26. Bölüm

♠️1.|25.Cevaplanamamış Nedenler♠️

Sude G.
moonlighthikayeler

 

 

♠️♠️♠️

Şafak sökülürken gökyüzü kendini gündüze teslim eder, güneş ufuktan doğmaya başlardı. Ve güneşin doğuşu ardından farklı şeyler getirirdi. Bazen güzel bazen de kötü şeyleri...

Azer ile yazışmam bittiğinde telefonu yatağa bıraktım. Sonra sıcakladığımı hissettiğimde sırtımı yasladığım yatak başlığından kaldırdım ardından ayağa kalktım. Odadaki camı açıp geniş pervaza oturdum.

Hava ılıktı ama bana çok sıcak geliyordu ve bu beni bunaltmıştı. Üstümdeki badinin yakasını çekiştirdim. Biraz camın önünde durup esen meltemin beni ferahlatmasına izin verdim.

Meltem narin hareketlerle tenimi okşarken mavilerim evimin hemen yanında bulunan sokak lambasına kaydı. Cızıldayıp, söndü sonra tekrar yandı.

Onun hizasındaki, ileriye uzanan bütün sokak lambaları kusursuz şekilde çalışırken benim evimin yanındaki yanıp sönmeye devam etti. Birkaç dakika sonra ise tamamen söndü. Mavilerimi artık çalışmayan sokak lambasından çektim.

Öylesine etrafa bakarken sokağın karşısındaki evin yan duvar kısmındaki gölgeyi fark edince kaşlarım çatıldı. Oturduğum yerde tedirgince dikleşirken gölgenin bir insana ait olduğunu anladım.

Normalde umursamazdım ama nedense bana bakıyormuş gibi hissettiğim için dikkat kesilmiştim. Sonra aklıma bugün konsey binasının ormanında gördüğüm hareketlilik geldi. O zaman da umursamamıştım ama onu gördükten yarım saat sonra saldırı patlak vermişti.

Bir bağlantıları var mıydı yoksa ben mi kuruntu yapıyordum bilmiyordum ama içimden bir ses aşağı inip bakmamı söylüyordu. Ve bu ses tabii ki de Asi'ye ait olmalıydı çünkü onun merakını hissetmeye başlamıştım.

Oysa son birkaç gündür oldukça sessizdi. Ne yapmam gerektiğini düşünürken gölgenin hareketlenmesiyle hızlıca karar verdim.

Ve hemen camdan çekilip odadan çıktım. Hızla merdivenlerden inip dışarı fırladım. Demir kapıyı açıp karşı evin duvar tarafına koştum. Gölge durduğu yerde yoktu. Geldiğimi fark edip kaçmış mıydı?

Evin çevresini aramaya başlamışken arka taraftan gelen gürültüyle tahta çitlerin üstünden atlayıp karşı evin arka bahçesine girmiş bulundum. Neyse ki burada oturan yaşlı çift çoktan uyumuş oluyordu, kolay kolayda uyanacaklarını sanmıyordum.

Sessiz olmaya özen gösterip arka bahçenin ormanlık alana bakan kısmına ilerledim. Çitlerden birisinin atlayıp ormana koştuğunu görünce arkasından hızla çitlerin üstünden atlayıp koşmaya başladım.

Zamanında jimnastik ve spor yapmadan faydalanma zamanıydı. Gölge tam önümdeydi ama çok hızlı koştuğu için onun kim olduğunu ya da neye benzediğini göremiyordum.

Işık kaynağımda yalnızca ay ışığı olunca işler daha da zorlaşıyordu. Hızımı arttırdım ama onun peşinden geldiğimi bildiği için oda hızlanmıştı.

"Hey, dur!" Ne kadar seslenmesem de beni dinlemeyeceğini biliyordum yine de şansımı denemekten zarar gelmezdi. "Dursana! Kimsin sen?" Beni kâle almaması sinir bozucuydu. Bir şey yapmam gerekiyordu. Kısa bir an duraksayıp etrafıma baktım.

Sonra orman yolundan çıkıp yan tarafa saptım ve hızımı arttırdım. Biraz ilerde iki yolu birleştiren bir yol vardı tahminime göre onun önüne çıkmam gerekiyordu. Önümdeki bir ağaç kütüğünün üstünden atladım. Yolların kesiştiği yere gelince durdum ve gizlendim.

Birkaç saniye sonra gölgenin bu tarafa koştuğunu görünce zamanı iyi ayarlayıp durduğum yerden fırladım ve gölgenin üstüne atladım.

O tek omzunun üstünde yere düşerken ben onun üstüne düşmüştüm. Düşmenin etkisiyle sarsılsam da o benden daha çok sarsılmıştı bunu avantaja çevirdim. Gölgenin sertçe diğer omzundan tutup yere sırt üstü uzanmasını sağladım.

Nefes nefese kalmışken terden yüzüme yapışmış saç tutamlarını tek elimle geriye çekip gölgenin yüzüne baktım. Gördüğüm kişi ile şaşkınca kalakalırken bu duraksamamdan faydalandı. Birden beni üzerinden itti ve kalça üstü yere yapıştım.

Acıyla yüzüm buruşurken karşımdaki kişinin burada ne işi olduğunu düşünüyordum. Gerçekten, Uzay denen adamın burada ne işi vardı! Ben ona hayretle bakmayı sürdürürken Uzay uzandığı yerden doğrulup oturur pozisyona geçti.

"Amma inatçıymışsın. Ama tebrik ederim, az önceki hamlen iyiydi." Temkinli bir şekilde Uzay'ın yüzüne baktım.

"Senin burada ne işin var? Beni neden izliyordun?" Kaşları çatılırken dudakları alaycı bir tavırla yukarı kıvrıldı. "Onu da nereden çıkardın? Biraz paranoyaklık var galiba." Ellerimi toprak zemine bastırıp ayağa kalkmadan biraz geriye gittim.

"Soruma soruyla cevap verme. Şimdi bir daha sormayacağım bu yüzden tek seferde cevap versen iyi olur. Neden buradasın?" Sevimsiz bir bakış attı. "Seninle bir alakası yok." Kaşlarım öyle mi dercesine havalandı. "Yalan söylüyorsun," dedim.

"Hayır söylemiyorum. Oraya seni gözetlemeye değil bir Pansélinos oyunbazını avlamaya gelmiştim. Oturduğun sitede bir oyunbazın yaşadığını biliyor muydun? Diğerlerinden ayrı bir şekilde yaşıyor. Yazık sanırım sürgün edilmiş."

Konuyu değiştirme çabası komikti. Yine de sitede bir oyunbazın yaşadığı konusunda yalan söylüyor gibi gelmiyordu ama buraya onun için geldiği kısmından emin değildim.

"Hâlâ yalan söylemeye devam ediyorsun." Kızarmaya başlayan yüzüyle dişlerinin arasından cevap verdi. "Hayır etmiyorum, istersen sana kanıtlayabilirim." Mavi gözlerim onu süzdü. "Nedense sana hiç inanasım yok." Bedeni gerilmişti. Kafamı omzuma eğdim.

"Bana yalan söylenemeyeceğini bildiğini sanıyordum? Bu yüzden uzatma bence." Çenesi kasıldı. Gülerek tek kaşım havaya kalktı. "Gerçeği söyleyecek misin? Yoksa sabaha kadar burada mı bekleyeceğiz?"

Ellerimden destek alıp topraktan kalktım. Az ilerdeki ağaç kütüğüne oturdum. Kollarımı birbirine bağlayıp meydan okurcasına ona baktım. "Cevabını bekliyorum." Pes etmiş gibi nefesini dışarı verdi. Bana kötü, kötü baktı.

"İyi tamam! Evet seni gözetliyordum, oldu mu!?" Beklediğim cevabı verdiği için şaşırmamıştım. Yine de beni gözetlemesindeki amacı anlayamamıştım. "Neden?" Yüzüme dik, dik baktı.

"Elbette düşmanımsın diye." Garip. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Sorumun cevabı tam olarak bu değildi, neyse...

"Bu yargıya nasıl vardın, merak ettim bak şimdi?" Şaka gibiydi ama daha önce sadece 2 kere gördüğüm ve kesinlikle sağlam pabuç olmadığını anladığım bir adam ile oturmuş konuşuyordum. Hayat gerçekten sürprizlerle doluydu.

"Pansélinos oyunbazlarından olduğun için elbette. Tabii bir de Cesur'un sevgilisi olman var." Hafifçe kıkırdadım. "Sanırım sizin dünyanızda haberler hızlı yayılıyor." Gözlerimi şüpheci bir şekilde kısıp, "Hem de çok hızlı bir şekilde," dedim. Ve ekledim.

"Ve bir şeyi eklemeden geçemeyeceğim. Benim daha hangi oyunbaz türüne ait olduğum belli değil. Hoş Pansélinos oyunbazlarını seçerek zaten tarafımı belli ettim ama sen yine de beni tamamen düşmanın olarak görme." Ya da gör. Güldü, hem de alaycı bir şekilde. "Senin Skiá oyunbazı olmana imkân yok. Boşa hayallere kapılma."

Kendinden emin konuşması beni şüphelendirdi. Benim hakkımda bir şey mi biliyordu? "Bir şey biliyorsan açık, açık konuş." Oturduğu yerden kalktı. "İnan bana, ben bile senin daha kim olduğunu çözemedim." Mavi gözlerimiz birbiriyle çarpmıştı. "Tek bildiğim düşmanım olduğun." Kaşlarım şüpheyle çatıldı.

Dikkatle Uzay'ın yüzüne bakınca tanıdık bir şeyler gördüm. Neydi onlar? Cevapsız kalan sorular mı? Yoksa bir türlü cevap bulamadığı nedenler mi? Ağırca yutkunup fark ettiğim bir gerçekle yüzleştim. "Senden beni gözetlemeni isteyen kim?"

Yüzündeki ifade parçalandı. "Birisinin istediğini nereden çıkardın?" Sürpriz yumurtadan! Yüce yaratıcı aşkına direkt cevap verse olmuyor mu!?

"Tek bildiğin şeyin düşman olduğumuz olduğunu söylemiştin. Eminim sadece bunun için beni gözetlemezdin tabii başka biri istiyorsa o ayrı." Göz bebeklerinin büyüdüğünü oturduğum yerden bile fark edince gülümsedim. "Bu konuda yanılmıyorum değil mi? Bunu senden başka biri istedi ama sana bile nedenini söylemedi."

Bu gerçekten garipti ama doğruydu da. Çenesi kasıldı ve sertçe yutkundu. Sırıttım. Kesinlikle tahmin ettiğim gibiydi. "Evet öyle. İyi tahmin ettin tebrik ederim. Ee şimdi ne olacak yani, bunun bir önemi mi vardı?"

Bunun cevabını bildiğine o kadar emindim ki, Uzay... Dudaklarımı birbirine bastırıp oturduğum kütükten kalkıp karşısına dikildim. "Ne kadar çok önemi olduğunu tahmin bile edemezsin." Boğazımı temizleyip gözlerinin içine baktım.

"Şimdi bana o kişinin kim olduğunu söyler misin?" Biliyorum biraz fazla ileri gidiyordum ama bir şey bulma hırsım daha ağır basıyordu. Özellikle Uzay'ı bu gece gafil avlamışken ondan alabileceğim ne varsa almayı planlıyordum.

"Bunu sana neden söyleyecekmişim?" Sıkkınlıkla nefesimi sertçe dışarı bıraktım. "Çünkü beni neden gözetlediğinin cevabı o kişide. Eminim sende o cevabı öğrenmek istiyorsundur. Yani eğer bana onun kim olduğunu söylersen bu senin de işine gelecek."

Hadi ama ikna ol artık! "Doğru mu anladım, seninle iş birliği mi yapmamı istiyorsun?" Omuz silktim. "Ben, iş birliğinden çok çıkarlar doğrultusunda birlikte hareket etmek derdim." Duraksadı. Sonra bir düşündü. "Bunu yaparak neden o kişiyi kaybetmeye göze alayım ki?"

Demek o kişi her kimse Uzay için kıymetli biriydi. Dudak büktüm. "Merak ediyorum da o kişide senden bir şeyler gizlerken acaba senin gibi seni kaybedeceğini düşünüp endişeleniyor mudur?" Alaycı bir şekilde güldüm.

"Ah, doğru ya! Bunu uzun, uzun düşünmek gerekmiyor zaten her şey ortada." Yüzü mimiksiz kaldı, koyu mavileri gölgelendi. Sonra her şeyin sorumlusu sanki benmişim gibi büyük bir nefretle bana baktı ve kolumdan tutup sırtımı bir ağacın gövdesine sertçe yapıştırdı.

Hem kolumun acısı hem de sırtımın acısı birleşince küçük bir çığlık attım. Dudağımı dişledim. Bu sırada uzun boyuyla üstüme eğilmiş ve burnundan soluyan Uzay konuşmaya başladı. "Gerçekten çok sinsisin. Az kalsın seninle aynı fikirde oluyordum." Kolumu elinden kurtarmaya çalışırken kızgınca yüzüne baktım.

"Şu yaptığın saldırganca harekete bakılırsa bence çoktan aynı fikirdeyiz." Çenemi dikleştirip yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Dudaklarımda bir sırıtış oluşurken, "Kabul etsene Uzay sende sıkıldın bu cevapsız sorulardan, nedenlere cevap bulamamaktan," dedim.

Gözlerinin içine sertçe baktım. "Ben sana bütün cevaplara ulaşma şansı veriyorum. Ve bunun için tek yapman gereken bana bir isim söylemek." Bu gece olanlara söylenecek bir söz bulamıyordum sadece saklı kalan gerçeklere yaklaşmaya başladığımı hissediyordum.

Neden bilmiyorum ama anahtarın Uzay olduğunu düşünüyordum. Çünkü beni gözetleme işini ilk kez yapmamıştı. O ormandaki de Uzay olmalıydı. Hatta daha önceden de beni gözetlemiş olabilirdi. Yalnızca bunun o yarış gününden sonra mı yoksa daha öncelerden mi olduğunu bilemiyordum. Sadece sanki beni uzun zamandır tanıyormuş gibi hissediyordum.

Bilmiyorum bu belki kuruntu belki de paranoyaklıktı ama hissediyordum işte. Özellikle kendi öz ailemden kopartılıp gerçeklerden uzak büyüyünce her şey bende şüphe uyandırmaya başlamıştı. Uzay hâlâ sıkmaya devam ettiği koluma baskı uyguladı.

"Kes sesini artık!" Canımın acısıyla dişlerimi birbirine bastırdım. Biliyordu, kollarımın yaralı olduğunu biliyordu! "Haklı olduğumu biliyorsun! Neden işi yokuşa sürüyorsun ki? Bana tek söyleyeceğin şey bir isim." Dişlerini birbirine bastırdı. "Sana kes sesini dedim. Senin için kimseyi satacak değilim."

Pekâlâ madem o kişinin kim olduğunu söylemeye niyeti yoktu. Bende farklı bir soru sorardım. Ondan ne öğrenirsem kârdır. "Sendin değil mi?" Anlamamış gibi yüzüme baktı.

"Ne ben miydim?" Öfkeyle gözlerim kısıldı. "Bugün konseye saldıran sendin değil mi?.. Elbette sendin!" Dediklerimle birlikte dudakları alaycı bir kıvrım kazandı. "Elbette bendim. Sürprizim hoşunuza gitti mi bari?"

Hayretle yüzüne baktım. Resmen pişkince konuşuyordu. "Neden? Neden böyle bir şey yaptın? Kaç insan yaralandı haberin var mı!?" Güldü. "İnsan mı?" Dedi. Gülmeye devam etti ve kafasını iki yana salladı.

"Hera, Hera, Hera. Olmuyor ama böyle. Senin çoktan bizim insanlarla bir alakamız olmadığını anlaman gerekiyordu." Gülmeyi kesip sertçe baktı. "İnsanmış hah! Oyunbazları insanlarla karıştırma. Bizler insanlar gibi zayıf varlıklar değiliz." Koluma tekrar baskı uygulayınca inledim. Canımı yakmaktan zevk alan gözleri acıyla buruşmuş yüzümde dolanıyordu.

"Ama sen bir oyunbaz olmana rağmen çok güçsüzsün. Muhtemelen bir insan gibi yaşadığın içindir." Erkeksi bir sesle kıkırdadı. "Ve buna neden olan kişi kim biliyor musun?" Yavaşça dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "O adını öğrenmeye can attığın kişi." Ne! Bu ne anlama geliyordu? Gözümün önünde şimşekler çakmaya, zihnime yıldırımlar düşmeye başladı.

Nefesim teklerken kalbim hızlandı. Ağzımın içinde ekşimsi bir tat oluşmuştu. "Ne... ne demek istiyorsun?" Eğleniyormuş gibi güldü ve yüzüme düşmüş saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. Ardından elinin parmakları yavaşça boynumda gezinmeye başlarken gözlerime baktı. "Bence ne demek istediğimi gayet iyi anladın."

Boynumdaki parmakları tehditkârca dolanıyordu. Sertçe yutkundum. Bu mümkün müydü? Düşündüğüm gibi miydi?

"Beni öz ailemden koparan kişi o mu yani?" Sakince olumlu anlamda kafasını salladı. "Evet, oydu," dedi parmakları usulca boynumda piyano çalar gibi hareket ederken. Nefeslerim boğazıma dizilirken gözlerimin önü karıncalanıyordu.

"Neden, bunu neden yaptı?" Gözlerim buğulandı. "Ben ona ne yapmış olabilirim ki? Daha bebektim! Beni hiç acımadan annemin kolları arasından nasıl kopardı? Bir bebeğe bunu nasıl yapar!" Nefeslerim ve kalp atışlarım aynı oranda hızlandı. Sanki bir daha nefes alamayacakmışım sanki bir daha kalbim atmayacakmış gibi son dakikaları kalmış gibi hızlı, hızlı atıp bir anda işlevlerine son vereceklerdi.

Uzay'ın birden parmakları tüm boynumu kavradı ve sıktı. "İşte bunun nedenini bende bilmiyorum," dedi. Mavi, öfkeli gözleri kısıldı. "Ve inan bu çok sinirlerimi bozuyor."

Boynumu biraz daha sıkınca nefesim kesilmeye başlamıştı. "Biliyor musun Hera seni neredeyse 16 yaşından beri izliyorum. Çünkü o böyle istiyordu. Nedenini sorgulamadan senin peşinde dolanmamı ve yaptıklarını ona rapor etmemi istiyordu." Yüce yaratıcı! Biliyordum... beni daha önceleri de takip ettiğini hissetmiştim!

Boynumdaki parmakları kasıldı. Gözlerim dolmuşken çaresizce onu dinliyordum. Biliyordum çünkü eğer bir şey yapmaya kalksam susacaktı. Hazır çözülmeye başlamışken bana yaptıklarını görmezden gelip sineye çekebilirdim. Gözlerine bakınca dalgınlaştıklarını gördüm.

"Bir gün neden seni takip ettiğimi sorduğum zaman bana yalnızca senin düşmanımız olduğunu söylemişti. Bende ona o zaman öldürelim olsun bitsin diye cevap vermiştim. O ise seni öldürmeyeceğimizi söyleyip kestirip atmıştı.

O zaman çok düşündüm. Neden düşman olduğun halde seni öldüremiyorduk? Senin özelliğin neydi ki? Bu sorular beni çıldırtacak raddeye gelmişti. Hep bir cevap aradım durdum. Belki cevap sendedir dedim. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar araştırdım seni daha sık gözetlemeye başladım. Ama aradığım cevapları bulamadım."

Şimdi Kutay'ın dediklerini anlıyordum. "Hem önemli hem de tehdit olabilirsin," dedim kısık sesle. Uzay ne dediğimi anlamamış gibi suratıma baktı. "Ne dedin sen?" Daha yüksek sesle, "Hem önemli hem de tehdit olabilirsin," dedim. Kaşları çatıldı.

"Yani? Ne demek istiyorsun?" İçinde bulunduğum duruma rağmen dudaklarım yukarı kıvrıldı. "O kişi neden beni düşmanı olarak görüyor bilmiyorum ama bugüne kadar bana zarar vermemesinin bir sebebi var."

Gülümsemem büyüdü. "Ve sanırım o sebep öz ailemi bulunca ortaya çıkacak. Bu yüzden sana beni takip ettirmiş olmalı. Gerçekleri öğrenmeme engel olabilmek için. Ama büyük yanıldı. Çünkü gerçekler sonsuza kadar saklı kalmaz."

Daha öncede bahsettiğim gibi yaşam boyunca başımıza tahmin bile edemeyeceğimiz türden olaylar gelirdi. Bunun yanı sıra başımıza gelen olayların bazıları bizleri yolun sonuna götürürdü ya da o yolu bulmamız için ip uçları bırakırdı. Ve sanırım benim bu gece, tam şu anda yaşadığım olay bir ip ucuydu.

Gerçeklere biraz daha yaklaşmaktı ve de yolun sonuna doğru atılan bir adımdı... Uzay dediklerim ardından boynumdaki parmaklarını gevşetti. Sonra parmakları boynumdan kayarak uzaklaştı. Çehresindeki düşünceli ifadeyi gördüm. Haklı olduğumu anlamıştı bu yüzden afallamış gibi duruyordu.

"Onun böyle bir şeyi neden yaptığını anlayamıyorum." Yere eğdiği kafasını kaldırıp yüzüme baktı. "Belki de ileride işine yarayacağını düşündüğü için seni öldürmemiştir." Dediği mantıklıydı. Beni öldürmemesinin altından başka şeylerde çıkabilirdi. "Olabilir, bilmiyorum."

Uzay sıktığı kolumu da bırakınca rahat bir nefes aldım. O benden uzaklaşınca daha fazla ayakta durmaya dayanamayan bacaklarım bütün gücünü yitirdi. Dizlerimin üstünde yere düştüm.

Ellerimi toprak zemine dayayıp derin derin nefes alıp vermeye başladım. Onunla konuşurken kendimi sıkmış, tutmuştum ama buraya kadarmış. Kafamı yere eğip gözlerimi sımsıkı kapadım.

Kollarım titremeye başlamıştı. Birkaç kere öksürdüm. Uzay'ın kımıldamadan beni izlediğini biliyordum. Muhtemelen içinden benimle alay ediyordu. Gözlerimi açtım sonra kafamı kaldırıp başımda zebani gibi dikilen Uzay'a baktım.

Mavi gözleri hiçbir duygu barındırmadan bendeydi. "Teşekkür ederim," dedim. Şaşırdı ve bocaladı. "Neden teşekkür ediyorsun?" Ellerimi topraktan çekip sırtımı ağacın rahatsız yüzeyine yasladım. Sonra Uzay'a hafif bir tebessümle baktım. "Anlattıkların için."

Dudaklarımı yalayıp konuşmaya devam ettim. "Her ne kadar o kişiyi bana söylememiş olsan bile yine de benim için çok önem taşıyan şeylerden bahsettin. Bu yüzden teşekkür ettim."

Ağzı açılıp kapandı sonra kaşlarını çattı. Anlaşılan söylediklerimden hoşlanmamıştı. "Onları sana iyilik olsun diye söylemedim. Boşuna teşekkür etme."

Birden kendini açıklamaya girişmesi beni güldürdü. Anlamlı bir bakışla çehresine baktım. "Emin misin?" Hızlıca kafasını salladı ve sertçe, "Evet," dedi. Tekrar güldüm hatta gülmem kahkahaya dönüştü. "Yalan söylemekte gerçekten kötüsün."

Mavi gözlerini kaçırdı, çenesi gerildi. "Hadi ama Uzay ikimizde onları neden söylediğinin farkındayız." Şirince gülümsedim. "Sende artık tüm bu olanlardan sıkıldın ve benim gerçeklere bir şekilde ulaşmamı istiyorsun. Çünkü ancak bu şekilde o kafandaki soru işaretlerini gidebilirsin. Ama bütün bunları isterken bile o kişiyi ele vermemek için dolambaçlı yolu tercih ediyorsun."

Bezgince soluyup birden yere çöküp oturdu. "Bu kadar zeki ve sinsi olman sinir bozucu." Omuz silktim. "Bu sadece zeki gibi gözüken aptalların ve cahillerin zoruna gider," deyip göz kırptım.

Alınmadı aksine güldü. "Ama böyle olman sinir bozucu olmak dışında hoşuma da gidiyor." Şaşırmış gibi yaparak güldüm. "Ah, bu iyi neyse ki aptal değilmişsin!" Oda güldü sonra uzunca yüzüme baktı. "Az önce o kadar canını yakıp boynunu sıktım ama sen sanki sana hiç zarar vermemişim gibi benimle konuşabiliyor hatta teşekkür edebiliyorsun. Bunu nasıl yapabiliyorsun?"

Sesinde hayret vardı. Dizlerimin üstünde oturmaya son verip normal şekilde oturdum ve dizlerimi karnıma çektim. "Bana zarar verdin çünkü ben öyle istediğim içindi. Bu yüzden sana kızacak değilim. İsteseydim sana engel olurdum. Teşekküre gelirsek de bu benim doğamda var. Karşımdaki kim olursa olsun elimden geldiğince nazik olmaya çalışırım." En azından ben, Asi için aynısını söyleyemem.

"Çok garip seni yıllarca takip ettim. Neredeyse her şeyini biliyorum ama sanki seni ilk kez tanıyormuşum gibi hissediyorum." Dürüst cevabı beni afallattı.

Bu gece Uzay çok dürüst ve kendi gibiydi. Saldırgan hallerini saymazsak tabii. Bunu mavi gözlerinden görebiliyordum. Onu ilk gördüğüm ki gibi hiddetli değillerdi. Öfkelilerdi evet ama şimdi oda kaybolmuştu.

Yorulmuş olmalıydı. Uzun zamandır benim peşimde dolanması ve bunu neden yaptığını bilmemesi zor olmalıydı. Belki onunla empati yaparak bir hata yapıyordum ama ben onun aksine onu düşman olarak göremiyordum.

Tamam yarış günü neden olduğu kazalar yüzünden ona kızgındım. Hatta Cesur ile karşımıza çıktığı gün sinirlerimi bozmuştu, o zaman konuşma tarzı yüzünden ondan iğrenmiştim.

Pek iyi biri olmadığını da anlamıştım ama bu ona kin ya da nefret beslemem için yeterli değildi. Çok safça davranıyor gibi gözükebilirdim ama her şeyi hesaplayan beynim bununda hesaplamasını yapmıştı ve beynimin yanılma ihtimali sıfırdı. Uzay, kaybolmuştu.

Yolunu bir türlü bulamadığı belli oluyordu. Bunu nasıl anladığıma gelirsek beden dili, dedikleri ve kendi hissettiklerimden yola çıkarak anlamıştım. Ve ben bu zamana kadar hiçbir tespitimde yanılmamıştım. Sanırım bu beden okuyan olmamla alakalıydı.

Karşımdaki insanları analiz edip onları çözmemi yeteneğime borçlu olmalıydım. Bu yüzden Uzay hakkında yaptığım çıkarımları net olarak söyleyebilirdim. Uzay yolunu kaybetmiş ve yorulmuştu. Ve tamda bu yüzden bana gelmişti. Onu bu gece fark etmem bir tesadüf olamazdı.

Özellikle beni uzun zamandır takip etmesine rağmen bir kere bile onu fark etmemişken bu gece birden etmem hiç mantıklı gelmiyordu. Çünkü bunu bilerek yapmıştı. Kabul etmeliydim ki oda zekâ konusunda hiç fena sayılmazdı.

Düşüncelere dalmışken ona cevap vermediğim aklıma geldi. Kendimi toparlayıp dediğine cevap verdim. "Bunun nedeni tanımıyor oluşun. Kusura bakma ama beni uzaktan izleyerek tanıyamazsın." Oturduğu yerden omuz silkti.

Bu hareket onun gibi sert mizaçlı bir adamda komik durmuştu. Köşeli çenesi gerildi. "Belki ama ben seni uzaktan da yeterince tanıdığımı düşünüyorum."

Mavi, badem şeklindeki gözleri bir şey ima eder gibi bakınca kaşlarımı çattım. Ne biliyordu? Ağırca yutkundum. "Ne biliyorsun?" Beni tedirgin etmeyi başarmıştı. Keşke az önce ki gibi ciddiyetsiz konulardan konuşmaya devam etseydik.

Hoş! Onunla herhangi bir konuda konuşmam bile içinde bulunduğumuz duruma göre ters düşüyordu lakin benim ne zaman duruma göre hareket ettiğim görülmüş ki?

"Eski narsist sevgilini yanlışlıkla uçurumdan aşağı attığını daha doğrusu diğer kişiliğinin attığını biliyorum. Sahte annen ölünce intihar etmeye çalıştığını biliyorum. Sahte babanın seni bir kadın için terk ettiğini biliyorum. Ve yine diğer kişiliğinin birisinin ölümüne neden olduğunu biliyorum." Kalbim sıkıştı. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Ellerim iki yanımda toprağı avuçladı.

Dudaklarım titreyerek açıldı. "İntihar etmeye çalıştığımı nereden biliyorsun? Onu hiç kimse bilmiyordu." Yarım yamalak tebessüm etti. Bu haline şaşırırken o konuşmaya başladı. "İntihar ettiğin günü hatırlıyor musun?"

Evet der gibi kafamı salladım ama ağzımı açıp konuşmadım. "İntihara kalkıştığın gün hiç dışarı çıkmadın. Oysa sahte annenin öldüğü ilk günden beri hep mezarına giderdin. O gün gitmemen dikkatimi çekti. Geceye kadar evini gözetledim. Camını açıp hava almanı ya da camın önünden geçmeni bekledim ama hiçbir hareketlilik yoktu.

Evde de senden başka kimse olmadığını bildiğim için içeri girmeye karar verdim. Sanırım saat gece yarısına gelmişti. Eve girdim. Odana çıktım, odanda değildin. Banyoda olduğunu düşündüm kapıyı dinledim hiçbir ses gelmiyordu.

Sonra girmeye karar verdim. Banyo kapısını açınca küvetin içinde cansız bir şekilde uzandığını görünce hemen seni küvetten çıkardım. Nabzını kontrol ettim, hissedemedim. Nefeste almıyordun. Hemen kalp masajı ve suni teneffüs yaptım. Birkaç dakika sonra su kusarak bilincin yerine geldi.

Ama gözlerini açamıyordun bu yüzden beni görmedin hatta seni kurtaran birinin olduğunun bile farkında olduğunu sanmıyordum. Sonra kendine geldiğini fark edince beni görmemen için hemen ortadan kayboldum."

O olayı kendi bakış açısıyla anlatmasını bitirince sustu. Ben olduğum yerde titremeye, avuçladığım toprağı daha çok sıkmaya başlamıştım. Şaşırmıştım hem de çok.

Bu nasıl mümkün olabiliyordu? Bana düşmanımsın diyen biri nasıl hayatımı kurtarabiliyordu? Anlayamıyordum. Neydi bu kaderin cilvesi mi? Evrenin eğlence anlayışı mı? Neydi bilmiyordum ama bende Uzay'ın yerini değiştirmişti hem de iyi anlamda.

Onun bana düşmanımsın demesi bile umurumda değildi. Çünkü ben onu düşmanım olarak görmüyordum bu saatten sonra da göremezdim. Uzay tekrar konuşmaya başladı. Anlaşılan bu gece bütün çıplaklığıyla sürecekti. Kafasını yere eğdi, mavi gözleri toprağa çevrilmişti sanki özellikle bana bakmıyordu.

"Bunu neden yaptım, neden o an boş verip oradan gitmedim bilmiyorum ama bir anlığına senin için telaşlandım. O an senin düşmanım olduğunu unuttum. O küvette seni gözlerin kapalı, cansız ve bembeyaz olmuş şekilde görünce çocuk gibi korktum. Sanırım en son öyle korktuğumda da bir çocuktum. Sonra seni kurtarmak istedim."

Titreyen çenemi kastım. "Kurtardın da." Dedim. Ve hafifçe tebessüm ettim. "O geceyi hep düşündüm. Küvetteyken birden nasıl kendimi yerde bulduğumu sorguladım çünkü kendim gelmiş olamazdım.

Bir türlü cevabını bulamadım. Yalnızca daha yaşamam gereken günlerin olduğunu anladım ve bunun benim için bir işaret olduğunu düşündüm. Sonra yaptığımın ne kadar korkakça ve aptalca olduğunun farkına vardım. İntihar ederek neyi düzeltecektim ki?

Elime ne geçecekti? Acılarım mı dinecekti? Annem geri mi gelecekti? Bütün bu sorular birden aklıma doluştu. Ve kendimden utandım. Ben hangi ara kendimi bu kadar kaybetmiştim hangi ara bu kadar duygularıma yenilmiştim bilemiyordum.

Ama sonra kendimi zorda olsa toparlayıp normal hayatıma kaldığım yerden devam etmeye zorladım. Zamanla her şey yerine oturdu. Bu galiba senin sayende oldu Uzay. Belki de sen olmasaydın şu an burada olmayacaktım." Duraksadım. Ardından kurumuş dudaklarımı yaladım.

"Hayatımı kurtardığın için teşekkür ederim," dedim. Yanaklarımdan akmaya başlayan yaşlar eşliğinde gülümsedim. Sen, Uzay şu an ki kişiliğinden de farklı birisin. Bunu gözlerinden anlayabiliyorum. Keşke başka biri gibi davranmaya zorlanmasaydın.

Uzay'ın yüzünde ona dediklerimden sonra acı çeker gibi bir ifade oluştu. Oda farkındaydı bu gece birbirimize son derece şeffaftık. Belki önce ki karşılaşmalarımızda birbirimize pek hoş davranmamıştık ama bu gece farklıydı.

"Neden bana böyle davranıyorsun? Bana iyi biriymişim gibi davranma çünkü değilim. Bana teşekkür de etme, onu hak edecek hiçbir şey yapmadım." Hayret eder gibi güldü.

"Sana az önce seni öz ailenden koparan kişiyi tanıdığımı ve o istediği için seni takip ettiğimi söyledim. Başka biri olsa onun düşmanı olduğumu düşünüp benden nefret ederdi ama sen teşekkür ediyorsun!"

Gözyaşlarım akmaya devam ederken omuz silktim. "Senden nefret etmiyorum. Seni düşmanım olarak da görmüyorum. Özellikle hayatımı kurtardığını öğrendikten sonra. Buna ister aptallık de ister salaklık de umurumda değil." Şaşırdı.

Dediklerime inanamıyor gibiydi. Açıkçası bende hiçbir zaman Uzay'a böyle şeyler diyeceğimi düşünmemiştim. Ama işte bu anı yaşıyorduk. "Sen... sen tam bir kaçıksın. Daha geçen gün benden iğreniyormuş gibi bakıyordun şimdi neden böylesin anlamıyorum."

Yorulmuş gibi nefesimi dışarı verip kafamı ağaca yasladım. "Çünkü o zaman kendini iğrenç biri gibi göstermiştin." Erkeksi bir sesle kıkırdadı. "Sende bu yüzden benden iğrendin yani?" Onaylarmış gibi hm'ladım. "Çünkü senden iğrenmemi isteyen sendin."

"Anlamadım?" dedi şaşırır gibi. Ciğerlerime derin bir nefes çekip temiz orman havasını soludum. Sonra mavilerimi Uzay'ın mavilerine diktim. "Neden şaşırıyorsun ki? Sende farkındasın, olmadığın biri gibi davrandığını biliyorsun. Nasıl davranırsan karşı taraftan aynı şekilde karşılık alırsın. Hoş sen bunu zaten biliyorsun. Çünkü aslında istediğin bu." Sustum ve dikkatle yüzüne baktım.

"Ama sen Uzay aslında göründüğün gibi davrandığın gibi biri değilsin. Belli ki şu an ki seni olmaya zorlayanlar olmuş, bir şey seni bu haline dönüştürmüş. Lakin asıl sen hiçbir zaman yok olmamış hep içinde yaşamaya devam etmiş.

İşte bu yüzden senden nefret edemiyorum, seni düşmanım olarak göremiyorum. Çünkü... belki bana inanmayacaksın, bunu nereden çıkardığımı soracaksın ama ben o içindeki yaralı çocuğu hissettim."

 

 

♠️♠️♠️

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Bölüm : 27.09.2024 12:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...