39. Bölüm

BÖLÜM OTUZ SEKİZ

monsoleil016
monsoleil016

Selam! Bu bölümle birlikte artık buhranlı günler bitiyor. Bizi güzel günler bekliyor🤍

Bence hak ettik🙃

Yaptığınız yorumlar ve verdiğiniz oylar benim için çok kıymetli. Lütfen esirgemeyin. 🙏🏻

İyi okumalar! 🤍

                                                                

ONAT AKTAN KARA

Her şey bitmişti. Ölüm, odaya çökeli birkaç saniye olmuştu ama sanki saatlerdir burada, bu odanın içinde, bu lanet olası kan kokusunun tam ortasında sıkışıp kalmış gibiydim.

Acar ölmüştü. Ve bunu yapan Ekin'di.

İçimdeki her şey birbirine giriyordu. Öfke, şaşkınlık, çaresizlik hepsi iç içe geçmiş, her biri aynı anda boğazımı sıkıyordu. Onca yıl boyunca ne silahı elinden düşürmüş ne de ölümün yüzüyle ilk defa karşılaşıyordum ama bu bambaşkaydı. Ekin hâlâ yerdeydi. Silah çoktan elinden düşmüş, soğuk betonun üzerinde hareketsiz oturuyordu. Gözleri açık ama boş bakıyordu.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir adım attım, sonra durdum. Düşünceler beynimde yankılanırken kapının sertçe açıldığını duydum. Başımı kaldırdığımda Aybars karşımdaydı. Gözleri bir saniyeliğine bana, sonra da yere, Ekin'in yanında yatan cansız bedene kaydığında yüzüne bir şaşkınlık yayıldı. Önce bir şey söylemedi. Sonra bakışları bana döndü. Ben ise ona, Ekin'e, Acar'ın kanla kaplı bedenine bakıyordum. Sonra gözlerimi kapattım. Her şey bitmişti. Aybars, yerdeki cansız bedene son bir bakış attıktan sonra kulaklığını düzeltti.

"Bomba etkisiz. Devre dışı bıraktım. Artık güvendeyiz." güvenli miydi? Etraf kan ve barut kokarken, yere düşen cesedin gözleri hala boşlukta asılı dururken, burada nasıl bir güvenlikten söz edebilirdik ki? Derin bir nefes aldığımda düşünceleri beynimden silip görevime odaklandım. Henüz çıkmamıştık. İşimiz tam anlamıyla bitmemişti. Aybars'la göz göze geldik. Ne demek istediğimi anladıktan sonra hemen telsizine yöneldi.

"Dimitri, Rob. Hedef etkisiz. Cesedi buradan almanız gerekecek." tek bir saniye bile kaybetmeden Ekin'e döndüm.

"Ekin." Ekin, silahı hâlâ parmaklarının arasında tutuyordu ama tetiğe ne zaman bastığını bile unutmuş gibiydi. Gözleri boştu. İçinde ne varsa o kurşunla beraber gitmişti sanki.

"Buradan çıkıyoruz. İşimiz bitti." dedim. Beni duyduğunu biliyordum ama tepki vermedi. Kaşlarımı çattım. Bir cevap bekliyordum.

"Gerçekten bitti mi?" diye sordu, gözlerini hala cesetten ayırmadan. Derin bir nefes aldım.

"Evet, bitti." ama gitmiyordu. Kıpırdamıyordu bile. İnsan, düşmanı öldürene kadar her şeyi yapabilecek gibi hissederdi. Ama sonra? Sonrası, sadece sessizlikti. Ve sessizlik, savaşın en ağır kısmıydı. Ekin'in bu sessizlikte kaybolmasına izin veremezdim. Ama ona yardım etmek benim işim değildi. Ben bir askerdim, bir terapist değil. Yapmam gereken tek şey, görevimi tamamlamaktı. Gözlerinin içine bakıp

"Çıkıyoruz." dedim. Bu kez geç de olsa başını salladı. Silahı yavaşça yere bıraktı. Ama ne dizlerini büküp onu almaya çalıştı ne de kendini toparlamak için bir çaba gösterdi. Titrek bir nefes aldı ve sonunda ağır adımlarla ilerlemeye başladı. Ben önden yürüdüm. Arkamdan gelip gelmemesi artık onun sorunu değil, benim görevimdi.

Bitmişti. Birce'nin hayatına sebep olan bütün acılar, bu gece bu odada hafiflemişti.

Acar'ı öldürmek tabi ki düşüncemiz doğrultusunda bile değildi. Ama ölecekse bile, ben öldürmek isterdim. Ama tek kurşunla değildi. Dışarı çıktığımızda, gecenin soğuk havası yüzüme çarptı. Arkamızda kan ve barut kokusu kalmıştı. Önümüzde ise sadece biten bir savaşın yorgunluğu duruyordu. Ekin, tek kelime etmeden arabanın kapısını açtı ve içine girdi. Gözleri bomboştu, yüzünde hiçbir ifade yoktu. Ne acı, ne pişmanlık, ne de öfke vardı Sadece bitmiş biri gibi duruyordu. Kapıyı kapattığında, kendini dünyadan soyutladı. Aybars yanıma yaklaştığında yüzündeki yorgun ifade, her şeyi anlatıyordu. Omzunu silkti.

"Bitti." tek kelime. Koca bir savaşın kapanış cümlesi gibiydi. Başımı salladım. Evet, bitmişti. Aybars başını çevirdi ve arabanın içindeki Ekin'e baktı.

"Peki ya o? Ona ne olacak?" yutkundum. Bunu düşünmemiştim.

"Bilmiyorum." Aybars başını öne eğdi.

"Onun için üzülüyor musunuz komutanım?" iç çektim. Bu soruya doğru bir cevap verebilir miydim? Ekin'e üzülüyordum. Çünkü bir insanın bu noktaya nasıl geldiğini anlamak zor değildi. Omuzlarımı silktim.

"Ekin, kötü biri değil. Ama masum da değil. O da kendi seçimlerinin bedelini ödeyecek. Ne eksik ne fazla." Aybars başını salladı.

"Ama o da bir kurban." sertçe cevap verdim.

"Kurban olmak, yaptıklarını affettirmez." Aybars sustu. O da benimle aynı fikirdeydi ama bazı şeyleri yüksek sesle söylemek bazen daha ağır geliyordu.

"Albaya haber vermeliyiz." konuyu kapatmak istemiştim. Aybars gözlerini kısarak bana baktı.

"Ona ne diyeceğiz? Acar öldü, Ekin hayatta ama ne olacağı belli değil mi diyeceğiz?" başımı salladım.

"Aynen öyle. Bunu rapor etmeliyiz." gözlerim arabaya kaydığında Ekin'in silueti hareketsizdi. Biliyordum. Onun için hiçbir şey bitmemişti. Her ne kadar belli etmesem de ona üzülüyordum. Çaresiz bir kadındı. Bundan sonra muhtemelen ömrünün bir kısmı hapishanede geçecekti. Bu onun mecbur bırakılmış bir sonuydu.

''Onun için bir şey yapabiliriz. Biliyorsunuz değil mi komutanım?'' başımı usulca salladım. Ona mahkeme esnasında tanıklık yaparsak, cezai indirime gidilebilirdi. Hatta belki hiç ceza da almayabilirdi.

''Biliyorum. Bunu değerlendireceğiz. Roblardan bir haber var mı?'' tam o esnada gözümüze gelen far ışığıyla onların geldiğini anlamıştım.

''Geldiler.'' siyah SUV, toprak zeminde ilerleyerek önümüzde durdu. Arabadan inen Dimitri, etrafa göz gezdirerek yaklaştığında Rob da hemen arkasındaydı.

"Biri bana ne halt olduğunu anlatabilir mi?" dedi Dimitri, etrafa bakarak. "Acar öldü mü?" başımı salladım.

"Evet. Ekin onu vurdu." Dimitri ve Rob aynı anda şoka girdi. Gözleri kocaman açıldığinde birbirlerine bakıp durumu anlamaya çalıştılar. Rob,

"Ekin mi? Emin misin?" diye sordu.

"Gözümün önünde oldu." dedim sert bir sesle. "Silahı yerden aldı ve Acar'ı vurdu." Dimitri kaşlarını çatıp derin bir nefes aldı.

"Bu iş gittikçe karmaşıklaşıyor. Acar öldü ama elimizde büyük bir düğüm kaldı. Ekin'in ne yapacağını, ne anlatacağını kimse bilmiyor."

"Ekin bir şey yapmayacak. Bu mevzu artık kapandı." diye ekledim. "Burası hâlâ tehlikeli. Herhangi bir iz bırakmamalıyız. Cesedi bu gecelik morga götürmelisiniz. Albayla konuştuktan sonra yarın ne yapacağımıza karar veririz." Dimitri kısa bir duraksamanın ardından başını salladı.

"Olay yeri incelemede yıllarca çalıştım, Onat.'' bir an gerginlik yükselir gibi oldu ama sonra ikimiz de derin bir nefes alıp durumu kabullendik. İşimizi yapmalıydık, duygusal çıkışlara yer yoktu. Rob:

"Tamam, hadi halledelim şu işi." diyerek harekete geçti. Dimitri ve Rob cesedi almak için içeri yöneldiler. Aybars ve bense arabaya doğru ilerledik. Bu gece uzun olacaktı.

''Aybars, beni hastaneye bırak. Siz eve geçin.'' bir saniye daha Birce'yi görmezsem, kafama sıkacaktım.

BİRCE SAĞLAM

Ne bir kabusun içindeydim ne de tam olarak hayatın bir parçasıydım.

Yaşadığım her şey gerçekti. Uykumdan uyanmıştım ve hiçbir şey değişmemişti. Onat hâlâ gelmemişti. Bir yanım onun için deli gibi endişeliyken, diğer yanım ona haksızlık ettiğimi yüzüme haykırıyordu. Kapının açıldığını duydum.

''Kızlar, yalnız kalmak istiyorum.'' şu an kimseyi görmek istemiyordum. Kapı kapanmadığında kaşlarımı çatıp arkamı döndüm. Karşımda kızlar yoktu. Onat, gelmişti.

Sanki onu yıllardır görmüyormuşum gibi kalbim dört nala koşmaya başladı. Gözleri iyi olduğumdan emin olmak istercesine bütün vücudumu süzdü. En son gözlerimde durduğunda, gözlerindeki endişeyi görmemem imkansızdı.

''Girebilir miyim?'' başımı usulca salladım. Gözlerim dolmuştu. Kollarımı açtım ve kafamı yana eğdim. Gözlerim yaşlı, yüzümde buruk bir gülümsemeyle sığınacağım tek kolları bekliyordum. Beni bekletmedi, saniyesinde bana sarıldı. Onun sarılmasıyla saatlerdir içinde tuttuğum gözyaşları akmaya başladı. Omzuna başımı yasladığımda hıçkırıklarımı tutmaya çalışıyordum ama beceremedim. İçimdekiler taşmıştı bir kere, geri dönüşü yoktu. Ellerimi sırtında gezdirirken usulca fısıldadım.

"Onat, iyi misin? Sana bir şey yapmadılar, değil mi?" sesimde endişe vardı, hissetmemesi imkânsızdı. Gözlerimi kapattığımda kokusunu içime çektim. Özlemi her hücreme işlemişti. Başını usulca salladı ama içimdeki o vicdan azabı, o pişmanlık yakamı bırakmıyordu. Onun güçlü kollarında bile kendimi hafiflemiş hissedemiyordum. Ellerimi yüzüne götürdüm, parmak uçlarımı yanağına dokundurdum. Gözlerim, bakışlarına kilitlendi.

"Sana neler söyledim... Onat, ben..." gözlerim dolduğunda kelimeler ağzımda düğümlendi.

"Sana haksızlık ettim. O kadar haksızlık ettim ki." sesim titredi, nefesim düzensizleşti. "Beni affedebilir misin?" gözlerimin içine baktı. Sanki her şeyi çoktan unutmuş gibiydi. Oysa ben kendimi asla affetmeyecektim.

"Sevgilim." dedi, başını iki yana sallayarak. "Bunun şu an hiçbir önemi yok. Önemli olan senin iyi olman. Ben buradayım, yanındayım. Beni suçlaman, sinirlenmen, hatta benden nefret etmen bile umurumda değil. Yeter ki iyi ol." hıçkırarak ağlamaya başladım. Ellerimi göğsüne koyduğumda ona sarılmak ama aynı zamanda dizlerinin önüne çöküp af dilemek istiyordum.

"Ben seni çok üzdüm." dedim boğuk bir sesle. "Oysa sadece korkmuştum. Seni kaybetmekten, yaşadıklarımızdan. Onat, ben seni çok seviyorum.'' ellerini yanaklarıma koydu ve baş parmaklarıyla gözyaşlarımı sildi.

"Bana bak," dedi, sesi yumuşaktı. "Kendine haksızlık etme. Ben buradayım. Sen de buradasın. Ve bu yeterli." içimden yükselen o derin sızı, bu sözleri duyduğumda biraz hafiflemişti. Yine de gözyaşlarım durmadı. Onun kollarında kalmaya devam ettim, bir daha asla gitmemek istercesine sıkı sıkıya sarıldım. Birden aklıma gelen düşünceyle geri çekildim.

''Operasyon? Ne oldu? Nasıl geçti?'' baş parmağıyla yanağımdaki gözyaşını sildi.

''Öldü.'' kaşlarım çatıldı.

''Kim?'' bakışları gözlerime sabitlendi.

''Acar, geberdi.'' şaşkınlıktan ağzımın açılmasını engelleyemedim. Tabi ki bu ihtimaller dahilindeydi. Ama böyle bir şey beklemiyordum.

''Nasıl oldu Onat? Siz iyisiniz değil mi?'' başını salladı. Derin bir nefes aldı. Onu huzursuz eden bir şey vardı.

''Ekin öldürdü.'' şaşkınlıktan açılan ağzımı bu sefer irileşen gözlerim takip etti.

''Ne?''

''Birden oldu. Silahı aldı, çekti ve vurdu.'' içimdeki ateş diner sanmıştım. Ama bu sefer Ekin'in yaşadıklarının vicdanı omzuma yük oldu.

''Onu öldürecek biri varsa o ben olmalıydım, Birce. Karşına çıkmak için onu bitirmeyi bekledim.'' gözlerindeki pişmanlık bâkiydi. Elimi yanağına koydum.

''Acar'ı öldürmek seni iyi bir asker yapmazdı sevgilim. Bizim önceliğimiz insanları yaşatmak. Ki bu meseleye şahsi duygularımızı yeterince karıştırdık. Elinden gelenin fazlasını her zaman yaptın.'' Onat derin bir nefes aldığında bakışlarını gözlerime sabitledi. İçinde fırtınalar kopuyordu ama bana her zaman olduğu gibi sakince yaklaşıyordu. Elini avucuma bıraktığında titrediğimi hissettim. O an, bu acının yalnızca bana ait olmadığını anladım.

"Birce," dedi usulca, sesi titremiyordu ama içinde nasıl bir yangın olduğunu görebiliyordum. "Biliyorum... Biliyorum her şey çok zor. Ama hayatın bizden aldığı her şeye rağmen, senden asla vazgeçmeyeceğim." gözyaşlarımı zorla geri çekerken başımı iki yana salladım.

"Ama Onat-"

"Sakın!" diye kesti sözümü, avuçlarını yüzüme koyarak. "Sen benim hayattaki en büyük mucizemsin, Birce. Çocuklarımız olmayacak belki ama biz varız. Ben varım, sen varsın. Ve seni çok seviyorum. Bir ömür, sadece seninle yaşlanmaya razıyım." hıçkırıklarımın beni ele geçirmesine izin verdim. O kadar acı doluydum ki, içimdeki boşluk büyüyordu. Ama Onat'ın gözleri, o gözlerde gördüğüm şey beni ne kadar sevdiğini haykırıyordu.

"Sen bana, bu hayatta her şeyin kan bağından ibaret olmadığını öğrettin," diye devam etti. "Belki kendi kanımızdan bir çocuğumuz olmayacak ama bizim sevgiyle büyüteceğimiz bir hayat olacak. Ben senin yanındayım. Ve her zaman yanında olacağım." soluğum kesildi. Onun sevgisi, varlığı, her kelimesi içimde yankılandı. Parmaklarımı saçlarının arasına geçirdiğimde gözyaşlarımla ıslanan yanaklarına dokundum.

"Sence mutlu olabilir miyiz?" diye fısıldadım, çaresizlik içinde. Onat gülümsedi.

"Biz zaten mutluyuz, Birce. Sadece bunu hatırlamamız gerekiyor." sanki dünyadaki her şey silinmiş, yalnızca biz kalmıştık. Kollarında huzur bulurken, kalbimin derinliklerinde bir şeyleri yeniden inşa etmeye başladığını hissettim. Kendimi geri çektiğimde biraz ağrım olduğunu hissediyordum ama sorun değildi. Şu an Onat yanımdaydı, halledilmesi gereken büyük bir sorun aylar sonra ortadan kalkmıştı.

''Bundan sonra ne olacak peki? Albayla görüştünüz mü?'' Onat usulca başını salladı. Ondaki durgunluk fark edilmeyecek gibi değildi. Derin bir nefes aldı.

''Buraya gelirken konuştuk. Cesedi yarın Türkiye'ye göndereceğiz. Onun dışında Ekin faktörü var tabi.'' bu benim de kafamı kurcalayan bir konuydu. Ekin yargılanacak mıydı?

''Yargılanacak mı?'' bu sefer onun da aldığı nefes sıkıntılıydı.

''Bilmiyorum yavrum. Bir yanım onun suçlu olduğunun farkında diğer yanım ise her şeye mecbur bırakıldığının farkında. Mahkemede bizim verdiğimiz ifade büyük etki edecek, biliyorsun. Bunu Türkiye'ye dönünce düşünelim.'' başımı salladım. Daha fazla düşünmek istemediğimin farkındaydım. Gözlerim kapanıyor, Onat'ın kokusu beni daha da çok mayıştırıyordu.

''Güzelim, yat dinlen hadi. Belli etmiyorsun ama yüzünden anlaşılıyor, ağrın var sanırım. Hemşireye haber vereyim, uzan.'' elimden tutup beni yatağa yatırdığında uykuyla uyanıklık arasında bir yerdeydim. Onat'ın fısıltısını duydum ve içim günler sonra sıcacık oldu.

"Seninle her şeyin üstesinden gelirim, sevgilim. Dünyada herkes sırtını dönse bile ben hep buradayım, hep senin yanındayım."

🫧

Hastaneden çıkmamın üzerinden üç gün geçmişti. Bu süre zarfında Türkiye'ye dönmüştük. Ekin'in yarın mahkemesi vardı. Albay onunla ilgili konuşmak için şu an bizim eve geliyordu. Timdeki herkes izindeydi. Görev başarıyla tamamlanmış ve hepimize iki hafta izin verilmişti. Mahkemeden sonra Onat'la Ankara'ya abimlerin yanına geçecektik. Düğün tarihlerini almışlardı. beş gün sonra da onların düğünleri vardı. Ama düğünden önce annemin yanına gidecektik. Beni motive eden şeyler bunlardı. Dış kapının zili çaldı.

''Açtım kapıyı!'' kapıya doğru ilerlediğim sırada Onat'ın çayı demlediğini görmüştüm. Asla bana bir iş yaptırmıyordu. Hatta isterse beni yıkayabileceğini bile söylüyordu. Bu tabi ki fırsattan istifade etmekti. Kapıyı açtığımda karşımda Umut albayı görmek yüzümdeki gülümsemeyi arttırdı.

''Hoş geldiniz albayım.'' başını iki yana salladı ve gülümsedi. Kollarını iki yanına açtı.

''Gel güzel kızım gel. Asıl sen hoş geldin.'' bana o kadar sıkı sarıldı ki, o an bir kere bile hissetmediğim baba sıcaklığını hissettim. Geri çekildi.

''Bizi korkuttun.'' elimle içeriyi işaret ettim.

''İyiyim albayım, eksik olmayın. Buyurun.'' ayakkabılarını çıkardı ve içeri geçti. O sırada Onat'ta mutfaktan çıkmıştı ve koridorda denk geldiler. Onat başını eğerek selam verdi.

''Hoş geldiniz albayım.'' albay bana yaptığı gibi kollarını iki yana açtı.

''Gel ulan gel. Kalbime indirecektiniz benim.'' Onat'a da aynı şekilde sımsıkı sarılmıştı. Umut albay içeri geçip koltuğa oturduğunda mutfağa geçmek için hareketlenen Onat'ı durdurdum.

''Tamam sevgilim, yeter. Üç gündür kendimi yürüyemiyormuş gibi hissetmeye başladım. Sen geç, ben çayları koyup geliyorum.'' tek kaşını sorgularcasına kaldırdı. Başımı usulca sallayıp gülümseyince bana inanmış olacak ki alnıma ufak bir öpücük bırakıp içeri geçti.

Mutfağa girdiğimde içerinin tertemiz olduğunu gördüm. Onat, inanılmaz derecede temiz bir insandı. Bu sanırım askerlerin genelinde olan bir takıntıydı. Bütün kıyafetleri de jilet gibi ütülü bir şekilde dolabında duruyordu. Hızlıca çayları doldurduktan sonra Onat'ın pastaneden aldığı kurabiyelerden de tabağa koydum ve içeri doğru ilerledim.

''Acar'ın ofisindeki bütün yandaşlarda tutuklandı. Kaçakçılığa müsaade eden, buna çanak tutan herkes hak ettiği cezayı alacak.'' çayları servis ettikten sonra Onat'ın yanına oturdum.

''Kızlardan bir haber var mı komutanım?'' Yasemin ve diğer kızların güvende olduğunu biliyordum.

''Onlar da ifadelerini verdiler. Hepsi serbest bırakıldı.'' başımı salladım. Bu zamana kadar çektikleri çileler son bulsun, bundan sonrası için güzelliklerle dolu bir hayatları olsun isterdim.

"Yarın Ekin'in mahkemesi var." dedi doğrudan konuya girerek. Sesi, kararı çoktan verdiğini belli ediyordu. Çayımı avuçlarımın içinde sımsıkı tuttum. İçimdeki karmaşa, çayın sıcağından bile daha yakıcıydı. Albay gözlerini bana dikmiş, düşüncelerimi okumaya çalışıyordu. Derin bir nefes alarak başladım.

"Ekin'in bir ceza alması gerektiğini düşünmüyorum. O bir suçlu değil. Onu bu hayata zorlayan, onu çaresiz bırakan Acar ve onun gibilerdi. Eğer adalet gerçekten varsa, bu noktada bir ayrıma gidilmeli. Yoksa biz de masum bir insanı harcamış olacağız." Onat çenesini ovuşturdu, belli ki söylediklerimi tartıyordu.

"Birce, mahkeme yasalarla yürür, duygularla değil. Ekin'in Acar'a yardım ettiği, onun işlerine bulaştığı ortada. Bunlar mahkemede ağır suçlar olarak değerlendirilir." albay araya girdi.

"Ancak burada önemli olan zorlayıcı unsurlar. Ekin'in tehdit altında olduğu, Acar'ın baskısıyla hareket ettiği kanıtlanırsa, cezası hafifletilebilir. Özellikle son operasyonda bizimle iş birliği yapması onun lehine bir durum. Mahkemede en önemli şey, Ekin'in özgür iradesiyle mi bu işlere bulaştığı yoksa mecbur bırakıldığı mı? Eğer bunu kanıtlayabilirsek, cezasız kalması mümkün." başımı salladım.

"O zaman bunu nasıl kanıtlayacağız? Şahitlerimiz var mı? Delil sunabilecek kimse var mı? Ekin'in zorla bu işlere bulaştığını gösterebilecek ne var elimizde?" Onat hafifçe geriye yaslandı.

"Yasemin ve diğer kızlar onun Acar'dan ne kadar korktuğunu gördü. Acar, ona zarar vermekle tehdit etti mi? Onunla ilgili elimizde bir kayıt ya da mesaj var mı? Bunları avukatlar değerlendirebilir. Mahkemeye sunulacak her şey önemli. Ayrıca, Ekin'in operasyonda bize nasıl yardım ettiği, suç örgütünün çökertilmesine ne kadar katkı sağladığı da işin içine girerse, bu onun lehine olur." albay başını salladı.

"Avukat iyi seçilmeli. Dava, doğru bir savunmayla yürütülmezse savcı durumu farklı yorumlayabilir. Ekin'in bir suç ortağı gibi görünmesini engellemek gerekiyor. Onun bir kurban olduğu vurgulanmalı. Eğer bunu başarabilirsek, belki de ceza almadan kurtulabilir." içimde bir umut yeşermeye başladı. Ekin'in yaşadıkları yeterince zordu, bir de hapishane ona çok fazla gelirdi. Onun kurtulmasını istiyordum.

"Peki ya medya? Kamuoyu? Bunlar mahkemeyi etkiler mi?" Onat başını salladı.

"Evet, etkiler. Eğer Ekin'in bir suçlu değil, bir kurban olduğu vurgulanırsa, toplum baskısı yaratılabilir. Ama bu iş tehlikeli bir hale de gelebilir. Bunu iyi yönetmek lazım." albay derin bir nefes aldı.

"Bu iş kolay olmayacak ama imkânsız da sayılmaz. Önümüzde kısa bir süre var ve bu süreyi en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. İlk işimiz Ekin için en iyi avukatı bulmak olmalı." başımı salladım.

"Ona yardım edeceğiz. Mahkemede onu yalnız bırakmayacağız. Bu onun suçu değil, bunu herkese kanıtlayacağız." odada bir sessizlik oluştu. Hepimiz Ekin'in kaderinin ne olacağını düşünüyorduk. Ama artık ne olursa olsun, onu yalnız bırakmayacaktık. Albay çayından bir yudum aldıktan sonra ciddi bir ifadeyle bana döndü.

"Yarın mahkemeye saat dokuzda gideceğiz. Savcıyla da sekiz buçukta görüşeceğiz. Hepimiz orada olmalıyız. Onat, Aybars ve ben buradan birlikte çıkacağız. Sen de bizimle geleceksin Birce."

Başımı salladığımda içimde garip bir sıkışma hissetmiştim. Her şey olup bittikten sonra bile içim rahat değildi. O kızın yaşadıkları, çaresizliği gözümün önüne geldikçe boğazıma bir düğüm oturuyordu. Keşke bazı şeyleri değiştirebilme şansımız olsaydı. Albay biraz daha doğruldu.

"Bu görevde üstün bir başarı sergilediniz. Sadece bir operasyonu değil, birçok hayatı kurtardınız. Kaçakçılığı bitirmek için önemli bir adım attınız. Hepinizi ayrı ayrı tebrik ediyorum." Onat göz ucuyla bana baktığında hafifçe gülümsedi.

"Biz sadece işimizi yaptık, komutanım." albay başını salladı, gözleri biraz daha yumuşamıştı.

"Biliyorum. Ama yine de teşekkür etmek istedim. Bu kadar zorlu bir süreçten sonra, hâlâ dimdik ayakta olmanız büyük bir şey. Özellikle sen Birce, bu işte sorumluluk büyük ölçüde senin üstündeydi ama asla geri adım atmadın." duygulandım. Bir şeyleri başardığımı hissettim.

"Ekin için elimden geleni yapmak istiyorum, komutanım. Bu kadar acı çekmiş birinin hapse girmesi, bana adil gelmiyor." albay derin bir nefes aldı.

"Yarın mahkemede savcıyla detayları konuşacağız. Ekin'in lehine olan her şeyi masaya koyacağız. Umarım adil bir karar çıkar."

"Yarın sabah sekizde hazır olurum. Hep birlikte gideriz." dedim. Onat, albayın yanında dik oturuyordu. Albay son bir kez çayından yudum alıp ayağa kalktı.

"O zaman, sabah görüşmek üzere. Yarın önemli bir gün. Dinlenin, toparlanın." Onat da ayağa kalktı.

"Komutanım, sizi arabaya kadar geçireyim." albay başını salladı. Ben ise içimdeki sıkıntıyla onlara eşlik ettim. Yarın neler olacağını bilmiyordum. Ama tek bildiğim şey, Ekin için savaşmaya devam edeceğimdi. Ekin'in Onat'a olan hislerinin de en başından beri gerçek olmadığının farkındaydım. Bu beni rahatsız eden bir şeydi, inkar edemezdim. Ama şu an ortada zor durumda kalan, hayatı elinde alınmak üzere olan bir kadın varsa her şeyi görmezden gelirdim. Sorun değildi. Ortada kalan boş tabakları da topladıktan sonra, bulaşık makinesine yerleştirdim. O sırada kapıdan gelen anahtar sesiyle, Onat'ın geri geldiğini anlamıştım.

''Bebeğim, yorma kendini. Lütfen.'' elimdeki sarı bezi almaya çalıştığında kendimi geri çektim.

''Onat'cığım, canım benim. Ben iyiyim, abartmasak mı?'' ağrım, sızım hiçbir şeyim yoktu. Doktor sadece dikişlerimi zorlamamam gerektiğini söylemişti. Onat kollarını göğsünde bağladığında yüzünde o ciddi ifadesiyle bana bakıyordu.

''Doktor tam olarak ne dedi, Birce? Seninle değil miydim ben hastanede? Yoksa gizlice başka bir doktor mu buldun?'' gözlerimi devirdim.

''Aşırı hareketten kaçınmam gerektiğini söyledi. Yani bulaşık makinesi aşırı bir hareket mi sence?''

''Evet!'' diye patladı. ''Hatta senin bulaşığa elini bile sürmemen lazım. Bundan sonra yasak!'' kaşlarımı kaldırdım.

''Ne? Bulaşık yıkamak mı yasak? Aman Tanrım, çok üzüldüm. Birkaç gün boyunca keyfime bakacağım demek ki.'' Onat derin bir nefes aldığında sanırım benimle baş edemeyeceğini anlamıştı. Ama tabii ki pes edecek biri değildi. Gözlerini kısarak bana yaklaştı.

''Direnmeyi bırak. Senin yerine ben yaparım, olur biter.''

''Harika. O zaman hemen mutfağı toparla. Tezgahı sil, çaydanlığı yıka, makineye dizili olmayan bardakları da içeri koy.'' ellerimi belime koyarak baktım. ''Madem sen yapacaksın, o zaman hadi bakalım, komutanım.'' tam arkamı dönmüştüm ki Onat beni belimden yakalayıp geriye çekti. Bir anda sırtım göğsüne yaslandı, sıcak nefesi boynumu yaladı.

''Sana nasıl bir ceza versem acaba?'' diye mırıldandı. Güldüm.

''Sen bana ceza veremezsin, komutanım. Ama mutfağı temizlemezsen, ben sana ceza verebilirim.'' Onat başını omzuma dayayıp iç geçirdi.

''Bulaşık makinesine bulaşık koymayı da öğrenmem gerekecek galiba.'' benimle uğraştığının gayet farkındaydım. Bunları yapmaktan gocunacak bir adam kesinlikle değildi.

''Kesinlikle!'' diye neşeyle cevap verdim. O akşam, Onat mutfağı temizledi. Bense ayakta durmaktan kaçınıp ona direktifler vermekle yetindim. Kendi tuzağına düşmüştü ve itiraf etmeliyim ki bundan çok keyif almıştım.

🫧

Sinem'le geldiğimden beri görüşememiştik. İşten dolayı şehir dışına çıkmıştı ve bu gece geliyordu. O yüzden Onat her ne kadar ayrı kalmamızdan memnun olmasa da söylene söylene yukarı çıkmıştı. Sinem beni hafif yaralanmış olarak biliyordu. Başıma gelenlerden haberi yoktu. Kapının kilidi açıldı ve özlediğim sesi evin içini doldurdu.

''Hey! Nerede benim canım kardeşim!'' oturduğum koltuktan kalkıp kapının oraya doğru ilerledim.

''Hoş geldin!'' onu özlemiştim. Onunla uzun süre ayrı kalmak, konuşmamak pek bana iyi gelen bir şey değildi.

''Hoş buldum canik!'' deyip bana kocaman sarılınca, dikişlerimin acısına engel olamadım ve inledim. Sinem hemen kendini geri çekti.

''Hey, hey! İyi misin?'' yüzüme bir gülümseme yerleştirmeye çalıştım ama o anlamıştı.

''İyiyim canım bir şey yok. Hadi geçelim içeri.'' beni kolumdan usulca tuttu.

''Hafif bir yaralanmada sana sarılmamla iki büklüm olacağını düşünmüyorum Birce? Ne oldu?'' derin bir nefes aldım. Niyetim zaten ondan saklamak değildi.

''Üstünü değiştir. İçeri gel anlatacağım.'' gözleriyle beni süzdükten sonra iyi olduğuma kanaat getirmiş olacak ki başını salladıktan sonra odaya doğru ilerledi. Bu konuşma beni yaralayacaktı. Ama o benim kardeşimdi. Yaralandığım yerde eminim yaramı sarmak için mücadele verirdi.

İkimize de bir kahve yaptıktan sonra Sinem, kanepeye kıvrılmış, elinde kahvesiyle beni süzüyordu. Ağzımdan dökülecek kelimeleri sabırla bekliyordu. Ama nasıl anlatabilirdim? Neresinden başlamalıydım? Göğsüme oturan ağırlık, kelimelerimi boğazıma düğümledi. Derin bir nefes aldım.

"Sinem öncelikle sana yüz yüze anlatmayı ben istedim.'' dedim, gözlerimi halıya dikerek. Ellerimi kucağımda birleştirdiğimde parmaklarımın titrediğini hissediyordum. Kahvesini sehpanın üzerine bıraktı ve bana döndü.

"Neden? O kadar kötü bir durum mu var?'' sesi yumuşaktı ama içindeki endişeyi gizleyemiyordu. Başımı iki yana salladım. Gözlerimi ona kaldırdığımda sesimin titrediğini fark ettim. Dudaklarımı ısırarak içimde kopan fırtınayı bastırmaya çalıştım.

"Vuruldum, evet. Ama sadece bu değil, Sinem. Rahmimi almak zorunda kaldılar. Çocuğum olmayacak." Sinem'in göz bebekleri büyüdü. Yüzüne yayılan şok dalgası, yerini tarifsiz bir üzüntüye bıraktı.

"Birce hayır, hayır." Başını iki yana sallayarak yanıma yaklaştı. "Bunu neden daha önce söylemedin?" omuzlarımı silktim.

"Nasıl söyleyebilirdim? Kendime bile itiraf etmekte zorlanırken sana nasıl anlatabilirdim?" Sinem'in gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.

"Birce. Çok üzgünüm, çok." ellerini yüzüne kapattı, bir an konuşamayacak gibi durdu. Derin bir nefes aldı ve titreyen ellerini dizlerine koyarak bana döndü. Benim çocuk hayalimi, ileride aile kurma hayalimi en iyi bilen kişi o'ydu.

''Keşke bana söyleseydin. Gelirdim Birce. Buna tek başına nasıl dayandın?'' Sinem'in merhameti, sevgisi, bana verdiği değer, hepsi bir anda yüreğime yüklenmiş gibiydi. O yüzden ilk defa kendimi saklamadan söyledim.

"Dayanamıyorum Sinem. Güçlü durmaya çalışıyorum ama her gece yalnız kaldığımda içimde bir boşluk büyüyor. Anneliği hayal etmiştim hep. Kendi çocuğumu kucağıma almayı, bunları biliyorsun. Ama artık bu mümkün değil." bunu söyler söylemez gözyaşlarım yanaklarıma düştü. Sinem de ağlıyordu. Bir anda kollarını boynuma doladı ve sıkıca sarıldı.

"Birce, seni görüyorum. Hissettiğin her şeyi anlıyorum. Ama ne olursa olsun, yalnız değilsin. Ben varım. Onat var. Artık annen ve abin de var, biliyorsun. Seni seven, değer veren insanlar var.'' başımı omzuna yasladım.

"Ama çocuğum olmayacak."

"Evet, belki biyolojik olarak olmayacak. Ama annelik doğurmakla olmaz Birce. Sen, kalbiyle annelik yapabilecek en güzel insansın." Sinem, boğazına düğümlenen hıçkırıkla başını iki yana salladı.

"Senin canın bu kadar yanarken, ben nasıl yanında olamadım? Nasıl anlamadım?" o kadar üzgündü ki, bu sefer onu teselli etmek bana düşmüştü. Elimi sıktım.

"Sinem, benim en büyük şansım sensin. Ne zaman düşsem elimden tuttun. Ne zaman kaybolsam yolu sen gösterdin. Belki bu sefer çok büyük bir kayıp yaşadım ama yine de seni kaybetmediğimi biliyorum. Sen buradasın." gözlerindeki yaşlar sicim gibi akarken, Sinem başını salladı.

"Ve sen de buradasın. Biz hep birbirimizin en büyük şansı olduk. Sen düştüğünde ben seni kaldırırım, ben düştüğümde de sen beni. Bunun değişmesine izin vermeyeceğiz." içimden kopup gelen hıçkırıkla ona sarıldım.

"Seni seviyorum." o da sımsıkı sarıldı.

"Ben de seni, Birce. Her zaman." yaklaşık iki dakika birbirimizin omzunda ağladıktan sonra gözümdeki yaşları silerek geri çekildim. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim.

''Sen neler yaptın yokluğumda? Anlat bakalım?'' omzunu silkti ve gülümsedi. Gözlerindeki rimel akmıştı. Bu halde bile oldukça güzel görünüyordu.

''İşe gittim, geldim. Pek bir şey yaptığım söylenemez. Sefa vardı bir de işte.'' keyfim çok kaçıktı ama ona bunu yansıtmak istemiyordum. Yüzüme kocaman gülümsememi takındım.

''Sefa'yla nasıl gidiyor peki?'' onun çok mutlu olmasını istiyordum. Aklına bir şey gelmiş gibi gülümsedi. Önüne gelen saçını, kulağının arkasına aldı.

''Güzel. Sevgiliyiz galiba.'' tek kaşımı sorgularcasına kaldırdım.

''Galiba?'' derin bir nefes aldı.

''Göreve gitti şu an. Eğer ona mesaj atarsam, sevgili olacağımızı söyledi.'' Sefa, Sinem'in onu bekleyip beklemeyeceğini merak ediyordu. Sinem biraz rahatına düşkün bir kadındı. Açıkçası başta bundan dolayı bende endişeliydim.

''Sen ne yaptın peki?'' gözlerini belertti ve gülümsedi.

''E tabi ki kapıdan çıkar çıkmaz mesaj attım!'' günler sonra içimden gelen kahkahayı tutamadım.

''Deli!'' omzunu silkti. Yüzündeki gülümseme sabitti.

''Ne ya? Sen gittiğinden beri aynı evdeyiz. Her gün iş çıkışı bana yemek hazırladı. Mutfakta aşçılık yaptı bana. Yatakta da on numara koca. Daha ne isterim?'' kafamı sallayarak gülümsedim.

''Sen iflah olmaz bir kadınsın.'' yüzündeki gülümseme durgunlaştı. Gözleri daldı.

''Sanırım bu sefer beni iflah edecek birini buldum Birce.'' bunu beklemiyordum işte. Çünkü o herkese aşık olma potansiyeli yüksek bir kadındı. Ama bu zamana kadar kimse hakkında böyle bir şey söylememişti. Elimi omzuna koyup sıvazladım.

''Sen kendin için iyi olanı her zaman bilirsin çiçeğim.'' bana sarıldı ve omzunu başıma yasladı.

''İyi ki varsın canik. Sen olmasaydın hayat nasıl yaşanabilir bir hal alırdı, bilmiyorum.''

🫧

Sabahın erken saatlerinde Onat'la birlikte evden çıkarken içimde tuhaf bir sıkıntı vardı. Havada içimdeki sıkıntıyı niteler biçimdeydi. Kapkara bulutlar şehrin üzerine çökmüş, rüzgar üşütmeye başlamıştı. Arabaya bindiğimde, ellerimi istemsizce kucağımda birleştirdim. Sanki onları sıkarak içimdeki endişeyi bastırabileceğimi sanıyordum. Yan koltukta oturan Onat, göz ucuyla bana baktı ama hiçbir şey söylemedi. Çünkü ne düşündüğümü çok iyi biliyordu. Dün akşamdan beri dilimden düşmeyen tek şey, Ekin'in hak ettiği hayatı yaşayabilmesi için buradan özgürce çıkması gerektiğiydi.

Mahkeme salonuna yaklaşırken, göğsümdeki sıkışma hissi arttı. Bu bir ölüm kalım meselesi değildi belki ama Ekin için hayatın kırılma noktalarından biriydi. Bugün ne karar çıkarsa çıksın, onun kaderi tamamen değişecekti. Ona ağır ceza verilmeyeceğini biliyordum ama yine de yargılanması içimi burkuyordu. Ekin hiçbir zaman masum bir kadın olmamıştı, evet ama yaptığı şeyleri kendi rızasıyla yapmamıştı. Acar'ın gölgesinde, onun zorbalıklarıyla büyümüştü. Kardeşi Erkin ise onu başka bir uçuruma sürüklemişti. Ama son anda, Ekin kendine bir çıkış yolu aramıştı. Bize yardım etmişti. Kendi karanlığından çıkmaya çalışmıştı. Ben bir insanın gerçekten değişebileceğine inanıyordum.

Duruşma salonuna girerken Aybars ve albay çoktan kapının önünde bekliyordu. Aybars, kollarını göğsünde kavuşturmuş, yere bakarak bekliyordu. Albay ise her zamanki gibi ciddi ve soğukkanlıydı ama onun da ne düşündüğünü tahmin edebiliyordum. Ekin'in affedilmesi zor bir ihtimaldi, fakat onun da hafif bir ceza almasını istediğini hissediyordum. Yanlarına yaklaştığımızda, Aybars başını kaldırıp bana baktı.

"Hazır mısın?" diye sordu. Hazır olmak? Nasıl hazır olunurdu ki? Bir insanın geleceğini belirleyecek bir karar anına tanıklık etmeye hazır olunabilir miydi? Başımı hafifçe salladım.

"Sanırım." Onat kapıyı açtı, içeriye girerken salonun loş ışıkları gözlerimi bir an kamaştırdı. İçeride birçok kişi vardı. Savcı, avukatlar, izleyiciler oradaydı. Ve en önemlisi Ekin, cam bölmeyle ayrılmış sanık sandalyesinde oturuyordu. Ellerini önünde birleştirmiş, başını hafifçe eğmişti. Gözleriyle bizi aradı. Beni gördüğünde, yüzünde hafif bir titreme oldu. Kıpırdamadı ama bakışlarında bir şey vardı. Korku mu? Üzüntü mü? Çözemedim. İçim sıkıştı. Bir adım daha atıp ona yaklaştım. Ellerini camın üzerinde gezdirdi ama dokunamadı. Öylece durduk. Konuşmak istiyordum ama nasıl başlayacağımı bilmiyordum.

"Beni buradan çıkaracaklar mı, Birce?" diye sordu, sesi titrek ama yine de güçlüydü. İçimdeki sıkıntı, gözlerimde biriken yaşlarla büyüdü. Derin bir nefes aldım.

"Bilmiyorum, Ekin. Ama çıkmanı istiyorum." Ekin hafifçe başını salladığında gözlerini kaçırdı. Dudaklarını ısırdı. Sonra başını kaldırıp bana tekrar baktı.

"Ben buradan çıkmayı istiyor muyum, onu bile bilmiyorum," dedi fısıltıyla. Sözleri içime oturdu.

"İstiyorsun. Bunu hak ediyorsun. Yaptıklarının bedelini ödedin. Şimdi yeni bir başlangıç yapma zamanı." Onat ve Aybars arkamızda durmuş sessizce bizi izliyordu. Albay, sabırla yerinde duruyordu. Avukat ve savcı, yerlerini almıştı bile. Birkaç dakika içinde duruşma başlayacaktı. Ne olursa olsun, Ekin buradan özgür çıkmalıydı. Bir görevli gelip Ekin'i götürdüğünde bizde mahkeme salonuna geçmemiz gerektiğinin farkındaydık.

Mahkeme salonuna girildiğinde, Ekin'in yüzündeki donukluk, göğsümde ağır bir baskıya dönüşmüştü. Yargılanacağı sandalye, avukatların, hâkimin ve savcının yerleştiği kürsünün tam karşısındaydı. İleriye doğru adım attığında kelepçeli elleri titriyordu. Göz göze gelmedik. Belki de gelemedik.

Duruşma başladığında, hâkim dosyayı açıp göz gezdirdi. Önce savcı söz aldı ve iddianameyi okumaya başladı. Suçlamalar sıralandıkça içimde bir sıkışma hissettim. Savcı, Ekin'in örgütle bağlantısına, Erkin'e yardım ettiğine ve Acar'ın yanında bulunduğuna dair kanıtları sıralıyordu. Her kelimesinde Ekin'in başı biraz daha önüne düştü. Sonra savunma avukatı ayağa kalktı. Dosyanın içine işlenmiş en büyük gerçeği vurguladı:

"Sayın hakim, müvekkilim Ekin Koç, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmemiştir. Bunun aksine, tehdit ve baskı altında hareket etmek zorunda kalmıştır. Kaçma şansı yoktu. Kardeşinin elinde bir rehineden farksızdı." bunu duyduğumda içimde bir umut yeşerdi. Avukat devam etti:

"Dahası, operasyon sırasında müvekkilim, doğrudan ekiplere yardım etmiş, Acar'ın ortadan kaldırılmasını sağlamış ve operasyonun başarıyla tamamlanmasına katkı sunmuştur. Bunların hepsi dosyada mevcuttur." sonrasında tanık olarak albay ifade verdi. Ekin'in kendilerini korumak için nasıl Acar'ı vurduğunu, askerlere nasıl bilgi sağladığını ve kaçırılan kızların kurtarılmasına nasıl yardım ettiğini anlattı. Ardından Onat ayağa kalktı. Salondaki herkes onun anlatacaklarını dikkatle dinliyordu.

"Ekin'in geçmişte yaptığı hatalar var. Ama biz o hataların neden yapıldığını gördük. O, hiçbir zaman bu suçların bir parçası olmak istemedi. Bizim için mücadele etti. Bizimle birlikte savaşmayı seçti." hâkim başını salladı ve ardından Ekin'e döndü.

"Sanık, söylemek istediğiniz bir şey var mı?" Ekin, ilk kez başını kaldırdı. Sesindeki kırılganlık, salondaki herkesin yüreğine dokunmuştu.

"Ben hiçbir zaman böyle bir hayat yaşamak istemedim. Ama korkularım yüzünden yanlış insanların içinde bulundum. Bunun bedelini ödedim. Vicdanım hiçbir zaman rahat olmadı. Buradaki insanların bana yardım ettiği gibi ben de onlara yardım ettim. Bundan sonra da aynı hataları yapmayacağımı kanıtlamak için elimden gelen her şeyi yapacağım." salona sessizlik çöktü. Hakim, son kez dosyaya göz attı ve ardından kalemiyle masaya hafifçe vurarak kararını açıklamak üzere konuşmaya başladı:

"Sanık Ekin Koç, suçlara bilerek ve isteyerek iştirak ettiğine dair yeterli ve kesin kanıt bulunamamıştır. Örgüt üyeleriyle zorla temas kurduğu, tehdit altında hareket ettiği ve operasyon sırasında askerlere yardımcı olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla sanık hakkında beraat kararı verilmiştir." bir an donup kaldım. Nefesimi tuttuğumu fark ettiğimde, Ekin'in kelepçelerinin açıldığı sesi duydum. Gözleri bana döndü. Yanaklarından yaşlar süzülüyordu ama bu sefer korkudan değil, özgür olmanın verdiği o tarifsiz histendi. Yerimden kalkıp ona doğru bir adım attım. O ise ilk defa rahat bir nefes aldı. Onat yanıma yaklaşıp omzuma dokundu. Gözlerindeki o sıcak bakış, Ekin için olan çabamızın bir karşılık bulduğunu gösteriyordu.

Bu, bir kadının yıllardır içinde tutsak olduğu zincirlerden kurtuluş anıydı. O an, onun için yepyeni bir hayat başlıyordu.

Sonunda Ekin'de hak ettiği hayata kavuştu diyebilir miyiz? ❤️‍🩹

Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777

 

Bölüm : 01.05.2025 18:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...