
Merhaba. Bolu'da yaşanan yangından dolayı çok üzgünüm. Vefat edenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifa diliyorum.
Normalde sınır aşılmadan bölüm gelmeyecekti ama oy verip yorum yapanların hakkına girmek istemedim. Siz yine de beni yalnız bırakmayın❤️🩹
İyi okumalar🤍
ONAT AKTAN KARA
Koca üç gün. Siktiğimin yerinde, Birce olmadan geçen koca üç gün. Otuz yıllık ömrü hayatımda, her gecenin sabahı olacak diye düşünürdüm. Ta ki Birce olmadan geçen üç günün gecesinin sabahına asla erişemeyecekmişim gibi hissedince yanıldığımı anlamıştım. O gün restoranda yemek yerken Birce'nin gecikmesiyle bir sorun olduğunu anlayıp lavaboya gittiğimde, onu orada görememenin verdiği telaşı hiçbir zaman yaşamamıştım.
Aralıksız üç gündür restoranın kamera kayıtlarını izliyor, onu almaya gelen siyah arabanın plakasını öğrenmeye çalışıyorduk. Plakaya şerit bant çekilmişti. Görünmüyordu. Birce'den hiçbir şekilde haber yoktu. Bu bende her şeyi yıkıp dökme, onu kaçıran orospu çocuğunu bulunca Birce'ye dokunan ellerini ateşe verme isteği uyandırıyordu.
''Komutanım, biraz dinlenseniz mi? Üç gündür uykusuzsunuz.'' Şimal'in bunu beni düşünerek söylediğini biliyordum ama Birce ortada yokken uyuyabilecek olmamı düşünmeleri beni çileden çıkarıyordu. Derin bir nefes aldığımda kamera kayıtlarını tekrar izledim. Tekrar, tekrar, tekrar. Görünen tek şey, onu kaçıran şerefsizin sırtı ve bindiği siyah arabaydı. En sonda ise şerefsiz Birce'yi arka koltuğa doğru itiyordu. Onu bulduğumda, bana ölmek için dua edecekti.
''Kamera kayıtlarını silen kişi bulundu mu?'' bir de bu vardı. Kayıtlardan sadece arka tarafın, yani çıktıkları yerin kayıtları duruyordu. Ön taraf, hatta mekanın içindeki görüntüler bile silinmişti. Kaçıran her kimse, Birce'nin kaçırıldığını görmemizi istemişti.
''Mekan sahibi bütün çalışanlarına güvendiğini söyleyip duruyor komutanım. Herkes sorguya çekildi ama henüz ben yaptım diyen yok.'' Alperen'in sözleriyle beynimde bir şalterin attığını hissettim.
''Sikeceğim mekanı da sahibini de. Kodumun yerinde gökten biri gelip mi sildi lan bu kamera kayıtlarını?'' bakışlarım herkeste tek tek dolaştı. Bütün tim üç gündür Diyarbakır'da Birce'nin izini sürüyorduk. Hakkari'ye geri dönmemiştik.
''Yakınlardaki bütün boş depolar, araziler araştırıldı. Hiçbir iz yok komutanım.'' beni çıldırtan diğer şeylerden biri de buydu. Burada olduğundan bile emin değildik. Belki de Diyarbakır sınırları içerisinde değillerdi? Ayağa kalktım. O an kafamdaki ikinci şalterin de attığını hissettim. Önümde duran çöp kutusuna bir tekme savurdum. Şu an sinirimden çok mantığıma ihtiyacım vardı. Derin bir nefes aldım.
''Eğer bugün içinde Birce'yi bulamazsak, o Erkin'in evine gidip onu alnının çatından vuracağım. Ekin'den bir haber var mı?'' nedense olayın Erkinle alakalı olmadığını düşünüyordum. Ekin'i dün aramış ve Acarla iletişime geçmesini söylemiştim.
''Komutanım, Acar'a ulaşamadığını söylüyor.'' bakışlarım Alperen'e döndü.
''Ne bokuma yarıyor bu kız? Neden ulaşamıyormuş? Atıp tutmayı biliyordu yardım edeceğim falan. Şimdi nerde?'' diğerleri sus pus beni dinliyordu. Telefonum çalıyordu. Göz ucuyla baktığımda bilinmeyen numara yazısını görünce kaşlarımı çatmadan duramadım. Bakışlarım hemen Oğuzhan'a döndü.
''Telefonu açtığım an sinyali takip edin.'' çağrıyı yanıtladım.
''Alo.'' bir süre karşı taraftan ses gelmedi.
''Saygı değer Onat yüzbaşımla mı görüşüyorum?'' bu dalyarrak da kimdi?
''Sen kimsin?'' herkesin kulağı telefondaydı. Arkadan bir hışırtı geldi.
''Kim olduğumla bu kadar ilgilenmen son zamanlarda hoşuma gitmedi. Sana bir video attım, onu izle.'' telefon suratıma kapandı. Saniyeler sonra bir mesaj geldi. Video olduğunu gördüğümde, hemen videoyu açıp telefonu masaya koydum. Ekranda Birce'nin güzel yüzü belirdi. Yüzü, tanınmayacak haldeydi. İçimde bir şehri aleve verdiler. O şehrin içinde onunla beraber ben de yandım.
''Orospu çocuğu! Seni bulduğum yerde, geldiğin yere sokmazsam bütün memleket beni siksin!'' masaya tekme savurduğum için, telefon düşmüştü. Telefonu düzeltip izlemeye devam ettim. Birce'nin o halini görmeye içim el vermiyordu. İçim alev alev yanarken, burada oturup sadece bu videoyu izlemek zorunda kalmak beni delirtiyordu.
''Hey Birce! Yüzbaşına bir selam vermek ister misin?'' bu beni arayan kişinin sesiydi. Birce, kafasını zar zor kaldırıp kameraya baktı. O an onunla göz göze gelmişim gibi ürperdim. Yüzüne zorlandığı her halinden belli olan bir gülümseme yerleştirdi.
''Komutanım, her şey yolunda. İki tane dağ faresinden korkacak olsak, bu işi yapmazdık değil mi?'' oysa ki konuşurken bile zorlanıyordu. Ama o bir Türk askeriydi ve her ne olursa olsun düşmana gardının düştüğünü gösteremezdi. Bir yanım onunla gurur duyarken, diğer bir yanım onu bu halde görmekten dolayı içinde kendiyle büyük bir savaş veriyordu.
''Bu dağ faresi seni pek bir yıpratmışa benziyor ama.'' orospu çocuğu konuştuğunda Birce'nin çığlık atmasıyla, ne olduğunu anlamaya çalıştım.
''Komutanım, şok kemeri bağlamışlar.'' Selin'in sesiyle Birce'nin sadece yüzüne odaklandığım için fark etmediğim beline kaydı bakışlarım. Evveliyatını siktiğim ona bir şok kemeri bağlamıştı, her kumandaya bastığında böbreğine bir şok gidiyor ve Birce'ye acı veriyordu. Birce, yine de başını düşürmemek için direndi. Başardı. Bakışları kameranın yanındaki adamı buldu.
''Yüzbaşın yakın zamanda gelmezse, sanırım burada bir ceset bulacak.'' Birce yüzüne tekrardan bir gülümseme yerleştirdi. Onun için ölürdüm, onun için sorgulamadan öldürürdüm de.
''Komutanım bence senin cesetini buraya gömecek.'' yüzümde günler sonra bir gülümseme belirdi. Benim güzelim, biliyordu. O orospu çocuğunu bulduğum zaman yapacaklarımı, onu orada yalnız başına bırakmayacağımı biliyordu.
BİRCE SAĞLAM
Beş. Beşinci kez, şok kemeriyle bana elektrik veriyordu. Acar, şerefsiz karşımda dikilmiş bana hala neden bayılmadığımı sorup duruyordu. Geri zekalı, sanırım beni yanındaki tasmalı köpeklerden zannediyordu.
''E ama Birce sana prenses dedik, Seyit Onbaşı çıktın.'' kahkaha attı. Aptal, kendini komik zannediyordu. Başımı zar zor da olsa kaldırdım. Onun karşısında bayılmayacaktım. Kendimi son raddeye kadar zorlayacaktım.
''Çok boş konuşuyorsun.'' dibime kadar girdi. O pis nefesimi yüzümde hissettim. Ellerim yukarı zincirli olduğu için şu an suratına sağlam bir yumruk atamıyordum. Eliyle çenemi tuttu. Kafamı savurarak elini ittim.
''Eğer sen konuşsaydın, ben konuşmak zorunda kalmazdım.'' beni konuşturabileceğini mi düşünüyordu? Yüzündeki pis ifadeye rağmen, yüzüme sinir bozucu bir gülümseme kondurdum.
''Geri zekalı olduğunu her yerde belli ediyorsun. Benim konuşmak yerine ölmeyi tercih edeceğimi bilmiyor musun?'' yüzüne gülümseme yerleştirdi. Az önce ittirdiğim elini tekrardan yüzüme getirdi. Elmacık kemiğime dokunduğunda bekledim.
''Uğruna öleceğin vatan için, kimse kurtarmaya gelmedi mi seni biricik?'' elleri hala yüzümdeydi. O an var olan tüm gücümle ona kafa attım.
''Siktir!'' elini kaşına getirerek geri çekildi. Yüzümde keyifli bir gülümseme belirdi.
''Sence ben birileri beni kurtarsın diye bekliyor muyum aptal herif? Bu vatan uğruna ölmeyeceksek neden asker olduk?'' kaşındaki kan akmış, dudağına kadar gelmişti. Diliyle kanı yaladı. İğrençti.
''Bu hallerin git gide ilgi çekici olmaya başladı Birce. Dua et kadınlara el kaldırmıyorum.'' arkasını dönüp çıktı. Prensibini siktiğimin adamı, kadınlara el kaldırmıyormuş. Saatlerdir sadece bir tane penceresi olan bir odadaydım. Gün ışığı odaya giriyordu ama yeteri kadar aydınlatmıyordu. Sanırım bodrum kat gibi bir yerdeydim. Dışarıyı görme fırsatım olmamıştı. Beni bayıltıp direkt bu odaya atmışlardı.
Düşündüm. Aldığım eğitimleri, eğitim icabı yediğim dayakları. Ben buna alışıktım. Eskiden olsa, ölmek umurumda olmazdı. Arkamda bırakacak kimsem yoktu. Şimdi Onat vardı, Sinem'le tekrar beraberdik. Bu ikisi benim için yaşama sebebiydi. Onat kim bilir ne haldeydi? Videoyu ona izletmişler miydi? Muhtemelen beni bulamadığı her dakika deliriyordu. Aradan saatler geçtiğinde hava karardı. Birileri gelip önüme yemek bıraktı. Ama onların hiçbir şeyini yemezdim. Ellerim artık hissizleşmişti, bünyem güçsüz düşmüştü. Ne kadar dirensem de arada uyuklar gibi olup bayılma evresine geliyordum.
Tam o anlardan birinde olduğumda, bir tık sesi duydum. Anlamamıştım. Vücudum bu halde olduğu için direncim düşmüş ve gaipten sesler duymaya başladığımı düşündüm. Ama bu ses bir kere daha gelince, hemen yukarımda olan pencereden geldiğini fark ettim. Başımı zar zor yukarı kaldırdığımda camın arkasında bir karartı gördüm. Yüzünde maske olan biri bana bakıyordu. Bu da kimdi?
Elini dudaklarına götürdü ve susmamı işaret ettiğinde kaşlarım çatıldı. Bu Onat değildi. Gözleri yeşildi. Daha önce gördüğüm kimsenin gözlerine benzemiyordu. Saniyeler sonra pencerenin önünden yok oldu. Nereye gitmişti? Başım o kadar ağrıyordu ki, uzun süre kafamı dik tutamadığım için gözlerimin hedefi tekrardan zemin olmuştu.
Bir tıkırtı duyduktan sonrasını ise silah sesleri takip etti. Dışarıda biri benim için gelmişti ama buraya girebilecek miydi? Kaç kişilerdi? Dışarıda bir koruma ordusunun olduğunu tahmin etmek zor sayılmazdı. Takırtı sesleri susmadı, aksine silah sesleri katlandı.
Bayılmamak için direniyordum. Şu an olmazdı. Biri benim için gelmişti, şu an kendimde olmam gerekiyordu. Dakikalar sonra kapının bir tekmeyle açıldığını gördüm. İçeriye dışarıda gördüğüm maskeli adam girdi. Bana yaklaştı, gözlerini yakından gördüm. Yeşildi, zümrüt yeşiliydi.
O an sanki, bünyem kendini güvenli alanda olduğuna inandırmıştı ve gerisi karanlıktı.
🫧
Burnuma süt kokusu geliyordu. Neredeydim? Gözlerim yavaş yavaş açılmaya başlayınca, içinde bulunduğum durumu hatırladım. En son bir hücrede bağlıydım. Şu an ise kulübe gibi bir evdeydim. Kalkmak için dirseklerime güç verince vücudumdaki ezikler kendini hatırlattı ve inledim.
''Yavaş.'' duyduğum sesle irkildim. Bakışlarım kapının hemen yanında, yatağın ise biraz arkasında kalan tekli berjere gitti. Bu o adamdı. Beni kurtaran adam buradaydı ve yüzündeki maskesi hala yerindeydi. Canım ne kadar acısa da kendimi kalkmak için zorladım ve iki büklüm yatakta oturur vaziyete geldim.
''Sen kimsin ve burası neresi?'' bakışlarım etrafta gezdiğinde bir odada olduğumun farkındaydım. Dışarıya baktığımda ise ormanlık bir alanın içinde olduğumu görüyordum. Cevap gelmeyince bakışlarımı köşede oturan adama çevirdim. Şu an onu net olarak görebildiğim ilk andı. Hücrede gördüğümde bilincim yerinde olmadığı için çok net hatırlamıyordum.
Koltuğa sığmamasından anladığım kadarıyla uzundu. Bu havada kısa kollu giymesini garipsedim. Kolları oldukça şişkindi, kaslıydı. Yüzündeki maskeden, gözleri ve dudakları hariç başka bir yerini göremiyordum.
''Sana diyorum, duymuyor musun?'' onun da bakışları üzerimdeydi.
''Kim olduğumun önemi var mı?'' tabi ki vardı. Gözlerimi devirdim.
''Bulmaca çözecek havamda değilim. Soruma cevap ver, yoksa kalkıp gideceğim.'' pek kalkabileceğimi sanmıyordum ama ufak bir tehditten zarar gelmezdi. Derin bir nefes aldı.
''Acar ve adamlarından kaçtık ama şu an her tarafta bizi arıyorlar. İlk bulduğum kulübeye girdim. Kulübedeki adam korucu çıktığı için buradayız. Ekipten destek istedim, Acarlar gelmeden onlar gelirse şanslıyız.'' bu kadar uzun açıklama yaptığı için şaşırmıştım. Ama hala kim olduğunu söylememişti.
''Asker misin? Hangi timdesin? Kimden yardım istedin?'' gözlerini devirdi.
''Neden bu kadar çok soru soruyorsun?'' bakışlarımı gözlerinden çekmedim.
''Kim olduğunu bilmiyorum. Asker misin onu söyle?'' başını evet dercesine salladı.
''Sana neden inanayım?'' gözlerini bana dikti. Evet, sanırım onu sinirlendirmiştim.
''İnanma. Sadece birileri gelene kadar sus ve bekle.'' bu tavrı beni sinir etmişti. Ayakta olsam muhtemelen ağzının ortasına bir tane çakmıştım.
''Sen kimsin bana emir veriyorsun be? Beni kurtar diyen mi oldu sana?''
''Ya sabır.'' diyerek ayağa kalktı. Sabır çekecek ne vardı ki? Kim olduğunu bilmediğim birine şu an az bile davranıyordum.
''Dışarıya bakacağım. Şurada yiyecek bir şeyler var, atıştır. Çok imkanımız yok. Zaten gelirler birkaç saate.'' bir şey söylememe fırsat vermeden dışarıya çıktı. Bakışlarım hemen yanımdaki komodine döndü. Tepside çorba ve köy ekmeği ve su vardı. Yemekleri görünce karnımın gurultusunu duymuştum. Bu adamın kim olduğunu bilmiyordum ama iç güdülerim ona güvenmemi söylüyordu. Daha fazla düşünmek istemediğimden kenarda duran tepsiyi aldım ve çorbayı içmeye başladım. Bir kaşık çorba bile bana yaşadığımı hissettirmişti. Kaç gündür boğazımdan bir şey geçmiyordu. Gittikçe güçten düştüğümü hissediyordum. Yemekleri kısa bir sürede yedim. Tepsiyi aldığım yere koyacakken kapı açıldı ve maskeli adam tekrardan geldi. Canım yandığı için kolumu komodine zorlandım. Tam tepsi yere düşeceği sırada tepsiyi tuttu.
''Ne haldesin, dikkat etsene kendine.'' sitemine şaşırdım. Ona neydi ki benim halimden? Bakışlarım ona garip gelmiş olacak ki kendini açıklama gereği duydu.
''Yani Umut albaya seni sağ salim teslim edeceğime dair söz verdim. En azından onlar gelene kadar bir yerini kırma.'' Umut albayı tanıyordu. Asker olduğuna artık ikna olmuştum. Tim dediği de muhtemelen Pençe'ydi. Onat ve diğerleri benim için geliyordu.
''Yüzündeki maskeyle durması zor olmuyor mu? Ne bu, bir çeşit kamuflaj yöntemi falan mı?'' birden maskeyi çıkarmasını tabi ki beklemiyordum.
''Kamufle olduğum falan yok. Alışkanlık diyelim. Görevdeyken takarım. Bu odada takmamı gerektirecek bir durum yok.'' kumral saçları vardı. Kaşının hemen üstünde bir dikiş izi vardı. Muhtemelen bir görev esnasında olmuştu. Eli yüzü düzgün biriydi. Ondan negatif bir enerji almamıştım.
''Bitti mi incelemen? Birine mi benzettin beni?'' kaşları alayla havalandı. Sinir bozucu biriydi.
''Birine benzetmem mi gerekiyor seni? Tanışıyor muyuz?'' bu sefer olduğu yerde huzursuzlukla kıpırdanan o oldu. Tek kaşını kaldırdı. Onda tanıdık bir şeyler vardı.
''Tanışmıyoruz. Henüz.'' Tam ne demek istediğini soracaktım ki dış kapının açıldığını duyduk. Maskeli adam -adını bilmediğim için ona böyle hitap ediyordum- ayaklandı ve cebinden silahı çıkardı.
''Burada kal ve sakın dışarı çıkma.'' o kapıdan çıkmadan önce kapı açıldı. Kapıda Onat vardı. Gözlerimiz günler sonra birleşti. Ama bir sorun vardı. Maskeli adamın silahı Onat'a doğruluydu.
''Hey, silahı indir.'' benim söylememle bakışları önce bana, sonra Onat'a kaydı. Yakasında yazan soy ismini görünce muhtemelen kim olduğunu fark etti ve silahı indirdi. Onat hızlı adımlarla yanıma geldi ve yüzümü avuçlarının arasına aldı.
''Şükür, şükür buradasın ve iyisin Birce.'' alnıma bir öpücük kondurdu. Onu çok özlemiştim. Burnuma çarpan kokusu, tekrar ona olan özlemimi hatırlatmıştı. Şu an burada kim olup olmadığı umurumda değildi, ona kocaman sarıldım. Sırtımdaki elleri beni kendine daha çok çekti. Yaklaşık bir dakika sonra bugün duymaktan sıkıldığım o sesi duymuştum.
''Öpüşüp koklaşmanız bittiyse, dışarıda sizi bekliyorlar Onat yüzbaşı.'' Onat'ı tanıyor muydu? Onat geri çekildiğinde bakışlarımız buluştu. Ona sorgularcasına baktığımı görünce, önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Kısık bir sesle konuştu.
''Şu üç gündür kimseyi dövemedim Hırsımı bu heriften çıkarmayacağım. Senin için.'' gözlerini kapatıp sakinleşmeyi bekledi. Neden benim içindi?
''Neden benim için Onat? Ne oluyor?'' ayağa kalktığında elini bana uzattı.
''Uzun uzun konuşacağız yavrum. Hadi, çıkalım artık şuradan.'' bakışlarım kapıya kaydığında maskeli adamın odadan çıktığını görmüştüm.
''Yürüyebilir misin? Kucağıma alayım mı seni?'' hızlıca başımı salladım. Bunu istemiyordum. Kendim kalkıp yürümek istiyordum. Ayağa ilk kalktığımda gözüm karardı ve olduğum yerde yalpaladım. Onat kolumdan tutup dengede durmamı sağlamıştı. O sırada maskeli adamın da bana doğru yöneldiğini ama Onat'ın tutmasıyla durduğunu fark ettim. Ama anın etkisiyle çok üstünde durmadım.
''Güzelim, kötüysen üsteleme alayım kucağıma?'' inatla başımı salladım. İstemiyordum. Birkaç adım attığımda vücudumdaki ezikler her adımda bana kendini tekrardan hatırlatıyordu ama bununla baş edebilirdim. Kulübenin dışına çıktığımda bütün timin orda olduğunu görmüştüm.
''Komutanım!'' Selin'in sesiyle hepsinin bakışları bana dönmüştü. Bana doğru ilerlemeye başladılar.
''İyi misiniz?'' Oğuzhan endişeli bir şekilde bana bakıyordu. İyi olup olmadığıma emin olmak istiyordu. Yüzüme, yüzümdeki morlukların el verdiği kadarıyla gülümseme yerleştirdim.
''İyiyim. Sağ olun.'' oysa ki Onat'ın sırtımda beni destekleyecek eli olmasa, yıkılacak gibi hissediyordum.
''Hadi, araca geçin. Birce çok ayakta durmasın.'' Onat'ta tabi ki bunun farkındaydı.
''Etraf temiz komutanım.''
''Tamam. Araca geçiyoruz. Önce bir hastaneye uğruyoruz, duruma göre bakacağız. Aybars, albaya da haber ver.''
''Emredersiniz komutanım.'' Aybars Onat'ı onayladıktan sonra araca doğru ilerlemeye başladık. İki araba gelmişlerdi. Hep birlikte hastaneye gitmemiz dikkat çekecekti. Onat'ta bunun farkındaydı.
''Biz hastaneye geçelim. Siz direkt Hakkari'ye yola çıkın. Burada durup oyalanmanın bir manası yok.'' Alperen hemen yanımızda olduğu için ona söylemişti. Şu an arabada olan ben, maskeli adam ve Oğuzhan vardı. Diğerleri Hakkari için yola çıkacaktı. Şoför koltuğundaki Oğuzhan arabayı çalıştırdığında bakışlarım maskeli adama kaydı. Sonra Onat'a baktım. Bu adam neden Hakkari'ye dönmüyordu? Neden bizimle geliyordu?
''Bu maskeli herif neden bizimle?'' Onat tam bir şey diyeceği sırada, maskeli ona fırsat vermedi.
''Benim bir ismim var.'' gözlerimi devirerek ona baktığımda yüzüme sinir bozucu bir gülümseme yerleştirdim.
''Kaç kere sorduk, cevap vermedin.'' bu sefer benim yüzümdeki gülümsemenin aynısı, onun yüzünde peydahlandı. Ondaki tanıdıklık hissi arttığında içimin ürperdiğini hissettim.
''Adımı sormadın, kim olduğumu sordun. İsmim Bartuğ.'' yüzündeki gülümseme anında soldu. Tam ona cevap vereceğim sırada araya Onat girdi.
''Yeter bu kadar. Açıklayacağız her şeyi. Şimdi yat dinlen, önceliğin bir kendin olsun yavrum.'' Onat'ın söylediklerine açıkçası halim olmadığı için cevap vermedim. Koltukta, onun göğsüne yatmıştım. Bartuğ denen adam öndeydi. Ara ara dikiz aynasından bana baktığını hissediyordum. Oğuzhan arabayı durdurunca geldiğimizi anlamıştım. Onat önden indi ve birden bacaklarımdan beni kavrayıp kucağına alınca ağzımdan çıkan çığlığa engel olamadım. Kulağıma eğildi.
''Zor yürüdüğünün farkındayım. O yüzden lütfen daha fazla ısrar etme.'' etmedim. Onat benimle birlikte önden ilerliyordu, Oğuzhan ve adının henüz yeni Bartuğ olduğunu öğrendiğim maskeli arkadan geliyordu. Onat, danışmadakilere kısaca durumumdan bahsettikten sonra beni müşahede odasına aldılar. Kapıdan içeri girdiğimizde tam arkamızdan Bartuğ'da girecekti ki Onat ona döndü.
''Yeter. Yerinde dur.'' deyip suratına pat diye kapıyı kapattı. Tanışıyorlardı, bunu anlamıştım ama nereden tanıştıklarını bilmiyordum. Tam Onat'a dönüp nereden tanıştıklarını soracağım esnada içeri doktor girdi.
''Merhaba, geçmiş olsun.'' sedyenin üzerindeydim. Başımı usulca salladım.
''Teşekkür ederim.'' asker olduğumuz için genelde bu tarz durumlarda, doktorlar halkın içinde değil de özel odalarda müdahalede bulunuyorlardı.
''Neler yaşadın anlatır mısın?'' ben doktora anlatmaya başladığımda, Onat köşeden beni izliyordu. Vücudumda gördüğü her bir ezikle derin nefesler aldığının farkındaydım. Özellikle karın bölgemde morarmalar oldukça fazlaydı.
''Vücut direnciniz oldukça düşmüş. Size bir vitamin takviyesi yapalım. Ayrıca ezikler içinde şu an sürdüğüm ağrı kesici kremler sizi biraz rahatlatacaktır. Siz de evde düzenli sürerseniz, bir hafta içinde etki gösterecektir. Geçmiş olsun.'' doktor odadan çıkmış, hemen arkasından ise serumu takmak için hemşire girmişti. Hemşire de işini hallettikten sonra, sonunda Onat'la baş başaydık. Hemen yatağın yanındaki sandalyeye oturdu. Elleri, ellerimi buldu.
''Beni ne kadar korkuttun bilemezsin, ceylanım.'' yüzümde buruk bir gülümseme belirdi. Ceylanım demesi hoşuma gitmişti.
''Ceylanın mıyım sahiden?'' kaşları hayretle havalandı ve elimin üzerine bir öpücük bıraktı.
''Ceylanımsın tabi.'' bakışlarımız birbirindeydi.
''Korkacak bir şey yoktu. Bana bir şey yapmayacaklarını en başından beri biliyordum. Amaçları göz korkutmaktı.'' bakışları sertleşti.
''Siktiğimin pezevengi. Onu bulduğum yerde lime lime edeceğim. Bir şey söyledi mi sana? Konuştu mu seninle?'' başımı iki yana salladım.
''Hayır. Sadece, bana içerideki hainin kim olduğunu sordu. Ekin'i fark etmişler ama o olduğunu bilmiyorlar. Söylemediğim içinde bu hale geldim.'' ben gülmüştüm ama onun bakışları oldukça sertti. Eğildi ve alnıma usulca bir öpücük bıraktı.
''O Acar piçini gördüğüm yerde öldürmekten beter hale getireceğim. Ama şimdi başka bir sorunumuz var.'' sandalyeye geri oturduğunda bakışlarım onu buldu, kaşlarım çatıldı.
'' Bartuğ.'' bir şey vardı. Evet, bu adamda bir şey vardı ve sonunda Onat bunu bana söylemeye karar vermişti.
''Dinliyorum.'' derin bir nefes aldı.
''Benim de henüz bunu yeni öğrendiğimi bilmeni istiyorum. Senden hiçbir şey gizlemediğimi biliyorsun. Ama bunu onun söylemesi daha doğru olur.'' yattığım yerde oturur vaziyete geçtim.
''Ne oluyor Onat?'' o sırada kapı çaldı. Bartuğ, bizi hissetmiş gibi başını kapıdan içeri uzattı.
''Girebilir miyim?'' başımı usulca salladım. Hemen yatağın karşısında duran refakatçi koltuğuna oturmuştu. Bakışları önce beni, sonra yanımdaki Onat'ı buldu.
''Sen çıksana.'' Onat'a söylüyordu. Ne münasebetti? Onat tam cevap verecekken ondan önce davrandım.
''Ne münasebet? O şu an olması gereken yerde. Anlatır mısınız artık ne oluyor?'' bakışlarım Onat'a kaydığında yüzünde sinir bozucu bir gülümseme olduğunu gördüm. Hayret ettim. Resmen Bartuğ'la inatlaşıyorlardı.
''Nasılsın, daha iyi misin?'' Bartuğ'un sorusuyla bakışlarım tekrardan onu buldu.
''İyiyim sağ ol. Ama artık biraz daha anlatmazsanız çıldıracağım.'' Bartuğ olduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. Bakışları yanımdaki Onat'ı bulduktan sonra bana baktı.
''Yüzbaşı Bartuğ Sağlam.'' bakışlarım gözlerinde takılı kaldı. Sağlam? Soy isimlerimiz aynıydı. Ne oluyordu?
''Soy isimler, bir dakika ne oluyor şu an?'' anlatacağı şeyin onu huzursuz ettiğini anlamak zor değildi. Sürekli yerinde kıpırdanıp duruyordu. Koca adamın karşımda böyle eğilip büzülmesi benim daha çok sinirimi bozuyordu.
''Birce, ben senin abinim.'' O an bir şey oldu. Sanki ayaktaydım ve zemin ayağımda kaymıştı. Nefesimin sıkıştığını hissettim. Ellerim göğsüme gittiğinde etraftaki bütün sesler buğulaştı.
''Doktor, doktor çağır. Birce!? Güzelim, nefes al.'' derin derin nefes aldım. Onat'a bakışlarımı döndürdüm.
''Doktora gerek yok.'' zar zor söylediğim cümleyle Bartuğ kapıdan çıkmak üzereyken yanıma geldi.
''Emin misin? Birce, panik atak mı geçiriyorsun?'' bir şey geçirmiyordum. Alt tarafı kodumun yerinde 27 yaşından sonra abim olduğunu öğreniyordum. Onat'ın verdiği suyu içtikten sonra biraz kendime geldiğimi hissetmiştim. Bir an önce şu gerçeklerin konuşulması gerekiyordu.
''İyiyim, iyiyim tamam. Anlık şokun etkisiyle oldu. Geçin anlatın artık şunu lütfen.''
''Yavrum, iyi değilsen sonra konuşabiliriz.'' Onat'ın sözleriyle hızlıca başımı salladım.
''Hayır, şimdi.'' Onat sandalyeye, Bartuğ ise karşımdaki koltuğa oturdu.
''Ne abisi? Ne diyorsun? Düzgünce anlat şunu.'' Bartuğ duruşunu dikleştirdi.
''Bundan seneler önce, ailelerimiz ikimizi de farklı yetimhanelere bıraktı.'' beynimden vurulmuşa döndüm. Beni bırakmışlardı, bir de yetmemişti abimi de mi bırakmışlardı? Bizden bu kadar nefret mi etmişlerdi?
''Sen yetimhaneye bırakıldığında 2, ben ise 5 yaşındaydım. Senin bir şey hatırlamaman gayet normal. Ama ben seni hiç unutmadım.'' gözlerimin dolduğunu hissettim. Allah kahretsin, göğsümden boğazıma doğru bir ateşin yayıldığını hissediyordum. Neler oluyordu? Seneler sonra neler öğreniyordum.
''Nereden buldun beni?'' neredeyse 25 sene sonra beni nasıl bulmuştu?
''Ben seni akademiye girdiğin günden beri takip ediyorum.'' nefesimin tekrardan sıkıştığını hissettim.
''Nasıl? Neden bunca zaman bekledin?'' o an gözyaşlarıma engel olamadığımın farkındaydım. Onat'ın elimi tuttuğunu hissettim. Ona bakamadım.
''Uzun süreli görevdeydim. Görev beş sene sürdü. Ondan sonra, tam sana ulaşacağım zaman ağır yaralandım.'' Allah'ım, bir abim vardı ve yıllardır farkında olmadan aynı şeyleri sırtlanmıştık. Ağlamama engel olamıyordum, hıçkırıklarıma engel olamıyordum. Onat'ın tekrardan uzattığı suyu içtiğimde derin bir nefes aldım.
''Dur, Allah aşkına bir saniye. En baştan anlat. Beni ilk nasıl buldun?'' koca ülkede nasıl bulmuştu beni? Nasıl böyle bir şey mümkündü. Bakışları önündeydi. Ellerini dizlerine dayamış, dizlerini sallıyordu. Yüzünde buruk bir gülümseme belirdi.
''Ben akademiden mezun olup göreve başladığımda senin akademiye yeni başladığın dönemlerdi. Akademideki Binbaşı Güvenç Karaca'yı hatırlıyor musun?'' hafızamı zorladım. Hatırladım, Güvenç komutanım .ok babacan adamdı, her zaman bir komutandan ziyade bize abi gibi davranırdı. Gözlerimden akan yaşlara engel olamadan başımı salladım.
''O benim evlatlık olduğumu ve öz kardeşimi aradığımı biliyordu. Yıllar sonra, sen gelince akademiye beni aradı. Dedi Bartuğ bak burada böyle biri var, o da zamanında yurda verilmiş. Soy ismi Sağlam. Sen yine umutlanma koçum ama bir bakalım istersen, dediğinde içimde yeşeren umutları sana anlatamam Birce.'' bakışları beni buldu. Gözleri buğulandığında bu beni daha çok kahretti. Daha çok ağlamaya başladım.
''Seni umutlandırmak istemedik. O yüzden senden habersiz, saç telinden bir örnek alıp DNA testi yaptırdık.'' normal şartlarda neden böyle bir şey yaptınız diye yaygara çıkaracağım olay, şu an gözüme bile batmamıştı. Başımı salladığımda onu dinlediğimi belli ettim.
''DNA'larımız uyumluydu, kardeşimdin Birce.'' derin bir nefes aldı. Soluklanma ihtiyacı hissetti ve anlatmaya başladı.
''Tam sana ulaşacağım sırada, Güvenç komutanım engel oldu. Dedi en azından zorunlu görevine git gel. Gidip dönememek var. Kız kardeşin abisini yeni bulmuşken kaybetmesin. Haklıydı.'' bu gerçek beni tekrardan kahretti. Bizim için hayat bu kadardı işte. Gidip de dönememek vardı. Son kez görüp bunu bilememek vardı.
''Görevden döndükten sonra, Diyarbakır'a geleceğim sırada trafik kazası geçirdim. Yaşamaz demişler benim için ama bak buradayım.'' yüzünde buruk bir gülümseme vardı. Onun yüzündeki o burukluk, beni daha çok ağlattı.
''Yıllar sonra, karşına bu şekilde çıkmak istemiyordum. Ama kaçırıldığını duyunca dayanamadım. Özel izin aldım ve buradayım.'' Yıllar boyunca eksikliğini duyduğum tek şey buydu. Aile kavramı. Her ne yaparsam yapayım, kendi ailemi kursam da bu eksikliği gideremeyecekmişim gibi hissediyordum. Şimdi ise karşımdaydı. Hayattaki tek ailem karşımdaydı.
''Sana sarılabilir miyim?'' böyle bir soru beklemiyordu. Bakışlarındaki yumuşamayı fark ettim. Ona sarılmak, onun varlığını hissetmek istiyordum.
''Tabi. Tabi güzelim benim.'' Onat o an elimi bıraktığında bana baktı.
''Ben dışardayım ceylanım. Bir şey olursa seslen, olur mu?'' başımı salladım. Bizi yalnız bırakmak istiyordu. Bartuğ, ne ara olmuştu bilmiyordum ama Onat'ın da güvenini kazanmıştı. Kapının kapanmasıyla Onat'ın çıktığını fark etmiştim. Dalmıştım. Bartuğ yani abim yatağın kenarına oturdu. Ben de oturur pozisyona geçmiştim. Kollarını bana doğru açınca, yıllardır bu anı beklediğimden habersiz ona sığındım. Ona sarılmamla ağlamam şiddetlendi. Çenesi, başımın hemen üzerindeydi. Bu anı hiçbir zaman hayal etmemiştim. Çünkü imkansız olduğuna kendimi o kadar inandırmıştım ki, sanki ömrüm boyunca kimsesiz ölecekmişim gibi hissederdim.
''Bu anı ne kadar düşlediğimi bilemezsin Birce. Tıpkı annem gibi kokuyorsun.'' son söylediği cümleyle hıçkırarak ağlamaya başladım. Bu, yıllar sonra belki de ailem için ilk defa bu kadar şiddetli ağlamamdı.
Belki saatlerce ağladım, abim bana dur demedi. Aksine, bundan önceki yılların acısını çıkarır gibi, burada olduğunu hatırlatacak şekilde sadece saçımı okşadı.
🫧
Hastaneden çıkıp eve gelmemin üzerinden üç gün geçmişti. Üç gün boyunca sadece yatmıştım. Bu süre zarfında Bartuğ her zaman yanımdaydı. Umut albay kesinlikle bir hafta yatmamı emretmişti. Ne kadar diretsem de vücudumdaki ağrıların geçmesinin kolay olmayacağının farkındaydım.
Sürekli uyku halinde olduğum için Onat ve Bartuğ'la henüz konuşma fırsatımız olmamıştı. Ama bugün diğer günlere nazaran iyi hissediyordum. Onat'a akşam bize gelmesini söyleyen bir mesaj attıktan sonra, yattığım yerden kalktım. Mutfaktan tıkırtı sesleri geliyordu.
Bartuğ'a karşı baştaki tavrım gayet sıcakkanlıydı. O an, anın etkisinde olduğum için sarılıp saatlerce ağlamıştım. Ama üç gündür pek yüzüne bakamıyordum. İçimde ona karşı adlandıramadığım bir kırgınlıkta mevcuttu. Sanki onsuz geçen her günün, ömrümden eksilen sancılı bir güne eş değer olduğunu düşünüyordum. Ama artık onunla yüzleşmem gerektiğinin farkındaydım. Odamdan usulca çıktığımda, adımlarım mutfağı buldu. Arkası dönüktü ve yine tepsiye benim için bir şeyler hazırlıyordu. Odamdan çok çıkmadığım için yemeği de genelde tepside bana getiriyordu.
''Bugün masada mı yesek?'' sorumla beraber elindeki bıçak durdu ve bakışlarını bana döndürdü. Yüzündeki şaşkınlık gözle görülür bir şekildeydi. Ama hemen kendini toparlayıp yüzüne bir gülümseme yerleştirdi.
''Günaydın. Nasıl istersen.'' benim için hazırladıklarını masaya dizmeye başladığında, ben de ona yardımcı olmak için buzdolabından kahvaltılıkları çıkarmaya başladım.
''Hey, senin yatıp dinlenmen gerekiyor. Bırak şunları, ben yerleştiririm.'' vücudumdaki ezikler her eğildiğimde kendini hatırlatmaktan tabi ki çekinmiyordu. Söylediklerine fazla direnmeden mutfak masasının önündeki sandalyeyi çekip oturdum.
''Mutfakta oldukça hızlısın.'' gözümden kaçmamıştı. Ve dürüst olmak gerekirse eli de oldukça lezzetliydi. Omzunu silkti.
''Yıllarca tek yaşayınca böyle oluyor sanırım.'' evet, o da benim gibi tek başınaydı. Bu gerçeklik her yüzüme vurduğunda, içimdeki sızıyı hissediyordum. En son çayları da koyduktan sonra karşıma geçip oturdu. Bu kimin için basit bir sabah kahvaltısı olabilirdi. Ama benim gözlerimin dolmasına engel olamadığım bir andı. Bartuğ'a belli etmemeye çalıştım.
'' Eline sağlık, her şey mükemmel duruyor.'' ama tabi ki pürüzlü çıkan sesimle bunu anlamaması mümkün değildi. Bakışlarının ben de olduğunu hissediyordum. Ama ben ona bakmamak için direniyordum.
''Afiyet olsun. İyisin değil mi? Durum iyiye gidiyor?'' aslında sormak istediğinin durumumdan ziyade şu anki ruh halim olduğunun farkındaydım. Çünkü gözlerimin dolduğunu fark etmişti. Başımı kaldırdığımda göz göze geldik.
''İyiyim. Teşekkür ederim yanımda olduğun için. Bu yaptıkların benim için çok kıymetli.'' yüzünde buruk bir tebessüm belirdi.
''Ne teşekkürü Birce. Keşke daha önce bunları yapma imkanım olsaydı. Hayat, keşke bu kadar geç karşılaşmamıza sebep olmasaydı.'' derin bir nefes aldığında gözlerindeki mahcubiyeti görebiliyordum. Farkındaydım.
''Annem ve babam hayatta mı?'' bu ne şu an benim sormayı beklediğim bir soruydu ne de onun. Ağzına getirdiği fincan durdu. O annemle babamı hatırlıyordu. Bizi neden yetimhaneye bıraktıklarını biliyordu. Benim açımdan daha şanslıydı.
''Bunları konuşmak için zamanımız var. Sen önce iyileşmene bak.'' başımı hızlıca yana salladım.
''Hayır, lütfen. Yıllar sonra çıkıp geldin. Bunları artık öğrenmenin hakkım olduğunu düşünüyorum.'' bir süre gözlerime baktı. Sonra usulca başını salladı.
''Sen doğduğunda ben 3 yaşındaydım. 3 yaşını bir insan hatırlar mı diye sorma, seni ilk benimle tanıştırdıkları vakti hatırlıyorum Birce. O kokun, yıllar geçse de burnumdan gitmedi. O kadar güzel kokuyordun ki.'' başını eğdi ve gülümsedi. Benziyorduk. Bu benzerliği başta fark edemesem de Sinem'in ''Gülüşünüz birebir aynı Birce.'' demesiyle dikkat etmiştim. Şu an ise görmemle tekrar farkına varmıştım. Kafasını kaldırdığında bakışları beni buldu.
''Sen iki, ben beş yaşındayken babam vefat etti.'' bunu bekliyordum ama onun ağzından duymak beni üzmüştü. Neden bilmiyordum, içimde bir şeyler devrilmişti. Tekrardan derin bir nefes aldı. Söylemek isteyip söyleyemediği şeyler vardı. Farkındaydım.
''Annemin bir rahatsızlığı vardı Birce. Bizi o bırakmak istemedi, devlet bizi aldı.''içime bir titreme yayıldığını hissettim. Bu ne demek oluyordu?
''Ne rahatsızlığı?'' ellerimin titrediğini, o masada duran elimi tutana kadar farkında değildim.
''Sakin ol. Kötü bir şey yok, annem yaşıyor.'' son söylediği şeyin, beni bu kadar mutlu edeceğini tahmin edemezdim. Yıllar boyunca kendimi, onların beni bırakıp gittiğine o kadar inandırmıştım ki bir yanım nedense onlara karşı öfkeliydi. Olayların bu şekilde olması kendime öfkelenmeme sebep olmuştu.
''Birce, güzelim ağlama. Hadi ama.'' ağladığımı bile farkında değildim. Abimin elleri sımsıkı ellerimdeydi. Hayatım boyunca sadece birkaç gündür hayatımda olan bir insanın bana bu kadar iyi hissettirmesi normal miydi? Abi sevgisi böyle bir şey miydi? Usulca başımı salladım. Elimi, onun masadaki elinin üstüne koydum. O da bunca yıl bir kardeş sevgisine açtı. Bunu onun nasıl hissettirdiğini bilmiyordu. Bakışlarındaki mutluluğu gördüm. Yüzüme belki de hayatımdaki en sahici tebessümlerden birini gerçekleştirdim. Ağlarken güldüğüm nadir anlardan birindeydim.
''Annem nerede peki?'' bu sorunun cevabına henüz hazır mıydım onu bile bilmiyordum.
''Anneme şizofren teşhisi kondu. Ve hastalığı oldukça ileri boyutta. Şu an kimseyi tanımıyor. Babamın ölümünün bunu tetiklediğini söylüyor doktorlar. İstanbul'da hastanede.'' vicdanım o kadar derinden sızladı ki bir daha kendimden nefret ettim. Göz yaşlarım hızlandı.
''Ben, ben o kadar üzgünüm ki. Yıllar boyunca onları suçladım. Bir çocuk doğuruyorlarsa, neden bakamıyorlar diye onları suçladım. Her zaman istenmeyen taraf olduğuma inandım.'' ellerimi çekip yüzüme yasladığımda hıçkırarak ağlamaya başladım. Bu benim ailem konusunda ilk kabullenişim oldu. Bartuğ sandalyesini hemen yanıma çekti ve beni göğsüne yasladı. Bir abinin göğsüne yaslanmak, onun varlığını hissetmek ağlamamı şiddetlendirdi. Başıma ufak bir öpücük kondurdu.
''Belki bundan önceki yaşlarında yanında değildim. Çoğu başarına, mutsuzluğuna, hiçbir anına şahit olamadım. Ama bundan sonra, ömrüm yettiği sürece, nefes aldığım her sürede senin yanındayım kardeşim. Sen şu hayatın bana geç de olsa verdiği en güzel hediyesin. İyi ki varsın.'' Benim o gün kendimi sahipsiz hissetmediğim, aslında bir aileye sahip olduğumu hissettiğim ilk gündü.
Ben artık bu hayatta yalnız değildim. Artık her şeyi tek başıma sırtlanmak zorunda değildim. Hayat yirmi yedi yaşımdan sonra bana gülmüştü.
Yorum satırı❤️🩹
Instagram/Twıtter/Tıktok:monsoleil777
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.67k Okunma |
3.75k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |