddiye alınacak şeyler değil güzelim.'' bir şey demeden yüzüne bakmaya devam ettim. Eli enseme geldi, beni ensemden çekerek alnımdan öpmüştü. Bir süre dudakları orda oyalandıktan sonra kendini geri çekti. Nefesini yakınımda hissediyordum. Çokta uzaklaşmış sayılmazdı.
''Son yaşanan olaylar ikimizin de dengesini sarstı. Belki de bu kadar hassaslaşmamızın sebebi, geçmişte yaşanan şeyler. Ama artık bir şeylerin son bulma vakti geldi sevgilim.'' kendimi geri çektiğimde bakışlarında gördüğüm kararlılık sorgulamama sebep oldu.
''Bir gelişme mi var?'' başını salladı ve telefonunu çıkarttı. Dimitri'den gelen bir mesaj vardı. Yarın akşam Acar'ın ofise geleceğini söylüyordu.
''O nereden öğrenmiş? Ulu orta yerde Acar'ın ofise geleceği konuşulmaz sonuçta.'' önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Bu kadar olayın içinde kalbimi sıcacık yapan yegane şey, Onat'a duyduğum koşulsuz sevgiydi.
''Akşam buluşacağız, yarın için bir plan yapacağız. Orada anlatacak.'' derin bir nefes aldım. Yaşlanan gözlerimi sildim. Tekrardan dimdik durduğumda daima hazırdım.
''O zaman yarın akşam Acar'ı kaldırıyor muyuz komutanım?'' gördü. Gözlerimdeki kini, içimdeki Acar'ı bitirme arzusunu gördü. Yüzünde bir gülümseme yeşerdi.
''Evet. Yarın her şeyi bitiriyoruz.'' içimde anlamlandıramadığım bir heyecan hezeyan etti. Aylardır uğraştığımız şeyin sonu geliyordu. Tim, beraber ilk başarısını yakalayacaktı.
''Şimdi ne yapacağız?'' dolaylı yoldan Ekin'i sormuştum, o beni anlamıştı.
''Biz şu an eve gideceğiz. Ekin'in başında Alperen duracak. Eğer yarın ki operasyon sorunsuz geçerse, Ekin bizime beraber İstanbul'a dönecek.'' diğer seçeneği söylemedi. Söylemesindi. Her şey yolunda gidecekti.
''Tamam.'' ayaklandığımda o da benimle birlikte ayağa kalktı. İçime aldığım nefes, bütün zihnimi temizledi. Bütün kötü düşünceleri kalktığım bankta bıraktım.
''Hazır mıyız komutanım?'' yüzüme hem ciddiyetimi hem de cilvemi kuşandım. Onat ise her zaman ki etkileyici gülümsemesiyle bana karşılık verdi.
''Daima hazır.''
🫧
Eve geldiğimizde hepimiz yorgunduk. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunacağı için, Onat hepimize dinlenmemiz için üç saat vermişti. Ve iki saatin sonunda uykumdan uyandığımda, yeni doğmuş bebek gibiydim. Yatakta yanıma baktığımda, Onat'ın hâlâ uyuduğunu görmüştüm. Onu uyandırmak istemiyordum. Oldukça yorulmuştuk.
Usulca yanından kalktığımda Selin'e uyanık olup olmadığına dair bir mesaj atmıştım. Şu bir saatimi de onlarla geçirmek istiyordum. Uzun zamandır konuşamıyorduk. Selin'e mesaj attığım sırada Sinem'in de mesajına cevap vermiştim. Onunla telefonda çok konuşamasak da sürekli mesajlaşıyorduk. Keyfi yerindeydi. Hatta o kadar yerindeydi ki geçen bana Sefa'yla yaptığı şeylerin ne kadar güzel olduğuna dair bir sayfaya yakın mesaj atmıştı. Hızlıca bir duşa girdikten sonra Selinlerin olduğu daireye indim. Kapıyı çaldığımda Şimal açmıştı.
''Bu kız neşesini temsil ettiğimiz geceyi bir gün daha yaşamazsak ölecekmişim.'' dediğinde yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım.
''Dinlenebildiniz mi?'' yani ağzını beş karış açarak esnemesinden uykusunun olduğunu anlayabiliyordum.
''Fiziken evet ama zihnim kış uykusuna yatsa da dinlenecekmiş gibi hissetmiyorum.'' salona doğru ilerlediğimde orada uzanan Selin'i gördüm. Beni görünce toparlanmak istedi ama elimle ona engel oldum.
''Yat dinlen canım. Niye bozuyorsun keyfini?'' yine de beni dinlemedi. Yatar pozisyondan oturur pozisyona geçti.
''Hoş geldin.'' dediğinde başımı eğerek ona selam verdim ve hemen karşısındaki koltuğa oturdum.
''Kahve yapıyorum hepimize.'' Şimal mutfağa doğru ilerlediğinde bakışlarım Selin'in yüzünde gezindi. Yorgundu, durgundu ve bu anlaşılıyordu.
''Dinlenebildin mi?'' bakışlarını zeminden kaldırıp bana baktı.
''Dinlendim evet. Sen nasılsın?'' hastane odasından çıkarken ki halimi gördüğü için, muhtemelen bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etmişti.
''Şu an iyiyim.'' başını salladı. İçerideki kasvetli havayı dağıtmak için biraz onunla uğraşmaya karar vermiştim.
''Yiğit'le nasıl gidiyor?'' içtiği suyu püskürtmüş ve öksürmeye başlamıştı. O sırada içeri Şimal girdi.
''Helal, helal. Yiğit deyince soluk borusu bile devre dışı kalıyor. Ey aşk, sen nelere kadirsin.'' söylediği cümleye gülmeden edemedim. Bana uzattığı kahveyi alırken ona teşekkür etmeyi ihmal etmemiştim.
''Anlat bakalım, neler oluyor.'' Selin kızarmıştı. Bu onu belki utanırken gördüğüm ilk andı.
''Bir şey olduğu yok.'' tek kaşımı kaldırdım. Bakışları beni bulunca oflayıp başka tarafa baktı.
''Yani bir şey olacaksa bile, ikimizde bu katır inadı varken çok zor.'' kahvemden bir yudum aldı.
''Neden öyle diyorsun canım? Bence kendinin erkek versiyonunu buldun.'' Şimal'e bu konuda katılıyordum.
''Evet, oldukça benziyorsunuz. Yiğit'i çok tanımasak bile, tanıdığımız kadarıyla benziyorsunuz.'' Selin'in bakışları önündeki fincandaydı.
''Korkuyorum.'' itirafıyla bakışları bizi buldu.
''Neyden korkuyorsun?'' yaşanacaklardan mı? Yoksa yaşanma ihtimali olanlardan mı korkuyordu?
''Bir erkeğe güvenmekten korkuyorum.'' onu anlayabiliyordum. Yaşadığı şeyler kolay şeyler değildi.
''Yiğit ona güvenmene engel olacak bir davranışta mı bulundu?'' Şimal'in sorusuyla başını o kadar hızlı sallamıştı ki, yok demese bile anlardık.
''Hayır, kesinlikle hayır. Aksine o her zaman bunun için çabalıyor. Ama ben, bilmiyorum yapamayacakmış gibi hissediyorum. Bana engel olan bir şeyler var.'' endişe, korku. Hepsi bir arada bir toz bulutu olup Selin'in etrafını sarmışlardı.
''Bu zamana kadar hayatında biri oldu mu?'' sorumla birlikte kahvesinden bir yudum aldı ve başını salladı.
''Hayır. Kimseye bunun için müsaade bile etmedim.'' başımı anlayışla salladım.
''Belki de doğru kişiyi beklemişsindir ve zaman gelmiştir.'' Şimal de cümlemle birlikte başını salladı.
''Kesinlikle. Her yaşanması gereken şeyin, hayatımıza giren her kişinin bir zamanı olduğuna inanıyorum. Belki de Yiğit'in senin hayatına girme zamanı şu andır.'' Selin sıkıntı dolu bir nefes aldı.
''Bilmiyorum. Onun yanındayken çok iyi hissediyorum. O bana dokunduğunda hiç hissetmediğim şeyler hissediyorum. Ama onu Esra'yla gördüğüm her an, içimdeki endişe tekrardan gün yüzüne çıkıyor.'' zordu. Onu anlayabiliyordum.
''Bunun tamamen görev odaklı bir şey olduğunun farkındayız. Benim gözlemlediğim, Yiğit her ne kadar Esra'ya yakın olmak zorunda olsa bile aralarına koyduğu o mesafeyi hissedebiliyorsun.'' başımı salladım.
''Şimal'e katılıyorum. Bu net bir şekilde hissediliyor. Bu yaşına kadar çok düşünmüşsün, biraz da düşünmeden yaşasan olmaz mı güzelim?'' Selin bana öyle bir baktı ki, gözlerindeki masumiyeti gördüm. O da Yiğit'e güvenmek istiyordu. Bunu canı gönülden istiyordu. İnsan hayatı boyunca darbeyi en içeriden yiyince, dışarıya oluşan kalkanı kaldırmak yıllara mal oluyordu.
''Deneyeceğim.'' konuyu kapatmak istediğini okları Şimal'e döndürerek net bir şekilde belli etmişti.
''Siz ne ayaksınız asıl? Düzenli olarak sevişiyorsunuz ama aranızda hâlâ bir şey yok mu?'' ıslık çalarak Şimal'e döndüm.
''Bir kere şahit olduk ama düzenli derken? Biz konuşmayalı neler olmuş ya? Anlat bakalım.'' Şimal Aybars'tan bahsedildiğini anladığı an yüzündeki gülümsemeyi oldukça genişletti.
''Anlatacak bir şey yok. Bazı şeyleri akışına bırakmaya karar verdik. Tabi ten uyumu denen şeyin gerçek olduğunu fark edince, işin dozu biraz kaçmış olabilir.'' attığı kahkahayla yüzümdeki gülümseme solmadan başımı iki yana salladım.
''Aramızdaki şeyin ne olduğunu bilmiyoruz. Onu ilişkimize bir isim vermek için zorlayacak değilim. Tek bildiğim, ikimizin de kesinlikle üçüncü kişiyi istemediği. Bu konuda netiz.'' peki, hayatında bazı şeyler netleşmeyen demek ki sadece Selin değildi.
''Bu durumdan mutlu musun peki?'' önemli olan buydu. Şimal omzunu silkti ve kahvesinden bir yudum aldı.
''Gayet. Şu an flört dönemindeymişiz gibi hissediyorum.''
''Flört döneminde sevişiliyor muydu?'' sorduğum soruyla hepimiz aynı anda kahkaha attık.
''Yani, her neyse işte. Bu durumdan memnunum. Çokta üstüne düşmek istemiyorum açıkçası.'' onun adına mutluydum. Aralarındaki şey net olmasa bile, eninde sonunda kaçınılmaz son gerçekleşecekti. Zamana ihtiyaçları vardı. Selin için ise hem mutlu hem de umutluydum. Umarım Yiğit, Selin'in kalan hayatında bahçesinde çiçekler açması için elinden geleni fazlasıyla yapardı. Telefonumun titremesiyle arayanın Onat olduğunu gördüm. Çağrıyı açtım.
''Neredesin?'' sesindeki endişe kalbimin üzüntüye boğulmasına sebep oldu.
''Kızların yanındayım canım. Bir şey mi oldu?'' derin bir nefes aldığını duydum.
''Yok bir şey yavrum. Seni yanımda göremeyince endişelendim. Yarım saate iniyorum toplanma alanına, siz de geçin isterseniz.''
''Tamam hayatım.'' deyip telefonu kapattığımda kızların bakışlarını üzerimde hissettim. İkisi de yüzündeki haylaz gülümsemeyle bana bakıyordu.
''Ne oldu?'' gözlerimi devirdim.
''Evlilik ne zaman?'' Selin'in sorusuyla Şimal kahkahayı patlamıştı.
''Aşağıya iniyoruz, emir büyük yerden.'' dış kapıya doğru ilerlediğimde onların da gülerek peşimden geldiğini biliyordum. Çevremdeki insanların mutlu olmasıyla mutlu olan bir insandım. Onlarla sohbet etmek bile içimdeki kasvetli havanın dağılmasına sebep olmuştu. Aşağıya indiğimizde herkesin orada olduğunu gördüm.
''Yarın bu işi bitiriyormuşuz sanırım komutanım?'' Oğuzhan'ın cümlesinden ne kadar mutlu olduğu anlaşılıyordu.
''Dilediğimiz o yönde.'' Aybars'ın cevabıyla bunu ne kadar istediğimi bir kere daha hatırladım. Asansörün durma sesiyle Onat'ın geldiğini anlamıştım. Dimitri ve Rob'da buradaydı. Evdeki hava, fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Herkes oturma odasında toplanmıştı. Gözler, Dimitri'nin üzerinde sabitlenmişti. Onun ağzından çıkacak her kelime, yarınki planın seyrini belirleyecekti. Dimitri, her zamanki gibi sakin ama dikkatliydi.
"Acar, yarın gece kulübe geliyor." bir an için odada sessizlik oldu. Kulüp yani, onun ofisi yerine en savunmasız olduğu bir alanda olacaktı. Bu büyük bir avantajdı. Dimitri devam etti:
"Büyük bir parti veriyor. Dışarıya iş dünyasından ve sosyeteden insanlar da davetli gibi gösterilecek. Ama gerçekte bu davet, onun yaptığı iş anlaşmalarını pekiştirmek için bir kamuflaj." Yiğit, kollarını göğsünde kavuşturup hafifçe başını salladı.
"Yani içeride hem Acar'ın adamları hem de misafirler olacak. Bu ortalık epey kalabalık olacak demektir." Rob gülümsedi.
"Bu bizim için iyi. Ne kadar kalabalık olursa, o kadar kamufle olabiliriz." Dimitri gözlerini hafifçe kıstı.
"Acar, partinin en önemli anında özel locasına çekilecek. İşte o sırada onu alacağız." Aybars, ekrandaki kulüp planına işaret etti.
"Acar'ın odası burada. Genellikle locasına birkaç kadınla birlikte geçer. Büyük ihtimalle tutsak olan kızlardan bazıları da yanında olacak." bunu duyduğumda midem bulandı. Kızlar. O an Yasemin'in çaresizliği gözlerimin önüne geldi. Onları oradan çıkarmamız gerekiyordu. Onat sessizce beni izliyordu. Bakışlarında sert bir kararlılık vardı. Bu işin dönüşü yoktu. Dimitri devam etti:
"Plan şu: Kulübe sızacağız. Şimal ve Birce, davetliler arasında olacaklar. Rob, sistemleri devre dışı bırakacak. Onat ve Yiğit, locanın kapısında olacak. Ben içeriden Acar'ın hareketlerini takip edeceğim. Ve tam doğru anda." Yiğit gözlerini kıstı.
"Onu çekip alacağız." Acar, orada büyük bir davet verdiğini sanırken, aslında kendi sonunu hazırlıyordu. Şimal düşünceli bir şekilde sordu:
"Peki kızlar? Onları nasıl çıkaracağız?" Oğuzhan, bilgisayarında birkaç planı açarak bir noktayı işaret etti.
"Kulübün arka tarafında bir servis girişi var. Misafirlerden uzak, sadece çalışanların bildiği bir kapı. Kızları oraya yönlendirebilirsek, onları güvenli bir şekilde dışarı çıkarabiliriz."
"Ama." diye ekledi Rob. "Bu sırada çok dikkatli olmalıyız. Acar'ın adamları, kızların kaçtığını anlarsa, kulüp savaş alanına dönebilir." Onat araya girdi.
"Bu yüzden işimizi hızlı ve sessiz halledeceğiz. Önce Acar'ı alacağız. Sonra kızları çıkaracağız. Eğer önce kızları alırsak, Acar şüphelenebilir. Her şey saniyeler içinde olacak. Bu bizim için biçilmiş kaftan arkadaşlar. Ya yarın ya yarın. Başka şansımız yok.'' oturma odasında herkes ciddiyetle ekrana bakıyordu. Planın her bir detayı hayati önem taşıyordu. Küçük bir hatayla, yalnızca operasyonun başarısız olmasıyla sonuçlanmazdı, hepimizin hayatı tehlikeye girerdi. Onat, kulübün üç boyutlu dijital haritasını açarak noktaları tek tek işaretledi.
"Şimdi her şeyi baştan ele alalım. Planın hiçbir açık vermemesi lazım." gözlerim ekrana odaklanmıştı.
"İlk olarak." dedi Dimitri, parmağıyla kulübün ana girişini işaret ederek, "Şimal ve Birce, davetliler arasında olacaklar. Şık giyinip kalabalığa karışmanız gerekiyor. İçeri rahatça girmeniz için sahte kimlikler ayarlandı. Acar'ın partisine giriş listesinde olduğunuzu gösterecek sahte davetiyeleriniz var." Şimal gözlerini kıstı.
"Peki içeri girer girmez ne yapacağız? Direkt locanın yakınlarında mı duracağız?" Dimitri başını iki yana salladı.
"Hayır, hemen dikkat çekmemeniz gerekiyor. Bir süre ortamın içinde kaybolun. İnsanlarla konuşun, içki alın, hatta belki birkaç dans bile edebilirsiniz. En önemli kısım, Acar'ın dikkatini çekmeden locanın etrafındaki durumu analiz etmek. Orada kaç adamı var, nerede konumlanmışlar, silahlı olup olmadıkları bunları gözlemleyip bizimle paylaşacaksınız." Onat, haritanın başka bir noktasına işaret etti.
"Acar'ın locası burası. Özel bir alan. Kapısı her zaman kapalı ve içeride ne olduğunu kimse bilemez. O yüzden onu buradan almak en büyük riskimiz. İçeri nasıl gireceğiz?" Rob hafifçe gülümsedi.
"Orası bende. Kulübün güvenlik sistemini devre dışı bırakacağım. Ama bunun için önce ana kontrol odasına ulaşmam lazım. Kontrol odası, VIP katının hemen arkasında. Oraya girer girmez kameraları kapatırım ve ses sistemine müdahale ederim. Böylece içeride olduğumuzdan haberleri olmaz." Aybars kollarını göğsünde bağladı.
"Peki güvenlikler? Kameralar kapansa bile orada adamları olacak." Yiğit araya girdi.
"İşte burada biz devreye giriyoruz. Onat komutanım, ben ve Oğuzhan, locanın etrafında olacağız. Şimal ve Birce locanın içindeki durumu bildirir bildirmez harekete geçeceğiz. Eğer içeride silahlı adamlar varsa, dikkatlice etkisiz hale getireceğiz. Sessizce halletmemiz gerek, yoksa tüm kulüp ayağa kalkar." Dimitri tekrar haritaya döndü.
"Acar'ı aldıktan sonra direkt ön kapıyı kullanamayız. Çünkü eğer biri onun götürüldüğünü fark ederse, çıkışları kilitleyebilirler. O yüzden onu buradan, arka servis çıkışından çıkaracağız."
"Peki ya kızlar?" dedim endişeyle. "Onları nasıl çıkaracağız? Bir anda kaybolduklarını fark ederlerse, her şey mahvolur." Onat gözlerini bana dikti.
"Önce Acar'ı alacağız. Kızları daha sonra çıkarmamız gerekecek. Ama bu sırada onları da hazırlamamız lazım." Dimitri başını salladı.
"Kızlar, parti boyunca Acar'ın yakınında olacaklar. Genellikle onları yanında tutar. Şimal ve Birce, içeri girdikten sonra onları bulup konuşmalılar. Onlara kaçmaya hazır olmalarını söylemeliler. Ama çok dikkatli olun, çünkü korkmuş olabilirler ve yanlış bir hareket her şeyi berbat edebilir." Şimal kaşlarını çattı.
"Ya iş birliği yapmazlarsa? Ya korkup bağırırlarsa?" Onat derin bir nefes aldı.
"O yüzden onları önceden hazırlamalıyız. Belki tuvalete gitmek gibi bir bahane ile onları locanın dışına çıkarmaya ikna edebiliriz. O sırada adamlarını devre dışı bırakır ve hepsini birden çıkarırız." Oğuzhan, kulübün servis çıkışını işaret etti.
"Acar'ı ve kızları buradan çıkarınca, kaçış aracımız hazır olacak. Araç, park alanında sahte plakayla bekliyor olacak. Yola çıktığımız an plaka değişecek ve güvenlik kameraları bile hangi aracı takip edeceğini bilemeyecek." Yiğit başını salladı.
"Bu operasyonun en önemli kısmı zamanlama. Her şey saniyeler içinde olmalı. Rob, güvenlik sistemini kapattığında içeri sızmalıyız. Dimitri, içerideki bilgileri aktarmalı. Şimal ve Birce, içeride hareket etmeliler. Biz de tam doğru anda Acar'ı ve kızları almalıyız." Onat gözlerini sıkıca kapatıp derin bir nefes aldı.
"Başka bir hata kaldırmaz. Ne olursa olsun, kızları da Acar'ı da alacağız ve buradan çıkacağız." odadaki herkes birbirine baktı. Bu plan mükemmel olmalıydı. Dimitri en son eklemeyi yaptı:
"Eğer işler ters giderse, yedek planımız var mı?" Rob omuz silkti.
''Her zaman en kötüsüne hazırlıklıyız. Ama şunu unutmayın, eğer Acar kaçarsa, her şey başa sarar. O yüzden hata yapma lüksümüz yok." sessizlik oldu. Hepimiz bu işin ne kadar ciddi olduğunu biliyorduk. Gözlerim Onat'a kaydığında her zamankinden daha gergindi. Büyük ihtimalle aklında binlerce düşünce dönüyordu ama bunu belli etmiyordu. Herkes göz göze geldi. Son bir kez nefeslerimizi tuttuk.
Yarın gece, ya kazanacaktık... Ya da her şey bitecekti.
🫧
Herkes odalarına dağılmıştı. Yattığım koltukta önümde duran ama açık olmayan televizyona bakıyordum. Banyodan su sesi geliyordu. Onat duştaydı. Eve geldiğimizde çok konuşma imkanımız olmamıştı ama bana hazırlanmam gerektiğini ve Türkiye'ye dönmeden göstermek istediği bir yer olduğunu söylemişti. Hazırdım ve onu bekliyordum. Zihnimdeki düşünceler ise yine beni bırakmıyordu, her zaman ki gibi. Yarın için içimde engelleyemediğim bir endişe vardı.
''Herkesi kıskandıran o gözlerle nereye bakıp daldın yine.'' Onat'ın sesiyle olduğum yerde irkilmiştim. O kadar derin düşünceler içindeydim ki geldiğini bile duymamıştım. Onu görünce yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Üstünde siyah bir kazak, altında ise krem rengi bir pantolon vardı. Kanada soğuktu. O yüzden sıkı giyinmek zorundaydık.
''Nereye gideceğiz?'' sorumla birlikte bana doğru ilerlemeye başladı. Oturduğum için şu an tepemdeydi ve onu görmek için başımı kaldırmam gerekiyordu. Benim bunu yapmama gerek kalmadan o çenemden tuttu ve ona bakmamı sağladı.
''Senin yeni yerler keşfetmeyi sevdiğini duydum.'' kaşlarım merakla havalandı. Yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamadım.
''Nereden öğrendin bu bilgiyi?'' omzunu silkti ve gülümsedi. İnsafsız, çok yakışıklıydı.
''Kuşlar söyledi diyelim.'' elinin birini çenemde çekip saate baktı.
''Daha fazla geç kalmayalım. Hadi güzelim.'' ayağa kalktığımda ikimiz de üstümüze montlarımızı geçirip asansöre binmiştik.
''Bizimkilerin haberi var mı? Belki onlar da gelmek isterdi?'' önüme gelen saçımı kulağımın arkasın sıkıştırdı. Bunu sık sık yapıyordu.
''Sevgilimle baş başa kalmak istedim. Kötü mü düşündüm?'' başımı hemen hayır dercesine iki yana salladım. Parmak uçlarımda yükseldim ve dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım.
''Hayır, sevgilimle vakit geçirmeyi ben de çok istiyorum.'' dudaklarıma doğru yöneldiğinde o da basit bir öpücük bırakacak sanmıştım ama içimi sıcacık eden öpüşü asansör durana kadar bitmedi. Bizi birbirimizden ayıran asansörün geldiğini belli eden sesti. Kendini geri çekti ve tutmam için elini uzattı.
''Hayatının en güzel yerlerinden birine gitmeye hazır mısın bebeğim?'' yüzümdeki gülümseme büyüdü. Elini tuttum.
''Senin olduğun her yer, hayatımın en güzel yeri zaten.'' birden olduğu yerde durdu ve bedenini bana döndürdü.
''Sana çok aşığım.'' bu ani gelen itiraflara hâlâ alışamamıştım. İçimdeki sevgi taşmış, boyumu aşmıştı. Ama hâlâ o bana bunu söylediğinde utanmadan edemiyordum. Derin bir nefes aldım ve yanağına usulca bir öpücük bıraktım.
''Bilmukabele komutanım, bilmukabele.'' yüzümdeki gülümseme, onun surat ifadesiyle daha da büyüdü. İlerlemeye başladık.
''Dünyanın en romantik olmayan kadını ödülünde, adaylarda birinci sıradasın haberin olsun.'' böyle anlarda utandığımı anladığı için çok üstüme düşmüyordu. Bunu şakayla karışık söylediğinin farkındaydım. Evin önünde bir araba vardı ona binmiştik. Kanada'nın soğuğu hafife alınmayacak dereceydi. Sanırım böyle bir soğuğu en son ne zaman yaşadığımı hatırlamıyordum bile. Araba çalıştı.
''Yolumuz uzun mu?'' başını salladı.
''Çok uzak sayılmaz.'' neresi olabilirdi ki?
''Peki, gideceğimize değecek bir yer mi?'' bakışlarım ondaydı. Bakışları anlık beni bulduktan sonra tekrardan yolu buldu.
''Bence değecek. Doğal güzellikleri sever misin?'' severdim. Yeni yerler keşfetmeyi, doğal güzellikleri, özellikle de tarihi yapıları çok severdim.
''Severim evet. Özellikle tarihi yapıları çok severim.'' kafasını salladı.
''Burası pek tarihi bir yapı sayılmaz. Daha çok doğal güzellik denecek kategoride.'' ayakkabılarımı çıkarıp, bacaklarımı koltuğun üzerinde bağdaş yaptım.
''Peki, Türkiye'de gezip gördüğün en güzel tarihi yer diyebileceğin bir yer var mı?'' evet, ne alaka olabilirdiniz ama tarihi mekanların beni heyecanlandırdığı gerçeği yadsınamaz bir gerçekti. Bakışları bana döndü. Soruyu sorarken ki heyecanımı gördü ve gülümsedi. Sonrasında ise kaşları düşünceli bir şekilde çatıldı. Direksiyonu hafifçe kırarken,
"Ani Harabeleri," dedi. İlginç bir seçimdi.
"Neden Ani?"
"Çünkü oradaki şehir, bir zamanlar en büyük başkentlerden biriymiş ama şimdi bomboş bir vadiye bakıyor. Bir zamanlar koca bir imparatorluk vardı, şimdi sadece taşlar kaldı. Bana göre bu, gücün ve zamanın insana ne yaptığını en iyi anlatan yerlerden biri." başımı salladım.
"Tarihi yerleri o yüzden seviyorum. Taşlara bakınca sadece harabeleri görmüyorsun, geçmişin nefesini hissediyorsun. Bence o yüzden en etkileyici yerlerden biri Göbeklitepe. Düşünsene, insanlığın ilk izlerinden biri. Binlerce yıl önce orada kimler yürüdü, neler yaşandı, bilmiyoruz. Ama bir şekilde onların bıraktıkları şeylere dokunuyoruz." Onat gülümsedi.
"Göbeklitepe'yi görmek isterim. Belki bir gün gideriz." içimi sıcak bir his kapladı.
"Diyarbakır'da görev yaparken gidip görme imkanım olmuştu. İnanılmaz mistik havası olan bir yer.'' başını salladı.
''Kesinlikle beraber de gitmeliyiz. Peki, Efes Antik Kenti'ne gittin mi hiç?" başımı iki yana salladım.
"Yok, gitmedim. Ama çok merak ediyorum. Fotoğraflarda bile o kadar etkileyici görünüyor ki, kim bilir orada olmak nasıl bir histir." Onat kısa bir an düşündükten sonra konuştu.
"Efes. Garip bir yer. Oraya gittiğinde sadece taşlardan ibaret bir harabe olmadığını anlıyorsun. Sanki adımını attığın an geçmişe dokunuyorsun. O yolları yürürken bir zamanlar orada yaşamış insanları düşünüyorsun. O kalabalığı, pazar yerindeki sesleri, gladyatör dövüşlerini izlemek için toplananları. O taş duvarlar, binlerce yıl boyunca kimleri gördü, kimlerin hikayesine tanıklık etti diye düşünmeden edemiyorsun." gözlerimi kırpıştırdım.
"Ne kadar güzel anlattın." Onat hafifçe omzunu silkti ve gülümsedi.
"Tarih böyledir. " arabanın yavaşladığını fark ettiğimde bakışlarımı camdan dışarı çevirdim. Önümdeki tabeladan gözlerimi ayıramadım.
"Lake Louise mi?!" Onat hafifçe gülümsedi.
"Sürpriz." gözlerim kocaman açıldı.
"Şaka yapıyorsun! Beni Lake Louise'e mi getirdin?" başını salladı.
"İlk defa şaka yaparken bu kadar ciddi görünüyorum." kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı.
"Burası o kadar görmek istediğim bir yerdi ki Onat!" Onat, beni izlerken hafifçe başını iki yana salladı.
"Biliyordum." gülümsememi bastıramadım. Dışarıda karlar bembeyaz bir örtü gibi uzanıyordu. Arabadan iner inmez yüzüme çarpan serin hava, içime kadar işledi. Derin bir nefes aldım. Havanın berraklığı, ciğerlerime dolarken içim rahatladı. Başımı kaldırıp etrafa baktığımda, gözlerimin önüne serilen manzara karşısında olduğum yere çakıldım. Bir yer bu kadar mı güzel olabilirdi?
Lake Louise'u Daha önce fotoğraflarda görmüştüm ama hiçbir görüntü gerçeğin yanına bile yaklaşamazdı. Gözlerimin önünde, turkuazın en büyüleyici tonu uzanıyordu. Göl, sanki bir ressamın fırçasından çıkmış gibi kusursuzdu. Rüzgar hafifçe yüzeyini dalgalandırıyor ama berraklığından hiçbir şey kaybettirmiyordu. Gölün etrafını çepeçevre saran dağlar, karla kaplı zirveleriyle adeta gökyüzüne uzanıyordu. Masmavi göğe karşı dimdik yükselen bu devasa kayalıklar, insana ne kadar küçük olduğunu hatırlatıyordu. Garip bir şekilde ürkütücü değildi. Aksine, huzur verici bir görkemi vardı. Doğa, burada tüm gücüyle varlığını hissettiriyordu.
Ayaklarım kendiliğinden ileriye doğru adım attı. Yere baktığımda, toprağın üzerini incecik bir kar tabakasının örttüğünü gördüm. Yavaşça çömelip elimi uzattım, avucuma aldığım kar taneleri anında erimeye başladı. Buradaki her şey saf, her şey kusursuzdu. Dönüp Onat'a baktığımda onun beni izlediğini fark ettim. Yüzünde derin bir gülümseme vardı. Kendime engel olamadım ve ayağa kalkıp ona sıkıca sarıldım. Fısıltı gibi çıkan sesimle konuştum.
"Beni buraya getirdiğin için teşekkür ederim Onat. Bunca şeyin arasında, burası bir rüya gibi." Onat sırtımı okşadı ve boynuma bir öpücük bıraktı.
"Bunu hissetmeni istemiştim. Bunca olayın arasında, sana rüyadaymışsın gibi hissettirebileceğimi hatırlatmak istedim.'' bu yaptığı benim için çok kıymetliydi. Amacının birkaç saatte olsa kafamı dağıtmak olduğunun farkındaydım. Kendimi geri çektim ve kocaman gülümsedim.
''Bunu hayatımda olduğun her an hissediyorum zaten sevgilim.'' gülümsedi ve alnıma küçük bir öpücük kondurdu.
''Şu ileride bir kulübe var. Sıcak içecek ikram ediyorlar. Manzarası da muhteşem, oraya geçelim.'' kulübeye doğru adımladığımızda kafama bir soru takıldı.
''Sen önceden kiminle geldin buraya?'' adımlarım kesildiğinde bakışları bana döndü. Yüzümde gördüğü sorgulayıcı ifade hoşuma gitmişti.
''Oya da gezmeyi sever. Onunla gelmiştik.'' anladım dercesine başımı salladıktan sonra yürümeye devam ettik. Onat'ın gösterdiği patikayı takip ederek kulübeye doğru yürümeye başladık. Hava iyice soğumuştu, nefesimiz buğulanıyor, ayaklarımızın altında ince kar tabakası hışırdıyordu. Yaklaştıkça kulübenin detaylarını daha iyi görebiliyordum. Küçük, ahşap bir yapıydı. Çatısı karla kaplanmıştı, pencerelerinden dışarıya sarı ışık süzülüyordu. Kapının önündeki minik verandada, üzeri karla örtülmüş iki tahta sandalye duruyordu. Bir kenarda odunlar istiflenmişti, baca tüten dumanı ve tahta duvarların verdiği nostaljik görüntü buraya masalsı bir hava katıyordu. Onat kapıyı tıklattı. İçeriden belli belirsiz ayak sesleri duyulduktan sonra kapı hafifçe aralandı. Karşımızda, kırklı yaşlarında, orta boylu, yüzünde yılların izlerini taşıyan ama gözlerinde hâlâ bir canlılık olan bir kadın belirdi. Üzerinde kalın bir kazak ve örgü bir şal vardı, bize meraklı ama dostane bir bakış attı.
"Merhaba?" dedi. Onat başını eğerek kibarca gülümsedi.
"Merhaba. Dışarısı çok soğuk, içeride biraz soluklanmamız mümkün mü?" Kadın bir an duraksadı ama sonra gözleri ikimizi de şöyle bir süzdü ve kapıyı ardına kadar açtı.
"Tabii, bu havada kimseyi dışarıda bırakacak değilim." dedi ve hafifçe kenara çekildi. İçeri adım attığımızda, dışarının sert soğuğundan sonra yüzüme sıcak bir hava çarptı. Kulübenin içi küçük ama inanılmaz derecede sıcak ve huzurluydu. Ahşap duvarlar, tavan kirişleri, köşelere dizilmiş el yapımı battaniyeler, sobanın hemen yanında sıralanmış kalın kitaplar. İçeride geçmişin izlerini taşıyan ama bir o kadar da sıcacık bir hava vardı. Şömine, tam ortada yanıyordu ve kulübenin içine mis gibi odun kokusu yayılmıştı. Tavanda birkaç eski fener asılıydı, ışıkları yumuşak bir aydınlık sağlıyordu. Bir köşede işlemeli ahşap sandalyelerle çevrili küçük bir masa vardı, masanın üzerine gelişigüzel bırakılmış fincanlar ve bir çaydanlık duruyordu. Pencere önündeki sedirin üzerine kalın minderler dizilmiş, şöminenin yanına ise yumuşacık bir battaniye serilmişti. Burası, insana huzur veren, geçmişin sıcaklığını içinde barındıran bir yerdi. Kadın kapıyı kapatıp bize döndü.
"Bu kadar soğukta burda ne işiniz?" diye sordu. Onat hafifçe gülümsedi.
"Biraz gezmek, biraz da kafa dinlemek için buradayız," dedi. kadın başını sallayarak anlamlı bir bakış attı.
"İyi düşünmüşsünüz. Bir kahve içer misiniz?" dediğinde başımı salladım.
"Evet, lütfen," dedim. Kadın hafifçe gülümsedi ve şöminenin yanındaki küçük mutfağa yöneldi. Onat'a baktığımda o da ortamın sıcaklığına kendini kaptırmış gibiydi. Sessizce iç geçirdim ve şöminenin yanındaki sedire oturdum. Ellerimi sıcaklığa doğru uzattığımda içimi tarifsiz bir huzur kapladı. Onat karşıma geçtiğinde beni izliyordu. Burası, şehir hayatının karmaşasından uzakta, zamanın biraz yavaş aktığı bir yerdi. Ve Onat bana böyle bir anı yaşatmak için beni buraya getirmişti.
''İnanılmaz bir manzarası var görüyor musun?'' resmen bütün göl ayağımızın altındaydı.
''Evet, çok sıcak ve etkileyici bir yer.'' o an aklıma bir şey geldi ve kendime düşünmek için fırsat bırakmadım. Telefonumu çıkarıp ön kamerayı açtım. Kadraja ikimizi ve manzarayı aldım.
''Gülümse.'' birden tuşa bastığım için Onat kameraya bakarken değil, bana bakarken çıkmıştı. Bakışlarım fotoğrafa kaydı.
''Herkes kendi manzarasına bakmış. Çok güzel fotoğraf. Bana atsana.'' Onat'ın söylediğiyle gülümsedim. Hemen WhatsApp'tan fotoğrafı ona iletmiştim. Bizi karşılayan kadın kahvelerimizi önümüze koyduktan sonra sıcak gülümsemesiyle mutfağa geri dönmüştü. İçeride biz hariç oturan iki masa daha vardı.
''Savaşın ortasında, seninle el ele bir yürüyüş yapıyor gibi hissediyorum.'' söylediğim şeye kahkaha atmıştı. Ben de yüzümde kocaman bir gülümsemeyle ona bakıyordum.
''Savaşın ortasında, başında veyahut sonunda. Sen yanımda olduktan sonra nerede olduğumuzun pek bir önemi yok.'' yine içimi sıcacık etmişti.
''Aşkından şair oldun diye yorumluyorum artık.'' Başını iki yana sallayıp gülümsedi.
''Şair de oluruz şiir de, sorun yok gülüm.'' gözlerimi devirdim.
''Ankara kekosu seni.'' bunları beni güldürmek için yaptığının farkındaydım. Önündeki kahveden bir yudum aldı.
''Bu görev bittikten sonra bir tatile çıkacağız muhtemelen. Hiç aklında bir şey var mı?'' bunu hiç düşünmemiştim. Genelde tatillerde Sinem'le olurduk. Ama bu sene muhtemelen izinlerimiz denk gelmeyecekti. Omzumu silktim.
''Öyle bir planım yok. Genelde Sinem'le olurduk ama durumlar şu an belli. Seninle gitmez miyiz bir yerlere?'' gözleri ışıldadı. Gerçekten gözlerinin parladığını gördüm. Utanmasam eğilip yanaklarını sıkacaktım.
''Gidelim tabi ya. Bunu bekliyordum ben de. Gidelim kocam, gidelim sevgilim demeni.'' kaşlarımı kaldırıp kıkırdadım.
''Kocam mı?'' ne var dercesine kafasını salladı.
''Eninde sonunda olacağı söylüyorum ben sadece.'' masada ona doğru eğildim Ona bir şey söyleyeceğimi düşünüp o da eğildi.
''Seninle evleneceğime eminsin yani?'' yüzündeki ifade o kadar komikti ki onunla uğraşmaya devam etmek istediğim için kahkahamı zor tuttum.
''Evlenmez misin benimle?'' o kadar masumdu ki insanlar olmasa yanaklarını mıncırırdım. Yanağına bir öpücük kondurdum ve geri çekildim.
''Seninle ölürüm bile.'' söylediğim bu cümleyle bu sefer derin nefes alan oydu.
''Sana bir şey soracağım ama buna cevap vermek zorunda değilsin.'' başımı salladım.
''Çocuk ister misin?'' bu beklediğim bir soru değildi. Soru birden içime oturdu. Çocuk?
Derin bir nefes aldım. Kaç kez bunu kendi kendime sormuştum? Kaç kez içimdeki o boşluğu hissetmiş ama adı konmamış bir özlem gibi bastırmaya çalışmıştım? Şimdi burada, Onat'ın karşısında, bu soruyu ilk kez gerçekten cevaplamam gerekiyordu. Birkaç saniye sessiz kaldım. Onat, yüzüme dikkatle bakıyordu. Başımı hafifçe yana eğdiğimde parmaklarımı kahve fincanının pürüzsüz yüzeyinde gezdirerek.
''Çocukluğumdan beri içimde hep bir boşluk vardı," dedim usulca. "Aile sıcaklığının ne demek olduğunu hiç tam olarak bilemedim. Etrafımda hep bir eksiklik vardı. Bazen geceleri yatağa yattığımda, sanki bir ses duymak isterdim. Annemin sesi, babamın sesi. Birilerinin bana her şey yoluna girecek dediğini duymak. Ama hiç olmadı." Onat bana yaklaştı. Sandalyesini benden tarafa çektiğinde ellerini dizlerine koymuş, dikkatle dinliyordu.
"Bu yüzden hep kendi kendime yetmeyi öğrendim," diye devam ettim. "Zayıflık gibi gördüm bunu. Aile özlemi mi? Saçmalık dedim. Hep güçlü durmam gerektiğini düşündüm. Ama içimde, derinlerde bir yerde, hep bir gün bir ailem olsun istedim. Bir çocuğum olsun. Ama bunu kendime bile itiraf edemedim." Onat gözlerini kırptı.
"Neden?" başımı eğdiğimde dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Çünkü bu dünyada bir çocuğun güvende olabileceğine inanmadım. Büyürken hep kayıplara tanık oldum. İnsanların nasıl birbirine zarar verdiğini gördüm. Hayatım boyunca savaşların, acıların, kayıpların içinde yaşadım. Mesleki deformasyon işte biliyorsun. Ve dedim ki eğer ben de bir çocuk sahibi olursam, ya ona da zarar gelirse? Ya onu koruyamazsam? Ya ben de onu kaybedersem?" gözlerimi kaçırdığımda nefesimi tutarak pencereden dışarı bakmıştım. Karın beyaz örtüsü her yeri kaplamıştı. Tıpkı geçmişin üstünü örtmeye çalışan bir yorgan gibiydi. Ama bazı yaraların üzeri örtülse bile iyileşmiyordu. Onat, elini elime uzattı. Sıcaklığı tenime işledi, gözlerimi ona çevirdiğimde yüzündeki ciddiyeti gördüm.
"Birce, ben de kayıplar gördüm. Acıyı, kaybetmenin ne demek olduğunu biliyorum. Annemi gözlerimin önünde bulduğumda, o zaman anladım ki, kaybetme korkusuyla yaşamak, hayata gerçekten tutunmamızı engelliyor. Elimizde olanı, sahip olduklarımızı kaybetme korkusuyla sıkı sıkıya tutmaya çalışırsak, aslında onları yaşamayı unutuyoruz. Benim için en büyük ceza annemi kurtaramamak oldu. Ama sen." elimi daha da sıktı.
"Sen hâlâ buradasın. Ve ben, seni kaybetmekten ölesiye korkuyorum ama bu korkuya teslim olmayacağım. Eğer bir gün, eğer gerçekten bir aile kurmak istiyorsak, korkularımıza rağmen bunu yapmalıyız." boğazım düğümlendi. Gözlerim doldu ama ağlamadım. İçimde bir şeylerin çözülmeye başladığını hissediyordum. Kendi kendime koyduğum yasaklar, itiraf edemediğim özlemler, hepsi birer birer yüzeye çıkıyordu. Başımı yavaşça salladım.
"Ben bir çocuk istiyorum, Onat. Ama bunu sadece kendim için değil. O çocuğun gerçekten güvende olacağı bir hayat verebileceğimizi bilerek istiyorum." Onat başını salladı.
"O hayatı beraber inşa edeceğiz, biricik." cümleleri o kadar içtendi ki, içimde yıllardır bastırdığım duygular bir sel gibi akmaya başladı. İlk kez, gerçekten ve tamamen, bu hayali kurmaya cesaret ettim. Onat'ın gözleri hâlâ benimkilerdeydi. Yüzüne yavaşça bir gülümseme yerleşti. Başını hafifçe yana eğip dudaklarının kenarına o yaramaz gülümsemesini kondurdu.
"Yani bana diyorsun ki eğer bir çocuğumuz olursa, ona tarih kitapları okutup, beş yaşına gelmeden Efes Antik Kenti'nin mimari detaylarını ezberleteceksin?" gözlerimi devirip kahkaha attım.
"Onat!"
"Ne?!" ellerini havaya kaldırdı, masum görünmeye çalışıyordu. "Beni yanlış anlama, bence süper bir fikir. Hatta ilk kelimesi 'arkeoloji' olabilir." bir kahkaha daha attım ve kafamı iki yana salladım.
"Tamam, çok abartma." devam ettiğinde gözleri ışıl ışıldı. Hevesini kırmak istemedim.
''Düşünsene, bizim küçük bir tarih profesörümüz var. Kreşte diğer çocuklar top oynarken, bizimki öğretmenine Hititlerden bahsediyor." gülmekten karnıma ağrılar girdi.
"Onat, yeter!" O da kahkahalarımı paylaşarak arkasına yaslandı.
''Şaka bir yana seni bu kadar gülerken görmek çok güzel sevgilim benim." gülüşüm yavaşladı ama yüzümde o tebessüm kaldı. Onat'a baktım. Onunla beraberken, içimdeki o yıllardır taşıdığım karanlık bir anda aydınlanıyordu. Beni böyle anlayan, beni gerçekten gören biriyle olmak, bunu tarif etmek mümkün değildi. Onat sandalyesini biraz daha yaklaştırıp kollarını iki yana açtı.
"Tamam, gel buraya." bunu iki kere söylemesine gerek yoktu. Sandalyeden kalktım ve ona doğru yürüdüm. Kolları etrafımı sardığında başımı göğsüne yasladım. Kalp atışlarını duyabiliyordum.
"Sana bir şey diyeceğim," dedim, sesim sadece onun duyabileceği şekildeydi.
"Hımm?"
"Sen harika bir adamsın, Onat." beni biraz daha sıktı.
"Bunu senden duymak çok iyi hissettiriyor Birce. Çünkü bazen kendimden pek emin olamıyorum." başımı kaldırıp ona baktım.
"Bana bak." baktı. Gözlerimin içine, sanki orada kaybolmak ister gibi baktı.
"Sen, hayatımda gördüğüm en güçlü adamlardan birisin," dedim içtenlikle. "Ve ben de senin gibi biriyle bu hayatı paylaştığım için şanslıyım." gözleri bir an ciddileşti ama ardından tekrar yumuşadı.
"Öyleyse, birlikte bu hayatı daha da güzel yapacağız." başımı salladım.
"Evet." tam o an, şöminedeki odunlardan biri çatırdayarak alev aldı. Ortam o kadar huzurluydu ki, gitmek istemiyordum. Ama yarın operasyon vardı. Uzun bir gün olacaktı. Onat hafifçe sırtımı sıvazladı.
"Hadi, artık kalkalım. Yarın yorucu bir gün olacak." iç çekerek doğruldum.
"Evet, haklısın." montlarımızı giydik, şallarımızı sıkıca sardık. Kulübenin sıcacık havasından çıkıp tekrar karanlık ve soğuk dış dünyaya adım attık. Ama içimde artık bir sıcaklık vardı. Onat elimi tuttu, ve ikimiz de hiç konuşmadan, sadece el ele, arabaya ilerledik.
🫧
Operasyonun düzenleneceği barın önündeydik. Dün gece Onat'la çok güzel bir gece geçirmiştik ama bugün artık gerçekliğe dönme vaktiydi. Şimal ve ben içeride, davetlilerin arasındaydık. Dimitri bizim için bir davetiye ayarlamıştı. Acar'ın bizi tanıması ihtimaline karşı porselen makyajlarımız yapılmış, olduğumuzdan bambaşka insanlar haline gelmiştik. Hepimizin kulağında operasyonun vazgeçilmezi olan böcekler yerleşikti. Locanın yakınlarındaydık. Acar oradaydı. Etrafındaki koruma ordusuyla orada dikiliyordu.
''Locanın kapısında beş tane koruma var.'' elimi kulağımda koydum ve fısıldadım. Bar bankosunun önünde, tezgahta oturuyorduk. Şimalle sohbet ediyor gibi görünsek de gözümüz ve kulağımız ordaydı.
''Birce, kızlar içeri giriyor.'' Yiğit'in sesiyle benim yerimden kalkma vaktimin geldiğinin farkındaydım. En baştaki hedefimiz kızları yanımıza almaktı. O yüzden Yasemin'le konuşmam gerekiyordu. Bakışlarım girişe kaydığında kapının önündeki Yasemin, Öykü, Beril, Merve ve Esra dikkatimi çekti. Diğer herkesin de bakışları onlara dönmüştü. Girdikleri ortamlarda dikkat çekmemeleri mümkün değildi.
''Birce, sakince Yasemin'in yanına git ve onlarla özel konuşmak istediğini söyle. Seni tanıyınca ikna olacaktır.'' Onat'ın sesiyle birlikte kızlara doğru ilerlemeye devam ettim. Şanslıydım ki korumaları dışarıda kalmıştı. Yoksa muhtemelen tanımadıkları birini yanlarına yaklaştırmazdı. Yasemin etrafı süzerken, bakışları anlık benimle buluştu. Sonra başka yere baktığında, kim olduğumu fark etmiş olacak ki bu sefer bakışları şaşkınlıkla beni buldu. O sırada aramızda çok kısa bir mesafe vardı. Yasemin şaşırdığı için adımları durdu. Fırsattan istifade onu kolundan tuttum ve kulağına doğru eğildim. Dışarıdan gören bizi sohbet ediyor sanabilirdi.
''Yardımına ihtiyacım var.'' kendini geri çekti ve bana baktı.
''Alev bu hal ne-'' cümleyi devam etmesine müsaade etmedim.
''Lütfen locaya girmeden önce lavaboya gel.'' bakışlarımdan işin ciddiyetinin farkındaydı. Hızlıca başını salladı ve diğer kızlara dönüp lavaboya gitmeleri gerektiğini söyledi. Dikkat çekmeden onlardan bağımsız biriymişim gibi lavaboya ilerledim. İçeri girdiğimde şansımıza boştu. Yaklaşık bir dakika sonra kızlarda gelmişti.
''Yasemin, Dex bizi bekliyor. Ne alaka niye geldik bura-'' Öykü'nün bakışları beni bulunca gözbebekleri büyüdü.
''Hassiktir. Alev? Senin ne işin var burada ve bu kılık ne?'' derin bir nefes aldım.
''Öncelikle adım Birce. Üsteğmen Birce Sağlam. Türkiye Cumhuriyeti askeriyim. Hepinizin Dex denen adamın yanında zorla tutulduğunun farkındayım. Amacımız bu gece sizi kurtarmak.'' hepsi tabiri caizse ağzı açık bir şekilde beni dinliyordu.
''Ne? Asker misin?'' Esra'nın sorusunu kafamı sallayarak cevapladım.
''Çok vaktimiz yok. Dex yokluğunuzu hissetmeden sizi buradan çıkarmamız gerekiyor.'' hepsi şu an bir şok içerisinde olduğu için derin bir nefes aldım.
''Bize yardım edeceğinizi nereden bileceğiz?'' Yasemin'in sesi ürkekti ama gözlerindeki umut ışığını görmemek imkansızdı.
''Size yalan söylemiyorum. Devlet bu işin peşinde. Hepinizin zorla burada tutulduğunu biliyoruz. Ben ve ekibim, sizleri buradan sağ salim çıkarmaya geldik. Eğer şimdi bizimle gelirseniz, hayatınızı geri kazanabilirsiniz.'' Öykü, hâlâ şoktaydı ama gözlerini kısmış, beni izliyordu.
''Peki ya Dex? Bizi her yerde bulur. Nereye gidersek gidelim, peşimizi bırakmaz.''
''Dex artık bir tehdit değil. Onu durdurmak için buradayız. Ama önce sizi güvene almamız gerekiyor. Bakın, biz organize bir şekilde geldik. Sizi koruyabilecek, sizi güvenli yerlere taşıyabilecek güce sahibiz. Yapmanız gereken tek şey, bize güvenmek.'' kızlar birbirlerine baktı. Onların gözlerindeki korkuyu da, umudu da okuyabiliyordum. Hepsi buradan gitmek istiyordu ama korkuları hâlâ ağır basıyordu. O an, sesimi yumuşatıp onlara gerçekten inanmaları gereken şeyi söylemeye karar verdim.
''Size söz veriyorum. Bu gece buradan çıktığınızda, artık korkmayacaksınız. Bu cehennem bitecek. Eğer Dex'in sizi bulabileceğini düşünüyorsanız, biz de onun karşısına çıkmak için buradayız. Ama bunun için bize güvenmeniz gerekiyor. Çünkü biz, sizin yanınızdayız.'' birkaç saniye süren sessizlikten sonra, Yasemin derin bir nefes aldı ve
''Ben geliyorum,'' dedi. Öykü dişlerini sıktıktan sonra başını salladı.
''Ben de.'' diğerleri de onlara katıldığında, içimde bir rahatlama hissettim. Başarmıştık. Kulaklığa doğru konuştum.
''İlk koridordaki kadınlar tuvaletindeyiz. Kızlar bizimle geliyor. Yiğit, onları dışarı çıkaralım.'' kızlar ise anın şokunda olduğu için konuşmuyorlardı. Yaklaşık on beş saniye sonra Yiğit içerideydi. Kızların şaşkın bakışları bu sefer onu buldu.
''Sende mi askersin?'' Esra'nın sorusuyla Yiğit başını salladı. Sonra bakışları bana döndü.
''Rob elektriği kesecek. Plan konuştuğumuz gibi.'' başımı salladım ve dışarı çıkacağım esnada birinin kolumdan tutmasıyla olduğum yerde kaldım. Arkama döndüğümde bu kişinin Yasemin olduğunu gördüm.
''Dikkat et.'' gözlerindeki saf merhamet içime oturdu. Usulca gülümsedim ve başımı salladım. İçeriye doğru ilerlediğimde Yiğit'in onları Aybars'la birlikte güvenli bir şekilde çıkaracağını biliyordum.
''Kontrol odasının oradayım.'' Rob'un sesiyle adımlarım hızlandı ve kendimi o hengamenin ortasında buldum. Şimal bıraktığım yerdeydi.
''Locanın önündeki insan sayısı azaldı.'' Şimal'in sesiyle bakışlarım locaya döndü. Evet, az önceye göre daha az adam vardı. Bu bizim için bir fırsattı.
''Oğuzhan, Alperen içeri giriyoruz. Rob sistemi devre dışı bıraktığı an locaya girip Acar'ı alıyoruz.'' ondan sonra her şey bir anda oldu. Rob'un sesi kulaklıktan geldiğinde içimde garip bir sıkışma hissettim.
"Sistem devre dışı." her şey bir anda oldu. Önce koca salonda yankılanan tiz bir çığlık duyuldu. Sonra cam kırılma sesleri, devrilen sandalyelerin çıkardığı gürültü ve insanların panikle kaçışan ayak sesleri ona eşlik etti. Ortalık cehenneme dönmüştü.
"İçerideyiz!" Onat'ın sesi kulaklıkta yankılanırken ben ve Şimal locaya yöneldik. Silahlar çekildiğinde emirler ardı ardına yağmaya başladı. O an adrenalin tüm damarlarıma dolmuştu. Acar'ın orada olduğunu biliyorduk. Onu yakalamamız an meselesiydi. Ama her şeyin saniyeler içinde alt üst olacağını bilmiyordum.
Tam locanın kapısını açarken keskin bir patlama sesi duyuldu. Bir anlığına dünya durdu. Göğsümde aniden yanan, kavuran bir acı hissettim. Şokla geriye sendeledim. Sol göğsümün altından sıcak bir şeyin aktığını hissettiğimde nefesim kesilmişti. Gözlerim bulanıklaştı. Onat'ın sesi bir bıçak gibi kulaklarımı deldi.
"Birce!" ayaklarım boşluğa düşüyormuş gibi hissettim. Her şeyin sesi yankılanarak benden uzaklaştı. Sanki bedenim benden kopuyordu. Onat'ın koşarak bana doğru geldiğini gördüm ama kollarını hissedemedim. Bir şeyler söylüyordu, panikle yüzümü okşuyordu ama dudaklarının arasından çıkan kelimeler birbirine karışıyordu.
Gözlerimi açık tutmaya çalıştım ama vücudumun bana ihanet ettiğini hissediyordum. Göğsümdeki acı dalga dalga yayılıyor, nefes almamı zorlaştırıyordu. Bir an için başımı yana çevirdiğimde Acar'ı gördüm. O aşağılık sırıtışı yüzüne yapışmıştı. O an içimde öyle büyük bir öfke kabardı ki ama gücüm yoktu. Onat'ın sesi yeniden yankılandığında bu kez daha sert, daha korkuyla doluydu.
"Birce, bende kal! Gözlerini kapatma! Lanet olsun, Bende kal!" kollarıma, yüzüme vuran elleri hissettim ama ben artık düşüyordum. Bütün bu karmaşanın içinde göz kapaklarım ağırlaştı. Sesler bir uğultuya dönüştü. Ve sonra karanlık her şeyi yuttu.
Bölümle ilgili düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz.
Instagram/Tıktok/Instagram:monsoleil777
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.67k Okunma |
3.75k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |