44. Bölüm

ŞİMAL & AYBARS

monsoleil016
monsoleil016

Selam! WhatsApp kanalımızda çiftler için özel bölüm yazacağımın sözünü vermiştim size. Verdiğim sözü tuttum, buradayım. 🙃

Hala WhatsApp kanalıma katılmadıysanız, Instagram'da öne çıkanlarda link mevcut.

Hepinize iyi okumalar! 🤍

(BU ÖZEL BÖLÜM HİKAYENİN GİDİŞATINDAN BAĞIMSIZ YAZILMIŞTIR.)

 

                                                                                                                        

 

Hayatım boyunca hep iki kelime arasında kalmıştım. "Yapamazsın" ve "Yapacağım."
Babam, bir milletvekili olarak gözünü hep en yükseğe dikmiş bir adamdı. Onun için hayatta önemli olan tek şey; prestijdi, güçtü, itibar gösterisiydi. Ben onun tek çocuğuydum, tek kızıydım. O yüzden benden hep bir rol model yaratmak istemişti. Manken olmalıydım, sonra bir bakanın oğluyla evlenmeliydim belki, sonra da toplumun önünde başarılı bir kadın imajı yaratmalıydım. Ama ben onun hayalindeki kadın olamadım. Çünkü ben hiçbir zaman onun hayalleriyle değil, kendi içimde yankılanan o sesi dinleyerek yaşamıştım.

Asker olacağım dediğim gün, odamda duvarlara bakarak saatlerce oturmuştum. Çünkü o an her şeyin değiştiğini biliyordum. Annem tek kelime etmeden başını eğdiğinde babam ise bana sadece bir cümle kurmuştu.

"Eğer bunu yaparsan, bu evde bir daha adın anılmayacak." sustum. Ama içimdeki o çocuk ilk defa babasının kararına karşı gelmişti. Okulu kazandığım gün, evde kutlama olmadı. Babam aramadı. Annem ise sadece bir mesaj atmıştı ve şöyle yazıyordu.

"Umarım pişman olmazsın."

Anne, ben hiçbir gün pişman olmadım. Ne sabahın köründe eğitim alanında dizlerim kanarken, ne soğukta, sıcakta, açken, uykusuzken hiçbir gün keşke dememiştim. Çünkü ben ait olduğum yerdeydim. O üniformayı ilk giydiğimde, ilk defa kendimle gurur duymuştum. Ve ilk defa babamın soyadı olmadan da değerli olduğumu hissediyordum.

Ama hiç kolay olmamıştı. Maddi destek yoktu, manevi destek zaten hiç olmamıştı. Okul harçlığımı çıkarmak için geceleri nöbetten sonra çamaşır yıkadım, kimi zaman arkadaşlarımın ödevlerini yazdım. Her ayın sonunda kalem kalem hesap yapardım. Ama içimdeki inanç hiçbir zaman azalmamıştı. Çünkü ben bu yolu, başkalarına bir şey kanıtlamak için değil, içimdeki sesi susturmamak için seçmiştim. Yalnız kalmıştım, evet. Yalnızlık sandığımın aksine beni zayıflatmamıştı demir gibi dayanıklı yapmıştı.

Hiçbir şeyim yokken bile, içimde hep bir şey vardı: Onurum. Şimdi bugün bu noktaya geldiğimde, hâlâ babam tarafından aranmıyordum. Hâlâ onun için ben başarısız bir kadındım. Ama ben artık onun ne düşündüğüne takılmıyordum. Çünkü kendim için yaşıyordum. Kendi ayaklarımın üzerinde duruyordum. En önemlisi, kendime ihanet etmemek için buradaydım. Bu dünyada kendine sadık kalan insan sayısı çok azdı, ben de onlardan biriydim.

Aybars'ı ilk gördüğüm günü hatırlıyordum. Kalabalığın içinde yürürken sanki kimse birbirini görmüyordu ama o beni görmüştü. Gözlerini kaçırmadan, öylece bana bakmıştı. O an içimde bir şeyler kıpırdadı. Ama çok üstünde durmak istememiştim çünkü güzelliğim insanların ilgisini çekmeye alışmıştı. Bir bakışın, bir ilginin arkasında gerçekten beni gören biri var mı, yok mu? Bunu ayırt etmeyi çok erken yaşta öğrenmiştim. Aybars da onlar biridir diye düşünmüştüm. İlgisi ilk günkü gibi gözlerindeydi. O yüzden görmezden gelmiş, soğuk davranmıştım. Hatta çoğu zaman duvar örmekten çekinmemiştim.. Aybars, o duvarlara çarpmaktan hiç vazgeçmedi. Zamanla fark etmiştim ki bu adam, sadece güzelliğime değil, öfkeme de, yaralarıma da, suskunluklarıma da ilgi duyuyordu. Beni korumaya çalışıyordu. Bir görevde önüme atladığı, bir diğerinde nefesim kesilmişken buradayım der gibi bana sarılışı hepsi aklımdaydı.

Ama sonra bir dönem kendini çekti benden, uzaklaştı. Sanki ben yokmuşum gibi davranıyordu.
İşte o an fark etmiştim ki onun ilgisinin yokluğu bile, başkasının varlığından daha çok sızlatıyordu içimi. Kırıldım mı? Evet, kırılmıştım. Kendime "Bak gördün mü, yine sadece bir ilgiydi, geçti gitti" demeden duramamıştım.

Şimdi ise bambaşka bir noktadaydık, her şey yolundaydı. Şu an onun memleketine, Manisa'ya gitmek için yoldaydık. Ailesiyle tanışacaktım. Aybars'la yan yana, sessizce arabada ilerliyorduk. Manisa'nın dar yolları, sağlı sollu uzayan zeytinliklerin arasında kıvrılarak çok güzel yollardan geçiyorduk. Yıllardır ayakta kalmış taş evler, çatılarından sarkan begonviller, pencere kenarındaki danteller şehre farklı bir hava katıyordu. Her şey biraz nostaljik, biraz içe dokunur şekildeydi. Aybars direksiyonu sakin ama yüzünden belli olan bir heyecanla tutuyordu. Elimi kol dayamasına koymuş, baş parmağımı istemsizce oynatıyordum. Birden sesiyle irkildim:

"Heyecanlı mısın?" dediğinde kafamı hafifçe çevirdim. Gözlerini yoldan ayırmadan sormuştu ama gülümsediğini görebiliyordum. Ben de gülümsemesine karşılık vererek:

"Tabii ki heyecanlıyım. Yani, ailenle tanışacağım sonuçta. Hem güzel görünüyor muyum sence? Bununla ilgili hiçbir şey demedin Aybars!" dediğimde kocaman bir kahkaha atmıştı. İçimdeki bütün gerginlik dağılmıştı.

"Şimal." dedi, gözlerini bir anlığına bana kaydırıp tekrar yola çevirdi. "Şu an Manisa'nın güneşi bile senden daha az parlıyor, haberin olsun. Çok güzelsin." kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Elimi saçlarıma götürüp kıvırdığımda gözlerimi hızla ön cama diktim.

"Abartma." dedim, mırıldanır gibi. Bir virajı daha döndükten sonra, Aybars aniden yavaşladı.

"İşte geldik," dedi. Gözlerimi kapatıp bir derin nefes aldım ve sonra dışarıya baktım.

İki katlı, taş duvarlı bir evdi. Bembeyaz badanalı dış cephesi, mavi panjurlarla süslenmişti. Pencerelerde tül perdeler vardı ve rüzgarda dalgalanıyorlardı. Bahçesini mor mor açmış yaseminler, begonviller sarıyordu.. Kapının önünde yer minderleri, küçük bir çay masası vardı ve Aybars'ın ailesi oradaydı. İçimden geçen her şeyi bastırmaya çalışarak arabadan inmiştim. Önümüzde duran insanlar tanıdık hissettiriyordu ama bir o kadar da yabancıydı. Aybars yanıma yürüyüp elimi tuttu.

"Gidelim," dedi usulca. İlk göz göze geldiğim kişi, dedesi oldu. Seksenlerini devirmiş gibi duran, elinde bastonuyla yürüyen bir adamdı. Bakışları ise biraz sertti ama ne kadar sevecen olduğunda Aybars zamanında bahsetmişti. Yanındaki kadın ise babaannesi olmalıydı. Başı beyaz yazmalı, üstünde açık renk bir yelek, elinde örgüsüyle bizi bekliyordu. Gülümsemesi, insanın içini ısıtan cinstendi. Annesi ise ince yapılı, zarif bir kadındı. Gözlerinin altı hafif mordu ama çok güzel bir kadındı. Babası ise dedesi gibi ciddi duruyordu. Ve yanlarındaki genç kız, kız kardeşi Elif'ti. Aybars ondan çok bahsetmişti. Kıvırcık saçları omuzlarında dans eden, kahverengi gözlü, gülüşü Aybars'la aynı olan bir genç kızdı.

"Dede, babaanne, anne, baba, Elif.'' dedi Aybars, elimi sıkıca tutarak, "bu Şimal." bir an herkes susmuştu. Aybars'ın babaannesi öne doğru bir adım attığında:

"Hoş gelmişsin kızım. Ne güzelsin maşallah, güneş gibi.'' dedi ve elimi tuttu. Şaşkın ve utangaç bir şekilde eğildim ve elini öptüm. O ise kocaman sarılmıştı bana. Tam bir babaanne gibi kokuyordu. Ayrıldığımızda ardından annesi konuşmaya başladı:

"Uzun zamandır oğlumun yüzü böyle gülmüyordu. Sen geldin, gönlü aydınlandı. Hoş geldin, kızım." dedi. O an gözlerim doldu ama belli etmedim.

"Hoş buldum efendim. Ben de çok mutluyum tanıştığımıza." dedim usulca. Aybars'ın babası ise başını hafifçe eğdi.

"Sadece güzel değil, terbiyeli bir kıza da benziyorsun. Maşallah sana. Hoş geldin, kızım," dedi. Son olarak kız kardeşi geldi ve sımsıcak bir ses tonuyla:

"Ben Elif. Ve abimin seni getireceğini duyunca heyecandan bütün evin başını ağrıttım. Lütfen sana anormal davranırsam şaşırma," deyip kahkaha attı. Çok tatlı ve komik bir kızdı. Yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi.

''Memnun oldum Elif.'' dediğimde Aybars bana dönüp fısıldadı:

"Dedim sana, çok sevecekler seni." ilk defa bir evin önünde, kalbim elimde gibi hissetmiyordum. İlk defa biri beni getirdiği yerde yalnız bırakmıyordu. Ve ilk defa "Bu evde bana da yer var," demiştim içimden. Evden içeri ilk adımımı attığım an, buram buram sabun ve taze pişmiş hamur kokusu burnuma geldi. Bir evin kokusu olurdu ya, insanı içine alan, geçmişten bir anıyı çağıran, işte öyle kokuyordu burası. Aybars elimi tuttuğunda usulca sıktı.

"Rahatla," dedi. Rahatlayabilir miydim bilmiyordum ama şu an çok mutlu hissediyordum. Yemek masası salondan çok, genişçe bir mutfağın tam ortasındaydı. Tahta sandalyeler, masa örtüsünün kenarından sarkan dantel süsler, ortadaki ince belli çay bardakları eve sımsıcak bir hava katmıştı.

"Geçin kızım, geçin şöyle, ayakta kalmayın. Gelin börek daha sıcakken yiyin hele." dedi babaannesi.

"Sağ olun, zahmet etmişsiniz." dediğimde:

"Oooh! Ne zahmeti kızım, evin erkeği kızı getiriyo, bize de ona layık olmak düşer," dedi dedesi, çatık kaşlarının ardında sıcacık bir gülümseme vardı. Herkes yerine yerleşmişti. Aybars yanımda, dedesi ve babaannesi tam karşıdaydı. Annesi ile babası masanın başındayken Elif de yanımıza ilişmişti. Yemekler masaya dizilirken babaannesi gözlerini kısmış, beni süzüyordu.

"Ben sana bi şey diyim mi Şimal kızım. Sen bizim Aybars'a fazla bile güzel kalmışsın valla." deyiverdi. O kadar utanmıştım ki, elimdeki çatalı bırakıp güldüm.

"Estağfurullah, öyle şey olur mu?" dediğimde

"Ay bak hemen da utanıyo! Hemen kanım ısındı buna benim ha," dedi dedesi. "Yüzünde hem güzellik var hem de asil. Maşallah az bulunur böylesi, az." dediğinde sanki utancımdan yerin dibine girecekmiş gibi hissetmiştim. Aybars ise bu durumdan keyif alırmışçasına beni izliyordu.

"Sen nerelisin Şimal kızım?" diye sordu annesi, dolmadan tabağıma bir tane daha koyarken. Bir yandan tabağımı doldurmayı ihmal etmiyordu.

"Eskişehirliyim. Ama epey zamandır doğudan, batıdan görev görev gezdiğim için memleketime gitmiyorum." dedim samimiyetle. O an babası gözlerini bana çevirdi.

"Sen de asker misin?" başımı hafifçe salladım. Aybars'ın bunu söylememesine şaşırmıştım.

"Evet. Astsubayım ben de." babası da şaşırmıştı. Ama hemen sonra gözlerindeki o gururlu ifadeyi görmek başardığımı tekrardan bana hissettirmişti.

"Vatan için omuz omuza çarpışan insanlardan olmak, hele ki kız evlatken kolay değildir. Aferin sana. Bizim evin kızı gibi bil burayı. Bundan sonra sen de bizim bir parçamızsın." kalbim öyle sıkıştı ki gözlerim doldu ama hemen kendime engel oldum. İlk defa, babamdan duymadığım gururlu sözleri başkasının babasından duymak o an çok ağır gelmişti.

"Annenle baban ne dediler bu işe? Kız başına orduya girmek kolay iş mi?'' diye sordu babaannesi. Bir an duraksadım ve ne diyeceğimi bilemedim. Cümle boğazıma düğüm olmuştu ama saklamanın da manası yoktu. Tam Aybars bir şey diyecekti ama elini sıkarak onu durdurdum.

"Hiç istemediler. Okula gittiğimden beri görüşmüyoruz hiç." dedesi bastonunu hafifçe yere vurdu.

"Yahu olur mu öyle şey? Kız okumaya gitmiş, millete hizmet edecek, aile arkasında durmaz mı?"

"Durmadılar işte," dedim gülümseyerek ama gülümsemem buruktu ve onlar da bunun farkındaydı. Elif ortamdaki hüznü dağıtmak istercesine konuyu dağıttı.

"Abim sen hayatına girdiğinden beri bir başka Şimal abla. Sürekli eşyalarını düzeltiyor, aynaya falan bakıyor. Çok dağınıktır normalde, şaştım kaldım valla.'' dediğinde hep beraber gülmüştük. Bakışlarım Aybars'ı bulduğunda başını iki yana salladı.

"Sat hemen abini sat, aferin,'' dediğinde Elif omuz silkerek gülümsedi.

"Eee düğün hazırlıkları ne zaman siz onu diyiverin bakalım" dedi babaannesi.

"Babaanne!" diye biraz sesini yükseltti Aybars ama bir yandan gülüyordu. Ben ise başımı öne eğmiş, gülümsemiştim.

O akşam, Aybars'ın ailesiyle birlikte yediğimiz o sofranın ardından terasa çıktığımızda, içime bir hüzün çökmüştü. Aybars yanıma oturduğunda dirseklerimiz birbirine değdi. Bir süre sessiz kaldıktan sonra gözlerini bana çevirdi.

"Nasıl buldun bizimkileri?" diye sordu. Derin bir nefes aldığımda diyeceğim kelimeleri seçmeye çalışmıştım.

"Sıcacık. Samimiler ve öyle doğallar ki. Bayıldım." bakışlarımı yere indirdim.

"Yıllardır bir sürü sofraya oturdum ama hiç bu kadar doymadım biliyor musun? Karnımdan çok kalbim doymuş gibi hissediyorum." gözlerimin dolduğunu hissedince başımı çevirdim ama Aybars hemen fark etti. Yüzüme döndüğünde avuçlarını usulca yanaklarıma yerleştirdi. Avuçları öyle sıcaktı ki içimi de sıcacık etti:

"Şimal, senin ailen artık biziz. Benim. Annem, babam, babaannem, dedem, kardeşim. Onlar seni ailesine çoktan kabul etti. Ama en çok da ben, seninle tamamlandım." bunu söylerken yüzüme, tam gözlerimin içine bakıyordu. Alnıma usulca bir öpücük kondurdu. Gözümden bir damla yaş süzüldüğünü fark ettiğinde parmak uçlarıyla usulca silmişti.

"Ağlama. Çünkü artık hiçbir eksikliğin olmayacak. Ne yalnız kalacaksın ne görmezden gelineceksin. Her ne olursa olsun, yanında ben olacağım. Sonuna kadar, her şartta. Çünkü sen benim evimsin." boğazım düğüm düğüm oldu.

''Ben senin yanında ne olduğumu unutuyorum Aybars. Ne yaşadığımı, ne kaybettiğimi, içimdeki kırıklıkları hepsini unutuyorum. Bu gece yıllar sonra ilk kez bir yere değil, bir kalbe ait olduğumu hissettim." omzuna yaslandığımda gözlerim kapalıydı. Rüzgar saçlarımı uçuruyordu.

"Sana bir şey diyeyim mi?" dedim usulca. "Senin annenin, babanın bana baktığı gibi kendi annem babam bile bana bakmadı. Senin babaannenin bana sarıldığı gibi hiç kimse sarılmadı. O sofrada değerli biri gibiydim. Bir yabancı gibi değil. Bu beni en çok duygulandıran şeydi.'' Aybars başını yana çevirip bana baktı.

"Çünkü artık kimse seni eksik sevmeyecek. Ben de, ailem de, seni olduğun gibi, tüm gücünle, tüm kırgınlıklarınla, her şeyinle tamamıyla seviyoruz." Yanağımı okşadıktan sonra ellerimi tuttu.

Ben o an anladım: ev dediğimiz şey sadece duvarlardan ibaret değilmiş. Bazen bir çift göz, bazen bir avuç içi, bazen bir öpücükmüş.

Aybars, benim evim olmuştu.

Sabah, perde aralığından süzülen gün ışığıyla uyanmıştım. Odanın içine yayılan sabah serinliğiyle birlikte içimde tuhaf bir huzur vardı. Sessizce kalkıp üzerime bir hırka aldım. Aybars uyuyordu. Gülümseyerek yüzüne baktıktan sonra usulca odadan çıkmıştım. Kuş sesleri, mutfaktan gelen tencere tıkırtıları, bahçeye uzanan zeytin ağaçlarının yaprak hışırtıları, hepsinin sesi huzur veriyordu. Gelen seslere doğru ilerlediğimde Aybars'ın annesi Nazife teyze, mutfakta kahvaltıyı hazırlıyordu. Beni görünce hemen gülümsedi.

"Uyanmış kuzum benim. Gel kızım, yardım et bana. Sofrayı bahçeye kuracağız." gülümseyerek:

"Tabii teyzeciğim, hemen" dedim ve yanına geçtim. Birlikte domatesleri doğradık, kekikleri yıkadık, beyaz peyniri bile süslemiştik. O an öyle doğaldı ki çok güzel vakit geçirmiştik. Nazife teyze bir süre sustuktan sonra usulca konuştu:

"Biliyor musun Şimal? İlk kez Aybars'ın gözleri bu kadar parlıyor. Sen geldikten sonra oğlumun gülüşü bile değişti. Bir anne bunu hemen anlar. İçime doğmuştu zaten ama seni tanıdıkça daha da emin oldum. Siz birbirinizin kaderisiniz." sesindeki yumuşaklık, bakışındaki içtenlikle gözlerim doldu.

"Ben sadece yanında olmaya çalışıyorum. Onun beni böylesine sahiplenmesi, bana yaşadığımı hissettirdi Nazife teyze. Ama siz de beni o kadar sıcak karşıladınız ki ben yıllardır böyle hissetmemiştim." Nazife teyze elimi tuttu. Avuç içi yumuşacıktı.

"Sen benim de kızımsın artık. Ne eksik hisset ne de yarım. Biz buradayız, her zaman." tam o sırada mutfağın kapısı açıldı. Aybars gülümseyerek içeri girdiğinde bir ıslık çaldı.

"Benim güzellerim burda mıymış?" dedi ve kollarını iki yana açarak bize doğru yürüdü.
Nazife teyze de ben de aynı anda gülmüştük. O sırada ikimizi birden kucakladı.

"Sabah böyle başlıyorsa, gün kesin çok güzel geçecek." dediğinde içim sıcacık olmuştu.

Ben artık sadece bir asker değil, bir kadın, bir sevgili, bir evlat gibiydim. İlk kez üç kimliğimi de aynı anda taşıyordum. Bahçeye doğru geçerken gökyüzüne baktım. O sabah her şey olması gerektiği gibiydi.

İlk kez hiçbir şeyden kaçmak istemediğim, mutlu olduğum bir dönemdeydim.

 

Bölümle ilgili düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz.

Instagram/X/Tiktok:monsoleil777

 

Bölüm : 22.05.2025 18:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...