26. Bölüm

BÖLÜM YİRMİ BEŞ

monsoleil016
monsoleil016

Arkadaşlar selam! Söz verdiğim gibi bu hafta iki bölümle geldim size🤍 Her bölümü neredeyse bin kişi okuyor ama yorum yapıp, oy veren kişi sayısı çok az :( Sınır koymayı hiç istemiyorum ama her hafta sizin için buradaysam, bunun karşılığının bu olmadığını düşünüyorum🤍

Şimdilik diğer bölüm için 400 oy, 200 yorum diyelim mi? 🤍 Sizin bu sınırı geçeceğinize inancım taam🤍 Ne kadar hızlı sınır geçilirse bölüm her hafta gelmeye devam eder🤍

İyi okumalar🤍

 

Bu tarz posterleri sürekli görmek istiyorsanız, instagramıma davetlisiniz🤍

Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil016

                                                                                                  

                                                                                       🫧

                                                                                      🫧

Hayatta en haz etmediğim şeylerden biri yarım kalmaktı. Her anlamda. Bir işi yapıyorsam, onu bitirmeden başından kalkmazdım. Bir duyguyu yaşıyorsam, onu dibine kadar yaşardım. Kısacası yarım kalmışlığı, hayatımın hiçbir yerinde sevmezdim.

Canım arkadaşım Sinem'in, Onat'la gecemizi mahvetmesinin üzerinden iki gün geçmiş, şu an hep birlikte Oğuzhan'ın kardeşinin düğününe gidiyorduk. O gece onu sinirden dövmemek için kafamda sürekli onu ne kadar sevdiğimi kendime hatırlatıp durmuştum. Bu işin tabi ki şakasıydı. Benim için ne kadar endişelendiğinin farkındaydım ama her zaman olduğu gibi yine zamanlaması yanlıştı.

''Diyarbakır'a gitmişken bir sofra kurmadan dönmek olmaz şimdi.'' Alperen'in sesiyle bakışlarım dikiz aynasından ona döndü. Alperen, Onat, Selin aynı arabada gidiyorduk. Aybars, Şimal ve Yiğit arkadaki arabayla bizi takip ediyorlardı. Şimal, Aybars'la aynı arabaya binmemek için çok direnmişti ama en son Onat'ın emri üzerine sorgulamadan binmişti.

''E tabi oraya gitmişken bir şeyler yemek lazım. Birce, sen orada görev yaptın bilirsin. Neleri meşhur?'' evet, en son görev yerim Diyarbakır olduğu için bu konuya oldukça aşinaydım. Ve açıkçası ne yalan söyleyeyim oraya gittiğim için şu an heyecanlıydım. Gitmişken eski karargahıma uğrayacak, Ertuğ albayımı ve eski iş arkadaşlarımı mutlaka görecektim. Bakışlarım Onat'ın sorusuyla ona döndü.

''Çoğu et yemekleri. Ciğer, kebap, mumbar dolması vs. Etle arası olmayanların çok yiyebileceği şeyler yok komutanım.'' oysa ki Onat'ın etle arasının iyi olduğunu çok iyi biliyordum. Utanmasa çiğ çiğ et yerdi.

''Neyse ki hepimiz et seviyoruz. Düşünsenize ya sadece otla beslenseydik? İnek miyiz biz?'' o sırada bir şaplak sesi duydum. Bakışlarım dikiz aynasına kaydığında, Selin'in Alperen'in kafasına bir şaplak attığını fark etmemle yüzümde büyük bir gülümseme oluştu. Hak etmişti.

''Ben sadece otla besleniyorum? Oradan bakınca ineğe benzer bir halim mi var Alperen?'' Selin'in vejetaryen olduğunu biliyordum. Ama Alperen'in bundan haberi olmadığı için yine zevzek zevzek konuşmuştu.

''Ya Selin, sen de her fırsatta geçiriyorsun be kızım. Ben öyle demek mi istedim? Sor bakayım, istedim mi?'' Selin dümdüz bir yüz ifadesiyle Alperen'in yüzüne bakmaya devam etti.

''Bu sefer hak ettin Alperen. İnsanları yeme biçimine göre kategorize etmek hoş bir davranış mı?'' kollarını göğsünde bağladı. Bazen küçük bir çocuk gibi davranıyordu.

''Özür dilerim.'' hiçbir şey demeden yol boyunca kolları bağlı o şekilde oturdu. İnanılmaz bir adamdı. Yaklaşık beş saatin sonunda Diyarbakır'a gelmiştik. Araba ilerledikçe, Diyarbakır'ın tanıdık sokaklarında dolaştıkça burayı özlediğimi fark etmiştim. Kendimi hiçbir yere uzun zamandır ait hissedemiyordum ama burası uzun süreli görev yaptığım nadir yerlerdendi.

''Direkt salona mı geçiyoruz ? Yoksa eve uğrayacak mıyız?'' tabi Onat düğünün konağın avlusunda olacağını bilmiyordu.

''Düğün konağın avlusunda olacak komutanım.'' tamam dercesine başını salladı ve araç ilerlemeye devam etti. Telefondan Oğuzhan'ın attığı konumu açıp, Onat'a uzattım.

''Bu Oğuzhanlar aşiret falan mı?'' Selin'in neden böyle bir soru sorduğunu anlamamıştım.

''Ne alaka bacım?'' Alperen'in bu yersiz çıkışları beni güldürüyordu. Dikiz aynasından Selin'in Alperen'i koluyla dürtüp camdan dışarıyı gösterdiğini gördüm. Benim de bakışlarım dışarı kayınca ağzımın beş karış açılmasına engel olamadım.

''Biri bana bu araba ve insan trafiğinin düğün için olmadığını söylesin.'' ama sanırım düğün içindi.

''Konuma bakarsak eve geldik sayılır, ileride zılgıt çeken insanları da sayarsak sanırım evet. Bu trafik düğün için.''

''Oysa ki bana hiç aşiret olduklarından bahsetmemişti Ogi, üzümlü kekim.'' hiçbirimiz Alperen'in dediğine cevap bile verememiştik. Çünkü bu trafik bitecek gibi durmuyordu. İnanılmaz bir trafik vardı.

''Bence inip yürüyelim. Zaten yedi yüz metre gösteriyor.'' Onat'a katılıyordum.

''Bence de. '' Onat arabayı kenarda bulduğu ilk boşluğa park etmişti. Hemen arkamızdaki Aybarslarda arabalarını şans eseri bizim yanımızda açılan yere park etmişlerdi. Yol uzun olduğu için hepimiz kıyafetlerini bagaja koymuş, burada giyeriz diye düşünmüştük. Bagajdan eşyalarımızı aldıktan sonra hep birlikte konağa doğru ilerlemeye başladık. Etraf şenlik alanı gibiydi. Bir tarafta zılgıtlar çekiliyor, diğer tarafta ise halaylar çekiliyordu. Ben uzun süre burada görev yaptığım için alışıktım ama diğerleri bir tık bu şenliği garipsiyor olabilirdi.

''Komutanım, ne güzel eğleniyor insanlar ya.'' Yanımda yürüyen Şimal'i fark ettiğimde bakışlarım ona kaydı.

''Nasıldı araba yolculuğu?'' bakışları hemen önümüzde yürüyen Onat ve Aybars'a kaydı. Gözlerini devirdi.

''Dört saat zorla kendimi uyuttum. Diğer bir saatte ise Aybars'ın yalanlar serisini dinledim.'' gülümsedim. Belki biraz Aybars'a haksızlık ediyor olabilirdi ama onu konuşmanın yeri burası olmadığı için sustum.

''Yani bu çocuk bu kadar zengin olduğunu bana neden söylemedi. Hayretler içindeyim şu an.'' bakışlarım hemen yanımızdaki Alperen'e döndüğünde bir yere baktığını gördüm. Bakışlarımı baktığı yere çevirince konağa geldiğimizi fark ettim. Diyarbakır da belli kesimlerde böyle konaklar bulunurdu. Kapının önünde tahmini 15-16 yaşlarında bir erkek çocuğu bizi görünce koşarak yanımıza geldi.

''Selamın aleyküm abilerim, ablalarım. Siz Oğuzhan abimin arkadaşlarısınız galiba. Sizi bekliyorduk bizde.'' üstündeki yöresel kıyafetleriyle tatlı duruyordu.

''Aleyküm selam.'' Onat'ın selam vermesiyle hepimiz çocuğun peşine takılmıştık. O kadar çok kalabalıktı ki birbirimizden ayrılsak, asla birbirimizi bir daha bulamayacakmışım gibi hissediyordum. Kalabalıkta tanıdık bir sima dikkatimi çekti. Oğuzhan gülen yüzüyle bize doğru ilerliyordu.

''Komutanım!'' onun sesini duymamızla hepimiz durmuştuk. Hepimiz yüzümüzdeki gülümsemeyle ona bakıyorduk.

''Hoş geldiniz. Çok mutlu ettiniz beni. Buyurun, içeri geçin. Sofra hazır, sizi bekliyor.'' Onat, Oğuzhan'ın omzunu sıvazladı.

''Hoş bulduk Oğuzhan. Sofra falan zahmet etmeseydiniz keşke. İşiniz başınızdan aşkın zaten.'' Oğuzhan bakışlarını yüzümüzde dolaştırdı. Bakışları bana deyince yüzündeki gülümseme daha da büyüdü.

''Estağfurullah komutanım. Ne zahmeti, hepinizin ayrı ayrı başımın üstünde yeri var. Hadi geçelim.'' ilerlemeye başladığında hepimiz peşinden ilerledik. Bize hazırlanmamız ve rahat etmemiz için büyük konağın yanındaki, 3+1 olan küçük sayılmayacak ama onlar için küçük sayılan bir ev vermişlerdi. Bu evin bile avlusu vardı. Havalar yavaştan sıcaklaştığı için masayı da avluya kurmuşlardı. Evin avlusuna çıktığımızda sofrayı kuran yardımcılar dikkatimi çekti. Yardımcıların başındaki bir kadın ise:

''Onu şuraya koy annem. Evladımın görev arkadaşları geliyor, onları en iyi şekilde ağırlamalıyız cane. Hadi, yavrularım benim.'' dediğinde onun Oğuzhan'ın annesi olduğunu anlamıştım. Yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım.

''Anne.'' Oğuzhan'ın seslenmesiyle teyze bize döndü. Yüzündeki telaşın yerini birden kocaman bir gülümseme aldı.

''Hiiih! Evlatlarım gelmiş benim.'' demesiyle bize doğru yürümesi bir oldu. Boyu kısaydı. Ve hafif kilosu vardı. O kadar tatlı bir kadındı ki, pozitif enerjisini uzaktan hissedebiliyordunuz.

''Merhaba efendim.'' Onat'ın kendinden büyük insanlara karşı bu efendi tavrı da her zaman dikkatimi çekmişti. Teyze, elini Onat'a uzatınca Oğuzhan tam bir şey diyeceği sırada Onat onu eliyle susturdu ve teyzenin elini öptü.

''Ben Yüzbaşı Onat Aktan Kara.'' Teyzenin gözlerindeki gururu görebiliyordunuz.

''Memnun oldum evladım. Ben de Hidayet. He bu Oğuzhan'ın annesiyim.'' hepimiz tek tek Hidayet teyzenin elini öptükten sonra bizim için ayrılan masaya geçmiştik. Hidayet teyze sofranın başına, onun hemen çaprazına ise Onat oturmuştu.

''Nasılsınız çocuklar? Yol nasıl geçti?'' bu sefer söze atılan Aybarstı.

''İyiydi Hidayet teyze çok sağ ol. Sen nasılsın?'' bakışları önce Oğuzhan'ı buldu. Sonra her birimize tek tek baktı.

''Benim evlatlarım iyiyse, ben de iyiyimdir. Rabbim sizi başımızdan eksik etmesin. Uzun yoldan geldiniz açsınızdır. De hayde! Afiyet olsun.'' sanki herkes bu anı bekliyor gibi masaya saldırmıştı. Gerçekten masada eksik olan tek şey kuş sütüydü. Onun dışında bütün Diyarbakır'ın yöresel yemekleri sofrada mevcuttu.

''Eline sağlık Hidayet anne, vallahi bütün et ihtiyacımı şu masada karşıladım.'' Alperen'in sözleriyle Hidayet teyzenin yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi.

''Oy, yavrum benim. Afiyet, bal şeker olsun. Ye de güçlen inşallah.'' Alperen Hidayet teyzenin bu sözüyle daha fazla yemeye başlamıştı. Hayret edilesi bir adamdı.

''Komutanım, siz isterseniz geçin dinlenin. Ayıp olmazsa biz kalkalım, gelenler gidenler oluyor onlarla ilgilenelim biraz.'' Oğuzhan yüzündeki gülümsemeyle Onat'a bakıyordu.

''Ne ayıbı Oğuzhan. Misafirlerinle ilgilen sen, biz yabancı değiliz.'' Onat'ın bu cümlesinden sonra Hidayet teyze ve Oğuzhan bizi avluda yalnız bırakmıştı. Konakta çalışanlar masayı çoktan toplamış hatta önlerimize Türk kahveleri gelmişti bile.

''Oya'nın düğünü yakın mı dersin Onat?'' şu an diğerleri kendi aralarında sohbet içinde olduğu için bizi duymaları imkansızdı. Bunu fırsat bilerek ona sataşmıştım. Kahve fincanını tam dudaklarına götürürken, sözlerimle fincan ağzına yakın bir yerde kaldı. Kaşları çatıldı. Onun aksine benim yüzümdeki gülümseme büyüdü.

''Tadımı neden kaçırıyorsun bebeğim?'' omzumu silktim. Onun aksine bakışlarımı ondan çekmeden fincanı dudaklarıma götürdüm ve içtim. Anlık bakışları dudaklarıma kaydı. Sonra kendini toplardı.

''Bunlar gerçekler yüzbaşım. Bugün değilse yarın. Biliyorsun.'' derin bir nefes aldı.

''Bunu zamanı gelince konuşuruz.'' bu konuda tavrı netti. Her ne kadar Gürkan'ı sevmiş olsa da, söz konusu Oya olunca içindeki koruyucu kardeş modelini ortaya çıkarmaktan çekinmiyordu. Önüme dönüp kahvemi yudumlamaya devam ettim. Etrafta şenlik havası mevcuttu ve açıkçası bu durum beni çok mutlu ediyordu. Oldum olası kalabalık ortamları, kalabalık aileleri sevmiştim. İnsan, en çok eksikliğini duyduğu şeye özlem duyuyordu.

''İnsanın böyle zamanlarda gelin olası geliyor valla.'' Alperen yine bütün patavatsızlığıyla ortaya bir cümle atmıştı. Gözlerimi devirdim.

''Neden?'' bu sefer şamarı atacak kişi muhtemelen Onat'tı. Soru ondan gelmişti. Alperen mahalle teyzeleri gibi bacak bacak üstüne atmış, elinde kahvesini yudumluyordu. Bu adamın bu halini gören, nasıl dağda terörist kovalıyor diye sorgulardı. Sesli bir şekilde kahvesini höpürdeterek içince Onat'ın kaşları havalanmıştı. Sinir oldu.

''Valla komutanım. Gonca bacımıza bugün ağırlığı kadar altın taksalar, minimum kırk kilo olsa. İnsan gelin olmak istemeyip ne yapsın yani?'' tam Selin yine söze gireceği sırada Onat ondan önce davrandı.

''Oğlum, sen hiç dayak yemedin mi?'' Onat'ın bu cümlesiyle sanki Alperen karşısında kim olduğunu hatırladı ve bacaklarını indirdi. Kahveyi höpürdetmeyi bıraktı. Elinde olsa hazır ol pozisyonuna geçecekti.

''Yedim komutanım.'' Onat kitlenmiş ona bakıyordu.

''Bir daha yemek istiyorsun sanırım.'' Alperen o kadar hızlı bir şekilde başını salladı ki gülmemek için kendimi zor tuttum.

''Estağfurullah komutanım. Ne dayağı? Sizin o bebek mezarı kadar olan elinizden ay yani kocaman mükemmel ellerinizden kim dayak yemek ister?'' konuştukça batıyordu.

''Bence sen sus birader.'' Yiğit geldiğimizden beri ilk defa konuşuyordu. İlk cümlesinde de gayet haklıydı.

''Doğru komutanım. Ben Diyarbakır semalarına dalayım biraz.'' dedikten sonra bakışlarını avluya çevirdi.

''Siz de burada mıydınız komutanım?'' Selin'in Yiğit'e laf atmasıyla şaşırmıştım. Ast-üst ilişkine dikkat edip aynı zamanda bu kadar da umursamaz birini hayatımda ilk defa görüyordum. Yiğit sadece gözünün ucuyla ona baktı. Evet, ona dönüp bakmadı bile.

''Evet, sorun mu var?'' o an Selin yaptığı gafletin farkına varıp önünde döndü. Kızarmış mıydı o?

''Estağfurullah komutanım. Kusura bakmayın.'' Yiğit ona cevap vermedi. O sırada bakışlarım azıcık ilerimizde duran Şimal ve Aybars'a kaymıştı. Kendi aralarında konuşuyorlardı. İstemeden kulak misafiri olmuştum.

''Nereye kadar gidecek bu inadın acaba?'' Şimal Aybars'a ters bir bakış attı.

''Ne inadı komutanım? Siz kimsiniz ben size inat yapayım? Lütfen sınırımızı bilelim.'' o sırada Aybars Şimal'e yaklaşıp bir şey söyledi ve Şimal'in kızardığını buradan görmüştüm. Evet, bazı duyulmaması gereken şeyler söylemişti demek ki. Alperen'in Diyarbakır semalarına dalmasıyla, Selin'in önündekileri durmadan yemesiyle, Yiğit ve Onat'ın sohbet etmesiyle, Şimal ve Aybars'ın itişmeleriyle birkaç saat geçirmiştik. Biz kızlara hazırlanmamız için bir oda verilmişti. Düğüne son bir saat kalmıştı, şu an odada hazırlanıyorduk.

''Ben galiba yanlışlıkla gelinin kız kardeşi oldum.'' dedi Şimal. Yine her zaman ki gibi tüm ihtişamıyla parlıyordu. Üstüne ne giyse cuk diye oturduğu için, her ihtimalde dikkat çekiyordu. Şu an üstünde lacivert, vücuda yapışan saten bir elbise vardı. Bence abartı bir durum yoktu.

''Hayır canım. Gayet güzel oldun.'' aynada bakışlarımız birleşti. Gülümsedi.

''O sırada benim mahkeme kombini.'' bakışlarım Selin'e kayınca gülmeden edemedim. Bazen öyle çıkışlarda bulunuyor, öyle espriler yapıyordu ki kahkaha atasım geliyordu. Ama bunu sadece yakın olduklarının yanında yaptığını biliyordum. Üstünde blazer ceket, altında crop ve kumaş pantolon vardı. Hemen altında ise ince bir stiletto giymişti. Ona bu tarzı çok yakıştırıyordum.

''Sen böyle mahkemeye suçlu olarak gelsen, ben bir hakim olsam, güzelliğin karşısında dilim tutulur ve seni tutuklayamam.'' ıslık çalarak Şimal'e döndüm.

''Aybars'tan bir şeyler kaptın galiba. Bunlar nasıl iltifatlar böyle?'' Aybars'ın ismini duyunca otomatik yüklenen göz devirmesini gerçekleştirdi.

''Ondan bir şey kapacak olsam, bu en son şey olur. Çünkü iltifat etme konusunda sıfır.'' öyle olmadığına birkaç kez şahit olmuştum.

''Teşekkür ederim Şimal'ciğim, sen de parlıyorsun maşallah.'' Selin'in bakışları bana döndü.

''Komutanım, siz hazırlanmayacak mısınız?'' evet, Şimal'in saçlarını düzleştirdiğim için henüz üstümü giyinmemiştim.

''Siz geçin bizimkilerin yanına. Ben yarım saate geliyorum.'' ikisi dışarı çıktığında hızlı bir şekilde yanımda getirdiğim kıyafetimi giydim. Midi, vücudumu saran kırmızı bir elbiseydi. Altına ise ince topuklu, gold bir topuklu ayakkabı giymiştim. Hızlı bir şekilde koyu bir göz makyajı yapıp göz rengimi ortaya çıkardım. Saçlarımı da at kuyruğu yaptıktan sonra hazırdım. Üstüme parfümde sıktıktan sonra yanıma çantamı da aldım ve dışarı çıktım.

Kapıyı açtığım gibi Diyarbakır'ın o sıcak havası yüzüme vurmuştu. Hava henüz tam anlamıyla ısınmamasına rağmen, bahara girdiğimiz an burada havalar insanı bunaltmaya başlardı. Bakışlarım bizimkileri aradığında Onat'ı gördüm. Üstündeki takım elbisesiyle, ben buradayım diye bağırıyordu. Önünde duran Alperen'le sohbet ederken varlığımı hissetmiş gibi bakışları bana kaydı. O an gözlerimiz birbirine tutundu. Nefes kesici görünüyordu. Takım elbise üstüne cuk diye oturmuş, üç numara saçlarıyla oldukça mükemmel duruyordu. Ona doğru ilerlemeye başladığımda bakışlarımız ayrılmadı.

''Geldim.'' diğerlerine baktığımda herkesin tam takır hazır olduğunu gördüm.

''Hoş geldin.'' Onat'ın sözleriyle yüzüme küçük bir gülümseme yerleştirdim. Bizi geldiğimizde karşılayan çocuk, şimdi de bizi avluya götürmek için gelmişti. Hepimiz onun peşinden ilerlerken birinin kolumdan tutmasıyla duraksadım. Kim olduğuna bakmama gerek yoktu, kokusu metrelerce ötede olsa onu hisseder, tanırdım.

''Daha ne kadar güzel olabilirsin diye düşündükçe, seni her gördüğümde bu buzdan kalbimi ateşinle eritmeyi başarıyorsun.'' nefesi kulağımdaydı. Çok yakınımdaydı.

''Senin peki benim kalbimi sürekli ateşe vermen hakkında ne diyeceğiz yüzbaşım?''

''Gelin çıkıyor.'' Alperen'in bağırmasıyla olduğumuz yerden ilerlemeye başladım. Onat arkamdaydı. Bir süre adım sesi gelmedi ama şu an geliyordu. Hep birlikte avluda, masaya oturup yerimizi aldığımızda birden zılgıtlar artmaya, kuru sıkılar sıkılmaya başlanmıştı. Bu kuru sıkı merasimi tabi ki çok uzun sürmedi. Muhtemelen Oğuzhan sadece birkaç el olması için tembihlemişti.

Masamız hemen gelin-damat masasının yanında olduğu için ileriden gelen çifti görebiliyordum. Gonca, bu kadar mesafeye rağmen yüzündeki güzellikle etrafa ışık saçıyordu. Uzun boylu, sarışın ve renkli gözlüydü. Oğuzhan'a benziyordu. Yanındaki adam ise ona bir o kadar zıttı. Kara kaşlı, kara gözlü, uzun bir delikanlıydı. Birbirlerine olan sevgileri, birbirlerine bakışlarından bile anlaşılıyordu. Zılgıtlar eşliğinde masalarına oturmuşlardı. Birden yaşlı sayılabilecek bir amca avlunun ortasında belirdi.

''Düğünümüz başlasın! De hayde, herkes halaya!'' birden bir karmaşa oldu ve herkes avlunun ortasında halay çekmeye başladı. İnanılmazdı. Bu kadar kalabalığın aynı anda senkronize olup aynı hareketleri yapması takdire şayandı. Oğuzhan halayın başındaydı.

''Şu yiğidim aslanıma bak, ne de güzel halay çekiyor.'' Alperen'in Oğuzhan'la aralarındaki ilişki anlayamayacağım boyuttaydı.

''Sen de çıksana meydana Alperen, belki bir zengin bir aşiret kızına denk gelirsin.'' Aybars'ın söylediğiyle aramızda gülüştük. Ama Alperen bu seçeneğin gerçek olacağını düşünmüş olacak ki birden ayaklandı.

''Harbi doğru diyorsunuz komutanım. Ben gideyim.'' birden ayaklandı ve Oğuzhan'ın yanındaki amcayı iterek kendini zorla araya sokuşturdu. İşin garip yanı halay çekmeyi bilmiyordu ama onlara ayak uydurmak için uğraşıyordu.

''Bu çocuğun beyin fonksiyonlarından yana şüpheliyim.'' Yiğit'in cümlesini Onat'ta destekledi.

''Ne kadar başarılı bir asker olduğunu gözlerimle görmesem, bu davranışlarla kimse beni inandıramaz.'' haklı olabilirdi. Herkes delicesine halay çekiyordu. Birden Şimal'in ayaklanmasıyla hepimizin bakışları ona döndü.

''Ay buraya oturmaya mı geldik? Komutanım, askeriz diye oynamayacak değiliz ya. Hadi kalkın!'' bana doğru geldiğinde hiddetle başımı salladım. Ellerimi yok dercesine kaldırdım.

''Ben bilmem halay falan.'' başını yanına yatırdı.

''Ben de uzmanı değilim komutanım, maksat eğlenmek.'' bir yanım onu kırmak istemiyordu diğer yanım otur diyordu.

''De hayde o zaman.'' Aybars'ın yapmaya çalıştığı şivesiyle bakışlarım hayret içinde ona döndü. Adamın içinden kırk yıllık Diyarbakırlı çıkmıştı. Çaresizce yardım istemek için bakışlarımı Onat'a çevirdiğimde yüzündeki gülümsemeden, onun buna dünden meraklı olduğunu görmüştüm.

''Kırma çocukları Birce. Hadi kalk hünerlerini göreyim.'' salak adam. Benimle eğleniyordu. Ama ben ona pabuç bırakır mıydım? Benim burada iki sene görev yaptığımı unutuyorlardı.

''Hayde.'' deyip kalktığımda arkamdakilerin şaşırdıklarını tepkilerinden duyabiliyordum. Avlunun ortasına doğru ilerlediğimde Oğuzhan'ın bizi görmesiyle yüzündeki gülümseme büyümüştü.

''Birce kom-'' komutanım diyecekken kaşlarımla susması gerektiğini hatırlatmıştım. Burada asker olduğumuzu çok bilmelerine gerek yoktu. Sadece Oğuzhan'ın en yakınları biliyordu. Gelirken mümkün olduğunca buna dikkat etmemiz gerektiğini konuşmuştuk. O yüzden kendi aramız dışında birbirimize ismimizle hitap edecektik.

''Birce, gelsenize buraya.'' Alperen adımı duyunca bakışlarını kaldırdı. Kravatını başına bağlamıştı ve terlemişti. Ama inatla halay çekmeye devam ediyordu. Oğuzhan'ın hemen yanına geçtim ve Alperen de bu yüzden artık halay başının yanında değildi. Peşimden gelen Şimal ve Aybars'la Alperen birkaç kişi daha yana kaymıştı.

''Nasıl pabucumu dama attın ya?'' sanki aldatılmış gibi Oğuzhan'a bakıyordu. Oğuzhan ise ona öpücük atıp, orkestraya döndü.

''Çal halay çal. Kimse oturmasın, hayde!'' dediğinde hiç susmayan müzik sesi sanki şu an daha fazla artmıştı. Birden hızlı bir halay ritmi çaldığında, diğerlerinin bunu bilip bilmediğinden şüpheliydim. Oğuzhan o kadar hızlı başladı ki, ona eşlik etmekte zorlanmadım. Ama birden Şimal'in elimdeki eli boşluğa düşünce, onların ağzı açık şekilde bizi izlediğini gördüm. Evet, sahne şimdi halay bilenlerindi. Üç adım ileri gittikten sonra aynı anda dizlerimizi kırıp üç adım geri adımladık. Bunu hızlı yaptığımız için biraz zor oluyordu ama aşina olan zorlanmazdı. Etrafımızda zılgıtların çaldığını duyabiliyordum.

Hemen biri elimi tuttuğunda, genç bir kadın olduğunu görmemle ona gülümsemem bir oldu. Onun ardı sıra yanına bir sürü insan geldi. Daha demin otururken nasıl senkronize olabiliyorlar diye düşünenlerin arasında ben de vardım. Yaklaşık beş dakika hızlı bir şekilde halay çektikten sonra, Oğuzhan'ın halaydan çıkmasıyla ben de çıktım. Geri kalanlar devam ediyordu. O an çoğu gözün üzerimde olduğunun farkındaydım. Yabancıydım ve onların yöresindeki halayı bu denli çekmemi garipsemişlerdi. Bizimkilerin masasına doğru ilerlediğimde, Onat'ın şaşkınlıkla yüzüme baktığını gördüm.

''Nasıl yüzbaşım? Gösterebildim mi hünerlerimi?'' dediğimde Aybars ondan önce davrandı.

''Birce, senin içinde yıllardır halay çekmeyi bekleyen biri varmış resmen.'' Onat'ın bakışları hala bendeydi. Ama benim bakışlarım çoktan Aybars'a dönmüştü.

''İki sene benim burada görev yaptığımı unuttunuz sanırım.'' hepsinden bir şaşkınlık nidaları yükseldi.

''Birce bir gelir misin?'' Onat'ın sözleriyle bakışlarım ona döndüğünde çoktan ilerlemeye başlamıştı bile. Onu takip ettim. Avludan evin içine girdiğinde ben de içeri girecektim ki beni kolumdan tutup kolonun arkasına saklaması bir oldu. Dudakları birden dudaklarımı buldu. Günlerdir susuzdum ve su ihtiyacım onun dudaklarındaymış gibi karşılık verdim. Özlemiştim. Soluksuz kalana kadar öpüşmeye devam ettik. Kendini geri çeken ben oldum.

''Senin bu güzelliğin beni öldürecek Birce. Öleceğim aşkından, öleceğim içimdeki sana olan sevdamdan.'' ellerim yüzünü buldu. Bu sefer onun dudaklarına sarılan ben oldum. Alt dudağını emdiğimde içimdeki özlemin katlanarak büyüdüğünü hissettim. Kendimi zar zor geri çektim.

''Çok aşığım. Çok seviyorum. Uğruna ölmek isteyecek kadar çok seviyorum.'' parmağını dudağıma getirdi.

''Ölmek falan yok biriciğim. Seninle daha yaşayacak çok uzun yıllarımız var. Kurban olayım seni ömrüme baş tacı yapan Rabbime.'' yüzümdeki gülümseme büyüdü. Ben hayatında olduğum için sürekli şükretmesi, benim ne kadar şanslı bir kadın olduğumu tekrar tekrar hatırlatıyordu bana.

''Ne güzel oynadın öyle. Bir insan nasıl her şeyde bu kadar başarılı olabilir aklım almıyor?'' ellerimi göğsümde birleştirdim.

''Çok inanmamıştın yapabileceğime sanki.'' yüzünde bir gülümseme belirdi. Sağ yanağında beliren gamze, beni her güldüğünde kendimden geçiriyordu.

''Mevzu sen olduğunda, bir şeyi yapamayacağına dair inancım olmuyor. Çok ilgi çekiciydin, birkaç kişiyi kafamda orda kurşuna dizdim. Ama sen bunu bilmesen de olur.'' son söylediğine kıkırdamadan edemedim. Ellerim gömleğinin yakasını buldu.

''Senin varlığın oldukça dikkat çekiciyken bana bunları söylemen haksızlık yüzbaşım.'' bakışları yine dudaklarıma kaydı. Tam yakınlaşacakken bir ses duyduk ve ışık hızıyla birbirimizden ayrıldık.

''Komutanım, takı başlıyor.'' Yiğit bizi görünce bakışları büyüdü.

''Ben yanlış zamanda geldim sanırım. Haber vermek istemiştim.'' deyip arkasını dönecekken tekrardan bize döndü.

''Komutanım şey, dudağınız.'' dediğinde bakışlarım Onat'ın dudaklarına kaydı. Siktir, ruj vardı ve biz bunu fark etmemiştik. Yiğit çoktan gitmiştik. Onat silmek için elini kaldırdığında onu durdurdum ve ben elimle dudağını okşayarak silmeye başladım.

''Dua edelim Alperen görmedi, yoksa dilinden duramazdık.'' başını salladı.

''Şu an içeri gidip hiçbir şey yokmuş gibi düğüne devam etmek o kadar zor geliyor ki. Ne olurdu seninle baş başa olsak?'' dudağını tamamen silmiştim.

''Ayıp olur sevgilim, ne olacak? Ben de seni çok özledim ama biraz daha birbirimizi özlememiz gerekiyor.'' gömleğinin yakasını da düzelttikten sonra yüzüme bir gülümseme takındım.

''Hadi gidelim.'' son kez yüzüme baktı ve alnıma bir öpücük kondurduktan sonra yan yana çıktık. Avluya doğru ilerlediğimizde takı sırasını görünce ağzımdan çıkan şaşkınlık nidalarına engel olamamıştım.

''Biz bu sıraya girersek, yarın sabah anca çıkarız.'' dediğimde Oğuzhan'ın masamıza doğru ilerlediğini gördüm.

''Komutanım, sizi öne alalım biz. Sıra da bekleyip daha fazla yorulmayın.'' Onat başını salladı. Hiçbirimiz bu duruma hayır diyemezdik, çünkü oldukça yorulmuştuk. Ve daha bu yolu geri dönecektik. Oğuzhan takının ilk sırasındakilere bir şeyler söyleyip bizi öne aldığında Gonca'nın yüzünü daha net bir şekilde gördüm. Hepimize tek tek gülümsüyordu.

''Hepinize çok teşekkür ederim. Abimin görev arkadaşları demek, benim de abim ablam demek. O yüzden ne desem az size, Allah razı olsun.''

''Oğuzhan'ın kız kardeşi, bizim de kız kardeşimizdir. Umarım birbirinizin kıymetini bilirsiniz.'' Onat'ın bakışları Gonca'dan damada yani Baran'a çevrildi.

''Kız kardeşimiz önce Allah'a, sonra kendine, sonra da sana emanet.'' Baran kendinden emin bir şekilde başını salladı. Önce Onat takısını taktı, sonra Aybars, sonra ise sıra bana gelmişti.

''Mutluluklar. Umarım hep mutlu olursunuz.'' deyip takımı taktıktan sonra Gonca'nın sesiyle bakışlarımı ona kaldırdım.

''Abim senden bahsetmişti Birce Abla, ona çok destek olmuşsun. Rabbim de seni sevdiğine kavuştursun, ne muradın varsa versin.'' yüzümdeki minnet dolu gülümsemeye engel olamadım. Birinin benim için iyi dilekler dilemesi bile beni çok mutlu ediyordu.

''Teşekkür ederim iyi dileklerin için canım benim. Tekrardan mutluluklar.'' sıradan çekildiğimde timden geri kalanlar takılarını takmaya devam etti. Onat'la yan yana bekliyorduk.

''Allah tez zamanda sevdiğine kavuştursun üsteğmenim.'' deyince gülmeme engel olamadım. Etrafa baktığımda bizi kimsenin duymadığını görmüştüm. Bakışlarımı ona çevirdim.

''Kocam olmaya pek meraklı gördüm sizi yüzbaşım?'' bakışları benim üzerimdeydi. Kulağıma doğru eğildi.

''Hem kocan olmaya hem seni karım yapmaya çok hevesliyim evet.'' birden dilimin tutulduğunu hissettim. Ona ne zaman sataşsam mutlaka karşılığında beni bozguna uğratacak bir şey söylüyordu.

''Çıkıyor muyuz yola?'' bakışlarım Yiğit'e döndüğünde bizimkilerin takılarını taktığını görmüştüm.

''Çıkalım.'' gelmişken Ertuğ albayıma da uğramak istiyordum ama onun izinde olduğunu ve eski görev arkadaşlarımın çoğunun karargahta olmadığını öğrenince vazgeçmiştim.

''Komutanım, gitmeden son bir ziyafet çeksek mi?'' bunu söyleyenin Selin olması beni ayrı şaşırtmış, Yiğit'in ona verdiği cevap ise beni daha fazla şaşırmıştı.

''Sen formuna dikkat etmiyor musun asker? Çok yiyorsun.'' hepimizin bakışları hayretle Yiğit'e döndü. Özellikle Selin şaşkına dönmüştü. Bir eliyle kendini gösterdi.

''Ben, ben mi çok yiyorum komutanım?'' deyip Yiğit'e bakmaya devam etti. Yiğit ise umarsızca omzunu silkti.

''Görevde teklediğini görmeyeyim.'' Selin ona cevap vereceği sırada araya Onat girmişti.

''Gidelim hadi. Son bir yemek yiyip öyle yola çıkalım. Yolumuz uzun.'' Hidayet Teyze, Gonca ve Baran'la vedalaştıktan sonra yola çıkmıştık. Oğuzhan karargaha yarın dönecekti. Hepsi geldiğimiz için çok mutlu olmuşlardı. Herkes sabah geldiği ekiple dönüyordu.

''Kilona dikkat etmen gerekiyor sanki Selin.'' araba çoktan çalışmış, yola koyulmuştuk. Alperen'in bu konuyu açmasıyla Selin'in ışık hızıyla ona dönmesi bir oldu.

''Ay ne kiloymuş be! Benim kilom şu an gayet ideal. Sen aynada kendine bakıyor musun hiç dana?'' evet, Alperen dana denmeyecek bir çocuktu. Belki biraz iri yarı olabilirdi ama bu onun formuna dikkat ettiğini gösteriyordu. Selin usulca arkadan bana yaklaştı.

''Birce, gerçekten kilolu muyum?'' tabi ki değildi. Arka koltuğa ona doğru döndüm.

''Tabi ki değilsin Selin. Seni gıcık etmeye çalışıyorlar, anla işte.'' ellerini göğsünde birleştirip, küsmüş bir çocuk gibi koltuğa sindi. Bakışlarımı Alperen'e çevirdim ve ona göz devirip önüme döndüm.

''Şşt! Bak bacım bana, şaka yapıyorum sana he. Manken gibi kızsın valla.'' Alperen ise biz restorana varana kadar arkada Selin'in gönlünü almaya çalıştı. Restoranın önüne geldiğimizde buranın Diyarbakır'ın en meşhur restoranlarından biri olduğunu biliyordum. İlk göreve başladığımızda bizi buraya yemeğe getirmişlerdi. Hep birlikte içeri doğru ilerlediğimizde çalışanları güler yüzle bizi karşılayıp büyük bir masaya oturtmuştu.

''Buranın meşhur olan bir şeyi var mı?'' Onat'ın bakışları bendeydi. Arabadayken buraya daha önce geldiğimi söylemiştim. Uzun zaman olmuştu ama hatırladığım kadarıyla ciğeri oldukça meşhurdu.

''Ciğer diye hatırlıyorum. Ama çoğu yemeği güzel, istediğinizi söyleyebilirsiniz.'' herkes menüyü inceliyordu.

''Ben bir lavaboya gidip geleyim, siz sipariş verin. Gelince söylerim ben.''

''Gelmemi ister misin?'' soru Onat'tan gelmişti. Evet, beni yalnız bir yerlere göndermeyi pek sevmiyordu.

''Sağ olun yüzbaşım.'' dediğimde ben lavaboya gidene kadar peşimden baktığını biliyordum. Lavaboya geçtiğimde, çıkarken üstümüzü değiştirdiğimiz için şanslı olduğumuzu hissettim. Hava git gide sanki sıcak bir hal alıyordu ve biz elbiselerle daha fazla oturamazdık. İçerideki tuvalet kabinlerinden birine girdiğimde, saniyeler sonra tuvaletin dış kapısı açılmıştı. Biri daha girmişti. Çok umursamadım. Hızlıca işimi hallettikten sonra kabinden çıktım. Bir adam, elinde silahla dış kapıya yaslanmıştı. Bu kimdi?

''Sonunda çıktı prenses.'' bakışlarım önce elindeki silaha kaydı, hamle yapsam silahı fırlatıp dışarı çıkabilir miyim diye düşündüm.

''Kimsin?'' kumral bir adamdı. Üstünde siyah bir yağmurluk vardı.

''Kim olduğumu ne yapacaksın. Şimdi zorluk çıkarmıyorsun ve benimle geliyorsun.'' kapıdan kendini çekip bana doğru ilerledi. Lavabo dardı. Benim ise düşünmek için çok zamanım yoktu. Bana doğru gelirken elindeki silaha tam tekme atacağım sırada:

''Cık, cık. Sana bir şey yapmayacağım diye söz verdim. Ama sınırları zorlama.'' deyip tekme atmak için kaldırdığım bacağımı tuttu. Beni yere düşüreceğini anladığım esnada, kendimi yere bırakıp bacak arasından geçmek için hamle yaptım. Buna da engel oldu. Şimdi silah başımdaydı.

''Son şansın ya buradan benimle çıkacaksın ya bu mekanı havaya uçuracağım.'' ayağa kalktığımda silahın kabzasını hala başımda hissediyordum.

''Beni böyle ucuz numaralarla korkutabileceğini mi düşünüyorsun?'' bir yanım söylediklerinin doğru olup olmadığını tartıyordu. O ara arkamdan gelen sesle, bir şeyleri cebinden çıkarttığını gördüm. Elinde küçük bir kamera vardı. Kamerayı gözümün önüne doğru tuttu. Bir tane adam, bizimkilerin yan masasında oturuyordu. Üstünde bu havada mont vardı ve önünü sıkı sıkı kapatmıştı.

''Bu adamı görüyor musun? Benden gelen emire göre üstündeki canlı bombayı patlatacak? Arkadaşlarının ölmesini ister misin?'' ondan korkmuyordum. Korkmazdım. Ama arkadaşlarımın ve sivillerin başına bir şey gelme düşüncesi içimi kemiriyordu.

''Kimin köpeğisin sen? Tasmanı kim tutuyor?'' silahın kabzasını başıma bastırdı. Güldüm.

''Yürü, çok konuşma. Çakma prenses seni.'' geri zekalı adam, beni buradan nasıl çıkaracağını düşünüyordu? Tam kapıdan dışarı adım attığımda, elini ağzıma kapattı. İstesem ondan tek bir hamleyle kurtulabilirdim. Aptal, kendini akıllı zanneden bir aptaldı. Benim geldiğim yönden farklı bir yöne doğru ilerlediğimizde beni başka yerden çıkaracağını anlamıştım. Koridor boyunca ilerlediğimizde önümüze bir demir kapı çıkınca buranın arka kapı olduğunu anlamıştım. Kapıdan çıkarken beni var gücüyle itmişti, ona inat yerimden sarsılmadım.

''Beni itmene gerek yok zeka küpü. Şu an kendi isteğimle geldiğimi farkındasındır umarım? İstemesem bana bir adım bile attıramazsın.'' silahı kafamdan bir saniye indirmiyordu.

''Çok konuşuyorsun. İnanılmaz.'' hemen önümüze siyah bir araba geldi.

Arkamdan iterek beni arka koltuğa oturttuğunda şu an nereye gittiğimi bilmiyordum. İçimde korku yoktu. Ben gittikten sonra bizimkiler muhtemelen içerideki canlı bombayı fark edip imha edeceklerdi. O konuda içim rahattı. İçimden bir ses büyük balığa doğru ilerlediğimi söylüyordu.

Hesaplamalarıma göre yaklaşık kırk dakika süren bir yolculuğun sonuna gelmiştik. Başıma siyah bir poşet gibi bir şey geçirdikleri için, yolları görememiştim. Şu an Diyarbakır sınırları içerisinde olup olmadığımı da bilmiyordum. Arabadan indiğimde başımdakini çıkardılar. Derin bir nefes aldım. Uzun süredir karanlıkta olduğum için gözlerim başta kamaştı. Etrafı bulanık gördüm, bir süre sonra görüşüm netleşti.

''Hoş geldin komutan. Duyduğuma göre beni arıyormuşsunuz?'' o an hemen arkamdan gelen sesi idrak ettim.

Arkama döndüğümde, Acar karşımdaydı.

 

Yorum satırı🤍

Instagram/Twıtter/Tıktok:monsoleil016

 

Bölüm : 18.01.2025 15:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...