
Tekrardan merhaba. Söz verdiğim gibi bir haftada iki bölümle karşınızdayım.🤍
Hepinize iyi okumalar! 🤍
Instagram/Twıtter/Tıktok:monsoleil777

Hayatı boyunca çaresiz bırakılmamış hiç kimse, çaresizlik nedir bilmezdi. Çaresiz bırakılmakla, çaresiz olmak arasında bile çok fark vardı. Ekin hayatı boyunca bir şeylere mecbur bırakılan taraftaydı. Hem mecburdu hem çaresiz bırakılmıştı. Onu anlamamız belki çok zordu. Ama her ne olursa olsun onun pes edeceğini düşünmemiştim. Gözümün önünde kanlar içinde yatarken sanki benim vücudumdaki kan çekilmişti. Onat yere eğilip iki parmağını nabzına dayadı.
''Yaşıyor.'' derin bir nefes aldım. Yaşamalıydı. O bu şekilde ölmeyi hak etmiyordu. O ve bebeği böyle ölemezdi. İçinde bulunduğum şok halinden çıktım. Diğer herkeste bizim bulunduğumuz kattaydı.
''Komutanım, anlaştığımız hastaneyi arıyorum.'' Onat buraya gelmeden önce anlaştığımız bir hastane olduğundan da bahsetmişti. Olası acil bir durumda oraya gidecektik ama kimliklerimiz gizli kalacaktı.
''Kahretsin! Neden böyle bir şey yaptı ki? Bu da nereden çıktı?'' Onat ellerini saçına geçirmiş, bir yandan da ayağa kalkmış odada volta atıyordu. Şimal ise eğilmiş, Ekin'in kanayan karnına tampon yapıyordu.
''Silahı nereden buldu?'' sorumla birlikte herkesin bakışları bana döndü.
''Komutanım, ben bilmiyorum. Bizim daireden nasıl çıktığını bile anlamadım.'' Onat önünde duran tabureye bir tekme attı. O kadar yüksek sesle bağırdı ki, onu ilk defa böyle görüşümdü.
''Siktiğimin evinde hiçbir şekilde kesici, delici alet olmayacak demedim mi ben size? Onu geçtim, kız silah bulmuş silah!'' bu siniri normal değildi. Olduğum yerde durdum. Beynimde birden fazla ses yankılandı. Dakikalar sonra ambulans gelmiş ve Ekin'i ambulansa bindirmişlerdi. Hepimiz iki araba şeklinde hastaneye gidiyorduk. Hastaneye gidene kadar kimseden bir ses çıkmamıştı. Ortada büyük bir hata vardı ve Onat bu hatayı affedecek gibi durmuyordu.
Hastaneye geldiğimizde hemen içeri girdik. Geleceğimiz önceden belli olduğu için bizi arka kapıdan içeri almışlardı. Güvenliğin had safhada olacağıyla ilgili anlaşma öncesinden yapılmıştı. Acil bir şekilde Ekin'i ameliyata almışlardı. Hastanenin beyaz ışıkları gözlerimi acıtıyordu. Koridor, her nefes alışımda daha da daralıyormuş gibi geliyordu. Ekin'in kanlar içindeki hali gözümün önünden gitmiyordu. Şu an içeride, bir ameliyat masasında, yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide duruyordu. Onat kapının önünde hareketsizdi. Sanki bütün siniri vücudunun içinde kaynıyor ama dışarı çıkmasına izin vermiyordu. Yumrukları sımsıkıydı. Çok fazla sinirlenmişti. İlk defa onu bir askerine bu denli sesini yükseltirken görmüştüm. O sırada hemen yanımda oturan Şimal'in sesini duydum.
''Bunun suçlusu benim. Bütün sorumluluğu üstüme alacağım.' 'bakışlarım ona döndü. Yüzünün rengi atmıştı. Ne kadar üzgün olduğu muhtemelen birkaç kilometre öteden bile anlaşılıyordu.
''Hiçbir şeyin sorumluluğunu üstleneceğin bir durum yok Şimal. Silahı bizim evden bulduğunu nereden biliyorsun?'' tırnaklarıyla oynayan elleri durdu. Bakışları bana döndü. Sorduğum soru kafasını karıştırmıştı.
''Böyle bir şey mümkün olabilir mi?'' omuzlarımı silktim.
''Silah sanırım hiçbirimizin değil. Onat bu durumu araştıracak.'' Şimal kafasını salladı ama kafasındaki düşünceler onu bırakmadı. Tekrardan bana döndü.
''Onat komutanım bana çok sinirlendi. Büyük aptallık ettim Birce.'' derin bir nefes aldım. Onat'ın sinirlendiği Şimal değildi. Onat'ı ilk defa bende böyle görmüştüm. O içinde bulunduğumuz durumda hala böyle şeyler olabilmesine sinirleniyordu. Haklıydı. Tam Şimal'e cevap vereceğim sırada bir hareketlilik oldu. Kapılar açıldı.
"Hasta nasıl?" diye sordu Onat. Doktor iç çekti.
"Şu an durumu stabil ama." bir an duraksadı, sonra o cümleyi kurdu.
"Bebeği kurtaramayabiliriz." içimde bir şeylerin burkulduğunu hissettim. Şaşkınlık mıydı bu? Üzüntü mü? Onat gözlerini kapattı. Çenesindeki kasların gerildiğini görebiliyordum.
"Bir şans var mı?" dediğinde sesi taş gibi sertti. Doktor başını iki yana salladı.
"Rahmi ağır hasar gördü. Kanamayı durduramazsak onu da kaybedebiliriz." bu sefer gerçekten mideme bir yumruk yemiş gibi hissettim. Ekin'i kaybetmek. Bu beni ne kadar üzerdi, emin değildim. Ama bir ölümün ağırlığını bilirdim. Birinin göz göre göre ellerimizden kaymasını izlemek bu farklıydı. Onat derin bir nefes aldı. Gözleri, doktorun suratına odaklandı.
"Hazırlıklı olun," dedi doktor, bıçak gibi keskin bir sesle. Doktor yanımızdan öylece giderken bu belki de bugün kaçıncı kez bunu birine söyleyişiydi. Derin bir nefes aldım.
''Şimdi ne olacak?'' Yiğit'in sorusuyla Onat o kadar yavaş bir şekilde ona döndü ki, bu dönüşün normal olmadığının farkındaydım.
''Ne mi olacak?'' bakışları her birimizin üzerinde gezdi.
''O silah kimin silahıysa, öncelikle cezasını çekecek.'' boğazıma bir yumru oturdu. İlk defa bu denli sert konuşuyordu. Böyle bir amatörlüğü bizim timden birinin yapabileceği düşüncesi çok kötüydü. Çok, çok kötüydü.
''Sonrasında ise önceliğimiz Ekin ve bebeği kurtarmak.'' derin bir nefes aldı.
''Şirket işlerini hızlandırmamız gerekiyor. Ben Dimitri'yle konuşacağım. Aynı zamanda kızlarla arayı daha da sıkı tutmamız gerekiyor. Bu durum uzamayacak. Daha fazlasını istemiyorum. Artık kimsenin canı yanmayacak, yeter.'' birden bakışları bana döndü. Bakışları ilk defa bana döndüğünde bile yumuşamadı.
''Yasemin'le yarın görüşme ayarla Birce.'' başımı usulca salladım. Sonra Yiğit'e döndü.
''Şu spor salonunu öğren. Yarından sonra oraya başlıyoruz.'' süreç hızlanıyordu. Ekin'in vurulması bizi derinden sarsmıştı.
Burası öyle bir yerdi ki her boşa giden kurşun, bir kadına denk geliyordu. Kadın öyle bir varlıktı ki, bir boş kurşuna bile kurban edilebiliyordu.
Aradan geçen birkaç saatin sonunda hepimiz h ameliyathanenin önündeydik. O süreçte Onat silahı bizzat gidip balistiğe teslim etmişti. Ameliyathanenin kapısı açıldığında kalbim Ekin için çarptı. Ekin ve hiçbir şeyden haberi olmayan o masum bebek için. İçeriden gözlüklü, ellili yaşlarında olduğu belli olan bir doktor çıktı. Bakışları bizim üzerimizde dolaştı.
''Ekin Koç'un yakınları siz misiniz?'' Onat en öndeydi. Ağzını en son bizimle konuştuğundan bu yana bıçak açmamıştı. Ta ki şimdiye kadar.
''Evet.'' doktor derin bir nefes aldı. O an bir şeylerin ters gittiğini anladım.
''Yaşıyor mu?'' zihnimde bile sormaya çekindiğim o soruyu Şimal doktora sordu. Ekin'in öldüğünü söylemediler. Hastane koridorunda, floresan ışıklarının altında, doktorun ağzından çıkan kelimeler havada asılı kaldı. Önce kimse tepki vermedi. Sanki beynimiz, söylenenleri algılamamak için özel bir direnç geliştirmişti. Ama kelimeler, duymazdan gelinemeyecek kadar keskindi.
"Bebeği kaybettik." kelimeler göğsüme ağır bir taş gibi oturdu. Bebek. Daha doğmamış, henüz kimsenin tam anlamıyla sahiplenmediği ama yine de hepimizin bildiği o küçük varlık. Yaşamla arasında incecik bir ip vardı, kopmuştu. Yanımda Selin'in nefesi kesildi. Yiğit, ellerini cebine sokup başını eğdi. Onat duvara dönüp sessizce küfretti. Herkes ama herkes, aynı anda bir yükü sırtlamış gibi içine kapandı.
Ekin'i seviyorduk diyemem. Hatta ondan nefret edenlerimiz bile vardı. Ama karnındaki bebeğe hiç kimsenin söyleyecek tek bir kötü sözü yoktu. O çocuk, hayata bizden daha masum başlamıştı. Ve hayat, ona bizden daha acımasız davranmıştı. Doktor hâlâ konuşuyordu, tıbbi terimler, cümlelerden bahsediyordu. Ama duymuyordum. Tek duyduğum şey, mideme oturan o tuhaf acıydı. Gözlerim kapıya kaydı. Odanın içinde Ekin vardı, o hâlâ hayattaydı. Ama içindeki hayat çoktan sönmüştü. Ve kimse bunu hak etmemişti. Doktor hiçbirimizden tepki alamadığını fark ettiğinde geçmiş olsun dileklerini iletip gitmişti. Şimdi ne olacaktı? Ekin böyle olmasını istediği için mi kendini vurmuştu? Yoksa bebeğini kaybedeceğini düşünemeyecek kadar şuurunu mu kaybetmişti?
''Hiçbiriniz bu gece bu kapıdan ayrılmıyor. Birce, benimle gel.'' Onat ilerlemeye başladığında nereye gittiğimizi bilmeden peşinden gittim. Onu ilk defa böyle görüyordum. Bahçeye çıktığımızda bir banka oturdu. Oturmamı istercesine bana baktığında bende oturdum.
''Çok öfkeliyim. Bu hastaneyi yaksam içimdeki öfke dinmeyecek. Kendimi ilk defa tutmakta zorlanıyorum.'' sık sık aldığı nefesler de bunu kanıtlar nitelikteydi. Ona diyecek bir sözüm, tesellide bulunacak bir cümlem dâhi yoktu.
''Silahın sahibine ne olacak Onat?'' bakışları bana döndü.
''Birce, o silahın orada olmasından dolayı bir bebek hayata veda etti. Biliyorsun değil mi?'' biliyordum. Diyecek bir sözüm de yoktu.
''Biz askeriz. Bizim hata yapma lüksümüz yok. Hele ki sivilin hayatını etkileyecek bir hataya hiç yerimiz yok. Bunu kim yaptıysa, cezasını gerektiği gibi çekecek.'' sağ ayağı durmaksızın sallanıyordu. Avucumu dizine bastırdığımda derin bir nefes aldı ve bakışları bana döndü.
''Siktiğimin yerinde, orospu çocuğunun kafasına sıkmamak için çok zor duruyorum.'' bu gayet farkında olduğum bir şeydi. Şu an öfkeden gözünün kör olduğu gerçeğiyle yüzleşmiştim.
''Her şey sırasıyla ilerleyecek. Az sonra Yasemin'e bir mesaj atacağım. Yılanın önce başını ezeceğiz. Gerisi gelecek.'' başını hızlıca salladı. Ayağını sallaması durmuştu. Ona dokunuşum iyi geliyordu.
''Şimal'e bağırdığım zaman kendimde değildim.'' bakışlarımız birbirini buldu.
''Farkındaydım.'' elleriyle, ellerimi avcunun içine aldı.
''Bir kadına sesim yükseltmek isteyerek yaptığım bir şey olmaz. Ama söz konusu bir sivilin hayatı, üstelik bir bebeğin hayatı olunca kendimi tutamadım.'' olduğum yerde kayarak ona yaklaştım.
''Sen yapman gerekeni yapıyorsun. Eminim ki Şimal de bunun farkındadır.'' eli cebimi buldu ve telefonumu bana uzattı.
''Yasemin'e az sonra görüşmek istediğini yazar mısın?'' kaşlarım çatıldı.
''Bu kadar hızlı mı?'' sesli bir nefes verdi.
''Evet. Artık yavaş olmak istemiyorum. Artık bir şeylere bağlı kalmak istemiyorum Birce. Yoksa içimdeki öfke sonum olacak.'' onu böyle görmek kaşlarımın daha da çatılmasına sebep oldu.
''Biraz hassas mı davranıyorsun?'' bakışları bana döndüğünde, gözlerinde gördüğüm adam bana her zaman sevgiyle bakan adam değildi. O donuk gözlerle ilk defa bana bakıyordu.
''Hassas mı? Babam annemi parçalara böldüğünde yetişemediğim için artık başka masumların öldürülmesini kaldıramıyorum Birce. Bu benim için bir hassasiyet değil. Bu artık bir mecburiyet. Artık benim komutamda olan bir görevde, kimsenin ölmesini istemiyorum.'' söylediği cümleler içime bir ok sapladı, o ok parçalara bölündü ve bütün vücuduma battı.
''Onat ben o anlamda söylememiş-'' telefonu elimden çekti ve mesaj kısmına girdi. Bu yaptığıyla susmamı istediğini net bir şekilde belli etmişti. Yasemin'e mesaj attı ve telefonu bana uzattı. Birden ayağa kalktı. Bu hareketiyle ben de içgüdüsel olarak ona eşlik ettim.
''Ben silah için balistiğe gidiyorum. Yasemin sana cevap verince, yanına Yiğit'i alıyorsun ve gidiyorsun. Gece görüşürüz.'' tam döneceği sırada kolundan tutup onu durdurdum. Bakışları bana döndü. Yüzündeki kızgın ve öfkeli ifadeyi ayırt etmek zordu.
''Sen benimle gelmeyecek misin?'' gülümsedi. Ama bu gülümseme ilk defa içime işlemedi.
''Hayır. Ben hassas olduğum bir konu üzerine yoğunlaşmayı tercih ediyorum. Üstelik senin aksine, sana güveniyorum. Yaseminle başa çıkabilirsin. Dikkatli ol.'' bir şey söylememe izin vermeden arkasını döndü ve gitti. Şu an hassastı. Bunu her ne kadar kabul etmese de annesinin olayından dolayı böyle olmasını normal karşılıyordum. Daha fazla üsteleyip canını sıkmayacaktım. Telefonum titrediğinde bakışlarım ekrana kaydı. Onat, Yasemin'e kötü olduğunu ve konuşacak birine ihtiyacı olduğunu söylemişti. Yasemin ise bir konum atmıştı. Konuma baktığımda geçen seferki gece kulübü olduğunun farkındaydım. Bu kulüp Acar'a ait olduğu için sadece orada rahat takılabiliyorlardı. Adımlarım hastanenin içine doğru ilerlediğinde, Ekin'in odasına yaklaştığım her adımda vicdanımın acısı yüzüme daha fazla vurdu. Herkes bıraktığımız gibi yoğun bakımın önündeydi. Benim gelmemle birlikte bakışları bana döndü. Ben ise o hengamede sadece Yiğit'e odaklandım.
''Hazırlan, çıkıyoruz.'' nereye diye sormadı. Sormazdı. Buradaki hiç kimse sormazdı. Diğerlerine döndüm.
''Yasemin'le görüşeceğim. Onat komutanım balistik için gitti.'' bakışlarım direkt Aybars'taydı. Komuta Onat yokken ondaydı.
''Oğuzhan ve Alperen siz burada durun. Duruma göre haber verin.'' Yiğitle dışarı çıktığımızda, diğerleri de eve geçmişti. Ekin kimsesizdi. Bu gerçek benim bile canımı acıtmıştı.
''İyi misin Birce?'' Yiğitle beraber Onat'ın bizim için ayarladığı arabanın içindeydik.
''İyiyim.'' bir cevap vermedi. Kötü olduğum oysa ki yüzümden net bir şekilde anlaşılıyordu. Kısa süren yolculuğumuzda ikimizin de sesi çıkmamıştı.
Kulübe adım attığımda içimde hem bir tedirginlik hem de bir hedefe odaklanmış olmanın verdiği gerginlik vardı. Loş ışıklar, göz alıcı şamdanlar ve etrafa yayılmış viski kokusu, mekana sofistike ama kasvetli bir hava katıyordu. Müzik ritmik bir şekilde kulaklarımı doldururken, kalabalığın içinde Yasemin'i bulmaya çalıştım. Barın en köşesindeki yüksek taburelerden birine oturmuş, uzun ince parmaklarıyla bardağının kenarına dokunuyordu. Derin bir nefes alıp ona doğru ilerledim. Yiğit, içeri girdiğimiz anda arka tarafa geçerek gözetleme pozisyonuna geçmişti. Beni koruyordu ama bunu Yasemin'e asla hissettirmemeliydi. Yasemin beni gördüğünde yüzüne hafif bir gülümseme yerleşti ama gözlerinde yorgun ve derin bir keder vardı.
"Beni görmek istemene sevindim, Alev." dedi, sesinde garip bir içtenlik vardı.
"Seninle konuşmaya ihtiyacım var," dedim. Sesimin kırılgan ama güçlü çıkmasını sağladım. Ona güven vererek daha çok konuşmasını sağlamalıydım. "Gerçekten çok kötü hissediyorum. Sadece birileriyle konuşmaya ihtiyacım var." Yasemin başını sallayıp barmenin önüne koyduğu içkiden bir yudum aldı.
"Burada iyi hissetmek kolay değil," diye mırıldandı. "Hayat bazıları için biraz acımasızdır. Bunu en iyi ben bilirim." bardağımın içindeki buzu hafifçe karıştırarak ona baktım.
"Bazen insan hiç istemediği yerlerde buluyor kendini, değil mi? Bir anda ne olduğunu bile anlamadan, tıpkı sizler gibi." gözleri bana döndüğünde bir an için dikkat kesildiğini anladım.
"Ne demek istiyorsun?" omuz silktim, cilveli ama ölçülü bir gülümsemeyle ona yaklaştım.
"Dex'in ne kadar güçlü biri olduğunu biliyorum. Ama siz burada gerçekten mutlu musunuz, Yasemin? Yani ne bileyim, hepiniz lüks içinde yaşıyor gibisiniz ama bunun arkasında başka bir şey var gibi." Yasemin'in yüzündeki gülümseme silindi. Başını hafifçe eğdi, sanki kendi içinde bir savaş veriyormuş gibiydi. Sonra alkolün etkisiyle mi yoksa içindeki bastırılmış duyguların dışa vurmasıyla mı bilmiyorum ama konuşmaya başladı.
"Dex bize iyi bakıyor, evet. Ama birinin sana iyi bakması her zaman mutlu olacağın anlamına gelmez, değil mi?" diye sordu. ''Bazen o kadar çok şeyin var ki ama hiçbirine dokunamıyorsun. Özgürlük gibi mesela. O, elimizde olmayan tek şey." söyledikleri iyice ilgimi çekmişti. Biraz daha üzerine gitmeliydim.
"Yani, aslında her şey göründüğü gibi değil mi? Dex dışarıdan cömert bir adam gibi görünüyor ama içeriden öyle değil mi?" Yasemin kaşlarını çattığında bir an duraksadı ama sonra içini çekerek devam etti.
"Birine sahip olursan, onu kontrol edebilirsin. Dex'in yaptığı da bu. Bize bir hayat sundu, evet. Ama bedeli var. Burada kalmak zorundayız. Gitmek isteyen olursa sonuçlarına katlanıyor." son cümlesi boğazımda düğümlendi.
"Sonuçlarına katlanıyor derken. Yasemin, gitmek isteyen birine ne oluyor?" Yasemin hızlıca etrafına göz gezdirdikten sonra bardağını masaya koydu ve bana yaklaştı.
"Bunu burada konuşmamalıyız.'' kalbim hızla atmaya başladı. İşte, Dex'in o parlak dünyasının ardındaki karanlık ortaya çıkıyordu. Daha fazla bilgi almalıydım ama fazla üstelemek onu korkutabilirdi. Geri çekilmeli, şimdilik bu kadarını almaktan memnun olmalıydım. Tam bir şey söylemek üzereydim ki Yasemin aniden konuyu değiştirdi.
"Neyse. Sen neden buradasın? İyi misin?'' gözleri endişeyle beni süzüyordu. Başımı iki yana salladım. Kendim üzerinden örnekler vererek, onun aile yaşantısına daha çok hakim olabilirdim.
''Babamla tartıştım. Ve bok gibi bir tartışmaydı. Kendimi alkole vurmak istedim ve aklıma sen geldin.'' yüzündeki endişe anında yerini flortöz bir gülümsemeye bıraktı. Ama yine de endişeyi gözlerine yansıtmayı ihmal etmedi.
''Önemli bir sorun var mı peki? Babanla aran nasıldır?'' önüme konulan viski bardağından küçük bir yudum aldım. Sarhoş olmak gibi bir lüksüm yoktu.
"Aramız pek iyi değil," dedim iç çekerek. "Eskiden iyiydik ama her şey değişti. Onun benden beklentileri vardı, benimse kendimden beklentilerim. Hiçbir zaman ortak bir noktada buluşamadık. Şimdi birbirimizi arayıp sormuyoruz bile. Ama yine de onun hayatta olması bana güven veriyor." Yasemin kaşlarını çattığında bardağını bir kez daha eline aldı ama içmeden önce parmaklarını ince camın üzerinde gezdirdi.
"Babanla en azından bir geçmişin var. Benimkiyle öyle bir şey bile olmadı. Babam beni hiçbir zaman gerçekten sevmedi. O benim için sadece bir figürdü, toplumun önünde mükemmel adam imajını tamamlayan bir aksesuar gibiydi. Babam bir milletvekili, herkes onu tanır. Ama benim kim olduğum umurunda bile olmadı. Onun için tek önemli olan kendi kariyeriydi." bunu duyunca ona daha dikkatli baktım. Konuştukça içinde biriken öfke yüzüne yansıyordu.
"Ne oldu Yasemin? Nasıl bu hale geldi?" Yasemin hüzünlü bir kahkaha attı.
"O hep böyleydi. Küçüklüğümden beri varlığımı kanıtlamak için çabaladım. Ama hiçbir zaman yetmedi. En başarılı öğrenciydim, en disiplinli kızdım ama bir kez bile aferin demedi. Annem desen babama itaat eden biri olmaktan başka bir şey değildi. Beni de öyle görmek istediler. Ama ben kaçtım, Birce. Kanada'ya kendi isteğimle gelmedim. Kaçmak zorundaydım. Ve işte buradayım." sesi titriyordu. Yasemin'in hikâyesi, sandığımdan çok daha derindi. Babasının onu nasıl köşeye sıkıştırdığını, nasıl bir kukla gibi kontrol etmeye çalıştığını hissedebiliyordum. İçindeki duygular yüzüne yansıyordu. Elimi masanın üzerine koyduğumda ona daha yakın durarak yumuşak bir sesle konuştum.
"Biliyor musun, Yasemin? Ben güçlü kadınları bakışından tanırım. Ve sen, sandığından çok daha güçlüsün." Yasemin başını kaldırıp bana baktığında, gözlerinde yaşlarla birlikte derin bir minnettarlık vardı. Yutkunarak iç çekti.
"Gerçekten mi? Öyle mi düşünüyorsun? Bazen aynaya baktığımda kendimi bile tanıyamıyorum. O küçük kız nerede bilmiyorum. Sanki tamamen yok olmuş gibi hissediyorum." elimi onun elinin üzerine koydum. Sıcaklığımı hissetmesini sağladım ama hareketlerimi dikkatlice ayarladım. Yasemin'in bana güvenmesi gerekiyordu.
"O küçük kız tamamen yok olmadı, Yasemin. Sadece birilerinin onu görmesi gerekiyor. Ve ben görüyorum. Sen de görmelisin. Sen buraya ait değilsin. Sen çok daha fazlasını hak ediyorsun." Yasemin'in dudakları titrediğinde derin bir nefes alarak başını eğdi.
"Bazen birinin bunu söylemesine o kadar ihtiyacım oluyor ki." derin bir nefes aldım. Oyunumu devam ettirmeliydim. Onu biraz daha kendime çekmeli, daha fazla güven kazanmalıydım.
"Ben buradayım, Yasemin. Eğer bir gün gerçekten konuşmak istersen biliyorsun, bana güvenebilirsin." Yasemin'in parmakları usulca elime dokundu. Gözleri, içinde gizli bir duyguyla parlıyordu. Ne düşündüğünü biliyordum. Ama bu, asla karşılık veremeyeceğim bir duygu olacaktı. Onu kandırdığımı hissetmek garipti ama başka şansım yoktu. Gözlerini kaçırarak hafifçe gülümsedi.
"Teşekkür ederim, Alev. Gerçekten teşekkür ederim." başımı sallayıp hafifçe elini sıktım.
"Her zaman." onun güvenini kazandığımı biliyordum. Ve bu, Acar'ı alt etmek için önemli bir adımdı. Gecenin geri kalanında Yasemin alkolü fazla kaçırdığı için pek bir şey konuşamamıştık. Burada onlara tahsis edilen bir oda olduğunu söylemiş ve oraya çıkmıştı. Yiğit beni dışarıda bekliyordu. Kulüpten çıkıp Yiğit'in yanına gittiğimde, soğuk hava içime işledi. Arabaya binip kapıyı kapattığım anda, Yiğit bana bakarak sordu,
"Nasıl hissediyorsun?" derin bir nefes aldığımda içimde tuhaf bir ağırlık vardı.
"Bilmiyorum," dedim dürüstçe. "Ne yaşadığını az çok anladım. Kendi hayatından koparılmış biri gibi. Bunu hissetmek garip bir şey." Yiğit kaşlarını çatıp başını salladı.
"Neler konuştunuz?"
"Zor durumda olduğunun farkındayım ve bunu inkar etmeye çalışsam da gözümün önünden gitmiyor. Acar onu sadece elinde tutmuyor, ona seçenek bile bırakmıyor. Kaçmaya çalışanların başına ne geldiğini ima etti. Ama detay vermedi." Yiğit direksiyona yaslanıp sessizce düşündü.
"Bize yardım edebilir mi sence?" omuz silktim.
"Sanmıyorum. En azından şu an değil. Korkuyor. Ama işin tuhafı, kendine bile itiraf edemediği bir şey var. Babası milletvekili. Türkiye'de güçlü biri ama burada kızını kurtarmak için kılını bile kıpırdatmıyor. Yasemin bunu dile getirmese de içten içe en çok ona öfkeli." Yiğit başını yavaşça salladı.
"Ona acıyorsun." camdan dışarı baktım, şehrin ışıkları hızla geçiyordu.
"Acıyorum, evet. Ama bunu belli edemem. Onu kurtarabileceğime inanmasını sağlayamam çünkü bu elimden gelmez. Ve en kötüsü de bu, Yiğit. Elimizden bir şey gelmemesi." Yiğit derin bir nefes aldığında motorun sesi gecenin içine karışırken hızlanarak hastaneye doğru ilerledi.
"Bunu Onat'a anlatacaksın, değil mi?" gözlerimi kapattım.
"Evet." arabada bir sessizlik oldu. O gece hepimizin bir şeyleri kaybettiğini hissettim. En kötüsü, daha fazlasını kaybedeceğimiz gerçeğiydi.
Eve vardığımızda içerisi sessizdi. Aybars koltuğa yayılmış bir şekilde oturuyordu, Selin ise telefonuyla meşguldü. Ama asıl dikkatimi çeken şey Onat oldu. Mutfağın kapısında durmuş, dişlerini sıkar gibi duran çenesi ve gözlerindeki soğuk öfke ile bize bakıyordu. Geldiğini haber vermemişti. Bu kadar ifadesiz ve öfkeli olması kaşlarımı çatmama sebep oldu.
"Ne öğrendin?" diye sordu doğrudan bana. Bu şekilde giriş yapması da beklediğim bir şey değildi. Derin bir nefes aldım. Kendime bu konu üzerinden onun üstüne gitmemem gerektiğini hatırlattım. Montumu çıkarıp sandalyeye attım, içimde büyüyen huzursuzluğu bastırmaya çalışarak,:
"Yasemin sanıldığından daha kötü durumda. Onunla konuşmam iyi oldu ama söyledikleri fazla düşündürücü." dedim. Onat sertçe nefes aldı.
"Şu an daha büyük bir sorunumuz var." kaşlarımı çattım.
"Ne oldu?" Onat elindeki belgeyi masaya fırlattı.
"Mermi, evdeki silahlardan hiçbirine ait değil." bütün oda bir anda sessizleşti. Herkes birbirine baktı. İçimde buz gibi bir his yayıldı.
"Yani Ekin o silahı başka bir yerden mi buldu?" Onat başını sertçe salladı.
"Evet. Ve o silahın nereden geldiğini bilmiyoruz. Eğer biri ona ulaştırdıysa, bu bizim düşündüğümüzden çok daha karmaşık bir mesele." Selin endişeyle öne eğildi.
"Ekin'in silahı nereden bulduğunu nasıl öğrenebiliriz?" Onat dişlerini sıkarak masaya yaslandı.
"Ya kendi getirdi ya biri ona verdi. Eğer biri ona verdiyse, o kişi hâlâ burada bir yerlerde." odaya ağır bir sessizlik çöktü. İçimdeki huzursuzluk büyüyordu. Eğer Ekin'e bu silah biri tarafından ulaştırıldıysa, bu bizim için sadece bir güvenlik açığı değil, aynı zamanda içeride bir hain olduğu anlamına da gelebilirdi.
"Ekin'in o silahı nereden bulduğunu öğrenmemiz lazım. Ama şunu bilin, benim askerim hiçbir zaman bana ihanet etmez. Bu işin içinde kim varsa, içeriden biri değil." derin bir sessizlik oldu. Herkes Onat'ın sözlerinin ağırlığını hissediyordu. Timdeki kimseden şüphelenmiyordu. Gözleri ateş gibi yanıyordu.
"Ekin uyanmadan bu bilmeceyi çözemeyiz. Onun konuşmasını beklemek zorundayız. Ve o konuşana kadar, kimseye güvenmeyeceğiz. Anlaşıldı mı?" geriye kalan seçenekler sınırlıydı. Ya dışarıdaki şoför Jack işin içindeydi ya da interpoldeki ajanlar. Hep bir ağızdan:
''Emredersiniz komutanım.'' dedikten sonra Onat Aybars'a döndü.
''Ekin'in durumu nasıl? Bizimkilerden haber var mı?' Aybars başını salladı.
''Durumu stabilmiş komutanım. Yarın normal odaya alacaklar.'' Onat başını salladı ve bakışları bana değdi.
''Ben yukarı çıkıyorum. Oturun düşünün. Bu kız bu silahı nereden buldu.'' bu bana direkt yukarı gelme çağrısıydı. Kaşlarım önce şaşkınlıkla havalandı. Sonra içime yayılan sinir dalgasını hissettim. Onat asansöre bindikten sonra ben de peşinden merdivenlere doğru ilerledim. Tam gideceğim sırada Aybars'ın sesiyle duraksadım.
''Şu an doğru bir zaman olmayabilir Birce.'' birden adımlarım bir bıçak gibi kesildi ve ona döndüm. Bakışlarımda ne gördü bilmiyorum ama ellerini teslim olur gibi kaldırıp geri adım attı.
''Ups tamam. Ben karışmıyorum.'' tekrardan önüme döndüm ve merdivenleri üçer beşer şekilde çıkmaya başladım. Normalde başkası olsa nefes nefese kalırdı ama bu benim günlük rutinimdi. Etkilenmedim. Dairenin kapısına geldiğimde kapıyı açtım ve içeri girdim. Hiçbir dairenin kapısı kilitli değildi. Onat tişörtünü ensesinden tutup çıkarırken kapının sesini duyunca arkasını dönüp kimin geldiğine baktığında, beni gördü.
''Aşağıda kalman gerektiğini söylediğimi hatırlıyorum.'' histerik bir şekilde gülümsedim. Bakışları ilk defa bana karşı bu kadar sertti.
''Kim olarak söylüyorsun bunu? Komutanım mı? Yoksa sevgilim mi?'' bana cevap vermeden arkasını döneceğini anladığım sırada onu kolunda tuttum. Ani tutuşumdan dolayı tırnaklarım koluna batmıştı. Bunu anladığım gibi tutuşumu hafiflettim. Bakışları önce kolunu tutan elime, sonra bana kaydı.
''Şu an sağlıklı bir şekilde konuşacağımızı düşünmüyorum. Müsaade edersen duşa gireceğim.'' elimi kolundan çekmedim. İçimde oluşan bu sinirin bir şekilde durulması gerekiyordu.
''Hayır. Tam şu an da konuşacağız.'' derin bir nefes aldı. Alev alev olan gözleriyle bana baktı. Kolunu kolumdan yavaşça kurtardı. Bir adım attığında burun burunaydık. Yani teorik olarak benden uzundu ama eğildiği için şu an burun buruna sayılırdık.
''Bana bunu yapma Birce.'' yutkundum. En başından beri öfkesini benden gizlediğinin farkındaydım. Benden kaçıyordu. İstediğim bu değildi. Öfkesinden korkacağımı düşünüyordu. Oysaki ben ondan gelen her şeye razıydım.
''Benden kaçma.'' gözlerini kapattı. Yutkundu. Adem elması da onu takip etti. Arkasını döndü. İlerlemeye başladı.
"Onat, kendinden kaçamazsın," dedim, yavaşça ona yaklaşarak. Sesim sakin ama kesin bir tondaydı.
"Ne olursa olsun, ben buradayım. Sana yardım etmek istiyorum." bakışları bana döndü. Gözlerini kaçırdığında çenesini sıkarak başını iki yana salladı.
"Bunu istemiyorum, Birce," dedi, sesi buz gibi soğuktu ama içinde bastırılmış bir titreme vardı. "Beni bu halde görmeni, az da olsa öfkemi sana yansıtmayı istemiyorum. Lütfen.'' bir adım daha attığımda aramızda kalan mesafeyi biraz daha kapattım.
"Beni korkutacağını mı sanıyorsun? Onat, ben seni olduğun gibi görüyorum. Ne olduğunu, kim olduğunu biliyorum. Senin içinde yalnızca öfke yok. Sen bir savaşçısın ama aynı zamanda dünyanın en merhametli adamısın. Ve ben, senden korkmuyorum." Onat bir anda başını kaldırdı, gözleri çelik gibi sertti.
"Korkmalısın!" diye haykırdığında sesi duvarlarda yankılandı. Bir anda elinde olduğunu fark bile etmediğim bardağı fırlattı, cam duvara çarpıp paramparça oldu. Göğsü hızla inip kalkıyordu, yumruklarını sıkıyordu, kontrolünü tamamen kaybetmek üzereydi.
"Benim içimde kontrol edemediğim bir şey var, Birce! Bunu anlamıyor musun? Ben bazen kendimden bile nefret ediyorum!" ona doğru bir adım daha attım. Titreyen ellerini yakaladığımda sımsıkı kavradım. Kasları gergindi ama dokunuşumla biraz olsun yumuşadı. Gözlerine baktım, içinde fırtınalar kopan adama, kendi cehenneminde boğulan adama baktım.
"O zaman bırak, Onat. Bırak yanında olayım. Kendi içinde kaybolmana izin vermeyeceğim. Ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş, seni bırakmam." gözleri bana kilitlendiğinde içinde binlerce duygu vardı. Öfke, acı, pişmanlık ve korku hepsi bir aradaydı. Sonunda parmakları gevşedi, yumrukları açıldı. Yavaşça, omuzları düştü. Yorgundu, hem de çok yorgun. Yıllardır taşıdığı yüklerin ağırlığı, şimdi sırtına çöküyordu. Sonunda derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı.
"Seni üzersem, kendimi öldürürüm.'' diye fısıldadı, sesi öylesine kırıktı ki, kalbime işledi.
"Asla," dedim. ellerini bırakmadım. ''Senden gelen her şey başım gözüm üstüne.'' gözlerini açmamıştı. Ayak uçlarımda yükseldim ve yanağına ufak bir öpücük bıraktım.
''Gel, oturalım. Konuşmamız gereken şeyler var.'' Yasemin'le ilgili ona anlatmam gereken şeyler vardı. Üstüne gitmek istemiyordum ama bilmesi gerekiyordu. Gözlerini açtı ve bende elinden tutarak onu odaya doğru yönlendirdim. İkimiz de koltuğa oturduğumuzda ellerimi, avuçlarının içine aldı. Öptü. Sakinleştiğini buradan anlamıştım.
''Anlatmamı ister misin? Yarın mı anlatayım?'' başını hayır dercesine salladı.
''Dinliyorum güzelim.'' yutkundum ve en az Yasemin kadar bana ağır gelen şeyleri anlatmaya başladım.
''Tahmin ettiğimiz gibi kendileri istedikleri için burada değiller. Muhtemelen tehdit ediliyorlar. Çünkü Yasemin konuyu açtığında sesini alçalttı ve olabildiğince konuyu kısa tuttu.'' Onat bir yandan avucumun içini okşuyor bir yandan beni dinliyordu.
''Babasının milletvekili olduğundan ve aralarının iyi olmadığından bahsetti. Babasının onu hiçbir zaman görmediğinden, her zaman daha fazlasını isteyen bir adam olduğundan da. Annesi de keza babasının sözü dışına pek çıkmayan bir kadınmış. Bana üstü açık kaçmak zorunda olduğunu ima etti. Daha fazla sorgularsam şüphe çekeceğini düşündüğüm için soramadım.'' Onat'ın elleri durmuş, bakışları bana dönmüştü.
''Nasıl yani? Babasının Acar'ın yanında olduğundan haberi yok mu? Bize gelen bilgi böyle değildi.'' evet, bizim bildiğimize göre aileler nerede olduğunu biliyor ama karışmıyorlardı.
''Alkollüydü. Pek güvenemiyorum dediklerine ama genelde bu minvalde konuştu.'' Onat usulca başını salladı ve derin bir nefes aldı.
''Siktiğimin yerinde bir sonuca varamamaktan, masum birilerini kaybetmekten ve en kötüsü bu kaybettiklerimin ucunun sana dokunacak olmasını düşünmekten yoruldum.'' sesi o kadar yumuşak çıkıyordu ki onu alıp göğsümde saklamak istedim. Onunla bütün her şeyden uzak bir hayatımız olsun istedim.
''Hiçbirimize bir şey olmayacak. Bunu hep söylüyorum. Sen başımızdayken, hiçbirimize bir şey olmayacak.'' ona olan güvenimi hissetmesine ihtiyacı vardı. Farkındaydım.
Onat'ın elleri titriyordu. Avuçlarımda hissettiğim o gerginlik, içindeki fırtınanın dışarı taşmasına ramak kaldığını söylüyordu. Öfkesini bastırmaya çalışıyor ama bedeni ona ihanet ediyordu. Çenesi kenetlenmiş, gözleri boşluğa bakıyordu. Parmakları avuçlarımı sıkarken ne hissettiğini biliyordum. Öfke, pişmanlık, çaresizlik, hepsi bir aradaydı.
"Onat." fısıltıyla ona seslenmiştim. İçinde bulunduğu bu ruh hali korkmama sebep olmuştu. Başını hafifçe çevirmişti ama gözleri hâlâ buğuluydu. Kendi içinde bir savaş veriyor ve beni de o savaşın içine çekmek istemiyordu. Bunu hissedebiliyordum.
"Kimse zarar görmeyecek.'' iç çekti. Derin, acı dolu bir nefes verdi. Sonra bakışlarını yüzüme kaldırdı. O gözlerde öyle bir acı vardı ki içim sıkışıyordu.
"Bunun garantisi var mı Birce? Emin olabilecek miyiz hiçbir zaman?" dedi kısık bir sesle. Parmaklarını dudaklarına götürüp bastırıyordu, dişlerini sıktığını fark ettim. Öfkesi sadece içinde patlamıyor, ona zarar veriyordu.
"Biz askeriz sevgilim. Yaşayacağımızın hiçbir zaman garantisi yok. Ama birbirimiz uğruna çabalayacağımızın garantisi var." derin bir nefes aldı. Bir şey söylemek için ağzımı açacaktım ama o benden önce konuştu. Ve sözleri içimi parçaladı.
"Annem öldüğünde ben orada değildim, Birce." gözlerimi kırpıştırdım. Bunu bana anlatmıştı. Bunu her anlattığında, her dinlediğimde perişan oluyordum.
"Akademideydim, biliyorsun. Annem, babamdan kaçmaya çalışıyordu ama başaramadı. Bana ulaşmaya çalıştı ama ben meşguldüm." sesi titriyor, yumrukları kasılıyordu.
"Telefonu açmadım." kalbim sanki göğsümde değil de boğazımda atıyordu.
"Onat."
"Sonra içime bir şey oturdu. Annem bir daha aramadı, mesaj atmadı. O an anladım. Her şeyi anladım. Ama yetişemedim." derin bir nefes alıyor, gözlerini sıkıca kapatıyordu.
"Eve gittiğimde... Kapıyı açtığımda... Her yer kandı, Birce." nefesim düzensizleşiyordu..
"Annemin vücudu paramparçaydı. O adam..." sesi sertleşiyor, gözleri hiddetleniyor. "Babam... Onu sadece öldürmekle yetinmemiş. Acı çeke çeke ölmesini sağlamış. Ona defalarca bıçak saplamış. Onu o kadar vahşice öldürmüş ki.." bedenim irkiliyordu. İçimde buz gibi bir korku dolaşıyordu.
"Ben annemi koruyamadım, Birce," dedi kısık bir sesle. "Beni her şeyden koruyan kadını ben koruyamadım."
"Elimden hiçbir şey gelmedi," diye fısıldadı. "O yüzden kadınlar için savaşıyorum. O yüzden bir kadının zarar görmesine tahammül edemiyorum. Çünkü annemi koruyamadım. Çünkü ben yetişene kadar her şey bitmişti." boğazıma bir yumru oturdu. Ellerimi yüzüne koydum ve başını kaldırıp bana bakmasını sağladım.
"Onat." gözleri buz gibiydi.
"Sen elinden gelen her şeyi yapıyorsun. O zaman yapamadın ama şimdi yapıyorsun." başını salladı.
"Yeterli değil. Eğer yeterli olsaydı, Ekin orada olmaz, bebeği de kaybetmezdik."
"Sen." sözlerim boğazımda düğümlenmişti. Onat bir adım geri çekildiğinde sanki nefes almakta zorlanıyor gibiydi.
"Şimdi o katilin yerinde başkaları var. Ve onların elinde sen varsın, Birce." nefesim kesiliyordu.
"Ben o zaman yetişemedim. Ya şimdi de yetişemezsem?" beni kaybetmekten korkuyordu. Öfkeyle saçlarını çekiyordu.
"Senin çığlığını duyarsam, Birce. Ya sana yetişemezsem? Ya aynı hatayı bir daha yaparsam?'' gözleriyle beni delip geçiyordu.
"Bu ihtimal beni mahvediyor." ağır adımlarla arkasını döndü, odanın içinde bir ileri bir geri yürümeye başladı. Öfkesi artık kabına sığmıyordu.
"Bu operasyonu bitirmek zorundayız, Birce. Ne pahasına olursa olsun. Artık birilerinin ölmesini izlemek istemiyorum!" ellerim titriyordu. Onat'ı böyle görmek, onun içindeki fırtınaya tanık olma, içimi eziyordu. Tam ona sarılmak için bir adım attığımda telefonun tiz sesi havayı kesti. Onat gözlerini kısıp telefonu açtı.
"Ne oldu?" sesi donuktu ama içinde fırtınalar kopuyordu. Aybars'ın sesi diğer uçtan geliyordu.
"Ekin uyandı. Ama işler sandığımızdan daha karışık." Onat'ın yüzü tamamen taş kesildi. Bir an önceki kırılmış adam gitmiş, yerini buz gibi bir savaşçı almıştı. Telefonu kapattı. Duygularını içeri hapsetti. Öfkesi, korkusu, kaybetme korkusu. Hepsini derinlere gömdü.
Şimdi sadece tek bir şey vardı: Gerçeği öğrenmek.
Ben, onun bu savaşta ne kadar daha dayanabileceğini bilmiyordum. Bildiğim tek şey vardı, bir gün duygularını bastıran bu adam, bir yerde patlayacaktı.
Ama ben o gün, onun yanında olacaktım. Ne olursa olsun.
Yorum satırı❤️🩹
Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.67k Okunma |
3.75k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |