
♠️♠️♠️
Genellikle yaşam boyunca başımıza tahmin bile edemeyeceğim türden olaylar gelirdi. Bunlara bir anlam yüklemeye çalışır hep bir neden arardık. Çoğunlukla bulurduk da ama bazen öyle olmazdı.
Ne kadar nedenini sorsak bir o kadar soru birikirdi. Ve bu soruların bir cevabı bulunmazdı. Bize kalan tek şey zihnimizin duvarlarını kemiren soruların rahatsız edici hissi kalırdı.
Tam şu an öyle hissetmekten geri duramamıştım. Çünkü sorularıma verebileceğim bir cevap yoktu. Neden demeye bile çekiniyordum. Ama gerçekler acıtırdı, onlardan kaçamazdık. Bu yüzden sormamam gerektiğini bildiğim o soruyu sordum.
"Neden? Onlar için önemliysem neden beni ailemden ayırdılar? Onlar için nasıl bir tehdit olabilirim ki?" Yüzüm acıyla buruştu.
"Ve siz bu söylediklerinizden nasıl emin olabiliyorsunuz?" Çaresiz ve cevap bekleyen gözlerimle Kutay'a bakmayı sürdüm. Cesur tuttuğu elimi yanımdayım der gibi sıkmıştı. Lamia sessizce duruyordu. Kutay ise gözlerime bakmayı sürdürüyordu ama bir şey demiyordu. Birkaç saniye sonra dudakları aralandı.
"Olanlar üzerinden bir tahmin sadece kesinliği yok ama gerçek olması en muhtemel fikir bunlar gibi duruyor." Sustu ve boğazını temizledi. Bu cevap beni tahmin etmemişti. Sinirle, "Saçmalık," dedim. "Onlar için önemli olsaydım beni bırakmazlardı. Tehdit olsaydım ise çoktan işimi bitirirlerdi. Bu işte başka bir şey var."
Kafam allak bullaktı. Daha hangi oyunbazlara ait olduğumu bilmezken bu yaşananlar düşüncelerimin oradan oraya savrulmasına neden olmuştu. Etrafımda benim anlayamadığım türden birtakım olaylar gerçekleşiyordu. Ve ben onları öğrenmek için her şeyi yapacaktım!
"Resme bir taraftan bakma kızım. Bütüne bakınca her şey daha anlam kazanır," dedi Kutay ve devam etti. "Hem önemli hem tehdit olmak mümkün." Kaşlarım çatıldı. "Nasıl?" Dedim büyük bir şaşkınlık içerisinde. "Nasıl olduğunu kendi hakkındaki gerçekler gün yüzüne çıktığı zaman anlayabilirsin." Kutay elini omzuma koydu.
"Sen zeki bir kadınsın. Bugün olanların öylesine olmadığını biliyorsun. Eminim sorularının cevaplarını da bulabilirsin. Benim sana tek tavsiyem bizim dünyamızda her şeyin gerçekleşebileceğini söylemem olacak. Çünkü bizim dünyamızda oyunlar çok modadır. Sende bir oyunun içindesin, dikkatli ol," dedi ve kapıya ilerleyip revirden çıktı.
Arkasından şaşkınca ve çaresizce baktım. Dudaklarım aralanmıştı onları sıkıca birbirine bastırdım. Anlayamıyordum, hiçbir şeyi anlayamıyordum! Benim fark edemediğim şey neydi? Lamia'nın eli tekrar omzuma konunca mavilerimi kapıdan ona çevirdim.
Hafifçe tebessüm ediyordu. "Heracığım bu başımıza gelenlerden kendini sakın sorumlu tutma. Yalnız bunun seninle alakalı olduğunu bil, ona göre davran." Nefeslenip devam etti. Olgun yüzünde yorgunluk vardı.
"Ve belki Kutay'ın dedikleri sana inandırıcı gelmemiş olabilir ama o aramızdaki en iyi gelecek okuyanlardandır ve çok az bilenen bir yeteneğini var. Sadece birinin gözlerine bakarak görür ona gösterilen simgeleri. Eğer senin hakkında bir şey diyorsa şayet bir bildiği vardır. Kesin mi diye sorarsan da sadece şunu diyebilirim; gelecek şekle sokulabilir yeter ki bir zanaatkârın ellerine sahip olmasını bil."
Bana ne demek istediğini anlamıştım. Elini omzumdan çekip çenemin altına yerleştirdi. Sever gibi okşadı. "Bu arada saldırı yüzünden kararımızı da açıklayamamıştık, açıklasam iyi olur. Hera, oy birliği ile seni Pansélinos oyunbazları arasında görmeyi istiyoruz. Eminim ki bize çok yarar sağlayacaksın."
Duyduklarıma sevinmem gerekiyordu ama olanlardan sonra yalnızca gülümseyebildim. "Teşekkür ederim," dedim. Çenemi son kez okşayıp elini çekti. "Birkaç gün dinlen. Gelecek hafta Cesur seni tesise getirsin. Sana özel olarak hızlandırılmış bir eğitim vereceğiz en azından yetenek eğitimin için
. Senin durumun biraz farklı olduğundan eğitimi ben ve Korel vereceğiz, böyle uygun görüldü. Diğer eğitimlerine gelirsek ise dövüş ya da silah kullanmayı öğrenmek gibi onları da tesiste görmeni uygun gördük. Hatta bu süre zarfınca tesiste kalmalısın." Ben daha tepki veremeden Cesur vermişti.
"Neden tesiste eğitimlerini görmek zorunda? Ona ben fiziksel eğitimlerini verebilirim. Bize sadece bir eğitmen beden okuyan gönderseniz yeterdi. Tesiste kalmasını da doğru bulmuyorum." Lamia gözlerini Cesur'a çevirdi.
"Buna bir tek ben ya da sen karar veremezsin Cesur. Konsey böyle uygun gördü ve öyle olacak. İtiraz kesinlikle kabul edilmeyecek. Hem emin ol Hera tesiste daha iyi olacak. Özellikle bugün olanlardan sonra güvenlik önlemleri 2 katına çıkacakken bu yüzden endişelenme."
Cesur'a bakınca çenesinin kasıldığını gördüm. "Hera'nın eğitimini yalnızca sen versen olmuyor mu?" Lamia bezgince nefesini dışarı bıraktı.
"Hayır. Çünkü her zaman Hera'nın başında olamam. Unuttun mu Cesur hepimizin kendine ait görevleri var onları yerine getirmemiz gerekiyor. Yani benim işim olduğu vakitlerde Hera'yı Korel eğitecek, onun işi olduğunda da ben. Böyle uygun görüldü."
Cesur memnun olmamış bir ifadeyle yüzünü buruşturdu. "Fiziksel eğitimini kim verecek?" Cesur'un beni benden bile çok düşünmesi çok hoşuma gidiyordu. Ama onun zihnini kemiren o konuyu çok iyi biliyordum. Bu soruları neden sorduğu gibi.
"Ares verecek." Cesur duyduğu isim ile ağzının içinde lafı geveledi. Ama çok sessiz konuştuğu için ne dediğini duyamadım. Ne yani oda Korel gibi bir sorun muydu yoksa sadece erkek olduğu için miydi? Cesur son zamanlarda çok kıskanç davranmaya başlamıştı sanki?
"Bunu bilerek mi yapıyorsunuz?" Lamia şaşkınca gözlerini kırpıştırdı. "Oda nereden çıktı?" Dedi. "Bilmem belki aramın iyi olmadığı kuzenimi Hera'nın eğitmeni yaptığınız içindir." Bekle, ne? Lamia ellerini beline yerleştirip Cesur'a kızgınca baktı.
"Bana bak genç adam. Senin Ares ile sorunun konsey üyelerini ilgilendirmiyor. Ama seninle yengen olarak konuşursam, Ares ile olan sorunu bir an önce çözmeni öneririm. Amcan ikiniz yüzünden zaten sıkkın daha fazla sorun istemiyorum."
Gözlerim bir Cesur'a bir Lamia'ya baktı. Ne olduğunu ilk başta anlayamasam da sonradan kafama dank etti. "Siz Kutay Bey'in eşi misiniz?" Kızgın gözleri sakince bana baktı. Gözlerindeki kızgınlık geçerken hafifçe gülümsedi. "Bu şapşal oğlan sana bizden hiç bahsetmedi değil mi?"
Kafamı yavaşça iki yana salladım. Lamia onaylamaz gözlerle Cesur'a baktı. Cesur ise omuz silkmekle yetinmişti. "Oysa o bize senden çok bahsetmişti. Her neyse... evet Kutay'ın eşiyim, Cesur'un yengesiyim ve Ares dediğimiz kişi ise oğlum."
Gülümsedim. "Garip bir tanışma olsa da memnun oldum," dedim. Güldü. "Olsun, başka zaman daha iyi bir şekilde tanışırız." Kısaca ikimize baktı. "Bana başka sorunuz yoksa gitmeliyim."
"Hayır yok, teşekkürler," dedim yoksa Cesur farklı soruları ile Lamia'yı canından bezdirirdi. "O halde haftaya görüşürüz." Gülümsemekle yetindim. Oda arkasını dönüp revirden çıktı. Yine Cesur ile tek kalınca başımı omzuna yasladım.
"Üzgünüm, böyle hayal etmemiştim." Kaşlarım çatıldı. "Neyi böyle hayal etmemiştin?" Sıkıntıyla soludu. "Bugün saldırı olmasını ve tesiste eğitim görüp orada kalmanın şart koşulacağını öyle hayal etmemiştim." Gülümsedim ama o bunu görmedi. "Nasıl hayal etmiştin peki?"
Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. "Herhangi bir saldırı olmadan konseyin kararının olumlu olduğunu ve sonra seni oyunbazlar çete evinde kendim eğiteceğimi hayal etmiştim. Tesis hesapta yoktu. Amcama seni kendim eğitmek istediğimi söylemiştim oysa ki."
Sinirle soludu. "Bilerek yapmış olmalı." Güldüm. "Önemli değil. Benim için sorun değil. İlk başta zor olur ama alışırım. Sen beni merak etme." Elini uzatıp baş parmağıyla yanağımı okşadı.
"Keşke o dediğin o kadar kolay olabilseydi. Çünkü benim seni düşünmediğim, merak etmediğim bir an bile yok gece mavisi. Bu yüzden merak etme deme, ederim." Gözlerim usulca tamamen kapandı.
♤●♡●♧
Saçlarımın arasında gezinen parmaklar beni uykunun kollarından alıp bilinç kazandırmıştı. Gözümün önündeki siyah perde yavaşça aralanırken uzandığım yumuşak zeminde rahatsızca kıpırdadım.
Bu saçlarımdaki parmakların hareketini kısa bir anlığına kesse de saçlarım arasında gezintilerine devam ettiler. Siyah perde gözümün önünden tamamen kalkınca göz kapaklarımı birkaç kez kırpıştırdım. Bilincim tamamen yerine gelince mavi gözlerim daha deminden beri saçlarımı okşayan parmakların sahibini aradı.
Sağ tarafımda yanıma gövdesi yan şekilde uzanmış, saçlarımla oynayan kişi Cesur'du. Açık yeşilleri uyandığımı hissetmiş gibi saçlarımdan yüzüme indi. Gül kurusu dudakları yukarı kıvrıldı. "Günaydın uykucu gece mavisi."
"Günaydın." Esnemem gelince elimle ağzımı kapadım. Sonra yattığım yatakta Cesur'dan tarafa yan şekilde döndüm. Bir kolumu başımın altına aldım. "Neredeyiz biz?" Odaya bakmamıştım ama tanıdık olmadığını yabancı gelen bir kokudan anlamıştım. Cesur hâlâ parmaklarıyla saçlarımla oynamaya devam ederken sorumu yanıtladı.
"Hâlâ konsey binasındayız. Sen omzumda uyuduktan biraz sonra amcam geri geldi. Ben seni ne kadar götürmek istesem de dışarısının hâlâ tehlikeli olabileceğini ve odasında kalabileceğimizi söyledi. Bende seni uyurken buraya taşıdım... Dinlenebildin mi?"
Evet anlamında kafamı salladığımda yüzüme eğilip burnumun ucunu öptü. Kıpırdayıp biraz daha ona sokuldum. "Sen uyudun mu peki?" Kafasını iki yana salladı. "Seni izlemek daha cazip geldi."
Dudaklarım yukarı kıvrılırken parlayan gözlerine baktım. Ardından arkasındaki camdan havanın kararmış olduğunu fark ettim. Şaşkınlıkla, "Saat kaç?" Dedim. Kolundaki saate bir bakış attı.
"8 olmuş." Gözlerim irileşti. "Ben kaç saat uyumuşum?" Misafir odasındayken duvara asılı saatin 13:50 olduğunu gördüğümü hatırlıyordum. "5-6 saat sanırım." Cesur cevap verince bunu düşünmeyi kestim. Ona biraz daha yaklaşıp alnımı göğsüne yasladım.
Boştaki kolu belime dolandı. Parmakları saçlarımdaydı. "Nasıl hissediyorsun?" Gözlerimi kapattım. "Normal," dedim. Ama işin aslı nasıl hissettiğimi bilmiyordum. Birisi bütün sinirlerimi benden almış gibiydim. "Buradan gitmek ister misin? Seni evine bırakayım biraz kafa dinlersin."
"Evet, olur. Sen peki, beni bıraktıktan sonra oyunbazlar çetesi evine mi gideceksin?"
"Bilmem, yanında kalmamı istersen gitmem." Alnımı göğsünden çekip yüzüne baktım. "Sanırım biraz daha görevinin başına geçmezsen Pamir seni topa tutacak." Kıkırdadım. "İyi alıştın beni bahane edip görevlerini yerine getirmemeye." Alınganca yüzüme baktı.
"Yanında olmamı istemiyor musun?" Gülerek elimi yanağına koyup okşamaya başladım. "İstiyorum elbette, hem de sonsuza kadar yanımda olmanı istiyorum. Ama ikimizin de kendi hayatı ve sorumlukları var. Benim yüzümden bunları aksatmanı istemiyorum."
Şirince gülümsedim. "Yani sevgilim görevinin başına dönsen iyi olur. Eminim sensiz birkaç gün geçirebilirim. Sende bu sırada aksattığın görev açığını kapatırsın."
"Şu an kendimi kışkışlanıyormuş gibi hissettim. Ne oldu Hera Hanım benden sıkıldınız mı?" Ona ciddi misin der gibi bakıp güldüm. "Elbette öyle bir şey söz konusu bile olamaz. Bence sen temelleşmeye başladın ondan beni bahane ediyorsun."
"Yok öyle bir şey."
"Emin misin?" Bezgince soludu. "Pekâlâ, pekâlâ. Senin dediğin gibi olsun." Zaferle sırıttım. "İyi, o halde şimdi gidelim buradan." Cesur'dan biraz uzaklaşıp yataktan kalktım. Kırışmış elbisemi elimden geldiğince düzeltip komodinin üstünde duran çantamı aldım.
Sargılı kollarıma ve bacaklarıma sevimsiz bir bakış atıp ayağa kalkmış Cesur'un yanına ilerledim. Birlikte odadan çıktıktan sonra koridor boyunca ilerledik. Lobi gibi yere gelince kapıya doğru ilerledik. Arkamızdan genç kadın danışman seslenince durmak zorunda kaldık.
"Cesur Bey!" İkimizin de bedeni arkamızda kalan danışman kadına dönmüştü. Cesur, "Ne vardı?" dedi. "Kutay Bey, gitmeden önce onu görmenizi istemişti. Kendileri şu an Lamia Hanımın odasında." Cesur yan gözle bana baktı.
"Beni biraz burada bekleyebilir misin? Hemen gidip geleceğim." Olumlu anlamda kafamı salladım. "Elbette, sen git hadi." Alnımı öptü ve geldiğimiz koridora geri gitti. Bende danışmanlardan ve güvenliklerden uzak bir tarafa ilerleyip sırtımı büyükçe bir kolona yasladım.
Kollarımı birbirine bağladım bu biraz kesikleri sızlatsa da görmezden gelebilecek kadar az acıya sahipti. Ve sonra düşünmeye başladım. Bugün olanları, geçmişte olanları ve gelecekte olacakları. Kutay bana onların dünyalarında oyunların moda olduğunu söylemişti.
Bunu adlarından bile anlayabilirdim ama oynanan oyunu o işte zordu. Acaba çok mu büyütüyordum? Belki de ne benim düşündüğüm gibiydi ne de Kutay'ın? Farklı bir şey vardı belki? Eğer öyleyse bile benim bir şekilde öğrenmem gerekiyordu.
Ama ilk olarak yapmam gereken nereden başlayacağımı bilmem gerektiydi. Hastane kayıtlarından hiçbir şey çıkmamıştı. Ama o videodaki adam... işte onu bulmalıydım. O beni gerçeklere ulaştıracaktı. Yine de içimden bir ses hiçbir şeyin göründüğü bile olmadığını fısıldıyordu.
Yalnızca birkaç dakika geçmişken yanımda bir gölge belirince daldığım düşüncelerden koparıp alındım. Kafamı yerden kaldırıp gölgenin sahibine bakınca görmeyi en son beklediğim kişiyle, Faris ile karşılaştım. Kaşlarım çatılırken o konuşmaya başladı. "Pansélinos oyunbazlarına kabul edildiğini öğrendiğini varsayıyorum?"
Evet dercesine kafamı salladım. "İyi, o halde şimdi beni dinle küçük kız," dedi ve öfke barındıran siyah gözleriyle gözlerimin içine baktı.
"Senin kim olduğunu bilmiyorum, amacın ne onu da bilmiyorum. Ama eğer buraya sokulan bir ajan olduğunu öğrenirsem seni kendi ellerimle öldürürüm. Cesur'u kandırabilirsin ama beni asla. Gözüm hep üstünde olacak tek bir yanlışın sonunu getirir." Mimiksiz bir ifadeyle yüzüne baktım. Ardından derin bir nefes aldım. Öfkeli gözleri hâlâ üstümdeydi.
"Beni bu kadar ciddiye almanız garip. Oysa ben sizin, beni yalnızca küstah ve küçük bir kız olarak gördüğünüzü sanıyordum." Dudaklarım yukarı kıvrıldı. "Beni bu kadar ciddiye almanız gerçekten hoşuma gitti."
Küstahlığı ve açık sözlülüğü hep birbirine karıştırırlardı. Sizin saygınızı bozmadan söylediğiniz her cümle karşı tarafın zoruna gittiği için hep küstahlık diye algılanırdı.
Oysa buradaki sorun söylenen cümle yerinde ve doğru olsa dahi karşı taraf karşısından hoş görünmemesi belki de onu rahatsız edecek olmasıydı. Öyle olunca da küstah damgasını yiyordunuz. Bu yüzden söylediğiniz kelimeler bazılarının onayını alırken bazılarının almazdı. Aslında bütün mesele söylediğiniz cümlenin o kişi için ne anlam ifade ettiydi.
Mesela bir işçi; bir iş adamına sen işçilerine az para verip insanlardan para çalıyorsun diyor. Bu iş adamı için hoş görülmeyecek bir cümleydi. İşçinin bu cümlesine karşı ona küstah diyebilirdi. Ya da benimle nasıl bu şekilde konuşabilirsin, maaşını ben veriyorum diyebilirdi.
Öte yandan bu cümle işçiler ve insanlar için doğru ve haklılık payı olan bir cümle olurdu. İşte olay buydu, cümlenin kim için ne ifade ettiğiydi... Sanırım benim dediklerimde Faris için aynı etkiyi yaratmıştı.
Ona göre ben küstahtım, altını çizerek tekrarlıyorum ona göre öyleydim. Ve galiba az önce dediklerimi de küstahlık olarak algıladı. Siyah gözlerinden çıkan alevler bunu gösteriyordu. Birden sargılı kolumu kocaman eliyle tutup sıkınca hissettiğim acı ile dişlerimi birbirine bastırdım. Yüzüm buruşurken kolumu kendime çekmeye çalıştım ama bırakmıyordu.
"Hâlâ küstahsın. Benimle konuşurken sözlerine sahip çık." Öfkelenmeye başlarken gözlerim kısıldı. Acaba şu adamın üstüne Asi'yi salsam nasıl olurdu? "Dediklerimde herhangi bir küstahlık olduğunu sanmıyorum. Lütfen açık sözlülüğü, küstahlık ile karıştırmayın."
"Öyle mi? Demek açık sözlülük? Ama dikkat et küçük kız fazla açık sözlü olmakta iyi değildir." Sinirle gülümsedim. "Susmaktan ya da yalanlar dizmekten daha iyidir." Yüzümü yaşına göre iyi halde olan yüzüne yaklaştırdım.
"Belki size susmanın doğru olduğu öğretilmiş ama susmak yalnızca bir prangadır. Kelimeleri özgür bırakmanızı öneriyorum. Kelimeler bizi anlamlı kılar." Kolumu sertçe kendime çektim yanından geçerken omzuna sertçe vurdum.
Cesur hâlâ ortalarda olmadığı için danışman kızların masasına ilerledim. Genç olanı görmezden gelerek daha olgun kadına baktım. "Suyunuz var mı acaba?" Kafasını bilgisayar ekranından kaldırıp bana baktı. "Yanımda yok ama hemen getirebilirim."
Gülümseyip minnetle baktım. "Çok iyi olur," dediğimde kadın yerinden kalkıp soldaki koridora ilerledi. Ellerimi masanın üstüne koyup hafifçe öne eğildim ve genç kadına baktım. "Deminden beri gözlerini üstümden ayıramadın. Bir sorun mu var?"
Yakalanmanın verdiği utançla yanakları kızardı. Onun yaslandığım kolonda öylece dururken çaktırmadan bana baktığını hissetmiştim hatta Faris ile olan konuşmamızı duymamış olsa bile görmüştü. "Kötü bir niyetim yoktu, affedersiniz." Dudaklarımı büktüm.
"Sana kötü bir niyetin var mı diye sormadım. Bir sorun mu var diye sordum. Evet ya da hayır deseydin yeterdi." Gözlerini kırpıştırıp yerinde rahatsızca kıpırdandı. "Hayır, sizinle bir sorunum yok." Gülümsedim.
“Olamazda zaten." Ellerimi masadan çekip bir adım geriledim. Birkaç saniye sonra ise diğer kadın geldi ve elinde tuttuğu küçük cam su şişesini bana uzattı.
"Çok teşekkür ederim," dedim ve suyu elinden alıp onlardan uzaklaştım. Faris'in ortadan kaybolduğunu görünce tekrar gidip o kolona yaslandım. Şişenin kapağını açıp birkaç yudum su içtim. Biraz sonra Cesur yanıma geldi.
Ve birlikte konsey binasından çıkıp arabaya bindik. Araziden de ayrılınca kafamı cama yaslayıp yan tarafımda ileriye uzanan çiçek tarlasını izlemeye başladım. Cesur'un bana baktığını hissetsem de dönüp ona bakmadım.
Mavilerim ay ışığı ile aydınlanmış çeşitli çiçekleri izliyordu. "Bu tarla Pansélinos oyunbazlarına ait. Bir gündüz vaktinde seni gezdirmek isterim." Kafamı camdan ayırıp Cesur'a baktım. "Bir çiçek tarlası oyunbazların ne işine yarıyor olabilir ki?" Cesur sorum ile güldü.
"Sadece çiçek tarlası değil. Sebze ve meyve tarlalarımız bile var. Bu bölgede bulunan her bir tarla ve konut bize ait. İnsanların yanımıza yaklaşmaması için bir önlem olsa da aynı zamanda o tarlalardan elde edilen mahsuller satılıyor. Asıl gelir kaynaklarımız madenlerden gelse de bunlarda ek gelir oluyor."
Çiçek tarlasını ve diğer tarlaları anlamıştım ama madenler? "Madenleriniz mi var?" Arabayı sağ taraftaki yola soktu sonra bana baktı.
"Evet, altın ve elmas. Antiliá (Parıltı) ülkesinden elmaslar çıkarılıyor. Altın ise Chrysós (Altın) ülkesinden çıkarılıyor." Şaşkınlıkla ağzım aralandı. "O ülkelere kadar kolunuz uzun yani?" Güldü. "Hera, zaten ırkımız o ülkelerden bütün dünyaya yayıldı. Çok önceki geçmişlerden itibaren orada biz oyunbazlara ait topraklar vardı.
Bugüne kadar sahip çıktık. Kontrolleri orada yaşayan oyunbazlara ait ama madenler dünyada bulunan bütün oyunbazlara eşit şekilde dağıtılıyor. Skiá ya da Pansélinos oyunbazı olman fark etmez." Dur bir dakika...
"Ben yalnızca madenlerin size ait sanıyordum ama Skiá oyunbazları da mı pay alıyormuş?"
"Evet. Sanırım ortaklaşa karara vardığımız tek konu madenlerdir. Hatta yılda bir kez konsey üyeleri ile onların yüksek rütbeli komutanları bağımsız bir alanda bir araya gelir toplantı yapar. Bu iki tür içinde oldukça zor geçse de bir saat birbirlerine katlanıyorlar işte." İlginçti. "Anlıyorum," dedim.
Cesur bir yola bir bana bakıp gülümsedi. "İlk söylediğim şey için bir şey demedin." Kaşlarım çatıldı. "Ne demiştin? Kaçırmış olmalıyım." Ben onun ne dediğini düşünürken o beni cevapladı. "Çiçek tarlasında seni gezdirmek istediğimi söylemiştim. İster misin?"
"Neden olmasın, olur." Gülümsedi sonra yola bakmayı sürdürdü. Ben ise kafamı tekrar cama yaslamıştım. O sırada arabanın içinden bir şarkı sesi yükseldi. Sanırım Cesur açmıştı.
Gözlerimi kapatıp kendimi şarkının sözlerine bıraktım. Yaklaşık bir saat sonra Cesur arabayı evimin önünde durdurunca kafam yavaşça camdan ayrıldı. Evimi koruyan demir parmaklıklara bir bakış attım.
Gelmeyeli yıllar geçmiş gibi hissediyordum. Kafamı Cesur'a çevirince onun zaten bana baktığını gördüm. Hafifçe gülümsedim. "Bıraktığın için teşekkürler." Sırıttı. "Bence bunun için artık teşekkür etmene gerek yok." Omuz silktim.
"Lütfen ben kibar bir hanımefendim, teşekkürü asla ağzımdan düşürmem." Kıkırdayıp emniyet kemerimi çözdüm. Sonra Cesur'un üstüne eğilip dudaklarını öptüm. Geri çekilip dudaklarımı yaladım ve gülümsedim. "Sonra görüşürüz o zaman."
"Ne zaman sonra mesela?" Deyince ona anlamlı bir bakış attım. "Hm, bir düşüneyim. Sanırım beni tesise götüreceğin gün." Ciddi misin der gibi baktı. "Ne yani 6 gün seni göremeyeceğim mi?" Sesi hayal kırıklığı barındırıyordu.
"Abartma Cesur, yıllarca ayrı kalmayacağız sadece 6 güncük. Hem merak etme günler hızlı geçer." Tekrar üstüne eğilip iki elimle yanaklarını avuçladım. "Şimdi bu yüzden mızmızlanma. Görevlerini yerine getir ve iyi bir oyunbaz ol."
Yanaklarına biraz baskı uygulayınca dudakları önüne çıkmıştı, dayanamayıp tekrar öptüm. Sonra tamamen ondan uzaklaştım. "Sen ne yapacaksın peki?"
Düşünceyle gözlerim kısıldı. "Yarın sabah Ahu gelecek günümü onunla geçiririm diye düşünüyorum. Diğer günlerde bakacağız artık." Gülümseyip göz kırptım.
"Bunu bu kadar sorun etme Cesur. Telefon diye bir şey var haberleşiriz her şekilde. Ayrıca lütfen sanki hayatın her anında ben varmışım da ilk defa ayrı kalıyormuşuz gibi davranmayı kes. Biraz kendi hayatına odaklan." Bunu bütün ciddiyetimle demiştim. Son zamanlarda hep benimleydi ve kendine zaman ayıramaması hoşuma gitmiyordu.
Ondan zamanı çalıyormuş gibi hissediyordum. "Asıl sen bunu sorun etme gece mavisi. Benim hayatım zaten sen olmuşsun. Yani aslında dediğini yaparak hayatıma odaklanıyorum." Kafamı iki sallayıp güldüm. "Ah Cesur ah... bence ben gideyim artık."
"Bunu istediğimi pek söyleyemem ama sen bilirsin." Arabanın kapısını açıp ona döndüm. "İyi geceler Cesur." Arabandan inip kapıyı kapattım. Sonra elimi salladım. Cesur camı aşağı indirdi ve göz kırptı. "İyi geceler gece mavisi," dedi. Araba ile önümden hızla geçti. Çantamı koluma takarak demir parmaklı kapıya ilerledim.
Paneldeki şifreyi girip içeri girdim. Sessizce çantamdan anahtarlarımı çıkardım. Zeliş'in ya da Ali'nin beni bir mumyaya dönmüş şekilde görmesini istemiyordum. Sessizce kapıyı açıp içeri girdim. Etrafı kontrol edince mutfaktan sesler geldiğini duydum.
Hızla merdivenlere ilerleyip çifter, çifter çıktım. Odama girince derin bir nefesi dışarı bıraktım. Çantamı komodinin üstüne koyup hızla üstümdeki elbiseyi çıkardım. Sonra uzun kollu ince bir badi ve bir eşofman giydim. Saçlarımı at kuyruğu yapıp banyoda elimi yüzümü yıkadım.
Ardından aşağı mutfağa indim. Zeliş ile Ali yemek yiyordu. Zeliş geldiğimi görünce hemen ayağa kalktı. Ali'de kalkacakken oturmasını işaret ettim.
"Zeliş'im beni özledin mi?" diyerek gidip ona sarıldım. Ah, gerçekten şu an bir anne sıcaklığı çok iyi gelmişti. Sarılışıma karşılık verirken söylendi. "Deli kız seni. 2 gündür neredesin sen? Meraktan ölüp, ölüp dirildim." Geri çekilince kızgınca suratıma baktı.
"Tamam nereye gittiğini bana söylemek zorunda değilsin ama iyi olduğunu haber verebilirdin. Ya başına bir iş gelmiş olsaydı nereden bileceğiz biz bunu? Neyse ki Ahu seninle konuşmuşta sonradan bana haber verdi. Az daha senden haber alamasaydım polise gidecektim." Zeliş'in bu endişeli haline üzüldüm. "Ne desen çok haklısın. Ama bak buradayım işte."
Masaya kısaca bir bakış attım. "Masada ne kadar güzel. Çok acıktım, bana da bir tabak koyar mısın Zeliş?" Eliyle sırtımı sıvazladı. "Geç otur deli kız seni." Gülerek baş köşeye kuruldum. Ali'ye göz kırptım. "Naber Ali?"
"İyidir, senden Naber?" Zeliş tabağımı masaya koyarken gülümsedim. "Bende iyiyim." Güldü. "Ona ne şüphe. Annem hayatında biri olduğunu söyledi. O seni bu kadar mutlu ediyor sanırım?"
Olumlu anlamda kafamı salladım. "Evet hem de çok." Zeliş işlerini bitirince masaya oturdu. "Seni uzun zaman sonra bu kadar mutlu görüyorum kızım. Mutluluğun daim olsun."
"Umarım Zeliş," dedim ve yemeğimi yemeye başladım. Kısa konuşmalar dışında gayet sessiz bir yemek olmuştu. Yemeği yedikten sonra odama çıkmıştım. Telefonu elime alarak bakmayı es geçtiğim mesaj yığını ile uğraştım. Neredeyse yarısı reklam mesajıydı.
Diğer yarısı ise uzun zamandır görüşmediğim kişilerin davet mesajlarıydı. Hiçbirinin önem taşımadığını bildiğimden okuyup geçiyordum. Asıl önemli olan Gaye'deki iş telefonumdu. Bütün iş teklifleri o telefon ile yapılırdı. Telefonlara da Gaye baktığı için hep onda olurdu. Sonra bana o haber verirdi.
Bendeki kişisel olduğu için iş için kullanmıyordum hatta az sayıda kişi bu numaramı bilirdi. Her neyse... okuduğum mesajların hepsini silince gözüme okumadığım ve tanıdık birinin mesajı çarptı. Mesajın üstüne tıklayıp sohbet bölümüne girdim.
Azer Koralev: Merhaba, Hera.
Tek bir mesaj atmıştı oda buydu. Ne zaman atıldığına bakınca dün gece saatlerinde atıldığını gördüm. Biraz geç bir cevap olacaktı ama olsun.
Hera Kızılkan: Merhaba, Azer.
Onun gönderdiği mesajı taklit etmiştim. Sonra neden geç cevap vermediğimi açıklamak zorunda hissettiğim için bir mesaj daha gönderdim.
Hera Kızılkan: Mesajını daha yeni gördüm. Biraz yoğundum da.
Mesajı gönderince cevap vermesini bekledim.
O sırada birkaç gündür girmediğim sosyal medya hesaplarıma girip biraz gezindim. Saat on ikiye gelmişken telefonumdan yükselen bildirim sesiyle mesaj kısmına girdim. Azer cevap vermişti.
Azer Koralev: -Ah, bende geç saatte mesaj attığım için bana kızıp cevap vermediğini sanmıştım.
Hera Kızılkan: -Öyle şeylere pek takmam, dert etme.
Azer Koralev: -Anladım... nasılsın?
Hera Kızılkan: -İyiyim, günlerim biraz yoğun ama idare ediyorum.
-Ya sen?
Yanaklarımın içini hava ile doldurup ofladım. Azer'in nedense çekingen davrandığını hissetmiştim attığı mesajlardan ve bu beni de çekingenleştirmişti. Bakalım bu konuşmaya nereye gidecekti. Bildirim gelince mesaja odaklandım.
Azer Koralev: -Benimde zamanım yoğun geçiyor. Biraz kafa dinlemeye ihtiyacım yok desem yalan söylemiş olurum. :)
-Neyse... ben sana aslında benimle bir akşam yemeği daha yer misin diye sormak için mesaj atacaktım.
-Yer misin?
Attığı mesaja kararsız şekilde baktım. Önceden düşünmeden direkt cevap verirdim. Ama şimdi hayatımda kıskanç bir adet Cesur vardı. Özellikle son zamanlarda kıskançlığı daha da artmıştı. Ne yapacağımı bilemez halde saçlarımı kaşıdım.
Azer benim için yalnızca bir arkadaştı. Ve arkadaşım ile yemeğe çıkmakta bir sorun görmüyordum. Oflayıp yanaklarımı şişirdim. Ne oluyordu bana? Cesur'dan mı çekiniyordum? Boş versene...
Hera Kızılkan: -Yeni edindiğim arkadaşımın teklifini kıracak değilim, elbette yerim.
-Nerede ve ne zaman?
Pekâlâ, bence bu mesaj açıklayıcı olmuştur. Hem Azer'in aklında farklı bir şey varsa onu yok etmesi en mantıklısıydı.
Birkaç dakika geçmesine rağmen bir cevap gelmeyince kırıldığına ya da alındığına emin oldum. Üzgünüm Azer ama benim çok sevdiğim bir sevgilim var. Nihayet cevap verince dudağımı dişleyip mesajı açtım.
Azer Koralev: -Geçen gün gittiğimiz restoranda. Çarşamba günü, saat 19:00'da.
-Senin için uygun mu?
Yarın salıydı, Ahu ile vakit geçirecektim. Onun dışında başka bir planım yoktu. Çarşamba tamamen boştaydım.
Hera Kızılkan: -Evet, uygun. Orada görüşürüz, iyi geceler.
Azer Koralev: -İyi geceler, Hera.
♠️♠️♠️
Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.53k Okunma |
153 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |