43. Bölüm

SELİN & YİĞİT

monsoleil016
monsoleil016

Selam! WhatsApp kanalımızda çiftler için özel bölüm yazacağımın sözünü vermiştim size. Verdiğim sözü tuttum, buradayım. 🙃

Hala WhatsApp kanalıma katılmadıysanız, Instagram'da öne çıkanlarda link mevcut.

Hepinize iyi okumalar! 🤍

(BU ÖZEL BÖLÜM HİKAYENİN GİDİŞATINDAN BAĞIMSIZ YAZILMIŞTIR.)

                                                     

Bana güçlü kadın olduğumu söylüyorlardı. Herkes bu kelimeyi öyle kolay, öyle gelişigüzel kuruyordu ki kimse bilmiyordu güçlü olmanın neye mal olduğunu. Güçlü olmayı ben seçmemiş, mecbur kalmıştım. Her gecem sessizdi, peşini takip eden her sabah ise bir o kadar suskundu. En çok da babamın sesinden korkardım. İnsan en çok da babasına güvenmek isterdi, ben babamdan korkarak büyümüştüm. Küçücük bir kız çocuğuyken, hep tetikteydim. Çünkü onun bir adım daha yaklaşması, benim bir parçama daha veda etmem demekti.

Bir çocuğun, en güvende hissetmesi gereken yerde en çok güvensizlikle tanışması ne demekti? Bunu benim gibi çocuklar anlardı. Annem, o ise her şeyimdi. Sığınağımdı. Ta ki her şeyi öğrenip de suskunluğun yerini çığlıklara bıraktığı o geceye kadar. O gece, annem aynaya son kez bakmış ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı.

Erkeklere hiçbir zaman güvenmezdim. Kimse kolay kolay yaklaşamazdı bana, izin vermezdim.
Çünkü biliyordum. Yakınlık, tehlikeyi getiriyordu. Yakınlık, acıyı hatırlatıyordu. Asker olmamın nedeni çok sorulmuştu bana. Güçlü durmak için miydi? İntikam mıydı yoksa? Kendini korumak için miydi ya da? Hayır tek sebebi annemin hayallerini gerçekleştirmekti. Gururla taşıyacağı bir üniforması olsun isterdi. Ben onun hayalini yaşamak istemiştim. Belki bu hayalini gerçekleştirirse, bir parça huzur bulur diye düşünmüştüm.

Ama kimse bilmiyordu. Benim her gece kabus gördüğümü, tenime dokunan babamla hâlâ savaş verdiğimi, erkeklerin bakışlarında çocukluğumun can çekiştiğini kimse bilmiyordu. Ben bir duvar örmüştüm. Yüksek, kalın ve geçilmezdi. O duvarın arkasında hâlâ küçük bir kız çocuğu vardı. Annesine sarılamadan büyümüş, babasının adını duyunca titreyen, sevilmeyi değil, korunmayı arzulayan bir kız çocuğuydu.

Bazen düşünüyordum, acaba biri, gerçekten biri o duvarı geçip içimdeki sessizliği duyabilir miydi? Onu ilk gördüğüm zaman geldi aklıma. Bu anı düşündüğümde aklıma önce yüzü değil, gözleri gelirdi Kara, derin. Kendine sakladığı bir yangını, sustuğu bir hikâyeyi anlatıyordu o gözler. Asker postalı giymiş herkes birbirine benzerdi. Aynı bakış, aynı duruş, aynı mesafe ama onun duruşunda bir şey vardı. Dik değil, diken gibiydi. Ve ben o dikeni içimde hissetmiştim. Kara kaşları, koyu teni, sessizliğin içine oturmuş o mağrur ifadesiyle bir adam bu kadar sert görünürken nasıl bu kadar kırık olur, anlamamıştım. Hissediyordum, ilk defa birine bakarken içimdeki duvarlar çatırdamıştı. Korkmadım, bu defa korkmak yerine onu tanımak istemiştim.

Zamanla öğrenmiştim ki Yiğit'in de yarası babasıydı. Benimkine benzer, belki daha sessiz ama aynı şekilde acıtan bir yaraydı. Onun da çocukluğu ziyan edilmişti. Güvenmesi gereken adamdan gördüğü hayal kırıklığı, onun kalbini taş gibi yapmıştı. Yiğit'te beni çeken sadece acısı değildi. O acısının altında kalan adamdı. Kendime dair yıllarca sustuğum ne varsa, ona anlatasım gelmişti. Anlatmasam da olurdu aslında, o zaten biliyordu. Sözcüklere ihtiyaç duymadan anlayan birine rastlamak insanı hem iyileştiriyor hem mahvediyordu. Onu gördüğümde içimdeki yıllardır örülü duvarlara ilk kez el uzatıldığını hissetmiştim. O duvarın öteki tarafında hâlâ bir kalp atıyorsa, onun sayesinde atıyordu artık.

Yiğit'le aramızdaki şey, ne aşktı yalnızca ne şefkat ne de alışkanlıktı. Bu bir yoldaşlıktı. Yaralarımızın aynı yerden kanadığı bir yolculuğa çıkmıştık. Birini sevmek değildi sadece mesele, birinin yarasını da sevebilmekti. Ben onun acısını da sevmiştim. O da benim içimdeki en karanlık odaya ışık tutmayı bilmişti. Ev sessizdi. Sessizliğin içinde yalnızca tahta zemine bastığımda çıkan gıcırtılar, bıçağın tahtaya dokunuşu ve suyun tencerede usulca fokurdaması vardı. Gökyüzü ağır ağır kızıla çalarken, içerisi hâlâ günün sıcaklığını taşıyordu. Göl kenarındaki bu küçük kulübe, sanki dünyadan koparılmış bir sığınak gibi gelmişti.

Mutfağın küçük penceresinden dışarı baktığımda Yiğit, kulübenin önündeki çakıl zeminde diz çökmüş, dikkatle odunları yerleştiriyordu. Onu izlerken içimden geçen şey sadece huzur değildi. Onu böyle sıradan, savunmasız bir anda görebilmek, bana hayatım boyunca hep uzakta kalan normali tattırıyordu. Bu o kadar kıymetliydi ki yaşamayanın anlayacağı bir şey değildi. Ocaktaki yemeğin altını kısıp kenara almıştım. Kapıdan geçerken askıdaki şalı aldım. Sonra bir an duraksadım, yanındaki kalın gri şal gözüme çarpmıştı. Gülümseyerek onu da yanıma aldım. Her ne kadar üşümediğini iddia etse de dışarının soğuk olduğunun farkındaydım.

Kapının eşiğinde derin bir nefes alıp dışarı adım attığımda akşamın serinliği hemen kendini hissettirmişti. Yavaş adımlarla ona doğru yürüdüm. Çakmak taşlarını birbirine vurduğu an elleri biraz titremiş, buradan görmüştüm. Ses çıkarmadan yanına yaklaştım. Başını kaldırıp beni gördüğünde gözlerinin içi gülümsedi. Yüzüne yerleşen o gülümseme sanki bir dağın yamacında açan bir çiçek gibiydi. Biliyordum, o gülümseme herkese değil, sadece bana aitti. Yanına diz çöküp:

''Her ne kadar yiğitliğe bok sürdürmesen de hava soğuk, üşürsün diye düşündüm.'' yaptığım kelime oyunu onu güldürmüştü. Elimdeki şalı ona uzattım. Şalı alırken parmak uçlarımız hafifçe birbirine değdi. O minicik temas bile, sanki içimden geçen bir kıvılcımı tutuşturmuştu. Gözleri gözlerime kenetlendikten sonra bir anda hafifçe bana doğru eğildi. Dudakları alnıma usulca bir öpücük kondurdu. Öyle nazikti ki, sanki beni incitmekten korkar gibiydi. Gözlerimi kapattım. Kalbim o an göğsümden çıkacak sandım. Bu kez öpücüğü burnuma indi. Nefesimi tuttum. Dudakları elmacık kemiğime dokunduğunda, içimde bin kelebek kanat çırpmaya başladı. Gülümsemem dudaklarımda titreyerek kaldı. En sonunda o yavaş öpücük dudaklarıma değmişti.

O bana her temas ettiğinde her defasında aynı heyecanı duyuyordum. Ve aynı utangaçlıkla yüzüm kızarıyordu. Sanki ellerim, kalbim, tenim hepsi aynı anda uyanıyordu. Sonra usulca benden uzaklaştı. Gözlerini kaçırmadı. Ateşin yanındaki sehpaya uzanıp oradaki kırmızı şarap şişesini aldığında kadehleri yavaşça doldurdu. Ardından bana göz kırptığında yüzünde bir gülümseme vardı:

"Şu ateşin başında, seninle bir şarap içmekten daha güzel ne olabilir ki?" dedi. Benimle flört ediyordu. Ben de bu oyununa sessiz kalmadım. Kaşlarımı hafifçe kaldırıp aynı şekilde karşılık verdim.

"Şu an içmemek zaten ayıp olurdu." gülüşmüştük. Kadehi uzattığında, parmaklarımız bir kez daha değdi. Yiğit şarap şişesini usulca eline aldı. Ateşin titrek ışıkları şişenin camında dans ederken, o büyük elleriyle kadehleri doldurmasını izledim. Ne zaman onu izlesem, içimde tanımlayamadığım bir sıcaklık yayılıyordu. Kadehleri doldurduktan sonra birini bana uzattı, diğerini eline aldı. Sonra kamp sandalyesine yöneldi. Yan yana, ateşin karşısına oturduk. Şaraplarımız ellerimizdeydi ama içmek için acele etmedik. Sanki ikimizin de o anı uzatmak ve o anda kalmak istiyorduk. Hafifçe arkasına yaslandığında yüzü ateşin ışığıyla aydınlandı. Yanıma döndü.

"İki tane şal fazla gibi," dedi, gülerek ve benim omzumdaki şalı aldı. Elindeki şalın bir ucunu omzuma attığında artık aynı şalın altındaydık. Onunla sessizlik güzeldi, huzurluydu. Ama aklımda bir soru dönüp duruyordu. Bu kadar hissetmeye başlamışken, bu kadar onunla aynı nefesi almaya başlamışken bilmek istediğim şeyler vardı.

"Yiğit." dedim, sesim beklediğimden daha kısık ve çekingen çıkmıştı. Bana döndüğünde gözlerini gözlerime kenetledi.

"Hayatında daha önce biri oldu mu hiç?" saniyelik bir duraksamayı ardından dudaklarında beliren o büyüleyici gülümseme takip etti.

"Geçmişi önemsemiyorum, Selin. Çünkü geleceğim şu an yanımda oturuyor." dediğinde kalbim bir anlığına durdu. Bir şey demeye çalıştım ama dilim dolandı. Gözlerimi yere indirdim ve kadehime baktım. Utanmıştım. Şarabını bıraktı ve başını bana doğru eğdi. Elleriyle yüzümü tuttuğunda başparmaklarıyla yanaklarıma dokundu.

"Utanınca çok güzelsin, biliyor musun?" bakışlarımı ona kaldırdım. Yüzünde sıcak bir tebessüm vardı. Kadehimi uzattım, o da kendi kadehini kaldırmıştı. Şaraplarımız kadehte usulca tokuştu, o minik çınlama sanki içimde bir yerlere dokundu ve göz göze geldik.

"Sana," dedi usulca.

"Ve bu geceye." diye ekledim ben de dudaklarımda küçük bir tebessümle. İlk yudumda şarabın tadı damağımda dağılırken, içimde bir şeylerin çözüldüğünü hissetmiştim. Belki de ilk defa kendimi bu kadar huzurlu hissediyordum. Sessizliği o bozdu.

"Hayatıma bu zamana kadar aldığım tek kadın sensin, Selin." kadehi elimde biraz daha sıktığımda kaşlarım istemsizce yukarı kalkmıştı.

"Ne?" dedim, sesi biraz bastıramayarak. "Yani..gerçekten mi?" gözlerinde sıcaklık, dudaklarında yine o gülümseme belirdi.

"Gerçekten. İnanması zor mu geldi?" bir an ne diyeceğimi bilemedim. Elimle saçlarımı kulağımın arkasına attığımda gülerek:

"Yani, düşününce gayet yakışıklısın. Ciddi söylüyorum, fizik desen tamam, duruş desen, karizma desen... E yani, nasıl desem..."

"O kadar beğendiğini fark etmemiştim," dedi gülerek, kadehinden bir yudum daha aldı.

"Ciddiyim," dedim ben de gülümseyerek. "Yani bu kadar zamandır nasıl yalnız kaldın? illa ki beraber olmak isteyen çok olmuştur." kadehini bir süre izledikten sonra bakışlarını bana çevirdi.

"Oldu. Ama Selin, beni isteyenlerin çoğu, ya üniformamı istedi ya da yüzümü." o cümle beni çok üzmüştü. Çünkü ne demek istediğini çok iyi anlamıştım.

"Gerçekten seni tanımaya çalışan olmadı mı?" dedim, sesim yumuşaktı. Başını iki yana salladı.

"Olmadı. Varsa da ben göremedim. İnsan bir noktadan sonra, kendini korumak için duvarlar örüyor. Beni bu konuda en iyi sen anlarsın. Sadece mesleğim için, sadece dış görünüşüm için yanımda olmak isteyen insanlardan sıkıldım. Ben içimi görebilecek birini istedim. Güçlü, sağlam ama kırılgan yerlerini saklamaya çalışmayan birini. Kendini sevdirmek için değil, olduğu gibi duran birini." gözlerini ateşe çevirdi. Alevler göz bebeklerinde kıvılcım gibi yanıp sönerken, sesi tekrar duyuldu:

"O gün sen çıktın karşıma. O ilk bakışta hissettiğim şey var ya... Hani anlatmak zor. Ama ben o gün dedim ki kendi kendime, 'Kader sonunda bana gerçekten birini gönderdi.'" gözlerim doldu ama belli etmemeye çalıştım. Oysa içim darmadağındı. Çünkü bir gün birinin beni böyle görmesini o kadar çok istemiştim ki ve şu an bu gerçekleşiyordu.

"O kadar güzel anlatıyorsun ki, kendimi rüyanın içindeymiş gibi hissediyorum.''

"Değilsin," dedi yumuşak bir sesle. Elini uzatıp elimin üzerine koydu. "Burası gerçek. Sen, ben ne kadar gerçeksem o kadar gerçeksin." elimi onun avucunun içine bıraktım.

"Peki ya sen, Yiğit? Sen gerçekten ben olduğum için mi buradasın? Yani ben, geçmişiyle her şeyiyle burada duran bir kadınım. Senden gizlim saklım yok.'' dediğimde vereceği cevaptan korkmuştum.

"Ve ben geçmişinle gelen kadına hayranım. O güçlü duruşunun ardındaki kırılganlığı, bana gösterdiğin güveni, sel gibi gelen öfkeni, sonra o öfkenin ardından gelen sessizliğini, hepsini seviyorum. Seni sadece bir asker olarak değil, bir kadın olarak seviyorum, Selin.'' dediğinde yutkundum.

Kadehlerimizi tokuşturduktan sonra bir süre sessizlik olmuştu. Yiğit yanımdaki kamp sandalyesinde usulca arkasına yaslandığında gözlerini bana çevirdi. Ben de biraz eğilip ona daha yakın oturdum.

"Elmacık kemiklerin kızarmış. Alevlerden mi yoksa utandığın için mi?" dediğinde kahkaha atmıştı. Gözlerimi devirdim ama bir yandan da gülümsedim.

"İltifat mı ediyorsun, yoksa beni analiz mi ediyorsun komutanım?" dedim.

"İkisini birden yapıyorum sanırım. Ama dürüst olayım mı?" dedi gülerek.

"Ol bakalım." dediğimde cevabını merak ediyordum.

"Şu an karşımda oturan kadın, hayatımda gördüğüm en güzel kadına dönüşmüş olabilir." bakışlarımı kaçırdığımda yüzümdeki büyüyen tebessüme engel olamamıştım.

"Sen sanırım biraz fazla şarap içtin," dedim hafifçe gülerek.

"Beni bu hale getiren şarap değil Selin. Ben sarhoşsam, senden dolayı sarhoşum."

"Seni ilk gördüğümde çok soğuk sanmıştım. Hani böyle, kibirli, kimseyi takmayan, aşka inanmayan adamlara benziyordun." dedi dürüstçe.

"Öyle mi düşündürdüm sana?" dedi kaşlarını kaldırarak.

"Evet. Ama sonra..." gözlerimi gözlerine kilitledim. "Sonra bir kere bir gülümsedin. İşte o an her şey değişti." gülümsedi. Elini şalın altından çıkarıp elimi tuttu.

"Bense seni ilk gördüğüm an dedim ki, bu kız bana bela olacak."

"Bela mı?" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Cidden mi?"

"Evet," dedi gülerek. "Kalbimin ayarını bozan, uykularımı kaçıran, her an aklımı karıştıran tatlı bir bela." dediğinde gülümsememe engel olamamıştım.

"İyi ki bela olmuşum o zaman." dedim.

"İyi ki." diye tekrarladı usulca. "Sen sadece güzel değilsin Selin. Güçlüsün, zekisin. İnatçısın ki bu da seni daha da çekici yapıyor. Ama en çok yaralı halinle bile ışık saçmanı seviyorum." elimdeki kadehi bırakıp ona biraz daha yaklaştım.

"Sen de gördüğüm en dürüst adamlardansın. Bana dokunduğunda, içimi titretiyorsun. Ama en çok da beni, bana rağmen sevmeni seviyorum." bir süre daha göz göze kaldık. Ateşin ışığı gözlerine yansımıştı. O an, sanki dünya durmuştu.

"Bu saçlarını ne yapacağız peki?" dedi birden, parmaklarını saç uçlarıma dolayarak. "Dağınık da güzelsin ama bir o kadar da baştan çıkarıcısın." dediğinde konudan konuya geçmesine hayret ettim ve kahkaha attım.

"Senin kafanın karışması benim suçum mu yani?" dediğimde gülümsedi.

"Evet. Tamamen senin suçun. Baksana bana." diye fısıldadı, sonra yüzünü yaklaştırdı. "Bu kadar mı güzel bakılır bir adama?"

"Bu kadar bakılırmış demek ki," dedim gözlerimin içiyle gülümseyerek. Kadehlerimizi yeniden kaldırdık.

"Aşkımıza," dedi Yiğit.

"Ve o belalı başlangıca," diye ekledim ben de.

O gece ateşin yanında, ısınan sadece vücudumuz değildi. Kalplerimizdi, hissettiklerimizdi vücudumuzu ısındıran. Hayatta her şey bitti dediği yerde, Yiğit'le yeniden başlamıştı.

 

Bölümle ilgili düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz.

İnstagram/X/Tiktok:monsoleil777

 

                                                            

 

Bölüm : 22.05.2025 18:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...