24. Bölüm

♠️1.|23.Konseyin Kararı♠️

Sude G.
moonlighthikayeler

 

 

 

♠️♠️♠️

Bazen öyle anlar gelirdi ki karşınızdaki kişi size zarar vermek istemese bile verirdi. Bir yerde okumuştum diyordu ki; insan en çok sevdiğine zarar verirmiş. Ben bunu anlayamıyordum.

Eğer çok seviyorsa neden zarar verirdi ki bir insan sevdiğine? Tamam, arada bazı tartışmalar, küçük kavgalar olurdu ama gerçek anlamda zarar vermek işte bu olmazdı. Bu insanların arkasına saklandıkları öylesine söylenmiş bir cümle miydi?

Yoksa mantıklı bir açıklaması var mıydı? Hoş ne şekilde olursa olsun verdiği zararın mantıklı bir açıklaması olur muydu orası da şaibeli. Bu soruların bir cevabını bulamıyordum.

Yine de bir insanın istemeden bile olsa verdiği zarar, zarardır. Ve bir de sonradan verdiği zararı anlayınca pişmanlık duyardı belki gelir özür diler, pişman olduğunu söylerdi.

Ama ne yazık ki yaptığı hatanın hissettirdiği duyguların telafisi yoktu. Çünkü duygular özür ile yok olmazdı. Hep orada dururdu, sizden asla kopmayan, kopamayacak bir parça gibi. Belki de özürlerin hiçbir etkisi olmaması bu yüzdendir?

Hissettirdiği duyguları silememesi, görmezden gelmememizdendir? Öte yandan duyulan pişmanlıkta bir duyguydu. Ve pişmanlık diğer duygulara göre daha rahatsız ediciydi. İşte tam bu yüzden karşısındaki insana verdiği zararın ne kadar berbat bir şey olduğunu anlayabilirdi. Bunun için kendini suçlar, vicdanı onu rahat bırakmazdı.

Bu bir yandan karma gibiydi. Hissettirdiği kötü duyguların karşılığında onu rahatsız edecek bir duygu... Şu an adım kadar emindim ki Cesur'da o evredeydi. Bir başkası yüzünden tartışmamızda kendini suçluyor, pişmanlık duyuyordu.

Oysa ona üzülmemesini söylemek, bunun benim için bir sorun olmadığını, kimsenin aramıza girmesine izin vermeyeceğimi söylemek istiyordum. Ama içten içe hissettiğim hayal kırıklığı ne kadar çok istesem de şu anda onun yanına gitmemi engelliyordu.

Sanki ayaklarım yere yapışmış, dilim lâl olmuştu. Sıkıntıyla nefesimi dışarı verip gözlerimi kapadım. Yüzümde hissettiğim meltemin narin dokunuşlarına kendimi bıraktım. İkimizin de biraz zamana ihtiyacı vardı. Sakinleşmeli ve yaptıklarımızı düşünmeliydik. Çünkü bunda ikimizde hatalıydık.

Benim umursamazlığım ve Cesur'un kıskançlık ile karışık öfkesi bizi bu duruma düşürmüştü. Kollarımı birbirine doladım. Ve sessizliğin sesini dinledim. Onun bana söylemek istediklerine kulak verdim.

Meltemin kulağımda yaptığı uğultu ile dudaklarımda bi' tebessüm oluştu. Biraz daha böyle durduktan sonra göz kapaklarımı usulca açtım. Önümde duran ormana baktım. Mavi irislerim ağaçlar arasında öylesine gezinirken bir ağacın arkasında bir kıpırtı görünce daha dikkatle baktım ama hiçbir şey göremedim.

Belki de göz yanılsamasıydı ya da bir hayvandı. Gözlerim şüpheyle kısılırken son bir kez bakıp omuz silktim. Muhtemelen hayvandı. Sırtımda bir karıncalanma hissettim, omzumdan geri odayı gösteren cama bakınca Cesur'u camın hemen arkasında gördüm.

Bir elini siyah pantolonunun cebine koymuş, diğerinde viski dolu bir bardak vardı ve açık yeşilleri üstümde dolanıyordu. Göz göze gelince hiçbir duygu barındırmayan gözlerimle karşılaştı.

Birkaç saniye açık yeşilleri mavilerimde takılı aldı. Sonra sıkıntılı bir nefes verdiğini gördüm ardından kafasını eğip gözlerini benden kaçırdı ve arkasını dönüp odanın içinde kayboldu. Yanıma gelmemişti. Bir şey de dememişti.

Hoş demesini de beklemiyordum. Ne diyecekti ki? Özür mü dileyecekti? Dilemesini istemiyordum. Özür beni incitmiş olmasını telafi etmezdi. Alt dudağımı dişleyip tek ayağımı yere sertçe vurup durduğum yerden hareketlendim ve balkondan çıkıp odaya girdim.

Sürgülü camı kapattım. Sonra Cesur'u tekli koltukta elindeki viski dolu bardakla oturduğunu gördüm. Orta sehpadaki viski şişesinin neredeyse yarısının içilmiş olduğunu görünce tedirgince yutkundum. Kendini bununla mı sakinleştirmeye çalışıyordu? Zihninin uyuşması ne kadar iyiydi? Karaciğerine, bedenine verdiği zararları söylemiyordum bile.

Bir şey demedim. Desem de beni tınlayacağını sanmıyordum. Gözlerimi şişeden çekip en başta oturduğum uzun koltuğa oturdum. O sırada çantamdaki telefonun titremesiyle dikkatim oraya kaydı. Çantama uzanıp telefonu içinden aldım.

Cesur'un gözlerinin üstümde olduğunu bilsem de asla ondan tarafa bakmayıp telefonuma dikkat kesildim. Parmağımı orta tuşa okutup ana ekranın açılmasını sağladım. Mesajlar bölümüne girince bir sürü mesaj birikmiş olduğunu fark ettim ama ben en son gelen mesajı açtım. Ahu'dandı.

Ahu Arslan Işık: -Sis, yaşıyor musun diye bir bakmaya geldim... Yaşıyorsun değil mi?

Ahu'nun mesajına tebessüm ettim. Şapşal.

Hera Kızılkan: -Sayılır... Bir sorun mu var?

Ahu Arslan Işık: -Sayılır ne demek! Neredesin sen? Ayrıca arkadaşıma mesaj atmak için bir sebebim mi olması gerekiyor, hm?!

Mesajı yazarken ki halini gözümün önümde canlandırınca kıkırdadım. O an bir bardağın sertçe sehpaya bırakıldığının sesini işittim ama umursamadım. Parmaklarım harflerde gezinmeye başladı.

Hera Kızılkan: -Yaşamla ölüm arasında bir yerdeydim işte. Ve tabii ki de bana istediğin zaman mesaj atabilirsin. Sadece bir sorun olup olmadığını merak ettim.

Cevap hemen geldi.

Ahu Arslan Işık: -Hera, senin şu cevapların beni bir gün kalpten götürecek... Ciddiyim neredesin sen? Eve uğradım ama Zeliş 2 gündür gelmediğini söyledi. Neler karıştırıyorsun sen, çabuk öt bakayım!

Sıkıntıyla saçımı kaşıdım. Ne diyecektim ben şimdi? Oflayıp telefonun ekranına cins, cins baktım. Sonra gözlerim Cesur'un çıkardığı seslerle ona kaydı. Bardağına viski dolduruyordu. Dudaklarım gerilirken gözlerimi yaptığı hareketlerden çekip yüzüne çıkardım.

"Sarhoş olmak için doğru bir yerde değilsin. Bu yüzden yavaşla, konseyin önüne içki fıçısına düşmüş gibi çıkmak pek mantıklı olmazdı." Açık yeşilleri gözlerimle buluşunca gözlerinin kızarmış olduğunu fark ettim. Cidden kendini bu kadar içkiye vermesi gerekiyor muydu? Alt tarafı küçük bir kavga etmiştik.

Her kavgamızda ya da tartışmamızda kendini bu kadar kaybederse olmazdı. Bunun yerine çözüm bulmaya bu kadar vakit ayırsaydı şu anda aramız böyle olmazdı. "Bunu sorun etme bu kadar içkiyle sarhoş olmam. Ayrıca sen beni boş versene her kimle mesajlaşıyorsan devam et." Ha? O sesindeki alınganlıkta neyin nesiydi?

"Ahu ile mesajlaşıyorum, beni merak etmiş. İstersen bir turda ondan kavga edelim? Benim sevgilime neden mesaj atıyor diye, ister misin?" Gerçekten Selene'nin dediği gibi, sokmadan duramıyordum. Ne yapayım? Cesur oturduğu koltukta geriye yaslandı. Bardağından bir yudum alıp gözlerime bakmayı sürdürdü.

"Az önceki olay için özür dilemeyeceğim. Çünkü bunun bir şeyleri değiştirmeyeceğini biliyorum. Sadece üzgün olduğumu bilmeni istiyorum bu yüzden Hera lütfen imalarda bulunma. Bu sadece beni daha kötü hissettiriyor."

Dudaklarımı birbirine bastırıp ellerimin arasındaki telefonu sıktım. "Özür dilemeni beklemiyordum ki zaten. Ama üzgün olman güzel en azından ne yaptığının bilincindesin." Kararsız bir şekilde yüzüne baktım. Sonra dudaklarım aralandı. "Ve Cesur bende üzgünüm.

Başka biri yüzünden aramızın böyle bozulmuş olmasına çok üzgünüm. Ama bu olayı görmezden gelebiliriz, unutabiliriz. İkimizin arasındaki sevginin bunu yapma gücü var inanıyorum... Sonuçta her ilişkide tartışmalar, hatalar olabilir. Yeter ki birbirimizin kalbini kırmamaya, üzmemeye özen gösterelim."

Ben ona bir adım gitmiştim, o bana kaç adımla gelecekti? Açık yeşillerindeki parıltıları görebiliyordum. "Evet, haklısın. Bir başkası yüzünden seninle tartışmam doğru değildi. Gerçekten üzgünüm Hera. Ve sanırım ben senin kalbini kırdım. Bunu düzeltmeme izin verir misin?"

Hafifçe gülümsedim bu sırada telefonumdan bildirim sesleri yükselmişti, önemsemedim. "Kalbim kırılmadı ki. Yalnızca duygularım incindi. Ama eğer kalbim kırılsaydı bu ikimiz içinde hiç iyi olmazdı. Çünkü Cesur kalbimin içinde sen varsın eğer kalbimi kırarsan içindeki sende kırılır, dağılırsın. Ve kırık sen kalbime zarar verir."

Gözlerim dolmuştu. Cesur ise elindeki bardağı sehpaya koyarken sertçe yutkunmuştu. Sonra oturduğu koltuktan kalktı ve yanıma geldi.

Önümde, dizlerinin üstüne çöktü ve kafasını dizime yasladı. Kollarını çıplak bacaklarıma sarmıştı. Bir şey demeden öylece durunca elimle saçlarını okşamaya başladım. Sonra tekrar titreyen telefona baktım. Ahu'ya cevap vermediğim aklıma geldi. Tek elimle mesajlarını açtım. Diğer elim hâlâ Cesur'un karamel saçlarındaydı.

Ahu Arslan Işık: -Hera? Nereye kayboldun? Soruma cevap verir misin?

-Hera! Başına bir iş mi geldi? Ay, yoksa seni kaçırdılar da ben az önce seni kaçıran ile mi konuştum?

-Yo kaçırılmış olamazsın ki onlar senin kelimelerindi, sen anca öyle konuşursun... Ne oluyor ya? Cevap versene!

-Lan ben iki canlıyım neden beni endişelendiriyorsun?

Anlaşılan onu çok fazla endişelendirmiştim.

Hera Kızılkan: -Önce sakin ol benim panik atak arkadaşım...

-Merak etme kimse beni kaçırmadı, başıma bir işte gelmedi. Ve nerede olduğuma gelirse Cesur ile birlikteyim, ufak bir kaçamak yapmıştık.

Yalan sayılmazdı yalnızca eksikleri vardı. Gözlerimi telefondan çekip Cesur'a baktım. Göz kapakları kapalıydı. Hafifçe tebessüm ettim. Küçük bir çocuk gibiydi. Bildirim sesiyle telefona baktım.

Ahu Arslan Işık: -Keşke bunu bekletmeden hemen söyleseydin. Cevap vermeyince endişelendim. Zaten son zamanlarda iyice birbirimizden uzaklaştığımızı hissediyorum şimdi senden haber alamamak içime bir sıkıntı oturttu. Gerçekten Hera herhangi bir sıkıntı yok değil mi? Bana söyleyebileceğini biliyorsun.

Haklı isyanı ile dudaklarımı büktüm. Uzaklaştığımızın bende farkındaydım. Bunu telafi etmeliydim. Kendi dertlerime düşsem bile arkadaşımı ihmal etmek bana göre değildi.

Hera Kızılkan: -Biliyorum, biliyorum. Bu durumdan bende memnun değilim. Ve emin ol bir sorun yok.

-Bak ne diyeceğim yarın sabah kahvaltıya gel sonra dışarı çıkar biraz gezeriz, ne diyorsun?

Ahu Arslan Işık: -Cazip bir teklif... tamam kabul. Yarın sabah sendeyim.

Yüzümdeki gülümsemeyle telefonu yan tarafıma koydum. Cesur'a baktım. Hâlâ bıraktığım gibiydi. Eğilip yanağını öptüm. Yumuşak ve pürüzsüz dokusu çok hoşuma gitmişti, tekrar öptüm.

"Cesur iyi misin?" Sakince ve yavaşça dizime yasladığı kafasını kaldırdı bu sefer çenesini dizime koyup alttan, alttan bana bakmaya başladı. "Evet. Yanımda sen olmaya devam ettiğin sürece de iyi olacağım. Çünkü gece mavisi sen benim nefesimsin, sen olmazsan benim nefesim kesilir, ölürüm. Bunu az önce daha iyi anladım."

Dudaklarım yukarı kıvrıldı. "Ben Cesur senin her zaman nefesin olmaya hazırım yeter ki sen o nefesi kendi ellerinle kesme." İki elimle yanaklarını tutup onu biraz kendime yaklaştırdım birazda ben ona doğru eğildim. Sonra kaçınılmaz gerçekleşti, dudaklarımız birbirine kavuştu.

O ilk dokunuş birbirimize ne kadar muhtaç olduğumuzu kanıtladı. Dudaklarımın üstünde dolaşan dolgun, etli dudaklar bana yaşadığımı tekrar hissettirdi.

Yanaklarındaki ellerim yavaşça saçlarına çıkarken o dizilerinin üstünde yükselmeye beni köşeye sıkıştırmaya başlamıştı. Sırtım koltuğa yaslandı. Cesur artık yerden tamamen kalkmıştı. Tek dizini bacaklarımın arasından koltuğa bastırıp üstüme eğildi.

Elleri belime tutunmuştu. Dudakları, dudaklarımı istila etmeye devam etti. Biz birimizi keşfederken içinde bulunduğumuz odanın kapısının çalınması ile nefes nefese ayrıldık.

Yine bir basılma vakası yaşamadan kendimize çekidüzen verdik. Cesur üstümden kalkıp boğazını temizledi. Sonra, "Girin," dedi. Kapı açıldı, bir asker gözüktü.

"Baş konsey üyesi Kutay Bey, sizi çağırıyor." Kesikçe bir nefes aldım. Anlaşılan konsey kararını vermişti. Kabul biraz heyecanlanmış ve tedirgin olmuştum. Verecekleri daha doğrusu verdikleri kararın sonucu beni germeye başlamıştı.

Çünkü onca dediklerimden sonra beni aralarına kabul etmeyebilirlerdi. Bana göre söylediklerim kötü ve saygısızca değillerdi ama onlara öyle gelebilirdi. Neticede her kişinin ayrı bir bakış açısı vardı.

Mesela Faris, akıl okuyan oyunbazı o adam beni aralarında istemezdi. İstemediğinden de emindim çünkü ona göre ben küstahtım. Öte yandan diğerlerinden bazıları bana hak vermişi. Yine de onların da ne karar verdiğini bilemiyordum. Karışık bir durumun içine düşmüştüm, tahmin edebileceğim bir durum gibi değildi.

Kapıya gelen asker diyeceklerini söyledikten sonra kapıdan ayrılmıştı. Kafamı ayakta duran Cesur'a çevirdim. Yüzümdeki ifadeyi görmüş olacak ki gülümsedi. "Beklenen an geldi. Hadi kalk, gidelim ve ne karar verdiklerini öğrenelim. Ama gece mavisi ben eminim ki kabul etmişlerdir. Çünkü senin gibi bir beden okuyanı asla kaçırmak istemezler. Bu yüzden rahat ol. İlk başta onlarla nasıl baş ettiysen öyle devam, gardını asla indirme."

Sesi beni sakinleştirmek belki de telkin etmek ister gibi çıkmıştı. Oturduğum koltuktan kalkıp çantam ile telefonumu elime aldım. Telefonu çantaya koydum ve çantayı tek koluma taktım. Sonra omuzlarımı dikleştirdim ve Cesur'a bakıp gülümsedim. "Gidelim," dedim. Cesur yanıma gelerek elimi tuttu.

Alnıma bir öpücük kondurdu. "Sana bayılıyorum, biliyorsun değil mi?" Kıkırdadım. Ve muzipçe ona baktım. "Orası belli. Ağzının suyu akacak neredeyse." Öyle mi dercesine kaşları havalandı.

Ardından boşta kalan koluyla belimi kavrayıp beni kendi bedenine yapıştırdı. Burunlarımız birbirine değecek kadar yakındık. Cesur sertçe yutkundu. Açık yeşilleri dudaklarıma kaymıştı. "Şu an dudaklarına yapışmamak için nasıl bir savaş verdiğimi bilemezsin."

