
Selamlar! İki haftanın sonunda beraberiz. 🤍Bizimkileri özlediyseniz, sizi aşağıya alalım. Sahne onların❤️🔥
Kitaplarla ilgili alıntılar/görseller/spoiler istiyorsanız sosyal medya hesaplarım;
Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777

Hayatta bazı şeyler hiç ummadığınız anda olur. Geçmiş bazen yüzünüze, hiç ummadığınız bir anda vurur. Devletin beni görevlendirdiğini düşündüğüm, sıradan bir görev olarak geldiğim Hakkari'de, şu an Kanada'ya gitmek için uçağa biniyordum. On altı yaşlarında uğradığım zorbalığın, beni buralara getireceğini bilmezdim.
''Komutanım, uçak hazır.'' Selin'in sesiyle bakışlarımı zeminden çekip önümde hemen duran uçağa çevirmiştim. Böyle zamanlarda normalde helikopter tahsis edilirdi. Ama yol uzun ve kalabalık olduğumuz için böyle olmayacaktı. Şu an hepimiz, gayet sivil bir şekilde uçağa binecektik. Orada indikten sonra bize tahsis edilen eve geçecektik.
Dün gece çoğumuz sevdikleriyle vedalaşmıştı. Yanında hiçbir aile büyüğü olmayanlarda, bugün albayla vedalaşmıştı. Zordu, gideceğini biliyordun ama döneceğinin hiçbir zaman garantisi yoktu. Uçağa doğru ilerlediğimde, Onat'ın dışarıda albayla görüştüğünü biliyordum. Normal şartlarda tabi ki albayın buraya kadar girmesine müsaade etmezlerdi ama askeri kimlikler böyle durumlar için vardı.
Dikkat çekmemek için hepimize arka arkaya değil de, dağınık şekilde biletler alınmıştı. Ama Onat tabi ki benim biletini yanına almaktan çekinmemişti. Usulca uçağın ilerisinde ilerleyip kağıtta yazan koltuk numaramı bulmuştum. Bu yolculuk aslında bizim için sabah başlamıştı. Sabah bir helikopterle İstanbul'a gelmiştik. Şimdi ise İstanbul Havalimanında, Kanada'ya giden uçağın içindeydik. Koltuğa oturduğumda, direkt cam kenarına kurulmuştum. Hemen yan çaprazımda Selin'le Şimal oturuyordu. Diğerleri ise göremediğim yerlerdeydi. Yaklaşık iki dakika sonra Onat geldi.
''Güzelim, hazır mısın?'' bakışlarım ona döndü. Uzun boyu olduğu için bu koltuklar onun için eziyet oluyordu, farkındaydım.
''Ne için hazır mıyım?'' kemerini bağladı ve gözleri beni buldu.
''Ne olduğunun bir önemi var mı?'' bunu beni gaza getirmek için yaptığının farkındaydım. Ama şunu da biliyordu ki buna yapmasına gerek yoktu.
''Daima hazır.'' yüzünde büyük bir gülümseme yer aldı. Çünkü Türk askerine öğretilen en önemli şeylerden biri hazır, daima hazır olduğuydu.
''Albay ne diyor?'' derin bir nefes aldı.
''Görevin süresiyle ilgili o da net bir şey diyemiyor. Orada İnterpolle iletişime geçildi. Hatta yarın bir toplantı gerçekleşecek. Silah kaçakçılığı, kadın kaçırma suçlarından Acar'a kırmızı bültenle aram emri çıkartıldı.'' bu güzel haberdi.
''Bu çok güzel haber. En azından yurt dışına çıkamayacak.'' Evet, Acar'ın şu an Kanada'da olduğunu biliyorduk. Bunu da bize şu an uçağın içinde, bizimkilerden birinin yanında oturan Ekin söylemişti. Ekin, Acar için önemli biriydi. O yüzden onu burada bırakıp gitmemiz demek Acar'ın eline teslim etmemizle eş değerdi. Gittiğimiz yerde de işe yarayacağından emin olduğumuz için bizimle geliyordu. Acar Kanada'da olduğunu ve en yakın zamanda onu kurtarmaya geleceğini söylediği için Kanada'da olduğundan emindik.
''Sence Ekin'i götürmek doğru bir hamle mi?'' pilot kendini tanıtıyor ve uçuşla ilgili bilgiler veriyordu.
''Evet. Ekin Acar için önemli birisi. Onun ona olan takıntısını hafife alamayız. Bizim için büyük bir koz.'' başımı usulca salladım.
''Haklısın. Dönüşte eğer aksi bir durum olmazsa albay akıbetiyle ilgili bir şey söyledi mi?'' normalde yardım ve yataklıktan hapse girmesi gerekiyordu. Ama büyük bir koz olduğu için albay bu durumu erteliyordu.
''Sonuç belli yavrum, cezasını çekecek. Her ne kadar bu senaryoda en az suçlulardan biri de olsa bu zamanında Erkinle yaptığı iş birliklerini değiştirmiyor.'' doğru söylüyordu. Hayata Ekin'i bu kadar çaresiz bıraktığı için, bir yandan da Ekin'e en başından çözüm yolu bulmadan Erkin'e yardım ettiği için kızgındım. İki ucu da boklu değnekti.
''Doğru, haklısın.'' uçak havalandı. Yaklaşık on iki saatlik bir yolculuğumuz başladı.
''Hepimiz aynı apartmanda olacağız. Bir apartmanı bizim için kiraladılar. Her dairede iki kişi kalacak. Sadece Şimal, Selin ve Ekin birlikte kalacaklar.'' dedi.
''Ekin'in kızlarla kalması güvenlik açısından sorun oluşturmaz mı?'' bazen Ekin'e çok çabuk güvendiklerini düşünüyordum. Onat elimi tuttu ve avcumun içini okşamaya başladı.
''Ekin, çaresiz bir kadın sevgilim. Her ne kadar zamanında yanlışlar yapsa da abisinin ölümü onu sarstı. Ve abisini öldüren Acar'ın ona neler yapabileceğinin farkında. İsterse bize ihanet etsin. Sonucunda Acar'a giderse, öleceğini biliyor.'' bunu da biliyordum ama bir yanım ısrarla inkar ediyordu. Aslında o yanımın inkar etmek değil de kıskançlık yaptığının farkındaydım. Konuyu değiştirdim.
''Daha önceden Kanada'ya gitmiş miydin?'' başını salladı.
''Ne zaman gittin? Ben hiç gitmedim. İlk olacak.'' beni pür dikkat dinlemesi bazen utanmama sebep oluyordu.
''Bir diplomatın kızının hayatını kurtardığımdan bahsetmiştim hatırlıyor musun?'' hatırlıyordum. Başımı salladım.
''O zaman görev için bir süre Kanada'da kalmam gerekmişti.''
''O görev rütbe yükseltmene sebep olmuştu değil mi yanlış hatırlamıyorsam?'' başını salladı ve avcumun içini öptü. İçimi ısıtan hareketleri vardı.
''Evet, doğru hatırlıyorsun.'' başarılı bir askerdi.
''Seninle gurur duyuyorum.'' başını geri yasladı ama yüzündeki gülümsemeyle bana bakmaya devam ediyordu.
''Asıl kendinle gurur duyman gerektiğini biliyorsun değil mi?'' omzumu silktim. Kendimden bahsedince utanıyordum. Neden bilmiyordum ama kendimi övmekten ve övülmekten nefret ediyordum.
''Hiç öyle omzunu silkme. Bu söylediklerimi cinsiyetçi bir yaklaşım olarak algılama. Ama Kara Harp Okulu'nu bitirip arkanda kimse olmadan buralara gelmen takdire şayan bir hareket . Sen ve senin gibi kadınları gördükçe çok gururlanıyorum.'' gözlerinden de gururu görebiliyordum. Utanmıştım.
''Teşekkür ederim. Ama hayat başka çare bırakmayınca, insan mecbur kalıyor işte.'' bakışlarımı ondan kaçırdım. Eliyle çenemi tutup bakışlarımı ona sabitledi.
''Kurban olurum senin şu utangaç hallerine. Mecburiyetse mecburiyet, çokta güzel kalkmışsın altından. Senin gibi güçlü bir kadın hayatımda olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum.'' gözlerim doldu. Bu onun yanındayken mutluluktan sık sık olan bir şeydi. Onun ise anında kaşları çatıldı.
''Hey, Birce senin gözlerin dolunca kendimi bıçaklamak istiyorum. Yavrum, lütfen.'' beni kendine çekince araya ne kadar koltuğun kolu da girse başımı onun göğsüne yasladım. Saçıma usulca bir öpücük kondurdu.
''İkimiz de birbirimizin hayatında olduğumuz için çok şanslıyız.'' cevap vermedi. Ben de bir şey söylemedim. Onun göğsünde yaklaşık iki saate yakın uyumuştum. Onat'ta benimle beraber uyumuştu. On iki saatlik yolculuğumuz çoğu zaman uyuyarak, yer yer sohbet ederek geçmişti. Onunla ilgili sürekli yeni şeyler öğrenmek hoşuma gidiyordu. Mesela ata binmeyi çok sevdiğini, boş vakitlerinde sürekli bunu yaptığını söylemişti. İkimizde fark etmiş ki karargah dışında fazla vakit geçiremiyorduk. Eğer bu görevden sağ salim dönersek, birbirimizin hobilerine daha çok vakit ayıracaktık. Havaalanına indiğimizde çıkışta bizi bir servis bekliyordu. Bunun İnterpol tarafından sağlandığını biliyorduk. Her birimiz araca bindiğimizde ön koltuğa Onat ve Aybars oturmuştu. Onların yanında ise şoför koltuğunda Jack adında, bundan sonra bizim şoförlüğümüzü yapacak adam oturuyordu.
''Yemin ediyorum götüm uyuştu. Bu uçak denen şey yolu kısaltmak için yok mu ya. On iki saat uçuş mu olur?'' arkamda oturan Alperen'in serzenişine, Oğuzhan eşlik etti.
''Kanka yolu kısaltıyor da dünyanın bir ucu be Kanada. Biraz da coğrafya lütfen.'' bu ikisinin diyalogları beni güldürüyordu. Yanımda oturan Şimal ise bu konuşmaya sessiz kalamadı. Arkasını döndü.
''Size bir şey sormak istiyorum.'' benim de bakışlarım Oğuzhan ve Alperen'i buldu. Şimal'in soracağı soruyla yüz ifadelerinin ne olacağını merak ediyordum.
''Sor bacım.'' evet, Oğuzhan bütün dişileri bacısı bellemişti.
''Siz bir şey mi kullanıyorsunuz? Yok kullansanız aylık kontrollerde çıkar diye düşünüyorum ama. Bu kadar çok konuşmanızın başka bir açıklaması yok artık.'' kahkaha attım. Artık kendimi tutamamıştım. Şimal'in onların hâlâ bu kadar konuşuyor olmasına alışamamasına da ayrı gülmüştüm. Oğuzhan ve Alperen ellerini göğüslerine koymuş, hayret içinde önce Şimal'e sonra bana baktılar. İkiz gibi her hareketleri aynıydı.
''Sana bacım diyoruz, sen de Selin gibi her fırsatta bize laf sokuyorsun.'' bakışlarım arka dörtlü koltukta oturan Selin'e kaydı. Bir cam kenarında o, diğer uçta ise Yiğit oturuyordu. Komik olan ise ikisinin de gözlerinde göz bandı vardı ve muhtemelen bundan haberleri yoktu. Selin adını duyunca göz bandını eliyle kaldırdı.
''Ne diyorsun yine Oğuzhan?'' aynı anda yanındaki Yiğitte sesten rahatsız olmuş olacak ki göz bandını kaldırdı. Onların bu hali komiğime gittiği için gülümsedim. Selin ise neye gülümsediğimi anlamamış olacak ki bakışları iki koltuk yanındaki Yiğit'e kaydı. Yiğit ise Selin'in bakışlarını hissedince ona döndü.
''Yok artık.'' ikisinin aynı anda bunu söylemesi hepimizi güldürmüştü. Oğuzhan'dan gelen tespit ise ilk defa yerli yerinde olmuştu.
''Sanırım sadece ikiz gibi davranan biz değiliz.''
🫧
Yaklaşık bir saat süren yolculuğun sonunda kalacağımız muhite gelmiştik. Onat buraya apartman demişti ama burası bildiğimiz müstakil, dört katlı bir villaydı. Hep birlikte içeri girdiğimizde Jack bize yakın bölgelerdeki marketlerden, hastanelerden bahsetti. Sonra ise dışarıda olduğunu söyleyerek çıkmıştı.
''Herkes otursun. Gidişatla ilgili konuşalım. Sonra yatıp dinleneceğiz, yarın uzun bir gün olacak.'' ilk kat oldukça büyüktü. İçeri girer girmez sizi bir salon karşılıyordu. Salonda ise büyük bir L koltuk vardı. Herkes çantalarını kenara bıraktıktan sonra koltuğa sıralanmıştık. Onat ise ayaktaydı.
''Öncelikle ev dört katlı. Dış kapı ortak ama aslında her kat bir daire büyüklüğünde. Bunu böyle planlamamızın amacı, birbirimizden ayrılmamak. Sonuçta bir görevdeyiz, dağda olsak orda da sırt sırta savaşacaktık, burada da durum aynı.'' olduğu yerde gezinirken bakışları her birimizin üzerinde tek tek dolaşıyordu.
''Gelmeden önce konuştuğumuz gibi Şimal, Ekin, Selin siz bir katta, Oğuzhan, Alperen, Yiğit siz bir katta, Birce ve ben bir katta kalacağız.'' onunla aynı katta kalacağımdan haberim yoktu. Bu hoş olur muydu? Bu soruyu ona baş başa kaldığımızda yöneltecektim.
''Herkesin katında kendine ait odası ve banyosu mevcut. Her neyse, bunlar işin önemsiz kısımları. Gelelim asıl kısma.'' bakışları hemen karşımda oturan Ekin'e kaydı. Onat'ın bakışları ona dönünce, hepimiz ona döndük. O ise istemsiz olarak oturuşunu dikleştirdi.
''Seninle gelmeden önce konuştuk. Son bir kez hatırlatıyorum. Kullandığın telefon konum belli etmiyor. Onu sana vermemizin sebebi Acar'ın seninle olan iletişimini kesmesini istememiz. Bizden habersiz başka biriyle haberleşirsen Ekin seni Acar'ın önüne atmaktan çekinmem.'' Ekin gözlerini devirdi.
''Onat, kardeşimin katiliyle işbirliği yapacak kadar şerefsiz değilim.'' bu sefer gözlerini deviren Onat oldu.
''Neyse ne. Ben uyarımı son kez yapıyorum. Acar'ın ortaya çıkması hemen beklediğimiz bir şey değil zaten. Şu anlık amacımız kaçırdığı kadınlarla iletişime geçmek. Yarın başlıyoruz.''
''Plan nedir komutanım?'' Onat anlatmaya başladı.
''Önceliğimiz kadınlarla yakınlık kurmak. Ortamlarına sızmaya çalışacağız. Hepsi bir arada takılıyor zaten. Bir kısmımız bununla uğraşırken, diğer bir kısmımız da şirketin etrafında olacak. Şirkete giriş yapan kimler, gelen mallar neler bunları araştıracağız. Ama söylediğim gibi önceliğimiz kadınlar.'' kadınlara yakın olmak demek, bizim için şahit demekti. Onların şahitliği, Acar'ı ömür boyu içeri tıkmaya yeterdi.
''Aybars, Şimal, Alperen siz şirketi gözetliyorsunuz. Hatta Aybars ve Şimal siz yarın bir gidin bakalım. Müşteriymiş gibi. Çekebildiğiniz kadar fotoğraf ve video çekin.''
''Emredersiniz komutanım.'' Onat'ın bakışları bana döndü.
''Birce, Oğuzhan, Selin, Yiğit. Biz de kalabalık bir arkadaş grubuymuşuz gibi davranıp bu kızları grubumuza dahil etmeye çalışacağız.'' kaşlarım havalandı.
''Bize hemen güvenecekler mi komutanım?'' Yiğit'in sorusuyla Onat tebessüm etti.
''Acelemiz mi var Yiğit? Bu görevin süresinin belli olmadığını en başından beri biliyoruz.'' haklıydı. Bu durum için hatta abimle konuşmuş, inatla düğün için beni beklememelerini söylemiştim. Ama kesin ve net bir tavırla ben gelmeden düğünü yapmayacaklarını söyleyince, ısrarımdan vazgeçtim.
''Haklısınız komutanım.'' Onat başını salladı ve çantasını aldı.
''Yarın başlıyoruz. Yarın akşam da İnterpolden bir timle görüşeceğiz. Şimdi hepiniz çıkın dinlenin, iyi uykular.'' herkes eşyalarını aldığında sırayla asansöre bindi. Diğerleri çıkmış, Onat ve ben asansörün geri inmesini bekliyorduk.
''Bizim aynı katta kalmamız etik mi?'' bakışları bana döndüğünde ben de ona döndüm.
''Etik olmayan ne var tam olarak?'' gözlerimi devirdim. Ne demek istediğimi anlamıştı.
''Aramızdaki ilişkiyi işimize yansıtmamız.'' asansör geldiğini belli eden bir ses çıkardı ve bindik. Onat dörde bastığında bizim en son katta kalacağımızı anlamıştım.
''Her katta üç oda var. O yüzden üç tane kızın bir katta kalması gerekiyordu. Senin benim yanımda kalmayıp başkasının yanında kalmana müsaade etmeyeceğime göre biricik.'' asansör durdu. Kapılar açıldı.
''Böyle olduğunu bilmiyordum.'' durdu. Birden durunca benim de adımlarım onu takip etti. Ona döndüm.
''Birce, meslek etiğini bilen ve ona göre hareket eden biri olduğumu düşünüyorum. Sana bunun aksini yansıtacak bir hareketim mi oldu?'' hızlıca başımı yana salladım. Beni yanlış anlamıştı.
''Öyle bir şey yok. Ben sadece başkaları tarafından yanlış anlaşılmak, senin tarafından kayrılıyormuş gibi görünmek istemem.'' yaklaştı.
''Bunu yapmadığımı sana çok net bir şekilde gösterdiğimi hatırlıyorum.'' evet, en son ona diklendiğimde sonucunda böyle bir şey olmadığını öğrenmiştim. O yüzden böyle bir tepki vermeye bir daha çekiniyordum ama kendimi tutamıyordum.
''Ayrıca başkalarını sikeyim Birce. İkimizde yaptığımız işten eminsek, kimseye bir şey demek düşmez.'' daha fazla bir şey söylemek istemiyordum. Haklıydı.
''Doğru, haklısın.'' koridora geldiğimizde buranın gerçekten de bir daire büyüklüğünde olduğunu görmüştüm.
''Odalarımız karşılıklı.'' bakışlarım ona döndü.
''Ayrı mı yatacağız?'' bana kızdığının farkındaydım. Çünkü bunu ona ikinci yapışımdı. İkinci kez ona duygularını işine karıştırdığının imasını yapıyordum. Derin bir nefes aldığında vücudunu bana döndürdü.
''Hayır. Gel eşyaları bırakalım, konuşalım.'' çantalarımızı yatak odasına bıraktıktan sonra salona geçtik. Onat koltuğa oturduğunda dizine vurdu. Bu onun dilinde gel demekti. Israr etmedim. Dizine oturdum ve kollarımı boynunda birleştirdim.
''Onat, seni kırmak istememiştim.'' gözleri ışık loş ışıktan dolayı sanki daha da kara duruyordu. Eli saçlarıma gitti. Saçımdan bir tutam alıp oynamaya başladı.
''Okula girdiğimizde intibak eğitiminde bize ne öğretiyorlar biliyorsun değil mi Birce?'' usulca başımı salladım. İntibak eğitimi, okula uyum sağlamak için eğitim öncesinde dört haftalık verilen bir eğitimdi. O eğitimde sık sık hatırlatılan şeylerden biri de duyguların sizin en büyük katiliniz olduğuydu.
''Kabul ediyorum, bu zamana kadar katıldığım hiçbir görev beni duygusal olarak bu kadar zorlamadı. Ama sence duygularıma yenik düşmüş olsaydım, o Erkin itini Acar'dan önce ben öldürmez miydim? Üstelik konumu her zaman belliydi.'' onu anlıyordum. Anlayabiliyordum.
''Onat, bunu anlık söylediğimi biliyorsun. Senin ne kadar başarılı bir asker olduğunu zaten biliyorum.'' elini dudağıma getirdi ve beni susturdu.
''Biliyorsun ama bana dikenlerini saplamaktan çekinmiyorsun.'' evet, söz konusu mesleğim olunca böyleydim. Bu huyumdan şu an çok pişmandım. Başım istemsiz önüme eğildiğinde Onat çenemden tutup kafamı kaldırdı.
''Başını eğecek bir durum yok ki. Bu senin ne kadar başarılı bir asker olduğunun göstergesi.'' elimi yanağına götürdüm ve yavaşça okşadım.
''Seni üzdüğüm için üzülüyorum. Sen çok başarılı bir askersin. Ama ben buraya kadar hep tırnaklarımla kazıyarak geldiğim için birinin beni başka şeylerle itham etmesinden korkuyorum.'' böyle bir şey olmamıştı. Ama bu olmayacağı anlamına gelmiyordu.
''Biri seni böyle bir şeyle itham ederse, onu alnının çatından vur.'' söylediği şey beni güldürmüştü. Eğildi ve tam gülerken dudağıma bir öpücük bıraktı.
''Gül hep böyle. Ben sana kırılmam, sadece kızarım. Bu konuyu da son konuşmamız olsun. Hadi, yarın uzun olacak. Yatıp dinlenelim.'' haklıydı. Uzun bir gün olacaktı. Kucağından kalktım ve elimi ona uzattım.
''E hadi o zaman.'' elimden tuttu ve kalktı. Odaya geçtiğimizde üstümüzü değiştirdik ve yatağa girdik. Normalde sıcak bir duş vücuduma iyi gelirdi ama saat oldukça geç olmuştu.
''Buraya yattığımda, tam göğsüne, her şeyi aşabileceğime inancım sonsuz oluyor.'' Onat başıma bir öpücük bıraktı.
''Aşamayacağını düşündüğün bir şey olursa bile –ki yok- o şeyin birlikte içinden geçeriz, biliyorsun değil mi?'' kıkırdadım.
Bunu biliyordum, onunla her şeyi yenebileceğimi biliyordum.
🫧
Sabahın ilk ışıkları yüzüme vurduğunda, aynı zamanda yanağımda bir öpücük hissettim. Daha önce güne hiç bu kadar güzel başlamış mıydım? Onat'ın yanımda olduğu sabahlar evet.
''Şımarırım ama.'' gözlerimi açtığımda Onat ellerini başının altına almış, üstü çıplak bir şekilde beni izliyordu. Askeri künyesi boynundan sarkıyordu. Bu görüntü sağlığıma ve kalbime zarardı.
''Günaydın.'' uyandığında çıkan o tok sesi gülümsememin daha da büyümesine sebep oldu.
''Günaydın, saat kaç?'' bakışlarını benden çekmedi. Aksine yüzüme sanki karşısındaki çok kıymetli bir elmasmış gibi bakıyordu.
''Altı. Henüz erken, istersen biraz daha uyuyabilirsin yavrum.'' olduğum yerde doğruldum ve Onat'ı künyesinden tutup kendime çektim.
''Canım sabah tatlısı çekti.'' bakışlarım dudaklarındaydı, gülümsedi.
''Sabah tatlısı güne başlamak için mükemmel bir seçim evet.'' dedikten sonra dudaklarıma yöneldi. Öpüşü yavaştı, sanki anın tadını çıkarmak ister gibiydi. Sonra birden üstüme çıkınca, askeri künyesi göğsüme temas etti. Sanırım benim sakinlik sürem bu kadardı. Saçından tutup onu kendime bastırınca ikimizde aynı anda inledik.
''Sürekli ama sürekli seni istiyorum. Sikeyim, şu hayatta seni arzuladığım kadar başka hiçbir şeyi arzulamadım.'' sözleriyle kalbim sanki bir maraton koşusuna çıktı. Ona cevabı öpüşümü daha da derinleştirerek vermiştim. Birden eli bacağımı kavradı. Oradan da kalçalarımı bulmuştu. Tutuşuyla inledim.
''Onat, her ne olursa olsun şu an beni yarıda bırakırsan kafana sıkarım.'' gülümsedi. Dudakları artık aşağıya doğru inmişti. Kalbimin hizasına gelince, onun boynundakinin aynısı olan zincire dudakları temas etti.
''Bu zincirin temsil ettiği her şey, bu kalbin atışı, bunlar benim vatanım.'' bakışları bana döndü.
''Sen benim güzel bebeğimsin.'' fısıltıyla konuştuğu için etkilenme oranım daha da artıyordu. Hiç beklemediğim anda kalçalarımı iki yandan tutarak havalandırdı ve altımdaki eşofmanı çıkarttı.
''Ne kadar anın tadını çıkartmak istesem de her an kapıya dayanabilirler.'' haklıydı. Ve şu an bölünmek istediğim en son şeydi. Başımı hızlıca salladım. Külotumu çıkardı ve eli sanki yerini ezbere biliyormuş gibi klitorisimi bulmuştu.
''Zaten her zaman ıslaksın benim için, güzelliğim benim. '' evet, Onat'ın etkisinin üstümde yadsınamaz bir gerçeği vardı. Birden klitorisimle oynamaya başladığında ağzımdan tiz bir çığlık kaçtı. Kalçamı tutan ellerinden birini ağzıma kapattı.
''Bebeğim, inlemelerin beni azdırsa da şu an sessiz olmamız gerekiyor.'' başımı uslu bir şekilde salladım. Elini ağzımdan çekip yanağımdan makas aldıktan sonra, eli baldırıma yerleşti. Diğer eliyle kadınlığımı keşfe çıkmıştı bile. Her dokunuşunda kendimden geçmeme gibi bir ihtimalim yoktu. İnanılmaz iyi hissettiriyordu. Birden dilini oramda hissettim.
''Onat! Ah, Onat.'' bağırmadım ama eminim bağırsam daha az etki yaratırdı. O kadar derinden inledim. Onat ise aksine bütün diliyle orayı keşfetti. Sonra ise hiç ummadığım bir anda parmaklarından birini içimde hissettim. Parmağını bir kanca şeklinde kıvırdı. Bir yandan dudağı kadınlığımda gezindiği için tutunacak yer bulamadım ve saçlarına asıldım. Şu an canının acıttığımın farkındaydım ama zevkten dört köşe olduğum için ne yapacağımı şaşırmıştım. Birden ikinci parmağını da içimde hissettim ve bu benim için son damla oldu.
''Onat, geliyorum!'' parmaklarının hızı daha çok arttı. Dudakları her yerimi daha büyük bir hırsla keşfetti. onunla yaşadığım her bir yakınlaşmada daha iyisi olamaz diyordum, o ise her zaman bana daha iyisini yaşatıyordu. Onun dudaklarına infilak ettim. Tıpkı kalbimin, kalbinde infilak ettiği gibi. Dudaklarını oradan çekip parmaklarını içimden çıkardı. Gözlerimin içine bakarak içimden çıkardığı parmağını ağzına alması inlememe sebep olmuştu. Olduğum yerde dikleştim ve onu ensesinden çekerek dudaklarına güçlü bir öpücük kondurdum.
''Hayatımda yediğim en güzel sabah tatlısıydı.'' yüzümde bir gülümseme belirdi.
''E ne diyelim o zaman afiyet olsun.'' deyip ayağa kalktığımda popoma bir şaplak atması beklediğim bir şey değildi. Kaşlarımı hayretle kaldırıp ona baktım.
''Ne yapayım, tatlı görünce dayanamıyorum.'' omzumu silktim ve duşa doğru ilerledim. O da hemen peşimden geliyordu. Suyu ayarladım ve üstümdeki bütün kıyafetleri çıkarıp duş başlığının altına girdim.
''Tatlının üstüne ne iyi gider yüzbaşım?'' yüzüme yerleştirdiğim cilveden neyi ima ettiğimi çok iyi anlamıştı. İçeri girdi ve o günümün çok güzel geçmesine sebep olacak şeyler yaşadık.
🫧
''Şimdi hepimiz aynı üniversitede tanışmış, üniversiteden sonrada burada yaşamaya devam etmiş arkadaş grubuyuz. Doğru anladım değil mi komutanım?'' evet, Oğuzhan bunu ikinciye soruyordu. Şu an hep birlikte kızların düzenli olarak öğle yemeklerini yedikleri o meşhur kafeye gidiyorduk. Oğuzhan, ben, Yiğit, Selin ve Onat bu kızları arkadaş grubumuza dahil edecektik. Şimal, Aybars ve Alperen ise ofisin etrafındalardı.
''Evet Oğuzhan. Neden bir şeyi tekte söyleyince anlamıyorsun?'' Selin, Yiğit, Oğuzhan üçü arka koltukta yan yana oturuyordu. Ben ise ön koltukta Onat'la birlikteydim.
''Bacım, ben nasıl komutanlarıma ismiyle hitap edeyim?'' bunun tribine girmişti. Selin öfledi. Yiğit derin bir nefes aldı. Bazen anlaşmış gibi hareket etmeleri beni hayrete düşürüyordu.
''Oğuzhan, kafeye gidene kadar konuşma.'' Yiğit'in insanın üzerinde garip bir etkisi vardı. Olduğu ortamda ağırlığını hissettirir, çok konuşmazdı. Ama konuşunca da sohbeti saran tiplerdendi. Öyle de oldu. Oğuzhan ağzını açmamıştı. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun sonunda kafeye gelmiştik. Kanada'da genel olarak karamsar bir hava hakimdi. Bakışlarım hemen önünde durduğumuz kafeye kaydı.
Dışarıdan bakınca gayet küçük görünen bir kafeydi. Büyük pencereleri vardı ve bu pencerelerden içeriye süzülen gün ışığı ahşap masaların üzerine vuruyordu. Hep birlikte içeri doğru ilerlediğimizde kapıyı açtığım an burnuma yeni demlenmiş olduğunu düşündüğüm kahve kokusu ve ekmek kokusu gelmişti. Bu bir an da içimin sıcacık olmasına sebep oldu. Bakışlarım kafenin içerisinde gezindiğinde bizi huzurlu ve samimi bir atmosfer karşılamıştı. Duvarlar, eski ahşap kirişler ve tuğla detaylarla süslenmiş, modern ama rustik bir hava yaratıyordu. Tavandan sarkan sıcak ışıklı Edison ampuller ise mekâna yumuşak ve loş bir aydınlatma katmıştı.
Zeminde cilalanmış koyu renk parkeler vardı. Adım attıkça bu parkelerden gelen hafif çıtırtıyı duyabiliyordunuz. Sandalyeler ve masalar birbirinden farklıydı; bazıları cilalı meşe ağacından, bazıları ise koyu metal ayaklı, vintage dokunuşlara sahipti. Bakışlarım kenarda duran büyük kitaplığa kaymıştı. İçinde serbestçe alıp okuyabileceğin bir sürü eski kitaplar ve dergiler sıralanmıştı. Kafenin ortasında büyük, uzun bir ahşap masa yer alıyordu. Muhtemelen burası insanların topluca oturup çalıştığı, sohbet ettiği ya da yalnız başına kahvesini içip düşüncelere daldığı bir köşe olarak tasarlanmıştı Küçük yuvarlak masalar ise pencere kenarına dizilmiş, dışarıda yağan karı ya da sokaktan geçenleri izleyerek kahveni yudumlamak için ideal bir seçenek olarak duruyordu.
Bar kısmında, kahve makinelerinin buharı yükselirken, baristalar ahşap tezgâhın arkasında özenle kahvelerini hazırlıyordu. Tezgâhın üzerinde ise cam fanuslar içinde taze pişmiş kruvasanlar, tereyağlı scone'lar ve akçaağaç şuruplu tatlılar sergileniyordu. Hep birlikte kenarda duran masalardan birine oturduk.
''Mekan insana çok sıcak hissettirmiyor mu?'' Selin'in sorusuyla böyle hissedenin sadece ben olmadığını anlamıştım.
''Evet, iç mimarisini oldukça güzel yapmışlar.'' birden Yiğit ayağa kalkınca hepimizin bakışları ona kaydı.
''Ne içiyorsunuz? Burada sadece oturmamız dikkat çekecektir. Bir şeyler içmemiz gerekiyor.'' haklıydı.
''Ben bir White Chocolate Mocha alayım canım.'' Yiğit'in bakışları o kadar yavaş bir şekilde Oğuzhan'a döndü ki, Oğuzhan o an ne dediğini idrak etti.
''Yani, alabilir miyim komu- ay Yiğit.'' gerçekten salaktı. Yiğit başını hafifçe bu iflah olmaz dercesine salladıktan sonra bizde ne istediğimizi söylemiştik. Yiğit'in bar kısmına ilerlemesiyle, mekanın kapısı açıldı.
''Beklenen misafirlerimiz geldi.'' hepimizin bakışları senkronize bir şekilde kapıya döndü. İçeriye beş tane kadın girmişti. Hepsi birbirinden güzeldi ve gerek giyim tarzlarıyla gerek auralarıyla ben buradayım diye bağırıyorlardı. Ama kapı kapanmadan arkalarından giren bir adamda onları takip etti. Kaşlarım kalktı ve bakışlarım Onat'a çevrildi.
''Bu lavuk kim?'' Onat sorumla gülecek gibi oldu ama son anda kendini toparladı.
''Bilmiyorum, öğreneceğiz.'' kızlardan ikisi bara doğru ilerledi. Diğer üç kız ve adam ise hemen çaprazımızdaki masaya oturdu.
''Bu adam nereden çıktı şimdi ya?'' Selin'in sorusuyla Oğuzhan'ın yüzünde büyük bir sırıtış belirdi. Onun neye baktığını görmek için bakışlarımı o yöne çevirdiğimde kaşlarım hayretle havalandı. Yiğit kızlardan biriyle sohbet ediyordu.
''Balık ağa takıldı.'' Selin'in bakışları kurduğum cümleyle Yiğit'e döndüğünde, yüzündeki şaşkınlığı görmemek için kör olmam gerekiyordu. Bu şaşkınlık, aklımdaki bazı şeyleri doğrulamama sebep oldu. Zamanı geldiğinde bunu da soracaktım. Yiğit kahvelerimizi aldı ve yanındaki kızla bizim masaya doğru ilerlemeye başladı. Onlar yaklaştıkça konuştuğu şeyleri de duymaya başladık.
''Ya! Sende mi Türksün? Burada genelde çok rastlamayız Türklere.'' kızın sözlerinin yapmacıklığı iki kilometre öteden anlaşılabiliyordu. Yiğit, bizim masanın önünde durdu ve aldığı kahveleri masaya yerleştirmeye başladı. Kızın bakışları ise hepimizin üzerindeydi.
''Evet, bunlarda arkadaşlarım. Uzun zamandır Kanada'dayız aslında. Ama bu kafeyi bugün şans eseri buradan geçerken keşfettik.'' kız hepimize gülümsedikten sonra Yiğit'e döndü ve elini uzattı.
''Bu arada Esra ben.'' Yaklaşık 1.70 boylarında, açık kahverengi saçları ve ela gözleri olan bir kadındı. Fiziği ise inanılmaz düzgündü. Bakışlarındaki davetkar tavrı da anlamamak için salak olmak gerekiyordu. Yiğitte elini uzattı.
''Yiğit.'' evet, sadece timde ismini değiştirecek olan ben ve Onattık. Kızların bizimle gizli gizli görüşeceğinden emindik ama olur da açığa çıkarsak bizim isimlerimiz gizli kalmalıydı. Acar timdeki diğer kişilere çok aşina değildi.
''Çok memnun oldum Yiğit. Sen de istersen, kahveyi beraber içmek isterim.'' bu bizim için bir fırsattı. Fırsatı da imkan dahiline getiren Oğuzhan'ın teklifi oldu.
''Yiğit, kanka ayakta oturmasanıza ya. Çek bir sandalye. Biz de tanışmış oluruz hem.'' ilk defa boşboğazlığı bir işe yaramıştı. Esra çekingen bir şekilde bize baktı.
''Rahatsız etmeyeyim sizi?'' estağfurullah canım bizim de amacımız buydu zaten diyecek halimiz yoktu.
''Yok canım ne rahatsızlığı.'' yüzüme en gerçekçi gülümsememi yerleştirdim. Esra'nın bakışları bana döndüğünde ise yüzündeki samimiyetten bunu başardığımı anlamıştım.
''Ben bir bizimkilerin masasına uğrayayım o zaman. Onlardan da gelmek isteyen olursa, sorun olur mu sizin için?'' bu sefer konuşan Onattı.
''Hayır, ne sorunu. Biz de pek Türklerle karşılaşamıyoruz. Ne kadar Türk görürsek, o kadar memleket özlemini gidermiş oluruz.'' Onat'ın samimi ama bir o kadar da samimiyetsiz cümlesini onu tanımasam anlamazdım.
''Peki o zaman.'' dedikten sonra Esra arkadaşlarının olduğu masaya doğru ilerlemeye başladı.
''Bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum.'' Selin'in cümlesiyle Yiğit'in yüzünde bir gülümseme oluştu.
''Cazibeme karşı koyamadı diyelim.'' gözlerimi devirdim.
''Ya da nasıl bir yokluktaysa artık diyelim.'' Selin'in cümlesiyle güldüğüm için içtiğim kahve genzime kaçtı ve öksürmeye başladım.
''Helal, helal yavrum.'' Onat ise sırtıma hafif bir şekilde vurdu.
''İyiyim, iyiyim tamam.'' Tam Yiğit Selin'e cevap verecekken diğer masadakiler buraya doğru gelmeye başladı.
''Şov başlasın.'' Oğuzhan fısıldamıştı ama onu duymuştum. Esra ve arkadaşları masaya yerleşti. Esra hevesle arkadaşlarını tanıtmaya başladı.
''Hepimiz aynı evde kalıyoruz. Biz de üniversiteden beri beraberiz.'' eliyle hemen yanındaki kızı gösterdi. Kumral, ela gözlere sahip bir kızdı. Çenesindeki ve hemen yanağındaki ben ona farklı bir hava katmıştı. Esra'nın onu göstermesiyle gözlerini devirerek elini kaldırdı ve güldü.
''Selam, ben Öykü.'' sonra bakışlarım onun yanındaki kadına kaydı. O da onun tam tersi esmerdi. Gözleri hatta siyah denebilecek kadar koyu kahveydi. Dudakları oldukça dolgun ve bir o kadar da güzel bir burnu vardı. Eğer doğal güzelse inanılmaz bir güzelliği vardı, değilse de utanmasam estetik doktorunu sorabilirdim.
''Merhaba, Merve ben.'' Sesi biraz mesafeliydi. Hemen yanında ise hepsinden zıt bir karakter olduğu belli bir kadın oturuyordu. İnsanların giyimine ya da tipine göre kimseyi ayırt etmezdim. Ama bu kız geldiğimizden beri sürekli elinde telefon oyun oynuyordu. Evet, oyun oynuyordu. Üstündeki kıyafetler ise diğerlerinin yanında oldukça renkliydi. Pembe renkte bir kargo pantolon, onun üstünde ise yeşil bir şişme montu vardı. Kafasını kaldırmadı, sadece elini kaldırdı ve ismini söyledi.
''Selam, Beril.'' gülümsedim. Aralarında nedense en çok kendime yakın hissettiğim o olmuştu. Bakışlarım hemen yanındaki son kadına döndüğünde onun bakışlarının bende olması kaşlarımın havalanmasına sebep oldu. Bunu konuşmuştuk. Amaçlarımızdan biri de buydu. Onunla özellikle yakınlaşacaktık. Sona kalan bu kadın, yani Yasemin'i biliyorduk. Ele başıydı. Yani, kızların hepsini toplayan o'ydu. Aslında hepsi birbiriyle arkadaştı. Ama onların Acar'la yollarının kesişme sebebi Yasemin'di. Bunu öğrenmiştik. Bakışlarının bende olduğunu görünce, gülümsedim. Ne kadar samimi olursak, o kadar iyiydi.
''Merhaba, ben de Yasemin.'' marjinal bir tarzı vardı. Siyah saçları, saçlarına bir o kadar da tezat olan mavi gözleri vardı. Yanlarındaki adamı gösterdiler ve korumaları olduklarını söylediler.
''Korumayla neden geziyorsunuz ki?'' Selin soruyu o kadar masum bir şekilde sormuştu ki. Ağzındaki pipetle de çocuklara benziyordu. Yasemin omzunu silkti.
''Ailelerimiz biraz evhamlı da. Genelde hepsi büyük işlerle uğraşıyorlar. O yüzden tedbir amaçlı diyelim.'' Selin inanmış gibi başını salladı.
''Siz bize isimlerinizi bahşetmeyecek misiniz?'' Öykü gülümseyince biz de yalandan gülmüştük.
''Ben Alev.'' dedim yanımdaki Yasemin'e gülümseyerek.
''Ben de Selin. '' Selin elini kaldırıp gülümsedi.
''Söylemiştim ama tekrar söyleyeyim Yiğit.'' Yiğit Esra'ya bakarak gülümsedi. Esra'da ona anında gülümseyerek karşılık verdi.
''Ben Aktan.'' Onat'ın ikinci ismini söylemesi nedense içimde bir yerlerde kıskançlık damarlarımı kabarttı. Ne gerek vardı şimdi.
''Son olarak ben de Oğuz.'' dedi Oğuzhan. Birbirimizi tanıtma merasimi bitmişti.
''Ne işle uğraşıyorsunuz peki?'' beklediğimiz soru Esra'dan gelmişti. Soruyu Esra sorduğu için, Yiğit kendinde sorunun cevabını verme sorumluluğu hissetmiş olacak ki, o cevapladı.
''Biz hepimiz bir şirkette çalışıyoruz. Hepimiz yazılım mezunuyuz.'' Esra başını anladığını belli edercesine salladı.
''Şirket burada mı peki? Bu eyalette mi oturuyorsunuz yani?'' Yiğit başını salladı.
''Evet, Edmonton'dayız.'' Esra yüzünde gülümsemeyle Yiğit'i süzmekten hiç çekinmiyordu.
''Peki siz? Siz neler yapıyorsunuz?'' Onat soruyu diğerlerine sormuştu.
''Biz de hepimiz bir hukuk bürosunda çalışıyoruz.'' bu bize de sürpriz olmuştu.
''Aa. Avukat mısınız?'' Selin'in sorusuyla Öykü bu sefer devreye girdi.
''Evet, avukatız.'' gözlerindeki ışıltıdan mesleğini oldukça çok sevdiğini anlamamak mümkün değildi.
''Türkiye'de neden görev yapmıyorsunuz? Özel değilse tabi.'' sorduğum bu soruyla bakışları telefonda olan Beril bile anlık kafasını kaldırıp bana bakmıştı. Sonra ise Yasemin bana döndü ve yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Bu gülümseme, biraz garipti. Yani flörtöz.
''Oradaki yaşam şartlarımız buradaki kadar iyi değildi. Burada daha mutluyuz.'' öyle bir tonla söylemişti ki bir şey söylemeden sadece başımı salladım. Ama Yasemin sandalyesini bana çevirmiş ve direkt benimle sohbet etmeye yönelik bir soru sormuştu.
''Sen peki? Başka neler yapıyorsun? Kendinden bahsetsene biraz?'' sorusuyla bakışlarım istemsiz Onat'a kaydı. O da durumun farkındaydı ve kaşlarını kaldırarak kolları önünde bizi izliyordu. Diğerleri ise kendi aralarında bir sohbete dalmışlardı. Yaseminle aramı iyi tutmam gerektiğinin farkındayım. Onun gibi kolumu sandalyeye dayadım ve başımı elime yasladım. Bu hareketi yapmam yüzünde hafif ama flörtöz bir gülümseme oluşmasına sebep oldu.
''Yiğit'in bahsettiği gibi. Bir yazılım şirketinde yazılımcıyım. Üniversiteden sonra bizde burada devam etmeyi daha doğru bulduk. Yaklaşık yedi senedir buradayım. Öyle işte, pek bir olayım yok.'' Yasemin yüzümün her bir köşesine bakıyordu. Sanki beni ezberlemek ister gibi. Bu biraz beni gerse de bakışlarımı ondan çekmemeye kararlıydım. Bu operasyonun anahtarı Yasemin'di.
''Pek bir olayın olmadığı konusunda sana katılmıyorum.'' evet, an itibariyle kesinlikle benimle flört ediyordu. Güldüm ve utanmış gibi yaparak bakışlarımı ondan kaçırdım. O esnada Onat'a baktığımda gözlerindeki şaşkınlığı görmemek mümkün değildi. Yan yana oturduğumuz için tabi ki konuştuklarımızı duyuyordu.
''Bunu bir iltifat olarak mı algılamalıyım?'' dudaklarını yaladı ve başını salladı. Ben Onat'tan başkasıyla flörtleşmek istemiyordum.
''Kesinlikle.'' bakışlarımı tekrardan ondan kaçırdığımda Onat bana başıyla lavaboyu işaret etti.
''Ben bir lavaboya gideyim.'' o ondan utandığımı sandı ama ben şu an içimde fokurdayan nefretle doluydum. Tam lavaboya gideceğim sırada Yiğit'in sesiyle duraksadım. Lavaboya giden koridorda Selinle konuşuyordu.
"Ne yapıyorsun Selin?" dedi Yiğit, kapıyı kapatırken. Selin hızla döndü, gözleri ateş gibiydi.
"Ben mi? Asıl sen ne yapıyorsun? Görev diyorsun ama o kadına resmen kur yapıyorsun!" ne oluyordu burada şu an? Bu da ne demekti? Yiğit kaşlarını çatıp yaklaşırken sesi alçaldı.
"Ben işimi yapıyorum. Senin bunu anlaman gerek." Selin kollarını göğsünde bağladı.
"İşini yapmak mı? O kadına gözlerinin içine bakarak gülümsemek de işinin bir parçası mı? Yoksa fazla mı hoşuna gitti?" Yiğit bir adım daha attı.
"Bu kadar önemsiyorsan, nedenini söyle Selin. Neden bu kadar sinirlisin?" Selin kısa süre sustu, dişlerini sıktığı için kasılan çenesini buradan görüyordum.
"Çünkü... çünkü bunu izlemekten nefret ediyorum!" Yiğit'in gözleri kısıldı.
"Beni kıskanıyor musun?" Selin nefes aldı ama yanıt vermedi. Bunun yerine başını başka tarafa çevirdi. Yiğit, aralarındaki mesafeyi iyice kapattı, sesi daha da yumuşamıştı.
"Selin..." diye fısıldadı. "Bana doğruyu söyle." Selin aniden ona döndü ve iterek geri çekmeye çalıştı.
"Beni sinirlendirme, Yiğit!" Yiğit ellerini yakaladığında sıkıca tuttu.
"Sana sinirini çıkartacak bir sebep verdiysem, bunu böyle çözme. Gerçeği söyle."
"Beni kıskandın," diye mırıldandı Yiğit. Selin'in çenesi tekrardan kasıldı ve dişlerini sıktı.
"Evet, kıskandım! Bunu duymak istiyorsan, işte söyledim!" bu itirafla birlikte, Yiğit aniden eğildi ve dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Selin önce şaşırdı ama sonra ona sıkıca sarıldı.
Yorum satırı❤️🩹
Instagram/Twıtter/Tıktok:monsoleil777
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.67k Okunma |
3.75k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |