40. Bölüm

BÖLÜM OTUZ DOKUZ

monsoleil016
monsoleil016

Selam! Artık şükür her şeyin bittiği, güzel günlerin geldiği bölümlere geçmiş bulunmaktayız. 🙃🤍

Bunun hatırına oylarınızı ve yorumlarınızı benden esirgemeyin lütfen.🤍

İyi okumalar! 🙃🤍

Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777

                                                                                  

 

Kadın olmak.

Dünyanın her yerinde, her kültürde, her çağda başka başka sınavlarla sınanmak demekti. Kimi zaman bir babanın, kimi zaman bir eşin, kimi zamansa hiç tanımadığımız adamların adaletsizliğiyle mücadele etmek zorunda kalıyorduk. Ama ben inanıyordum; her şeyin bir gün değişeceğine, kadınların hak ettikleri gibi bir yaşam sürebileceklerine, sadece kendileri için var olabileceklerine inanıyordum.

Ekin. O da bu savaşın en büyük mağdurlarından biriydi. Bir kadın olarak, bir insan olarak en zor sınavlardan geçmiş, en büyük adaletsizlikleri yaşamıştı. Ama şimdi, sonunda özgürdü. Geçmişin yükünü sırtında taşımamak için kendine yeni bir hayat kurmak için gitmişti. Başka bir ülkede, başka bir kimlikle, gerçekten nefes alabildiği bir yerdeydi. Onun için en iyisini diliyordum.

Şimdi ise annemi görmek için İstanbul'a gelmiştik. Abim ve Onat'la birlikteydik.

Abim yaralandığımı biliyordu. Ama çocuk muhabbetinden ona henüz bahsetmemiştim. Üç gün sonra düğünü vardı. Düğününde benim için üzülmesini, benim meselelerimi kafasına takmasını istemiyordum. Zamanı gelince söyleyecektim. Arabada oturduğum yerde ellerimi sımsıkı kenetlemiş, titrediğimi fark ettirmemek için kendimi zorluyordum. İçimde tarifi mümkün olmayan bir duygu dalgası vardı. Yıllardır hayalini kurduğum, belki de hiç olmayacak sandığım bir an gelmişti. Annemi ilk kez görecektim. Yan koltukta oturan abim, direksiyonu sımsıkı kavramış, yolu izliyordu. Onat ise arka koltukta sessizce beni gözlüyordu. Abim, göz ucuyla bana baktıktan sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

"Birce onu ilk defa göreceksin ama lütfen beklentilerini çok yüksek tutma. Annem düşündüğün gibi pek her şeyin farkında değil." başımı hafifçe salladım.

"Nasıl?" abim kaşlarını çattığında belli ki ne diyeceğini düşünüyordu. Birkaç saniye sustuktan sonra yutkunup devam etti.

"O, hastalığının içinde sıkışıp kalmış durumda. Bazen nerede olduğunu bile bilmiyor. Seni gördüğünde bağırırsa sakın üzülme, korkma. Bazı anlarda çok netleşiyor. O anlar onun gerçeğe en yakın olduğu zamanlarmış. O anlardan birine denk gelirsek, belki seni tanıyabilir." boğazımdan bir şeyler geçmiyormuş gibi hissettim. Yıllardır hep bir parçam eksikti. Yetiştirme yurdunda annesiyle babası olan çocukları izlerken içimde büyüyen o boşlukla, şimdi, annemi görecektim. Ama beni hatırlamayabileceği ihtimali yüreğime bıçak gibi saplandı. Onat elini omzuma koyduğunda parmaklarıyla omzumu sıktı.

"Yanındayız, sevgilim. Eğer görmek istemezsen, bunun seni daha kötü yapacağını hissedersen, geri dönebiliriz." gözlerimi kapattım. Kalbim göğsüme sığmıyordu.

"Hayır," dedim, gözlerimi açıp Onat'a ve abime sırayla bakarak.

"Görmek istiyorum. Kim olduğunu, nasıl yaşadığını, gözlerinin içinde ne olduğunu bilmek istiyorum. Beni hatırlamasa da olur ama ben onu hatırlamak istiyorum." Abim derin bir nefes aldı.

"Peki, o zaman bir şey daha söyleyeceğim. Onu ilk gördüğünde, bazı hareketleri seni korkutabilir. Şizofreni, her zaman tahmin edilebilir bir hastalık değil. Sesler duyuyor olabilir, kendi kendine konuşabilir, hatta hiç beklemediğin bir anda sana kötü şeyler söyleyebilir. Ama bunların hiçbiri gerçekte sana duyduğu hislerle ilgili değil, sadece hastalığın bir parçası. Bunu unutma olur mu güzelim?" Onat, abimin anlattıklarından sonra elimi tuttu ve parmaklarını parmaklarımın arasına sıkıştırdı.

"Her ne olursa olsun, ben buradayım." gözlerimin dolduğunu hissettim ama ağlamamak için direnmiştim. Başımı hafifçe Onat'ın omzuna yasladım, arabada ilerlerken içimde büyüyen fırtınayı dindirmek için derin bir nefes aldım. Ne olursa olsun, bugün annemi görecektim.

Hastanenin önüne vardığımızda, kalbimin ritmi hızlanmış, avuçlarım soğuk soğuk terlemişti. Gözlerimi koca binanın kasvetli cephesinde gezdirirken annemin yıllardır burada olduğu gerçeğiyle bir daha yüzleştim.

Giriş kapısının önünde bir grup insan vardı. Kimisi ziyaretçi, kimisi burada yatan hastaların yakınları olmalıydı. Bazıları dalgın bakışlarla yere bakıyor, bazıları sinirle bir şeyler mırıldanıyordu. Hastane personelinden biri sigarasını yere atıp ayağıyla söndürdüğünde ardından telaşla içeri girip kayboldu. Biraz ileride, kendi kendine konuşan yaşlı bir adam dikkatimi çekmişti. Üzerinde lime lime olmuş, kahverengi bir palto vardı. Ellerini havaya kaldırıp bir şeyler anlatıyor, arada gülüyor, sonra da aniden sinirlenip kollarını indiriyordu. Yanındaki görevli sakin olmaya çalışsa da gözlerindeki yorgunluk hissediliyordu.

Kapının biraz ilerisinde, küçük bir bankta oturan genç bir kadın, kucağına sıkıca sarılmış bir defterle bir şeyler yazıyordu. Saçları dağınıktı, gözleri boşluğa bakıyordu. Onun biraz uzağında, bir adam ise durmadan dua eder gibi bir şeyler mırıldanıyordu.

Hastanenin demir kapıları, ardındaki dünyayı dışarıdan ayıran kalın bir duvar gibiydi. Bir adım atıp içeri girdiğimizde, hava değişmiş gibi hissettim. Koridorlara yayılan ağır ilaç kokusu, her yere sinmişti. Birkaç hemşire, hasta dosyalarıyla dolu tekerlekli bir masayı hızla iterken yanımızdan geçtiğinde bizi fark etmediler bile. Burası bambaşka bir dünya gibiydi. Onat, elimi sıktığımı görünce hafifçe parmaklarımın arasına kendi sıcak ellerini bıraktı. Abim, omzuma küçük bir şekilde dokunarak başıyla ileriyi işaret etti.

"Hazır mısın?" diye fısıldadı. Hazır mıydım? Annemi ilk kez görecektim. Kadınlığımı, hayatımı borçlu olduğum ama beni hiç tanımayan birini ilk defa görecektim.

Derin bir nefes aldıktan sonra kapıya doğru ilerledim.

Hastanenin koridorlarında yankılanan çığlıklar adımlarımızı yavaşlattı. Birkaç hasta odalarının kapılarından başlarını uzatmış, anlam veremediğim bakışlarla bizi süzüyordu. Bazıları kendi kendine konuşuyor, bazıları ise hiç durmadan sayılar sayıklıyordu. Kalbim, göğüs kafesimi yarıp dışarı çıkacakmış gibi çarpıyordu. Onat ve abimin varlığı biraz olsun güvende hissetmemi sağlıyordu ama içimdeki korku tarif edilemezdi. Annemle aramda yılların uçurumu vardı. Beni iki yaşından sonra hiç görmemişti. Ben ise sadece geçmişten kalan birkaç anı kırıntısıyla annemi zihnimde canlandırmaya çalışıyordum. Tam o sırada, beyaz üniformalı bir hemşire yanımıza yaklaştı.

"Merhaba, hoş geldiniz. Sizi annenizin odasına götüreceğim ama şunu bilmelisiniz. Kendisi bazen bağırır, saldırganlaşır. Ama eğer sakin kalırsanız ve onun güvenini kazanırsanız, daha iyi bir iletişim kurabilirsiniz. Son birkaç gündür oldukça gergin. Bir ziyaretçisi olacağını bilmiyor. O yüzden ani tepkiler verebilir, lütfen şaşırmayın." abim omzuma hafifçe dokundu.

"Korkma, Birce. İlk kez geldiğimde ben de çok şaşırmıştım. Ama ne olursa olsun, o bizim annemiz. Onun iyi ve kötü yönleriyle onu kabul etmeliyiz. Özellikle de şimdi, en savunmasız olduğu zamanında." başımı sallayabildim. Adım atacak gücü kendimde bulmaya çalışarak ilerledim. Koridorun sonuna geldiğimizde, annemin odasının kapısı açıktı. İçeriden duyulan hırıltılı nefes sesleri, kısık ve anlaşılmaz fısıltılar kulaklarıma ulaşıyordu. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Hemşire içeri girerek hafifçe anneme seslendi.

"Münevver Hanım, ziyaretçin var." normalde sürekli bağırdığına, içeri giren hemşirelere saldırmaya çalıştığına dair şeyler duymuştum. Ama şimdi annem, odanın en köşesindeki yatağa büzülmüş, gözlerini kapıya dikmişti. Bağırmıyordu, çığlık atmıyordu. Sadece beni izliyordu.

Adım attıkça gözlerini kırpıştırdı. Bir adım daha attığımda nefesi düzensizleşti. Bir an gerçekten nefes almayı unuttuğunu sandım. Gözleri aynı abiminki gibiydi. O yemyeşil, derin ve anlam dolu bakışlar, sanki yıllardır kaybolmuş bir şeyi bulmuş gibi üzerimde geziniyordu. O an fark ettim ki, abimin yüz hatları, ifadesi, hatta o gülümseyişi anneminkinin birebir aynısıydı.

Gözlerim doldu. Onun, abime ve bana böylesine benzediğini hiç tahmin etmemiştim. Birbirimizi hiç tanımadan yıllarca aynı gülümsemeyi paylaşmıştık. Yıllarca, annemin varlığını hissetmeden büyümüştüm ama şimdi, burada, onun karşısında dururken tüm genetik mirasımız bir anda gün yüzüne çıkmış gibiydi.

"Anne?" diye fısıldadığımda sesim titrek ve kısıktı. Annem, gözlerini kırpıştırdı. Dudakları aralandı ama tek kelime etmedi. Sadece bana bakıyordu. Sonra gözlerinden yaşlar süzüldü. Hiçbir çığlık atmadı, kimseye saldırmadı, sadece sessizce ağladı.

Abim annemin yanına doğru usulca ilerledi. İçimde bir fırtına koparken, o her zamanki sakinliğiyle hareket ediyordu. Onun güçlü duruşu, yılların getirdiği alışkanlık mıydı, yoksa annemi daha önce görmüş olmasının verdiği bir rahatlık mıydı, bilmiyordum. Abim yatağın kenarına eğildi ve yumuşak bir sesle konuştu:

"Anne, kızını getirdim sana. Birce burada." sesi, bir çocuğun annesine seslendiği gibi nahifti. Annem bizi duydu mu, anladı mı, bilmiyordum. Tek bildiğim, gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Gözleri yılların yorgunluğunu taşıyordu. Derin bir boşluk, acı ve kayıp barındırıyordu. Tek kelime etmedi, tek bir tepki vermedi. Sadece ağladı. İçim burkuldu. İnsan en neden ağlardı? Mutluluktan mı? Acıdan mı? Yoksa geçmişi değiştiremeyeceğini anladığında mı? Annem hangi sebepten ağlıyordu, asla bilemeyecektim. Titrek bir nefes aldım ve yavaşça konuştum:

"Anne, sana sarılmak istiyorum." içimde kopan fırtınalar sustu. Odanın duvarları üzerime yıkılacakmış gibi hissettim. Annemin yapacağı tek bir hareket, tek bir kelime, beni ya tamamen paramparça edecekti ya da yıllardır içimde biriken hasreti dindirecekti.

Beni duydu mu, anladı mı, bilmiyorum. Ama başını çok küçük, neredeyse fark edilmeyecek kadar aşağı doğru eğdi. O kadar narin bir hareketti ki, eğer gözlerimi bir an kırpsaydım fark edemezdim bile. Bacaklarımın bağı çözülmüş gibi titreyerek adım attım. Kalbim deli gibi atıyordu. İlk defa anneme bu kadar yakındım, ilk defa ona sarılacaktım. Usulca, dikkatle kollarımı açtım ve sarıldım.

Onun kokusunu içime çektiğimde teninin soğukluğu tenime işlemişti. Bir yabancıya sarılıyormuş gibi hissetmem gerektiğini düşündüm ama öyle olmadı. Sanki yıllardır sarılmayı beklediğim, bir zamanlar kaybettiğim ama hiç unutmamış olduğum bir parçama kavuşmuş gibiydim. Birden anemin bedeni ağırlaştı. Kollarımın arasında yavaşça gevşedi, başı omzuma düştü.

"Anne?" diye fısıldadım ama hiçbir tepki vermedi.

"Anne?!" sesim yükseldiğinde içim panikle doldu. Abim hızla yerinden kalkıp annemin bileklerini yokladığında Onat çoktan kapıya yönelmişti.

"Hemşire!" diye seslendi. İçim buz kesti. Odanın kapısı hızla açıldığında hemşire hızla yanımıza gelmişti. Annemin yüzüne baktı, nabzını kontrol etti. Biz nefesimizi tutmuş, ondan bir şey duymayı bekliyorduk. Sonunda başını kaldırıp sakin bir sesle konuştu:

"Endişelenmeyin. Bu ilaçlarının etkisiyle ve duygusal yoğunlukla alakalı olabilir. Şu an tansiyonu düşmüş. Birkaç dakika içinde kendine gelir." onu kaybetmekten öyle korkmuştum ki.

Abim ellerimi tuttuğunda o an onun da korktuğunu hissettim ama güçlü durmaya çalışıyordu. Kendime hakim olmaya çalışarak annemin yüzüne baktım. Uyuyormuş gibiydi. Onu kaybetmek istemiyordum. Daha yeni bulmuştum daha ona anlatacak çok şeyim vardı. Ona anne demeye bile alışamamıştım. Sadece yanımda kalsın istiyordum. Aradan geçen birkaç dakika sanki bana bir ömür gibi gelmişti. Gözlerini açtığında bana bakmadı ama yine de, yüzümdeki değişiklikleri hissetmiş gibiydi. Sanki tanıdık birini izliyordu ama bir şeyler eksikti. Birkaç saniye sonra yavaşça konuştu.

"Çok güzel bir kadınsın," dedi, sesi çok duygusuz çıkmıştı. Ama bu bana öyle derinden dokundu ki, anında gözlerim doldu. Bu annemin bana ilk söylediği şeydi. Benim için hiçbir şey bu kadar anlamlı olamazdı. Annemin yüzünde bir gülümseme belirdi ama çok geçmeden o gülümseme yerini huzura bıraktı ve sakinleştiricilerin etkisiyle yeniden uyuyakaldı.

''Genelde hayalle gerçek dünyayı pek ayırt edemiyor. Onu ilk defa bu kadar sakin gördüğümü söyleyebilirim.'' hemşirenin sözleriyle bakışlarım ona dönmüştüm. Bana gülümsüyordu. Ben de ona ufak bir tebessümle karşılık verdim.

''Onu buradan çıkarmak için ne yapmamız gerekiyor?'' burada daha fazla kalmasını istemiyordum. Ondan yeterince ayrı kalmıştım ve bundan sonraki hayatımda hep yanımda olsun istiyordum. Hemşire derin bir nefes aldı.

''Bunu benim sizinle konuşmam pek doğru olmaz. İsterseniz sizi doktorun odasına yönlendireyim.'' bakışlarım endişeyle anneme döndüğünde tekrardan hemşirenin sesini duydum.

''Uzun bir süre uyuyacak. Endişelenecek bir durum yok. Gitmeden görebilirsiniz, buyurun.'' ayağa kalktığımda abim ve Onat da benimle birlikte hareket etti. Onat'ın eli belimdeydi. Varlığını her daim hissetmek bana güç veriyordu. Aynı zamanda abimde elini omzuma koyarak bana destek oluyordu. Şu hayatta sahip olduğum için şanslı olduğum insanlar onlardı.

Doktorun kapısını çaldığımızda içimde tuhaf bir ağırlık vardı. Sanki mideme bir taş oturmuştu da nefes almamı engelliyordu. Annemi çıkarmak istiyordum. Eve götürmek, ona sıcak bir yuva sunmak, kaybolan yılları telafi etmek istiyordum. Doktor içeri girmemiz için kapıyı açtı. Bizi görünce hafifçe gülümsemişti. Beyaz önlüğünü düzelterek oturmamız için yer gösterdi. Onat, abim ve ben ağır adımlarla içeri girdik. Oturduğumda, avuç içlerimin terlediğini fark etmiştim. Parmaklarımı birbirine kenetledim ve gözlerimi doktorun yüzüne diktim.

''Merhaba, ben Birce Sağlam. Hastanız Münevver Sağlam'ın kızıyım.'' annemin adını ilk öğrendiğimde bile dakikalarca ağlamıştım. Doktor elini uzattı.

''Merhaba. Hoş geldiniz, oturun.'' bize koltuğu işaret ettiğinde hepimiz oturduk. İçimdeki endişeye daha fazla engel olamadan sordum.

"Annemin durumu nasıl?" sesim kontrolüm dışında titredi. Doktor, kısa bir an gözlerini kaçırdı.

"Bunu sormanıza sevindim, Birce Hanım. Biliyorum, bu sizin için kolay değil." oturduğum yerde biraz daha dikleştim.

"Annem iyi, değil mi? Konuşabildik. Hatta ona sarılmama izin verdi. Bakın, buradaki insanlara karşı nasıl tepkiler verdiğini siz benden daha iyi biliyorsunuz. Ama beni gördüğünde sustu. Yıllardır susturulamayan kadın, beni gördü ve sustu. Bu bir işaret değil mi?" doktor derin bir nefes aldığında masasının üzerine yaslandı. Gözleri anlayışlıydı ama söylemeye hazırlandığı şey vardı.

"Bu bir işaret, evet. Ama düşündüğünüz gibi değil, Birce Hanım." kaşlarımı çattım. İçimde, bir an için kontrol edemediğim bir öfke dalgası yükseldi.

"Ben annemi buradan çıkarmak istiyorum," dedim, sesimi olabildiğince net tutmaya çalışarak. "Onu eve götürmek istiyorum. Hayatında ilk kez ailesiyle birlikte olmalı." abim başını eğdi, Onat derin bir nefes aldı ama kimse konuşmadı. Doktor, gözlerini gözlerime dikerek yavaşça başını iki yana salladı.

"Bunu yapamayız." o an içime bir bıçak saplandı sanki.

"Nasıl yani?" kaşlarımı çattım.

"Bunu yapamayız çünkü anneniz burada olmak zorunda." odadaki oksijen çekilmiş gibi hissettim, kalbim hızlandı. Ellerimi yumruk yaptım.

"Burada olmak zorunda mı?" diye fısıldadığımda doktor başını salladı.

"Anneniz uzun süredir burada. Yıllardır aldığı ilaçlar var. Sanrıları, korkuları, krizleri var. Bunların hepsini biz burada kontrol altına alıyoruz. Ama dışarı çıktığında durum sandığımız gibi olmayabilir.''

"Yanında ben olacağım. Ona ben bakarım. İlaçlarını ben takip ederim. Onun yanında olurum. Onun kızı benim!" doktor gözlerini kırptı. Anlayışlı bir şekilde:

"Biliyorum, Birce Hanım. Ama bu yetmez." içimde bir şeyler kırıldı. Kalbim, kemiklerimin içinde sıkışmış gibi attı. Boğazım düğümlendi.

"Yetmez mi?"

"Yetmez," dedi doktor tekrar. "Çünkü annenizin dünyası bizim bildiğimizden farklı. Onun gördüğü şeyleri biz göremiyoruz, onun hissettiği korkuları biz hissedemiyoruz. Burası, onun dünyası için bir denge noktası. Eğer dışarı çıkarsa o denge tamamen kaybolabilir." gözlerimden yaşlar süzüldü.

"Ama bu, bu adil değil," dedim hıçkırarak. "Ben onu yeni buldum. Onunla vakit geçirmek istiyorum. Onun kızı olmak istiyorum. Sadece bir kez, bir gün bile olsa, annemle sıradan bir hayat yaşamak istiyorum." doktor yavaşça başını salladı.

"Biliyorum. Ama bazen, en sevdiğimiz insanlara en büyük iyiliği onları serbest bırakmakla yaparız. Burası onun evi. Burada kalmalı." başımı eğdim. Avuç içlerimi gözlerime bastırdım. Ağlamak istemiyordum ama içimdeki o koca boşluk artık bastırılamıyordu. Annemi bir kez daha kaybediyordum. Bu sefer, geri döndürme şansım bile olmadan hem de. Onat elini sırtıma koyduğunda abimin gözleri yaşlarla doluydu ama sessizce yanımda durdu. Annemi sevmenin en zor kısmı, onun burada kalmasına izin vermekti. Yavaşça başımı kaldırdım ve doktora baktım.

"Onu her gün görebilir miyim?" diye fısıldadım. Doktor başını salladı.

"Elbette. İstediğiniz zaman." birkaç saniye boyunca nefes aldım. Kalbim, kabullenmenin ağırlığıyla sarsılıyordu. Sonunda, titreyen bir nefesle başımı salladım.

"Tamam. Peki başka hastaneye nakil alabiliyor muyuz?'' doktor bana ve arkamdakilere baktı.

''Bunu da pek tavsiye etmem. Yıllardır bizimle sonuçta. Birce Hanım, endişenizi ve aynı zamanda heyecanınızı anlayabiliyorum. Ama bildiğim kadarıyla siz bir askersiniz ve belli dönemlerde anneniz evde yalnız kalmak zorunda kalacak. Bu, onun hastalığı için pek mümkün değil. O yüzden emin olun ben de bir doktor olarak onun sağlığını düşünüyorum. En güvenlisi şu an da bu.'' haklıydı. Derin bir nefes aldım ve başımı salladım. Çaresiz bir kabullenmeydi yaşadığım.

Doktorun odasından çıktığımızda içimde tarif edilemez bir boşluk vardı. Ayaklarım sanki beni taşımakta zorlanıyordu, dizlerim titriyordu. Koridorun beyaz ışıkları gözlerimi kamaştırıyor, içeriden gelen mırıltılar, uzaklardan yankılanan çığlıklar kulaklarımda uğultuya dönüşüyordu. Abim yanıma yaklaştı. Elini omzuma koyduğunda hafifçe sıktı. Yanımdaydı.

"Birce, biliyorum, kolay değil." gözlerimi yere diktim.

"Bundan daha zor bir şey var mı?" diye fısıldadım. Abim derin bir nefes aldı.

"Buna mecburuz. Annemiz için en doğrusu bu." başımdan aşağı kaynar sular dökülüyormuş gibi hissettim.

"En doğrusu." diye tekrarladım alaycı bir gülümsemeyle. ''Bir evladın, annesini bir hastanenin duvarları arasında bırakması mı en doğrusu?" abim sustuğunda gözlerini kaçırdı. O da bunu kabullenmek istemiyordu, bunu hissedebiliyordum. Bunu yapmak zorundaydık, annemiz için. Birkaç saniye boyunca nefesini tuttuktan sonra yüzünü tekrar bana çevirdi.

"O burada mutlu." başımı hızla ona çevirdim.

"Buna nasıl emin olabilirsin?" bir an duraksadı. Sonra usulca gülümsedi. O gülümseme hüzünlüydü.

"Çünkü burası onun bildiği tek yer." gözlerim doldu. Boğazıma oturan yumruyu yutmaya çalıştım.

"Ama ben onun bilmediği bir yer olmak istemiyorum. Onun kızı olduğumu bile hatırlamadı." abim elini omzumdan çekti ve ellerini cebine soktu.

"Hatırlamadı belki ama seni sevdi." içime işleyen cümlelerden biri buydu. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Onat bir adım yaklaştığında parmaklarını nazikçe elime doladı.

"Her hafta buraya geleceğiz, söz veriyorum güzelim. Her hafta burada olacağız. Onun yalnız olmadığını hissetmesini sağlayacağız." dedi yumuşak bir sesle. Sesli bir nefes verdiğimde ellerimi sıktım. İçimdeki öfke, çaresizlik ve üzüntü yerini sadece kocaman bir hüzne bırakmıştı. Annemi buradan çıkaramayacaktım. Ama en azından ona her zaman burada olacağımı gösterebilirdim. Başımı kaldırıp Onat'a ve abime baktım.

"Tamam, onu görmeye her hafta geleceğiz." abim başını salladı. Onat elimi biraz daha sıktı.

Üçümüz, annemi bir hastanenin duvarları arasında bırakmanın ağırlığını içimizde taşıyarak çıkış kapısına doğru ilerledik. Ama biliyordum ne kadar uzağa gidersem gideyim, annemi orada bırakmış olmanın acısı hep içimde kalacaktı. Hastanenin kapısından çıktığımızda içimde garip bir boşluk vardı. İçeride bıraktığım kadının yüzü aklımdan çıkmıyordu. Annem, birkaç saat önce kollarımın arasındayken şu an yüksek duvarların ardında, ilaçların uyuşturduğu bir dünyada yaşıyordu.

Arabaya vardığımızda bir an için içimi çekerek durdum. Ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilmiyordum. Sadece içimde tarifsiz bir ağırlık vardı. Abim ellerini cebine sokup sessizce bekliyordu. Onat ise arabaya yaslanmış, bana bakıyordu. Gözleri her zamanki gibi sakin ama içimde bir şeyleri tamir etmeye çalışan bir ifadeyle doluydu. Tam kapıyı açıp içeri girecekken abim bir adım öne çıktı. Elleri belinde, yüzünde zoraki bir gülümsemeyle derin bir nefes aldı.

"Tamam, tamam. Sanırım yeterince kasvetlendik. Annemiz burada ve sağ Birce. Her hafta onu görmeye de geleceğiz. Bu bizim için çok kıymetli biliyorsun değil mi?" başımı kaldırıp ona baktığımda kafamı hafifçe salladım. O ise gözlerini kaçırdı, sonra zorla bir neşeyle ellerini çırptı.

"Ben damadım! Üç gün sonra evleniyorum, farkında mısınız?" Onat kaşlarını kaldırarak ona baktı.

"Farkındayız." yüzüme buruk bir gülümseme yerleştirdim. Şu an içinde bulunduğumuz kasvetli havayı dağıtmaya çalışıyordu. Abim başını iki yana salladı.

''Hiç de farkında gibi değilsiniz." sonra kollarını göğsünde kavuşturdu. "Almam gereken bir sürü şey var, damadım ben. Kendi düğünüme eksik bir şekilde gitmek istemem." bu söz üzerine istemsizce gülümsedim. Onat da yanımda gülümsemişti. Abimin böyle anlarda ortamın havasını yumuşatmasına ilk defa şahit olmuyordum. Konu ne kadar ağır olursa olsun, bir şekilde havayı dağıtırdı. Abim yüzüme daha dikkatle bakarak sesini yumuşattı.

"Hem siz de bir şeyler almalısınız." kaşlarımı kaldırdım.

"Haklısın.'' evet, damadın kız kardeşiydim ama henüz ne giyeceğim belli değildi. Annemle görüşeceğim ana kadar hep aklım onda olduğu için, kendimi bir türü bu ruh haline sokamamıştım. Onat hemen atıldı.

"Evet. Kıyafet almamız gerekiyor." gözlerimi devirerek iç çektim.

"Sanki hiç takım elbisen yokmuş gibi Onat." omzunu silkince gülümsedim. Abim başını iki yana sallayarak beni susturdu.

"Birce, Birce, Birce... Bak canım kardeşim. Abin evleniyor. En güzel şekilde giyinmelisin, tamam mı? Onat umurumda değil. Ama sen, sen orada parlamalısın." gözlerimi kıstım ve tek kaşımı kaldırdım:

''Ne yapmaya çalışıyorsun?" dediğimde aynı zamanda Onat da konuştu.

''Ulan benim suçum ne?'' abim tabi ki onu duymazlıktan geldi.

"Senin güzel olduğunu hatırlamanı sağlıyorum." boğazım düğümlendi. Annemin bana ne kadar güzel bir kadın olduğumu söylediği anı hatırladım. Derin bir nefes aldım ve yüzüme buruk bir tebessüm yerleştirdim. Abim bir kere evleniyordu, o gün onun en mutlu günü olacaktı. Ben de o gün mutlu olması için elimden geleni yapacaktım. Abim bana göz kırptı ve anahtarını sallayarak arabasına yöneldi.

"Hadi bakalım, ben damatlık görevlerimi yerine getirmeye gidiyorum. Siz de alışverişe çıkıyorsunuz. Akşam yemek için buluşuyoruz." Onat, başını bana çevirdi.

"Gidelim mi?" Abim çoktan uzaklaşmıştı. Derin bir nefes aldıktan sonra başımı ona çevirip yumuşakça gülümsedim.

"Hadi." Onat, hafifçe elini sırtıma koydu ve taksiye doğru yöneldik. İçimde hala bir ağırlık vardı, ama abimin söyledikleri aklımın bir köşesinde takılı kalmıştı. Her şeye rağmen, bir anlığına bile olsa güzel şeyleri düşünmeye hakkım vardı. Abimin işleri uzun olacağı için araba ondaydı. Biz alışveriş merkezine taksiyle gidecektik. Ki şansımıza hastanenin önünde bir taksi vardı.

Taksiye bindiğimizde Onat kapıyı benim için açtı. İçeri girip yanıma oturduğunda taksiciye alışveriş merkezinin adını vermişti. Araç hareket ederken camdan dışarı baktım. Hastanenin yüksek duvarları geride kalırken içimde bir parçamın da orada kaldığını hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum. Birkaç dakika boyunca sessizlik oldu. Onat elini dizlerinin üzerinde birleştirmiş, yüzüme bakmadan dışarıyı izliyordu. Ben ise içimdeki o boğuk duyguyla savaşıyordum, dayanamadım. Başımı hafifçe ona çevirerek sessizce sordum:

"Sence ben kötü biri miyim?" Onat, birden bakışlarını bana çevirdi.

"Ne?" boğazımdan geçen kelimeler boğazıma batıyordu.

"Onu orada bıraktım." Onat'ın kaşları hafifçe çatıldı.

"Bebeğim." dedi yumuşak bir sesle, "Sen kötü biri değilsin. Annene zarar vermedin. Ona en iyi olacak şeyi yapıyorsun." ama içimdeki düğüm çözülmüyordu.

"Ama o benim annem. Ve ben onu orada bırakıp gidiyorum." Onat derin bir nefes aldı ve başını hafifçe sağa yatırarak beni izledi. Sonra eli usulca benim elimin üzerine kapandı. Dokunuşu sıcaktı.

"Güzelim, sen elinden geleni yapıyorsun. Onu her zaman görmeye geleceğiz, onun yanında olacağız. Ama dışarıdaki dünya onun için güvenli değil." gözlerimi kapattığımda boğazıma bir yumru oturdu.

"Yine de içim rahat değil." Onat başını hafifçe eğerek gülümsedi.

"Eğer onu gerçekten buradan çıkarmak isteseydin, şu an hastanede kavga ediyor olurduk." zorla gülümsedim.

"Yapabilirdim." Onat başını salladığında gülümsemesi genişledi.

"Kesinlikle. Ama sen mantıklı bir insansın. Kalbinle değil, aklınla hareket ediyorsun. İşte bu yüzden harika bir sevgilisin." sözleri içimde bir yerlere dokundu. Onun yanında, ne olursa olsun eksik ya da yanlış biri gibi hissetmiyordum. Beni gerçekten görüyordu. Taksi kırmızı ışıkta durduğunda Onat başını bana doğru eğdi.

"Biricik?" gözlerimi ona çevirdim.

"Hm?" başparmağıyla elimi hafifçe sıktı.

"Kendine bu kadar yüklenme. Sen, sandığından çok daha güçlü bir kadınsın." yüzümdeki gülümseme büyüdü.

''Senin varlığın güçlü olmam için en büyük sebeplerden birisi.'' bunu inkar edemezdim. Elimin üstüne usulca bir öpücük kondurdu. Yol bitene kadar başımı omzuna yaslamıştım. Sonunda İstanbul'un çileli trafiği bitmiş ve taksiden inmiştik.

Bu şehir girdap gibiydi. İçine kapıldığın zaman kendini kurtarman pek mümkün olmuyordu.

Taksiden iner inmez gözlerimi önümde yükselen devasa yapıya çevirdim. Burası alışveriş merkezi değil, adeta modern bir mimari harikasıydı. Gökdelenlerle yarışacak kadar yüksek cam tavanı, gün ışığını içeri süzerek geniş koridorları aydınlatıyordu. Tavanın ortasında, içeriyi daha da görkemli kılan devasa bir avize vardı. Sayısız küçük ışık topundan oluşan bu avize, yukarıdan aşağıya süzülen yıldızlar gibi parlıyordu.

Kapıdan içeri adım attığımızda ilk hissettiğim şey, havaya karışan lüks parfüm kokularının buram buram yayılışı oldu. Her yer ışıl ışıldı. Parlak mermer zemin, yürüyen merdivenlerden inen kalabalığın ayakları altında ışığı yansıtıyordu. Her yanda büyük markaların devasa vitrinleri göze çarpıyordu; en yeni sezon koleksiyonları, mankenler üzerinde kusursuzca sergileniyordu. Gucci, Prada, Louis Vuitton. Dünya çapında bilinen her marka, burada kendine özel bir yer edinmişti. Onat, yanımda sessizce yürürken etrafa göz gezdirdi.

"Oldukça büyük bir yer." diye mırıldandı.

Gerçekten de öyleydi. Üç kat boyunca uzanan mağazalar, ortada yükselen geniş atrium sayesinde yukarıdan aşağıya kesintisiz bir şekilde görülebiliyordu. Yürüyen merdivenler, cam korkuluklarla çevrelenmişti ve üst katlardaki insanlar, aşağıdaki devasa avluyu rahatça izleyebiliyordu. Kafeler ve restoranlar, geniş oturma alanlarının etrafına yayılmıştı.

Kalabalık içinde yürürken, her yaştan insanın buraya akın ettiğini fark etmiştim. Şık giyimli kadınlar, ellerinde taşıdıkları alışveriş torbalarıyla mağazadan mağazaya geçiyordu. Gençler, en yeni teknolojik ürünleri incelemek için Apple Store'un önünde toplanmıştı. Bir köşede, çocuklarıyla ilgilenen aileler dikkatimi çekti; minik ellerinden tuttukları çocuklarıyla oyuncak mağazasına doğru ilerliyorlardı.

Yukarı baktığımda cam tavanın üstünden geçen beyaz bulutları görmek mümkündü. Gün ışığı o kadar güzel süzülüyordu ki, içeriye doğal bir aydınlık veriyordu. Burası kapalı bir alan olmasına rağmen, insan kendini özgür hissediyordu. Bir an için tüm bu görkeme rağmen içimdeki ağırlığın tam anlamıyla dağılmadığını fark ettim. Annemin hastane odasıyla buradaki lüks arasındaki uçurum düşündürücüydü. Ama belki de Onat'ın dediği gibi, kendime yüklenmemeliydim. Onat omzuma hafifçe dokundu.

"Nereden başlayalım?" derin bir nefes alarak ona döndüm. Burası, bir anlığına da olsa tüm ağırlıklarımı unutmam için iyi bir fırsattı.

"Önce kıyafet bakalım." dedim hafifçe gülümseyerek. Onat da gülümsedi.

"Tamam. Ama her şeyi hızlı halledelim. Çünkü ben bir mağazada saatlerce kıyafet seçersem bayılırım. " gözlerimi kıstım.

"O zaman benimle alışveriş yapmanın nasıl bir şey olduğunu göreceksin, komutanım." o kahkaha attığında ben de hafifçe güldüm. Kalabalığın arasına karışarak ilk mağazaya doğru ilerledik.

Onat'la yan yana yürüyerek mağazaya girdiğimizde, daha kapıdan adım atar atmaz Onat'ın yüzüne yayılan bezgin ifadeyi fark etmiştim. O kadar netti ki, sanki nasıl kaçacağının planı yapıyordu.

"Ne oldu? Daha ilk mağazadayız." kaşlarımı kaldırarak ona döndüm. Onat, olduğu yerde hafifçe döndü, mağazanın dört bir yanına baktı ve ardından iç çekti.

"Ne bileyim Biricik, bu kadar ışıklı, pırıl pırıl ve kıyafet dolu bir yere girince içim daraldı." kahkaha attım.

"Sen kışlanın o gri duvarlarını, kamuflajlarını özlemişsin. Ama bugün ben varım, alışverişten kaçışın yok." Onat, başını yana eğerek bana baktı.

"Bu gece seninle olduğum sürece, nereye götürürsen oraya gelirim." tam ona tatlı tatlı bakacakken, bir anda bir askıdan şık bir takım elbise çekip göğsüne yasladı.

"Ama bence şunu hemen alıp çıksak çok iyi olur." gözlerimi kıstım.

"Bu mu yani? Denemeden, bakmadan, düşünmeden? Kesinlikle olmaz." Onat derin bir nefes aldı.

"Tamam. Ama saatler sürerse, seni kucağıma alıp mağazadan kaçırırım, ona göre." gülerek ilk reyonun başına yürüdüm. Elbiseleri karıştırırken yanımda sabırla bekledi ama beş dakika sonra iç çekişlerini duymamak için sağır olmak gerekirdi.

"Birce." dedi en sonunda, "Şu üç elbiseyi de beğendin. Hangisini alacağımıza karar verelim mi?"

Başımı kaldırdığımda elimde tuttuğum elbiseye baktım. Sonra diğer iki seçeneğe. Hangisini seçeceğimden emin değildim. Siyah olan klasik ve şıktı, kırmızı olan cesur ve göz alıcıydı, lacivert olan ise asil ve zarifti.

"Bilmiyorum." diye mırıldandım. Onat elini saçlarının arasından geçirdi.

"Sevgilim, bak askeriyede karar vermek için sadece saniyelerin vardır. Bilmiyorum dersen, kaybedersin."

"O zaman ben kaybettim. Çünkü emin değilim." diyerek gülümsedim. Onat yanıma geldiğinde belimden tutup beni kendine çekti. Mağazanın loş ışıkları altında bana bakarken sesi yumuşamıştı.

"Kırmızı olanı al." kaşlarımı kaldırdım.

"Neden?"

"Çünkü sen zaten dikkat çeken bir kadınsın. Ama bu elbise üzerindeyken, gözlerimin senden başka hiçbir şeyi görmeyeceğinden eminim." sıcaklık yanaklarıma yayıldı. Beni bu kadar kolay etkileyebilmesine her zaman şaşıracaktım.

"Peki ama o zaman sen de şu takım elbiseyi deneyeceksin." işaret parmağımı göğsüne dayayarak tehdit ettim. Onat kahkaha attı.

"Tamam, tamam, yeter ki beni alışveriş esir kampına düşürme." mağaza görevlisi takım elbiseyi alıp Onat'ı deneme kabinine yönlendirirken, Onat bana döndü ve göz kırptı.

"Ama içeride fazla oyalanmayacağım, çünkü seni o kırmızı elbisenin içinde görmek için sabırsızlanıyorum." göz devirdim ama içten içe kalbim hızla çarpmıştı. Onat'ın bu kadar tatlı ve flörtöz olması, onu daha da çekici kılıyordu.

İki saat, dört mağaza ve sayısız bilmiyorum kelimesinden sonra, sonunda alışverişimizi tamamlamıştık. O kırmızı elbiseyi almıştım. Çıkışta Onat derin bir nefes aldığında sanki bir savaş alanından sağ çıkmış gibiydi.

"Birce, şu an bir operasyondan dönmüş kadar yorgunum," dedi ciddi bir yüzle. Kahkaha attım.

"Dayanıklılık testinden geçtin, tebrikler. Ama henüz bitmedi, bir kahve içeceğiz."

"İçelim bebeğim." dedi ve elini belime dolayarak beni kendine çekti.

"Ama lütfen kafeye oturunca da hangi kahveyi içeceğine karar vermek için yarım saat harcama." göz kırptım ve flörtöz bir şekilde gülümsedim.

"Söz veremem." Onat başını geriye atıp güldükten sonra birlikte kafeye doğru yürüdük. İçimdeki tüm kasvet, o kahkahayla birlikte kaybolmuştu.

Kafenin cam kenarındaki köşesine oturduğumuzda, içerideki sıcaklık yüzümüze vurmuştu. Dışarısı soğuktu ama burası sıcacıktı, buram buram kahve kokuyordu. Onat karşıma oturduğunda sırtını sandalyeye yasladı ve dudaklarında her zamanki yaramaz gülümsemesiyle bana baktı.

"Ne içiyorsun, karar vermen beş dakikadan az sürecek mi, yoksa burada sabahlayacak mıyız?" gözlerimi kıstım.

"Bu kadar alışverişten sonra kahve hakkım var, seçimimi yaparken acele etmem gerekmiyor."

Onat gülerek menüye göz attı ve ben de ona inat çenemi avucuma yaslayıp uzun uzun düşündüm. Ama içten içe onun sıcak bakışları üzerimdeyken fazla bekletmek istemediğimi de biliyordum. Sonunda bir kahve söyledim, Onat da aynısını söyledi ve garson siparişleri almak için uzaklaştığında, masanın üzerindeki ellerini birbirine kenetleyerek bana döndü.

"Bir şey düşündüm." dedi.

"Kim bilir ne geliyor, söyle bakalım," onu sinir etmek hoşuma gidiyordu. Gözlerini devirdi.

"Bartuğ'un düğünü bittiğinde, yani şu koşuşturma sona erdiğinde, beraber bir şeyler yapalım mı?" kaşlarımı kaldırarak ona baktım.

"Nasıl bir şeyler?" Onat omuzlarını silkti ama yüzündeki gülümseme büyüdü.

"Ne bileyim, küçük bir tatil gibi. Belki birkaç günlüğüne buradan uzaklaşırız." bu fikir hoşuma gitmişti. O kadar uzun zamandır her şey bir telaş içindeydi ki kafamı dinlemek, Onat'la baş başa zaman geçirmek güzel olurdu.

"Fena fikir değil." dedim hafifçe gülümseyerek. Onat başını yana eğdi.

"Sadece fena fikir değil mi?" kollarımı kavuşturup gözlerimi kıstım.

"Ne cevap bekliyordun?"

"Şöyle bir şey olabilir mesela, ''Onat hayatım, sen harika bir adamsın. Bu tatil fikri mükemmel! Nereye gideceğiz?'" gözlerimi devirerek güldüm.

"Eğer bu kadar kendini övmene ihtiyacın varsa, al sana. Evet, Onat, tatil fikrin mükemmel." Onat kahkaha attıktan sonra eğilip dirseğini masaya yasladı.

"Ciddiyim, nereye gidelim sence?" omuz silktim.

"Bilemiyorum. Sahil kasabası olabilir belki? Ya da doğayla iç içe bir yer?" Onat hafifçe başını sallayarak düşündü, sonra gözleri parladı.

"İzmir'e gidelim." bir an duraksadım.

"İzmir mi?" Onat başını salladı.

"Evet. Hem dayım ne zamandır gelmemizi bekliyor. Sürekli Birce'yi de getir deyip duruyor." içimi sıcacık bir his kapladı. Onat'ın ailesini önemsediğini biliyordum ama beni de onlar kadar hayatının içinde tutması, beni bir yerlere ait hissettirmesini çok seviyordum.

"Güzel olabilir. Dayın hâlâ anlattığın o koca bahçeli evde mi yaşıyor?" Onat başını salladı.

"Aynen. Bütün gün o bahçeyle uğraşıyor. Gidersek denize de gireriz, akşamları sahilde yürürüz, rahatlarız." bu sahne gözümde canlandığında, içimde hafif bir heyecan oluştu. Birkaç günlüğüne her şeyi unutmak, şehirden uzaklaşmak, Onat'la beraber kaçamak yapmak heyecan vericiydi.

"Hadi gidelim o zaman," dedim. Onat gözlerini kısıp bana baktı.

"Bu kadar çabuk kabul etmene inanamıyorum."

"Ne bekliyordun? Bilmiyorum mu dememi?"

"Tam olarak öyle olacağını düşünmüştüm." gülerek elini bana uzattı. "Ama tamamdır. O zaman Bartuğ'un düğününü atlatalım, sonra İzmir yolları bizi bekler." elimi onun elinin üzerine koydum.

"Anlaştık." garson kahvelerimizi getirdiğinde Onat fincanını alıp yüzüme bakarak kıkırdadı.

"Biliyor musun, sevgilim? Seninle geçen her dakika hayatımı daha güzel yapıyor."

Gülümsedim. İçim sıcacıktı ama bunun kahveyle alakası yoktu.

GÜNLÜK HAYATLARINI YAZMAYI BİLE ÇOK ÖZLEMİŞİM🥹

Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777

 

Bölüm : 08.05.2025 17:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...