48. Bölüm

FİNAL

monsoleil016
monsoleil016

                                                                    

Sabah gözlerimi açtığımda içimdeki duygu, kelimelere sığmayacak kadar büyüktü. Onat hâlâ yanımdaydı, yüzü yastığa gömülmüş, huzur içinde uyuyordu. Parmak uçlarım onun saçlarına değiyordu. Hayat, ne tuhaftı değil mi? Birkaç ay önce gölgelerle savaşırken, şimdi bir çocuğun sabahını düşünecek kadar umut doluydum. Ayağa kalktığımda pencereden dışarı baktım. Gün doğuyordu. Yeni bir hayatın, yeni bir sorumluluğun ilk adımıydı. Aybige'nin, onun hayatına dokunmaya karar verdiğimiz ilk sabahtı bu sabah.

Salona indiğimde onu koltukta uyurken buldum. Üstünü gece örtmüştüm. Küçük bedenine sarılmış battaniyenin içindeki kıpırtıyı bir süre izlediğimde gözleri kapalıydı. Usulca yanına oturduğumda elimi ona uzatmaya çekinmiştim. Dokunmak ona iyi gelir mi emin değildim. Birkaç dakika sonra gözlerini araladığında uyanınca ilk önce etrafa baktı. Korkmadı ama çekinmişti. Gözleri bana takıldığında ise yüzünde bir gülümseme belirmemişti. Ama gözlerindeki güveni görmek mümkündü.

"Günaydın, Aybige," dedim usulca. Başını hafifçe salladı.

"Bugün bir yere gideceğiz, küçük bir işimiz var. Seninle ilgili çok güzel bir iş bu." gözleri bana sabitlenmiş, öylece bana bakıyordu. Korkmadı ama konuşmadı da. Birkaç dakika sonra Onat yanımızdaydı.

"Hazır mısınız?" diye sorduğunda başımı salladım. Aybige ise sessiz kaldı ama gözlerini bizden ayırmadı. Hazırlandığımızda Onat arabayı kapının önüne çektiğinde elim Aybige'nin avucuna değmişti. Tahminimin aksine elini benden çekmedi. Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğüne gidiyorduk. Oraya gideceğimizi Aybige bilmiyordu. İçeri girdiğimizde bana daha çok sokuldu, yabancı yerlerden çekindiğini fark etmiştim. Onat'ın eli omuzlarımdaydı, benim elim ise onun sırtında duruyordu. Dışarıdan baktığımızda bir çember oluşturmuş gibi duruyorduk. Kırık bir çocuğun etrafında örülmüş güven çemberiydi bu. Görevli kadın bizi gördüğünde gülümsedi.

"Aybige için başvuruda bulunacaktınız değil mi?" Onat başını salladığında ben yutkundum.

"Evet. Onu ailemizin bir parçası yapmak istiyoruz." dediğimde sesim titredi. Kadının gözleri Aybige'ye kaydı. O ise hâlâ sessizdi. Bakışları dalgındı. Kim bilir neleri düşünüyor, neleri hatırlıyordu.

"Henüz çok yeni. Bu süreç bir anda olmaz zaten. Onun da alışması gerek. Psikolojik destek süreciyle birlikte ilerleyeceğiz." dedi kadın nazikçe. Başımı salladığımda Onat'ın eli omzumu sıkmıştı. Aybige, kadınla hiç konuşmadı ama gözlerini kadının üzerinden çekmedi. Sonra yüzünü yine bana dönmüştü. Diz çöküp onun göz hizasına indim.

"Sana söz veriyorum, ne gerekiyorsa yapacağız. Seni zorlamayacağız. Ne zaman konuşmak istersen sadece bana bakman yeterli." dedim kısık bir sesle. Bir süre düşündü, sonra dudaklarını kımıldattı ama sesi çıkmadı. Sadece başını sessizce omzuma yasladı. Onat usulca bize yaklaştığında:

"Yeni bir hayat başlıyor," dedi.

"Evet. Kırık yerlerinden büyüyen bir hayat inşaa edeceğiz, birlikte."

Aybige'yle birlikte girdiğimiz yeni hayatın ne kadar zorlu olacağını biliyordum. Ama bu zorluk, içimdeki hiçbir şeyi geri döndürmeye yetmezdi. O küçük eller, bir defa parmaklarıma tutunduğunda bırakmak ne kelime, ardıma bakmadan ona sahip çıkmak istemiştim. Kurumdaki ilk günümüzden sonra birkaç kez daha çağrılmıştık. Bu sefer yalnız değildik. Aybige için psikolojik destek süreci başlıyordu. Gönüllü terapistler, çocuk psikiyatrları, sosyal hizmet uzmanları herkes tek tek bizimle tanışmıştı. En zor kısım, o küçük gözlerdeki karanlığın ne kadar derin olduğunu anladığımız andı.

Bir odada bekliyorduk. Aybige kucağımdaydı, suskundu. Her zamanki gibiydi. Elimi tutuyordu ama sesi çıkmıyordu. Saçlarının kokusunu içime çekerek nefes almaya çalışıyordum. O sırada içeriye genç bir kadın girdiğinde üzerinde pastel tonlarda bir elbise vardı. Yumuşak bir sesle:

"Merhaba Aybige. Ben Asu. Sadece konuşacağız, tamam mı? Hiçbir şey yapmana gerek yok." dedi kadın sevecen bir ses tonuyla. Aybige ise cevap vermedi, kıpırdamadı bile. Ama bana döndüğünde göz göze gelmiştik.

"Yanında durayım mı?" diye fısıltıyla sorduğumda başını hafifçe salladı. Asu Hanım çok nazikti. Bize büyük bir anlayışla yaklaşmıştı. Görüşme bittikten sonra benimle ayrı bir odada konuştu. Gözlerinin içi dolu doluydu.

"Birce Hanım, Aybige çok ağır bir travmaya tanık olmuş. Annesinin ölümüne, üstelik gözlerinin önünde şahit olmak, çocuk dünyasında derin yarıklar açar. Kendisini suçlayabilir, koruyamadığını düşünebilir. Ya da annesinin gidişini anlamlandıramadığı için susarak tepki verir. Onun tepkisi şu an bu, susmak."

"Sizce, bir gün düzelecek mi?" diye endişeli bir şekilde sormaktan kendimi alamadım. Kadın başını salladı.

"Çocuklar, sandığınızdan daha güçlüdür. Ama bu, zaman ve sabır ister. Ona alan tanımalı, baskı kurmamalı ama hep yanında olmalısınız. Her çocuk gibi, o da sevgiyle büyür ama önce size güvenmeli. Güven, iyileştirir." yutkundum.

"Biz Onat'la bu yola baş koyduk. Kendi kanımdanmış gibi seveceğim onu. Şimdi değilse bile bir gün bunu anlayacak." Asu Hanım kocaman gülümsedi.

"İşte bu sevgiyle çok kolay atlatacağına eminim. Ona asla geçmişi unutturamayız. Ama bu sevgiyi yeterince verirsek, o geçmiş artık canını acıtmaz."

Günler geçtikçe, düzenli seanslar başlamıştı. Aybige her seferinde sessizdi ama terapistinin yanından döndüğünde daha az gergin görünüyordu. İlk haftalarda evde az konuşuyordu. Hatta çoğu gece kâbuslarla uyanıyordu. Bir gece koşarak gelip bana sarıldığında "Annem." diye fısıldadığı bir gece bile olmuştu. O an içimde ne varsa, yıkıp ağlamak istemiş ama yapamamıştım. Sadece ona sarılıp yanında olmuştum. Sabaha kadar başını okşadım. Uykuya daldığında bile elim saçlarındaydı.

Gündüzleri oyun terapilerine başlamıştık. Kurumdan gelen uzmanlar bizimle evde oyunlar oynuyordu. Aybige resim yapıyordu, bu resimlerde kadın figürleri vardı. Önce annesini çiziyordu. Sonra bir gün, yanında başka bir kadın daha vardı resminde. Bu bendim.

Saçlarımı sarıya boyamıştı, güya onun gözünde sarışın kadınlar en güzelleriydi. Onlara hayranlıkla baktığına birkaç kere şahit olmuştum. Yanına kalp çizmişti. O resim hâlâ odamızda duruyordu. Akabinde o gün Aybige ilk defa uzun soluklu bir şekilde bizimle konuşmuştu. Resme bakıp

"Bu sen misin?" dediğimde kafasını eğip başını hafifçe salladı.

"Beni seviyor musun?" dedim fısıltıyla, duraksadı.

''Evet," dedi. Sesi ince, titrek bir şekilde çıkmıştı. Boğazıma düğümlenenler hâlâ yerli yerindeyken, o kucağıma atlayıp bana sarılmıştı. İlk defa sarılan oydu.

İşlemler de yavaş yavaş ilerliyordu. Kurum, bizim kararlılığımızı görmüş, Aybige'nin tepkilerini yakından takip etmişti. Her şey hukuki prosedüre uygun gidiyordu. Benim için anne olmak, bir doğumla değil, bir çocuğun kalbine ulaşmakla olmuştu. Onat her gece beni alnımdan öpüyor:

"Senin gibi bir kadını sevmekten gurur duyuyorum," diyordu. Ama ben asıl gururu her gece Aybige'ye sarıldığımda hissediyordum. Onun suskunluğu, küçücük tebessümü, her gece yanıma sığınışı, benim için anne olmaya yeterdi. Mutfağın ışığını açtığımda güneş henüz batmamıştı ama camlardan sızan kızıllık, mutfağın içine dağılıyordu. Aybige, minicik elleriyle sandalyeye tırmanmış, gözlerini bana dikmişti. Saçlarını pembe tokalarla toplamıştım. Pofuduk ev kıyafetinin cebinden bir peluş tavşan sarkıyordu.

"Birceee, ben karıştııırıcam ama un sıçratmıcam. Söz!" dedi kelimeleri uzatarak. Gülümsememe engel olamadım.

"Sen söz verince işler biraz karılıyor ama yine de sana güveniyorum," dedim, un kavanozunu önüne çekerken.

"Ama bak, kaşığı fazla daldırma. Yoksa mutfağı kar yağmış gibi buluruz." minik kollarıyla mutfağın ortasındaki sandalyede doğruldu.

"Tamam, çok az... böyle minicik..." baş ve işaret parmağını bir araya getirip gösterdi. Gözleri pırıl pırıldı. Yemek masasını donatmaya karar vermiştik. Misafirlerimiz vardı. Bu akşam timdekiler gelecekti. Aybige henüz onlarla tanışmamıştı. Sadece Sinem'i daha önce görmüştü.

"Elmalı kurabiye yapalım mı?" dedim, fırının derecesini ayarlarken.

"Yapalım! Ama şey... Sefa abi kurabiye sever mi?" dediğinde sesi biraz utangaç çıkmıştı. Kafamı çevirdim.

"Sefa abi mi? Sen Sefa abini nereden tanıyorsun bakalım?"

"Sinem teyze demişti. Sefa abi çok gülüyormuş. Gülünce gözleri küçülüyormuş." kahkahama engel olamamıştım.

"Evet, doğru. Gülünce yüzü kocaman oluyor."

"Benim de öyle oluyor mu?" yanağına bir öpücük kondurdum.

"Sen gülünce, sanki gökyüzü ışıkla doluyor Aybige'm." kızardı. Elini sakince un kasesine uzattı.

"Selin abla da mı geliyor?"

"Geliyor, hepsi geliyor. Aybars abi, Şimal abla, Oya abla, Yiğit abi... Hepsi seninle tanışmak istiyorlar." bir an durdu ve kaşığı elinde tuttu.

"Hepsi mi?" başımı eğdiğimde onun göz hizasına gelmiştim.

"Bir şey mi oldu?"

"Ben... ya onlar beni sevmezse?" içim titredi. O minicik bedenin içinde ne kadar çok korku biriktirdiğini bilmek tarif edilemezdi. Elini tuttum.

"Aybige, bak bana. Senin gibi güzel bir kızı sevmemek mümkün mü? Onat bile sabah giderken 'Kızım, misafirlerimiz gelince onlara çok gülmesin. Onu çok severler, kıskanırım dedi hatırladın mı?" gülümsedi.

"Gülücük atarsam, Şimal abla beni öper mi?"

"Öper tabii. Hem de yüzünü mıncıklar."

"Ya Yiğit abi?" dedi merakla.

"Hmm..." dedim düşünür gibi yaparak. "O biraz sessizdir ama çok sever çocukları. Bence seni omzuna bile alır."

"Omzuna mı?!"

"Evet," dedim gülerek. "Bir de Aybars abi var. O sana sihirbazlık bile yapabilir." gözleri kocaman açıldı.

"Ben sihirli bir prensesim o zaman!"

"Hem de mutfağın prensesi. Haydi bakalım, şimdi patatesleri ezme zamanı. Sen bastır, ben karıştırayım." dediğimde ayaklarını sarkıtarak sandalyede hopladı.

"Ama çok bastırırsam, patates üzülür mü?" kahkahama engel olamadım.

"Hayır, patatesler seninle eğlenir. Çünkü sen çok tatlısın." Aybige bir kahkaha attı, öyle bir kahkahaydı ki içime işlemişti.

"Birce... Sen güldüğünde kalbim gıdıklanıyor." boğazımda bir şey düğümlendi. Gözlerim dolmasın diye mutfağa doğru dönmüştüm.

"Benim de gıdıklanıyor, Aybige. Sen gülünce, kalbim daha hızlı atıyor."

"Onat ne zaman gelecek?"

"Az sonra. Gelirken senin için sürpriz bir şey getirecekti."

"Benim için mi?"

"Tabii. Çünkü o seni çok seviyor." sustu. Gözlerini ellerine indirdiğinde fısıltıyla konuştu:

"Ben de onu." bu onun ilk itirafıydı.

"Elimi tutar mısın? Sen tutunca korkmuyorum." yüzümde büyük bir gülümsemeyle elini sımsıkı tuttum.

"Her zaman."

                                        🫧

Kapı zili çaldığında, yemekler fırındaydı. Masada salatalar, tatlılar, çatal bıçaklar sıralanmıştı. Aybige son dakikada aynaya koştu.

"Saçım güzel mi?"

"Çok güzel." kapıyı açmak için gittiğimde Aybige olabildiğince arkamda saklanmıştı. Minik elleri mutfak önlüğümün eteklerine tutunduğunda gözleri kocaman olmuştu.

"Birce geldiler mi?" eğildim, göz hizasına indim.

"Evet canım. Korkma. Ben yanındayım, tamam mı?"

"Çok kişiler mi?" gülümsedim.

"Evet. Ama hepsi bizim ailemiz gibi. Tıpkı Sinem teyzen gibi." Aybige için bu ilk adım çok önemliydi. İlk tanışmalar, ilk gülümsemeler ve belki ilk korkularla baş etmesi gerekecekti. Ama yalnız değildi. Kapıyı açtığımda karşımdaki kalabalıkla göz göze geldim.

"Biz geldiiiik!" diye bağırdı Selin, kucağında bir çiçek demetiyle karşımızdaydı. Şimal hemen arkasındaydı, yüzünde bir gülümseme vardı. Oğuzhan kollarını iki yana açtı.

"Yemek kokusu da alıyorum sanki!" Onat, grubu geriden takip ediyordu ama gözleri doğrudan beni buldu. Sanki orada onlarca kişi yokmuş gibi, sadece ben varmışım gibi bakmıştı. Sonra Aybige'yi fark etti. Minik kız hâlâ eteğimin arkasına saklanıyordu. Onat bir adım yaklaştığında diz çöküp yavaşça konuştu:

"Benim minik yıldızım buradaymış demek." Aybige başını usulca uzattığında sadece gözleri görünüyordu.

"Onat." dedi kısık sesle. "Geldin mi?" yavaşça kollarını açtı.

"Evet." Aybige bir adım attı, sonra bir tane daha. Onat'a doğru yürüdü ve boynuna sarıldı. Gözlerim dolmuştu. Göz göze geldiğimizde, Onat bana kocaman gülümsedi. Bu içimi sıcacık yapmıştı. Sonra kolunu Aybige'nin sırtına sararak içeri adım attı. Oya da o sırada diz çökmüşt.

"Aybige değil mi bu güzelliğin adı?" Aybige başını salladı ama konuşmadı. Gözleri Oya'nın yüzünde dolaşıyordu.

"Ben Oya. Seninle tanışmak için çok heyecanlandım. Onat'ın ablasıyım. Bana merhaba demezsen çok üzülürüm." Aybige başını hafif eğdi.

"Merhaba." dedi fısıltıyla. Oya'nın gözleri parladı.

"Ne kadar tatlı bir sesin var! Bir daha söyle bakayım!"

"Merhaba." bu sefer biraz daha cesurdu. Şimal hafifçe eğildiğinde Aybige'ye bir adım yaklaştı.

"Merhaba Aybige, ben Şimal. Seni çok merak ediyordum." Aybige başını kaldırdı ve birden Şimal'in boynundaki kolyeyi işaret etti.

"O çok parlak." Şimal şaşırdı, sonra gülümsedi.

"Beğendin mi? İstersen bir gün sana da alırız, olur mu?" Aybige bir şey söylemedi ama parmağını uzatıp kolyeye hafifçe dokunmuştu. Şimal hemen eğildi ve Aybige'nin alnına minik bir öpücük kondurdu. Aybige gülümsedi. O sırada Aybars yaklaştı. Kollarını arkasına atmış, hafif eğilerek konuştu:

"Selam, ben Aybars. Biz Şimal'le arkadaşız. Sen de bizim arkadaşımız olur musun?" Aybige ona dikkatle baktı.

"Senin sesin çok kalın." Aybars bir kahkaha attı.

"Ooo, anlaşıldı, senin gözünden bir şey kaçmıyor."

"Sen..." dedi Aybige, kısık sesle. "Sen ayı gibi konuşuyorsun." Aybars bir kahkaha daha attı.

"Bana çocukken gerçekten ayı Aybars derlerdi, biliyor musun? Ay gibi kuvvetli, ayı gibi inatçıymışım. Beni hemen tanıdın." Sefa bir anda araya girdi.

"Bak ben de buradayım, Sefa. Ben en çok gülen abiyim." Sefa yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdiğinde Aybige kafasını eğdi ve gözlerini kısarak ona baktı.

"Gözlerin küçüldü, evet." ondan hemen sonra Yiğit cebinden bir mendil çıkarmıştı. Ona gelmeden önce sihirbazlık olayındna bahsettiğimi ve hazırlıklı gelmesi gerektiğini söylemiştim.

"Merhaba Aybige, ben Yiğit. Bak şimdi, elimde mendil var. Dikkat et." o esnada Yiğit minik bir sihir numarası yaptı ve mendil avcunun içinde kayboldu. Aybige'nin ağzı açık kaldı.

"Nereye gitti?" Yiğit omuz silkti.

"Sadece çok özel çocuklara gösteriyorum. Bu da senin içindi." o sırada Alperen ve Oğuzhan'la da tanıştı. İkisine cilveli bir şekilde bakış atması hepimizi kahkahaya boğmuştu.

''Benim güzelliğim buradaymış.'' en son Sinem'in gelmesiyle de kadro tamamlanmıştı. Aybige hafifçe kıkırdadığında Onat onun saçını okşadı.

"Aferin kızım, herkesle ne güzel tanıştın." Aybige gözlerini bana çevirdi.

"Birce, ben... hepsini çok sevdim." minicik bir cümleydi belki ama bir ömürlük iyileşmenin ilk adımıydı.

"Ben de seni çok seviyorum," dedim titreyen bir sesle.

"Şimdi kurabiyeleri getirsek mi?" dedi Aybige, ciddiyetle. "Çünkü Oğuzhan abi çok açmış." Oğuzhan ellerini havaya kaldırdı.

"Bu kızı şef yapalım! Açın halinden anlıyor!" herkes gülmeye başlamıştı. Aybige ise gülümseyerek bana döndü. Elini tuttuğumda, minik parmakları avucuma sıkıca tutundu. Gerçekten ait olduğumuz bir aile gibi hissetmiştim. Kırık kalplerimiz birbirine tutunmuştu. Zamanla iyileşecek, belki hiçbir zaman tamamen geçmeyecekti acılar ama artık yalnız değildik. Bu, bir hayat boyu sürecek iyileşmenin başlangıcıydı.

"Yiğit, çocuk gibi yemek seçersen, seni öldürürüm!" diyen Selin Yiğit'in yemek seçmesinden şikayetçiydi.

"Benim damak zevkim var. Kabak yemiyorum, suç mu?" Yiğit'in cevabıyla Selin gözlerini devirmişti.

"Geçen gün dağda çıplak taş yedin, o kabak mıydı?" Aybars'ın cümlesiyle ise kahkahalar yükseldi. Aybige de katılamasa da dudaklarını kapatıp gülmeye çalışmış, bu haliyle çok tatlı görünüyordu. Onat ise köşede onun her halini gözlemliyordu.

''Aybige çok güzel bir isim değil mi arkadaşlar?" dediğimde soruyu Aybige'nin dikkatini çekebilmek için sormuştum. Oğuzhan devam etti.

"Aybige, eski Türkçede soylu kız demek. Aynı zamanda çok güçlü anlamı da var." Yiğit kaşlarını kaldırdı.

"E bu kıza bulaşılmaz o zaman!" herkes yeniden gülmeye başlamıştı. Aybige bu kez gözlerini kıstı, kıkırdadı ve bize gerçek bir gülümseme sundu.

Yemek sonrası çayları getirirken, Aybige, Selin'in dizine başını koymuştu. Selin onun saçlarını karıştırıyordu. Oğuzhan ona kedilerle ilgili bir hikâye anlatıyordu. Onat ise gözlerini onlardan ayırmıyordu. Aybige artık bizim bir parçamızdı. Yiğit kanepeye uzanmış:

"Aybige, artık seni bizim timin prensesi ilan ediyorum. Kabul ediyor musun?" diye sorduğunda Aybige başını kaldırıp düşünür gibi yaptı.

"Ediyorum.'' dediğinde herkes gülmeden edememişti.

Saatler geçmiş, Aybige'yi yatırmak için yerimden kalktığımda ilk baştaki kadar gergin olmadığının farkındaydım. Herkese alışmıştı. Elini tuttuğumda odasına giderken dönüp herkese bir "İyi geceler" bile demişti. Herkes gittikten sonra ev sessizleşmişti. İçimdeki telaş yerini huzura bırakmıştı. Aybige odasındaydı, Sinem ona kitap okuyordu. Onat ise salonda pencerenin önünde durmuş, sokak lambasını izliyordu. Omzundaki yüklerin görünmediğini ilk defa o an fark ettim. Sırtımdan battaniyeyi çekip üzerime geçirdim, sonra sessiz adımlarla yanına gittim. Omzuna başımı yasladım.

"Onat?"

"Efendim, hayatım?"

"Bugün ne güzeldi, değil mi?" yüzünde hafif bir tebessüm vardı.

"Evet. Aybige için başta çok endişeliydim ama herkese alıştı, onun için çok güzel oldu." gülümsedim.

"Düşünsene, daha birkaç gün önce sessizdi. Hayalet gibiydi. Şimdiyse hepimizle sohbet ediyor." başını bana çevirdiğinde gözlerimin içine baktı.

"Biliyor musun, bazen sanki yıllardır bizimleymiş gibi hissediyorum." derin bir nefes aldım. Kalbimde bir yer yanmaya başladı.

"Biliyorum. Belki de gerçekten bize yazılmıştı. Onun ailesi bizim olmamız gerekiyordu. Tanrı bizi ona, onu da bize emanet etti gibi hissediyorum."

"Evet," dedi alçak bir sesle. "Bize bir mucize gibi geldi. Hayatın bana senden sonra bu kadar güzel bir hediye verebileceğini hiç düşünmemiştim." yüzüme buruk bir gülümseme yerleştirdim.

"Onat benim çocuğum olmayacaktı. Bu gerçeği kabullenmiştim. Yastığa başımı her koyduğumda içim acırdı. Ama senin varlığın, sonra Aybige. Bunlar bana çok büyük güç oldu." gözlerimden yaşlar sessizce süzüldüğünde Onat elini uzatıp yanağımda biriken damlayı sildi.

"Sevgilim seninle birlikte sadece ikimiz kalsaydık ben yine mutluydum. Sadece seninle olmakta yeterdi bana. Aybige'yle hayat başka bir renge büründü, daha önce görmediğimiz bir renge. Bambaşka bir sevgiyle aydınlandık." sustu, sonra elimi tuttuğunda dudaklarına götürdü.

"Sen bir mucizesin, Birce. Aybige de öyle. Bize sunulmuş bir şans. Sen onun annesisin artık. Kendi kanından olmaması bir şey değiştirmez." titredim. Gözyaşlarım daha da hızlanmıştı. Sebebi ise tamamen mutluluktandı.

"Ben onu o kadar çok seviyorum ki, bazen korkuyorum. Ona bir şey olursa dayanamam. İçimde onu koruma isteğiyle öyle büyük bir savaş var ki."

"Biliyorum. Aynı savaş bende de var ama biz üçümüz artık bir aileyiz Birce. Gerçek bir aile. Bazen en güçlü bağlar, kanla değil kalple kurulur. Bizimki öyle işte." Onat, alnımı öptükten sonra ellerimin arasına kendi ellerini aldı.

"Sana söz veriyorum. Ne olursa olsun seni ve Aybige'yi hep koruyacağım. Her şeyin üstünde sizin mutluluğunuz olacak." başımı onun göğsüne yasladığımda kalbinin ritmini duyuyordum.

"Seninle her şey mümkünmüş gibi hissediyorum, Onat. Hatta mucizeler bile." Onat kollarını sararken bana usulca fısıldadı:

"Sen zaten benim mucizemsin, Birce. Şimdi Aybige'yle tamamlandık." gözlerimizi kapattık.

O gece hayatımızın yeni bir dönemi başlamıştı.

5 SENE SONRA

Bazen zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorsun. Günler birbirine karışıyor, aylar mevsimlere, mevsimler yıllara. Geriye dönüp baktığında ise, her şey bir film şeridi gibi geçiyor gözlerinin önünden. Bugün o anlardan biriydi. Sabahın ışığı salonun büyük penceresinden içeri süzülüyordu. Ankara'nın o kuru ama berrak havası baharı müjdeliyordu. Aybige mutfaktan kahkahalar eşliğinde koşarak geçiyordu. Elinde çikolata sürülmüş bir dilim ekmek, üstü başı minik lekelerle doluydu.

"Anneee! Beni yakalayamazsın!"

"Bak sen!" peşinden koşacak gibi yapıp gülümsedim. Yerimden kalkmayıp sadece onu izledim. Büyüyen saçlarını, açıldıkça daha da güzelleşen gözlerini ve içimde büyüyen o tarifsiz sevgiyi hissettim. Dokuz yaşındaydı. Zeki, meraklı, hayal gücü geniş bir çocuktu. Her şeyi soruyor, her şeye burnunu sokuyor ve her yeni gün bana "iyi ki" dedirtiyordu. Zaman geçerken sadece o büyümedi elbette. Biz de büyümüştük.

Ankara'ya taşınalı üç yıl olmuştu. Timin büyük kısmı artık merkez üste yakın, birbirimize daha yakındık. Hayat bizi dağıtmak yerine bir araya getirmişti. Herkes kendi yolunu çizerken yan yana yürümeyi de başarmıştı.

Selin ve Yiğit... hâlâ o atışmalı hallerinden hiç ödün vermiyorlardı. Üç yıl önce evlendiler. Selin nikâhta bile Yiğit'e "yani pek emin değilim ama aşığım, napayım." dediğinde, herkes kahkahaya boğulmuştu. Şimdi birlikte strateji biriminde çalışıyorlardı.

Aybars ve Şimal... onların düğünü hâlâ aramızda konuşulurdu. Şimal ilk kez beyaz giydiği o gün bile asaletinden ödün vermemişti. Ankara'da birlikte bir dairede yaşıyorlardı. Şimal, askeri eğitim biriminde eğitmenliğe başlamıştı, Aybars ise sahada kalmaya devam ediyordu. Her görev dönüşünde ilk yaptığı şey Şimal'in yaptığı çorbadan içmek oluyordu. Ona göre gerçek hayat, Şimal'in çorbasından geçiyordu.

Sinem ve Sefa... en şaşırtıcı olanları belki de onlardı. O sessiz, içine kapanık Sefa Sinem'le birlikte başka bir adama dönüşmüştü. Sinem hâlâ o eski, rahat tavırlarıyla geziyor ama gözlerinin içi sadece Sefa'ya gülüyordu. Onlar da evlendiler ve birlikte lojmanda yaşıyorlardı. Sefa artık daha çok eğitimlerde görev alıyor, Sinem ise merkezde bir analiz biriminde çalışıyordu. Aybige her onlara gittiğinde Sinem'in yaptığı kekleri saatlerce konuşuyordu.

Oğuzhan birkaç aydır birisiyle görüştüğünü söylemişti. Detay vermedi, klasik Oğuzhan'dı. Ama gözlerinin içindeki o değişimi görmemek mümkün değildi. Onun adına içim rahattı.

Alperen ise hâlâ tek tabancaydı. ''Benim acelem yok, hayat, doğru kişiyi getirir bir gün." diyordu. Aslında yalnızlığı seviyordu. Ama asla yalnız değildi. Her zaman bizimle, her zaman Aybige'nin en eğlenceli oyun arkadaşıydı. Ne zaman evimize gelir, Aybige onun sırtına atlar, "Kaptan Alperen!" diye bağırır, o da hiç itiraz etmeden onunla hayal oyunları oynardı. Bu, onun sevgisini gösterme şekliydi.

Elvin ve Bartuğ'un da bir oğulları olmuştu. Adını Aras koymuşlardı. Güler yüzlü, dünya tatlısı bir çocuktu. Aybige onu her gördüğünde "kardeşim gibi" diyor, sarılmadan duramıyordu. Elvin'in hâlâ Aybige'ye her baktığında gözleri doluyordu. Bartuğ ve Elvin her zaman yanımızdaydı.

Oya ve Gürkan ise Kırıkkale'de beraber görev yapıyorlardı. Onlar da evlenmişlerdi ve Oya şu an hamileydi. Aybige Oya'yı çok seviyor, her gördüğünde karnındaki ne zaman çıkacak diye soruyordu.

Onat'la biz, hâlâ bizdik. Ben Aybige'ye daha fazla vakit ayırabilmek için askeri eğitim biriminde Şimal'le birlikte eğitmenliğe başlamıştım. Onat ise sahalardan ayrılamayacağı için Aybars'la birlikte, başka bir timde göreve devam ediyorlardı. Aybige'yle hayatımız bambaşka bir anlam kazanmıştı. Biz hala aşık ve hala birbirimize minnettardık.

Mutfakta yalnızdım. Tencereden yükselen kekikli et kokusu evin içine yayılmış, arka fonda çalan müzikle birleşmişti. Ocağın üstünde kaynayan tencereden çıkan buhar, camlara vuruyordu. Ben ise elimde tahta kaşıkla yemekleri kontrol ediyordum. Bugün bizim evde toplanacaktık. Bir zamanlar omuz omuza savaştığımız, aynı çukura sırt sırta yattığımız, birbirimize yaslandığımız insanlarla bir araya gelecektik. Şimdi her biri farklı bir hayat kurmuştu ama hâlâ aynı masada buluşabilecek kadar yakındık. Tam sarımsakları tavaya atmıştım ki, kapının açılma sesi geldi. Ardından Aybige'nin o neşeli kahkahasını duymuştum.

"Anneeee, geldiiiiik!" diye seslendiğinde Onat'ın sesi onu takip etti:

"Aybige, ayakkabılarını çıkarmadan mutfağa girme kızım! Dur azıcık!"

Kapıdan içeri girmeleri saniyeler sürmüştü. Aybige, okul formasıyla, saçları dağılmış ama yanakları kıpkırmızı, çantasını sırtında sallaya sallaya yanıma koştu. Onat ise onun montunu katlayıp askıya astığında göz göze gelmiştik. Gülümsememle gözlerinin içi parladı. Yıllar geçse de o bakış, içimi hâlâ ilk günkü gibi ısıtıyordu. Ama daha yerleşemeden Aybige burnunu kıvırıp birden Onat'a bir soru sordu:

"Baba, o çocuğa neden öyle ters ters baktın?" kaşlarımı kaldırdığımda merakla Onat'a döndüm. O ise ciddiyeti bırakmadan, omzunu kapı pervazına yaslayıp konuşmaya başladı:

"Çünkü gözümün önünde benim kızıma, benim küçük yavruma 'seni seviyorum' dedi o çocuk. Duydum!" içimden gülmek geldi ama kendimi tuttum. Aybige tam bir yetişkin edasıyla gözlerini devirmişti:

"Ama o benim arkadaşım! Sadece oyun oynarken öyle söyledi. Hem sen neden o kadar garip baktın ki ona? Üzüldü." Onat, Aybige'nin göz hizasına eğildi.

"Çünkü seni bizden başka kimse sevemez Aybige. Kimse. Bir tek biz sevebiliriz. Başkasını istemem. Sadece biz. Sen benim kızımsın, minik kuşum, prensesim." gözlerim dolduğunda boğazımda bir şey düğümlenmişti. Onat yıllar önce, ben çocuğum olmayacak diye sessizce ağlarken bana "bir gün olur" diyememişti. Çünkü o da olmayacağını biliyordu. Ama şimdi, karşımda öylece duruyor, kızımıza bütün kalbiyle sevgisini sunuyordu. Aybige de dayanamayıp onun boynuna atladı:

"Ama benim en çok sevdiğim erkek zaten sensin baba." bana dünya dursa bile yetermiş gibi gelen bir andı bu. Onat, küçük kolları boynuna sarılmış o minicik bedeni kucakladığında gözlerini yumup başını onun saçlarına yaslamıştı. Birbirlerine sığındılar. Onları izliyordum. Ellerim hâlâ tencerenin sapındaydı ama gözlerim yaşla bulanmıştı bile. Sessizce gözümden bir damla yaş süzüldüğünde Aybige başını kaldırıp bana döndü:

''Anne sen ağlıyor musun?" gözlerimi silerken gülümsedim:

"Hayır canım. Soğan doğradım biraz önce, ondan olabilir." minik adımlarla yanıma geldiğinde boynuma sarıldı.

"Ben sizi çok seviyorum." dedi. Onat da yanımıza gelmişti. Üçümüz mutfağın ortasında kucaklaştık. Dışarıda akşam serini taşıyan rüzgâr camlara vuruyordu ama burada, tam bu anda, biz üçümüz bir ateşin içindeydik sanki. Birce, Aybige ve Onat. Tanrının mucizeyle bir araya getirdiği bir aileydik.

Sofranın son peçetesini de masanın köşesine dikkatle yerleştirdiğimde artık her şey tamamdı. Bir elim belimdeyken diğer elimle saçımı ensemde toparlamıştım. Hafif terlemiş gibiydim. Yukarı çıkıp hazırlanmak için merdivenlere yöneldim. Aybige okuldan geldiğinden beri sessizdi, büyük ihtimalle odasında bir şeylerle oyalanıyordu. Onat bahçede olabilir diye düşünmüştüm ama bir kontrol etme ihtiyacı da duymamıştım. Banyoya girerken omuzlarımdaki yorgunluğu daha çok hissettim. Gün boyu ayakta olmak bedenime işlemeye başlamıştı ama misafirlerimden dolayı heyecanlıydım. Duşun altında suyun tenime değdiği ilk an bütün düşüncelerim, her zaman olduğu gibi, bir noktaya kaydı: Onat.

Önceki geceyi hatırladım. Uykusuz geçen ama bir o kadar da tutkulu gecelerden sadece biriydi. Yüzüme sıcak basınca su bile serinletmedi beni o an. Duştan çıktığımda yumuşacık havluma sarınıp ardından beyaz bornozumu üzerime geçirmiştim. Banyodan yatak odasına geçerken saçlarım hâlâ ıslaktı. Aynada kendime şöyle bir göz attığımda yorgundum ama mutluydum. Tam saçlarımı havluyla kuruluyordum ki, arkamdan gelen o sesi duydum. Kapı açıldı. Kalbim o an ritmini hızlandırdı.

"Çok güzel görünüyorsun," dedi Onat, kapının hemen ardındaydı. Ona dönmedim. Sadece gülümsedim. Yüzümdeki bu gülümsemeyi o görmese bile hissedecekti, biliyordum. Bir anda tenimde onun sıcaklığını hissettim. Arkamdan geldiğinde güçlü kollarını belime dolamıştı. Bedenim onunkiyle buluştuğu an gözlerimi kapadım. Burnunu boynuma yasladı, saç diplerimi öptü, sonra çenesi omzuma değdi.

"Ne zaman sana sarılsam, dünya susuyor." dedi fısıltıyla. Titredim. İçimden yükselen o yangın, vücudumun her yerine yayılmıştı. Boynuma kondurduğu o yumuşak öpücük, başımı hafifçe yana eğmeme neden oldu. Derin bir nefes aldığımda Onat'ın sesi alçaldı:

"Her gece seninle olmak, dokunuşların, nefesin, hâlâ sana doyamıyorum Birce. Ne yaşarsak yaşayalım, seninle geçen hiçbir ana doyamadım. Doyamayacağım da." sözleri içimi sıcacık etmişti. Ellerim onun kollarının üzerine kapandığında göğsüme yasladığı alnını hissettim. Nefesimiz birbirine karışırken dudaklarımız birbirine doğru yaklaştığında göz göze geldik. Dudaklarımız neredeyse kavuşacaktı ki...

"BAAABAAA! Bakar mısın bir şey söyleyeceğim!"

Bu da hayatımızın bir gerçeğiydi artık. Kızımız her ne kadar en güzel anlarımızın sahibi olsa da, bazen katili de olabiliyordu. Onat ise iç çekip gözlerini sımsıkı kapattığında udaklarındaki hayal kırıklığıyla karışık gülümsemeyi gördüm. Sabırlı ama içten içe komik cevap verdi:

"Geliyorum Aybige, bir saniye." gülmemek mümkün değildi. Ona döndüğümde parmak ucumda yükselip dudağına kocaman, bir öpücük kondurmuştum.

"Baba olmak kolay değil, yüzbaşı. Her şeye hazırlıklı olacaksın."

                                                                                               🫧

Üstümde uçuş uçuş krem rengi elbisemle, aynada son bir kez kendime baktım. Saçımı gevşek bir topuz yapmıştım. Boynuma Onat'ın doğum günümde aldığı kolyeyi taktım. Hafif bir parfüm sıktım bileklerime, sonra kollarımı yanlarıma bırakıp derin bir nefes aldım. İçimde tarifsiz bir huzur vardı. Merdivenlerden inerken kapı çalmıştı. Tam da o anda başımı kaldırdım ve salonun içindeki o sahneyi gördüm.

Onat, ayakta durmuş Aybige'nin saçlarını düzeltiyordu. Beyaz, diz hizasında tüllü elbisesiyle Aybige adeta bir melek gibiydi. İncecik bileklerine kadar inen dantel kollu, sade ama zarif bir elbiseydi. Işık tenine vurdukça gözleri daha da parlıyordu. Onat ona bir şeyler fısıldıyor, kızımız ise gülümseyerek başını eğiyordu. Yavaşça onlara yaklaştığımda Aybige başını bana çevirdiğinde minicik adımlarla koşup boynuma atladı. Onu sıkıca kucakladım. Ardından Onat da eğilip ikimizi sararak sardığında üçümüz bir aradaydık.

"Benim güzel ailem," dedim fısıltıyla. Gözlerim istemsizce dolmuştu. O sırada dışarıdan, cıvıl cıvıl bir ses yankılandı:

"Halaaa! Bende bendeee!" Aybige başını çevirip "Aras geldi!" diye sevinçle zıplamaya başladı. Kapıya yönelip açtığımda, gözleri pırıl pırıl parlayan, yanakları kıpkırmızı olmuş minik bir oğlan çocuğu bana kollarını açmıştı. Eğildim, onu kucakladım ve havaya kaldırıp sıkıca sarıldım.

"Aras'ım, canımın içi!" o sırada arkasından abim belirmişti. Yanında ise güzel gülümsemesiyle Elvin vardı. Onlara doğru uzandğımda önce Elvin'e sarıldım. "Hoş geldin canım benim" dedim kulağına. Ardından abime döndüm, uzun bir sarılışla onu kucakladım. Tam o sırada Aras, kucağımdayken başını omzuma yasladı içimi sıcacık eden o cümleyi söyledi:

"Hala, bugün babaannemi gördüm. O beni sevdi, ben de onu. Gerçekten sevdi ama." bir an duraksadım. Şaşkınlıkla Aras'ın yüzüne baktığımda dudaklarım hafif aralandı.

''Babaanneni mi gördün?" gözlerim ister istemez abime kaydı. O da başını salladığında Elvin'le göz göze gelmiştik. Elvin kibarca omzuma dokundu.

"Evet. Bugün annene Aras'ı götürdük. Birce, annen gitgide daha iyiye gidiyor." Abim, bir adım yaklaşıp elini omzuma koyduğunda her zamanki gibi tok, güven dolu bir sesle konuştu:

"Annemiz gayet iyi kardeşim. Daha sakin. Doktorlar da umutlu. Aras'a sarıldı, konuştu. Biz bile şaşırdık." gözlerimden süzülen yaşları tutamamıştım. Dudaklarım titrediğinde yüzümü Aras'ın saçlarına gömdüm, sessizce ağladım. Onat, bu sahneyi uzaktan izliyordu. Göz göze geldiğimizde başını hafifçe eğdi ve gülümsedi.

Kapı zilinin ikinci kez çalmasıyla Aras kucağımdan indi. Hala etrafımda dört dönerken kapıya doğru yürüdüm. Onat zaten Aybige'yle ilgileniyordu, saçına küçük bir toka takmaya çalışıyordu. O tokaları her zaman ters takardı ama Aybige asla şikâyet etmezdi. Aksine "Babam yaptı" diye övünürdü. Kapıyı açtığımda karşıma önce Selin çıktı. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle:

"Sofra hazırsa ben hazırım!" dedi. Elinde bir tepsi vardı, muhtemelen kendi yaptığı kekti. Ardından Yiğit belirdiğinde elinde çiçek demeti vardı.

"Ev sahibimize küçük bir teşekkür," diyerek bana uzattı.

"Hoş geldiniz canlarım!" dedim, ikisine sarılırken. Aybige içeriden koşup Selin'e sarılmıştı.

"Teyze geldi!" Selin, eğilip onu öyle bir öptü ki, Aybige'nin kahkahası salona yayıldı. Tam kapıyı kapatacakken bir ses daha geldi:

"Geldik bebekler!" Bu Şimal'in sesiydi. Hemen ardından Aybars belirmişti.

''Kambersiz düğün olmaz dediler.'' kahkaha attım ve onları içeri davet ettim. Mutfağa doğru giderken Sinem ve Sefa'yı görmüştüm. Elinde getirdiği zeytinyağlıları mutfak tezgâhına bırakırken, Sefa arkamdan seslendi:

"O ne güzel koku öyle? Yine döktürmüşsün Birce!" dedi.

"Yok canım, ne yaptım ki.'' dedim. Aybige, kahkahalarla Aras'la salonun ortasında döne döne dans ediyordu. Yiğit onları gülerek izlerken Onat ona:

"Damat oldun ama çocuklara enerjin yetmeyecek" diye takıldı. Yiğit hemen atıldı:

"Benim enerjim hâlâ ilk gün ki gibi komutanım!" Selin araya girmişti:

"Enerjin olabilir de, çocuk bakımı için biraz daha empati lazım." dediğinde kahkahalar salonu sarmıştı. Son gelenler Oğuzhan ve Alperen'di. Oğuzhan'ın kolunda büyükçe bir çiçek sepeti vardı. Alperen ise elleri cebinde, sanki her zamanki gibi yalnızlığını kendine yakıştırıyormuş gibiydi.

"İşte kahramanlar geldi!" dedim. Oğuzhan gülerek bana sarıldı.

"Sana sürprizim var ama sonra anlatacağım," diye kulağıma fısıldadığında Alperen ise omuz silkti:

"Ben yine yemek için geldim, duygusala bağlamayın."

"Sana özel tabak ayırdım, merak etme," dedim gülerek. Oya ve Gürkan nöbetçi olduğu için aramıza katılamamıştı. Onlarla yarın yemek yiyecektik.

Herkes sofraya oturduğunda başımı kaldırıp şöyle bir etrafa baktım. Salonun ışıkları altında, sevdiklerim bir aradaydı. Hayatın yorgunlukları, acıları, kayıpları olmuştu ama şimdi burada, bu sofrada, her biri yerini bulmuş gibiydi. İçimde incecik bir sızı vardı: annem. Ama sonra Aras'ın söyledikleri aklıma gelmişti. İyiydi, iyiye gidiyordu. Onat yanıma oturduğunda Aybige iki sandalye ötede, Aras'la fısıldaşıyordu. Tam o sırada Aybige birden yüksek sesle bağırdı:

"Herkes hazırsa yemeğeeee başlıyoruz!" kahkahalarla dolu bir "Eveeet!" yankılandı.

Uzunca edilen sohbetlerin ardından yemekler bitmişti ama ev sanki daha yeni ısınmaya başlıyordu. Onat, elinde kahve tepsisiyle balkona çıktı. Bir yandan ayakta fincanları dağıtıyor, bir yandan da her zamanki gibi ciddi görünüp tatlı tatlı çocuklara sataşıyordu:

"Sefa, sana Türk kahvesi biraz ağır gelir ama hadi bakalım, afiyet olsun." Sinem'i isterken, içtiği Türk kahvesi boğazında kaldığı için o zamana atıfta bulunuyordu. Sefa hemen atıldı:

"Aşk olsun komutanım. Sorun bende değildi, tuz yerine karabiber koymuş insafsızlar." deyince gülmeden edemedik. Onat'ın yanına geçip kahvemi aldığımda yanımdaki koltukta Elvin vardı. Elini dizime koydu ve bana gülümsedi. Çocuklar içeride oyun peşindeydi, bizse geçmişle alakalı anılarımızı birbirimize anlatıyorduk. O sırada, balkonun köşesinden sessizce oturan Oğuzhan, sesini hafifçe yükseltti:

"Irak operasyonunda o köydeki eşeği hatırlıyor musunuz?" tam ağzıma kahvemi götürmüştüm ki bu cümleyle beraber neredeyse püskürecektim. Herkes sustuğunda o anı hatırlamaya başladım, o eşeği unutmam mümkün değildi. Alperen yerinde doğruldu, sırıtarak:

"Dur, dur, ben anlatacağım! Esas rezilliği ben yaşadım!" tüm gözler ona çevrildi.

"Şimdi gece baskını yapılacak. Herkes sessiz, termaller açık, sinyal kesilmiş. Köyde neredeyse nefes almıyoruz. Ben önde, Oğuzhan arkamda. Tam köşeyi döndüm ki, bir şey bana çarptı."

"Evet evet! Yalnızca çarpmadı, seni yere serdi!" diyerek güldü Şimal. Alperen elini havaya kaldırdı:

"Bir saniye! Beni yere seren o kara eşekti! Kafamda gece görüş, elimde silahla eşek bir bağırdı: 'AĞĞĞĞĞĞĞ!' sonra ben yere kapaklandım. Yalnız ben değil, Oğuzhan da benim üstüme düştü!" Onat gülerek başını iki yana sallıyordu:

"Biz o sesi duyunca çatışma başladı sandık. Aybars telsizden 'Temas var mı?' diye sorduğunda Alperen 'Eşek var!' dedi!" Bu sefer Selin de katıldı:

"Ben o sırada telsizi dinliyordum, Alperen'in 'eşek var' dediği anı unutamıyorum!" Oğuzhan eliyle gözlerini kapatıp gülerek başını salladı:

"Ve o eşek gece boyunca bizi takip etti. Sadece bizi de değil, sabaha kadar timin peşinden ayrılmadı. Nöbetteyken 'hee hee' sesleriyle içimiz kalktı resmen!"

"Oğuzhan'a aşık olmuştu o eşek!" dedi Şimal, gülmekten neredeyse sandalyeden düşecekti.

"Ya susun, eşek eşek de millet sanacak ki gizli görevde hayvanat bahçesindeydik!" Aybars, gülmekten yaşaran gözlerini sildi:

"O kadar ciddi, ölümcül bir görevde bir eşeğin hepimizi dağıttığı tek vakadır. Tarihe geçmeli." kahkahalar o kadar uzun sürdü ki, sanırım komşular bile neye güldüğümüzü merak etmişti. O kahkahaların arasından Aybige içeri fırladı, Aras hemen peşinden gelmişti. Aybige heyecanla:

"Anne! Alperen amcayla Oğuzhan amcanın hikayesi gerçek mi?" diye sorduğunda hepimiz gülmüştük. Alperen:

"Tam anlamıyla gerçek." Aybige başını iki yana sallayıp:

"Benim babamı eşek yere seremezdi!" dedi.

"Tabi ki seremezdi güzelim." diyen Onat'a gözlerimi devirmeden yapamamıştım.

"Ama eşek çok güçlüymüş yaaa..." diye karşılık veren Aras'la hepimiz tekrardan kahkaha atmıştık.

Sohbetlerin eşliğinde gece ilerliyordu. Onat'ın eli belimdeydi, başımı onun omzuna yaslamış, elimdeki kahve fincanını unutmuş haldeydim. İçimden "keşke bu an hiç bitmese" diye geçirirken, bir anda Selin'in sesi duyuldu.

"Size bir şey söylememiz gerekiyor." balkonda bir sessizlik oluştuğunda özler Selin'e çevrildi. Yanında oturan Yiğit, onun elini usulca tutmuştu. Avuçlarının birbirine kenetlenişindeki sevgi, her şeyi anlatıyordu. Selin gözlerini bize, sonra Yiğit'e çevirdi. Hafifçe titreyen bir gülümsemeyle:

"Ben... hamileyim." herkes sustu. Kelimenin tam anlamıyla dünya bir anlığına durdu sanki. Bir anda herkesin içinden yükselen bir sevinç patlaması olduğunda Oğuzhan:

"NE?!! CİDDİ MİSİN?!" Şimal ellerini ağzına kapadığında gözleri dolmuştu. Alperen ayağa fırladı:

"İşte bu yaaa! Baba Yiğit geliyor!" Yiğit mahcup ama gurur dolu bir ifadeyle başını eğmişti. Selin'in elini bırakmadan ona döndü ve sessiz bir şekilde:

"Onunla birlikte bu hayatta ne olursa olsun hep yürümeye kararlıyım." benim gözlerim çoktan dolmuştu. Selin'e bakıyordum, ne fırtınalardan geçip de şimdi bu limana varabildiğini düşmeden edemedim. Ne acılardan, ne savaşlardan, ne içsel yaralardan geçerek geldiğini en iyi biz biliyorduk. Yanlarına doğru ilerlediğimde akan gözyaşlarımı silmeden:

"Sen bunu öyle çok hak ettin ki Selin. İkinizi de tebrik ederim." önce Selin'e sonra Yiğit'e sarıldım. Onat da yanı başımda gülümsüyordu. Bir baba olarak, bir komutan olarak değil, bir dost olarak gülümsüyordu. Tam o sırada içeriden Aybige'nin sesi geldi:

"BİZE KARDEŞ Mİ GELİYORRRR!!???" Aras onun hemen ardından:

"Anne o bebek bizim evde de kalabilir mi?" Selin gözleri yaşlı bir şekilde eğildiğinde Aras'ı kucağına aldı:

"Tabii ki kalabilir canım. Hep birlikte büyüteceğiz onu." Aybige çığlık attığında Aras zıplamaya başladı. Elvin kolunu Bartuğ'un beline sarmıştı.

"Ailemiz büyüyor." dedi.

O an düşündüm, bir zamanlar yalnız bir kadın olarak çıktığım bu yolda artık çok kalabalıktım. Ailemi kurmuş, dostlarımın ailesinin kurulmasına şahitlik ediyordum. Yanımda Onat vardı. Elim onun avucunun içine süzüldüğünde sımsıkı tuttu. O gece, sadece yeni bir canın haberiyle değil, sevginin ne kadar güçlü olduğunu yeniden anlayarak tamamlanmıştı.

SENELER SONRA- AYBİGE ÜNİVERSİTEYE GİTMEDEN ÖNCE

Ev tuhaf bir sessizliğe bürünmüştü. Aybige'nin odasının kapısı yarı aralıktı. Işık açıktı ama içeriden hiç ses gelmiyordu. Belki kitap okuyordu. Belki de son kez duvarlara, pencerelere, çocukluğunun izi kalan köşelere bakıyordu. O sabah valizini kapattığında içimde bir şey düğüm düğüm olmuştu.

"Hazırım," demişti bana. Hazır mıydı gerçekten? Peki ya ben? Ben onu bırakmaya hazır mıydım? atak odamın lambası loştu. Onat yanımdaydı ama hiç konuşmuyorduk.

"On dört yıl geçmiş. Sanki bir ömür yaşadık onunla." dediğimde Onat gözlerini bana çevirdi.

''İlk kez baba olduğumu hissettiğim anı dün gibi hatırlıyorum." dedi. Gülümsedim ama gözlerimden süzülen yaşa engel olamadım.

"Ben ben hiç anne olamayacağımı sanıyordum. Ama Aybige bana o hakkı verdi." Onat elimi tuttuğunda avuçlarımın içine dudaklarını bıraktı.

"Sen onun kaderinde yazılıydın, Birce. O senin kalbine gönderilmiş bir mucizeydi." O sırada, ahşap zemine basan çıplak ayak seslerini duymuştumm. Gelen Aybige'ydi. Pijamaları içinde, saçları omzuna dağılmış, gözleri dolu ama yüzünde yumuşak gülümsemeyle yanımıza geldi. Elinde bir zarf vardı.

"Anne, baba." dedi titrek bir sesle.

"Bir şey yazdım size. Bu evde son günüm. Ama hiçbir şeyin sonu değil biliyorum. Sadece içimde kalmasın istedim." zarfı bize uzattı. Elim zarfın kenarına dokunduğunda titrediğimi hissettim.

''Şimdi okuyun, birlikte." dedi ve sonra sessizce odasına döndü. Kapısını yavaşça kapattığında elimde zarfla Onat'a bakmıştım. Zarfı yavaşça açtığımda Onat yanı başımda, sol elim elindeydi.

Ve okumaya başladım.

"Bana anne olmayı seçen kadına..."

Canım annem...

Bu mektubu sana yazıyorum ama aslında kelimeler ne kadar yeterli bilmiyorum. Belki de sadece yazmakla değil, ağlayarak, gülerek, boynuna sarılarak anlatmam gerek hissettiklerimi. Ama bugün bu evdeki son günüm. Az sonra bambaşka bir hayata doğru adım atacağım. İçim biraz buruk, biraz heyecanlı ama en çok da size karşı minnetle dolu. Seni ilk gördüğümde annemi kaybetmiştim, çok korkuyordum. İnsan ne zaman annesiz kalırsa, dünyanın rengi değişiyor. Geceler daha sessiz oluyor. Ama o kara günlerin ardından sen geldin. Bana sarıldığında, senin kalbinin atışını duymuştum. Gözlerimin içine baktın, hiçbir şey demeden sadece baktın. Ben o anda anlamıştım: Annelik kan bağıyla değil, kalp bağıyla oluyordu.

Bana oyuncaklar alman, saçlarımı taraman, üzerimi örtmen bunların hepsi güzeldi. Ama bir şey vardı, çok başkaydı: Sen benim acıyan yerlerime dokunmadan beni sevmiştin. Senden önce susuyordum, annemden sonra hiç konuşmam sanmıştım. Ama bir gün mutfakta şarkı söylerken seni izledim, içimden geçen ilk cümle şuydu:

"Ben çok şanslı bir kız çocuğuyum.'' sonra seni hep sevdim. Saçlarınla oynarken, uykum kaçtığında senin odana koşarken çok sevdim. Bazen geceleri seni izledim gizlice. Çünkü ben, dünyada herkesin bir kere sevilebildiğini ama senin tarafından sevilmenin sadece şanslı insanlara nasip olduğunun farkındaydım.

Babam...

Cümleleri az ama kolları koca bir dağ gibiydi. Onunla yürürken hiç korkmadım. Ellerim onun ellerinde kaybolurken hep güvende hissettim. Bana "kızım" dediği her an içim ısındı. İlk düştüğümde dizim kanamıştı ama onun "Bir şey yok, kalkarsın" demesiyle kendimi bir asker gibi hissetmiştim. O benim kahramanım oldu. İki tane şanlı Türk askerinin kızı olduğum için çok gururluyum. Evet, siz benim biyolojik anne ve babam değildiniz. Kanınızdan değilim ama beni yüreğinizle çok derin sevdiniz. İnsan sadece dünyaya gelmez, bazen yüreklerde yeniden doğar. Ben sizinle yeniden doğdum. Bana hep "sen bizim mucizemizsin" dediniz. Oysa asıl mucize sizdiniz. Eğer bir gün yeniden dünyaya gelme şansım olursa, tek bir dileğim olurdu:

Yine sizi bulmak, yine sizin kızınız olmak.

Siz olmasaydınız ben kim olurdum bilmiyordum. Ama şu an şunun farkındayım: Ben sevgiyle büyümüş, güvenle sarmalanmış, yüreği cesaretle dolu bir genç kadınım. Ve bunun tek sebebi sizsiniz.

Bu mektubu yazarken gözyaşlarımı tutamıyorum. Belki siz de tutamayacaksınız. Ama lütfen ağlarken şunu bilin: Beni büyütmekle sadece bir çocuğa yuva vermediniz, kalbiniz gibi güzel bir hayatta verdiniz. Beni sevdiğiniz için teşekkür ederim. Beni olduğum gibi kabul ettiğiniz için, annelik ve babalık sözleşmesini kalbinizle imzaladığınız için size sonsuz teşekkür ederim.

Ve şimdi bu hayat yolculuğunda kendi yoluma çıkıyorum. Hangi yoldan gidersem gideyim, kalbimin kıyısında hep size bir yer ayıracağım.

Sonsuz sevgiyle,

Sizin kızınız, her zaman.

Aybige.

Mektubu okurken ellerim titriyordu. Aybige'nin o saf kalbi, satırlara sığmayan o kocaman sevgisi, satırlarda can bulmuştu. Gözyaşlarımın ilk damlası kâğıda düştü. Sonra ikincisi...Ve sonra...Omzuma yavaşça konan bir el hissettim. Onat'tı. Hiçbir şey demedi. Sadece bana sarıldı. Ben ise bir çocuk gibi başımı onun omzuna yaslamıştım. Mektubu sessizce ona uzattığımda o da okudu. Satır satır, gözlerini kaçırmadan okudu. En sonunda, gözlük camı gibi buğulanan gözleriyle bana dönmüştü.

"Birce." dedi boğazına düğümlenen sesiyle. Sadece adımı söyledi. Ama o iki hecede, onca yılın ağırlığı vardı. O ilk karşılaşmamız, ilk göz göze gelişimiz, ilk sarılışımız. Şimdi ise kızımızdan gelen bu veda bizi çok duygulandırmıştı. Birbirimize baktığımızda ikimiz de ağlıyorduk.

"Başardık." dedim titreyen sesimle. "Gerçekten anne ve baba olmayı başardık." Onat, yüzüme ellerini koyduğunda gözyaşlarımı silmeye çalışırken kendi gözyaşlarına da engel olamıyordu.

"Sen anneliği hayal etmedin Birce, kalbinle inşa ettin. Aybige de senin emeğinin eseri."

Bir yuvanın temeli olduğumu, bir insanın geleceğinde yol olduğumu, bir çocuğun gözünde cennet olduğumu fark ettim. Onat yönünün bana döndürdüğünde kocaman sarılmıştık. Sanki birbirimizi ilk defa buluyormuşuz gibi, sanki yıllardır susup da şimdi konuşuyormuşuz gibi. Sanki bir ömrü omuz omuza değil de, kalp kalbe yaşamışız gibi hissediyordum.

Kokusunu içime çektiğimde omzuna gözyaşlarım aktı. O hiç kıpırdamadı. Sadece sıkı sıkı sarıldı. Bir süre öylece kaldıktan sonra bir cümle döküldü dudaklarından:

"Benim en büyük görevim, bu ülkeden bile önce, senin yanında olmaktı. Sen bana bir aile verdin Birce. Bana baba olmayı, yuvayı sevmeyi, hayatı yeniden öğrenmeyi öğrettin." başımı kaldırdım. Gözlerindeki yaş, ışık gibi parlıyordu.

"Sen de bana bir kalp verdin Onat. Her savaşın içinde yitip gitmişken, sen bana huzuru sundun. Aybige bizim mucizemizse, sen de benim şifamsın." birbirimize tekrar sarıldık. Kızımızın sesi salondan duyulmuştu:

"Anneee, baba, çıkıyorum!" gülümsedik. Onat saçlarımı okşadığında

"Gidelim, bizim mucizemiz yeni bir hayata adım atıyor." dedi. Kapıya doğru yürüdük ama ben kapıdan çıkarken son bir kez arkama dönmeden duramadım. Evimize, salonumuza, anılarımıza baktım. İçimden sessizce fısıldadım:

"Burası hep seninle dolu kalacak Aybige, hep seninle."

Ve kapıyı usulca kapattım.

                                                                                        

Son kez buraya bir şeyler yazmanın beni bu kadar üzeceğini tahmin etmemiştim. Öncelikle bu yolculukta hep yanımda olduğunuz için her birinize teker teker teşekkür ederim. Onat ve Birce, benim hayatımın dönüm noktasıydı. Umuyorum ki bu hikaye, hayatınızın bir kısmında size ufakta olsa bir şeyler katmıştır.

Siz benim hayatıma çok şey kattınız.

Bunca zamandır, beni takip edip hikayenin sonunu beraber getirdiğimiz için size minnettarım. Diğer hikayelerimde de beraber olabilmek umuduyla.

Şimdiye kadar sürçülisan ettiysek, affola.

Kendinize iyi bakın. 🤍

 

Bölüm : 11.06.2025 17:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...