
Merhaba! Tekrardan sizin için buradayız❤️🩹 Hepinize şimdiden iyi okumalar❤️🩹
WhatsApp kanalımda sürekli spoiler veriyorum. İnstagram öne çıkanlarımda link mevcut, katılmak isterseniz buyrun.❤️🩹
Instagram/Twıtter/Tıktok:monsoleil777

Öfke, insanı ele geçirince devreye sadece duygular girerdi. O andan itibaren mantık devre dışıydı. Ama eğer bir askerseniz, öfkenizin daima diri olması gerekirdi. Çünkü karşınızdaki bir vatan hainiydi ve öfkenizin onu diri diri yakması icap ederdi. Şu an Erkin'in evinin önündeydik. Evet, ne yapmış ne etmiş kendimi bu operasyona dahil etmiştim. Albay, başta kesin bir dille reddetmişti. Ama bunun en çok benim hakkım olduğunu bildiği için ikna olmuştu. Onat'a ise bana neden söylemediğini sorduğumda tam da tahmin ettiğim gibi fiziksel durumumun buna şu an müsait olmadığını söylemişti. Ben de onlarla birlikte içeri girecektim ama çok ön planda olmayacaktım. En son Onat'ı bu şekilde ikna etmiştim.
''Pençe, duyuyor musun?'' albayın sesi telsizden yükseldiğinde Onat telsizi eline aldı.
''Pençe dinlemede.'' herkes tam teçhizatlı bir şekilde hazırdı.
''İçeride sizi ne beklediğini bilmiyoruz. Erkin, Ekin'i o duruma getirdikten sonra bu duruma hazırlıklı olmalı. Ki muhtemelen böyle. O yüzden, kesinlikle dikkatli oluyorsunuz. Tek birinizin bile burnu kanamıyor.'' hepimiz bu duruma zaten hazırdık. Belki de Erkin'in hedefi bizi buraya çekmekti, bunun da farkındaydık. Bu durumun farkında olarak buraya gelmiştik.
''Emredersiniz komutanım.'' Onat, telsizi cebine koyduktan sonra bize döndü. Bakışları önce beni buldu.
''Ne olursa olsun kendini ön plana atmıyorsun Birce. Arkamızda duracaksın. Bunu kabullenerek bu operasyona katıldın. Eğer aksi bir durum yaparsan, ceza alman için elimden geleni yaparım.'' kararlıydı. Bu konuda tavrını bana konuştuğumuz günde net bir şekilde belli etmişti.
''Emredersiniz komutanım.'' bakışları diğerlerine döndü.
''Sizlerle de konuştuğumuz gibi. İçeri giriyoruz ve alıyoruz. Şimal ve Oğuzhan, siz dışardasınız. Aksi bir durumda haberleşiyoruz.'' herkes Onat'ı onayladıktan sonra Şimal ve Oğuzhan dışında hepimiz ilerlemeye başlamıştık Saat sabaha karşı beşe geliyordu. Muhtemelen Erkin şu an en derin uykularından birindeydi. Belki de bizi bekliyordu? Bunu içeri girmeden öğrenemeyecektik.
Hızlı bir şekilde ileri doğru ilerleyip eve girdiğimizde, kapıda duran kişileri Şimal ve Oğuzhan çoktan etkisiz hale getirmişti. Bir askerin önceliği hiçbir zaman birini öldürmek değildi, bu kişi terörist olsa bile öncelik öldürmek değildi. Bu bize eğitimlerde öğretilen ilk kurallardan sadece biriydi. Eve girdiğimizde evin dört bir yanına dağılmıştık. Onat ve Aybars yukarıda, Alperen'le ben alt kattaydık, Selin ise bodruma inmişti. Ev oldukça sessiz ve oldukça dağınıktı.
''İnsan mı yedin be orospu çocuğu, bu ne koku?'' Alperen'e ilk defa katılıyordum. İçerisi leş gibi kokuyordu.
''Kusura bakmayın komutanım, küfür ağzımdan kaçtı.'' arada sırada böyle şeyler olabiliyordu. Çok takıldığım bir konu değildi.
''Sorun yok. Ama evet içerisi çok kötü kokuyor, bir şey ölmüş gibi.'' usulca ilerlediğimizde mutfakta her şeyin çürüdüğünü fark etmiştim. Sanki evde uzun zamandır biri yaşamıyormuş gibiydi.
''Komutanım, buraya gelmeniz lazım.'' Selin'in telsizden sesini duyunca kaşlarım çatıldı.
''Ne oluyor Selin?'' Onat Selin'e cevap verirken bir yandan merdivenden inen ayak seslerini duyabiliyordum.
''Komutanım görmeniz lazım.'' Onat'la Aybars merdivenden indiklerinde biz de peşlerinden onları takip ettik. Aşağıya indikçe koku artmıştı.
''Bu koku ne böyle?'' Onat'ın sesiyle sanki koku daha fazla burnuma vurmaya başladı. Kolumun içini burnuma getirerek, burnumu kapattım. Diğerleri de öyle yapmıştı. Çünkü koku nefes almamızı engelleyecek boyuttaydı. Bodrum kata indiğimizde, merdivenin tam karşısında eğilmiş bir bedenin önünde oturan Selin'i gördüm.
''Selin, iyi misin?'' Onat'ın sorusuyla Selin başını arkasına çevirdiğinde, önünde yatan kişinin Erkin olduğunu görmüştüm.
''Ölmüş.'' bakışlarım olduğum yerde sendeledi. Dengemin şaştığını hissettim.
''Komutanım, iyi misiniz?'' Alperen'in kolumdan tutmasıyla dengemi sağladım. Onat'ın bakışları arkasını dönüp gözlerimi bulduğunda, bakışlarımı gördü.
''İyiyim, bir şey yok.'' bundan emin olduktan sonra önüne doğru döndü ve Erkin'e doğru ilerledi. Diğerleri de onun peşinden gitti. Ama ben o basamakta, olduğum yerde kalmıştım.
Bütün gençliğimi mahveden, ortaokul ve lise boyunca rüyalarıma giren, o şerefsiz, artık yok muydu?
🫧
Kadın olmak zordur. Ama yanında kimse yoksa ve hayatın boyunca sığındığın dağ kendinden başkası değilse, çok daha zordur. Bu ülkede yaşayan her kadın, bir kerede olsa bir erkeğin tacizine maruz kalmıştır. Gerek sözlü, gerek fiziksel. Erkin'den köşe bucak kaçtığım, tacizlerine göz yumduğum bir dönemdi. Bana asla yüzünü göstermemeye devam ediyor, mesajlarının rahatsız edici içerikleri gün geçtikçe artıyordu.
Yurt müdürümüz, yani herkesin abla dediği Elif ablaya onu şikayet ettiğimde gelip geçicidir, ergenlikte olur böyle şeyler deyip beni çok ciddiye almamıştı. Okuldan çıkıp yurda gittiğim bir gündü. Sinem, bir arkadaşıyla buluşacağı için o gün yurda tek başıma gidecektim. Normalde Erkin olayını bildiğin için beni pek tek yollamak istemezdi. Ama uzun zamandır da bu arkadaşıyla sözleştiği için onu ikna etmiş, o gün yurda tek gitmek için yola çıkmıştım. Aslında okulla yurdumuzun arası çok uzun bir mesafe değildi. Yollar genelde tenha ve etraf boş arazi olduğu için ıssız olurdu.
Uzun zamandır Erkin'den bir ses çıkmadığı için o gün tek gidebileceğime inanmıştım. Yolda ilerlerken biri tarafından izlendiğimi hissettiğimi hatırlıyordum. O güne dair kafamdan birçok şeyi silmiştim. Ama hatırladığım nadir şeylerden biri sürekli hissettiğim ürpertiydi. Apartmanlardan birinin arasına girdiğimde, birinin beni takip ettiğine artık emin olduğumu net bir şekilde hatırlıyordum. Arkama baktığımda kimseyi görmemiştim. O an iki bina arasında, tenha bir boşluktaydım. Bu daha çok ürpermeme sebep olmuştu. Adımlarımı hızlandırdığımı hatırlıyordum. Birinin ıslığını duymuş o ıslıktan sonra ise koşarcasına adımlarımı hızlandırmıştım. Ta ki biri beni kolumdan tutup durdurana kadar.
''Nereye kadar kaçacaksın ateş böceği?'' o pis nefesini ensemde hissettiğimde, kolumu kurtarmak için nasıl çabaladığımı hatırlıyordum.
''Bırak beni.'' yüzünde yine o maske vardı. Yine bana yüzünü göstermemişti.
''Bırakmam, bırakmayacağım. Anlasana şunu.'' tam çığlık atmak üzere bağıracağım sırada ağzıma elini dayadı. Elinde bir pamuk vardı. O saniyeden sonrasını hatırlamıyordum. Beynim, o saatten sonrasını hafızasından silmişti. Uyandığımda hissettiğim acıyı, çaresizliği ömrü hayatımda hiçbir zaman hissetmemişim. Sinem'i arayıp haykırarak ağladığımı ve devamında gözlerimi hastanede açtığımı hatırlıyordum sadece.
Polislere şikayette bulunmuştuk. Ama o bölge tamamen tenhada kaldığı için hiçbir zaman görüntüler ortaya çıkmamıştı. Bu olay ben, Erkin ve Sinem arasında yıllar boyunca saklanan bir sırdı. Şu an ise kollarında ağladığım Onat da bunu öğrenmişti.
''Birce, güzelliğim, canına kurban olduğum. Bunu bana neden söylemedin?'' sesi o kadar sakindi ki bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu anlayabiliyordum. Derin bir nefes alıp başımı göğsünden kaldırıp gözlerinin içine baktım. Gözleri kıpkırmızıydı. Onu ilk defa böyle görüyordum.
''Söylesem duygusal davranacaktın ve görev tehlikeye girecekti.'' bunu o da biliyordu. Ani bir şekilde kalkınca, ben de doğrulmak zorunda kaldım.
''Ne oluyor Onat?'' ayağa kalktı ve derin bir nefes aldı. Bakışları bana döndüğünde gözlerindeki kırmızılık gitmemişti.
''Bekle, geliyorum. Ne duyarsan içeriye gelme. Buna ihtiyacım var. Lütfen. Geleceğim on dakikaya.'' bir şey söylememe fırsat vermeden içeriye girdi. Saniyeler sonra bir camın kırılma sesini duymuştum. Onun öfkesini görmemi istemiyordu. Neden bilmiyorum ama hep böyle yapıyordu. Öfkesini benden gizliyordu. Mantığım onu yalnız bırakma fikrinin doğru olduğunu düşünürken, kalbim kendine verdiği zararın gereksiz olduğunun farkındaydı. Bu sefer kalbini dinleyen taraf oldum ve yerimden kalkıp saniyeler içinde onun yanına gittim. Odaya girdiğimde, camdaki aynanın paramparça olduğu görmüştüm. Onat ise koltuğa oturmuş, başını iki elinin arasına almış zemini izliyordu. Yanına doğru ilerlediğimde geldiğimi tabi ki duymuştu ama bir tepki vermedi. Bakışlarım eline kaydığında, kanın oldukça fazla aktığını gördüm.
''İçeriden havlu getireceğim, elini mahvetmişsin.'' söylediğime cevap vermedi. Hızlı bir şekilde banyoya gidip temiz bir havlu getirdiğimde, koltukta yanına oturdum.
''Uzat elini.'' uzatmadı. Derin bir nefes aldım. Zemine kitlenmişti ve sadece oraya odaklıydı. Elimle çenesini tutup bana bakmasını sağladığımda elleri yana düştü. Kan her yerdeydi.
''Elini uzat sevgilim.'' gözünün beyazı hala kırmızıydı. Onu bunca zamandır gördüğüm en öfkeli andı.
''Bunu bana neden söylemedin Birce?'' şu an içsel bir çatışma yaşadığı için sorusuna cevap vermeden elini usulca avucuma aldım ve havluyu bastırarak kanı durdurmaya çalıştım.
''Dikiş atılması gerek.''
''Birce, bunu bana neden söylemedin?'' bana o kadar yüksek sesle bağırdı ki bakışlarım elinden yüzüne döndü. Ne oluyordu? Yaptığı hatanın farkına vardığında gözlerini yumdu.
''Özür dilerim. Bağırdığım için özür dilerim. Şu an o pezevengi mezardan çıkarıp kemiklerini yakmak istiyorum.'' birden yükselmesi kesinlikle beklediğim bir şey değildi. Kaşlarım çatık bir şekilde, yüzüne bakmadan havluyla tampon yapmaya devam ediyordum. Aptaldım, gözlerim dolmuştu. Kendime bu konuda sinir oluyordum. Dışarıdan dağ gibi duran ama konu sevdiklerim olduğunda o dağın tuzla buz olması saniyelerimi almıyordu. Bunu son zamanlarda oldukça fazla deneyimleme imkânım olmuştu. Onat, sağlam olan eliyle çenemi tutup ona bakmamı sağladı.
''Sesimi sikeyim. Özür dilerim sevgilim. Öfkelenince kendimi kaybedebiliyorum. O yüzden peşimden gelmeni istemedim. Her ne olursa olsun sana bağırmamam gerekti, özür dilerim.'' istemsiz gözümden bir yaş döküldüğünde, gözlerindeki üzüntüyü gördüm. Gözümden akan yaşı öptü.
''Sana kurban olurum ben. Senin ağlamana sebep olduysam, gider sıkarım kafama. Yemin ederim yaparım Birce. Ağlama, güzelim benim.'' gözleri hala kırmızıydı. Siniri geçmemişti farkındaydım.
''Elin acıyor mu? Dikiş attırmamız gerek, hastaneye gidelim.'' bakışları gözlerimden bir saniye ayrılmadı.
''Elim kopsa şu an umurumda mı sanıyorsun?'' değildi. Bunu çok net anlayabiliyordum.
''Onat, sorun değil. Öfkelisin, anlayabiliyorum. Bunu anlayabilecek olgunlukta bir kadınım. Ama elinin kanı durmuyor, lütfen iyi olmamı istiyorsan hastaneye gitmemize izin ver.'' sağlam olan eliyle beni kendine çekti ve başımın üstüne usulca bir öpücük kondurdu.
''O orospu çocuğuna her ne yapamadıysam, on beş katını Acar'a yapacağım Birce. Bu sana sözüm olsun. Bu bütün tacize uğramış ama çaresiz olan kadınlara sözüm olsun.'' bunu yapacağını biliyordum. Bunu her Türk askeri yapardı.
''Elin-'' derin bir nefes alıp ayaklandığında ben de onunla birlikte ayağa kalkmıştım
''Oya'yı çağırırız şimdi. Hastaneye gitmeye gerek yok. Çaktırmadan mesaj atsana, teyzemleri endişelendirmesin insin aşağı.'' usulca başımı salladım. O da o sırada lavaboya gitmişti. Cebimdeki telefonu çıkarıp Oya'ya aşağı gelmesini söyledim. Onat'ın teyzesine de ayıp olmuş gibi hissediyordum. Ama olaylar o kadar üst üste gelmişti ki, doğru dürüst kendimi toparlayamadan karargaha dönmek zorunda kalmıştım. Bu ruh halinden çıkabilirsem, en azından bu gece yanlarına uğramayı düşünüyordum. Abim ise sabahtan beri beni görmek istediğini söylüyordu ama ben buna hazır değildim. Bu durumu ona söylemek istemiyordum. Bu durumu Onat'tan başka kimseye söylemek istemiyordum. Yaklaşık iki dakika sonra kapı çaldığında Onat elinde neredeyse her tarafı kan olmuş havluyla kapıyı açtı. Oya birden Onat'ı karşısında öyle görünce sesini yükseltmeden duramadı.
''Onat?! Ne oluyor?'' Onat ise diğer eliyle ağzını kapatmıştı.
''Bağırma canım bağırma. Geç içeri.'' Oya içeri geçtiğinde Onat kapıyı kapattı. Oya direkt salona geçince yerdeki cam kırıklarını da gördü.
''Ayağına terlik vereyim, cam batmasın. Bekle.'' dediğimde portmantodan bir ev terliği alıp ona uzattım.
''Kavga mı ettiniz? Ne oldu burada? Uzat şu elini.'' Onat elini uzattığında Oya onu çekti ve koltuğa oturdular.
''Hayır, kavga falan etmedik.'' Oya gözlerini Onat'ın elinden çekip gözlerine baktı.
''Öfke nöbeti mi geçirdin?'' kaşlarım çatıldı. Öfke nöbeti mi?
''Hayır Oya. Hadi yap şuna bir şeyler. Hastaneye gitmek istemiyorum.'' Oya birkaç saniye bakışlarını Onat'tan çekmedi, sonra bakışları bana döndü.
''Evde ilkyardım çantası var mı canım?'' usulca başımı salladım. Lavaboya doğru ilerlediğimde içinde gerektiğinden fazla malzeme olduğunu bildiğim ilk yardım çantasını aldım. Tam kapıdan çıkacağım sırada, lavabo odanın karşısında olduğu için Oya'nın sesini duymuştum.
''Birce'nin bu nöbetlerden haberi var mı?'' kaşlarım çatıldı. Onat'ın bu konuda sakladığı bir şey vardı.
''Hayır Oya. Zamanı gelince söyleyeceğim. Sus şimdi.'' Onat Oya'yı tersledikten sonra daha fazlasını duymak istemediğim için onların görüş alanına girdim. Oya tam bir şey söyleyecekken, beni görünce sustu.
''İçinde çok fazla malzeme var. Bazı geceler görevden gelince, kendime dikiş atmak zorunda kaldığım geceler oluyordu.'' burukça gülümsedim. Oya çantayı açtığında ben de hemen karşılarındaki koltuğa oturmuştum.
''Dikişlik malzeme var evet. Burada halledeyim. Ama birkaç gün elini kullanamayacaksın biliyorsun değil mi?'' Onat bunu tabi ki biliyordu. Başını salladı. Bir şey söylemedi. Bakışları zemine odaklıydı. Oya tedaviye başlamıştı.
''Teyzenlere de çok ayıp oldu Oya. Görev, olanlar vs. derken bir türlü görüşemedik.'' Oya bakışlarını Onat'ın elinden çekmeden bana cevap verdi.
''Olur mu öyle şey güzelim? Teyzem böyle şeylere takılacak biri değil. Hatta yemek hazırlıyordu yukarıda şu an. İsterseniz gelin.'' bakışlarım Onat'a kaydığında hala zemine baktığını gördüm.
''Tamam, olur.'' şu an onunla konuşmak istemiyordum. Bir yanım onu anlarken, diğer yanım onu anlamak istemeyecek kadar kırgındı.
''Sen işini halledene kadar ben ortalığı toplayayım.'' Onat bu cümlemle birlikte bakışlarını zeminden kaldırıp, bana değdirme tenezzülünde bulunmuştu.
''Ben dağıttım, ben toplarım Birce. Yorma kendini.'' gözlerindeki mahcubiyeti görebiliyordum. O benim içimde ona kırılan tarafı görebiliyor muydu peki?
''Sen bu elle ne yapıyorsun salak?'' Oya haklıydı. Muhtemelen o eli bir hafta falan kullanamayacaktı. Ani bir görev durumunda bunun sorun yaratacağını biliyordu. Bu yüzden de ona kızgındım. Hızlıca etrafı topladığımda Oya'da işini bitirmişti.
''Çıkalım hadi.'' deyip kapıya yönelen Oya'yı, Onat sadece bir baş sallamasıyla geçiştirmişti. Oya'da çok üstelemeden evden çıktı. Ben de kapıya yöneldiğimde Onat kolumdan tutarak beni durdurmuştu. Bunu beklediğim için direnmedim ve ona döndüm.
''Bizi duyduğunu biliyorum. Bu durumu sana müsait olduğumuz ilk anda anlatacağım. Ama ondan önce sesimi yükselttiğim için tekrardan özür dilerim güzelim. İçimde dinmeyen bir öfke var. Ne yapsam geçmeyecekmiş gibi hissediyorum. Bunu sana yönelttiğim için çok üzgünüm.'' onu anlıyordum. Belki de ilk defa onu bu kadar anlamak beni üzüyordu. Yüzüme buruk bir gülümseme yerleştirdim.
''Öfkeli olmanı anlayabiliyorum. Sorun bu değil zaten. Sorun, benden hâlâ daha bir şeyler saklıyor olman. Ben sana kendimi bütün şeffaflığımla açmışken, senin hala arka planda sakladığın bir şeyler olması.'' bir şey söylemesine fırsat vermeden evin dış kapısını açtım ve hızlıca ayakkabılarımı giyerek kendimi merdivenlere attım. Arkamdan geliyordu biliyordum. Her zaman da gelirdi. Belki de buna güveniyordum. Bir kat çıktıktan sonra dairenin önüne gelince zili çaldım. Onat'ın nefesinin ensemde olması ilk defa bir şeylerin içimde hafiflemesine engel olmuyordu. Saniyeler sonra kapı açıldı ve kapıda Meral teyze güler yüzüyle bizi karşıladı.
''Çocuklar! Hoş geldiniz.'' ona sarıldığımda yıllardır hissetmediğim o aile sıcaklığını ucundan da olsa hissedebiliyordum. Bu beni mutlu ediyordu.
''Hoş bulduk Meral teyze.'' kenara çekildiğinde Onat'ın elini sargıda gördü ve ağzından endişe dolu bir çığlık çıktı.
''Hih! Evladım, ne oldu sana?'' Onat'ın elini avucunun içine almış, endişeyle yüzüne bakıyordu. Onat ise onu kendine çekip alnına usulca bir öpücük kondurdu.
''Endişelenme sultanım. Bir şeyim yok, cam kesti sadece. Hadi geçelim içeri.'' Meral teyzenin yüzündeki üzüntüden bile ne kadar onlara değer verdiğini anlayabiliyordunuz. Direkt mutfağa geçtiğimizde Sude ve Oya'nın tabakları masaya yerleştirdiğini gördüm. Oya yüzünde anlayışlı bir gülümsemeyle bana gülümsedi. Sude ise bir o kadar yapmacık bir gülümsemeyle:
''Hoş geldin.'' demişti. Bakışları arkamdaki Onat'a dönünce onunda yüzünde endişeli bir ifade belirdi.
''Onat abi! Eline ne oldu?'' Onat ise hiç umursamadan sandalyeye oturdu.
''Bir şey yok. Cam kesti. Analı kızlı ne sıkıştırdınız beni. Hadi yemek yiyelim.'' birinin bakışlarını üstümde hissedince, Sude'nin ters ters bana baktığını gördüm. Ne alakaydı şu an? Derin bir nefes alıp onun henüz ergenliğinin doruklarında, abisine aşık bir birey olduğunu kendime hatırlatmıştım. Ben de sandalyeyi çekip Onat'ın karşısına, Oya'nın da hemen yanına oturmuştum.
''Sizinle de çok ilgilenemedik Meral teyze. Aklım sizde kaldı. Nasılsınız? Rahatınız yerindedir umarım.'' anlayış dolu bakışları beni bulduğunda sofranın başında oturduğu için hemen çaprazımda kalıyordu. Usulca omzumu sıvazladı.
''Saçmalama kızım. Sizin işiniz her şeyden önemli. Biz bunları göze alarak yola çıktık. İyiyiz çok şükür, seni de daha bir toparlamış gördüm.'' ben de elimi onun omzumu sıvazlayan elinin üstüne koyup aynı içtenlikle ona karşılık verdim.
''Daha iyiyim evet. Toparladım sayılır.'' toparlamak zorunda kalmıştım. Fiziken iyi olabilirdim ama ruhsal olarak bok gibiydim. Gözlerimin içine öyle bir baktı ki sanki yalan söylediğimi anlamıştı. Bakışları saniyelik Onat'a, sonra tekrardan bana kaydı.
''Siz hep iyi olun. Rabbim birbirinizden ayırmasın sizi.'' sadece başımı salladım. O da daha fazla üstelemedi. Ama anladığım kadarıyla Onat'la aramda bir sorun olduğunu anlamıştı bile.
''Oya, dönmeden önce seninkiyle de bir tanışayım.'' Onat'ın içtiği su boğazında kaldı ve öksürmeye başladı. Hemen yanında oturan Sude, sırtına hiçte kibar sayılmayacak bir şekilde geçirip:
''Helal, helal Onat abi.''' dediğinde yüzünde hınzır bir gülümseme vardı.
''Ne alaka teyze?'' Meral teyzenin bakışları bir ok misali Onat'a saplandı. Bu bakışı karşısında kaşlarımı şaşkınlıkla havalandırmadan duramamıştım.
''Oya çocuktan gayet emin. Sana ne oluyor?'' Onat'ın da bakışları teyzesindeydi. İkisi de bakışlarını asla birbirinden çekmiyordu.
''Eminse emin. Ben emin miyim? Sormuş mu bana hiç?'' şaşkınlıkla havalanan bakışlarım, bu sefer aynı hızda çatıldı. Kendimi tutamadım. Belki de söylememem gerekiyordu ama dayanamadım.
''Neden? Sen mi evleneceksin Gürkan'la?'' Sude'nin ağzındaki suyu püskürterek gülmesi, Oya'nın yanımda kahkaha atması ve Meral teyzenin gülümsemesiyle rahatlamıştım. Onat ise bana hayret içinde bakıyordu. Kendimi tutamamıştım.
''Sen kimin tarafındasın?'' bugün onun tarafında olmadığım kesindi. Omzumu silktim ve ona cevap vermedim.
''Yarın akşam yemeğe gelsin. Birce kızım, sen de gel. Hep beraber güzel bir yemek yiyelim.'' yarın abimle olmam gerekiyordu. En azından karargahtan çıktıktan sonra abimle ve Elvin'le bir yemek yemek için sözleşmiştik.
''Çok isterdim Meral teyze ama yarın abimlerle olacağım. Siz hep beraber olun, çok mutlu olurum sizin için.'' Meral teyzenin yüzü düştü ama saniyeler sonra tekrar aydınlandı. Aklına bir fikir gelmişti Onat bunu anlamış gibi
''Hayır teyze.'' dedi ama Meral teyze onu dinlemeden Oya'ya döndü.
''Şimdi ara çağır Gürkan'ı.'' Meral teyzeden korkulurdu. Oya da şaşırdı.
''Teyze, ne acelen var?'' Meral teyze ise omuz silkti.
''Bütün evlatlarımı bir arada görmek istiyorum.'' bu evlatların içerisine beni de aldığını bilmek, yüzümde engellenemez bir gülümsemeye sebep oldu.
''Tamam arıyorum. Müsaitse gelir.'' Oya mutfaktan çıktığında Onat teyzesine döndü.
''Ne gerek vardı? Burada biz bize oturuyorduk ne güzel.'' tam Meral teyze ona cevap verecekken Sude'nin sesiyle bakışlarım ona döndü. O da bana bakıyordu.
''Biz bize mi? Emin misin abi?'' burada kendince bana gönderme yapıyordu. Bakışlarımı ondan çekmedim. Artık sabrım, onun ergen olduğunu bana hatırlatırken zorlanıyordu.
''Bir daha Birce'yle ilgili herhangi bir ima yaptığını duyarsam, bozuşuruz.'' Onat'ın tepkisiyle Sude şaşkınlıkla ona dönmüş, anında gözleri dolmuştu. Sandalyesini geri iterek, duvara çarparak odaya gitti.
''Hak etti. Sana olan bağımlılığı bazen can sıkıcı oluyor.'' Meral teyzenin bakışları bana döndü.
''Sen Sude'yi takma kızım. O, Onat abisiyle büyüdüğü için onu çok kıskanıyor. Ama alışacaktır.'' çok umursadığımda söylenemezdi.
''Sorun yok Meral teyze.'' dedikten saniyeler sonra Oya içeri girdi.
''Gürkan geliyor.'' Oya'nın sözlerinden sonra Onat birden ayaklandı. Canı sıkılmıştı ama yapacak bir şey yoktu.
''Ben doydum. Elinize sağlık.'' mutfaktan çıktı. Oya ise gözlerini devirdi.
''Sen onu boş ver kızım. Ben hızlıca bir tatlı yapayım. Çocuk yemeğe gelemedi, tatlı yesin bari.'' Oya Meral teyzeye yardım etmeye başlarken bakışları bana döndü.
''Sen içeri geç Birce.'' tam ona itiraz edeceğim sırada bu sefer Meral teyze konuşmaya başladı.
''Aynen öyle, sen geç bakayım içeri. Aranızda ne var bilmiyorum ama düzeltin bakayım aranızı. Çocuklarımı mutsuz görmek istemiyorum.'' tam da tahmin ettiğim gibi, anlamıştı. Cevap vermeden mutfağın dışına çıktım. Tam salona geçeceğim sırada Onat'ın, Sude'nin kaldığı odada olduğunu duymuştum. Ama bugün yeterince kapı dinleme kotamı doldurduğum için direkt salona geçtim. Onat ve Oya şanslıydı. Onlara annesinin eksikliğini hissettirmeyecek bir teyzeleri vardı.
Annem aklıma düştü. Yıllar boyu varlığını inkar ettiğim, aklıma bile düşünce kendime kızdığım annemi en kısa sürede görecektim. En azından abim buradan gitmeden, onunla beraber annemi görmek istiyordum. Bakışlarım kapıdan içeri giren Onat ve kolunun altındaki Sude'ye kaydığında ikisinin de yüzü gülüyordu. Onat demek ki Sude'nin gönlünü almıştı. Sude beni görünce yüzüne mahcup bir gülümseme yerleşti. Şaşırdım.
''Ben özür dilerim Birce abla. Sofrada öyle söylemek istememişim.'' Onat'ın konuşması işe yaramıştı demek ki. Onat hemen yanıma oturup bir kolunu arkama doğru uzatmıştı. Gören biri sanki kolunun altındaymışım gibi anlardı. Ona her ne kadar sinirli olsam da ortamı bozmak istemedim.
''Önemli değil Sude'ciğim. Birbirimizi yeni yeni tanıyoruz, olur böyle şeyler.'' başını usulca salladıktan sonra o da karşımızdaki tekli berjere oturup telefonla oynamaya başlamıştı. Onat'ın nefesini birden kulağımda hissedince, tüylerimin ürperdiğini hissettim.
''Bu kadar asi ve tavırlı olmanın beni azdırması normal mi?'' sorusuyla gözlerim şaşkınlıkla büyüdü ve kafamı ona çevirdim. Kafamı ona çevirmemle ne kadar yakın olduğumuzu fark etmiştim. Koltukta kendimi kaydırarak geri çektim. Bu yaptığım hareket hoşuna gitmedi.
''İnan bir taraflarının kalkıp kalkmaması şu an umurumda değil.'' bu sefer şaşıran oydu.
''Görmek ister misin?'' arsızdı. Ve bu durum sinirimi bozuyordu. O an bakışlarım Sude'yi buldu. Sanki hissetmiş gibi Sude kalktı ve mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Sude'nin gidişiyle ona döndüm. Gözlerimde ne gördüyse bu onu eğlendirdi. Ama eğlenecek olan bendim, haberi yoktu. Elimi birden aletine atınca kaşlarını hayretle havalandırdı.
''Görmek istemem ama tam şu anda koparmak isterdim.'' dediğimde aletini öyle bir sıktım ki, yüzü anında kıpkırmızı oldu. Nefesi kesildi. Elimi hızlı bir şekilde oradan çekti.
''Birce! Hem beni bu kadar sinirlendirip hem nasıl bu kadar etkileyebiliyorsun.'' tam ona cevap vereceğim sırada zil çaldı. Gürkan gelmişti. Ayaklandım ve yüzüme yerleştirdiğim yapay bir gülümsemeyle ona baktım.
''E hadi, kayınbiraderin geldi.'' bana o kadar ters bakmıştı ki, yüzümdeki gülümseme gerçeğe dönüştü ve kahkaha attım. Tam o sırada diğerleri salona girdi.
''Hoş geldin Gürkan.'' Gürkan yüzünde bir gülümsemeyle bana elini uzattı, tokalaştık.
''Hoş buldum Birce. Seni daha iyi gördüm.'' usulca başımı salladım.
''İyiyim, teşekkür ederim.'' yüzündeki gülümseme dönmeden bakışları hemen arkamda dağ gibi dikilen Onat'a döndü.
''Merhaba Onat.'' Onat'a uzattığı eli, Onat yaklaşık on saniye sonra sıktı. Anlaşılan yine cinsliği üstündeydi.
''Merhaba.'' Gürkan'a kitlenmiş bir şekilde bakan Onat, Meral teyzenin cümlesiyle bakışlarını ondan çekti.
''Hadi geçin oturun. Sude kalk, çayları koy.'' hepimiz koltuklara yerleştiğimizde bir süre sessizlik oldu.
''Ee Gürkan evladım, sen nerelisin? Ne iş yaparsın? Anlat bakalım.'' Meral teyze tam şu an görücü modeline bürünmüştü. Gürkan yüzüne yerleştirdiği tebessümle ona dönüp sorularını yanıtlamaya başladı.
''Ben de doktorum Meral Hanım. Ankaralıyım, şu an Oya'yla aynı hastanede görev yapıyoruz.'' Onat yandan bir şey mırıldandı ama kimse onu ciddiye almadı.
''Hanım demene gerek yok yavrum, teyze de bana. Nasıl, alıştın mı Hakkari'ye?'' bakışlarım Oya'ya kaydığında hayran hayran Gürkan'a baktığını gördüm. Demek ki o abayı yakalı çok oluyordu.
''Başta zorlandım ama alıştım artık. İnsanı çok candan, sağ olsunlar.'' Meral teyze usulca başını salladı, o sırada içeri giren Sude çay ve tatlı servisini yapıyordu.
''Ee ne zaman yapıyoruz düğünleri? Peş peşe mi?'' Meral teyzenin sorusuyla hepimiz bir şoka girerken, Oya ağzındaki çayı püskürtmüştü.
''Teyze! O nasıl soru öyle ya? Esra Erol'la izdivaç programı mı burası?'' Meral teyze Oya'nın söylediği cümleye gözlerini devirdi.
''Ne var yahu? Evlatlarımın düğününü görmek istememden doğal ne var?''
''Göreceksin tabi teyze de, her şeyin bir zamanı var ya sonuçta.'' Meral teyze bu sefer bakışlarını Onat'a çevirerek, yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirdi. Sanırım bomba geliyordu.
''Sen konuşma. Buldun gül gibi kızı üzüyorsun bir de. Farkında değil miyim sanıyorsun? Özür diledi mi bu eşek senden he Birce kızım?'' bakışlarım Onat'a kaydığında Meral teyzeye bakıyordu. Bunu Gürkan'ın yanında yapmasından hoşlanmamıştı.
''Aramız iyi Meral teyze, sağ ol. Biz onunla ne kadar tartışsak da dönüp dolaşır yine birbirimizi buluruz.'' sözlerimle birlikte Onat bakışlarını bana çevirdi. Yüzüne öyle bir gülümseme yerleştirdi ki, sabahtan beri ona olan bütün kırgınlığım anında tuzla buz olmuştu.
"Nazar duası okuyayım size. Maşallah benim yavrularıma."
O gece Meral teyze ara ara bize dualar okumaya, espriler yapmaya devam etti. Hatta Onat'ta çoğu zaman ona katılmıştı. Bunu benim kafamı dağıtmak için yaptığını biliyordum. Oldukça işe yaramıştı. Şimdi ise karargahtaydım. Arkeolog ekibiyle vedalaşmıştık ve albayın emrine göre yeni göreve çıkacaktık. Onat'a her ne kadar elinin iyi olmadığını söylesem de, albay yaptığı bu sorumsuz davranıştan dolayı acısını çekmesi gerektiğini söylemişti. Şu an ise görevin ayrıntılarını konuşmak üzere toplantı odasındaydık.
"Erkin'in ölümüyle çoğu şey açığa çıktı." Onat ekrana Erkin'in evinde bulduğumuz görselleri yansıttı.
"Haftalarca Türkiye'ye getirmek için uğraştıkları bir şey olduklarını iddia ettiler. Bu şeyin ne olduğuyla hatta nerede olduğuyla ilgili önemli bir bilgiye ulaştık.'' hepimizin bakışları pür dikkat ekrandaydı. Bir tuşa daha bastı ve bayağı büyük bir fabrika görüş alanıma girdi.
''Erkin'in evi bayağı iyi temizlenmiş. Ama atladıkları bir şey oldu, Ekin. Hatırlarsanız Ekin'e bilgi toplaması için bir hafta vermiştik. Oldukça büyük bir şeyle geri döndü. Erkin'in telefonuna gelen şifreli bir mesajı direkt bize iletti. Bu mesajda, bir fabrikada yasa dışı silah transferi yaptığından bahsediliyor. Mesaj sayesinde fabrikanın koordinatlarını bulduk. Fabrikaya önden birkaç asker gönderdik. Arazi keşfi yapsınlar diye. Askerler, sürekli fabrikanın etrafında birilerinin devriye gezdiğinden bahsetti. Birkaç tane fotoğraf çektiler. Fotoğraflarda ekrandaki şekilde.'' fabrika oldukça büyüktü.
''Fabrikanın içinden muhtemelen düşündüğümüzden çok daha fazlası çıkacak. Gidip göreceğiz.''
''Komutanım, bu bir tuzak olmasın?'' Onat başını hayır dercesine salladı.
''Hayır, bir tuzak değil. Çünkü mesajı atan bir yurt dışı numarası. Yani o fabrikanın içinde ne olduğunu bilen birisi. Ayrıca, tuzaksa da o tuzağa düşmüş gibi yapıp, onları tuzağa çekmek bizim işimiz değil mi asker?'' Aybars'ın yüzüne cesaret dolu bir gülümseme yerleşti.
''Elbette komutanım.'' Onat başını salladı.
''Ne zaman gidiyoruz komutanım?'' Selin'in sorusuyla ben de merakla bakışlarımı Onat'a çevirdim.
''Şimdi.'' yüzüme bir gülümseme yerleşti. Özlemiştim.
Kurdun dişine kan değmişti, sahne artık bizimdi.
YAZARIN AĞZINDAN
Gece karanlık çökmüştü. Rüzgar dağların arasından uğuldarken tim, terk edilmiş fabrikanın dışına gizlenmişti. Fabrika, Acar'ın planlarını yürüttüğü yerlerden birisiydi. Tim, ele geçirilen şifreli bir mesajdan buranın koordinatlarını öğrenmişti. Mesajda, yasa dışı silah transferinin bu fabrikadan yürütüldüğü belirtiliyordu. İçerideki tehlikenin boyutunu bilmiyorlardı, ancak son bilgiye göre burada yasa dışı silah transferi yapılıyordu. Onat, telsize fısıldadı:
"Herkes hazır mı? Operasyonu hızlı ve sessiz bir şekilde yürütmeliyiz." Birce, susturuculu tabancasını kontrol ederken hafifçe başını salladı.
"Hazırım, komutanım." Şimal, keskin nişancı tüfeğiyle çatıda pozisyon aldı.
"Gözüm üzerinizde. Herhangi bir hareketlilikte haber veririm."
Tim, binanın yan kapısından içeri sızdı. Alperen öncü olarak ilerliyor, hareket sensörlerini etkisiz hale getiriyordu. Koridorlar karanlık ve daracık labirent gibiydi. Ayak sesleri yankılanmaması için yavaş adımlarla ilerliyorlardı. Birden telsizden Şimal'in sesi duyuldu:
"Dört kişi girişin kuzeyinde devriye geziyor. Dikkatli olun." Onat, el işaretleriyle timi iki gruba böldü. Birce ve Aybars devriyeyi etkisiz hale getirmek için sola yönelirken, Onat ve Alperen ana kontrol odasına doğru ilerledi. Birce, devriyenin dikkatini dağıtmak için küçük bir taş fırlattığında sesle irkilen iki kişi, kaynağı kontrol etmeye giderken diğer ikisi geri durdu. Bu, Aybars'ın işaretiydi. Sessizce arkalarından yaklaşıp onları etkisiz hale getirdiler. Ancak, üçüncü adam döndüğünde silahını ateşlemişti.
"Temas var!" diye fısıldadı Birce telsizden, ardından yere atlayarak karşılık verdi. Şimal'in tüfeği uzaktan yankılandığında bir mermi, adamın silahını tutan eline isabet etti ve onu yere yığmıştı.
Bu sırada, Onat ve Alperen ana kontrol odasına ulaşmışlardı. Kapının önündeki iki kişiyi hızla etkisiz hale getirip içeri girdiler. Bilgisayar ekranlarında, Acar'ın büyük planını gösteren haritalar, silah sevkiyat rotaları ve kara para aklama işlemlerine dair detaylı belgeler vardı. Ayrıca, uluslararası bağlantılara işaret eden bazı belgeler de dikkat çekiciydi. Bu belgelerde, yabancı ülkelerdeki silah tüccarları, sahte kimlik sağlayıcıları ve finansal ağlarla ilişkiler açıkça belirtiliyordu. Kanada merkezli bir şirketin, bu operasyonların lojistik ve finansmanında kilit bir rol oynadığı anlaşılıyordu. Ayrıca, farklı şehirlerdeki diğer operasyon merkezlerine ait şifreli dosyalar ve iletişim logları da dikkatlerini çekti.
"Bu bilgiler çok önemli," dedi Onat. "Alperen, belgelerin kopyalarını al ve şifreleri çözmek için merkeze gönder." Alperen Onat'ı onayladıktan sonra, birkaç dakika içinde dosyalar kopyalanmıştı. Birden bir alarm sesi yükseldi.
"Çabuk olun!" diye bağırdı Onat. Tim hızla binanın dışına yöneldi ancak çıkış kapısında, Acar'ın adamları tarafından kurulmuş bir tuzakla karşılaşmışlardı. Yoğun bir çatışma başladığında Birce ve Aybars, kapıya yaklaşmaya çalışan adamları durdurmaya çalışırken, Şimal çatıda koruma ateşi açıyordu.
"Komutanım, mermilerimiz azalıyor!" diye bağırdı Birce.
"El bombası!" dedi Onat, kemerinden bir tane çıkararak kapının önüne doğru yuvarladı. Patlama, düşmanları savurdu ve tim hızla dışarı çıktı.
Bir helikopterin sesi duyuldu. Bu, Acar'ın hareketlerini takip eden istihbarat birimlerinin gönderdiği destek helikopteriydi. Tim, görev sırasında verdiği koordinatlarla onların dikkatini buraya çekmiş, destek gelmişti. Tim helikoptere ulaşmak için son enerjileriyle koştu. Ancak Acar, binanın tepesinden bir RPG ile helikoptere nişan alıyordu.
"Onu durdurun!" diye bağırdı Onat. Şimal tüfeğiyle Acar'a nişan aldı ve tetiği çekti. Mermi, RPG'nin namlusuna isabet etti ve Acar, dengesini kaybederek çatının arkasına düştü. Helikoptere binen grup, yukarı doğru yükselirken aşağıdaki fabrikanın alevler içinde kaldığını gördü. Birce derin bir nefes aldı ve Onat'a döndü.
"Bu sefer son muydu komutanım?" Onat, gülümseyerek başını salladı.
"Acar böyle bir sonu hak etmiyor. Bizim için ise bu sadece bir başlangıç biricik."
Yorum satırı ❤️🩹
Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.67k Okunma |
3.75k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |