23. Bölüm

BÖLÜM YİRMİ İKİ

monsoleil016
monsoleil016

Merhaba! Okunma sayımız gün geçtikçe artıyor, hepinize teşekkür ederim. Ama ben her hafta sizin için bölüm atarken, sizin de bir oy ve bir yorum atmamanız beni çok üzüyor :(

Hadi, bölüme geçmeden yıldıza basalım 🤍 Hepinize iyi okumalar :) 🤍

Alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımdan beni takip edebilirsiniz.

(Instagram'da böyle posterler hazırlıyorum. Hepinizi beklerim🤍)

Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil016

Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil016

 

SİNEM ARSLAN

Bizim gibi geçmişi meçhul insanlar için hayat zordur. Genelde yetimhaneye bırakılan çocuklar, bırakıldığı yaşı bile hatırlamazdı. Ama bu durum benim için geçerli değildi. Ben yedi yaşında, annesi tarafından bile isteye yetimhaneye bırakılan o kız çocuğuydum. Diğerlerinin aksine, annemi de babamı da tanıyordum. Ama onları o kadar hafızamdan silmiştim ki ikisine dair hatırladığım tek şey, babamın beni düşmanını döver gibi dövmesi, annemin ise sanki ölmüşüm gibi ağlayıp beni yurda bırakmasıydı.

Belki de zihnim onlarla ilgili her şeyi silmek istemişti. Sadece kötü şeyleri hatırlıyordu.

Yurda ilk geldiğim dönem annemin beni aramasını, ziyarete gelmesini çok bekledim. Hiçbiri olmadı. Seneler sonra ise reşit olduğumda yurttan çıkarken onların yaşayıp yaşamadığını sorduğumda, bana sadece babamın yaşadığı söylendi. Annemi sorduğumda ise öldüğünü söylemişlerdi. Üzüldüm, vicdan azabı çektim. Günlerce kendime gelemedim. Yanımda yine Birce vardı. Benim ailem ben yurda geldiğim günden itibaren, Birce'den ibaretti. Yıllar sonra tekrardan onunla aynı şehirde beraber yaşıyor olmak beni mutlu ediyordu. Beni endişelendiren şey ise başındaki belaydı.

Birce, Erkin'den ilk bana bahsetmişti. Bahsettiği zamanı bile dün gibi hatırlıyordum. O bana nazaran her zaman mentali daha güçlü biri olmuştu. Bu olayı bile aylarca saklayıp artık bir gece vakti onu ağlarken bulduğumda zar zor ısrarlarıma dayanamayarak anlatmıştı. Orospu çocuğu Erkin, ne zaman onu şikayet etmekle tehdit etsek ikimizden birine mutlaka zarar vereceğini söyler, bizi tehdit ederdi. Bir sene daha dayanabileceğimizi, sonrasında bu yurttan siktir olup gideceğini bildiğimiz için tehditlerine boyun eğmek zorunda kalmıştık.

Şükür ki gittikten sonra Birce'ye bir daha ulaşmamıştı. Ama buraya geldiğimde olayların çok daha farklı olduğunu anlamıştım. Onun için endişeleniyordum. O benim hayatımın büyük bir parçasıydı. Marketten çıkıp eve giderken, Birce'nin akşam yemek yemeyeceğini bildiğim için kendime aperatif bir şeyler almıştım. Hakkari'de yaşam zordu. Havası bir garipti. Bir gün çok sıcakken, evvelsi gün montla dışarı çıkabiliyordun. Bugün yine dengesiz havalardan biriydi. Allahtan bu duruma alışık olduğum için üzerime kaban almıştım. Elimde poşetle kabanıma sarıldığım esnada, birinin pat diye önüme çıkmasıyla bakışlarımı yerden çektim. Erkin. Karşımdaydı. Sağ elindeki silahı kaldırdı.

''Selam, yancı.'' yancı. Bana böyle seslenirdi. Bu sözünü tekrar duymamla geçmişe dönmeme sebep oldu. Etrafıma baktığımda kimseyi göremedim. Elindeki silah beni endişelendirmedi. Ben bu ruh hastası pislikten hiçbir zaman korkmazdım.

''Geri zekalı herif. Yıllar geçti, değişmeyen tek şey senin hâlâ aynı ısrarla beyinsiz olmaya devam etmen.'' yürümek için yanından geçecekken eliyle beni durdurdu.

''O elini götüne sokmadan önce çekmen için beş saniyen var.'' kahkaha attı.

''Senin de değişmeyen tek şeyin, anlamsız cesaretin.'' ellerimi kollarıma bağladım. Ondan korktuğumu düşünmesine izin veremezdim.

''Ne istiyorsun?'' bakışlarım etrafı taramaya devam ederken, aksi gibi hala daha etraftan kimse geçmiyordu.

''Birce bu aralar beni çok kızdırıyor Sinem.'' gözlerimi devirdim.

''Sana ne istiyorsun diye sordum?'' elindeki silahı avucuna vurdu.

''Birce'yi.'' yüzüme bir gülümseme yerleşti. Hatta kahkaha attım.

''Yarrağımın başını alırsın. Siktir git.'' onu bütün gücümle itip koşmaya başladığımda birden bir silah sesi duydum. Durdum.

''Bir adım daha atarsan, kurşunun hedefi sen olursun.'' adım atmasam da hedefin ben olacağını biliyordum. Bu ruh hastası herifin hasta olduğu tescillendiği için, her şeyi yapabilecek potansiyele sahip olduğunu farkındaydım. Etrafı kolaçan ettiğimde birkaç kişinin silah sesiyle pencerelere çıktığını görmüştüm. Bu beni rahatlatmıştı, polisi arayacaklarını düşünüyordum.

''Ya da kurşunun hedefi neden sen olmayasın ki? Gittiğin yerde annene selam söyle.'' koşmaya başladım. Tekrardan bir silah sesi daha duydum. Sonrası ise, benim için karanlıktı.

BİRCE SAĞLAM

Hayatımda kalbimin çıkacakmış gibi attığını hissettiğim çok nadir zamanlar oldu. Şimdi o zamanlardan birinin içindeydik. Ben hiçbir zaman kendi canını önemseyen biri olmamıştım. Her defasında kendimi öne atar, Sinem'in bana kızmasına sebep olurdum. Çünkü bana her zaman şu hayattaki tek varlığım sensin der, yaşamam için bir sebep sunardı. Şu an ise yaşama sebebimin vurulduğunu öğrenmiş, Onat'la arabada son sürat hastaneye gidiyorduk.

Onat telefonu kapatıp Sinem'in bana vurulduğunu söylediği andan itibaren, gözyaşlarım durmuyordu. Bu benim elimde olan bir şey değildi. Ben Üsteğmen Birce Sağlamdım. Dağdaki teröristin belki korkulu rüyasıydım, belki o sırada dünyanın en acımasız insanıydım.

Ama söz konusu Sinem olunca, yedi yaşındaki küçük kızdım. Onun kız kardeşiydim.

''Güzelim, sakin olur musun?'' Onat arabaya bindiğimiz andan itibaren tek eliyle direksiyonu tutuyor, diğer eliyle elimi avucuna almış usulca parmaklarımı okşuyordu. Sakin ve soğukkanlı olmam gerektiğinin farkındaydım. Ama yapamıyordum.

''Durumu nasılmış?'' belki onuncu kez soruşumdu. Onat ise yılmadan cevaplıyordu.

''Ameliyata alacaklarmış şimdi. Her şey yoluna girecek, biliyorsun değil mi?'' elinin içindeki elime öpücük kondurup bakışlarını saniyelik bana çevirdi. Usulca başımı salladım.

''Evet, girecek. O beni bırakıp hiçbir yere gitmez.'' kendimi buna inandırmak istercesine hızlıca başımı salladım.

''Evet, hiçbir yere gitmeyecek.'' biz hızlıca ilerlerken Oya ve Gürkan da arkamızdan geliyordu. Hastanenin önüne yaklaştığımızda kapıyı açıp içeri nasıl koştuğumu hatırlamıyorum. Danışmadaki hemşireyi gördüğüm gibi konuşmaya başladım.

''Sinem Arslan. Ameliyata alınmış sanırım, ameliyathane ne tarafta?'' kadının gözleri endişeli bir şekilde beni buldu. Sonra bakışları arkamdaki Onat, Oya ve Gürkan'a kaydı. Onların yüzlerinde ne gördüyse endişesinin büyüdüğünü hissettim.

''Alt katta. Koridorun sonunda.'' hızlıca ilerlemeye başladığımda arkamda Oya'nın kadına teşekkür ettiğini duydum. O kadar endişeliydim ki, teşekkür edecek durumda bile değildim.

Merdivenleri ikişer üçer inip sol tarafta koridorun sonunda kocaman ''AMELİYATHANE'' yazısını görmek beni duraklattı. Gözlerimdeki yaşların su gibi aktığının farkındaydım.

''İyi misin?'' Onat'ı yanımda hissetmek bana gücümü hatırlattı. Elimi tutan elini bırakmadan hızlı bir şekilde ameliyathanenin kapısına doğru ilerlemeye başladım. O sırada kapıda duran Selin dikkatimi çekmişti. Kafasını kaldırıp beni gördüğünde onun da gözlerinin kırmızı olduğunu fark ettim.

''Birce.'' ağlıyor muydu? Bir şey mi olmuştu?

''Selin, bir şey mi oldu?'' başını hayır dercesine salladı. Gelip bana sarıldığında Onat'la ellerimiz ayrıldı. Sarılmasına karşılık verdim. İkimiz de bir süre usulca ağladık. Onu böyle görmek beni daha çok üzmüştü. Ameliyathanenin kapısının açılmasıyla bakışlarım kapıya döndü. Kendimi geri çektim. İçeriden çıkan doktor bize doğru ilerledi.

''Siz Sinem Hanım'ın yakınlarısınız sanırım?'' hızlıca başımı salladım.

''Evet doktor bey, durumu nasıl?'' adam nefes aldı. Yüzündeki ifade oldukça ciddiydi, onu anlamakta zorlanıyordum.

''Kurşun iç organlara zarar vermiş. Böbreğe giden damarlar hasarlanmış. O yüzden böbreklerden birini almak zorunda kaldık. Zorlu bir ameliyattı bizim için. Bir süre yoğun bakımda, gözetim altında kalacak.'' o an nefesimin kesildiği hissettim. Zemin ayağımın altından kaydı.

''Birce? Birce, iyi misin?'' Onat'ın beni tutmasıyla hemen yanımdaki koltuğa oturtması bir olmuştu. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Başımı kaldırdığımda doktorun da endişeyle bana baktığını görmüştüm.

''İyiyim.'' Onat'ın elini yüzümde hissettiğimde bakışlarım ona döndü. İyi olduğuma emin olmak istercesine yüzüme bakıyordu.

''Bir sorun olursa hemşireyi çağırabilirsiniz. Geçmiş olsun.'' doktor yanımızdan ayrıldığında kendimde konuşacak gücü bulamadım. Dizlerimde hissettiğim baskıyla bakışlarımı oraya çevirdim. Oya önümde diz çökmüş, gözlerindeki yaşlarla bana bakıyordu.

''Bebeğim, iyi olacak. Sinem çok güçlü, siz çok güçlüsünüz. Ben az sonra gidip doktor arkadaşlardan daha detaylı bilgi alacağım. Dirayetli olman gerekiyor. Onun için. Tamam mı?'' başımı salladım. Ama ne için salladığımı bile bilmiyordum. Söylediklerini duyuyor ama anlamakta zorluk çekiyordum. O an kendimi öldürmek istedim. Ben şu an olmasaydım, Sinem içeride yatıyor olmazdı diye düşündüm. Beni şu an fiziksel olarak ayakta tutan tek şey, omzuna başımı yasladığım Onattı. Sinem'e bunu kim yapmıştı? Onu bu hale getiren şeydi? Birden sanki bir kabustan uyanırmışçasına olduğum yerde irkildim. Başımı Onat'ın omzundan kaldırıp, gözlerimi ona diktim.

''Bunu ona kim yaptı?'' onunda bakışları bana dönmüştü. Endişeliydi.

''Bunları sonra konuşuruz Birce.'' ayağa kalktım. Tam kapının önünde oturan Selin'e doğru ilerlemeye başladım.

''Onu sen mi buldun?'' usulca başını salladı.

''Bunu ona kimin yaptığını biliyor musun?'' bakışları arkamdaki Onat'a kaydı. Biliyordu. İkisi de biliyordu. O kadar hızlı bir şekilde arkama döndüm ki hemen dibimde duran Onat'a çarpmam kaçınılmaz olmuştu. Bakışlarım direkt onu buldu.

''Söyle.'' söylemezse bu hastaneyi başına yıkacağımı biliyordum.

''Erkin.'' biliyordum. Başka kim olabilirdi ki? Gözlerimi yumup içimdeki alevin geçmesini bekledim.

''Onu bulduğum zaman, bu zamana kadar onu öldürmediğim için tanrıya isyan edecek. '' gitmem gerekiyordu. Benim canım içerde can çekişirken, ben burada öylece duramazdım. Onat'ın yanından geçecekken bunu anlayıp, kolumdan tutarak beni durdurdu.

''Nereye?'' ona bakmadım. Bakarsam içimdeki alev söner sandım.

''O orospu çocuğunu bulup lime lime doğramaya.'' önüme geçtiğinde bakışlarım bakışlarını buldu.

''Bunu yapmanın zamanı gelecek biliyorsun. Fevri davranma.'' o an karşımda kim varsa yakıp geçecek gibi hissediyordum. İçimdeki bu hissi kelimelerle anlatmam mümkün değildi.

''Onat, lütfen bir şey yap. Ben şu an bir şeyleri yakıp yıkmak istiyorum.'' gözlerime öyle bir bakıyordu ki, beni anladığını görebiliyordum. Beni en iyi zaten o anlardı. Benim yaşadığım şeyin kat be kat fazlasını yaşamıştı.

''Biliyorum güzelim. Ama şunu söyleyeyim ne kadar yakarsan yak, geçmiyor. Şu an sakin olup güzelce düşünmekten başka çaremiz yok.'' derin bir nefes aldım. İçimden belki bine kadar saysam geçerdi. Geçer miydi? Merdivenlerden birinin koşarak indiğini duydum. Kafamı o yöne çevirdiğimde Sefa'yı görmek tabi ki beklediğim bir şey değildi. Endişe yüzünün her tarafına yayılmış, telaşlı bir şekilde bize doğru geliyordu.

''Onat.'' ameliyathane yazısına ve bana baktı. Bakışları tekrardan Onat'ı buldu.

''Yaşıyor mu?'' Onat tabi ki ne olduğunu bilmediği için garip bir şekilde Sefa'ya bakmaya devam ediyordu.

''Yaşıyor da sen nereden öğrendin?'' o kadar yüksek sesli bir nefes aldı ki. Rahatladığını anlamamak için aptal olmak gerekirdi.

''Siktir et. Durumu nasıl? '' bakışlarını bana çevirdiğinde benim varlığımı yeni fark etmiş gibiydi.

''Birce, sen nasılsın?'' gözlerimden akan yaşa engel olamıyordum. Belki hıçkırmıyordum, haykırmıyordum ama o yaşlara engel olamıyordum.

''Böbreği hasar görmüş, bir böbreğini almışlar.'' göz bebeklerinin sinirden büyüdüğüne şahit oldum. Anında yüzü kızardı. Bakışları Onat'a kaydı.

''Erkin mi?'' Onat, usulca başını salladı. Sefa, arkasını döndü ve koşar adımlarla gitti.

''Nereye gitti? Ne oluyor?'' nereye gittiğini az çok tahmin edebiliyordum ama sorma ihtiyacı duymuştum.

''Aralarında ne geçti bilmiyorum ama senin yapmak istediğini o yapacak. Onu tanırım. İstediğini yapmadan, buraya geri dönmeyecektir.'' yıkıp yakacaktı. Sinem'in yoğun bakıma alınacağını bildiğimiz için burada durup daha fazla ameliyathanenin önünü meşgul etmememiz gerektiğinin farkındaydım. Bakışlarım hemen kapının önünde, yerde oturan Selin'e kaydı.

''Selin, hadi yoğun bakımın önüne gidelim. Oraya geçecekler.'' bakışları yerden kalkıp beni bulduğunda, gözlerindeki kanı fark etmiştim. Son zamanlarda oldukça yorulmuştu, her anlamda. Başını usulca salladıktan sonra elimi ona uzattım ve yerden kaldırdım.

''Onu ben buldum.'' bakışlarımız birleşmişti. Şimdi burada neden perişan halde oturduğunu daha iyi anlamıştım.

''Nasıl? Nasıl buldun?'' göğüs kafesime bir sancı girdiğini hissettim. İçime yine bir ağırlık çöktü.

''Eve gidiyordum. Ekmek almış eve gidiyordum. Birinin yerde yattığını gördüm.'' burnunu çekti. Ağlıyordu ama benim aksime gözünden yaş akmıyordu.

''Sinem olduğunu anlayınca birkaç saniye tutuldum kaldım Birce. Bildiğim bütün ilkyardım tekniklerini unuttum.'' artık hıçkırarak ağlıyordum. Kendimi tutamıyordum. Selin'in beni kendine çekmesiyle bir süre ikimiz de sarılarak ağladık.

''Güzelim, artık gitmemiz gerek.'' Onat'ın sesiyle kendimi geri çekmiş, dağılmıştım. Toparlanmam gerekiyordu. Hızlıca başımı salladım.

''Hadi gidelim.'' ilerlemeye başladığımızda Selin de arkamızdan bizi takip etti. Yaklaşık bir saattir yoğun bakımın önündeydik. Bu bir saatin içinde bütün tim buraya gelmişti. Doktor, gözetim için yoğun bakımda olmasının daha doğru olacağını söylemişti.

''Sefa'dan bir haber var mı?'' bakışlarım saatlerdir sesini çıkarmadan, elimi usulca okşayarak bana destek olmak isteyen Onat'a kaydı.

''Yok. İstemezsek ona ulaşmayız. İstediğini almadan buraya dönmeyecektir.'' bir yanım bunu deli gibi istiyordu diğer yanım ise Sefa adına endişe duyuyordu.

''Ona da zarar gelmesin Onat.'' gözlerimde ne gördüyse, beni kendine çekip alnıma ufak bir öpücük kondurdu.

''Kimseye zarar gelmeyecek. Herkes iyi olacak. Kendini daha fazla yıpratma lütfen.'' elimde değildi ama usulca başımı salladım. Bakışlarım etrafta dolaştığında herkesin harap bir şekilde koltuklarda oturduğunu gördüm. Oya ve Gürkan da hâlâ buradaydı.

''Siz isterseniz evlerinize geçin. Daha fazla burada durup kendinizi yıpratmayın.'' Oya'nın bakışları anında beni buldu.

'''Kendimizi neden yıpratalım Birce? İçeride yatan bizim de kız kardeşimiz. Böyle düşünme. Şu an buradaki herkes istediği için burada.'' onları ikna etmek için çabalayacak gücü şu an kendimde bulamadığım için susmuştum. Aradan birkaç saat geçti. Timdekiler gitmişlerdi. Albayın emriyle bir saat sonra hepimiz karargahta buluşacaktık. Sinem'i bırakıp nasıl gidecektim bilmiyordum. Oya saat başı içeri girip Sinem'in durumunu kontrol ediyordu. Şu anlık her şey stabildi.

''Siz karargaha geçin isterseniz. Sinem bana emanet güzelim, gözün arkada kalmasın olur mu?' Oya'nın sözleriyle ona sımsıkı sarılmıştım. Şu an bu yaptığı benim için o kadar minnet dolu bir şeydi ki, ne yapsam anlatamazdım.

''Teşekkür ederim Oya. İyi ki varsın.'' bazen biriyle kardeş olmak için kan bağına ihtiyaç olmadığını, onun sayesinde de derinden hissediyordum.

''Oy canım biricik! Asıl sen iyi ki varsın. Hadi gidin de şunu yapanın hesabını sorun. Siz gelene kadar Sinem bir nebze de olsa toparlayacaktır.'' kendimi geri çektiğimde bakışlarım Onat'a döndü. Şimdi gerçekten hesap sorma zamanıydı.

''Gidelim yüzbaşı.'' ona olan hitabımı duyunca yüzünde bir gülümseme oluştu.

''Gidelim asker.''

                                                                                             🫧

Hastaneden çıktıktan sonra kısa bir süre zarfında eve uğramıştım. Duş alıp dinç kalmaya ihtiyacım vardı. Bu gece, Sinem için hesap sorma vaktiydi. O Erkin denen şerefsiz evladını, gerekirse taşaklarından asacaktım. Sabrımın sonuna gelmiştik. İşlerimi hızlıca hallettikten sonra Onat'la aşağıda buluştuk ve karargaha doğru ilerledik.

''Saçlarını kurutmamışsın. Hasta olursun yavrum, hava çok soğuk.'' Onat'ın sesiyle bakışlarım yoldan ona döndü. Soğuk beni aksine kendime getiriyordu. Şu an dinç olmaya her şeyden çok ihtiyacım vardı.

''Aklımın yerinde olduğunu hissetmeye ihtiyacım var. Soğuk beni kendime getiriyor.'' sözlerimden sonra onun da bakışları yoldan saniyelik beni buldu. Elimi avucuna alıp ufak bir öpücük kondurdu.

''Bu gece çoğu şey açığa çıkacak, güven bana.'' bu ne demekti?

''Bilmediğim bir şey mi var?'' tek eli direksiyonda, diğer eli ise avucumun içindeydi.

''Sanırım Sefa, Saru'yu konuşturmuş. Ve Erkin'le ilgili önemli bilgiler elde etmiş.'' derin bir nefes aldım.

''Buna bir yerden başlamamız gerekiyor. Arkasında kim varsa en azından onu bulmamız lazım. Yoksa ben artık sabredemeyip onu ilk gördüğüm yerde kafasına sıkacağım Onat.''

''Başka bir planları daha var.'' bunu rahatsız olarak söylemişti. Ona bakma ihtiyacı hissettim.

''Ne planı?'' bu sefer derin bir nefes alan oydu.

''Ekin'le olan durumdan albaya bahsettim. Ve bunu kullanmamız gerektiğini düşünüyor'' evet, bir de bu vardı. Ekin'in Onat'a olan, asla belli etmekten çekinmediği ilgisi.

''Sen ne düşünüyorsun?'' bu konuda ona bir şey söyleyemezdim. Görev buysa yapmak zorundaydık.

''Birce, bir yerde yapmak zorundayım biliyorsun. Tabi ki onunla yakınlaşmak gibi bir durum söz konusu olamaz. Ama baş başa konuştuğumuzda bana daha çok şey anlatacağının farkındayım.'' içimde yanan aleve engel olamıyordum. Bunun böyle olması gerektiğinin farkındaydım ama bok kalbime söz geçiremiyordum.

''Benim için sorun yok biliyorsun. Dediğin gibi bu bir görev ve buna zorundayız.'' elime ufak bir öpücük kondurduğunda araba durdu ve karargaha geldiğimizi anladım.

''Bunları zamanı gelince konuşuruz. Hadi şimdi içeri geçelim.'' arabadan indiğimde arkamdan geldiğini biliyordum. Kapıda duran askerlerin selamına karşılık bile vermeden koşar adımlarla içeri ilerlemiştim.

''Seni ben geldiğin yere sike sike sokmaz mıyım zannediyorsun?'' Sefa'nın sesiyle bakışlarım sorgu odasının olduğu yere kaydı.

''Aldı başına belayı.'' Onat'ın sözleriyle bakışlarım ona döndü ve ilerlemesiyle peşinden onu takip etmeye başladım. Sorgu odasına girdiğimde yüzü gözü dağılmış bir Saru görmeyi beklemiyordum.

''Sefa, çık dışarı.'' Onat'ın emriyle Sefa'nın bakışları cama döndü. Bizi göremiyordu ama arkasında olduğumuzu biliyordu. Saru'yu son bir güçle ittirip sandalyeden düşmesine sebep oldu.

''Yaşadığın her dakika keşke ölseydim diye dua edeceksin. Cibiliyetini siktiğimin pezevengi.'' kapıyı hızlı bir şekilde çarpıp yanımıza geldi. Yüzü kıpkırmızıydı. Bakışları önce beni, sonra Onat'ı, en sonda arkamızdaki albayı bulmuştu.

''Ne söyledi, anlat?'' derin bir nefes aldı. Kenardan bir peçete aldı ve alnındaki teri sildi.

''Erkin'in arkasında biri var. Bunu bildiğini söyledi. Ama kim olduğunu bilmiyor. Söylediği tek şey ise, bu adamın Erkin'in kardeşine saplantılı bir şekilde aşık olduğu. Erkin'in kardeşi mi var?'' bu siktiğimin yerinde neden herkes birbirine saplantılıydı? Bir de başımıza bu adam mı çıkmıştı?

''Evet. Kız kardeşi var.'' albay Sefa'nın sorusunu yanıtladı.

''Kafayı yiyeceğim. Gerçekten artık düşünmekten kafayı yiyeceğim. Bitmiyor ki çok affedersiniz ama kodumun sapıkları bitmiyor.'' derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirmek adına birkaç saniye gözlerimi kapatıp bekledim.

''Birce, kızım sakin olman gerekiyor. Biliyorum zor bir dönemden geçiyorsun ama böyle yaparak bu pezevengin ekmeğine yağ sürüyoruz.'' içimden ona kadar saydım. Bine kadar saysam yine yetmezdi ama derin bir nefes alıp albaya döndüm.

''Haklısınız komutanım. Ben özür dilerim.'' başını usulca salladığında bir şey demedi.

''Timle beraber toplantı odasına geçin, geliyorum.'' albay odadan çıktı. Onat bana döndü.

''Şimdi güzel bir plan yapıp, çoğu şeyi hallediyoruz. Tamam mı?'' usulca başımı salladım ve dışarı çıktık. Onat kapıdaki askere timdekileri toplantı odasına çağırmasını söylemişti. Yaklaşık beş dakika sonra toplantı odasına geçtiğimizde herkes ordaydı. Buna Sefa da dahil. Timdekiler Sinem'in durumunu sorunca içimde bir yerlerin tekrar acıdığını hissettim. Yaklaşık birkaç dakika sonra da içeriye albay girmişti. Hepimiz ayağa kalktık.

''Oturun çocuklar.'' hep birlikte kalktığımız gibi geri oturmuştuk.

''Hepimizin bildiği gibi durumlar ortada. Artık daha fazla vakit kaybetmenin bir manası yok. O yüzden bütün kartlarımızı açık oynayacağız.'' bakışları Onat'ı bulduğunda kaçınılmaz sonun geldiğini anladım.

''Erkin'in kardeşi Ekin, bize yardım edebileceğiyle ilgili Onat komutanınıza bir talepte bulunmuş. Buna başta Onat da çok sıcak bakmasa da gidip konuşmuşlar. Yardıma muhtaç olduğu aşikar. Bir de Onat komutanınıza karşı bir ilgi duyduğu kısmı var.'' derin bir nefes aldım. Herkesin bakışlarını üstümde hissediyordum. Böyle bir şey olmadığını biliyordum ama nedense böyle hissediyordum.

''Bundan faydalanmamız gerekiyor.'' kimseden ses çıkmıyordu. Çıkamazdı. Çünkü bu görevdi.

''Emredersiniz komutanım.'' Onat'ın sesiyle bakışlarımı ona çevirmemek için kendimi zor tuttum.

''Onat, Ekin sana numarasını verdi sanırım. Ona mesaj at ve bizim boştaki evlerden birinde buluşmayı teklif et.'' bakışlarım elimde olmadan bir bıçak gibi albaya döndü. O ise bunun olması gerektiğini biliyordu. O yüzden bakışlarındaki kararlılık asla azalmıyordu.

''Ev ortamı sakıncalı olmaz mı albayım?'' benim söyleyemediklerimi Şimal dile getirmişti. Bu sefer albayın bakışları bir bıçak gibi Şimal'e saplandı.

''Ev ortamı samimiyet hissettirir. Ben böyle uygun gördüm. Bir sorun mu var Şimal?'' aslında lafı Şimal'e söylüyordu ama bana dokundurmak istediğinin farkındaydım. Çünkü bu teklifi ilk yaptığında ona olan bakışlarımı fark etmişti.

''Hayır komutanım, ne haddime.'' Şimal'in sesiyle albay başını salladı.

''Onat, bu akşam bu görüşme gerçekleşecek ve biz seni dinleyeceğiz.'' bunu yapmak istiyor muydum bilmiyordum. Açıkçası onu, karşısında ondan hoşlanan biriyle diyalog içindeyken dinlemek isteyeceğim en son şeylerden biriydi.

''Emredersiniz komutanım.'' albayın ayaklanmasıyla hepimiz tekrardan ayağa kalktık.

''Saati bana haber verirsin. Diğerleri sizde bugün Vural Koç'u araştırıyorsunuz. Yurt dışı bağlantıları neler, bugüne kadar nerelerde kazı yapmışlar. Bunlarla ilgili her şeyi istiyorum. Muhtemelen harita Saru'nun söylediği o baştaki adamda. Onu bulana kadar bize rahat yok.'' Hep bir ağızdan ''Emredersin.'' dedikten sonra albay odadan çıkmıştı.

''Herkes odasına dağılsın. Mesai bitimine kadar araştırma yapın. Ben buluşma saatini size haber vereceğim.'' Onat'ın yüzüne bakmak istemedim. Baksam gözlerim dolardı, biliyordum. Hızlıca dışarı çıktığımda peşimden geleceğini biliyordum. Odaya doğru ilerledim. O sırada Oya'ya Sinem'in nasıl olduğuyla ilgili kısa bir mesaj atmıştım. Görev bittikten sonra muhtemelen bu gece hastanede sabahlayacaktım. Odaya girdikten dakikalar sonra, tahmin ettiğim gibi peşimden Onat da geldi.

''Müsait misin?'' usulca başımı salladım. Masanın önündeki koltuklardan birinde oturuyordum, o da hemen karşıma oturmuştu.

''Bu gece her ne duyarsak, bunların gerçek olmadığını biliyoruz değil mi?'' bakışlarımı orta sehpadan kaldırıp ona baktım.

''Onat, içimde yanan dev bir alev topu olsa da, bunun görev olduğunun bilincindeyim. Ona göre hareket edeceğim. Bundan yana şüphen olmasın.'' yüzüme içten olduğunu düşündüğüm bir tebessüm bıraktım. Bu her ne kadar mümkündü bilmiyordum. Koltuktan bana doğru uzandı ve eliyle yanağımı avcunun içine aldı.

''Bunu tam şu an söylemem gerektiğini hissediyorum. Senin sevgini kalbimin her zerresinde hissediyorum Birce. Kalbim, kalbinin her bir atışına muhtaç. Seni, ömrüm boyunca yanımdan ayırmak istemeyecek kadar çok seviyorum.'' şoka girdim. Evet, böyle bir şeyi en azından şu an beklemiyordum. Gözlerimden akan yaşları kontrol edemiyordum. Duygu boşalması yaşadığımın farkındaydım. Ayağa kalkıp ona doğru ilerlediğimde o da benimle birlikte ayaklandı. Sarıldım. Omzunda ağlamaya devam ettim.

''Bunun seni ağlatmaması gerekiyordu ama güzelim.'' hafif isyankar bir tonda söylediği şeye elimde olmadan gülümsedim. Kendimi geri çektiğimde yüzümdeki yaşları eliyle silmişti. Bakışlarım onu buldu. O da bana bakıyordu. Bu sefer yüzünü ellerimle avuçlarımın içine alan bendim. 1.90 boyunda, yüzbaşı adamın bu halde durması çok komik gelmişti gözüme ama ortamın romantikliğini bozamazdım.

''Yıllardır bu kalbin kan pompalamaktan başka bir işlevi olmadığına inandım. Ta ki seni tanıyıp bu duyguları hissedene kadar. Kalbim, kalbinin her bir atışına muhtaç. Seni seviyorum.'' gözlerinin parladığına tekrardan şahit oldum. Uzanıp onu öpmeye başladığımda dudağımdaki tuzlu suyu hissetmiştim. Ağlıyordum. Her ne kadar şu an dünyanın en mutlu insanlarından biri de olsam, bir yanım hastanede yattığı için ağlıyordum. Buruktum. Yaklaşık bir dakika süren öpüşmemizin sonucunda ayrılan o olmuştu.

''Bu görevi başarıyla tamamlıyoruz ve akşam Sinem'in yanına gidiyoruz. Tamam mı?'' usulca başımı salladığımda, o da başımın üstünde ufak bir öpücük kondurdu. Sonrasında ise Onat odasına gitti ve ben araştırma yapmaya kaldığım yerden devam ettim.

ONAT AKTAN KARA

Otuz yıllık hayatımda her bir duyguyu yaşadığımı zannederdim. Ta ki hayat, seneler önce karşıma Birce'yi çıkarana kadar. Onu gördüğüm ilk anı hiç unutamıyordum. Bakışlarındaki kararlılık, dik duruşu, keskin bakışları beni etkileyen en büyük etkenlerden biriydi. Ama en önemlisi gözü oldukça karaydı. Bu bazen etkileyici bazense sinir bozucuydu. Ama asla üstüne saygısızlık yapan bir asker değildi.

Buraya gelene kadar çektiği zorluklar kendini belli ediyordu. İlk Kuzey Irağa göreve gittiğimizde, onun olduğu göreve ben sonradan dahil olmuştum. O süre zarfında her gece, onunla Kandil Dağı'na karşı sohbet etmiştik. Bu bir aylık süre zarfında hayatımızla ilgili oldukça fazla bilgiye sahiptik. Onun yetimhanede büyüdüğünü, buralara gelene kadar ne zorluklar çektiğini hepsini biliyordum. Onunla ilişkimizi görev dışına taşımak istediğimi söylediğimde beni kesin bir şekilde reddetmesi aklımda bir sürü soru işaretine sebep olmuştu. Ama bir kadın sizi istemiyorsa, ona asla bir şeyleri diretmemeliydiniz. Öyle de yaptım.

Patlama anında sonra sürekli ondan haberdardım. Onu oradan alıp ambulansa yetiştiren de bendim. Çok asker arkadaşımı yaralı bir şekilde kolumda taşımıştım. Ama o zaman Birce'nin değerini, onunla geleceğimizi görür gibi o kucağımdayken ellerimin titremesine ve içimdeki telaşa engel olamamıştım. O günden sonra hafızasını kaybettiğini öğrenince hayatından tamamen çıkma kararı almıştım. Hastaneden çıkana kadar ondan haber almaya devam etmiştim. Ama fiziki olarak beni hiçbir yerde görmesine müsaade etmedim.

Ta ki Umut albay gelip timdekilerin fotoğrafını önüme koyana kadar. Kader, ağlarını bizim için tekrardan örmüştü. Bundan dolayı Tanrı'ya minnettardım. Birce odadan ayrıldıktan sonra önümdeki işlere odaklanmam zor olmuştu. Şu an geçirdiği sürecin zorlu bir süreç olduğunun farkındaydım. Her anlamda kendimi onun yanında olmaya adamıştım.

Akşam Ekin'le buluşacağımı bilmek ikimizin de oldukça canını sıkıyordu. Ama siktiğimin yerinde başka çaremiz yoktu. Telefonu elime alıp Ekin'in verdiği numarayı tuşlamıştım. Evet, bir gördüğüm numarayı bir daha unutmamak gibi sikik bir huyum vardı.

Onat Aktan Kara: Akşam müsait misin?

Mesajı attıktan sonra, telefonu kenara koyup önümdeki dosyalara gömüldüm. Yaklaşık iki dakika sonra telefonumdan bildirim sesi geldi.

Ekin Koç: Bu bir randevu teklifi mi yüzbaşı? :)

Derin bir nefes aldım. Sakin olmak zorundaydım.

Onat Aktan Kara: Anladım, müsait değilsin.

Ekin Koç: Hey, hemen sinirlenme. Müsaitim.

Albayın bana ilettiği konumu ona attım.

Onat Aktan Kara: Saat 20.00'da konumda ol.

Kadınlara karşı her zaman nazik olmaya özen gösteren biriydim. Ama karşımdaki her ne kadar masum bir kadın da olsa, Erkinle aynı kanı taşıdığı için bazen elimde olmadan sert çıkabiliyordum.

Ekin Koç: Emredersin komutanım : )

Yaptığı yersiz şakalar da beni yeriyordu. Kendince Birce'nin yanında bana dokundurmak istediği cinsel şakaların da gayet farkındaydım. Bozmamak için oldukça çaba gösteriyordum. Mesajına cevap vermeden sohbetten çıktığımda kendimi onunla buluşma saatine kadar işe vermeliydim ki beynimdeki düşünceler bir süre de olsa duraklamalıydı.

Kapının çalmasıyla önümdeki dosyalardan bakışlarımı ayırmadan ''Gel.'' diye seslendim.

''Komutanım, müsait misiniz?'' Aybars'ın sesiyle bakışlarım ona dönmüştü.

''Müsaitim, geç otur Aybars.'' Aybars hemen masanın önündeki koltuklara oturmuştu.

''Akşam ki görev için biz size aracın içinde eşlik edecekmişiz. Duruma göre Ekin'i alabilirmişiz. Albayın kesin emri.'' usulca başımı salladım.

''Albay nereye gitti?''

''Sanırım kızı gelecekmiş komutanım, onu almaya gitti.'' geçen gün bahsetmişti. Demek ki bugün geliyordu.

''Anladım, 20.00'da buluşacağım Ekinle. Kendinizi ona göre ayarlayın. Çıkabilirsin.'' Aybars selam verdikten sonra odadan çıkmıştı.

Aklım Birce'deydi. Acaba ne yapmıştı? Muhtemelen aklı Sinem de olduğu için işe odaklanmakta oldukça zorluk çekiyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra saatin yediye geldiğini görmüştüm. Odada yedek kıyafetlerim duruyordu. Buluşmaya kamuflajla gidemeyeceğim için kıyafetlerimi giymiştim.

Aradan geçen dakikalardan sonra karargahın önüne çıktığımda timdeki herkesin beni beklediğini gördüm. Bakışlarım direkt Birce'yi buldu. Yüzünden anladığım kadarıyla ağlamamıştı. Bu iyi olduğunu gösteriyordu. Bakışları beni süzünce yüzümde istemsiz bir tebessüm belirdi. Onun bana bakması, bütün günümün güzel geçmesi için en büyük sebeplerden biriydi.

''Hazır mısınız?'' bakışlarım ondaydı ama soruma Aybars cevap vermişti.

''Hazırız komutanım.'' başımı salladığımda hep birlikte araca doğru ilerledik. Herkes rastgele oturduğunda Birce'nin tam yanıma Alperen oturacakken birden kendini oraya bırakmasıyla herkesin bakışları ona döndü.

''Komutanım, size telefondan bir şey gösterecektim de. Alperenciğim, sen başka yere oturabilirsin.'' tabi ki bu dediğine kimse inanmamıştı. Aslında herkes hastanede, Birce'nin elini tutup ona destek olurken aramızdaki şeyleri anlamıştı ama bilmezlikten geliyorlardı.

''Tabi Birce komutanım. Siz istediğiniz kadar gösterin, hiç sorun değil.'' Alperen'in en başından beri yaptığı imalarla, yüzündeki saçma gülümsemeyle bir şeyin farkında olduğunu anlamıştım. Ama Birce'ye yaptığı imalar bazen bende onu alnının tam ortasından vurma isteği uyandırıyordu.

''Geç yerine Alperen.'' emrimle yüzündeki gülümseme solmuş ve Oğuzhan'ın hemen yanına oturmuştu. Araba çalışmaya başladı. Bütün tim ve albay da buradaydı.

''Onat, olabildiğince sorgulamaya bak. Baktın garip bir durum sezdin, hiç uzatmadan alıyoruz. Daha fazla canın yanmasına müsaade edemeyiz.''

''Emredersiniz komutanım.'' Birce'nin kokusu burnuma geliyordu. Dip dibeydik. Kendine has kokusuyla ilgi çekmemesi imkansızdı. Onu ilk tanıdığım andan beri, beni kendine çeken bir kokusu vardı.

''Komutanım, bakar mısınız bi?'' Birce'nin sesiyle bakışlarım bu sefer tamamen onu buldu. Telefonu gösterdiğinde oraya baktım. Uyurken fotoğrafımı çekmişti. Albay tam karşımdayken, buna tepki vermemek için kendimi çok zor tuttum.

''Geçen önerdiğiniz yüzey temizleyici aldım da evi pırıl pırıl yaptı.'' göz bebeklerimin büyümesine engel olamadan bakışlarımı telefondan ona çevirdim.

''Ne?'' albayın soruyu sorup kahkaha atması bir olmuştu. Onunla birlikte bütün tim gülmüştü. Bütün bakışlarım hayret içinde üzerlerinde dolaşıyordu. Birce bizi ele vermemek için, beni ateşe atmıştı.

''Aşk olsun Birce komutanım, bu bir sır olarak kalacaktı aramızda.'' ona söylediğim bu söz sonrası bakışları parladı. Dudağını oynattığında bakışlarım dudağına kaydı. ''Oldu.'' bunu yalnızca ben görebilirdim. Şu an onun bakışlarındaki parlamanın aynısı muhtemelen bende de vardı. Bakışlarını benden çekip yanımızdaki camdan dışarıya bakmaya başladı.

''Neymiş o yüzey temizleyici komutanım? Ben de derz aralarını bir türlü temizleyemedim. Belki iyi gelir.'' Oğuzhan'ın sözleriyle Birce'nin bakışları ona döndü.

''Derz aralarını diş fırçasıyla siliyorsundur sen şimdi.'' Oğuzhan'ın omuz silkmesiyle Birce'nin yüzünü bir şaşkınlık aldı.

''Ne yapayım komutanım, ben titiz bir adamım.'' tam Birce ona cevap verecekken albay araya girdi.

''Tamam yeter bu kadar şamata. Geldik. Onat, hadi in.'' son bir kez Birce'ye baktığımda bakışlarımın onda çok oyalanmaması gerektiğinin farkındaydım. Gözlerimiz birbirini buldu. O an ona söylemek istediğimin farkındaydı, onun ne söylemek istediğinin farkındaydım.

Her şey bizim içindi.

Aybars, gömleğimin yakasına böceği yerleştirmişti. Onları duyabilmem için de kulak içi kulaklık takmıştım. Derin bir nefes alıp arabadan indim. Arabayı evin hemen önüne çekmemişlerdi. Arada yaklaşık 300-400 metre vardı. Ekin'in aracı ve içindeki askerleri görüp telaş yapmaması gerekiyordu. Eve doğru yürümeye başladığımda, ayağımdaki botlar kaldırımda tok bir ses bırakıyordu. Yaklaştığımda Ekin'i evin önünde beni bekler vaziyette bulmuştum. Ona doğru yaklaştıkça yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve beni süzmeye başladı. Evet, tam şu anda tekrardan karar vermiştim. Birce'den başka hiçbir kadının beni süzmesini istemiyordum.

''Hoş geldin.'' başımı sallayıp ona cevap vermedim.

''Beni takip et.'' evin girişine doğru ilerledim. Burası müstakil iki katlı bir evdi. Etrafında ise genelde gecekondular vardı. Anahtarı takıp kapıyı açtığımda içeri geçmesi için yana çekildim. İçeriye geçtiğimizde kendimi direkt tekli koltuğa atmıştım. Ekin ise evi inceliyordu.

''Evi incelemen bittiyse oturur musun?'' bakışları beni buldu. Bana baktığı zaman mavi gözlerindeki o beğeniyi gizlemek için bir uğraş sarf etmiyordu. Tam karşımdaki tekli koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı. Etek giymişti ve bu hareketiyle bütün bacakları açığa çıkmıştı. Ne yapmaya çalıştığının farkındaydım. Bakışlarım gözlerinden bir saniye bile ayrılmadı.

''Beni mi özledin?'' yüzüne arsız bir gülümseme yerleştirdi.

''Amacın ne Ekin? Burada baş başayız. Bana gerçek amacından bahset.'' bir yerden konuya girmem gerekiyordu. Olduğu yerde eğildi ve dirseklerini dizlerine dayadı. Bakışları gözlerimden bir saniye bile olsa ayrılmıyordu.

''Senden ilk gördüğüm andan itibaren etkileniyorum. Bu da amacıma ulaşmak için sebeplerimden biri.'' bunları Birce'nin duyduğunu bilmek içimde bir oyuk açılmasına sebep oldu.

''Beni ilgilendiren şeylerden bahset.'' tek kaşını kaldırdı. Onun aksine benim suratımda mimik oynamıyordu.

''Nasıl yani? Sana olan ilgim dikkatini çekmiyor mu? Ciddi misin yüzbaşı? Yoksa hayatında başka biri mi var?'' kafasıyla kulağımı işaret edince, dinlendiğini bildiğini anladım. Bizi zor durumda bırakmak için böyle bir soru soruyordu. En başından beri Birce'yle uğraşmak hoşuna gidiyordu. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Cin olmadan adam mı çarpmak istiyordu? Gerekirse onun ağzı yüzü yamulurdu, hiç sorun değildi.

''Hayatımda başka biri var. Senin için ne üzücü değil mi? Asla hayatımdaki kadın sen olamayacaksın.'' yüzündeki kendinden emin sırıtış solmuştu.

''Onat, çok fazla zıtlaşmamaya çalış.'' kulağımdan gelen albayın sesiyle derin bir nefes aldım.

''Bana gerçek sebeplerden bahset Ekin. Sana yardım etmek için burada olduğumu biliyorsun.'' bakışları buğulanmıştı. Hadi ama, ona söylediğim bu söz için duygulanmış olamazdı.

''Ne için yanınıza geldiğimi anlattım zaten. Daha ne istiyorsun?'' duruşumu dikleştirdim.

''Biz seninle hep resmin küçük bir kısmına baktık. Biraz da büyük resme odaklanalım diyorum.'' yüzündeki ifadeden anlamadığını anlamıştım.

''Ne diyorsun?''

''Erkin'in arkasında kim var?'' o an bakışlarının değiştiğini gördüm. Evet, doğru noktaya parmak basmıştım. Tam tahmin ettiğim gibi biliyor ve bu kişiyi tehlikeye atmak istemiyordu.

''Babam olduğunu da söylemiştim diye hatırlıyorum. Şimdi tekrardan nereden çıktı bu soru?'' yerinde huzursuzca kıpırdandı.

''Ekin, eğer bana gerçeği söylemezsen Erkin'e her şeyi anlatacağım.'' bunu yapmazdım ama yapacağımı düşünmesini istedim. Erkin'in her şeyi bilmesi demek onun sonuyla eş değerdi. Histerik bir şekilde gülümsedi.

''Sen Erkin bizi öldürsün istiyorsun herhalde?'' kahkahama engel olamadım.

''Erkin kim de bizi öldürüyor anasını satayım? O önce saklandığı delikten çıksın, siktiğimin dağ faresi.'' gülmem onu tedirgin etmişti. Bunu anlayabiliyordum.

''Ben bildiğim her şeyi size anlattım. Daha fazlası yok.'' cümlesi biter bitmez ayaklandım.

''Bana müsaade o zaman. Malum gidip bulmam gereken ve seni anlatmam gereken bir Erkin var.'' arkamı dönüp kapıya doğru ilerlediğimde tam da tahmin ettiğim gibi kolumdan tutup beni durdurdu. Yüzümde bir gülümseme belirdi, o bunu görmedi. Arkamı döndüğümde yüzümdeki gülümseme kayboldu. Bakışlarım ona kaydı. Boyu bana göre oldukça kısaydı.

''Tamam, tamam gitme. Geç otur, anlatacağım.'' gözlerindeki korkak küçük kız çocuğunu görmek vicdanımı sızlattı. Kardeşinden bu kadar çekiniyor olması, geçmişte onun tarafından kötü şeyler yaşadığının kanıtıydı. Ama bir yanımda her ne olursa olsun, bunca yıldır o piç kurusunun yanında olduğu gerçeğini değiştirmeyip onunla aynı nefesi bile almak istemiyordu.

''Son şansın. Anlat dinliyorum.'' stres altındayken tırnaklarıyla oynuyor, dudaklarını yiyordu. Bunu en başından beri farkındaydım.

''Acar. Her şeyin başındaki adamın ismi Acar.'' bu ismi ilk defa duyuyordum. Kaşlarımın çatılmasına engel olamadım.

''O kim? Detaylandır.'' derin bir nefes aldı. Bakışları ellerinden bana döndü.

''Vural babamın öz oğlu.'' Hassiktir. Koca bir hassiktir.

''Ne?'' kulaklıkta albayın sesini duydum. Tek şaşıran ben değildim.

''Onun nüfusuna kayıtlı sizden başka çocuğu yok ki.'' Vural'ı dibine kadar araştırmıştım. Bu nasıl mümkün olabiliyordu?

''Onun üstüne kayıtlı değil zaten. Amcamın, yani Temel'in üstüne kayıtlı.'' Temel Koç'un üç çocuğunu biliyordum. Ama o çocukların da ikametgahı yurt dışındaydı.

''Neden böyle bir işe kalkıştı peki? Çıkarı ne?'' gözleri yaşardı.

''O kadar çok detaylı bilmiyorum. Bildiğim ve istediğim tek şey Erkinden ve ondan kurtulmak. Yardımına ihtiyacım var yüzbaşı, lütfen.'' çaresizdi.

''Tamam. Bunu yapabilmemiz için bütün gerçekleri bize anlatman gerekiyor.'' Ağlamaya başladı. O kadar şiddetli ağlıyordu ki nefes alamıyor sandım.

''Ekin, iyi misin?'' kulaklıktan albayın sesini duydum.

''Onat, bir sorun mu var?'' mutfağa doğru ilerlemeye başladım.

''Sorun yok albayım.'' bardağa hızlı bir şekilde su koyup Ekin'in yanına doğru ilerledim. Amerikan mutfak olduğu için ağlamaya devam ettiğini görebiliyordum.

''İyi gelir.'' deyip bardağı uzattığımda titreyen elleriyle suyu içti.

''Teşekkür ederim.'' Başımı salladım ama o görmedi. Bir süre sakinlemesini bekledim. Karşımda hüngür hüngür ağlayan bir kadını sorguya çekecek kadar vicdansız değildim.

''Acar, hayatımda gördüğüm en gaddar insan. Erkinden bile gadar.'' sudan bir yudum daha alıp konuşmaya devam etti.

''O eve ilk geldiğim günden beri bana olan ilgisi ortada. Sorun şu ki, herkes bunun farkında ve hiçbir yapamıyor. Çünkü Acar'a karşı gelmenin sonucu genellikle ölümle sonuçlanıyor.''

''Ne iş yapıyor tam olarak?'' elleri hala titriyordu.

''Presodürde amcamın şirketlerinin başında duruyor, yersen tabi. Ama onun dışında kadın ticareti, silah kaçakçılığı ve daha bir sürü şey. Maşa olarak Erkin'i kullanıyor. Birce'yi de öğrendiği için Erkin'i tamamen kışkırtarak ortaya saldı. Aslında bütün ipler onun elinde.'' Birce'nin adını bu orospu çocuklarıyla duyunca içimdeki sinir büyüdü.

''Şu an nerede peki biliyor musun?'' dudaklarını bilmiyorum dercesine büzdü.

''Sürekli ülke ve şehir değiştiriyor. Onat, bunlar çok kalabalık. Sadece birkaç kişiden oluşmuyorlar. Arkaları oldukça sağlam.'' bunların hiçbirinin bir önemi yoktu. Bizim arkamızda sırtımızı yasladığımız bir devletimiz vardı.

''Sen bunları düşünme. Şimdi seni buradan alıp karargaha götüreceğim. Orada sorgunu yaptıktan sonra eve bırakacağız.'' Gözlerindeki endişe büyüdü.

''Ama Erkin-'' başımı hızlıca yana salladım. Bana güvenmesi lazımdı.

''Erkin'in ruhu bile duymayacak. Güven bana. Sadece bir saat.'' o kadar çaresizdi ki, bunu bile kabul etti. Her geçen gün bir karanlığın içine çekildiğimizi hissediyordum. Ama karşı taraf şunu bilmiyordu.

Türk askeri, en karanlık geceleri bile aydınlığa çıkarmasıyla bilinirdi.

 

 

BÖLÜM SONU DEĞERLENDİRME SATIRI❤️‍🩹

Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil016

 

Bölüm : 02.01.2025 18:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...