38. Bölüm

BÖLÜM OTUZ YEDİ

monsoleil016
monsoleil016

 

Selam! Yine buradayız.

Öncelikle geçen bölümde olan, Birce'nin rahminin alınması olayıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Bazılarınız çocukları olmayacağını ve hep eksik kalacaklarını, neden böyle olduğunu yazmışsınız. Bu olayın olacağı, ben kitabı kafamda kurguladığım ilk andan itibaren belliydi. O yüzden hiçbir zaman akışı bozmak istemedim.

Anne olmak benim nezdimde sadece doğurmak değildir. Annelik, o duyguyu dibine kadar hissettirmektir. Gerek davranışlarla, gerek fedakarlıklarla. Ve benim için çocuk olmayan aile, eksikte değildir. Bazen aile iki kişidir, bazen on kişi. İnsan kimi ailesinden görüyorsa, o onun kanıdır.

Ayrıca Birce'nin bir asker olduğunu unutmayalım arkadaşlar. Askerler, vatanı için kendini feda etmeyi en başında kabul etmiş insanlardır

Umarım kendimi açıklayabilmişimdir. Finale adım adım giderken desteğinizi hissetmek istiyorum🧡

Hepinize iyi okumalar! 🧡

                                                                            

Bir çift sıcak el saçlarımın arasından usulca geçti. O kadar gerçekti ki ama gerçek olamazdı. Benim bir annem hiç olmamıştı. Küçüklüğümden beri hep hayalini kurduğum, hiç bilmediğim, hiç dokunmadığım biri şimdi tam yanımdaydı.

Gözlerimi kırpıştırarak etrafa baktığımda huzurlu bir yere benziyordu. Hafif bir melodi rüzgârla birlikte kulağımda çalınıyordu. Bir şey demek istedim ama boğazım düğümlenmişti. Yanımdaki kadın, yüzüme sıcak bir tebessümle bakıyordu. Bu bir rüyaydı.

O sırada, incecik bir kahkaha duyuldu. Küçük adımların tıkırtısı yüreğimi titretti. Başımı çevirdiğimde onu gördüm. Küçücük bir kız çocuğu, simsiyah saçları beline kadar dökülüyor, kara gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Bana doğru koştuğunda kalbim duracak gibi oldu. O kadar tanıdıktı ki ama onu tanımıyor olmam gerekiyordu, değil mi? Dizlerimin üstüne çökmeden önce kollarımı açtım. Küçük bedeni kollarımda kaybolmuştu. Gözlerimi kapattığımda içime o kokuyu çektim. Minik elleri yanaklarımı okşarken sesi, ruhumun en derin yerine işledi.

"Anne. " nefesim kesildi. Gözlerimi açtım ama hâlâ onun yüzünde bakıyordum. Yanağını okşadığımda bana gülümsedi.

"Seni doğurmam gerekirdi," dedim boğuk bir sesle, kendimi suçlarcasına. Küçük kız başını iki yana salladı.

"Hayır. Beni dünyaya getirmene gerek yok. Sen zaten benim annemsin." gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken ona daha sıkı sarıldım. O küçücük bedeni, o minicik elleri kaybolmasın diye, bu rüya bitmesin diye sımsıkı sarıldım. Yanımdaki kadın saçlarımı okşadığında sesi yumuşaktı.

"Bazı annelikler kanla değil, kalp bağıyla yazılır. Ve senin kalbin, anneliğe fazlasıyla yeter." içimde bir şey kırılıp döküldü. Ama aynı zamanda bir şey de filizlendi. Göğsümde sıcak bir his yayıldığında kalbimin tam ortasına yerleşti. Son bir kez baktım onlara. Küçük kız bana göz kırptı, ardından usulca uzaklaştı. Kadın ise alnıma bir öpücük kondurduğunda kulaklarıma fısıldadı:

"Her şey yoluna girecek. Kalbindeki sevgiyi asla unutma."

 

Ve sonra gözlerimi açtım. Boğazım düğümlenmiş, yanaklarım yaşlarla kaplıydı. Ama içimdeki his, hiç olmadığı kadar gerçekti. Başımı yana çevirdiğimde Selin'le Şimal'in oturduğunu gördüm. İkisi de sessizdi, yutkundum. Boğazım kuruydu. İçimde kelimelere dökülmeyi bekleyen, yakıcı bir acı vardı.

"Neden buradayım?" sesimi ilk duyduğumda kendime inanamadım. Bana ait değilmiş gibi çıkmıştı. Selin'le Şimal göz göze geldiğinde ne söyleyeceklerini bilememenin sancısını yüzlerinde görebiliyordum. Bense cevabı zaten biliyordum. Ama duymak istiyordum. Gerçekten ne kadar dayanabileceğimi bilmek için duymaya ihtiyacım vardı.

"Vuruldun, Birce," dedi Şimal, sesi yumuşak ama çekingen bir sesle.

Vuruldum. Bunu biliyordum. Ama kelimelerin ağırlığı yine de mideme koca bir taş gibi oturdu. Ellerimi battaniyenin üzerinde sıktım.

"Rahmim." kelime ağzımdan dökülürken içimdeki acı tüm hücrelerime yayıldı. Gözlerim doldu ama ağlamayacağım dedim kendime. Ağlamayacaktım. Çünkü ağlarsam, her şey gerçek olacaktı. Selin'in gözleri üzüntüyle kısıldığında Şimal ise derin bir nefes aldı. Kimse konuşmadı.

"Artık çocuğum olmayacak, değil mi?" sessizlik. O kadar keskin, o kadar kahredici bir sessizlik ki, boğazımı yakan gözyaşlarını daha fazla tutamadım. Selin'in eli avucuma kapandığında sıcaklığı içimdeki soğuk boşluğu eritmeye yetmeyecek kadar hafifti. Şimal başını eğdi. O saniye her şey üstüme üstüme geldi.

"Neden bu kadar zor olmak zorunda? Neden?" diye hıçkırdım. "Bunca şey yetmedi mi? Daha ne kadar kaybedeceğim? Daha ne kadar parçalanmam gerekiyor?" gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken Selin'in parmakları saçlarımı okşadı.

"Biliyorum, canım. Biliyorum. Ama sen buradasın. Sen hâlâ bizimlesin, Birce. Bu da önemli, değil mi?"

"Öyle mi?" diye inledim. "Buradayım ama eksildim. İçimde kocaman bir boşluk var. Her şey eksik. Ben eksiğim." Şimal elimi sıktı.

"Sen eksik değilsin, Birce. Sen bizim tanıdığımız en güçlü insansın." güçlü müydüm? Gerçekten öyle miydi? Çünkü şu an kendimi güçlü hissetmiyordum. Kırılmış, parçalanmış, darmadağın hissediyordum. Çocuk sahibi olamayacağım gerçeği iliklerime işliyordu ve buna alışabileceğimi hiç sanmıyordum.

