34. Bölüm

BÖLÜM OTUZ ÜÇ

monsoleil016
monsoleil016

Selam arkadaşlar! Uzun bir aradan sonra beraberiz. Ülkemizin durumu belli. Hal böyleyken gündemi meşgul etmek istemedim. Birkaç hafta ara vermemiz gerekti. Umarım daha adaletli ve mutlu günlerimiz olur❤️‍🩹🙏🏻

Hepinize iyi okumalar🤍

                                                                                                      

Kadınlar ilahi varlıklardı. Kim ne derse desin, kadın olmak bu dünyada verilmiş en büyük hediyelerden biri olduğu kadar bir o kadar da dünyanın en zor sınavıydı. Telefonun ucundaki Acar'ın kurduğu cümleyle, Ekin elindeki telefonu düşürmüştü. Elleri titriyordu ve olduğu yere çökmüştü. Elleriyle kulaklarını kapattı.

''Hayır! Onun çocuğu değil. Bu çocuk sadece benim!'' yerde resmen titriyordu. Bir şey yapmamız gerektiğinin farkındaydım. Bakışlarım hızla Şimal'i bulduğunda da şok olmuştu. Bu hiçbirimizin beklediği bir şey değildi. Ne zaman olmuştu? Zorla mı olmuştu? Hiçbir şey bilmiyorduk. Hızlıca Ekin'in yanına doğru ilerlemeye başladım. Olduğu yere eğildim ve ellerini kulaklarından çektim. Bakışları bende değildi. Hâlâ sayıklıyor ve hıçkırarak ağlıyordu.

''Ekin, bana bak.'' bakmadı, şoktaydı.

''O çocuk sadece benim. Hayır! Almasına müsaade edemem.'' çenesinden tutup bakışlarını bana tutmasını sağladım.

''Ekin, o çocuk senin. Kimse o çocuğu senden almayacak, söz veriyorum. Bana bakar mısın?'' hıçkırıkları dinmedi, bu onu bunca zamandır gördüğüm en savunmasız andı. Bakışları beni bulduğunda titremesi devam ediyordu. Kollarını sıkıca tuttum.

''Titreme, sakin ol. Şu an sen ve bebek burada güvendesiniz.'' gözlerimin içine baktı. Bana inandı, güvendi. Birden kolları beni sarınca ne yapacağımı bilemedim. Bildiğim tek şey karşımda hayatı boyunca bir şeylere mecbur bırakılan bir kadın olduğuydu. Sarılmasına karşılık verdiğimde bu onun ağlamasını daha çok şiddetlendirdi. Ağlayan bir kadın gördüğümde genelde ağlama demezdim. Ya onunla beraber ağlardım ya da oturur sabaha kadar onu dinlerdim. Yine öyle yaptım. Her ne kadar ona karşı içimde bir öfke olsa da karşımda ağlaması benim bütün duygularımı köreltmişti. Birden bedeninin bütün ağırlığını bana verdiğini hissedince bayıldığını anlamıştım.

''Ekin! Ekin!'' kafasını vurmaması için elimi tam başının arkasına koymuştum.

''Komutanım bırakın ben odaya taşıyayım.'' Alperen'in sesiyle ellerimi vücudundan çektim.

''Aybars, bizim ayarladığımız doktoru çağır. Hemen gelsin.'' Onat'ın komutuyla Aybars telefona sarıldı ve evin bahçesine doğru ilerledi. Alperen Ekin'i koltuğa yatırmış, nabzını ölçüyordu.

''Nabzı normal.'' derin bir nefes aldım.

''Stres ve üzüntüden oldu muhtemelen.'' Onat başıyla beni onayladı.

''Doktor on dakika içerisinde burada olacaktır. Dimitri ve Rob, gördüğünüz üzere yeni bir sorunumuz daha oluştu. Biz arkadaş grubuyla en yakın zamanda tekrardan iletişime geçeceğiz. Siz de şirkette bir gelişme olursa haber verirsiniz. Buyurun, uğurlayalım sizi.'' Onat, onları yolcu ederken Dimitri ve Rob geçmiş olsun dileklerini bize sunmuşlardı.

''Komutanım, bu kız darp edildi ve hastaneye gitti. Orada hamile olduğu nasıl anlaşılmaz?'' bu benim de kafamı kurcalayan sorulardan sadece biriydi. Bakışlarım Oğuzhan'a döndüğünde herkesin yüzündeki şaşkınlık emarelerini onda da görmek mümkündü.

''Sen ne biliyorsan onu biliyorum.'' dış kapı açılınca hepimizin bakışları tekrardan oraya kaydı. Onat, Aybars ve doktor olduğunu tahmin ettiğim bir adam içeri girmişti.

''Doktor Ecevit. Bu süreçte bizimle iletişimde olacak.'' Ecevit Bey hepimize bir baş selamı verip koltukta Ekin'in yanına doğru eğilmişti.

''Hasta hamileymiş sanırım. Aybars telefonda bahsetti. Kaç haftalık?'' bakışlarım Onat'ı buldu. Bu durumu en soğukkanlı karşılayan oydu.

''Biz de yaklaşık on dakika önce öğrendik hamile olduğunu. Hamile mi onu da bilmiyoruz. Ama kendisi öyle olduğunu söylüyor.'' Ecevit başını salladı.

''Tamamdır. Şu anlık hamileliğinden emin olmadan ağır ilaçlar vermek bebeğe zararlı olabilir. Bu gece rahat uyuması için hafif bir sakinleştirici veriyorum. Şimdi kanını alacağım, birkaç saate de hamile olup olmadığı bebeğin kaç haftalık olduğu falan bunlar kesinleşir.'' şu an ne yapmam, ne düşünmem gerektiğini bilemediğim için şok içindeydim.

''Alperen, Ekin'i odasına taşıyın. Ecevit sakinleştiriciyi orada yapsın.'' Alperen Onat'ı onaylayıp Ekin'i yavaşça kucakladığında Ecevit'le beraber asansöre bindiler. Ortama buz gibi bir sessizlik çökmüştü.

''Şimdi ne olacak?'' herkesin aklındaki soruyu Şimal dile getirdi.

''Önce hamile olduğundan emin olmamız gerekiyor. Sonra ise duruma göre, gerekirse Ekin'i Türkiye'ye yollayacağız. Karnında bir can taşıyorken, onu böyle bir tehlikeye atamayız.'' ben de Onat'la aynı düşüncedeydim. Ortada başka bir can söz konusuysa, özellikle henüz bu doğmayan bir bebekse yapılacak tek seçenek buydu.

''Komutanım, bu kız Acar'ı sevmediğini, nefret ettiğini söylüyordu sürekli. Bu orospu çocuğu bu kıza tecavüz mü etmiş?'' Yiğit'in bu soruyu sorarken sıktığı çenesini görmemek imkânsızdı. Onat derin bir nefes aldığında bu konularda ne kadar hassas olduğunu biliyordum.

''Bilmiyorum. Ekin uyanmadan da öğrenmemizin imkanı yok. Şimal, sen bu gece başında bekle. Sabah anlayacağız ne olduğunu.''

''Emredersiniz komutanım.'' Şimal asansöre doğru ilerlemeye başladı.

''Yiğit, Esra'yla konuşuyor musun?'' bakışlarım istemsiz Selin'i bulmuştu. Bu durumun onu huzursuz ettiğini görmemek için kör olmak gerekiyordu. Bakışları şu an sabitti.

''Evet komutanım. Yarın Öykü'nün doğum günüymüş ve bir kulübe gideceklermiş. Bizi de davet ediyorlar. Ben de size soracaktım, ne yazayım? Gider miyiz?'' Onat avını yakalamış bir avcı gibi gülümsedi.

''Tabi ki gideceğiz. Detayları öğren, yarın konuşalım.'' dedi.

''Emredersiniz komutanım.'' Onat'ın bakışları telefonuna kayınca burada oturacağını fark etmiştim. Ama Selinle Yiğit'i yalnız bırakmamız gerektiğinin farkındaydım.

''Komutanım, yukarıya gelebilir misiniz?'' Onat telefondan kafasını kaldırdı. Bakışları önce beni, sonra Yiğitle Selin'i buldu. O sırada ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı.

''Geleyim.'' bakışları Yiğit'i buldu.

''Esra cevap verince haber ver. İyi akşamlar.'' Yiğit'in cevabını dinlemeden asansöre doğru ilerlemeye başlamıştı. Bazen böyle öküzlükleri tutuyordu. En sevimli olduğumu düşündüğüm gülümsememi yüzüme takındım.

''İyi eğlence- ay iyi akşamlar.'' bir daha yüzlerine bakmadan Onat'ın yanına doğru ilerledim. Asansörü çağırmış beni bekliyordu. Ondan önce davranıp asansörün içine girdim. O da beni takip etti.

''İnanılmaz meraklı birisin biliyorsun değil mi?'' elimle kendimi gösterdim ve gözlerimi belerterek ona baktım.

''Kim? Ben mi?'' telefonu tekrar eline almıştı. Bana bakmıyordu. Bu telefonda bazen ne olduğunu cidden merak ediyordum.

''Sen tabi. İnsanları yalnız bırakmak için ne çok çabaladın.'' birden elindeki telefonu çekip aldığımda kaşlarını kaldırarak bana baktı.

''Sen önce konuşurken benim yüzüme baksana. Ne var bu telefonda?'' asla telefonun ekranına bakmamıştım. Öyle bir şey yapmazdım. Ama ben konuşurken odağının başka yerde olması sinirimi bozmuştu. Başını bana doğru eğdiğinde kollarını iki yanıma yaslayınca kıskacına girdim.

''Gözlerim hiç senden ayrılmasın istiyorsun değil mi?'' benimle oynuyor muydu? Oyunun âlâsını oynardık. Parmak uçlarımda yükseldim ve dudaklarımı dudaklarına değdirdim.

''Tıpkı senin istediğin gibi mi? Gerçi istesen o gözlerin telefon yerine bende olurdu, doğru.'' asansörün geldiğimizi belli eden sesiyle birden kendimi ondan çektim ve asansörün kapısından sıyrılarak içeri doğru ilerledim.

''Birce?! Yavrum, gelsene şuraya.'' hiç dönüp ona bakmadım. Bu aralar gereğinden fazla telefonla ilgileniyordu, gözümden kaçmıyordu. Telefonu elimdeydi ama açıp bakmazdım.

''Duşa gireceğim, beni sal.'' elimdeki telefonu yatağın üstüne attım ve sweatimi çıkarttım. Onat'ın kapıya yaslanmış beni izlediğini görebiliyordum. Altımda sporcu atletim vardı.

''Kırmızı görmüş boğa gibi orada dikilecek misin?'' omzunu silkti. Yüzünde salakça bir gülümseme vardı. İnanılmaz sinirimi bozuyordu.

''Ne gülüyorsun Onat?'' bu sefer içinde tuttuğu kahkahayı saldı. Bu benim kafamın iyice atmasına sebep oldu. Kolumdan tutup beni göğsüne çekti. Ne kadar onu itmeye çalışsam da gücüne karşı koymam zordu. Yüzündeki gülümseme silinmedi.

''Sen beni mi kıskandın?'' kaşlarım çatıldı.

''Ne alaka ya?'' tek kaşını havalandırıp bana inanmadığını belli edercesine yüzüme bakmaya devam etti.

''Neden telefona sürekli bakmam seni rahatsız etti?'' gözlerimi devirdim. Elleri ellerimi sıkıca tutuyordu.

''Beni dinlememen beni rahatsız etti. Yoksa telefonda ne baktığınla ilgilenmiyorum.'' elini cebine attı ve cebinden bir şey çıkardı. Onat avuçlarımı ellerinin içine aldı. Dokunuşu her zamanki gibi güven veriyordu ama bu sefer içinde daha derin bir anlam vardı. Parmaklarını bileğimden boynuma doğru kaydırdı. Cebinden küçük, siyah bir kutu çıkardı ve onu avuçlarımın içine bıraktı.

"Nabzın," dedi, başparmağını bileğimin iç kısmına hafifçe bastırırken. "Şu an burada, avuçlarımın içinde atıyor. Biliyorsun ki, biz her an, her saniye bir tehlikenin içindeyiz. Kimin nerede, ne zaman düşeceğini asla bilemeyiz." söyledikleri boğazıma bir düğüm gibi oturdu. Kutuyu yavaşça açtığımda içinde ince, zarif bir kolye vardı. Küçük metal plakaya işlenmiş dalgalı çizgilerle ilk bakışta sadece güzel bir tasarım gibi görünüyordu.

"Bu ne?" diye fısıldadım, parmaklarımı nazikçe desenin üzerinde gezdirerek.

"Bizim kalp atışlarımız," dedi yavaşça. "Özel bir cihazla ikimizin nabzını kaydettirdim ve bu metalin üzerine işlettirdim. Bu," dedi ve parmaklarını kolyenin üzerine koydu, "senin kalbinin ritmi. Ve bu," göğsüne asılı olan diğer kolyeyi kaldırdı, "benimki." gözlerim doldu. Şimdi fark etmiştim. Aynı kolyeden bir tane de onun boynundaydı.

Benim kalp atışım Onat'ın teninde, Onat'ın kalp atışı benim tenimdeydi.

"Birce," diye fısıldadı, elini avucumun içine koyarak. "Eğer bir gün, birimiz düşerse."

"Elini çekme." dedim anında, sesim titredi. "Bunu konuşma bile." içimi eriten gülümsemesiyle gülümsedi.

"Sonsuza kadar elim senin nabzında olacak, Birce. Senin kalbin benimle olduğu sürece, ben asla düşmem." gözyaşlarımı tutamadım. Bütün dünyada sadece Onat ve ben vardık. Kolye tenime değdiğinde, içimde onun kalp atışlarını hissettim.

''Ağlama ama. Ağlaman içimi sikip atıyor, yapma.'' kendimi tutamıyordum. Bu belki de sevinçten ağladığım nadir anlardandı.

''Beni böyle düşünmen, böyle hediyeler. Ne yapacağımı bilemediğim için ağlıyorum. Mutluluktan.'' saçıma ufak bir öpücük kondurdu.

''Mutluluktan bile olsa, o güzel gözlerinden yaş akmasın.'' beni kendinden uzaklaştırdı.

''Birkaç gündür bu kolye için uğraşıyordum. Az önce Ecevit getirdi hatta. Ona ne kadar beğendiğimle ilgili mesaj atıyordum ki sen telefonu elimden çekip aldın.'' yanlış anlamıştım. Elleriyle çatık kaşlarımı düzeltti.

''Kurban olayım o çatık kaşlarına.'' ağlayınca kaşlarım otomatik çatılıyordu. Yüz ifademi düzeltip ona kocaman sarıldım. Bunu beklemiyordu. Kollarını belime doladığında bu hareketiyle kafamı sanki içine sokabilecekmiş gibi göğsüne yaslamıştım.

''Küçük kız çocuğu gibi sığındın göğsüme. Çok mu mutlu oldun?'' başımı salladım. Akan gözyaşlarımı görmese bile hissedebiliyordu, biliyordum.

''Onat, senin varlığın hayattaki en büyük şansım. İyi ki varsın, iyi ki şu karanlık dünyama ışık oldun.'' gözlerimin içine öyle bir baktı ki, sanki bütün dünyayı susturdu. Parmaklarını yüzüme götürdüğünde başparmağıyla yanağımı usulca okşarken, sesi neredeyse bir fısıltıya dönüşmüştü:

"Sen benim karanlığımı aydınlattığını sanıyorsun ama bilmiyorsun. Asıl sen olmasan ben çoktan kaybolmuştum. Sen gelmeden önce sadece karanlığın içinde yürüyordum ama şimdi her adımımda senin ışığını takip ediyorum. Ve eğer bir gün ışığın sönerse seni sonsuza kadar elimle aydınlatırım, Birce." söyledikleri içime işledi. Kalbimin derinliklerine, en savunmasız yerime dokundu. Boğazım düğümlendiğinde gözlerim doldu ama ağlamadım. Ellerimi yüzüne koydum ve başparmaklarımı sakallarının üzerinde gezdirirken fısıldadım:

"O zaman söz ver sevgilim. Birbirimizin ışığını asla kaybetmeyeceğiz.''

Onat, yüzüme baktığında gözlerindeki karanlık yerini derin bir tutkuyla parlayan ışığa bırakmıştı. Parmaklarımı sakallarında gezdirirken nefesinin tenime çarpmasını hissettim. Sözlerime karşılık vermedi. Ellerini belime koyduğunda beni kendine çekti. Vücudum onun sıcaklığına teslim olurken nefes alışlarımız birbirine karıştı. Dudaklarıma ilk dokunuşu yavaş ve sakindi ama içinde fırtınalar saklıydı. O fırtına, birkaç saniye içinde kabaran bir dalga gibi büyüdü ve Onat'ın beni saran kollarında kayboldum. Zihnimde her şey bulanıklaştı, tek net olan şey Onat'ın dokunuşlarıydı. Beni anbean hissediyordu. Sadece bedenimi değil, ruhumu da kavrayarak sahipleniyordu. Parmakları sırtımda, belimde, ensemde gezindikçe içimde bastırdığım tüm duygular kontrolsüzce açığa çıkıyordu.

Onun adı, dudaklarımdan bir dua gibi dökülürken, beni usulca kaldırıp yatağa götürdü. Gözlerini gözlerimden ayırmadan üzerime eğildi. Ellerimiz birbirine kenetlenmişti, nefesi tenime karışmıştı. Aramızda hiçbir mesafe kalmamıştı artık. O gece zamanın nasıl geçtiğini bilmiyordum. Yalnızca Onat'ın sesini, dokunuşlarını ve her şeyi unutup kaybolduğum o anları hatırlıyordum. Ve gecenin sonunda, Onat beni sımsıkı sararken fısıldadı:

"Işığın hep benimle, biricik." gözlerimi kapatırken gülümsedim. Çünkü biliyordum; artık hiçbir karanlık bize dokunamazdı.

                                                                                   🫧

Dün gece konuştuğumuz gibi tam şu anda Öykü'nün doğum günü için bir gece kulübüne gelmiştik. Kapıdan içeri adımımı attığım anda gözlerim kamaştı. Kanada'nın soğuk gecesinden çıkıp buraya girdiğimizde, sanki bambaşka bir dünyaya adım atmıştık. S tavanı devasa avizeler süslüyordu ama bu avizeler klasik kristallerden değil, modern ve gösterişli led ışıklarla donatılmış, ritme göre renk değiştiren dev ışık kümeleriydi.

Ortadaki dev sahnede bir dj kabini vardı ve dj, kalabalığı dans ettiren enerjik bir set çalıyordu. Bas titreşimleri, yerden tırmanıp kemiklerime işliyordu. Dans pisti, kıvrak bedenlerin ışıkla buluştuğu bir sahne gibiydi. Burada herkes birilerini izliyor, herkes birileri tarafından izleniyordu. VIP bölümü daha da gösterişliydi. Yarı karanlıkta, deri koltuklarla döşenmiş özel localar, en pahalı şampanyaların patladığı, fısıltıların döndüğü bir alandı. Masalarda altın varak işlemeli şişeler, kristal kadehler ve özenle süslenmiş tabaklar duruyordu. Garsonlar, siyah takım elbiseleri ve kusursuz duruşlarıyla dikiliyordu. Bar tezgahı ise apayrı bir dünyaydı. Mermer tezgahın üzerinde sıralanmış kristal kadehler ışıkta parlıyordu. Barmenler, sanatsal bir ustalıkla kokteylleri hazırlarken, şişeler havada dönüyor, sıvılar zarif bir hareketle bardaklara süzülüyordu. Loş ışıkların altında bir yabancının bakışıyla karşılaştım. Burada herkes, bir sırrın peşinde gibiydi. Bakışlarımı karşımdaki kişiden çektiğimde Onat'ın sesini duydum.

''İleride locada oturuyorlar, ilerle güzelim.'' en önde olan ben olduğum için diğerleri de beni takip ediyordu. İnsanlara temas etmeden geçebilmemin imkânı yoktu. Çok kalabalıktı ve bunda günlerden Cumartesi olmasının da etkisi büyüktü. Onat arkada belimi tutmuş ve bana olan temasları olabildiğince engellemeye çalışıyordu.

Kafamı kaldırdığımda locaların tam karşımızda olduğunu gördüm. Orada dans eden bir kadın gördüğümde, bunun Merve olması beni şaşırtmıştı. Çünkü başından beri biraz içine kapanık ve iletişimi sevmeyen biri gibi görünüyordu. Hunharca dans etmesi bir tık şaşırtmıştı. Her locanın önünde bir koruma bekliyordu. Korumayla göz göze geldiğimde kim olduğumu sorgularcasına bana baktı. Tam Onat'ın ona bir şey demek üzere eğildiği sırada Yasemin'le göz göze geldik. Beni görünce yüzündeki gülümseme büyüdü ve buraya doğru ilerlemeye başladı. Yanımıza gelince bir elini korumanın omzuna koydu ve korumanın dikkatini çekti.

''Bizimleler.'' normalde imkânı yoktu onu duymamın ama dudaklarını okuyarak ne söylediğini anlayabilmiştim. Kendini korumadan geri çekip bize doğru döndü.

''Hoş geldiniz.'' bağırmıştı ve hepimiz eminim onu duymuştuk. Başımı usulca salladım. VIP locamız, kalabalığın biraz uzağında ama sahneyi ve barı rahatça görebileceğimiz bir noktadaydı. Yuvarlak, geniş bir koltuk takımı ve cam masanın etrafına yerleşirken herkes keyifli görünüyordu. Kızlar oldukça şık duruyorlardı. Öykü, doğum gününün yıldızı olduğu için en ışıltılı olanıydı. Altın rengi, ince askılı bir elbise giymişti. Merve ise diğer günlere nazaran inanılmaz enerjikti. Sanırım alkol kanına çoktan karışmıştı. Beril ve Esra ise sohbet ediyorlardı ama bizi görünce hepsi ayaklanmıştı. Hepimiz birbirimize gülümseyip hoş geldin faslını geçtikten sonra oturmuştuk. Ben Onat'ın yanına, Oğuzhan benim yanıma, Selin'le Yiğit ise tam karşımızda yan yana oturmuştu. Öykü birden ayağa kalktı ve hepimizin bakışları ona döndü.

"Evet millet! Bu gece benim gecem! Ve kadehimi yeni başlayan dostluğumuza kaldırıyorum!'' önce kadehini o ileri getirdiğinde sonra biz onu takip ettik.

''Yeni başlayan dostluk ve başka ilişkilere diyelim o zaman. Şerefe!'' Yasemin'in bunu bana bakarak söylemesi beni tabi ki dumura uğratmıştı ama yüzümdeki ifadeyi bozmadım.

''Şerefe!'' hep birlikte bardakları tokuşturup diktik.

''Bugün kendini bir kraliçe ilan edeceğini tahmin ediyordum." Merve Öykü'ye bakarak alaycı bir gülümsemeyle bu cümleyi kurdu. Öykü göz kırptı ve kendinden son derece emin bir tavırla gülümsedi.

"Bugün benim doğum günüm, dolayısıyla evet, kraliçeyim ve kurallarımı uygulatırım." saniyesinde bakışlarının Oğuzhan'ı bulması tabi ki dikkatimden kaçmamıştı. İçkisini yudumlayan Oğuzhan'ın da bakışları ondaydı.

''Görüşmeyeli siz neler yaptınız? Spor salonu işine karar verdiniz mi? Yiğit'e sordum ama henüz karar vermediğinizi söylemişti.'' bu konu hakkında konuşmaya fırsatımız olmamıştı çünkü.

''Aslında gidebiliriz. Bizim içinde iyi olur.'' Onat'ın cümlesiyle Oğuzhan'da onu destekledi.

''Evet, hatta aynı gün gidelim. Beraber vakit geçirmiş oluruz.'' Oğuzhan sözlerini direkt Öykü'ye bakarak söylemişti. Öykü'de gayet bunu üstüne alınmıştı ki yüzüne bütün cilveyi kuşandı.

''Benim için uyar.'' çok güzel bir kadındı. Oğuzhan şerefsizi de bunun gayet farkındaydı. Eğildi ve kulağına bir şey söylediğinde bu Öykü'nün kıkırdamasına sebep olmuştu. Sürekli önümüzdeki alkoller yenileniyordu.

''Siz buranın müdavi misiniz sanırım? Tanınıyorsunuz bayağı.'' Onat'ın sorusu direkt Yasemineydi. O da bunu anladı ve omzunu silkip gülümsedi.

''Evet, mekan patronumuzun. O yüzden genelde burada takılırız.'' demek ki burası Acar'ındı. Bu bilgi bizim için yeniydi.

''Patronunuzun da her piyasada bir yatırımı var sanırım. Severim ticari kafası çalışan insanları.'' Yasemin yüzündeki memnuniyetsiz bir gülümsemeyle gülümsedi. Burada bir şey sezmiştim. Yasemin, Acar'dan hoşlanmıyordu.

''Ya, çok çalışır kafası. Biz de çok severiz kendisini.'' her ne kadar bunu içten söylemek için uğraştıysa da o sesindeki samimiyetsizlik barizdi.

''Buralardaysa tanıştırsana bizi.'' Onat ne yapmaya çalışıyordu? Pat diye Acar'ın karşısına mı çıkacaktık. Bakışlarım ona döndüğünde şu an yüzümü sadece o görüyordu. Başımı ne diyorsun dercesine salladım. Sonrasında Yasemin'in cümlesiyle tekrardan ona dönmek zorunda kalmıştım.

''O pek buralarda takılmaz. Olur da bir gün denk gelirseniz tanıştırmak isterim tabi.'' Onat başını salladı. Varlığını unuttuğum Beril birden ayağa kalkınca hepimizin bakışları ona döndü.

''Ee hadi ama dans! Buraya oturmaya gelmiş olamazsınız.'' Öykü hemen atıldı.

"Kesinlikle! Beril haklı, kalkın kalkın!" Onat bir elini kaldırarak hafifçe gülümsedi.

"Siz gidin, ben biraz oturacağım.'' dedi sakince. Ona baktığımda başını onaylarcasına salladığında bunun Yasemin'e yakınlaşmak için bir fırsat olduğunun farkındaydım. Her ne kadar hoşumuza gitmese de, bir yerden başlamak zorundaydık. Selin de ona uydu.

"Ben de burada kalayım. Bu seferlik dansı pas geçiyorum." diyerek bardağındaki içkiden bir yudum aldı.

Dans pistine adım attığımızda müzik vücudumun her yerine yayıldı. Işıkların ritmik yanıp sönmesiyle kalabalığın içinde kaybolduk. İnsanlar etrafımızda hareket ediyor, kahkahalar ve müziğin yoğun bas sesi her şeyin üstüne biniyordu. Bizim dışımızda herkes eğlenmek için buradaydı ve bu görevi başarıyla yerine getiriyorlardı.

Öykü, Oğuzhan'la yakınlaşmış, birbirlerine gülerek dans ediyorlardı. Yiğit ve Esra göz göze gelerek ritme uyum sağlamışlardı, Esra'nın Yiğit'e duyduğu çekim bariz belliydi. Beril ve Merve ise tamamen kendi halinde dans ediyor, müziğe teslim olmuş gibilerdi. Ben de hareket etmeye başladım. Müziğin ritmiyle belimi hafifçe kıvırıp dans ederken, Yasemin'in hemen yanı başımda belirdiğini fark ettim. Sessizce dans ediyordu. Başımı ona çevirip gülümsedim.

"Baya iyi dans ediyorsun." dedim, samimi olmaya çalışır bir şekilde. O ise gözlerini benden ayırmadan, omzunu silkerek karşılık verdi.

"Senin yanında kim iyi dans edemez ki?" ilk başta fazla düşünmedim ama Yasemin'in bakışları üzerimde biraz fazla uzun süre kalınca, içimde yine o rahatsızlık hissi baş gösterdi. Derin bir nefes alıp bu hissi baskılamaya çalıştım. O an, elini saçlarının arasına daldırarak başını yana eğdi. Gözleri üzerimde dolaşıyordu, sanki beni en küçük ayrıntıma kadar inceliyordu. Sonra, müzikle beraber hafifçe bana doğru bir adım attı ve gülümseyerek konuştu:

"Gerçekten çok güzelsin, biliyor musun?" sesi yumuşaktı. Sıradan bir iltifat mıydı, yoksa bir şeyleri test mi ediyordu? Ben tam karşılık verecekken, Yasemin başını hafifçe eğdi ve gözleriyle beni süzdü.

"Yani her zaman güzeldin ama şu an, bu ışıkta daha farklı görünüyorsun. Daha büyüleyici." gözlerimi kaçırdım, bu rahatsız olduğum içindi ama o yüzümdeki gülümsemeden bunun utandığım için olduğunu sandı. Söylediği şeylere karşılık vermezsem bir yerden sonra dikkatini çekeceğini biliyordum.

"Sen de çok şıksın." dedim, konuşmayı biraz daha sıradan bir hale getirmek ister gibiydim. Yasemin gülümsedi ve gözlerini üzerimden çekmeden dans etmeye devam etti. Bir şey söylemesini bekledim ama o sadece müziğe uyum sağlayarak hafifçe kalçalarını kıpırdattı. Sanki sözleriyle sınırı geçmek istemiyor ama bakışlarıyla çoktan geçmiş gibiydi. Tam o anda, bir elin hafifçe belime yerleştiğini hissetmiştim. Refleksle başımı çevirdiğimde Onat'ı gördüm. Gözleri Yasemin'e kısa bir an kaydıktan sonra hızla bana döndü.

''En yakın arkadaşımı ödünç alabilir miyim?'' diye sordu, sesi normalden biraz daha alçak ve tınısında belli belirsiz bir kıskançlık vardı. Ama bunu sadece ben fark edebilirdim. Yasemin'in ise yüzündeki gülümsemeyi büyüterek Onat'a baktı. Omzunu silkti.

''Bu gecelik evet.'' söylediği her şeyin altında bir imâ vardı ve benden etkilendiğini açıkça belli etmekten hiç kaçınmıyordu. Onat ise gözlerine ulaşmayan bir gülümseme takındı.

''Aranıza girmek istemem kızlar. Şimdi sahne bizim.'' Yasemin ise Onat'ın söylediği bu şeyden hoşlanmıştı. Hafifçe başını eğerek, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle geri çekildi. Bakışları kısa bir an bende, sonra da Onat'ta dolaştı ama hiçbir şey söylemedi. Onat ise bakışlarını Yasemin'den kaçırıp tamamen bana odaklandı. Beni kendine çekerken, yüzünü hafifçe boynumun yakınına eğdi ve yalnızca benim duyabileceğim bir sesle fısıldadı:

"Bazen seninle bu göreve çıkmamın hata olduğunu düşünüyorum. Ben sinirine normalde bu kadar kolay hakim olan biri değilim. Mevzu görev olunca zorundayım. Ama mevzu sen ve görev olunca, işler zorlaşmaya başladı güzelim.'' sözleri tüylerimi diken diken etti. Ellerim istemsizce omzuna kaydı, o da belimi sıkarak beni müziğin ritmine uygun hareket ettirdi. Birkaç saniye boyunca hiçbir şey söylemedik. Ama ben onun gerginliğini hissedebiliyordum.

"Sana aşığım. Bunu biliyorsun değil mi?'' Yasemin'in bakışlarının üzerimizde olduğunu bildiğim için, sadece arkadaşların yakınlaşacağı kadar bir yakınlık vardı aramızda. Onat gözlerini gözlerime dikti ve sesi biraz daha alçaldı.

"Sana aşığım ve uğruna her şeyi yaparım.'' kalbim biraz daha hızlı attı. Bu adamı çok seviyordum. Bu sevmek değildi, bu adama haddinde fazla aşık olmuştum. Bazen ise gözlerindeki sahipleniciliğin beni nasıl etkilediğini fark ettiğimde tüm dengemi kaybediyordum. Müzik devam etti. Onat'ın eli belimde sabit dururken, hareketlerimiz giderek daha fazla uyum kazanmıştı. Kalabalığın içinde kaybolmuşken, o an dünyada sadece ikimiz varmışız gibi hissettim. Bir süre daha ortada oyalandıktan sonra masamıza tekrardan oturmuştuk.

Loş ışıklarla aydınlatılmış barın içinde, müziğin ritmi bedenleri sararken locada keyifli bir sohbet dönüyordu. Eğlencenin doruk noktasına ulaştığı bu anlarda, alkolün de etkisiyle konuşmalar giderek daha samimi ve rahat bir hal almaya başlamıştı. Beril, elindeki kokteylden bir yudum alıp gözlerini kısıp gülümsedi.

"Biliyor musunuz? Bazen gerçekten şanslı olduğumuzu düşünüyorum." Esra, uzun kirpiklerini kırpıştırarak ona döndü.

"Neden?" Beril omuz silkerek devam etti.

"Burada olmamız, rahatça gezip eğlenebilmemiz, lüks içinde yaşamamız, bunlar Dex sayesinde." sözleri bütün algılarımın açılmasına sebep olmuştu. Dex isminin Acar'a ait bir lakap olduğunu biliyorduk. Onat ve Selin de bir an için göz göze geldiler. Yasemin, bir kahkaha atarak Beril'in sözünü böldü.

"Ah evet! Dex olmasa şu an nerede olurduk kim bilir?" dedi ama ardından yüzündeki gülümseme soldu.

"Gerçi, bazen de keşke bu kadar şanslı olmasaydık diyorum." Acar'dan duyduğu rahatsızlığı bir kere daha mimikleriyle yansıtmaktan çekinmemişti. Oğuzhan kaşlarını hafifçe kaldırarak Yasemin'e döndü.

"Ne demek istiyorsun?" Öykü araya girerek bardağını masaya koydu.

"Dex bizi sever. Bizi korur. Bize ihtiyacımız olan her şeyi verir. Ama..." hafifçe iç çektiğinde cümlesini tamamlamadan sustu. Yiğit, bakışlarını Esra'ya çevirdi.

"Ama?" diye üsteledi, ilgisini belli etmeden. Esra, Oğuzhan ve Yiğit'in dikkat kesildiğini fark edince gözlerini kaçırdı. "Bize bir hayat sundu ama bunu biz seçmedik," dedi sessizce. "Yani, bu bizim tercihimizi sormadığı anlamına geliyor." Selin elini çenesine yasladığında düşünceli bir ifadeyle sordu:

"Yani Dex sizin için bir çeşit sponsor mu?" Beril güldü ama gülüşü sahteydi.

"Sponsor, patron, sahip. Ona ne isim verirseniz verin." içimi tuhaf bir his kapladı. Kızların bahsettiği şeyin sadece bir iş meselesi olmadığını, içinde daha derin bir şeyler barındırdığını hissediyordum. Kendi kendime düşündüm. Bu sıradan bir minnet duygusunun ötesindeydi. Sanki buraya ait olmadıklarını, özgür olmadıklarını söylüyorlardı. Onat, bardağını ağır hareketlerle masaya bıraktı ve ifadesiz bir yüzle Yasemin'e döndü.

"Dex, nasıl biri?" Yasemin bu soruya doğrudan cevap vermedi. Bir an için başını eğdikten sonra dudaklarında acı bir gülümseme belirdi.

"Dex, güçlü biri. Herkesin saygı duyduğu biri. Yanında olduğun sürece kimse sana zarar veremez."

"Peki ya istemezseniz?" diye sordu Oğuzhan, sesi kayıtsız ama dikkatliydi. Bu soru havada asılı kaldı. Kızlar birbirlerine baktılar, bir an için locada müziğin dışında hiçbir ses duyulmadı. Sonunda Beril başını kaldırıp,

"O zaman işin zor." dedi sadece. İçimi garip bir ürperti kapladı. Selin, daha fazla üstelemeden konuyu değiştirdi. Ama artık herkesin zihnine bir şüphe tohumu ekilmişti. Hepimiz bu kızların içinde bulunduğu durumun sanıldığından çok daha derin olduğunu anlamıştık. Yasemin, etrafına kısa bir göz gezdirdi ve bir an panikliyormuş gibi görünmüştü. Dudaklarını ısırarak, diğer kızlara kısa bir bakış attı. Sonra yüzündeki gerginliği çabucak gizleyerek yapmacık bir kahkaha attı.

"Tamam, tamam! Bunu bırakıp eğlenmeye bakalım! Sonuçta burada oturup ciddi konular konuşmak için gelmedik, değil mi?" Öykü, rahat bir nefes alarak Yasemin'e katıldı.

"Evet! Bugün benim doğum günüm ve bu geceyi konuşmalarla mahvetmeyeceğiz. Hadi, daha fazla içki söyleyelim!" Esra da gülerek başını salladı, Oğuzhan'ın koluna hafifçe dokunarak dikkatini dağıtmaya çalıştı. Hepimiz konunun değiştirildiğini ve kızların artık daha temkinli davrandığını fark etmiştik. Ancak, az önce edilen sözler aklımıza kazınmıştı. Ve hepimiz bu konunun burada kapanmayacağını, yeni başladığını biliyorduk.

                                                                            🫧

Geceyi sonlandırıp eve dağılmaya karar verdiğimizde, herkes yorgundu ama amacımıza ulaşmıştık. Aklımın bir köşesinde Yasemin'in konuyu değiştirmesi ve Acar hakkında açılan ufak gedik şeyler vardı. Bunları Onat'la konuşmayı planlıyordum. Ancak önce eve varmalıydık.

Eve girerken sessizlik hakimdi. Loş ışıklarla aydınlanmış geniş koridorda ayak seslerimiz duyuluyordu. Onat'la birlikte yukarı çıkıyorduk. Diğerleri de kendi odalarına çekilmişti. Ancak merdivenleri tırmandığımız sırada, üst kattan gelen belli belirsiz sesler dikkatimizi çekti. Önce umursamadım, gecenin sessizliğinde rastgele bir gürültü sandım ama bir adım daha attığımda gelen seslerin hiç de öyle olmadığını fark ettim. Gözlerimi kısıp Onat'a baktığımda o da kaşlarını çatmış, sesleri dinliyordu.

Bir an birbirimize bakıp anlamaya çalıştık. Sonra sesler iyice belirginleşti. Şimal'in nefes nefese gelen sesi ve Aybars'ın boğuk, kısık sesle fısıldadığı kelimelerle beynim bir saniyeliğine durdu. Onat'la göz göze geldiğimizde, ikimizin de yüzüne aynı şok dalgası yayılmıştı.

Tam geri dönmeye niyetlenirken, koridordan gelen başka bir tıkırtıyla refleks olarak kapının önüne kadar yürüdük. Belki de içgüdüsel olarak ne olup bittiğini görmek istemiştik. Hafif aralık kalan kapıdan içeriye gözüm kaydığında, gördüğüm manzara karşısında istemsizce nefesimi tuttum. Aybars ve Şimal, odanın içinde birbirlerine öylesine kilitlenmişti ki dış dünyayı tamamen unutmuş gibiydiler. Üzerlerindekiler gelişigüzel şekilde yerlere atılmıştı. Aybars'ın üstü çıplaktı. Şimal'in ise altında sadece iç çamaşır vardı. Onat'ın bu sahneyi görmesini istemediğim için gözlerimi hızla kaçırıp geri çekildiğimde ama tam o anda Onat, kapıya tıklatarak varlığımızı belli etti. Hiçbir şey görmemişti. Şimal'i öyle görmesi hoş olmazdı. Onları şu an görmüyorduk. Onat'ın yüzü aniden ciddileşti. Derin bir nefes aldı, kaşlarını çattı ve alçak ama sert bir sesle konuştu.

"Bu siktiğimin evinde hepimiz birlikte yaşıyoruz. Ve hepimizin bir odası var. Bunu yapmanız gereken yer burası mı? Biz bu sesleri duymak zorunda mıyız lan?" içeriden Aybars'ın sesi yükseldiğinde peşini takırtı sesleri takip etti. Muhtemelen elleri ayağına dolanmış, toparlanıyorlardı.

''Haklısınız komutanım. Kusura bakmayın.'' Onat derin bir nefes aldı ve başını kaldırıp ifadesiz ama sert bir tonla konuştu.

"Biraz dikkat edin. Burası askeriye değil ama hepimiz burada birlikte yaşıyoruz. Biraz saygı gösterin." onların bir şey demesine fırsat kalmadan Onat beni elimden tutarak çekiştirdi. Anlık gördüğüm sahneyi bir süre unutabilecek gibi değildim. Onat, iç çekerek başını iki yana salladı.

"Bunu unutmak için kaç şişe içmemiz gerekir sence?'' gülmemek için dudaklarımı ısırdım ama dayanamadım, kahkaha atarak başımı iki yana salladım.

"Bir düzine yetmeyebilir sevgilim. Gözümün önünden silinmeyecek gibi." Onat gözlerini kapattığında başını geriye yasladı ve acı çeker gibi inledi.

"Bana bunu yaşatmaya hakları yoktu." ikimizi de bastıran utanç dalgası, yerini kısa süre sonra gülmeye bıraktı. Tuhaf bir şekilde komikti. Kendi katımıza geldiğimizde birden telefonuma düşen bildirim sesiyle kaşlarım çatıldı. Bu saate bana kim mesaj atacaktı ki? Bakışlarım telefona kaydığında yabancı bir numaradan geldiğini görmüştüm.

''Bu gece sen ve dansın çok güzeldi. En kısa sürede tekrarlayalım :)'' profil fotoğrafına tıklayınca bu kişinin Yasemin olduğunu fark etmiştim. Onat'ın çenesini omzumda hissettim.

''Kim o bebeğim?'' telefonu kaldırıp mesajı okuması için ona alan yarattım.

''Güzel. Konuşmayı ilerletebiliriz.'' ellerim hızlıca klavyeyi buldu.

''Yarın bir kahve diyelim mi o zaman?'' mesajı Onat'a okuttuğumda başını salladı. Bu işin bir an önce hallolmasını, Acar'la ilgili en kısa sürede bilgilere ulaşmayı istiyordum. Mesajı yolladıktan sonra telefonu hemen önümde duran koltuğa doğru fırlattım ve başımı Onat'a doğru çevirdim. Bu hareketimle çenesini omzumdan çekmek zorunda kalmıştı. İkimizde alkol almıştık ama tabi ki sarhoş değildik. Görev başında böyle bir şeye kalkışamazdık. Ellerim yakasını bulduğunda, kokusu burnuma hücum etti. Onu özlemiştim. Bakışları gözlerimdeydi. Nefesinden gelen alkol kokusu benimleydi. Gözleri ne istediğini belli edercesine bendeydi.

''Bugün, o sahnede her dans ettiğinde sana değen gözleri oymak istedim.'' beni kıskanıyordu. Bunu belli etmekten hiçbir zaman çekinmiyordu. Bu benim çok hoşuma gitti. Elimle yakalarını kavradığım için kendimi ona çektim. Bana doğru yaklaştı. Bedenimi hafifçe ona sürterek kıvırdığımda gözlerindeki alev arttı.

''Bu dansım sadece sana özel olsun o zaman.'' birkaç saniye sessizce birbirimize bakıştık. Birkaç adım geri atıp koltuğa attığım telefonumdan müziği açtım. Yavaşça ritme uyduğumda vücudumun her hareketiyle bu geceyi ona özel kılmaya kararlıydım. Her bir adım, her bir dönüş, onun beni izlerken hissettiklerini anlatmalıydı. Şimdi, odanın ortasında sadece ben ve onun bakışları vardı. Yavaşça hareket ederken, kendimi kaybettim. Vücudum, her bir hat boyunca akarken, her kıvrımım Onat'ın gözlerinden kaçmıyordu. Gözlerimi onun gözlerinden ayırmadım. Bir adım daha atıp ona doğru yaklaşıyordum. Her bir hareketimle ona biraz daha fazla yaklaşmayı, biraz daha fazla bir şeyler almak istiyordum. Dudaklarım aralandığında yüzüme bir gülümseme yayıldı. Ve onun ne kadar da sabırsızlandığını fark ettim. Sadece biraz daha, biraz daha cesur olmam gerekiyordu. Ellerim yavaşça Onat'ın omuzlarına doğru kaydı. Gözlerim onunkilerle buluştu ve bir an için tüm oda, sadece bizi izliyordu. Ardından, vücudumun her kıvrımını ona doğru yaslayarak, adımlarımı hızlandırdım. Her bir hareketimde biraz daha derine, biraz daha yakına gidiyordum. O kadar yakınlaşmıştık ki, nefesimi, her bir hareketimi çok net hissediyordu.

"Beni ne kadar istiyorsun, Onat?" diye fısıldadım. Sesim, tam aradığım gibi, biraz nazlı, biraz da kışkırtıcıydı. Bir adım daha yaklaştığımda ellerimi, boynuna doğru yerleştirip, parmaklarımın arasından onu yakaladım. Bedenimin her hareketi, onun da kontrolünden çıkmaya başlamıştı. Onun sabırlı kalması zorlaşıyordu. Gözlerimden, vücudumdan tüm isteklerimi okumasını bekliyordum. Beni bu kadar yakından izlemek, onun da içindeki arzuyu uyandırmıştı. Bu gece, sadece vücudum değil, ona karşı olan her bir hissim de sahnedeydi.

''Şu hayatta seni istediğim, arzuladığım kadar başka hiçbir şeyi ne arzuladım ne istedim sevgilim.'' cümlesi içimdeki arsızlığı ayyuka çıkarmıştı. Ona bir adım daha yaklaşırken, gözlerimden ve vücudumdan hissettiklerimi ona gösterdiğimin farkındaydım. Bir süre daha dans ettim ama bu sefer bir an için onu daha fazla bekletmeye dayanamadım. Bir adım geri çekilip gözlerimi onunkilere sabitledim ve dudaklarımı ona doğru yaklaştırdım.

''Bu gece başkalarının dokunuşunu üstümden silmeni istiyorum.'' başkalarından kastım Yasemin'in belime temas eden elleriydi. Bunu gördüğünü ve bu durumdan ne kadar rahatsızlık duyduğunu farkındaydım. Her ne kadar görev olduğu için sesini çıkartmasa da, bu durumun onun sinir katsayısıyla oynadığının gayet farkındaydım. Söylediğim cümlenin ardından o kadar hırslı bir şekilde dudaklarımı öpmeye başladı ki. Bu ilk öpüşmemiz değildi ama bu kontrolsüzce, delice ilk öpüşmemizdi. Şu an bugünün acısını benden çıkardığının farkındaydım. Kendini geri çekti ve koca elleriyle yüzümü avuçladı.

''O elleri bir daha sana dokunursa, bu kadar sakin kalamam Birce. Bir daha cesareti olursa, onu buna pişman ederim. Her ne olursa olsun, dokunmak yok. Tamam görevdeyiz ama onun sana dokunmasına asla müsaade etmeyeceksin." ona bunu inandırmak istercesine dudaklarım tekrardan dudaklarımı buldu. Belimden beni kavradı ve ayaklarım onun belini buldu. Kucağındaydım. Beni duvara yaslamış ve sanki yarınımız yokmuşçasına öpüyordu. Bazen sinirleniyor, istemsiz elleri saçlarıma hafif bir güç uyguluyor sonra da kendini durduruyordu. Bu hali beni inanılmaz etkiliyordu. Elleri yanaklarımı kavrayıp dudaklarıma kapanırken, içimdeki ateşin daha da harlandığını hissediyordum. Parmak uçlarım ensesinde geziniyor, dudaklarımız arasındaki mesafe yok oldukça nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Artık onunla bir bütün olmak istiyordum. Tam o anda bir şey oldu. Bir gürültü duydum. Bu ses, bizim çok yakından aşina olduğumuz bir sesti.

Silah sesi. Ev, metalin soğuk sesiyle sarsıldı. Onat hızla geri çekildiğinde gözlerim dehşetle büyüdü. Nefesim boğazında düğümlenmişti. Kalbim göğsüne sığmıyor, beynimde tek bir soru yankılanıyordu.

Kim vuruldu?

İkimiz de aynı anda kapıya yöneldik. Timdekilerden birine bir şey olması düşüncesi, ayağımın altındaki zeminin kaymasına sebep olmuştu. Onat çoktan kapıyı açmış, bir gölge gibi koridora fırlamıştı.

Ekin.

Silah hâlâ elindeydi. Kan, parmaklarının arasından süzülüyor, göğsüne yayılan kızıl bir çiçek gibi açıyordu. Gözleri boşluğa bakıyordu ama oradaydı. Nefes alıyordu. Donmuştum. Onat çoktan Ekin'in yanına çökmüş, silahı elinden almaya çalışıyordu. Ekin'in sesi, bir fısıltı kadar kısıktı:

"Onun eline düşmeyeceğim." kanımın donduğunu hissettim.

Koridorda yankılanan tek şey, Ekin'in kesik kesik nefesiydi.

 

Yorum satırı❤️‍🩹

Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777

 

Bölüm : 03.04.2025 14:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...