28. Bölüm

♠️1.|27.Yeni Bir Gün♠️

Sude G.
moonlighthikayeler

 

 

 

♠️♠️♠️

Hera Kızılkan'dan

Konum: Hera'nın Evi

Tarih: 02.08.2022

Saat: 07:00

İçinde bulunduğumuz gezegen dönmeye devam ediyordu. Kimseyi beklemiyordu, amacını yerine getiriyordu. Yine öyle oldu. Gezegen dönmeye devam etti.

Şafakta ay gökyüzünden ayrıldı, güneş doğdu. Karanlık yerini aydınlığa bıraktı. Saatler geçti. Ve en sonunda şu an ki zaman dilimine ulaştı...

Bilincim hareketlenmeye başladı, düşünceler zihnime akın etti ve beynim uyandığımı söyledi. Sonra göz kapaklarım usulca açıldı. Elimle gözlerimi ovuşturup kafamı pencerenin olduğu tarafa çevirdim.

Uykulu gözlerle aralık perdeden içeri sızmaya çalışan güneşi gördüm. Ardından mavi gözlerimi komodinin üstündeki dijital saate diktim. Daha sabahın erken saatleriydi. Esneyip sağ kolumun üstüne yattım. Biraz daha yatmak istesem de kalkıp dışarıda biraz koşmam gerekiyordu sonra ise Ahu'ya güzel bir kahvaltı hazırlatmalıydım.

Bugün bütün günümü onunla birlikte geçirecektim. Her şey güzel olmalıydı. Üstümdeki pikeyi kenara çekip yataktan kalktım. Uyuşuk adımlar eşliğinde banyoya ilerledim ve aralık kapıdan içeri girdim. Üstümdeki badiyi ve eşofmanı çıkartıp kirli sepetine attım.

Gözlerim kollarımdaki ve bacaklarımdaki sargılara kaydığında dudaklarımı bükerek onlara baktım. Acı yoktu, bir şey hissetmiyordum. Yaralar geçmiş miydi onu bilmiyordum. En iyisi sargıları açıp bakmaktı. Sargıları açacağım sırada fark ettiğim şeyle duraksadım.

Dün gece Uzay'ın sıktığı kolumdaki sargılarda biraz kan vardı. Bunu önemsemeden sargıları çözmeye başladım. Sol kolumdaki sargıların tamamı çözüldüğünde kolumda tek bir yaraya rastlamadım, iz bile yoktu. Bu sırıtmama neden olurken böyle bir şeyin gerçekleşmiş olması inanılmaz geliyordu.

Cesur çabucak iyileşir demişti ama bu kadar çabuk beklemiyordum. Belki de yaralar yüzeysel olduğu içindi? Her neyse önemli olan bu yaralardan kurtulmuş olmamdı. Diğer sargıları da teker, teker çıkardım. Ardından kan ve pansuman kalıntılarını temizlemek için duşa girdim.

Yalnızca kollarım ile bacaklarımı yıkayıp kurulandım. Banyodan odaya geçtiğimde giysi dolabına ilerleyip içinden sporcu atleti ile tayt aldım. İkisini çabucak üstüme geçirdim. Giysi dolabının yan kısmındaki küçük ayakkabı dolabını açıp oradan da spor ayakkabılarımı alıp giydim. Saçımı at kuyruğu yaptıktan sonra ise odadan çıkıp merdivenleri hızlıca indim ve evden çıktım.

Telefonumu ve anahtarımı yanıma almamıştım. Zeliş nasıl olsa kapıyı açardı. Evin demir kapısından da çıkınca sitenin koşu yoluna hafif tempoyla ilerlemeye başladım.

Genellikle sitede yaşayan insanlar koşularını burada yaparlardı. Bugünde yapıyorlardı neyse ki fazla kişi yoktu. Tanıdığım kişilerin yanlarından geçerken selam veriyordum. Biraz sonra kendimi tamamen koşmaya verince hızlandım. Koşu yolundan, koruluğa saptım.

Kaslarım iyiden iyiye ısınınca hızımı daha da arttırdım. Her zaman çok iyi bir koşucu olmuşumdur, hızlıydım. Ama şu an hızımın normalden daha çok arttığını fark etmiştim öyle ki etrafımdaki ağaçlar bulanık görünmeye başlamıştı. Anlaşılan limitlerim her zorlandığında daha fazlasıyla karşılık veriyordu.

Ve bu sanırım oyunbaz olmamla alakalıydı. Bunu nasıl daha önce fark edememiştim? Hızla iyileşen yaraları? Normalden daha hızlı koşmayı? Dayanıklılığımı, çevikliğimi? Bütün bunları düşünmek beni hırslandırdı, daha hızlı koşmaya başladım.

Koşarken düşüncelerimi dağıtmayı hedeflemiştim ama aksine düşünceler zihnimi işgal ediyordu. Özellikle dün gece olanlar aklımdan bir saniye olsun çıkmıyordu. Ve birkaç saat önce gerçekleşenler kendini tekrar hatırlattı. Zihnim Uzay ile konuştuğumuz son anlardaki dakikalara gitti...

Dün Gecenin Devamı

Uzay ona dediğim son şeylerden sonra ağzını açmadı, öylece donmuş bir şekilde yüzüme bakmayı sürdürdü. Acaba dediklerim mi ağır gelmişti? Yoksa söylediklerim üstünde kötü bir etki mi yaratmıştı?

Ben kendi zihnimde sorular sorarken Uzay birden kahkaha atmaya başladı. Öyle sesli ve zoraki atıyordu ki bunu bir şeyleri gizlemek için yaptığını anlayabiliyordum. Dudaklarımı birbirine bastırıp sabırla kahkahasının kesilmesini bekledim. En sonunda bir anda susunca dikkatle ona baktım.

Bakışları sertleşmişti, kendini savunmaya geçmişti. Bir süre sertçe bakmayı sürdürdü. Sonra seslice nefesini dışarı bıraktı. Omuzları düştü ve yüz ifadesi az önceki gibi durgunlaştı. "İçimdeki yaralı çocuğu hissettin demek, gerçekten mi Hera?" Alaycı olmayan son derece ciddice sorulmuş bir soruydu.

Bütün ciddiyetimle cevap verdim. "Evet, hissettim," dedim. Sakince kafasını aşağı yukarı salladı. Ardından mavi gözleri, mavi gözlerimin içine baktı. "Nasıl? Bunca zaman herkesten gizlediğim yaralı tarafımı sen nasıl hissedebiliyorsun?"

Kırıkça tebessüm ettim. Tebessümündeki kırıklar ağız kenarlarıma battı, kanamaya başladı. Çenemden aşağı hayali kanlar süzülürken ve acıyla kavrulurken Uzay'ın sorusuna cevap verdim. "Çünkü bende yaralıyım. Ve bir yaralı her zaman diğer yaralıyı hisseder, görür."

Uzay'ın göz bebeklerinin büyüdüğünü gördüm. Ağzı şaşkınca aralanmış, ne diyeceğini bilemez halde bakıyordu. Ağzını kapatıp dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. Çöküp kaldığı toprak zeminde rahatsızca kıpırdayıp durdu.

Omuzları düşmüştü, kafası yere eğikti. Yorulmuş görünüyordu. "Aslında evet. Yaralı tarafımı neden hissedebildiğini anlıyorum." Duraksadı, dudakları aralık kalmıştı. Boğazını temizledi. "Ama Hera yaşadıklarımı bilemezsin. Bu yüzden beni anlıyormuş numarası yapmayı kes. Senin acımana ihtiyacım yok."

Bir anda pençelerini ortaya çıkarması kendini savunmak için yaptığı bir eylemdi. "Birincisi ne yaşadığını elbette sen anlatmadığın sürece bilemem. İkincisi seni anlamadığımı nereden çıkardın? Farklı olaylar yaşamış olabiliriz ama hisler hep aynıdır. Üçüncüsü sana acıdığım falan yok. Acıyacağım son kişi bile değilsin. Tabii sen kendini acıyacak birisi olarak görüyorsan o başka."

Kısa bir sessizlik oldu. Sonra Uzay konuşmaya başladı. "Pekâlâ dediğin gibi olsun. Yine de beni anlama ve düşünme ihtiyacım yok." Kesinlikle kendini herkesten uzak tutmaya meyilliydi. Dengesiz halleri bunu gösteriyordu.

Ve sanırım korkuyordu. Fark edilmekten korkuyordu. "Bu ikimizin de acı olaylara şahit olduğu gerçeğini değiştirmiyor ama?" Omuz silkti. "Fark etmez. Sonuçta bu gezegende tek acı çeken biz değiliz." Dedikleriyle gülümsedim.

Karnıma çektiğim dizlerimin etrafına kollarımı sardım ve çenemi dizlerime yasladım. "Yine de garip değil mi? Bu geceden önce düşman sayılırdık şimdi ise sadece birbiriyle rastlaşmış iki yaralı kişiyiz." Gözlerimi ay ışığının aydınlattığı ağaçlara çevirdim. Gökyüzüne doğru uzanıyorlardı. "Biz hâlâ düşmanız Hera, bu asla değişmeyecek."

Uzay'ın net çıkan sesini duyunca mavilerim ona döndü. Ardından gülümsedim. "Gerçekten bunca zaman boyunca asla kelimesini kullanmaman gerektiğini öğrenmedin mi?"

Kıkırdadım. Oysa o sertçe bakmıştı. Ardından oturduğu toprak zeminde ayağı fırladı. "Tamam, bu kadar yeter. Seni yeteri kadar dinledim. Şimdi gidiyorum. Ve şunu aklından çıkarma Hera biz düşmanız ve hep öyle kalacağız. Aramızda, geçmişte ne yaşanmış olursa olsun."

Evet, Uzay belki şu an dediklerinde samimi olsaydın seni ciddiye alabilirdim ama sen bile ne düşüneceğini ne yapacağını bilemezken benim elimden ne gelir ki? Derin bir nefes alıp ağır hareketlerle ayağa kalktım.

"Senin için hâlâ bir düşman olabiliriz ama benim için değiliz. Yani Uzay ben seni hiçbir zaman düşmanım olarak görmeyeceğim, göremem."

Bir anda isteğimi bastıramadan Uzay'ın olduğu yere hızlıca ilerleyip ona sıkıca sarıldım. Bedeni anında gerilmiş olsa da beni itmedi ama karşılıkta vermedi. Sıkıca boynuna sarılmaya devam ederken dudaklarımı kulağına yaklaştırdım.

"Düşmanız diyorsun ama öyle olmadığımızı sende çok iyi biliyorsun. İki de bir hem kendine hem de bana bunu hatırlatman bu yüzden sanırım." Kollarımın arasında daha fazla kasıldı. Sonra birden kollarım boşlukta kaldı.

Sarıldığım beden bir anda yok olunca öne doğru yalpaladım ama son anda dengemi sağlayabildim. Kollarım iki yanıma düşerken mavilerim Uzay'ın olması gereken boşluktaydı. Bir anda yok olmasının tek açıklaması onun zaman okuyan yeteneğine sahip olmasıydı. Kafamı iki yana sallayıp güldüm.

Ardından durduğum yerden hareketlenip eve doğru yürüyemeye başladım. Kısaca bir an omzumdan geriye Uzay ile konuşma yaptığımız yere, arkama baktım. Nedense içimden bir ses Uzay ile tekrar karşılaşacağımızı söylüyordu.

 

 

 

♤●♡●♧

Düşüncelere dalıp sonradan çıkmak sudan çıkmış balık gibi hissettiriyordu. Afallamış gibi bir anda durdum. Mavilerim hızlıca etrafımdan gezindi. Dün geceyi düşünmeye o kadar odaklamıştım ki koşa koşa koruluktan çıkmış orman tarafına gelmiştim. Orman siteyle birleşikti.

Siteyi yapanlar yeşil alanlara zarar vermemek adına ormanı yok etmek yerine siteye katmışlardı. Orman benim bloğumun kuzey tarafından başlayıp sitenin batı tarafına kadar uzanıyordu. Dün Uzay'ın peşinden gittiğimde kuzey tarafındaydık şimdi ise batı tarafındaydım ve buraya daha önce sadece iki kere gelmiştim ama hiç bu kadar ileriye gitmemiştim.

Kimse gitmezdi. Orman büyüktü ve her türlü canlı vardı. İnsanlardan korktukları için siteye yaklaşmazlardı. Ama ben çok fazla ileri gitmiştim.

Kısacası artık kendi bölgemde değil onların bölgesinde olabilirdim. Sıkıntıyla ellerimi dizlerime yaslayıp soluklandım. Gözlerim çevremde gezinirken hangi taraftan geldiğimi düşünmeye başladım ama kafam karışınca düşünmeyi kesip ofladım. Bi' bu eksikti! Kaybolmuştum! Pekâlâ sakin oluyorsun Hera.

Durduğum yerden geriye baktım. Arka tarafımda yol vardı. Galiba oradan gelmiştim. Ama hemen yanında bir ayrım vardı belki de o taraftan buraya gelmiştim? Ne yapacağımı bilemeyince yanağımın içini ısırdım. Kendimi kaybedecek kadar düşünüp koşmanın ne alemi vardı ki!? Dizlerime yasladığım ellerimi geri çekip doğruldum.

Ve arkamdaki yoldan ilerlemeye karar verdim. Koşmak yerine hızla yürümeye başladım. Gözlerim dikkatlice geçtiğim yerlerde dolanıyordu.

Ayaklarım altında ezilen ağaç parçaları sesi dışında farklı bir ses yoktu, orman sessizdi. İlerlemeye devam ettikçe nedense siteden daha da uzaklaştığımı hissetmeye başlamıştım, olduğum yerde durdum.

Kafamı kaldırıp ağaçlarla gizlenmeye çalışan gökyüzüne baktım. Ardından gözlerimi kısıp ağaçlara baktım. Sonra tırmanabileceğim bir ağacı gözüme kestirip ona ilerledim. Ellerimle uzanabildiğim kalınca bir dala tutunup ayaklarımdan destek aldım ve kendimi yukarı çektim.

Sonra atik hareketlerle ağacın yukarısına tırmanmaya devam ettim. Ağaç dalları kollarımı çizse de durmadım. Çıkabileceğim yere kadar tırmandığımda durdum. Kafamı ileri uzatıp siteyi görmeyi hedefledim. Biraz bakındıktan sonra siteyi görünce rahatça nefeslendim.

Sağ tarafta kalıyordu. Oysa ben sol tarafa ilerlemiştim. Sağ taraftaki yoldan gidersem siteye varırdım. İstediğime ulaştığımdan daha fazla ağacın tepesinde durmaya gerek yoktu. Dikkatlice aşağı inmeye başladım. Bir anda elim kayınca düşecek gibi oldum ama son anda diğer elimle ağacın dalına sımsıkı tutundum.

Ayaklarımda boşlukta kaldığı için şu an tek elimle ağaçta sallanmış haldeydim. Dişlerimi birbirine bastırıp diğer elimi ağaca uzatmaya çalıştım. Aynı zamanda ayaklarımla bir dala uzanmaya çalışıyordum. Ağacın dalını tutan elimin kol kasları gerilmişti, böyle giderse daha fazla dayanamayacaktım.

Tek elimle kendimi yukarı çekmeye çalıştım bu sırada hâlâ diğer elim dala tutunmaya çalışıyordu. Dişlerimi daha sıkı birbirine bastırdım. Alnımda terler oluşmaya başlamıştı. Sertçe nefesimi dışarı verip son gayret dala uzanmaya çalıştım. Elim dala değince anında sımsıkı tutundum. Sonra kendimi yukarı çekip dalda oturur hale geldim. Nefes nefese aşağı baktım.

Yerle aramda hayli bir mesafe vardı eğer düşseydim sonuç kötü olurdu. Biraz nefeslenip tekrar aşağı inmeye başladım ama bu sefer ekstra dikkatliydim.

Ağaca tırmanmaya başladığım dala gelince orada oturur vaziyete geldim ve yavaşça kendimi yere sarkıttım. Biraz yerle aramda mesafe kalmış olsa da ellerimi daldan çekip kendimi bıraktım. İki ayağımın üstünde yere inince öne yalpalar gibi olsam da dengemi korudum.

Tozlanmış ve kirlenmiş ellerimi birbirine çırpıp sağ tarafa ilerledim. Bu sefer doğru yolda olduğuma yüzde yüz emindim. Birkaç dakikalık yürüyüşten sonra siteyle ormanın birleştiği yere gelmiştim. Ağaçların seyrekleştiği alandan çıkıp sitenin yeşil alanlarına girmiş bulundum.

Birkaç kişinin köpeklerini gezdirdiğini görünce hafifçe tebessüm ettim. Sonra kendi bloğuma ilerlemeye başladım. Yolda birden önüme atlayan yavru köpek ile duraksadım. Ayaklarıma sürtününce gülümseyip dizlerimin üstünde eğildim.

Ve kafasını sevmeye başladım. Dilini dışarı çıkartıp elimi yalayınca gülümsemem büyüdü. "Sen ne kadar tatlı bir şeysin," dedim onu sevmeye devam ederken. Havlayıp kuyruğunu sağa sola salladı. Sonra ön patilerini dizlerime yaslayıp dili dışarda meraklı gözlerle yüzüme baktı.

Kulaklarının arkasını okşayıp bedeni boyunca elimi üstünde gezdirip onu sevdim. Çok şirin bir yavruydu. Tüyleri bembeyaz ve yumuşacıktı. "Kont oğlum, hanımefendiyi rahat bırak." Bir kızın sesini duymam ile kafamı kaldırıp sesin geldiği yöne baktım.

Birkaç adım uzaklıkta buraya yaklaşan 20 yaşlarında gözüken bir kız vardı. Sevdiğim köpek patilerini benden çekip sahibine koştu. Bende yavaşça dizlerimin üstünde doğruldum. Kıza bakıp gülümsedim.

"Beni rahatsız etmiyordu yalnızca kendini sevdiriyordu, sorun yok." Kız bir bana bir köpeğe bakıp gülümsedi. "Kont kendini sevdirmekten çok hoşlanır. Ama bazı insanlar bundan rahatsız olduğu için ona her gördüğü kişiye yaklaşmamasını öğretiyorum."

Kız iyice yanıma gelince elini uzattı. "Ben Perla. Buraya daha yeni taşındım sayılır, bir ay oldu." Uzattığı elini sıktım. "Memnun oldum ben de Hera." El sıkışıp ellerimizi geri çektik. Perla dikkatle yüzüme baktıktan sonra gözleri irice açıldı.

"Ah, seni tanıyorum. Sen şu meşhur oyuncusun. Şimdi nereden tanıdık geldiğini anladım." Gülerek olumlu anlamda kafamı salladım. "Evet oyum," dedim. Bu sırada Kont ikimizin etrafında dolanıyordu. Meraklı gözlerle Perla'yı süzdüm. Oda beni süzüyor gibiydi. Beyaz, omuzlarına gelen düz saçları vardı.

Aynı renk ince kaşlara ve buz mavisi gözlere sahipti. Dudakları küçük yapılı, pembe tonlarda bir ruj ile boyanmıştı. Yüzü küçük ve ovaldi. Güzel sayılırdı ama ondan da öte şirin bir kıza benziyordu. Onu süzmeyi kesip boğazımı temizledim.

"Buraya nereden geldin? Aksanın tanıdık gelmiyor." Eliyle yanağını kaşıdı. "Çok mu belli oluyor? Oysa dilinizi gayet iyi bildiğimi sanıyordum." Şirince gülümsedi. "Apóleia (Kayıp) şehrinden geliyorum." Kaşlarım çatıldı. Bu şehri daha önce duyduğumu sanmıyordum. "Hangi kıtada? Adı hiç tanıdık gelmedi."

"Vóreios (Kuzey) kıtasında ama çok uç kısımda kalıyor, küçük bir şehir. Fazla kimse bilmez, haritadan silinmiş. Adı gibi kayıp sayılır," diyerek güldü. Anladığımı belirtircesine kafamı salladım. "Herhalde buraya okumak için geldin?"

"Yani sayılır. Ve temelli burada kalmayı düşünüyorum."

"Kalırsan asla pişman olmazsın, Vasileia şehri harika şeylerle doludur." Gülümsedi. "Kesinlikle öyle gözüküyor," dedi. Derince bir nefes aldım. Onunla kalıp daha fazla konuşmak istesem de gitme vaktim gelmişti.

"Benim şimdi gitmem gerekiyor ama sonra tekrar görüşelim. Blok: H 10. Ev. Uğramak istersen çekinme ya da bir ihtiyacın olduğunda." Gülümseyerek olumlu anlamda kafasını salladı. Sonra Perla kendi yoluna ben kendi yolumda ilerlemeye başladım. Kendi bloğuma girip evime ilerledim. Güne biraz hareketli başlamıştım acaba nasıl devam edecekti, görecektim.

Hareketli geçen koşudan sonra eve girdiğimde saatin sekize geldiğini gördüm. Ahu'nun tam olarak kaçta geleceğini bilmediğimden hemen odama çıkıp hızlıca bir duş aldım. Üstüme beyaz yazlık, ince askılı, kalp yakalı, dizlerimin bir karış yukarısında biten bir elbise giydim.

Ayakkabı olarak da bacağa bağlamalı ipli sandaletlerden kırmızı olanını alıp giydim. Saçlarımı düzleştirip kendi hallerine bıraktım. Son olarak da hafif bir makyaj yapıp aşağı mutfağa indim. Zeliş'de mutfaktaydı. Hemen ona Ahu'nun sevdiği yiyecekleri hazırlamasını söyleyip genel kahvaltı malzemelerini kendim hazırlamaya başladım.

Arka bahçedeki masayı hızlıca kurup geri kalanları Zeliş'e bıraktım. Geri odama çıkıp uyandığımdan beridir bakmadığım telefonumu elime aldım. Birkaç mesaj vardı.

Ahu Arslan Işık: -Günaydın, bebeğim!

-Saat 10'da oradayım.

-Umarım bana güzel bir kahvaltı hazırlamışsındır.

Gülerek mesajları okudum. Sonra saate bakınca 10'a çeyrek kaldığını gördüm.

Hera Kızılkan: -Günaydın, canımın içi!

-Her şey hazır, seni harika bir kahvaltı bekliyor.

On dakika sonra cevap verdi.

Ahu Arslan Işık: -İyi, iyi. Mesajlarıma cevap vermeyince beni unuttun sanmıştım.

-Bu arada kapıyı aç, geldim.

Mesajın gelmesi ile kapının zili çalması bir oldu. Telefonu yanıma alarak aşağı inip kapıyı açtım. Ahu'yu mavi çiçekli bir elbisenin içinde görünce gülümseyerek sıkıca sarıldım.

"Hoş geldin, canımın içi." Sarılışıma karşılık verince ondan yayılan sıcaklığı büyük bir şevkle karşıladım. Sanki onu yıllardır görmüyor gibiydim.

"Hoş buldum. Seni çok özlemişim ben Hera ya." Geri çekilip gözleriyle beni tepeden tırnağa süzdü. "Sende bir değişiklik var." Gözleri şüpheyle kısıldı.

"Bir şeyler olmuş. Ne olmuş? Bugün bana söylemediğin ne varsa öteceksin, ona göre." Kıkırdayıp olumlu anlamda kafamı salladım. "Tamam, tamam. Hadi içeri geç, kapıda kaldın." Ahu içeri geçince, "Kahvaltıyı arka bahçeye hazırladım. Hava çok güzel, oraya geçelim," dedim.

Birlikte arka bahçede bulunan çardaktaki masaya ilerleyip karşılıklı oturduk. Masaya bakınca Zeliş'in her şeyi hazırladığını gördüm. Ahu'ya ve kendime portakal suyu doldurdum. Ahu'ya bardağı uzattım. "Evet, Hera seni dinliyorum. Neler oldu anlat?"

Dudaklarımı büktüm. Hemen de sorguya geçiyordu. "Kahvaltıdan sonra anlatsaydım?" Olumsuz anlamda kafasını salladı ve bir salatalığı ağzına attı, onu yuttuktan sonra konuştu. "Kahvaltıyı yaparken de konuşabiliriz."

"Bu pekte sağlıklı bir hareket olmazdı." Omuz silkti. "Bir şey olmaz... hadi, anlatmaya şu Cesur'dan başla. Adı hariç bir şeyini bilmiyorum. Onunla nerede tanıştın? Hangi ara sevgili oldunuz?"

Evet, şu an benim için kritik bir andı. Ahu'ya doğruları mı söyleyecektim yoksa yalanlar ile doğruları çarpıtacak mıydım?

Bir yeşil zeytini ağzıma atıp zaman kazanmaya çalıştım. Ahu'ya doğruları söylemek istesem bile söyleyemezdim. Bu onu da tehlikeye atmak olurdu. Pekâlâ, düşün Hera. "Aslında Cesur ile ilişkimiz çok yeni ama hızlı ilerledi. Onunla gittiğim bir kulüp çıkışında tanıştım. Birkaç gün sonra ise ne olduğunu anlamadan kendimi onun sevgilisi olarak buldum."

Bu söylediklerimde dürüsttüm. Gerçekten Cesur ile ilişkim çok hızlı gelişmişti ama bunda hiçbir sorun görmüyordum. Çünkü birbirimizi sevdiğimizden emindim. Gerisi önemli değildi.

"İlk görüşte aşk desene sen şuna!" Ahu'nun sesi heyecanlı ve coşkulu çıkmıştı. Yüzünde açan gülücüklerde buna eklendi. Bir yandan kahvaltısını etmeye devam ederken bana muzipçe sırıttı. "Peki birlikte oldunuz mu?"

Gülerek gözlerimi devirdim. "Çok arsızsın." Omuz silkip portakal suyundan içti. "Hâlâ soruma cevap vermedin." Ağzıma bir parça peynir atıp çiğnedim ve yuttum. "Evet birlikte olduk." Güldü. "Nedense şaşırmadım... Korundunuz değil mi?"

"Sence ben o kadar dikkatsiz biri miyim? Ertesi gün hapı aldım." Elbette böyle bir şeyi göz ardı etmezdim. Çantamda her zaman belli ilaçları taşırdım, ertesi gün hapı da buna dahildi. Cesur o gün kahvaltıyı hazırlamaya indiği zaman bir ara hapı almıştım.

"İyi bari. Daha yeni anne olmaya alışmaya başlamışken bir de teyze olacağım haberini kaldıramazdım." Gülerek kafamı iki yana salladım.

"Merak etme anne adayı uzunca bir süre teyze olacağın haberini almayacaksın. Biliyorsun benim için kariyer daha önemli. Şu an bir başka sorumluluğu üstüme alamam."

Ahu'nun yüzündeki gülümseme kırılsa da bozuntuya vermeden kahvaltısını etmeye devam etti. Ama sonra söyleyecek bir şeyi varmış gibi yüzüme baktı. "Bu tür şeylerde çok duygusuzsun Hera. Bu beni üzüyor. Kendi bebeğini bile bir sorumluluk olarak göreceğini ima ediyorsun."

Portakal suyumdan içip sırtımı oturduğum sandalyede geriye yasladım. Konunun hangi ara buraya geldiğini anlamamıştım. Her neyse...

"Çünkü öyle. Kendin hariç bir kişinin daha sorumluluğu üstüne binecek. Senin bakımına ihtiyacı olacak. Senin zamanını çalacak. Sonra bir gün bi' bakmışsın hayatın tamamen ondan ibaret olmuş. Kendine vakit ayırmak yerine hep onun ihtiyaçlarını gidermekle uğraşacaksın. Ben bunları yapmaya şu anda hazır değilim, ilerde olur muyum ondan da emin değilim."

Ahu sıkkınca bir nefesi dışarı verip benim gibi sırtını geriye yasladı. Belki dediklerim ile onunda moralini bozuyordum ama benim düşüncem buydu.

"Şu an böyle düşünüyorsun ama içinde bir can taşıyınca bunun ne kadar özel bir şey olduğunu anlayacaksın. Bütün vaktini ona harcamaktan gocunmayacaksın hatta vaktini onunla daha güzel geçirdiğini, istediğin zaman kendine vakit ayırabileceğini fark edeceksin. Tabii bunları anlamanın daha zamanı var."

Elini karnına koyup okşadı. Sonra tebessüm edip bana baktı. "Güven bana Hera, bu hayatta onlar kadar güzel bir şey yok." Bakışlarım donuklaştı. Ardından kafamı iki yana sallayıp gülümsedim. "Şu an bunları konuşmak için çok erken. Boş ver."

Ahu pes etmiş gibi kafasını salladı. Sonra tekrar gülümseyerek suratıma baktı. Konuyu değiştirecekti. "Pekâlâ biz Cesur'a geri dönelim. Nasıl biri? İşi ne? Kaç yaşında? Nerede yaşıyor?" Ciğerlerime derin bir nefes çekip Ahu'ya Cesur ile ilgili sorduğu bütün soruların cevaplarını teker, teker vermeye başladım.

Öyle ki zaman çok çabuk geçmişti. Kahvaltımızı da etmiş masa da sohbet etmeye devam ediyorduk. Ahu'nun soruları bitince rahat bir nefes aldım. Cesur ile ilgili sormadık soru bırakmamıştı. "Senin anlattıklarına göre ve benim anladığım kadarıyla Cesur çok iyi bir parça."

Ahu'nun dediği ile kahkaha attım. "İyiden de öte," dedim. Ahu kaşlarını kaldırdı. "Sen bu Cesur'a iyice abayı yakmışsın belli." Masanın üstünden uzanıp elimi tuttu. Parlayan ela gözleriyle suratıma baktı. Ve gülümsedi.

"İçime doğuyor Hera. Sen bu sefer kesinlikle doğru adamı buldun. Çok mutlu olacaksın, hissediyorum." Elimi tutan elini sımsıkı tuttum. "Öyle mi diyorsun? Bu sefer oldu mu?" Gözlerim dolmuştu. Ahu kırgınca gülümsedi ve oturduğu yerden elimi bırakmadan kalktı.

Sonra yanıma gelip yandan bana sarıldı. Boştaki eliyle çıplak kolumu sıvazladı. "Evet Hera, eminim bu sefer oldu." Saçlarımın üstünü öptüğünü hissettim. Ardından kalktığı yere geri oturdu. Ela gözleri dikkatle üstümde dolanırken kıvırcık, kumral saçlarını geriye sırtından aşağı attı.

"Tamam bu kadar Cesur muhabbeti yeter. Sende daha farklı şeylerde var. Onlardan söz et biraz da."

Anlamıyormuş gibi yüzüne baktım. "Başka bir şey yok ki. Neyden söz edeyim?" Gözlerini devirdi. "Anlamıyormuş gibi yapma, Hera. Belli bir şeyler olmuş. Anlarım ben hadi anlat." Bu kadar ısrarcı olması beni gerdi. Ne anlatacaktım ki!? Ben bir insan değil farklı bir ırk olan oyunbazlardanmışım ve annem ile babamda gerçek ailem değilmiş hatta bütün bunları Cesur sayesinde öğrendim.

Şimdi de oyunbazlara katılıp aynı zamanda öz ailemi bulmaya çalıştığımı mı söyleyecektim!? Bütün bunları söylersem şayet Ahu şoka girebilirdi ya da kahkahalar eşliğinde gülüp dalga geçtiğimi zannedebilirdi. En kötü ihtimalle de benim delirdiğimi düşünüp beni bir hastaneye kapatırdı.

Bütün bu olasılıklara inanmasını koymak saçmalık olurdu. Ama diyelim öyle oldu, bana inandı. Yine de onu bu işe bulaştırmamak için dudaklarımı bile aralamazdım. Bu yüzden doğruları söylemek yoktu. Ona yalanda söylemek istemiyordum bu yüzden farklı bir yol denemem gerekiyordu.

Ah, tamam. Ahu'nun dikkatini dağıtacak bir şey bulmuştum! "Pekâlâ anlatacağım, tamam." Beklentiyle yüzüme baktı. "Geçenlerde bir fotoğraf çekimine gitmiştim. Orada eşlikçim olan Azer Koralev adında bir model vardı. Çekimden sonra yemeğe gittik. Gayet güzelde vakit geçirdik. Arkadaş gibi olduğumuzu düşünmüştüm. Ama sanırım o bana arkadaşlıktan da öte bir şeyler hissediyor. Hallerinden belli. Özellikle tekrar beni yemeğe davet etmesiyle bunu daha iyi anladım." Dudak büküp Ahu'ya baktım.

"Hayatımda Cesur var ve şu aralar çok kıskanç. Eğer bu durumu öğrenirse hoş olmaz. Bu beni biraz huzursuz ediyor. Sanırım ondan sana bir şeyler olmuş gibi geldi. Çünkü bunun dışında farklı bir şey yok."

Sakince kafasını sallayıp ellerini masanın üstünde birleştirdi. İnanmış gibi görünüyordu. "Anladım. Peki ne yapmayı düşünüyorsun? Yemek teklifini kabul ettin mi?"

"Evet. Ama özellikle arkadaşça olacağını ima ettim. Aptal değilse anlamıştır." Ahu bilmiş bir ifadeyle suratıma bakarak güldü. "Eğer gerçekten sana karşı bir şeyler hissediyorsa, hisleri onu zaten aptallaştırır. Böyle bir durumda ondan mantıklı düşünmesini bekleyemezsin."

Bıkkınlıkla gözlerimi devirdim. "Aptallarla işim olmaz. Hoş, Azer pekte aptal birine benzemiyor yine de sadece bir gün vakit geçirdik ve hemen bana karşı bir şeyler hissetmiş olması inanılmaz geliyor."

"Neden? Cesur ile sizin aşkınızda bir anda olmadı mı? Azer'in de sana karşı bir şeyler hissetmiş olması gayet normal." Ne cevap vereceğimi bilemez halde Ahu'nun yüzüne baktım. Ellerimle saçlarımı kaşıyıp ofladım.

"Aynı şey değil. Cesur ile hislerimiz gibi kimyamızda birbirini tamamlamıştı. O farklı, adını koyamadığım bir çekim hissediyordum. Ve bu ona karşı koyamamamı sağlıyordu. Hâlâ ne olduğunu bilmiyorum ama Cesur gerçekten benim için herkesten çok farklı."

Susup ellerimi birbirine kavuşturup kucağıma koydum. Ahu kol dirseğini masaya, yüzünü de avucuna yaslamış şekilde beni dinliyordu. "Peki, dediğin gibi ikisini karşılaştırmayalım. Ama yine de Azer'in sana karşı bir şeyler hissetmesi gayet olağan."

"Bunun bende farkındayım ama sence de bunu açıkça belli etmesi normal mi? Daha hayatımda birinin olup olmadığını bile bilmiyor. Ayrıca öfke problemi var, inişli çıkışlı biri olduğu belli. Hisleri her an değişebilir."

"Öfke problemi olduğunu nereden biliyorsun?"

"Yemekten sonra beni arabayla eve bırakmak istemişti. Kabul ettim sonra magazincilerle karşılaştık. Onun ardından halleri değişmeye başladı. Hatta arabada bana bağırdı tabii sonra özür falan diledi, neden böyle davrandığını açıkladı. Hak verip anlayışla karşıladım ama öfke problemi olduğu çok açık."

Ahu büyük bir dikkatle beni dinliyordu. "Şimdi senin asıl sıkıntını anladım. Ne yapacağını kestiremediğin için tedirginsin. Tabii bir de Cesur'un bu durumu öğrenip kıskanması da var." Olumlu anlamda kafamı salladım.

"Bak Azer gerçekten iyi ve hoş biri. Kötü biri asla demiyorum, diyemem de yalnızca bazı problemleri olduğundan ona karşı gardımı oluşturmak zorunda kaldım. Bütün bunları geçtim. Asıl mesele bana karşı olan hislerinin ne olacağı. Sence arkadaşça davranmaya devam etsem ya da hayatımda birinin olduğunu anlamasını sağlasam hisleri yok olur mu?"

"Hislerinin boyutun bağlı. Eğer büyükse yok olmaz." Elimin tekiyle alnımı ovaladım. Resmen şu an Ahu'nun dikkatini dağıtmak için öne sürdüğüm konuya canım sıkılmıştı.

Oysa Azer'in bana karşı hisler beslemesini önemsemiyordum. Önemli olan benim kime his beslediğimdi. Ve o kişi elbette de Cesur'dan başkası olamazdı.

 

 

 

♠️♠️♠️

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Bölüm : 28.09.2024 13:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...