"Bunu nasıl kabullenebilirim?" diye fısıldadım. "Nasıl?" Şimal gözyaşlarını tutmaya çalışarak gülümsedi.

"Bunu kabullenmek zorunda değilsin, Birce. Ama biz hep yanında olacağız. Senin için buradayız." aklıma birden Onat'ın varlığı düştü. İçim bir yangın yeriymiş gibi yanmaya başladı. Ona çok ağır sözler sarf etmiştim. Anın etkisiyle kendimi tutamayıp söylememem gereken şeyler söylemiştim. Olduğum yerde doğrulmaya çalıştığımda aldığım nefes bir bıçak gibi göğsüme saplandı ve bu mimiklerime yansıdı.

''Hey, Birce yavaş.'' Selin anında yanıma gelip kolumdan tutarak doğrulamama yardımcı oldu. Derin bir nefes aldım.

''Onat nerede?'' sesim farkında olmadan titremişti. Selin ve Şimal göz göze geldi ama cevap vermediler. Göğsüme bir ağırlık oturdu. Birkaç saniye önce tüm dünyam karanlık gibi gelirken, şimdi o karanlık daha da yoğunlaşmıştı.

''Halletmesi gereken bir iş var.'' kaşlarım çatıldı. Kendi başına bir işe kalkışmazdı değil mi?

''Ne işi? Anlatsanıza lütfen.'' Selin derin bir nefes aldığında içimi kaplayan endişeye engel olamadım.

''Albayın emriyle Aybars'la birlikte göreve çıktı.'' biliyordum. Durmayacağını biliyordum. Başımı geri yasladım ve derin bir nefes aldım.

''Ona çok haksızlık ettim.'' pişmanlık bir dağ olup içimde büyüdü. Gözlerim tekrardan doldu.

''Neden öyle düşünüyorsun Birce? Ne haksızlığı?'' Şimal'in sorusuyla içimdeki utanç daha da büyüdü. Yutkundum. Onlara söylemeye cesaretim var mıydı? Ama zaten içimdeki pişmanlık zehir gibi yayılıyordu. Söylemeliydim. Sesim çatallandı, kelimeler dudaklarımdan dökülürken sanki içim biraz daha acıyordu.

"Ona her şeyin sebebi olduğunu söyledim." sesim kısıldı. Bunu yüksek sesle dile getirmek, içimde bir bıçak döndürmek gibiydi.

"Burada olmamın, başıma gelenlerin... Tüm bunların sorumlusu olduğunu söyledim. Sanki o istemiş gibi, sanki beni korumak için elinden geleni yapmamış gibi davrandım" Selin ve Şimal'ın yüzlerindeki ifade değişti. Şimal derin bir nefes aldı ama bir şey söylemedi. Selin'in kaşları çatıldığında yanıma yaklaştı.

"Birce, bunu ona gerçekten söyledin mi?" başımı öne eğdim.

"Söyledim. Ve şimdi o kadar pişmanım ki. O beni burada bırakıp gitti mi? Beni böyle yalnız mı bırakacak?" Selin başını iki yana salladı.

"Onat seni bırakmaz. Ama ne kadar üzüldüğünü tahmin edebiliyorum." Şimal kollarını göğsünde kavuşturdu.

"O her şeyini senin için ortaya koydu, biliyorsun değil mi? Senin için, bizim için, hepimiz için canını bile vermeye hazırdı." her kelime içime işledi. Bunu biliyordum. Onat'ı, o an bana söylediği her kelimeyi, gözlerindeki acıyı düşündüm. Kalbim sıkıştı. Onun bana her zaman olduğu gibi bakmasını istiyordum. Ama en çok beni affetmesini istiyordum. Çünkü ben, onu derinden yaralamıştım.

''Plan ne? Onat planı size anlatmıştır. Bana da anlatmanızı istiyorum.'' Şimal elimi avucuna aldı.

''Bunları konuşmak yerine dinlenmek istemez misin?'' başımı hızlıca salladım.

''Tabi ki hayır Şimal. Ben bir askerim. Sevgilimin ve silah arkadaşımın güvende olup olmadığını merak ediyorum.'' bu sefer derin nefes alan Şimal'di. Yüzündeki endişe, içimdeki endişenin dallanıp budaklanmasına sebep oldu.

''Önce kızlarla iletişime geçecekler. Sonrasında ona göre plan yapacaklar. Sanırım kızlardan birinin bildiği, Acar'ın saklandığı gizli bir sığınak varmış. Ona göre plan yapacaklar.'' telefonumu bulmak için gözlerim yanımdaki dolaba kaydı.

''Ne arıyorsun? Söyle ben getireyim.'' Selin'in sesiyle bakışlarım etrafı taramaya devam etti.

''Telefonum.'' Selin hüzünlü bir nefes daha aldı.

''Telefonun parçalandı.'' o an aklıma Sinem ve abim düştü. Meraktan delirmiş olmalıydılar.

''Abim? Sinem? Haberleri var mı?'' Şimal başını iki yana salladı.

''Abine söylemedik. Söylersek gelirdi ve gelmesi operasyonu tehlikeye atabilir. Sinem'in haberi var. Saat başı bizi arıyor.''

''Selin telefonunu uzatır mısın?'' Selin sorgulamadan telefonu uzattı. Rehbere girip Onat'ın ismini bulduktan sonra arama tuşuna bastım.

Telefon çaldı, çaldı, çaldı. Ama bir açan olmadı. İçime sinen huzursuzluğu görmezden gelemedim. Tekrardan rehbere girdiğimde bu sefer Sinem'i aradım. Onun sesini duymak, varlığını hissetmek bir nebzede olsa bana iyi gelmişti. Ona henüz benim hayatımı mahveden şeyden, anne olamayacağımdan bahsetmemiştim. Sadece iyi olduğumu, önemli bir şey olmadığını söyledikten sonra telefonu kapatmıştım.

Sonrasında ise abimi arayarak günlerinin nasıl geçtiğini sordum. Bana telefonumun neden kapalı olduğunu sorduğunda ise görev esnasında düşürüp kırdım demiştim. Ne zaman döneceğimi sormadı çünkü biliyordu. Ne zaman döneceğim belli olmazdı. Telefonu Selin'e uzattığımda şu an sadece uyumak istediğimi biliyordum. Bu kırgınlık, çaresizlik hissini bir sürede olsa ertelemek istiyordum. Bunun yolu ise uyumaktan geçiyordu. Usulca arkamı döndüğümde, ikisi de sorgulamadı. Gözümden akan birkaç damla yaş, belki yıllar sonra kaderim için ilk defa ağladığımın kanıtıydı.

ONAT AKTAN KARA

Baba.

İki hece dört harf. Hayatta belki de eksikliğini hissettiğim nadir şeylerden.

Bu zamana kadar hiçbir zaman bir babanın kolunun altına sığınmamıştım ya da bir babadan nasihat dinlememiştim. Bir erkek için bunlar kıymetli şeylerdi. Her erkek, babası gibi büyük adam olmak isterdi. Ama ben aksine babam gibi bir katil olmak istemedim. Babam gibi katilleri yakalamak, onların soluk boruklarını tek bir hamleyle yok etmek istedim.

Kendimi baba olarak düşlediğim bir dönemim hiç olmamıştı. Ta ki Birce'yle birlikte Lake Louise gidip onun anne olma hayallerini dinleyene kadar. Hayatımda bir çocuğa babalık yapacaksam bu Birce'nin çocuğu olsun isterdim. Babalık duygusunu ikimizin parçası olan bir çocukla yaşamak isterdim. Doktor Birce'nin rahminin alındığını söylediği günden beri bana anlattığı hayalleri, yüzündeki o güneşi kıskandıracak gülümsemesi gözümün önünden gitmiyordu. Haklıydı, onu koruyamamıştım. Eğer o kurşunu yiyen ben olsaydım, kalbimin bile yerinden çıkmasına razıydım. Tek dileğim şu hayatın biraz daha Birce'yi üzmemesiydi.

Başaramamıştım. Ben daha doğma ihtimali olan çocuğuma bile sahip çıkamamıştım.

''Komutanım, geldik.'' Aybars'ın sesiyle içine daldığım derin düşüncelerden çıkmıştım. Acar'ın leşi elime gelmeden, Birce'nin yüzüne bakamazdım. Onun yanına gitmeye yüzüm yoktu. Kızlardan biri Acar'ın nerede olduğunu bilebileceğini söylediği için şu an evin önündeydik. Yiğit içeride kızlarla birlikte bizi bekliyordu. Arabadan inip içeri ilerlediğimizde Yiğit kapıyı açmış, bizi bekliyordu. Bakışları direkt bendeydi.

''Birce nasıl? Uyandı mı?'' başımı salladım. İyi demeye dilim varmadı. İyi desem, onun hayallerine ihanet edecekmişim gibi hissetim. Yiğit'in bakışları Aybars'a kaydığında onun bakışlarında ne gördü bilmiyorum ama aldığı derin nefesin kederi ortama yayıldı.

''Kızlar nerede?'' başıyla kış bahçesini işaret etti.

''Bahçedeler. Komutanım Ekin de odasında. Sanırım onunla ilgili de bir karar vermemiz gerekiyor.'' adımlarım hızlı bir şekilde kış bahçesini buldu. Ekin, artık benim en büyük kozlarımdan birisiydi. Kapıyı açtığımda içeride derin bir sessizlik vardı. Bahçenin loş ışığında, birbirine sokulmuş beş genç kız oturuyordu. Gözlerinde yorgunluk, korku vardı. Yiğit kenara geçip sessizce onları izlemeye başladı. İçeri adım attığımda Aybars da arkamdaydı, kapıyı yavaşça kapattı. Kızların gözleri üzerimize çevrildiğinde derin bir nefes aldım. Ne kadar incindiklerini, ne kadar korktuklarını görebiliyordum. Öne doğru birkaç adım attığımda kollarımı göğsümde kavuşturarak durdum. Onları korkutmadan ama ciddiyetimi de hissettirerek konuştum.

"Biliyorum. Size bunu yapan adam Acar, size hayatınızın en kötü günlerini yaşattı. Ve şimdi ondan kurtuldunuz. Ama o dışarıda serbest olduğu sürece, sizin gibi başka kızlar da bu acıyı yaşayacak. Onu durdurmamız lazım." Öykü başını kaldırdığında gözlerinde beliren yaşları silmeye bile uğraşmadı.

"Bize yardım ettiniz." dedi sesi titreyerek. "Sıra bizde." derin bir nefes aldım.

"Bu kararınızı takdir ediyorum. Ona dair vereceğiniz en ufak bilgi bile, onu yakalamamızda büyük etki yaratacak." Esra usulca başını salladı.

"Evet, biliyoruz. Biz korkuyla yaşamak istemiyoruz artık. O adamdan kurtulmak istiyoruz." Merve de araya girdi.

"Ben onun nerede saklandığını biliyorum," dediğinde sesi ürkek ama netti. Aybars hemen başını ona çevirdi. Ben de gözlerimi Merve'ye diktim.

"Emin misin?" diye sordum. "Bize yanlış bilgi verirseniz, Acar'ı yakalamamız zorlaşır." Beril elini Merve'nin omzuna koydu.

"O, geçen gece birileriyle konuşuyordu," diye ekledi. "Merve kulak misafiri oldu. Bir çiftlikten bahsediyorlardı." Merve derin bir nefes aldı.

"Evet. Şehir dışında, kullanılmayan bir çiftlik evi. Orada saklanacağını söylediğini duydum." Bir anlık sessizlik oldu. Aybars gözlerini kısarak bana baktı, ben de ona. Bu, işimize yarayabilirdi. Yavaşça eğilip Merve'nin göz hizasına geldim.

"Eğer doğru söylüyorsan, Acar'ı yakalayabiliriz. Ama bu bilgiyi nasıl aldığını ve ne kadar emin olduğunu bilmek zorundayız." Merve başını salladı.

"Onu konuşurken duydum. Yanında adamları vardı. 'Bir süreliğine çiftlikteyim, ortalık durulana kadar kimse bana ulaşmasın' dedi. Adamları da bunu onayladı." Yasemin usulca ekledi.

"Orası onun güvenli bölgesi olabilir. Oraya saklanıyor ama uzun süre orada kalamaz." derin bir sessizlik olduktan ayağa kalkıp Aybars'a döndüm.

"Çiftliğin yerini nasıl bulacağız?" dedim. Sonra tekrar Merve'ye dönmüştüm.

''Hiç dikkatini çeken, konumla alakalı bir şey söyledi mi? Ufak bir ipucu da olur. Konumu öğrenirsek oradaki çiftlikleri ayıklamamız daha kolay olur.'' Merve bir süre önüne bakarak, tırnaklarını yerken düşünmeye devam etti.

''Stank. Stanka gelince haberleşelim dedi. Kelimeyi yanlış hatırlıyor olabilirim ama Stayla başladığına eminim.'' yeterliydi.

''Çok güzel. Teşekkür ederim. En yakın zamanda ailelerinize kavuşmanız için elimizden geleni yapacağız. Ya da nereye gitmek istiyorsanız size yardımcı olacağız.'' Öykü titreyerek nefes aldı ama gözlerinde ilk defa gerçek bir umut görmüştüm. Merve başını salladı.

"Teşekkür ederiz." dedi. Tam kapıdan çıkacağım esnada Yasemin'in sesiyle duraksadım.

''Birce'nin vurulduğunu duydum. İyi mi?'' bakışlarım tekrardan ona döndü.

''İyi olacak.'' bir şey söylemesine imkan vermeden içimdeki vicdan azabıyla birlikte bahçeden çıkıp hole doğru ilerledim. Aybars'ın hemen arkamdan geldiğini biliyordum.

''Stank neresi? Ya da direkt çiftliğin adı mı? Araştır. Bir saatin var. Sonrasında yanımızda Ekin'le birlikte yola çıkıyoruz.'' Aybars'ın gözlerinden geçen şaşkınlığı gördüm. Muhtemelen plana Ekin'i dahil etmemi beklemiyordu. Ama ben artık işimi şansa bırakmazdım.

''Emredersiniz komutanım.'' dedikten sonra kendi katına doğru ilerlemeye başladı. Ben de Ekin'in kaldığı kata çıkmıştım. Şu an iyi durumda olduğunu biliyordum. En azından fiziksel olarak iyiydi. Kapıyı çaldıktan yaklaşık iki dakika sonra açtı. Yüzü şişmişti. Göz altları ise aynı durumdaydı. Şiş ve mordu. Beni görmeyi beklemiyor olacak ki kaşları şaşkınlıkla havalandı.

''Müsait misin?'' sorumla başını salladı ve bir adım geri çekilerek içeri geçmeme müsaade etti. Onunla aynı ortamda durmak bana ne kadar rahatsız hissettirse de onu ikna etmek zorunda olduğumun farkındaydım. Salona geçip oturduğumda o da karşıma oturdu. Saçları dağılmıştı.

''Nasılsın? İyi misin?'' histerik bir şekilde gülümsedi. Omzunu silkti.

''Ne isteyeceksin?'' tabi ki anlamıştı. Onun yanına durduk yere gelmeyeceğimin gayet farkındaydı.

''Peki. Ekin şu an sağlıklı bir ruh halinde olmadığını görüyorum. Senin adına çok üzgünüm. Ama Kanada'ya gelerek bazı şeyleri kabul ettiğini biliyorsun. Bu akşam benimle birlikte göreve geliyorsun.'' bakışları bendeydi. Ruhsuz, boş bir şekilde bana bakıyordu. Tekrardan omzunu silkti.

''Tamam.'' bu sefer kaşları havalanan bendim. Bu kadar kolay mı olacaktı? İçimde beliren şüpheyi bastıramadım. Gözlerimi kıstığımda yüzüne dikkatlice baktım. Ne bir korku, ne bir öfke hiçbir şey yoktu.

"Bu kadar mı?" diye sordum. "Hiç sorgulamadan kabul ediyorsun?" Ekin başını yana eğdiğinde gözlerini kaçırdı ve omuz silkti.

"Ne fark eder?" sesindeki boşluk içimi ürpertti. Oturduğu sandalyede hafifçe öne eğildiğinde ellerini masanın üzerine koydu ve parmaklarını birbirine geçirdi. Bir süre konuşmadı. Gözlerini tekrar bana kaldırdığında içimde tuhaf bir ağırlık çöktü. Gözleri onca acıyı, kaybı ve umutsuzluğu barındırıyordu.

"Biliyor musun Onat? Bir insanın kaybedecek bir şeyi kalmadığında özgür olduğunu söylerler. Yanlış. Kaybedecek bir şeyin olmadığında, aslında en büyük mahkumiyet başlıyor." kaşlarımı çattım ama sessiz kaldım. Konuşmasına devam etmesine ihtiyacım vardı. Neden bu kadar kolay kabul ettiğini anlamalıydım.

"Ben her şeyimi kaybettim. O adam, Acar. Önce beni elimden aldı. Beni kendim olmaktan çıkardı, her şeyime sahip oldu. Kim olduğumu bile unuttum. Sonra, en değerli varlığımı kaybettim. Kardeşimi. Sonra ise.." eli istemsizce karnına gitti ama hemen geri çekti. "Biliyorsun, çocuğumu." birkaç saniye boyunca nefes alamadı sanki. Gözlerini kırpıştırdıktan sonra derin bir nefes aldı.

"Şimdi ne kaldı elimde? Bana söyler misin, Onat? Hayatta tutunacak neyim var?" diye sordu.

Ona bakarken, içimdeki öfkenin yerini acı bir burukluk aldı. Bu sözleri Ekin'in söyleyebileceğini asla düşünemezdim. Benim tanıdığım Ekin güçlüydü, kararlıydı. Ama şimdi önümde oturan kadın, parçalanmış bir enkazdan farksızdı.

"Ölmeyi mi istiyorsun?" diye sordum sertçe. Eğer öyleyse, bunu bilmek istiyordum. Eğer bu göreve yalnızca ölmek için geliyorsa, onu oraya götüremezdim. Ekin başını salladı.

"Hayır. Sadece, yaşamak için bir nedenim yok." sırtımı sandalyeye yasladım, elimle yüzümü ovuşturdum. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Ona acıdığımı düşünmesini istemiyordum. Ama şu an ne desem, ne yapsam, içinde bulunduğu karanlığı hafifletmeye yetmeyecekti.

"Peki, neden geliyorsun?" diye sordum. "Eğer yaşamak için bir nedenin yoksa, neden benimle bu göreve geliyorsun?" bir an sessizlik oldu. Başını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı.

"Çünkü birinin Acar'dan hesap sorması gerekiyor." sesindeki titreme beni ürpertti. Ekin öfkeyle ya da nefretle hareket etmiyordu. O kadar her şeyini kaybetmişti ki, yapabileceği tek şey, son kalan doğruyu yerine getirmekti. O an, onunla birlikte bu göreve gitmem gerektiğini anladım. Ama gözlerimi ondan ayırmadan son bir soru sordum:

"Bu bir intikam alma dürtüsü mü?" Ekin başını yana eğdi ve düşündü. Yüzünde küçük bir tebessüm belirdi.

"Hayır. Bu kapanması gereken bir hesap." dedi usulca.

''Bir saat içinde çıkacağız. Hazırlan, aşağıda seni bekliyoruz.'' başını salladığında daireden çıkmıştım. Aşağı iner inmez Aybars'ın yüzündeki ciddiyeti fark etmiştim. Masanın başında, elinde bir tabletle haritaya bakıyordu. Beni görünce başını kaldırdı ve göz göze geldik.

"Ne buldun?" dedim, doğrudan konuya girerek. Aybars ekrana dokunarak bir çiftlik evini büyüttü.

"Söylediği yer bir çiftlik evi Acar'ın saklandığı yer. Şehrin dışına doğru, izbe bir bölgede. Yaklaşık on dönümlük bir arazi üzerine kurulu. Dışarıdan sıradan bir çiftlik gibi görünüyor ama içeride neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Uydu görüntülerine göre en az iki farklı çıkış noktası var. Ana giriş kapalı devre güvenlik sistemiyle korunuyor ama asıl mesele, etrafta devriye gezen silahlı adamlar."

"İçeri nasıl gireceğiz?" diye sordum. Aybars parmaklarını çenesine götürüp kısa bir duraksamayla düşündü. Sonra hızla konuşmaya başladı.

"İki farklı noktadan giriş yapacağız. Ana kapı çok riskli. O yüzden çiftliğin arkasında, eski bir servis yolu var. Orayı kullanacağız. Çiftlik evinin yan tarafında bir ahır var, büyük ihtimalle silah depolamak için kullanıyorlar. Oraya yaklaştığımızda önce devriyeleri sessizce etkisiz hale getirmemiz gerekiyor. Ben arkadan dolaşıp güvenliği keseceğim. Siz Ekinle doğrudan eve gireceksiniz." Aybars devam etti:

"İçeri girdiğinizde Acar'ı bulmalısınız. Eğer şansı varsa kaçmaya çalışacaktır. En büyük avantajımız, bizim geleceğimizden haberdar olmaması. Ama en büyük dezavantajımız da içeride ne kadar adam olduğunu bilmememiz. Hızlı ve sessiz olmalıyız. Eğer işler sarpa sararsa, B planına geçeriz." kaşlarımı kaldırarak sordum:

"B planı ne?" Aybars gözlerini bana dikti.

"Gürültü çıkarmak. Gerektiğinde ortalığı karıştıracağız. Acar'ı sağ ele geçirmek zorundayız ama eğer elimizden kayıp gitmek üzere olursa, sağ kalmasını öncelik haline getiremeyiz.'' gözlerimi kıstım. Anlamıştım. Acar'ı canlı almak istiyorduk ama gerekirse o çiftlikte gömüleceğini de biliyorduk. Merdivenden gelen adım sesini duyduğumda Ekin'in geldiğini anlamıştım. Üstünü değiştirmiş ve saçlarını toplamıştı. Derin bir nefes alıp gözlerimi Aybars'tan Ekin'e çevirdim.

"Hazır mısınız?" diye sordum. Ekin birkaç adımla yanıma geldi ve başını kaldırdı. Gözlerinde bir kıvılcım vardı.

"Hiç olmadığım kadar," dedi.

🫧

Araçtan iner inmez, çiftliğin önünde duran geniş arazinin sessizliği içimi garip bir huzursuzlukla doldurdu. Burası olması gerekenden fazla sakindi. Gökyüzü karanlığa bulanmıştı.. Yanımda Aybars ve Ekin sessizce duruyordu. Aybars, gözlerini çiftliğin etrafında gezdirirken cebinden küçük bir dürbün çıkardı ve göz hizasına kaldırdı.

"Çiftlik binası iki katlı, ahşap yapıda. Çevresinde en az üç güvenlik kamerası var. Biri giriş kapısında, biri ahır tarafında, diğeri de arka bahçeye bakan yanda. Elektrikli bir güvenlik sistemi olup olmadığını henüz bilmiyorum ama içeride en az beş adam olduğunu varsaymalıyız," dedi. Ben de gözlerimi çevrede gezdirdim. Çiftliğin hemen ilerisinde bir ahır ve eski bir depo vardı. Yolun biraz ötesinde, bir traktör park halinde duruyordu. Çiftliğin sağ tarafında ise gözüme çarpan şey, yerin hemen altına doğru açılan bir girişti. Kaşlarımı çatıp Aybars'a döndüm.

"Şu yeraltı girişi dikkatini çekti mi? Orada bir sığınak olabilir mi?" Aybars başını salladı.

"Muhtemel. Silah ve kaçırılan kadınlarla ilgili daha önce elde ettiğimiz bilgilerde, bazı çiftlik evlerinin altında gizli depolar olduğunu biliyoruz. Ama buraya girip içini kontrol etmeden emin olamayız." derin bir nefes aldıktan sonra Aybars'a döndüm.

"Silah durumumuz ne?" Aybars omzundaki çantayı açıp silahları tek tek gösterdi.

"Ben her zamanki gibi Glock 19 kullanacağım, susturuculu. Yanımda bir de MP5 var, eğer işler sarpa sararsa hızlı hareket etmemiz gerekecek. Sizin silahınız zaten belinizde komutanım, ek olarak bir yedek şarjörünüz var. Ekin, sen silah kullanmıyorsun ama yanına bir bıçak almanı öneririm. Eğer işler ters giderse kendini savunabilmen için." Ekin sessizce başını salladı. Gözleri hâlâ donuktu ama içindeki öfkeyi ve çaresizliği hissedebiliyordum. Ona fazla yüklenmek istemesem de, bu gece her şeyin doğru gitmesi gerekiyordu.

"Giriş planımız şu," dedi Aybars, yere eğilip parmağıyla toprağın üzerine çiftliğin basit bir krokisini çizerken. "Ben ve Onat komutanım, ana kapıdan girip güvenlikleri hızlıca etkisiz hale getireceğiz. Ekin, sen biraz geride duracaksın. Eğer çiftlik evinin altında gerçekten bir sığınak varsa, o zaman daha dikkatli olmamız gerekecek. Çünkü Acar orada olabilir. Ve Acar burada ise, yalnız olmayacaktır." başımı salladığımda son kez çiftlik evine göz gezdirdim. Bu iş kolay olmayacaktı ama ne gerekiyorsa yapacaktık.

"Tamam, hadi başlayalım." Aybars gözlerini kısıp bana baktı, ardından başını sallayarak silahını kontrol etti. Ekin derin bir nefes aldı.

Bahçeye adım attığımız anda nefeslerimizi tuttuk. Toprak yumuşaktı ama her adımımızda çalıların arasından gelen hışırtılar, gecenin karanlığında çıkan tek sesti. Ben en öndeydim, hemen arkamda Aybars, Ekin ise gerideydi. Onda silah yoktu ama gözleri tetikteydi.

Çiftliğin bahçesinde görebildiğimiz kadarıyla en az üç adam vardı. Biri kulübenin önünde sigarasını yakmaya çalışıyordu, diğeri kamyonetin yanında bir şeylerle uğraşıyordu, üçüncüsü ise veranda tarafında devriye geziyordu. Sessiz ve hızlı olmamız gerekiyordu.

İlk hedef kamyonetin yanındaki adamdı. Aybars siper alırken ben hızla yanından süzüldüm. Adam, sigarasını yakmakla o kadar meşguldü ki, yaklaşan tehlikeyi fark etmedi bile. Bir adımda arkasındaydım, kolunu yakalayıp sert bir hareketle geriye bükmüştüm. Boğuk bir inleme duyuldu ama ona fırsat vermeden bileğine bastırarak bayıltmasını sağladım. Bedenini sessizce yere yatırırken gözüm kulübenin önündeki adama kaydı.

Aybars, verandadaki adamı halletmek için çoktan harekete geçmişti. Hayalet gibi süzüldüğünde adamın arkasına geçti ve silahını çekmesine fırsat vermeden boğazına kolunu doladı. Adam çırpınmaya çalıştı ama saniyeler içinde bilincini yitirdi. Tam o sırada kulübenin önündeki adamın bize döndüğünü fark etmiştim. Kaşları çatıldığında bir şeylerin ters gittiğini sezmiş gibiydi.

Ekin'in gözleri benimkilere kilitlendi, anladı. Bir an bile tereddüt etmeden yerdeki taşlardan birini kaptı ve fırlattı. Taş havada süzülüp, adamın tam elindeki çakmağa çarptı. Adam şaşkınlıkla elini savurduğu anda ben çoktan üzerine koşmaya başlamıştım. Silahını çekmeye fırsat bulamadan üzerine atıldığımda tek bir darbeyle çenesine vurdum. Başını yana çevirdi, sendeledi ama hala düşmemişti. Elini beline attığını görmüştüm, silahı vardı. Refleksle elini kavradığımda silahı doğrultmasına fırsat vermeden bileğine bastırdım. Bir küfür savurdu ama nefesi kesildiğinde gözleri kararmıştı. Aybars yanıma geldiğinde adamın nabzını kontrol etti ve başını salladı. Tehdit ortadan kalkmıştı. Bahçede sessizlik hakimdi. Sadece nefes alışlarımız duyuluyordu. Ellerimi dizlerime koyup derin bir nefes aldıktan sonra Ekin ve Aybars'a baktım. İlk aşama tamamlanmıştı. Şimdi asıl mesele, evin içine girmekti.

Bahçedeki adamları hızla etkisiz hale getirdikten sonra, elimde silah, gözlerim dikkatlice etrafı tarayarak evin kapısına yöneldim. Aybars yanıma geldiğinde Ekin arkamızdan sessizce ilerliyordu. Kapının önünde kısa bir an durduk. İçeriden gelen sesleri dinledim. Bir hareketlenme vardı. Acar bizim burada olduğumuzu fark etmişti. Aybars'a göz ucuyla baktım ve başımı salladım. İçeri dalmanın zamanıydı.

Kapıyı tekmeleyerek açtığımda giriş holü karanlıktı ama arka odadan gelen ışık içeride birilerinin olduğunu gösteriyordu. İlk adımımı attığımda, sağ taraftaki odadan üzerimize doğru bir adam fırladı. Silahımı kaldırmamla tetiği çekmem bir oldu. Adam yere yığıldı. Aybars hızla ilerleyerek koridorun diğer ucundaki iki kişiyi de indirdi. Tam ilerlemeye başladığımızda yukarıdan bir ses duyuldu.

"Ben de sizi bekliyordum!" Acar'dı. Aybars gözleriyle merdivenleri işaret etti. Yukarıdaydı. Adamlarını yem etmesi boşuna değildi. Zaman kazanıyordu.

"Sevgilini getirdim!" diye bağırdım. Bir anlık sessizlik oldu. Sonra yukarıdan boğuk bir kahkaha duyuldu.

"Beni kandırabileceğini mi sanıyorsun, Onat?" tam o esnada, merdivenlerden bir gölge belirdi. Silahımı kaldırdım ama ateş etmeden önce bir patlama sesi yankılandı. Kurşun omzumun hemen yanından geçerek duvara saplanmıştı. Eğilerek koridordaki masanın arkasına siper aldım. Aybars, Ekin'i çekerek duvara yasladı.

"Bizi oyalamaya çalışıyor," diye tısladı Aybars. Derin bir nefes aldım.

"O zaman oyunu hızlandıralım." silahımı kavradım ve gözlerimi yukarıdaki gölgeye diktim. Acar'ı almadan buradan çıkmayacaktık. Evin içine girdiğimiz an her şey değişti. Bir anda bütün kapılar mekanik bir kilitle yerine oturdu. Metalin sert tıkırtısı kulaklarıma çalındığında içimde bir şeylerin ters gittiğine dair güçlü bir his belirdi. Acar'ın sesini duymamız uzun sürmedi. Gülüyordu.

"Geldiğinizi biliyordum. Ve gitmek için bana ihtiyacınız var." Gözlerimi Aybars'la buluşturdum. Ekin de donmuş bir şekilde etrafa bakıyordu. Silahımı sıktım.

"Ne saçmalıyorsun göt herif?" diye bağırdım yukarıya doğru. Acar'ın sesi tekrar duyuldu.

"Sanırım fark etmişsinizdir. Buradan çıkışınız benim elimde. Kapılar siz içeri adımınızı atar atmaz kilitlendi. Ve eğer işler yolunda gitmezse evin altına döşenmiş bir bomba var." içimdeki adrenalin tavan yaptı. Bir an bile tereddüt etmeden silahımı kaldırıp merdivenlere yöneldim ama Aybars hızla kolumu tuttu.

"Durun komutanım. Bomba konusunda blöf yapıyor olabilir. Ama ya gerçekse?" Ekin yutkunduğunda bakışları donuk ve korku doluydu.

"Buradan nasıl çıkacağız?" diye sordu, sesi titriyordu. Aybars hızla etrafa bakmıştı. Gözleri duvarları, zemini ve tavanı tarıyordu.

"Öncelikle bombanın gerçekten var olup olmadığını anlamamız lazım. Eğer doğruysa, nerede olduğuna dair bir ipucu bulmamız gerek." Acar kahkahasını bastıramadı.

"Zeki adamsın Aybars, bu yüzden seni seviyorum. Ama burada fazla zaman harcarsan, hepinizle birlikte burayı havaya uçurabilirim. Karar sizin." derin bir nefes aldım.

"Ekin'i istiyorsun, değil mi? Onu sana getirdim." sesim donuktu ama kontrollüydü. Aybars yanıma sokulduğunda gözlerini benden ayırmadan fısıldadı:

"Onu oyalamalıyız. Ben bombanın yerini bulana kadar." içimdeki öfkeyi bastırarak kafamı salladım.

"O zaman oyuna devam edelim." ve gözlerimi tekrar yukarı kaldırdım.

''Tamam Acar," dedim dişlerimin arasından. "Anlaşalım bakalım." Ekin, dişlerini sıkarak bir adım öne çıktı.

"Sen gerçekten korkak bir adamsın," diye tısladı. Acar'ın sesi bir an duraksadı ve sonra daha tehditkar bir tona büründü.

"Ne dedin?" Ekin artık durmayacaktı.

"Korkaksın! Bütün bu olanlar senin yüzünden! O kadar güçsüzsün ki, bir kadını kandırarak yanında tutmaya çalıştın! Ama ben senin kim olduğunu biliyorum, Acar! Senin içinin boş olduğunu, bir hiç olduğunu biliyorum!" Acar, Ekin'in sözlerinden rahatsız olmuştu. İşte bu iyiye işaretti. Onu kışkırtmamız gerekiyordu.

"Görmek istiyorsan buradayım!" diye bağırdı Ekin. "Çık karşıma! Yoksa hepimizle birlikte kendini de mi havaya uçuracaksın?"

Bu sırada Aybars çoktan bodrum katına inmiş olmalıydı. Görevini yapması için ona zaman kazandırmalıydık. Ben Ekin'in yanında durarak onu desteklemeye devam ettim, gözlerim çevreyi tarıyordu. Bu adamın ne kadar ileri gidebileceğini bilmiyordum ama bir açık yakalamamız gerekiyordu. Ayak seslerini duyduğumda Acar, ağır adımlarla aşağı inerken gözlerimi ondan ayırmadım. Her adımında nefesim sıklaştı, damarlarımdaki kan hızlandı. Nefretim göğsümde bir alev topu gibi yanıyordu. Yüzümde en ufak bir ifade yoktu ama içimde fırtınalar kopuyordu.

Adımları yavaş ama kendinden emindi. Bir eli merdiven korkuluğunda, diğeri ise kemerinin hemen yanında duruyordu. Silahına ne zaman gideceğini kestirmeye çalışarak her hareketini izliyordum.

"Demek sonunda karşıma çıkacak cesareti buldun, ha?" diye tısladım dişlerimin arasından. Acar alaycı bir şekilde başını yana eğdi.

"Cesaret mi? Sanırım beni yanlış tanımışsın, Onat." gözlerim kısıldı. Bu adamın yüzünde en ufak bir korku ifadesi yoktu. Çevresini biliyor, oyun sahasını tanıyordu. Aşağı indiği an her şeyin değişeceğini biliyordum. Fakat bu sefer bir fark vardı. Ekin buradaydı. Ve bu adam, Ekin'in hayatını mahveden kişiydi.

Ekin'in yanında bir hareketlenme hissettim. Yumruklarını sıkıyordu. Ama gözlerimi ondan ayırmadım. Gözlerim Acar'ın her hareketini izlerken, kalbimdeki nefret damarlarımı yakıyordu. O, ağır adımlarla inerken, gözlerini Ekin'den ayırmıyordu. Yüzünde her zamanki gibi kibirli bir ifade vardı ama gözlerinin derininde belirsiz bir gerginlik seziliyordu. O da biliyordu. Bittiğini biliyordu. Ekin bir adım attı. Nefes alışverişi düzensizdi. İçindeki öfke gözlerine yansımış, vücudu sinirden titriyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra sesini yükseltti:

"Her şey senin yüzünden oldu! Hayatımı mahvettin, ailemi mahvettin, çocuğumu kaybettim! Sen benim elimde kalan son umudu da çaldın!" sesi bodrum katının duvarlarında yankılandı. Acar, onu sessizce izliyordu. Ekin bir adım daha attığında gözleri yaşlarla dolmuştu ama içinde zerre kadar korku yoktu.

"Kardeşim! Kardeşim de senin yüzünden öldü! Senin pis işlerine bulaştı! Onu sen öldürdün! Çünkü sen sadece kendini düşünürsün, değil mi?'' Acar'ın yüzü gerildiğinde çenesini sıktı. O kibirli ifadesi kırılmıştı. Ekin'in sözleri her ne kadar onun için bir saldırı olsa da aynı zamanda acı bir gerçekti. Acar, bir şeyler söylemek için ağzını açtı ama o anda kulağımda Aybars'ın sesi yankılandı.

"Bombayı buldum." gözlerimi kırpıştırdım. Aybars devam etti:

"Bodrum katındaki jeneratör panosunun hemen yanında. Ana bağlantıyı kesebilirsem etkisiz hale getireceğim. Ama dikkatli olun, Acar fark ederse bunu yapmama izin vermez." gözlerimi Ekin'e ve Acar'a diktim. Şu an en önemli şey, bu yüzleşmenin biraz daha sürmesini sağlamaktı. Acar'ın dikkati bizde olmalıydı, Aybars işini bitirene kadar bu anın uzaması gerekiyordu. İçimdeki öfke yerini plan yapma dürtüsüne bıraktı. Ekin'in gözyaşları yanaklarından süzüldü.

''Senin kardeşin dünyanın en geri zekalı insanıydı.'' Acar'ın bakışları bana döndüğünde, hedefin ben olduğunu fark etmiştim.

''Birce'ye olan takıntısı onun sonu oldu. '' içimdeki öfke katlanarak büyüyordu. Ama kendime bir görev içinde olduğumu ve sona ne kadar yaklaştığımı hatırlattım.

''Sahi Onat, Birce nasıl oldu?'' bu bardağı taşıran son damla olabilirdi. Ta ki Aybars'ın kulaklıktaki sesini duyana kadar:

''Sakin olun komutanım. Bilerek yapıyor. Bir an önce onunla birlikte buradan çıkmamız gerek.'' derin bir nefes aldım. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Yüzümdeki gülümsemeden sonra, onun yüzündeki gülümseme sönmüştü. Ne zannediyordu?

''Çok iyi. Ama sen okları başkalarına yönelteceğine kendi haline üzülsene. Bak, yolun sonundasın.'' bir kahkaha daha attı. Orospu çocuğunun kesinlikle akıl sağlığı yerinde değildi.

''Bunu zemini bomba döşeli bir evde olan ve her an patlamaya müsait bir evdeki adam mı söylüyor?'' elimdeki silahla kafamı kaşıdım. Bakışları silaha kaydı, korkuyordu. Pezevenk, tabi ki korkacaktı. Bu evden çıktıktan sonra yapacağım hiçbir şey raporlara geçmeyecekti. Onu ölmekten beter hale getirecektim.

''Ben en azından vatan uğruna öleceğim. Senin uğruna öleceğin bir vatanın var mı be göt herif?'' yüzü kızarmıştı. Sinirleniyordu. Belindeki silaha davranacağını fark ettiğim an elimdeki silahı ona doğrulttum.

''Senin karşında yeni yetme birisi yok Acar. Bu evden birine zarar geldiği an, seni öldürme emrim var. Beni daha fazla zorlama.'' bakışları arkamdaki Ekin'e kaydı.

''Bu herife mi aşık oldun?'' sorduğu soru birden irkilmeme sebep oldu. Alnındaki silahı bastırarak onu ittirdim.

''Ne diyorsun dalyarrak?'' bakışlarını Ekin'den bana çevirdi.

''Bu Ekin hep böyleydi biliyor musun? Kimi güçlü görse, ona tutunurdu. Bana da öyle olmadı mı? O çocuğu yaptığımız gece, gücüme hayran olduğunu inleyip durmadın mı?'' o an arkamda bir şeyler devrildi ve Ekin'in sesini duydum.

''Aptal! Sen bana o gece tecavüz ettin! Orospu çocuğu! Nasıl hâlâ kendi isteğimle olmuş gibi anlatabilirsin?!'' damarlarımdaki kan tekrardan çekilmiş gibi hissettim.

Acar'ın yüzündeki alaycı sırıtış, içimdeki öfkenin fitilini ateşledi. Ellerim yumruk halinde sımsıkı kapanmıştı, tırnaklarım avuç içime batıyordu ama hissetmiyordum. Hissettiğim tek şey, içimde kabaran, kontrol edilemez bir öfkeydi.

"Gücün kadınlara mı yetiyor lan senin?" diye hırladım, sesim neredeyse tanıyamadığım kadar sert çıkmıştı. Birce'nin bunca zamandır yaşadığı şeyler, Ekin'in acısı, hepsi zihnimde art arda çakılan birer kurşun gibiydi. Acar'ın karşısında bir saniye bile durmaya tahammül edemiyordum. Bir adım attığımda o yerinden kıpırdamadı. Hâlâ aynı sırıtış yüzündeydi. Sanki olan her şeyi bir oyuna çeviriyormuş gibi, sanki buradan çıkabileceğine inanıyormuş gibiydi.

Yumruğumun suratına çarpmasıyla başı arkaya savruldu, dişlerinden birkaçı patırtıyla yere düştü ama durmadım. Yakasından yakaladığım gibi duvara yapıştırdım. Ekin arkada nefes nefese kalmış, bir şeyler söylüyordu ama artık duymuyordum. İçimdeki öfke, yıllardır biriken tüm kinle birlikte patlamıştı.

"Bunca kadını kaçırıp sattın, bunca hayatı mahvettin. Sen kimsin lan? Sen kendini ne sanıyorsun?" diye hırladım, her kelimede yumruklarımı sıralıyordum. Yüzü kan içindeydi, burun kemiği çoktan kırılmıştı ama umurumda değildi. Dizlerimi karnına geçirdiğimde inledi, nefesi kesildi. Boğuluyormuş gibi soluklandı ama ben durmadım.

''Birce'nin hayatını mahvettin! O yetmedi kendine başka kurbanlar seçtin. Bu kadınların ruhunu parçaladın! Şimdi benden merhamet mi bekliyorsun?" diye bağırdım, yakasını daha sıkı kavradım. Artık konuşamıyordu, kanlı dişlerinin arasından iniltiler çıkıyordu. Aybars'ın kulağımdaki sesi uğultu halindeydi. Uzun zamandır kendimi böyle bir sinir harbinin içinde bulmamıştım. Bu adamı şuracıkta öldürmememin tek sebebi üstümdeki üniformamdı.

Ekin, titreyen ellerini sıkmış, içindeki öfkeyle gözlerini Acar'a dikmişti. O anda fark ettim, Acar'ın canının yanmasını istiyordu. Acar'ın kan içindeki yüzüne baktım. Gözleri bulanıktı, dudağı patlamıştı, burnundan süzülen kan hâlâ çenesinden damlıyordu. Bir adım daha attığımda yakasına yapışıp onu sertçe silkeledim.

"Senin gibiler yüzünden kaç tane vatan evladı toprağa düştü biliyor musun?" sesim tok ve öfkeliydi. O iğrenç suratına her baktığımda daha fazla kinleniyordum. "Kaç ana kuzusu, kaç Mehmedimiz daha sizin gibi şerefsizler yüzünden şehit olacak? Kaç çocuğun hayalleri, kaç kadının umutları sizin pis işlerinizin gölgesinde kalacak?" Acar inatla gözlerini benden kaçırıyordu ama kaçamayacağını biliyordu. Avuçlarımı sıkıp kendimi kontrol etmeye çalıştım. Ama olmadı.

"Bu vatanın tek bir evladı bile kaldığı sürece senin gibiler asla kazanamayacak! Senin gibiler ancak karanlık köşelerde saklanır, korkakça pusular kurar, masumların canını yakar orospu çocuğu! Ama biz? Biz, her düştüğümüzde daha güçlü kalkarız!" göğsüm hızla inip kalkıyordu. Eğildiğimde kan içindeki yüzüne daha da yaklaştım ve:

"Sen ve senin gibiler tarihin çöplüğüne gömülecek." diye fısıldadım. "Ama bu vatan hep ayakta kalacak. Anladın mı? Hep!" Acar başını kaldırdı ve gözlerindeki bulanıklığın yerini çaresizlik aldı. Artık ne kadar zavallı olduğunu biliyordu. Zavallıydı çünkü kaybetmişti. Zavallıydı çünkü bizim mücadelemizi hiçbir zaman anlayamayacaktı. Acar'ı yere bıraktığımda göğsüm inip kalkıyordu. İçimdeki öfke henüz dinmemişti ama ona şimdi ne yaparsam yapayım, Birce'nin yaşadıklarının yanına bile yaklaşamazdı. Bir adım geri çekildiğimde ellerim yumruk halindeydi. İçimde yükselen duygular arasında boğuluyordum.

Sonra bir şey oldu. Ekin, hiçbir şey söylemeden hareket etti. Her şey bir anda gerçekleşti. Önce eğildi. Acar'ın yere düşen silahını aldı. Sonra doğruldu ve tetiğe bastı. Gözlerim büyüdüğünde elim istemsizce havaya kalktı,

"Ekin, hayır!" diye bağırdım. Ama iş işten geçmişti. Silah patladı.

Kurşun, havayı yırtarak Acar'ın bedenine saplandı. Acar sarsıldığında göz bebekleri büyüdü. O saniyeler içinde ölümün ne olduğunu anladı. Yavaşça geriye doğru yığıldığında ağzından bir hırıltı çıktı. Ekin, elindeki silaha bakarken ifadesizdi. Nefes almıyordu sanki, gözleri bulanıktı. Ona doğru bir adım attım ama geri çekildi.

"Ekin. Sen ne yaptın?" bir an bana döndü. Sanki ilk defa nefes aldığını o an fark etmişti. Boğazı düğümlendi ve silah parmaklarının arasından kayıp yere düştü. Sonra bir kahkaha attı. Boğuk, acı dolu, keder yüklü bir kahkahaydı. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Ama bu sevinç gözyaşı değildi. Bunun bir zafer olmadığını biliyordu. Dizlerinin bağı çözüldüğünde olduğu yere çöktü.

Ben onun yanına vardığımda hala şok içindeydi. Ona uzandım ama dokunamadım. Çünkü o an, Ekin'in tamamen kaybolduğunun farkındaydım.

 

Her ne kadar Ekin'e bayılmasak da, Acar'ı biri öldürecekse Birce'den sonra bence en çok bunu o hak etti❤️‍🩹

Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777

 

Bölüm : 24.04.2025 15:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...