Açık yeşilleri dudaklarımdan gözlerime çıktı. "Ama şu an öpemem olmaz, bizi bekliyorlar gitmeliyiz." Bunları demesine rağmen hareket etmeyince sırıttım. "Cesur gitmemiz gerektiğini söyledin."

"Evet, söyledim." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ee o zaman gidelim." Gözlerini kırpıştırdı. "Doğru, haklısın," dedi. Ardından kolunu belimden çekip biraz uzaklaştı ama diğer elimi tutmayı bırakmadı. Cesur'un bu aklı bir karış havada haline içten içe güldüm.

Sonra birlikte bulunduğumuz salondan çıkıp koridor boyunca el ele yürüdük. Diğer koridoru da geçince konsey üyelerinin bulunduğu odanın kapısının önüne gelmiştik. Askerler kapıyı açınca içeri girdik. Sanki ilk defa giriyormuş gibi hissetmekten geri duramadım.

Oysa daha 1 saat önce bu odada bir kasırga başlatmıştım. Sanırım o kasırgayı devam ettirmem gerekiyordu ama elbette bu olayların gidişatına bağlıydı. Etki ve tepki... Öne doğru yürüdüm, baş konsey üyesi Kutay'ın karşısına gelecek şekilde durdum.

Cesur hemen bir adım gerimdeydi. Mavilerimi bütün konsey üyelerinde kısaca gezdirip Kutay'da sabitledim. Ellerini kürsüde birbirine bağlamış üst bedeni hafifçe öne eğilmişti.

Gözlerimin içine baktı. Bunu en baştan beri yapıyordu ve biraz tedirgin ediciydi. Aynı zamanda gözlerimde her ne görüyorsa bu onu memnun ediyor gibiydi, bakışlarından anlayabiliyordum. "Öncelikle sabrın için teşekkürler Hera."

Bir şey demeden kafamla selam verdim. "Kararımıza gelirsek ise..." Duraksadı. Cesur'un gözlerine benzeyen irisleri üstümde dolandı. Nefesimi tuttum. Gergin bir atmosfer oluşmuştu. Herkes sessiz bir şekilde duruyordu. Söylesene be adam bekletecek ne var!? Kutay boğazını temizledi.

"Kararımız şu yönde; seni aramızda görmeyi iste-" Sözünün yarıda kesilmesinin nedeni odanın iki yanında da bulunan tavana kadar uzanan camların aynı anda patlaması oldu. Kimse ne olduğunu anlayamamışken üstümüze mermi gibi yağan cam parçaları ile elimle kafamı korumaya çalıştım.

Cesur ise adımı haykırıp bedenini bana kalkan yapmak ister gibi üstüme kapanmıştı. Belime sardığı koluyla beni kapı tarafına çekti. Üstümüze yağan camlar son bulduğundan Cesur hafifçe geri çekildi ama hâlâ beni korumaya çalışır gibiydi. Nefes nefese kafamdaki ellerimi çektim. Az önce ne olmuştu?

"Hera iyi misin?" Cesur ellerini yanaklarıma koyarak beni sarstı. "Hera cevap ver! Yaralandın mı?" Cevap veremedim, sanki sesim içime kaçmıştı. Cesur ellerini yanaklarımdan çekip üstümü kontrol etmeye başladı. Bu sırada odada bağrışlar duyulmuştu sonra bir siren çalmaya başladı. Hiçbirine odaklanamadım.

Öylece Cesur'a bakıyordum. Kollarında ve ellerinde kanlar görünce ağzım aralandı. Sonra kendi bedenimde hissettiğim acıyla kısıkça inledim. Cesur koluma saplanmış bir cam parçasını çıkarmıştı. "Lanet olsun, kollarının her yerine cam kırkları saplanmış. Hepsini çıkartamam."

Önemli değil demek istiyordum sen kendi yaralarınla ilgilen ama sanki dilim düğümlenmişti ya da konuşmayı unutmuştum. Her şekilde dudaklarımın arasından bir kelime bile çıkamıyordu. Cesur bir parça daha çıkardığından tekrar inledim.

Canımı bu kadar yakacak kadar derine nasıl saplanmışlardı! Bu sırada kulağıma hâlâ o rahatsız edici sirenin sesi geliyordu. İrileşmiş gözlerle diğerlerine baktım. Konsey üyeleri camların önünde kaldığından en çok zararı onlar görmüştü.

Hepsinin üstü başı cam parçalarıyla doluydu bazı yerlerini kesmiş olmalıydı ki pelerinlerinde kanlar vardı. Hepsi oturduğu yerden kalkmış aşağı gelmişlerdi. Kutay yaralanmış olmasını umursamadan yanındaki askerlere emirler yağdırıyordu. Diğer üyeler ise bir araya toplanmış birbirilerinin yaralarına bakıyor sanki başka bir şey olacakmış gibi tetikteydiler.

Ama asıl tuhaf olan camların kırılmasına sebep olan şeyin ortaya çıkmamasıydı. Yalnızca camlar kırılmıştı ondan sonra hiçbir şey olmamıştı. Bu ne anlama geliyordu? Bütün bu olanlarda neydi? Kendi sorularımla boğuşurken yanımıza Korel gelmişti.

"Siz iyi misin?" Diye sorunca yalnızca kafamı sallamakla yetindim, Cesur bir tepki vermemişti. Kısaca Korel'e bakınca üstündeki altın rengi pelerini çıkarmış normal kıyafetlerle durduğunu gördüm.

Kollarında ve yüzünde kesikler vardı. Ve sanırım sırtında da vardı. Bütün bu yaralara rağmen yüz ifadesi sertti. Hâlâ kollarımdan cam parçası çıkarmaya devam eden Cesur'a hitaben konuştu.

"Bununla vakit kaybetme. Onu buradan çıkar ve revire götür. Kendine de baktırmaya es geçme." Cesur bir an bir şey söyleyecek gibi olsa da sonradan sadece olumlu anlamda kafasını salladı. Korel yanımızdan ayrılıp diğerlerine katılırken Cesur bana baktı.

"Yürüyebilecek misin?" Yine bir şey demeden kafamı salladım. Sonra Cesur ile birlikte savaş alanına dönmüş odayı terk edip askerlerle kaynayan koridorda ilerlemeye başladık. Bu sırada nihayet o sinir bozucu siren susmuştu. Yürürken canımın yanmasıyla gözlerim bacaklarıma kaydı.

Cam kırıklarının orada da olduğunu görünce sıkıntıyla nefes verdim. Umarım iz bırakmazlardı. Cesur'da fark etmiş olmalı ki yüzü buruştu. "Bacakların ne halde ben seni yürütüyorum." Beni kucağına almaya çalışınca hızla geri çekildim.

"Sende yaralısın Cesur beni taşıyacak halde değilsin." Sonunda sesim bana geri dönmüştü. "Bana bir şey olmaz sen daha önemlisin. İzin ver revire kadar taşıyım seni." Kızgınca yüzüne baktım. "Saçmalama, olmaz Cesur! Hem ben yürüyebilirim. O kadarda güçsüz biri değilim ben."

"Hera bunun güçsüz olmakla bir alakası yok. Canın yanıyor bırak da acını hafifleteyim." Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Hayır olmaz, beni taşırken sen zarar görürsün. Yürürüm ben, sorun değil." Kızgın bir ifadeyle yüzüme baksa da ne kadar kararlı olduğumu görünce yenilgiyle nefesini dışarı verdi.

"Peki tamam inatçı kadın. Ama yavaş yürü, daha fazla zarar görmesin bacakların." Kafamı sallayıp yavaşça yürümeye başladım. Cam kırıkları tenimi acıtsa da bir tepki vermemeye özen gösterdim. Yan gözle Cesur'a bakınca kollarından süzülen kanları fark ettim.

O benim için endişeleniyordu ama en az benim kadar oda zarar görmüştü. Bir de kolları bu haldeyken beni taşımaya kalkmıştı, inanılır gibi değildi. Dudaklarımı birbirine bastırıp hissettiğim acıyı görmezden geldim.

Cesur'a, "Sen iyi misin? Canın yanıyor mu?" Dedim. Kollarına kısaca baktı. "İyiyim ve canımda yanmıyor. Sadece birkaç kesik işte." Kestirip atmasına şaşkın gözlerle baktım. Kendi yaralarının onun için bir önemi yokken o daha çok benim için endişelenmişti. "Sadece kolların mı yaralandı?"

Gördüğüm kadarıyla başka bir yerinde bir sorun yoktu. Ama beni korumak için üstüme kapanmışken sırtı zarar görmüş olabilirdi. Sırtına bakmaya çalıştığımda bir şey göremedim. "Evet, sadece kollarım." Cesur'da aksini göstermeyen bir cevap verince içim rahatladı. Bundan sonra sessizce revire ilerledik.

Revir diğer koridordaydı. Revirin kapısının önüne gelince Cesur kapıyı açıp içeri girmeme izin verdi. Masada oturan kadın doktor ve 2 tane hemşire geldiğimizi görünce hemen ayağa kalkmıştı. Onlarda ne olduğu anlamamış olmalı ki şaşkınca yüzlerimize bakıyorlardı. Oysa siren sesini duyduklarına emindim herhalde onlara haber gelmeden hareket etmiyorlardı.

Cesur, "Konsey salonuna saldırı oldu. Konsey üyeleri yaralandı. Bir kişi burada kalıp Hera ile ilgilensin diğerleri oraya gitsin. Ve tesisteki doktorlar ile hemşireleri de buraya çağırın," dedi. Kadın doktor diğer hemşirelere baktı. "Siz gidin ben burayla ilgilenirim."

İki hemşire odadan çıkarken doktor bana baktı. "Sedyeye oturur musunuz?" Dediğini yaparak odada bulunan sedyelerden birine oturdum. Doktor eldivenlerini takarak karşımda durdu. Siyah gözleri bedenimde dolandı.

"Cam kırıklarını çıkaracağım, biraz acıyabilir." Sakince kafamı salladım. Bu sırada Cesur hemen yanımda duruyordu. Doktor kollarımdaki cam kırıklarını çıkarmaya başladı. Canım acısa da sadece yüzümü buruşturmakla yetindim. Doktor kollarımdaki cam kırıklarını çıkardıktan sonra pansuman yaptı.

Neyse ki dikiş atılacak kadar derine girmemiş. Sıra bacaklarıma gelince onları da teker teker çıkarıp pansuman yaptı. Benimle işi bitince eldivenlerini değiştirdi. Kollarıma ve bacaklarıma baktım. Resmen mumyaya dönmüştüm.

Başından beri sessizce yanımda duran Cesur'a baktım. "Sıra sende, gel hadi." Sedyede yana kayıp ona yer açtım. Bir şey demeden oturunca doktor yeni bir çift eldiven takıp bu sefer Cesur'un kollarındaki parçaları çıkarmaya başladı. Cesur bu süre zarfınca sessizce oturup bana bakmakla yetindi.

Bende sessizdim. Az önce başımıza gelenleri düşünüyordum. Neden böyle olmuştu, anlamamıştım. Saçma sapan bir durumun içine düşmüştük. Olanların mantıklı bir açıklaması var mıydı orası bile şaibeli. Doktorun Cesur'la işi bitince eldivenlerini çıkardı.

"Siz burada dinlenebilirsiniz. Ben konsey salonuna gidip kontrol edeyim," dedi ve sonra revirde bizi yalnız bıraktı. Derin bir nefes alıp Cesur'a baktım. Onunda kolları sarılmıştı. İkimizin bu hali beni güldürdü. Cesur güldüğümü görünce sorgulayıcı bir ifadeyle baktı.

"Neden gülüyorsun?" Omuz silktim. "Neden gülmeyim?" Kollarımı havaya kaldırıp indirdim. "Şu halimize bak mumyaya döndük." Bana hak verircesine kafasını salladı. "Öyle," dedi ve konuşmaya devam etti.

"Ama merak etme bir iki güne hiçbir şey kalmaz. Hiç yaralanmamış gibi olursun." Ah, doğru ya oyunbazların bedeni hızlı iyileşiyordu. Düşünceyle gözlerim kısıldı. Fark ettim de ben bir yerimi kestiğim zamanlarda birkaç günde hemen iyileşiyordu. Öyle pek hastada olmazdım.

O zamanlar bunu bünyemin güçlü olmasına yorardım ama şimdi anlıyordum. Bedenimin hızlı iyileşmesi ya da virüslere karşı dayanıklı olması oyunbaz olmamla ilgiliymiş. Bu iyiydi, bedenimde kesik izlerinin kalmayacak olması beni rahatlattı.

"İlk defa bu kadar çok yara aldım. Küçükken oyun oynarken yere düşüp dizimi kanatmak ya da küçük el kesikleri dışında bir darbe almamıştım. Tuhafmış." Cesur dizimin üstündeki elimi tuttu. "Buna rağmen acıya iyi dayanıyorsun." Kırıkça tebessüm ettim.

"Acının en kötü halini tattım da ondan." İç çektim. "Yine de fiziksel acıyı tercih ederdim. En azından o belli bir zamandan sonra geçiyor. Ama diğeri hep hissediliyor, geçmiyor." Yutkundum. Kelimeler ağzımdan çıkarken zorlanmıştım. Kafamı Cesur'un omzuna yasladım.

Dediklerime karşılık bir şey söylememişti. Bu iyiydi. Çünkü şu an sadece susup oturmak istiyordum. Konuşacak kelimem, dilimde tüy kalmamıştı... Ne kadar süre, kaç saat geçmişti bilemiyordum ama mayışmış bedenimi canlandıran revir kapısının açılması olmuştu. Kapının ardında Kutay ile benim türümden olan Lamia'yı görünce kafamı Cesur'un omzundan kaldırdım ama ayağa kalkmadım, kalkabileceğimi de sanmıyordum.

Hızlıca mavilerim Lamia'yı inceledi. Yüzünde birkaç çizik vardı. Kollarından teki ise sargılıydı. Onun haricinde benim gördüğüm kadarıyla başka bir hasarı yoktu. Gözlerim bu sefer Kutay'a kaydı. Onunda yüzünde birkaç çizik vardı. Kolları sargıda değildi ama kesikleri vardı. Anlaşılan giydikleri pelerinler onları azda olsa koruyabilmişti.

İkiside karşımıza dikilince Kutay'ın endişeli açık yeşilleri yeğeninde dolanmıştı. O Cesur'a nasıl olduğunu sorarken Lamia ise elini benim omzuma koyup hafifçe gülümsemişti. "İyi misin Hera?" dedi. Gözleri endişeyle parlamış, üstümde dolanmıştı. "Evet iyiyim," dedim.

Sonra, "Peki siz?" diye sordum. Gülümsedi. "İyiyim. Hepimiz iyiyiz, neyse ki ufak sıyrıklarla atlattık." Ya sen onu bir de benim bedenime sor! Elbise giymenin zararları... Kutay ile Cesur'un konuşma seslerini duysam da odaklanmadığım için neyden söz ettiklerini bilmiyordum.

Lamia'ya baktım. Belki o zihnimi kemiren sorulara cevap bulurdu. "O saldırının neyden kaynaklandığını öğrenebildiniz mi?" Soruyu aslında Lamia'ya sormuştum ama Kutay cevaplamıştı. "Daha kimlerin yaptığı belli değil. Ama tahmin etmekte zor değil."

Kaşlarım çatıldı. Kimlerden bahsettiğini anlayabiliyordum. "Skiá oyunbazlarından mı şüpheleniyorsunuz?" Emin olmak için bunu sormuştum. Bu sefer ki sorumu Lamia cevapladı. "Evet, yüksek ihtimalle onlar."

"İyi ama neden? Neden saldırmak için bugünü buldular? Ya da neden sadece camların kırılmasına sebep olup gittiler?" Zihnimin duvarlarını kemiren soruları dışa vurmuştum. Kutay sıkıntılı bir nefes aldı. "Belli olmuyor mu kızım?"

Deyince kafamı aşağı eğdim. Belli oluyordu, hem de çok fazla. "Benim yüzümden. Bugün burada olacağımı biliyorlardı." Cesur hemen itiraz etti. "Kendini suçlama. Senin yüzünden olduğu ne malum? Onların bize saldırması için bir sebepleri ya da belirli bir günleri yok. Tamamen tesadüf olabilir."

Cesur ne derse desin her şey ortadaydı. "Bence asıl yoğunlaşmamız gereken sorular; eğer Hera burada olduğu için bunu yaptılarsa neden yaptıkları, Hera'dan ne istedikleri, hatta Hera'nın oyunbaz olduğunu nasıl öğrendikleri olmalı," dedi Lamia.

Dedikleri ile olduğum yerde titredim. Haklıydı. Ve bunu her kim yaptıysa benimle gerçekten bir sorunu olmalıydı. Kutay gözlerimin içine baktı. Ve şöyle dedi. "Sen her kimsen ya çok önemli biri olmalısın ya da ortadan kalkması gereken biri." Dedikleri beni düşündürdü.

"Ortadan kalkması gereken biri olsaydım bunu çok daha önceden yapmazlar mıydı?" Lamia ve Cesur sessizliğini korurken Kutay tekrar konuştu. "O zaman geriye tek bir seçenek kalıyor. Ve bu durumu açıklıyor." Açık yeşilleri bilgelikle parladı.

"Sen Hera onlar için hem bir tehdit hem de önemli olmalısın. Bu yüzden muhtemelen senin bizim tarafta olmanı istemiyorlar. Çünkü bu saldırı bir uyarıydı."

 

 

 

♠️♠️♠️

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Bölüm : 26.09.2024 11:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...