
♠️♠️♠️
Her zaman bir topluluk karşısında nasıl davranmam, nasıl konuşmam gerektiğini çok iyi bilirdim. Gerektiğinde sert ve kurnaz cevaplar vermem gibi. Karşımdaki insana saygısızlık etmemeye özen gösterirken aynı zamanda en can alıcı kelimelerimi ona saplamaktan geri durmazdım.
Çünkü karşımdakinin beni hafife almasını sevmezdim. Benim nasıl biri olduğumu görmesini ona göre davranmasını isterdim aksi takdirde diğer türlüsü pek keyif vermiyordu. Açık ve net olmayı severdim. Belki biraz kurnaz ve çatal dilli olabilirdim? Her ne olursa olsun.
Eğer demek istediğim herhangi bir söz varsa onu farklı yollarla söylemeyi bilirdim. Aynı şu an ki gibi... Kırmızı pelerin giymiş adamın sorusuna iyi bir cevap vermiştim hem de iyi bir soruyla.
Bütün gözler benim üstümdeyken ben açık yeşil gözlere bakıyordum. Adam dudaklarını birbirine bastırıp kafasını aşağı yukarı ağırca salladı ama bir şey demedi. Bunu garipserken onun yerine benden hoşlanmayan beyaz pelerinli adam konuştu.
"Cesur'un getirdiği kişide bu kadar olur. Ben böyle küstahlık görmedim!"
Sertçe bağırması ile öfke dolu siyah irisleri beni buldu. "Neyine güveniyorsun sen? Cesur'un konumuna falan mı? Aksi takdirde bizimle böyle konuşmaya cesaret edemezdin." Kaşlarım çatıldı. Gözlerim irice açıldı. Cesur'un konumu derken?
"Kendime güveniyorum. Ayrıca Cesur'un konumuna nasıl bir şekilde güvendiğimi düşünüyorsunuz?" Öfkeli gözleri kısıldı. Cevap vermeme katlanamıyor gibiydi. "Bak hâlâ konuşuyorsun."
Yüzüm garip bir ifadeyle buruştu. Sorumu görmezden gelmesini önemsemedim. "Çünkü soru sormuştunuz," dedim masum olduğunu düşündüğüm bir ifadeyle. Yüzü sinirle kızardı. "Küstah velet," dedi.
Ben adama cevap veremeden birden gri gözlü, beden okuyan adam seslice gülünce dikkatim ona kaydı. Anlaşılan akıl okuyan adama gülmüştü. "Sakin ol, Faris. Bu kadar sinir kalbine zararlı. Ayrıca küçük hanımın üstüne bu kadar gitme." Demek akıl okuyan adamın adı Faris'ti.
İsminin anlamına göre hiçte anlayışlı biri değildi. "Nedense senin kızı korumana şaşırmadım, Korel." Korel yani gri gözlü, beden okuyan erkeksi bir sesle kıkırdadı. "Öyle mi? Acaba böyle düşünmenin nedenini öğrenebilir miyim?"
Faris yüzünü memnuniyetsizce buruşturdu. "Çünkü kızda senin gibi küstahta ondan."
"İltifat ediyorsun, Faris." Korel'in hiçte bozulmadan Faris'e alayla cevap vermesi içten içe hoşuma gitmişti. Göz göze gelince gülümseyerek baktı.
"Cesur'un buradaki konumunu bilmiyorsun değil mi? Ondan az önce şaşkın bir tavşan gibiydin." Konuyu farklı bir yöne çektiği için ona minnet duydum eğer o konuyu değiştirmeseydi akıl okuyan adam beni daha da topa tutardı. Çünkü sinirden kızarmış yüzü bana söyleyecek sözleri pardon küçümseyici lafları varmış gibi duruyordu.
Bütün bunları boş verip Korel'in sorusuna yöneldim. "Cesur'un sadece ruh okuyan bir oyunbaz olduğunu biliyorum. Konumuyla ilgili farklı bir şey varsa da bana söylemedi." Selene oturduğu koltukta öne kaydı. "Ah, benim küçük tatlı yılanım senin hiçbir şeyden haberin yok."
Pardon? Benim yılanım? Ben nereden onun oluyordum, hem de bir yılan olarak? Bu kadın kafayı mı yemişti? "Selene ne dediğine dikkat et lütfen. Hera ile böyle konuşmanın doğru olduğunu düşünmüyorum," Beden okuyan kadın beni savunmuştu. Selene elini geçiştirir gibi salladı.
"Sen karışma Lamia. Zaten kendisi de bir şey demedi, o bunu senin kadar sorun etmiyor değil mi tatlı yılanım?" Vay canına! Ne kadar değişik bir kadındı. "Aslında ediyorum. Sizin ne kadar kötü anlamda demediğinizi anlıyor olsam da sizinle henüz bu şekilde konuşabileceğimiz kadar yakınlaştığımızı düşünmüyorum."
Kibar olmaya özen göstermiştim ama ters bir cevapta aynı şekilde karşılık veriyor olurdum. "Hera'yı duydun Selene, ona göre davranırsan sevinirim," dedi Lamia sarıya yakın gözlerini Selene'e dikmişken.
Selene yeşil gözlerini devirip arkasına yaslandı. "Öyle olsun," dedi. Derin bir nefes alıp omuzlarımı düşürdüm. Herkes kendi kafasına göre konudan konuya atlayınca onları takip etmek ve cevap vermek yorucu oluyordu. Korel oturduğu yerde boğazını temizledi.
"Saçma konuşmanız bittiyse Hera'ya Cesur'un konumunu açıklamak istiyorum. Küçük hanım meraktan çatlamış olmalı." Sonunda mantıklı konuşan biri! Gri gözleri arka tarafımda kalan Cesur'a kaymış sonra bana çevrilmişti.
"Baş konsey üyemiz Kutay, Cesur'un amcası olur. Bundan dolayı da Cesur'un konumu özel." Baş konsey üyesi olduğu en baştan beri belli olan kırmızı pelerinli adı Kutay olan adama baktım. Şimdi açık yeşilleri neden bana Cesur'u hatırlattığını anlayabiliyordum.
Cesur'un bana bunu neden önceden söylemediğini sorgulasam da fazla üstünde durmadım. Yüzüme yayılan şaşkınlığı hemen silip hafifçe tebessüm ettim. "Bunu bilmiyordum," dedim. Ardından başından beri benden hoşlanmayan Faris'e baktım. "Siz bu yüzden mi benim üstüme geldiniz?"
İlgisizce yüzüme baktı. "Evet. Bu kadar özgüvenin sana ait olmadığını düşünmüştüm. Ama yüz ifadenden anladığım kadarıyla yanılmışım." Biraz yumuşar gibi olması beni gülümsetti. Oda bunu fark edince kaşları çatıldı. "Yine de bu küstah olduğunu değiştirmiyor." Pekâlâ, kendinden hiçbir şey kaybetmiyordu!
Baş köşede oturan Kutay boğazını temizledi. "Bu kadar çene çaldığınız yeter. Neden burada toplandığımızı unuttunuz galiba? Her neyse, asıl meselemize gelelim." Açık yeşillerini bende sabit tuttu. "Şimdi sana son kez soruyorum; bize katılmayı gerçekten istiyor musun?"
Konuların hızla değişmesini gerçekten hayretle izliyordum. Neyse ki asıl konumuzla ilgili bir soru sorulmuştu. "Evet, istiyorum," dedim emin bir tonlamayla. Mor pelerinli kadın, "Nedenini bize söyler misin?" dedi.
Yanındaki mor pelerinli adam ise hafif bir tebessümle baktı. Ve oda, "Lütfen dürüst ol," dedi. Ne yaptıklarını anlamıştım. Kutay soracağı soruyu sormuş diğer soruları ise geri kalan konsey üyelerine bırakmıştı. Çünkü arkasına yaslanmış, rahat bir şekilde oturuşundan bunu çıkarmıştım.
Ciğerlerime derin bir nefes çekip yukarı bakmaktan ağrıyan boynumu görmezden gelip soruyu yanıtladım.
"Sizlere dürüst olacağım. Bunca yıldır ne olduğunu bile bilmediğim bir yetenekle hayatımı geçirdim. En başlarda delirdiğimi bile düşündüm. Ve bu yetenek öyle anlar oldu ki benim en büyük düşmanım oldu. Kontrolümü kaybettiğim anlarda etrafıma zararlar verdim.
Hiçbir şeyden haberim dahi olmaksızın zamanla kontrol altına almaya başardım. Hep bir şeylerin eksikliğini hissetmiştim ama bir şekilde öyle yaşamaya alışmıştım. Sonra..." Duraksayıp omzumdan geriye Cesur'a bakıp gülümsedim.
"Sonra Cesur karşıma çıktı. Bana kendi hakkımda benim bile bilmediğim gerçekleri anlattı. Ve ben o an anladım ki kayıp parçamı sonunda bulmuştum. En başta olmam gereken kişiyi sonunda bulmuştum. İşte bu yüzden katılmak istiyorum; en başında beri ait olduğum yer burası diye."
Saf duygularımı tamamen ortaya dökmüştüm ama saf olmayanları kendi içimde tutmuştum. Onları sormadıkları sürece de söylemeyi düşünmüyordum. Beyaz pelerinli, akıl okuyan kadın, "Buraya ait olduğunu nereden biliyorsun? Ailenin kim olduğu belli değil, belki de sen bir Skiá oyunbazısındır?" dedi.
Dediklerinde art niyet yoktu yalnızca merak edercesine sormuştu. Mavi irislerim dalgınlaştı, düşünceli bir hale büründü. "Bilmiyorum, yalnızca hissediyorum. Ama belki ailem dediğiniz gibi Skiá oyunbazlarındandır. Fakat bir kesinliği yok ve bende gerçeği bilmiyorum."
Gözlerimi akıl okuyan kadına diktim. "Ayrıca bunun içinde bulunduğum duruma göre bir önemi olduğunu sanmıyorum. Neticede ben ne Pansélinos oyunbazı gibi yetiştirildim ne de Skiá oyunbazı gibi. Böyle bir durumda kendi iradem ile ait olduğum yerin burası, Pansélinos oyunbazları olduğunu düşünüyorsam bu iyi bir şey olmalı."
Cümleleri zar zor toplayabilmiştim. Çünkü zihnim bulanmış, gözlerim dumanlanmıştı. Yine de iyi iş çıkardığımı düşünüyordum. Öyle olmalı ki akıl okuyan kadın memnunca gülümsedi. Ama onun aksine diğerleri bulduğu ilk fırsatta beni alaşağı etmeye meraklı olmalıydı. Mavi pelerinli, gelecek okuyan kadın bunu tasdikler gibi konuştu.
"Dediklerinde haklı olabilirsin ama küçük kız bir şeyi atlıyorsun." Kaşlarım sorgulayıcı şekilde çatıldı. Ne diyeceğini merakla bekledim. "Sen buradasın çünkü seni buraya Cesur getirdi. Eğer Cesur bizden biri olmasaydı, Skiá oyunbazı olsaydı sen şu an onlarla bu konuşmayı yapıyor olurdun."
Dedikleri karşısında hayretle iç çektim. Ardından kararlı bir yüzle gelecek okuyan kadına baktım. "Cesur Skiá oyunbazlarından olsaydı bile onlara yine de katılmazdım. Benim insanlara zarar veren bir toplulukta işim yok." Sesim elimde olmadan sert çıkmıştı.
"Ama arkadaşın hâlâ o toplulukta? Bu halde onunla olan arkadaşlığından vazgeçmen gerekirdi. Neticede insanlara zarar veren bir topluluk içinde." Konuşan Korel'e baktım. Ve hafifçe gülümsedim.
"Buna kesin bir cevap veremem ama şunu söyleyebilirim ki ben sevdiklerimden kolay kolay vazgeçmem. Neyse ki çok şanslıyım da sevdiğim adam gerçekten Skiá oyunbazı değil yoksa ne yapardım bilemiyorum."
Bir an yüzünün gerildiğini görür gibi olsam da o kadar hızlı bir şekilde kendini toparladı ki bunun kendi uydurmam olduğunu düşündüm. "Ama senin hâlâ Skiá oyunbazı olma olasılığın var. Acaba bu durumda Cesur ne yapardı, merak ettim." Korel gri gözlerini arka tarafıma çevirip sırıttı.
"Söyle bakalım Cesur. Hera Skiá oyunbazı çıkarsa ondan vazgeçer misin?" Olay hangi ara Cesur ile olan ilişkime gelmişti? Korel'in ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım. Cesur'un durduğu yerden hareketlendiğini hissettim sonra sesini duydum. Ama arkamı dönüp ona bakmadım.
"Geçmem. Hera benim için hep o tanıdığım gece mavisi gözlü, güzel kadın olarak kalacak. Yani Skiá oyunbazı olması umurumda olmazdı." Söyledikleri dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olmuştu. Korel ise alayla gülüp Kutay'a baktı. "Yeğenin kör kütük âşık olmuş."
Gri gözleri bana döndü, yüzümde dolandı. "Öyle olmakta da haksız sayılmaz," dedi sessizce. Şaşkınca ağzım aralandı. Gözlerimi Korel'den kaçırdım. Cesur'un arkamda gerildiğini hissettim. Kısa bir sessizlik oluştu. Ardından beden okuyan kadın ortamdaki gerginliği azaltmak ister gibi konuştu.
"Heracığım, ben sana bir şey sormak istiyorum." Sorun der gibi baktım. "En başta bize neden katılmak istediğini açıkladın. Duygularını açıkça da belli ettin ama sadece katılma nedenin onlar olduğunu sanmıyorum. Katılmak istemenin başka bir sebebi var mı?" Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Hayır, yok," dedim.
"Emin misin? Belki aileni bulmak için katılmak istiyor olabilirsin ya da Cesur için?" Bunları Selene denen kadın söylemişti. Beni köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlardı.
"Ailemi size katılmadan da bulabilirim. Sonuçta şu anda bildiğim şeyleri size katılmadan, önceden öğrenmiştim. Eminim peşinden gidersem daha fazlasını da öğrenirim. Cesur konusuna gelirsek o benimle Pansélinos tarikatına katılmam ile ilgili bir kere bile konuşmadı. Bunu isteyen bendim. Yoksa eminim ki buraya katılmadan da Cesur ile olan ilişkimi devam ettirebilirdim," dedim.
"Bu dediklerinden anladığım kadarıyla aileni bulmaya çalışacaksın?" Konuşan turuncu pelerinli zaman okuyan adama baktım. "Sizde 25 yıl boyunca bir yalanın içinde yaşasaydınız gerçeğe ulaşmak için çabalamaz mıydınız? Özellikle konu bu kadar hassasken?"
Sorusuna soruyla karşılık vermiştim ama bunu sorun etmedi, anlayışla yüzüme bakmakla yetindi. "Peki ya bunun sonucunda öğrenmek istemeyeceğin gerçekler varsa?" Bu düşündürücü soruyu sorun kişi mavi pelerinli adamdı. Gözlerim kısıldı, biraz sessizce durdum.
Sonra, "Mümkün ama yine de acı gerçekleri, gerçek gibi görünen yalanlara tercih ederim," dedim. Ardından dalgın gözlerle bana soruyu soran mavi pelerinli, gelecek okuyan adama baktım ve hafifçe gülümsedim. "Çünkü gerçekler belli bir yere kadar can yakar ama yalanlar daima."
Az önce dediklerimde samimiydim. İçimden nasıl geliyorsa öyle konuşmuştum. Haklı olduğumun konsey üyeleri de farkındaydı. Bundan dolayı hiçbiri benim sözlerimin aksini çıkarmak ister gibi konuşmadı.
Yine bir sessizlik oldu. Konsey üyeleri birbirlerine sessizce baktı. Karar aşamasındalar mıydı yoksa beni zorlayacak başka sorular mı düşünüyorlardı? Arkamı dönüp Cesur'a bakmak hatta ona sıkıca sarılıp beni bu kurtlar sofrasından çıkar demek istiyordum.
Çünkü bulunduğum ortam tam olarak öyle bir yerdi. Her ne kadar üstesinden gelmiş olsam da sıkılmış ve bunalmıştım. Artık bir sonuca ulaşmalarını istiyordum. Neredeyse 2 saattir onlara laf yetiştirmekten ve ayakta durmaktan yorulmuştum. Bir an önce kararlarını açıklasalar benim için iyi olurdu.
Sağ elimi kaldırıp yüzüme düşmüş bir parça saçı kulağımın arkasına yerleştirdim. Sonra mavilerim ile baş konsey üyesi Kutay'a baktım. Onunda açık yeşilleri benim üstümde olduğundan göz göze geldik.
Beklenti dolu bakışlarımı fark etmiş olacak ki hafifçe gülümsedi. Ardından boğazını temizledi. Konuşmaya hazırlanıyordu. Herkes gibi bende ona dikkat kesildim.
"Evet, Hera senden alacağımız bütün cevapları aldığımızı düşünüyorum bu yüzden daha fazla seni yormadan kararımızı açıklamak için bize 1 saat vermeni istiyorum. Bu süre zarfınca Cesur ile misafirler için ayrılmış salonda bekleyebilirsiniz."
Bi' bu eksikti. Ben sıkılmış buradan gitmek isterken adam resmen 1 saat daha buradasın diyordu. Onlara bir şey diyemeyeceğim için yalnızca olumlu anlamda kafamı salladım. Kutay eliyle kapıyı gösterdi. "O halde çıkabilirsiniz. Kararımızı verince biz sizi çağıracağız."
Gözlerimi kısaca hepsinde gezdirip kafamla selam verdim ve arkamı döndüm sonra Cesur'la birlikte odanın çıkışına ilerledik.
Kapıda bekleyen askerler kapıyı açınca dışarı çıktık, kapı arkamızdan tok bir sesle kapanmıştı. İçerdeki gerginliğim içerde kalırken üstüme gelen rahatlamayla omuzlarımı düşürdüm. Ağzımdan dışarı bezgince bir soluk havaya karıştı. Ağrıyan boynumu sağa sola yatırıp esnettim. "Savaştan çıkmış gibi bir halin var?"
Yanımda kapının biraz ilerisinde benimle birlikte duran Cesur'a bakıp yorgunca gülümsedim. "İnan bana savaşa girseydim bu kadar efor sarf etmezdim." Dudaklarındaki sırıtışla elini belime yerleştirdi ve beni ilerletti. "Gel bakalım karar açıklanana kadar dinlenebilmen için misafir salonuna gidelim."
"Ah, evet çok iyi olur. Biraz daha ayakta durursam bütün bedenim imdat çığlıkları atmaya başlayacak." Erkeksi bir tonla kıkırdadı. "Öyleyse bedenini bu durumdan kurtaralım." Birden boşta kalan elini dizlerimin altına koyup beni kucağına aldı. Şaşkınlıkla nefesim kesilirken düşmemek için ellerimi boynuna sarmıştım. "Cesur ne yapıyorsun acaba?"
"Seni taşıyorum bebeğim. Sen ne yapıyorsun?" Benimle dalga geçmesi dudaklarımı birbirine bastırmama neden oldu. Sonra beni kucağına almış şekilde yürümeye başlayınca bizim bu halimizi izleyen askerlerin varlığı yanaklarımı kızarttı. Kafamı Cesur'un omzuna yaslarken beni taşımasına başkada bir şey demedim.
Koridor boyunca ilerleyip geldiğimiz yere geri dönmüştük. Cesur gişeden geçip sol taraftaki koridora yöneldi. Kafam Cesur'un omzuna yaslanmış bir şekilde dururken danışman genç kadının kıskanç ve şaşkınlık dolu bakışlarını gördüm. Ona gülümseyip önüme baktım. Arkamdan sinirle kızaran yüzünü hayal edebiliyordum.
Sol taraftaki koridora girdiğimizde dikkatim oraya kaydı. Bu koridorda diğeri gibiydi tek fark belli aralıklarla kapıların bulunmasıydı. "Burası diğer koridordan farklı." Cesur sakince kafasını salladı. "Evet çünkü burada konsey üyelerinin dinlenme odaları ve misafir salonu var."
"Neden odaları var ki? Burası sadece toplantı yaptıkları yer değil mi?" Olumlu anlamda kafasını salladı. "Evet öyle ama bazı günler konseyde konuşulacak o kadar çok konu oluyor ki ara vererek devam ediyorlar. Bu süre zarfınca herkesin dinlenmek için bir yere ihtiyacı var. Hal böyle olunca herkesin kendine ait bir odası olması uygun görüldü."
Anladığımı belirtircesine bir ses çıkarıp Cesur'un önüne yaklaştığı kapıya odaklandım neyse ki burada askerler yoktu. Cesur ben kucağındayken kapıyı açıp içeri girdi. Ayaklarımı sallayıp beni indirmesini ima ettim. Anladı ve beni kucağından indirdi.
Ayaklarımın üstüne basarken mavi irislerim normal oturma odası gibi dizayn edilmiş salonda dolandı. Bej renginde rahat oldukları anlaşılan koltuk takımını görünce oraya ilerledim. Odada bulunan televizyon, bar tezgâhı ve diğer eşyalar ilgimi çekmemişti. Koltuğa oturdum.
Sırtımı geriye yaslarken bedenime sızan rahatlamayla derin bir nefes verdim. Oturunca fark ettim ben baya yorulmuşum. Hâlâ tek koluma takılı çantayı da koltuğun boş kısma koydum. Gözlerimi kapadım. "İçecek bir şeyler ister misin?" Cesur'un sorusunu gözlerimi açmadan cevapladım. "Evet, çok iyi olur."
Bir takım bardak sesleri duyduktan sonra Cesur'un sesini işittim. "İçeceğiniz hazır Hera Hanım buyurun." Gözlerimi sakince açıp karşımda dikilen Cesur'un elindeki kadehi aldım. İçinde kırmızı şarap vardı.
"Teşekkür ederim tam da ihtiyacım olan şey." Soğuk şaraptan birkaç yudum aldım. Ah, kesinlikle iyi gelmişti. Bunu neden konseyle görüşmeden önce de içmemiştim ki? Şarabın geri kalanını hızla içmiştim.
Cesur bana ikinci kadehi koyup gelince uzun koltuktaki boşluğa yanıma oturdu. Kadehi elinden alıp bu sefer yavaşça yudum, yudum içmeye başladım. Sonra Cesur'a yüzümdeki sinsi gülümsemeyle baktım.
"Ee sence nasıldım?" Yüzüme dikkatle baktı. Kendi şarabından bir yudum aldı. "Fırtına gibi ezip geçtin hepsini. Hiçbirine acımadın," dedi ve gülmeye başladı.
"Bir de seni o kadar onlara saygılı davran diye uyardım." Masum masum yüzüne baktım. "E zaten gayet saygılı davrandım yani ben öyle düşünüyorum. Eğer onların saygı anlayışı farklıysa bu beni ilgilendirmez." Tekrar güldü.
"Öyle yaptın evet ama o nasıl konuşma şekli gece mavisi!? O kadar zekice kelimeler kullandın ki karşındaki kişiye hakaret etsen anlayamazdı." Açık yeşil gözlerindeki parıltılar çoğaldı. "Seninle gurur duyuyorum. Yabancı olduğun bir ortama bu kadar iyi ayak durdurmak kolay değildir."
Bence biraz abartıyordu ama bu işin içinden de gayet iyi şekilde çıktığımı düşünüyordum. "Zorlandım ki zaten bakma bunu onlara yansıtmadım. Lakin söylemeden geçemeyeceğim hepsi çok tuhaf kişiliklere sahip özellikle Selene denen kadın." Bana dedikleri aklıma gelince kahkaha attım.
Belki kahkaha atılacak kadar bir şey yoktu ama şarap beni çayır keyfi yaptığı için atmış olabilirdim. Neyse ki Cesur'da sesli bir şekilde gülmüştü. "Selene'nin her zaman ki halleri. Herkese hayvan ismi takmayı sever çünkü bu hayatta en çok sevdiği şey hayvanlardır. Sana da yılan diyerek benimsemesi beni şaşırtmadı."
Söyledikleri ile düşünceyle gözlerim kısıldı. "Sana taktığı bir hayvan ismi var mı?" Olumlu anlamda kafasını sallayınca oturduğum yerde ondan tarafa dönüp heyecanla parlayan gözlerle ona baktım. "Söylesene Cesur çok merak ettim."
Muzipçe güldü. "Bana küçüklükten beri kartal der. Ve hep küçük kartalım diye seslenir." Dudaklarım yukarı kıvrıldı. "Hm, en azından güzel bir hayvan seçmiş senin için nedenini az çok tahmin edebiliyorum."
Şarabından bir yudum alıp gülümsedi. "Bence seninki de fena değil. Yılanları hafife almamak gerekir. Ve bunu kesinlikle az önce öğrenmiş oldum. Bence diğerleri de bunun farkında." Düşünce tarzını sevmiştim.
"Benim yılanlarla bir sorunum yok zaten." Göz kırpıp arkama yaslandım. İki elimle de kadehi tutarken Cesur'a sormak istediğim başka bir soru yönelttim. "Amcanın baş konsey üyesi olduğunu bana neden söylemedin?" Bunu kesinlikle hesap sormak için sormamıştım yalnızca merak etmiştim.
"Aslında bunun göründüğü kadar bir önemi olduğunu düşünmediğim için söylemedim. Sonuçta baş konsey üyesi amcam deseydim de hiçbir şey değişmeyecekti. Zaten senin elbet bunu öğreneceğini biliyordum. Öyle de oldu," dedi ve yüzüme baktı.
"Söylemediğim için alındın mı?" Olumsuz anlamda kafamı salladım. Neden söyleme gereği görmediğini anlamıştım. "Hayır, alınmadım yalnızca nedenini merak etmiştim onu da öğrendim." Gülümseyerek tek elimi yanağına koyup okşadım. "Amcana çok benziyorsun özellikle gözlerin ama senin gözlerin daha güzel daha değişik parlıyor."
Elindeki bitmiş kadehi orta sehpaya bıraktı. Ardından dudaklarındaki muzip gülümsemeyle bana döndü. "Benim gözlerim daha mı güzel?" Hızlıca evet anlamında kafamı salladım. Kısık sesle kahkaha attı. "Amcam bunu duysaydı bozulurdu. Yıllarca kendi gözlerinin benimkilerden daha güzel olduğunu söyler durur."
Amcası ile nasıl bir ilişkisi vardı bilmiyordum ama anladığım kadarıyla fena sayılmaz gibi gözüküyordu. Bunu öğrenmenin tek yolu Cesur'a sormaktı. "Biraz amcanla olan ilişkinden bahseder misin?"
"Olur... amcamla her zaman yakın bir ilişkimiz oldu. Ne zaman yardıma ihtiyacım olsun hep yanımda biterdi. Çocukken bile benimle o kadar işinin arasında ilgilenir, oyunlar oynardı. Bu büyünce de değişmedi. Hiçbir koşulda eksikliğini hissettirmedi. Amcam iyidir yani, sevdiklerime değer vermeyi ben ondan öğrendim. Bir yandan benim akıl hocam bile oldu."
Amcasından bahsederken gözleri parlıyordu. Bunun farkında mıydı acaba? "Amcandan söz ederken gözlerin parlıyor bu bile onu ne kadar çok saydığını gösteriyor." Kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı. "Hiç farkında değilim," dedi. Güldüm.
"Orasını anladım." Yanağındaki elimle son kez yanağını okşayıp elimi indirdim. "Ve anlattıklarına bakılırsa amcan ile sağlam bir ilişkin var umarım bu hep böyle devam eder." Cesur elini kaldırıp yüzüme düşmüş bir tutam saçı işaret parmağına dolayarak oynamaya başladı.
"Amcamla olan ilişkimi hatta tüm ailemle olan ilişkimi daha yakından öğreneceksin merak etme," deyince kaşlarım sorgulayıcı bir ifadeyle çatıldı. "Nasıl, yani?"
Parmağı ile saçımla oynamaya devam ederken haylazca sırıttı. Şu anda çok şirin göründüğün bilincinde miydi? "Tabii ki de seni onlarla tanıştırarak."
Cesur'a nasıl bir yüz ifadesiyle bakmıştım bilmiyorum ama yüzümde her ne gördüyse hemen açıklamaya girişti. "Hemen değil. Yani sen ne zaman hazır hissedersen o zaman."
Ağırca yutkunup usulca kafamı oynattım ama ağzımı açıp bir şey diyemedim. Çünkü beklenmedik anda gelen hiç tahmin edemeyeceğim bir şeydi. Cesur bu sessiz halimi anlamış olmalı ki başkada bir şey demedi. Birkaç dakika geçtikten sonra kendime gelmiştim.
Derin bir nefes alıp en başta konuştuğumuz konulara geri dönmeye karar verdim. Ve konsey üyesi olan başka bir kişiden bahsetmek için ağzımı araladım. "Peki Korel nasıl biri? Konsey üyeleri arasında en genci o ve değişik birine benziyor." Cesur'un birden yüz ifadesi katılaştı. Parmağı saçımla oynamayı kesti.
"Onun hakkında konuşmak zorunda mıyız?" Bu bir sorun muydu? Neden onun hakkında konuşmak istemiyordu? "Değiliz ama ben sadece konsey üyelerini tanımak için sormuştum."
Cesur sıkıntıyla parmağını tamamen saçımdan çekip oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. "Acaba Korel ile ilgili bir sorunun mu var?" Dudakları gerildi. Ona o kadar dikkatli bakıyordum ki yüz kaslarının seğirdiğini gördüm.
"Bugüne kadar hayır yoktu." Ne demek istediğini anlayamamıştım. Neyi kaçırıyordum ben? "Anlayamıyorum sorun ne Cesur?"
"Sorun ne mi?" Dedi şaşkınca ve konuşmaya devam etti. "Sorun, o adamın sevgilim ile ilgili olan iması. Sorun o oymak isteğim gri gözlerin sevgilimin bedeninde arsızca dolanması. Sorun onu ilgilendirmeyen bir konuya karışması."
Ah, şimdi neden böyle tepkiler verdiğini anlamıştım. Oysa ben Korel'in bana yaptığı imayı da Cesur'a sorduğu saçma sapan soruyu da çoktan unutmuştum. Çünkü onun dediklerinin bende bir değeri yoktu hal böyle olunca zihnim gereksiz sözleri içine almazdı.
Keşke Cesur'da böyle yapsaydı. Ama onu da anlayabiliyordum. Beni kıskanmıştı. Bu biraz hoşuma gitmiş olabilirdi. Elimde bitmek üzere dolan şarabı sonuna kadar içip boşalan kadehi sehpaya koydum. Sonra ellerimle Cesur'un ellerini tutup sıktım.
"Sen neden bunları kendine dert ediyorsun ki? Bırak o ne derse desin dediklerinin bizim için hiçbir anlamı yok."
Cesur kaşlarını çatarak baktı. "Hera, tek sorun dedikleri değil. Sen fark etmemiş olabilirsin ama adam içeri girdiğin ilk andan beri gözlerini senden ayrılmadı." Sıkıntıyla burnumdan bir nefes verdim.
"Ee ne var ki bunda? Neticede onur konukları bendim. Hepsinin gözü benim üstümdeydi. Ve yarısı da erkekti. Ne yani bana bakıyorlar diye kötü niyetli mi anlamalıydım?" Birden ellerini ellerimden çekip ayağa kalkınca şaşkınca oturduğum yerden ona baktım.
Bu da neyin nesiydi şimdi? "Sen gerçekten beni anlamıyorsun ya da önemsemediğin için kale almıyorsun. Ama Hera o adam sana diğerleri gibi bakmıyordu." Dudaklarımı birbirine bastırıp oturduğum yerde dikleştim. "Diyelim senin dediğin gibi oldu. Baksın ne olacak? Bu neyi değiştirecek ki?"
Cesur sinirlenmiş bir halde elleriyle karamel rengi saçlarını dağıttı. "En başından beri ben ne anlatıyorum! Benim dediklerimi duyuyor musun?" Bağırdı sonra sinirle güldü. Onu ilk kez böyle görüyordum. Bu kadar sinirlenmesi normal değildi.
"Ben seni duyuyorum Cesur, anlıyorum da ama buna gerek yok önemsiz bir meseleyi büyütüyorsun." Artık bende sinirlenmeye başlamıştım. "Öyle mi Hera? Peki ben neden beni anladığını hissedemiyorum? Ayrıca bir şeyi büyüttüğüm falan da yok olanı söylüyorum." Oturduğum koltuktan kalkıp karşısında durdum.
"Bak, beni kıskanmanı anlayabiliyorum ama bu kadar aşırı davranıyor olup bu kıskançlığın acısını benden çıkıyor olmanı hiç anlayamıyorum!" Son kelimeyi söylerken bende onun gibi bağırdım. Sinirle dişlerimi birbirine bastırdım.
"Ve neden bir adamın şu anda bizim kavga etmemize sebep olduğunu hiç mi hiç anlamıyorum!" Sustum ve kırgınca Cesur'a baktım. "Tebrik ederim Cesur, ilk kavgamızı böyle bir yerde, bir adam yüzünden yaptık."
Bakışlarındaki pişmanlığı görsem de çok geçti artık. Yüzüne son kez bakıp odada balkona açıldığını fark ettiğim cama ilerledim. Camı yana kaydırıp balkona çıktım. Esen rüzgâr yüzüme vurunca derin bir nefesi ciğerlerimin içine çektim.
Ve sakinleşmek adına gökyüzüne baktım. Mavi, uçsuz bucaksız gözüken gökyüzü bugün son derece aydınlık ve pürüzsüzdü. Gülmek istedim. İçinde bulunduğumuz gezegen bu kadar kusursuz bir şekilde yaratılmışken insanlar neden kusurlarla doluydu? Sanırım bunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyecektim.
Ama cevabını bildiğim bir şey varsa da oda her geçen gün insanların kusurlarının arttıydı ve artacağıydı.
♠️♠️♠️
Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.53k Okunma |
153 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |