
♠️♠️♠️
Hera Kızılkan'dan
Konum: Hera'nın Evi
Tarih: 03.08.2022
Saat: 18:00
Aynadaki yansımalar göründüğümüz gibi bizi yansıtırdı. Ama biz o ayna karşısına geçtiğimiz zaman görmek istediklerimizi görürdük, bize gösterileni değil.
Çoğu insan için bu geçerliydi. Her biri kendini nasıl görmek isterse öyle görürdü. Bu elbette kötü bir şey değildi. Ama ne kadar iyi bir şeydi?
Orası belirsiz. Çünkü bu insanın kendini aldatmasına neden olurdu. Ya aynada görmek istediği gibi biri olacaktı ya da aynadaki yansıması gibi davranmaya, olmaya devam edecekti.
Oysa ben aynaya baktığım zaman hem aynanın bana gösterdiğini hem de kendi görmek istediğim beni görüyordum. Güçlü, güzel, ne yaşarsa yaşasın asla yıkılmayan, otorite sahibi bir kadın. Bu bendim...
Yüzümdeki ağır göz makyajı sayesinde daha da belirginleşmiş gece mavisi gözlerim karşısında bulunduğum aynadaki yansımama uzun uzun baktı. Gördüklerimiz ile görmek istediklerimizin bir arada olması oldukça zordu.
Benim böyle bir sorunumun olmaması gerçekten çok ender rastlanan bir şeydi. Ama bunun şans olmadığının da farkındaydım. Kendim olabilmek için çok çaba sarf etmiştim. İçimde bir yerde yaşayan Asi bile buna engel olamamıştı.
Gece mavisi gözlerim dikkatle aynada yansıyan gözlerime baktı. Orada bir tek kendimi görünce gülümsedim. Gerçek galibiyet buydu işte. Kendimize rağmen kazanmak. Çoğu kişi ne yazık ki bunu beceremiyordu. Ailesi, arkadaşları, çevresi ve en çokta kendi olmak istediği kişiye engel oluyordu.
Hep bir engelle karşılaşmak onu yoruyor üstüne üstlük yeni bir şeyler denemeye cesaret edemiyordu. Çünkü yine bir engel çıkacağını düşünüyor bunu kendine şartlıyordu.
Oysa o engelleri bir darbeyle yıkıp geçeceğini bilse o bağlandığı zincirleri kırabileceğine inansa her şey onun için daha kolay olacaktı. Her şeye, herkese hatta kendine rağmen kazanan olabilirdi.
İnanması ve bu uğurda elinden geldiğince çabalaması, dış etkenlere kulak tıkaması, arkasına bakmadan dümdüz önüne bakması ve ulaşmak istediği yere kadar durmaması yeterliydi.
Geçtiği yollar dikenlerle dolu olsa bile ayak tabanları parçalansa hatta yol kendi kanıyla yıkansa bile hiç durmadan devam etmek zorundaydı. Çünkü galibiyet kendiliğinden oluşan bir şey değildi çabalamak gerekiyordu...
Aynanın karşısında derin düşüncelere dalmış bir haldeyken kulağıma ulaşan korna sesiyle irkildim. Kafam ile gözlerim aynadaki yansımamdan çekildi. Komodinin üstünde duran el çantasını aldım ve odadan topuklu ayakkabılarımın çıkardığı tok sesinin eşliğinde çıkıp aşağı indim.
Bugün günlerden çarşambaydı. Dün Ahu ile güzel bir gün geçirdikten sonra akşam geç saatlerde eve gelmiş ertesi gün biraz kendime vakit ayırıp hazırlanmaya başlamıştım. Çünkü bugün Azer ile yemek, yemek için sözleştiğimiz geceydi.
Yukardayken duyduğum korna sesi ise Ali'nin arabayı hazırladığının işaretiydi. Evden çıkarken Zeliş'e öpücük atmayı es geçmedim. Sonra Ali'nin beni görünce açtığı arka koltuk kapısından içeri girip oturdum. Ali'de sürücü koltuğuna oturup omzundan geriye bana baktı.
"İyi akşamlar, Hera Hanım. Nereye gidiyoruz?" Birkaç saat önce Azer'den isteyip de bana gönderdiği konum bilgisini arabadaki Navigasyona girdim. "Buraya," deyip arkama yaslandım ve camdan dışarı bakmaya başladım.
Bütün yol boyunca düşündüm. Zihnim öyle kalabalıktı ki her kapıdan ayrı bir ses çıkıyordu. Düşündükçe ise daha da düşünecek şey ortaya çıkıyordu. Elimle alnımı ovalayıp Cesur'dan mesaj var mı diye baktım. Yoktu.
Ona bu gece bir arkadaşım ile yemeğe çıkacağımı söylemiş ve erkek olduğunu belirtmiştim. Sorun çıkarmamıştı, tamam deyip geçmişti. Bu durgun hali beni şüpheye düşürse de işleri olduğundan bahsedince başının kalabalık olduğunu anlamıştım. Durgun olması yorgun olduğundan olsa gerekti.
Zaten fazla konuşamadan telefonu kapamak zorunda kalmıştı. Telefonu geri el çantasına koydum ve camdan bakmaya devam ettim. Tahmini 1 saat sonra içinde bulunduğum araba yavaşlayarak durdu. Ali hemen aşağı inip kapımı açmıştı.
Ona gülümseyip arabadan indim. "Beklemene gerek yok, gidebilirsin," dedim. Kafasıyla onaylayıp arabaya bindi ve uzaklaştı. Onun arkasından bakmayı kesip yavaş adımlar eşliğinde restoranda ilerledim. İçeri girdiğim an geçen Azer ile beni karşılayan adam önümde bitmişti.
Yüzündeki gülümseme ile kafasıyla selam verdi. "Hoş geldiniz, Hanımefendi. Azer bey sizi masanızda bekliyor. İzninizle size eşlik edeyim."
Aynı incelikle karşılık verip birlikte masaya ilerlemeye başladık. Siyah, bantlı ayakkabılarımın topuklarının çıkardığı ses ortam çok sessiz olduğundan net şekilde duyuluyordu. Birkaç dolu masa harici restoran oldukça sessizdi.
Hatta dolu olan masadakiler bile sessizleşmiş kaçamak bakışları üstümdeydi. Duruşumu bozmadan bedenimi tamamen saran kan kırmızısı ince askılı mini elbisem ile ilerlemeyi sürdürdüm. Birkaç saniye sonra cam kenarı bir masada oturan Azer'i gördüm.
Oda beni fark edince hemen ayağa kalkıp gülümsedi. Karşı karşıya gelince eldivenli elini uzattı. "Hoş geldin, Hera." Uzattığı eldivenli elini sıkıp bıraktım. "Hoş buldum." Azer hemen oturmam için bir sandalye çekti. "Şöyle seç lütfen," dedi.
Çantamı masanın kenarına koyarak sandalyeye oturdum ve gülümsedim. Azer hemen karşımdaki yerini almıştı. Yüzünde beni gördüğüne sevindiğini belli eden bir gülümseme hâkimdi.
Azer gözlerini üstümde uzunca gezdirdi sonra buz mavileri başımızda elleri birbirine bağlı duran adama kaydı.
"Yemekleri getirebilirsiniz." Bana eşlik eden adam o an hemen yanımızdan ayrıldı. Azer tekrar bana odaklanınca şirince gülümsedi. "Yemekleri sen gelmeden söyledim. Umarım bir sorun olmaz?"
Normalde sorun ederdim ama onu üzmemek için gülümsedim. Ve "Hiç sorun değil. Eminim yemek seçimin harikadır," dedim. Kafasını hafifçe eğerek gülümsedi. O an arkadan topuz yaptığı beyaz saçlarından bir tutam alnına düşmüştü.
Hemen eliyle saçlarını geri taradı. Rahatsız olmuş olmalıydı. "Senin seveceğini düşündüğüm yemeklerden sipariş verdim." Umut dolu gözlerle yüzüme baktı. "Umarım beğenirsin."
Hemen telaşla sözüne devam etti. "Ama beğenmezsen de sorun değil istediğin başka bir yemek sipariş edebiliriz." Azer'in bu heyecanlı hali beni gülümsetti ama aynı zamanda tedirginde etti.
Bana olan ilgisinin arttığını daha doğrusu beni görünce depreştiğini fark ettim. Bu da istemeden de olsa beni endişelendirmişti. "Yemeği dert etme. Eminim beğenirim."
Ellerimi masanın örtüsüne koyarak kırışıklığını düzeltmeye giriştim. Aynı zamanda Azer'e kaçamak bir bakış attım. "Görüşmeyeli nasılsın?"
“Gayet iyiydim ama seni görünce daha iyi olmadım değil." Hafifçe tebessüm ettim. Gerçekten asla ilgisini belli etmeden duramıyordu. "Sen nasılsın?" Ellerimle masa örtüsünü düzeltmeyi kestim.
"Dürüst olmak gerekirse pek emin değilim." Cevabım ile kaşları çatıldı. Bende bir sorun olduğunu anlamış olmalıydı. "Ters giden bir şeyler mi var?" Derin bir nefes aldım. Ona elbette hayatımda olan her şeyi anlatamazdım.
Hem daha o kadar yakınlaşmamıştık hem de anlatamayacağım tonla şey vardı. Ama yine de dolaylı yoldan da olsa bir şeylerden söz etmek iyi gelebilirdi. Tam Azer'in sorusuna cevap vereceğim anda yemeklerimiz gelmişti.
Garsonların yemekleri masaya yerleştirmesini sessizce bekledim. Biraz sonra yanımızdan ayrıldıklarında Azer'in az önceki sorusuna cevap verdim.
"Şu anda ters giden bir şey olduğunu söyleyemem. Ama öncesinde baya gitmiş de benim haberim yokmuş. Karışık aslında, şimdi de hayatımda alışık olmadığım türden değişiklikler oluyor. Hem beni mutlu eden türden hem de tedirgin eden türden."
Onun ilgisini iyice bu konuya çektiğimin farkındaydım ama olayın derinine girmeden konuyu toparlamayı hedefliyordum. Gece mavilerim önümde dumanı tüten çorbaya kaydı. Dalgınca kaşığı kâsenin içine daldırıp çorbadan bir kaşık aldım.
Bu sırada Azer'in düşünce dolu buz mavilerini üstümde hissediyordum. "Daha önce ne olduğunu bilemem ama şimdi hayatına yeni ve senin için özel biri girdi değil mi? Yanılıyorsam beni düzelt."
Bunları söylerken yüzünde acı bir ifade oluşmuş ama benim hayal ürünüm diyebileceğim bi' şekilde anında eski haline dönmüştü.
"Hayır, yanılmıyorsun. Hayatımı temelinden değiştirecek biri var. Ama tedirgin olduğum konu o değil. O hep bana mutluluk verdi hatta benim gözümü bile açtı diyebilirim. Beni tedirgin eden şey bunca zaman gözümün önündekileri daha yeni fark ediyor oluşum."
Düşünceli bir tavırla kafasını aşağı yukarı salladı. Bazı dediklerimi adlandıramadığını anlayabiliyordum. Ama çok iyi anladığından emin olduğum şey ise hayatımda biri olduğunu artık bildiğiydi. Ve bunu bilmesi bana yeterdi.
"Hayatında neler oluyor bilmiyorum. Sorma cüretini de kendimde görmüyorum. Daha yeni yeni birbirimizi tanıyoruz hemen de bana güvenip kendini açacağını düşünmek gülünç olur. Ama Hera umarım her şey istediğin gibi gelişir." Buz mavileri samimice gözlerime tutundu.
"Çünkü sen iyi birisin. Zamanında acı çektiğini gözlerinden anlayabiliyorum ama o gözlerde gördüğüm diğer şey ise güçlü bir Hera. Acı çekmene rağmen bugün böyle bir kadın olmayı başarmışsın. Bu yüzden mutlu olmayı hak ediyorsun."
Dedikleri ile yüzümdeki gülümseme kırıldı. Bakışlarım donuklaşmaya başlarken aniden kendimi toparlayıp zorla tekrar gülümsemeye çalıştım. "Teşekkür ederim, Azer. Benim hakkımda bu kadar ince düşündüğünü bilmiyordum."
Hakkımda böyle nokta atışı tespitler yapacağını tahmin etmemiştim. Açıkçası Azer beni şaşırtmıştı. Zeki bir adam olduğunu anlamıştım ama öngörülü olduğunu bilmiyordum. Azer cevap olarak sadece gülümsedi. Ve önündeki kâseden bir kaşık çorba alıp içti. Bir süre ikimizde yalnızca yemeklerimize odaklandık.
Ortamda hâkim olan sessizlik giderek büyüdü ve rahatsız edici bir hal aldı. Tabii buna bazı gözlerin üstümüzde olduğunu hissetmekte eklenince iyice gerilmiştim. Dayanamayarak Azer'e sordum.
"Neden herkesin gözü bizde? İlk başta tanındığımız için olduğunu düşünüyordum ama şimdi bakışları sanki burada olmamdan memnun değillermiş gibi geliyor."
"Seni rahatsız mı ediyorlar?" Yavaşça olumlu anlamda kafamı salladım. "Evet, biraz." Dediklerim ile eş zamanlı olarak Azer kafasını kaldırıp etrafımıza sert bakışlar atmaya başladı. O an üstümüzde olan bütün gözler bir anda çekildi.
Azer bundan memnun kalmışçasına yüzündeki sert ifadeyi sildi ve gülümseyerek bana baktı. "Bir daha öyle bakmayacaklarından emin olabilirsin." Tek bir bakışıyla bütün gözleri üstümüzden çekmesine hayret ettim. Şüpheyle gece mavisi gözlerim kısılsa da şüphelerimi kendime sakladım. Elimin tekiyle gözümün önüne gelen dalgalı saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Umarım dediğin gibi olur," diye mırıldandım. Azer oturduğu sandalyede biraz dikleşti. "Dizinin sezon finaline girdiğini duydum. Şu anda herhangi bir proje çalışması var mı yoksa tatil mi yapıyorsun?" Azer'in sorusu ile yerimde kıpırdandım.
Arka fonda çalan piyona sesi kulağıma hoş bir tonla geliyordu. Kulaklarım piyona sesindeyken Azer'in sorusunu yanıtladım. "Proje yok. Tatil yapıyorum." Sakince kafasını oynattı. "Farklı bir şehre gitmeyi düşünüyor musun yoksa burada mı tatile devam edeceksin?" Bu soruları sohbet etmek için soruyordu. Aramızdaki sessizlikten oda sıkılmış olmalıydı. "Farklı bir yere gitmeyi düşünüyorum. Bu haftadan sonra giderim büyük ihtimal." Gözlerinde anlık olarak bir gölge belirip yok oldu. "Öyle mi? Senin adına sevindim. Bütün bu koşturmaca seni yormuştur. Dinlenmek iyi gelir." Bocalayıp öylesine konuşması beni rahatsız etmişti. Azer'in aklından benimle ilgili ne geçiyordu bilmiyordum ama bu gece aramızın daha da açıldığını hissediyordum.
İlk yemeğe çıktığımızda bile birbirimize daha samimi davranmıştık. Bir şey demeden öylece yüzüne baktım. O an arkamda bir hareketlilik oldu. Azer'in buz mavileri hızla arkama kaymıştı. Yüz ifadesi gördüğünden memnun kalmamış gibi bi' ifadeye bürünürken duyduğum ses ile omzumdan geriye baktım. Birkaç adım geride siyah takım elbisesi içinde bir adam durmuş, Azer'e bakıyordu. "Oo, Azer bu gece seni burada görmeyi beklemiyordum." Konuşan adamın koyu yeşil gözleri aniden bana döndü. Hızlıca yüzümü süzdü ve dudaklarına pekte samimi olmayan bir gülümseme kondurdu. "Hem de böyle güzel bir yaratıkla hiç beklemiyordum."
Kulaklarım ile duyduklarıma anlam veremezken adama dik dik baktım. O benden yaratık diye mi bahsetmişti? Omzumdan geri bakmayı kesip önüme döndüm. Yüzümde hoşnutsuz bir bakış oluşmuştu. Azer'de adamın dediklerine sinirlenmiş olmalı ki kaşları çatılmıştı. "Hera ile düzgün konuş. Hadsizlik yapma." Adam arkamda kaldığı için tepkilerini göremiyordum ama ağzından çıkan bir hah sesini duyabilmiştim. Sonra adım seslerini işittim. Yanımdaki sandalye yere sürtünerek çekildi ve az önceki adam izin dahi almadan oturdu. Şaşkınlıkla dönüp ona baktığımda yüzüne yine samimiyetsiz gülümsemesini takındı. "Kötü bir şey söylediğimi sanmıyorum. Hanımefendi gerçekten güzel bir yaratık." Bunları Azer'e söylemiş olsa bile koyu yeşilleri benim yüzümdeydi.
Rahatsız olduğum için ona bakmayı kesip önüme döndüm. O an Azer'in kıpkırmızı kesildiğini fark ettim. Sinirlenmiş ve utanmış görünüyordu. "Arın yeter, fazla ileri gidiyorsun." Azer'in sesi tehditkâr çıkmıştı. Ama Arın denen adamın bundan etkilendiğini sanmıyordum. Oturduğu sandalyede geriye yaslandı. "İleri gitmek mi? Daha bir şey yapmadım bile!" Sinirle ağzımdan bir kıkırtı çıktı. Sonra ona baktım. "Saygısızca davranmanız dışında evet bir şey yapmadınız." Arın'ın gözleri dikkatle yüzümde dolandı. Dilini alt dudağında yavaşça gezdirdi. "Öyle mi yapmışım? Hiç farkında değilim." Dudaklarımı birbirine bastırıp yavaşça kafamı aşağı yukarı salladım. "Çok normal. Ağzınızdan çıkanı kulağınız duymuyor, şuursuzca konuşuyorsunuz."
Dediklerimi pekte umursamış gibi görünmüyordu. İfadesizce yüzüme bakmaya devam etti. Sonra aniden Azer'e döndü. "Bu yaratığı nereden buldun?" Hâlâ yaratık demeye devam ediyordu! Neyse Hera, sakin ol. Bu büyük bir sorun değil. "Yaratık dediğin kişinin adı Hera. Yaratık deyip durma, benim sinirlerimi de bozma. Sana hiçbir şeyin hesabını verecek değilim." Azer'i bu denli sinirlendirmek Arın'ın hoşuna gitmiş olmalıydı. Yüzünde itici bir gülümseme peyda oldu. "Baban onu öğrenirse iyi olmaz biliyorsun değil mi?" Israrla kendi bildiği yoldan ilerleyip konuşmaya devam etmesi ilginçti. Sırf Azer'i sinir etmek için neden bu kadar uğraşıyordu? Aralarında ne gibi bi' sorun vardı? En önemlisi izin almadan yanımıza oturan bu adam kimdi? Azer'in neyi oluyordu?
Zihnimde sorular ve soru işaretleri dört dönmeye başlamışken karşılıklı konuşan ikiliyi dinlenmeye devam ediyordum. "Arın, ağzının vidaları gevşiyor dikkat et de ağzın dağılmasın." Arın, Azer'in dediğine takılmadan konuşmaya devam etti. "Ben senin için diyorum kuzen sonra çok yazık olur." Demek kuzenlerdi. Birkaç saniye ikisi de sessizce bakıştı. Ortada dönen konuyu adlandıramadığım için sessizce ikisine bakıp duruyordum. Ama artık sabrım tükenmeye başlamıştı. Eğer bir sorunları varsa açıkça bunu halletmeleri gerekiyordu. Ve anlaşılan ben yanlarında olduğum sürece bu gerçekleşemeyecekti. Önümdeki yarısı yenmiş tabağı ileri ittirdim. Bu normalde yapılmaması gereken bir şeydi ama şu an görgü kurallarını pekte umursayacak durumda değildim. "Azer ben kalksam iyi olur. Yemek için teşekkür ederim." Gitmek için ayağa kalktığım an Azer, Arın ile olan uzun bakışmasına son vermişti. Telaşla bana baktı. "Gitmene gerek yok Arın zaten şimdi kalkıyordu." Azer böyle deyince Arın bana ait olan yarısı içilmiş kırmızı şarap dolu kadehi eline aldı ve bir yudum içti. Ardından ikimize bakıp gülümsedi. "Benim gitme gibi bir düşüncem yok hatta yemekte size katılabilirim bile." Pişkin herif! Azer'in gittikçe sinirlendiğini hissettim. Sert bakışları kuzeninin üstündeydi. Boğazımı temizledim. "Gitsem daha sağlıklı olacak," diye hafifçe mırıldandım. Mahcup olmuş buz mavileri yüzüme baktı. "Üzgünüm bu geceyi böyle bitirmek istemezdim." Gülümseyerek masada duran el çantamı aldım. "İnan benim için hiç sorun değil."
Kısaca Arın'a baktım. "Ama senin sorunun ile sana bol şans." Gülmeye çalıştı ama başaralı olamadı. "Şansında yeterli olacağını sanmıyorum. Neyse... Bu gece bana katıldığın için teşekkürler." Dudaklarıma bi' gülümseme kondurdum. "Ne demek her zaman. O zaman ben gidiyorum iyi geceler." Azer'de aynı şekilde karşılık verdi. Arkamı dönüp gitmeden hemen önce kısaca Arın'a baktım. Miskin gözleri üstümdeydi. Ona baktığım için memnun kalmışçasına gülümsedi. Arkamı dönüp yürümeye başlamıştım ki onun sesini duydum. "İyi geceler güzel yaratık Hera." Dişlerimi birbirine bastırıp çıkışa yürümeye devam ettim. Kendimi restorandan attıktan sonra cadde tarafına ilerlemeye başladım. Kaldırım kısmına gelince oradan yürümeye devam ettim.
Pek fazla yürüyememişken karşı tarafımdan gelen kadını fark ettim. Bu geçen buraya geldiğim zaman tuvalette benimle saçma sapan konuşan kadındı. İkimizde birbirimizi fark etmiş olsak da duraksamadan yürümeye devam ettik. Aramızdaki mesafe kısalırken yanından geçip gitmeyi hedefliyordum ama tam önümde durunca adımlarım duraksadı. Tek kaşım sorgulayıcı bir tavırla kalktı. "Yolumda duruyorsunuz kenara çekilin." Ben onun çekilmesini beklerken o konuşarak beni yanılttı. "Sana Azer'den uzak durman gerektiğini söylemiştim. Buna rağmen onunla tekrar burada yemek yemeğe mi geldin?!" Birden azarlayıcı ve hesap sorarcasına konuşmasıyla şaşkınca bakakaldım. Pardon da ona neydi acaba? Kiminle yemek yiyip yiyemeyeceğimi ona mı soracaktım!?
"Evet demiştin ama sana ondan uzak duracağımı dediğimi hatırlamıyorum." Çenemi dikleştirdim ve biraz daha ona yaklaştım. "Ayrıca sen kim oluyorsun da bana hesap sorabiliyorsun?" Öfkeyle parlayan gece mavilerim kadının yumuşak hatlara sahip yüzünde dolandı. "Hangi cüretle benimle bu dengi saygısızca ve seviyesizce konuşabiliyorsun? Nedenini gerçekten çok merak ediyorum." İfadesinin bir anda parçalandığını gördüm. Ağırca yutkundu ve gözlerini kaçırdı. Dudakları titreyerek aralandı. "Ben... amacım sana öyle davranmak değildi. Yalnızca sana anlatamayacağım bazı şeyler var ve buna rağmen seni uyarmak için çabalıyorum. Ama sen bunu anlamıyorsun bile yine de anlamadığın için seni suçlayamam. Benim uyarma şeklimde hata var."
Neyden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. "Anlamadığımı söylediğin konu her neyse anlatırsan anlayabilirim." Olumsuz anlamda kafasını salladı. "Söyleyemem. Sen sadece ondan uzak dur yeter." Papağan gibi aynı sözleri tekrarlayıp duruyordu. Bu beni sinirlendirdi. "Nedenini söylemezsen bunu yapmam için hiçbir gerekçe olmaz. Tanımadığım hatta deli olduğunu düşünmeye başladığım bir kadının sözlerine göre hareket etmem. Ayrıca Azer ile aramızda ne olduğunu sanıyorsun? Kafanda her ne geçiyorsa kesinlikle düşündüğün gibi olmadığını söyleyebilirim. O sadece benim arkadaşım ve öyle kalacak." Kaçırdığı gözlerini dediklerimden sonra aniden yüzüme çevirdi.
"Neden bu kadar sorgulayıcı ve zor bir insansın? Sadece yapsan olmuyor mu?" Ağzımdan cık sesi çıktı. "Olmuyor, olmaz da." Gerçekten ben şu an ne yapıyordum? Deli bir kadının sözlerine karşılık verip neyi amaçlıyordum ki? Gitmem gerekiyordu. Kadının çıplak koluna elimi koyup hafifçe sıktım. "Bak senin sorunun ne bilmiyorum ama acilen profesyonel bir destek almanı öneririm." Tuttuğum kolunu dostça okşayarak bıraktım. Yanından geçip gitmek için hareket etmiştim ki söylediği sözler ile tekrar duraksamak zorunda kaldım. "Bana dokundun. Ne yaptın sen! Dokunmaman gerekiyordu." Çıldırmış gibi bağırınca şokla gözlerim irileşti. Telaşla etrafta kimse var mı diye baktım. Neyse ki ikimizden başka kimsecikler yoktu.
"Ne bağırıyorsun? Sanki taciz ettim. Dostça koluna dokundum sadece bu kadar rahatsız edeceğini tahmin etmemiştim." Kadın şiddetle kafasını iki yana salladı. "Sorun ne amaçla dokunduğun değil." Kaşlarım çatıldı. Gerçekten bir deliye denk gelmiştim değil mi? "Sorun ne o zaman?" Çıldıracaktım az kalmıştı. Kadın tedirgince etrafına baktı. Sonra tekrar bana döndü. "Bak gerçekten böyle olsun istemezdim." Acı çekiyormuş gibi yüzüme baktı. "Neden bana dokundun ki!" Yüzüm öfkeyle kızarırken artık sabrımın sonuna gelmiştim. Zaten ne demek istediğini de açıklamadığı için anlayamıyordum. "Aa ama yeter. Senin gibi bir deliyle uğraşamam daha fazla." Bu sefer arkamdan ne derse desin durmadan kaldırımda hızlı adımlar eşliğinde ilerlemeye başladım. Resmen gece gece başıma iş almıştım! Biraz daha yürüdükten sonra yoldan geçen bir taksiyi durdurup eve gittim. Eve girdiğim gibi odama çıkıp üstümü değiştirdim ve yüzümdeki makyajı temizledim sonra kendimi yatağa attım. Yorulmuştum ve bunu yatağa yatınca anlayabilmiştim. Sağ tarafıma dönerek sadece ay ışığının aydınlattığı odamın içinde, pencerenin önünde bulunan yukarı doğru uzanan ağaç dallarının duvara yansıyan gölgelerini seyretmeye başladım. Açık pencereden hafifçe içeri sızan meltem ise tenimi nazikçe okşuyordu. Ağaç dallarının ve yapraklarının çıkardığı seste buna eklenince yatakta iyice mayıştım. Uzunca bir süre uyumadan öylece durdum. Komodinin üstündeki dijital saate gözlerim kayınca saatin ikiyi biraz geçtiğini gördüm. Yavaşça tekrar duvardaki yansımalara bakmaya devam ettim. Yorgundum ama nedense uykum yoktu.
Gece mavilerim duvara yansıyan gölgelerde dolanırken ağaç gölgelerini kesecek başka bir gölge oluştu. Yattığım yerde kıpırdamadan gölgenin giderek büyümesini, pencereden geçip odama girmesini sakince izledim. Gölge yatağa yaklaşırken sakince bekleyerek tepkisiz bi' şekilde durdum. Yatağın bir tarafı çöktü. Gölgenin nefes alışverişlerinin sesi kulağıma dolmaya başlarken arka tarafıma uzandığını hissettim. Ardından bir kol belime sarıldı. Burnuma dolan koku ile dudaklarımda tebessüm peyda olurken tepki vermeden öylece durmaya devam ettim. Boynuma sürtünen burnu hissedince biraz gerildim. Kokumu içine çekiyordu. Boynumda bu sefer de dudakların baskısını hissettim. Belime dolanan kol iyice beni kendine çekti.
Boynumdan çekilen dudaklar ve burun bu sefer yastığa dağılmış saçlarımın arasına daldı. İç çekme sesini duydum. Ardından onun güzel sesini. "Şuraya bak seni sadece iki gün görmedim. Ama ne kadar da özlemişim. Kokundan nasıl bunca zaman ayrı kalabilmişim? İnanılır gibi değil." Gülümsedim ama sesimi çıkarmadım. Beni uyuyor sanmaya devam etmesini istedim. Kulağımın arkasından aniden öpüldüm. Gecenin ikisinde pencereden beni görmeye geldiğine göre anlaşılan Cesur Bey beni çok özlemişti. Yüzünü boynuma koyarak öylece durmaya başladı. Bir süre geçtikten sonra yavaşça belime dolanan kolunun, elinin üstüne elimi koydum. İrkildiğini hissettim. Parmaklarını parmaklarımın arasına geçirip sıktım. Gözlerim hâlâ duvardaki yansımalardaydı.
"Beni bu kadar özlediğini bilmiyordum. Bu iki gün sana azap gibi gelmiş olmalı." Muzip sesimi duymak onu güldürdü. Melodi gibi gelen gülme sesi kulaklarıma ulaşmıştı. "Ve buna rağmen sen kötü kadın seni ne kadar özlemiş olduğumu anladığın halde bana numara yapıyorsun." Gülerek yattığım yerde ondan tarafa döndüm. Yüz yüze gelince yüzüne baktım. Elini tuttuğum elimi geri çekerek yüzüne çıkardım. İşaret parmağım elmacık kemiğinin üstünde dolaşmaya başladı. "Dayanamadın. Oysa daha gelip beni götürmene vardı." Açık yeşil gözleri yıldızlar gibi parlarken yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı. Burunlarımız birbirine değiyor, nefeslerimiz birbirine karıştırıyordu. "Biliyorum ama bu geceyi seni görmeden sonlandırmak istemedim."
Elmacık kemiğini okşamaya devam ederken gece mavilerim büyük bir dikkatle Cesur'un çehresinde turladı. Ama gördüklerimden memnun kalamadım. Ay'ı bile kıskandıracak mermer teni soluklaşmıştı. Buna mor göz altları da eklenince oldukça solgun ve yorgun görünüyordu. "Bir sorun mu var? Çok yorgun görünüyorsun." Bir şey demeden aniden yan yatmaya son verdi ve sırtüstü yatmaya başladı. Bir koluyla da beni göğsüne çekti. Kafamın tepesine bir öpücük kondurdu. Göğsünde kendime rahat bir yer edinip tek elimi karnının üstüne koydum. İç çektiğini duydum. Cesur bu gece fazlasıyla durgundu. Bir şey olduğu belliydi, meraklanmıştım. Onun canını bu kadar sıkan şey neydi acaba? "Her zamanki şeyler. Sadece günler yoğun geçiyor. Özellikle bu gece çıktığımız operasyon baya zorlayıcı oldu. Birkaç kayıp verdik, ona canım sıkkın." Dedikleri ile ne diyeceğimi şaşırmış gibi ağzım açılıp kapandı.
Dudaklarımı birbirine bastırırken gözlerim Cesurdaydı. Onun gözleri ise tavana çevriliydi. Üzgünce dudaklarımı büzdüm. "Kayıplar için üzgünüm. Senin arkadaşlarına bir şey olmadı ama değil mi?" Eğer öyle bir şey söz konusu olsaydı Cesur'un bu kadar sakin kalacağını düşünmüyordum. Düşüncelerimi haklı çıkarmak ister gibi kafasını iki yana salladı. "Hayır hepsi iyi. Diğer oyunbazlardan birkaç kayıp var." Anladığımı belirtircesine kafamı salladım. Ve daha fazla soru sormadan sessizce durdum. Cesur'da başka bir şey demedi. Öylece birbirimize sarılı bir şekilde durduk. Bir süre geçtikten sonra ise ikimizde derin bir uykuya daldık.
♤●♡●♧
Sabah güneşin yüzüme vurmasıyla uyandığımda gece uyurken Cesur'dan yayılan sıcaklığı aramıştım ama onun yerine bi' soğukluk hâkimdi. Gözlerimi açmadan onun olduğu tarafa elimi uzatıp yatağı yokladım. Yoktu, gitmiş miydi? Ağır ağır gözlerimi açarken yüzüme vurmaya devam eden güneş ile huzursuzca yüzümü buruşturdum. Yatakta doğrulup gerindim. Gece mavilerim odada öylesine dolanırken gözüm yatağın yanındaki komodinin üstündeki not kağıdına takıldı. Merakla uzanıp elime aldım.
Günaydın gece mavisi... Yanında beni göremeyince endişelenme. Acil bir işim çıktı, ondan gitmek zorundayım. Seni sonra ararım. Kendine dikkat et. Seni seviyorum.
Notu yüzümde pişmiş kelle sırıtışı oluşturarak okudum. Sonra mutlu bi' halde notu komodinin üstüne geri koydum. Yataktan uyuşuk adımlarla kalktım ve banyoya gittim. İşlerimi halledince üstümü değiştirmekten üşendiğim için üstümdeki şortlu saten pijama takımı ile aşağı Zeliş'in yanına mutfağa indim. Mutfağa girdiğimde Zeliş'i kahvaltıyı hazırlarken buldum. Beni görünce yüzünde gülümseme oluştu. "Günaydın güzel kızım." Yüzümde samimi ve içten bir tebessüm oluştu. "Günaydın Zeliş'im," diyerek ona uzaktan öpücük kondurdum. Sonra aklıma gelen ile konuşmaya başladım. "Zeliş'im kahvaltıyı arka bahçedeki verandaya hazırlar mısın? Hava çok güzel içeri takılı kalmayalım." Hızlıca kafasını salladı. "Tabii kızım sen nasıl istersen," dedi.
Zeliş kendi işini yapmaya dönerken bende mutfaktan çıkarak geri odaya döndüm. Bu sefer üşenmeden üstümü değiştirdim. Hazırlanmam bitince son kez aynadaki yansımama baktım. Üstümde tüm bedenimi saran yazlık, ince kumaştan bir tulum vardı. Boynuma taktığım birkaç kolye ile daha hoş bir görüntüsü olmuştu. Ayakkabı olarak da kalın topuklu tercih etmiştim. Daha sonra aşağı inip arka bahçedeki verandaya ilerlemeye koyuldum. Verandaya gelince Zeliş'in neredeyse kahvaltıyı hazırladığını fark ettim. Gerçekten hızlıydı. Baş köşedeki sandalyeye yerleşip tabağıma birkaç kahvaltılık koydum. Biraz sonra Zeliş ile Ali'de gelince hep birlikte güzel bir kahvaltı keyfi yapmaya başladık. Uzun zamandır onlarla sohbet edemediğim için bunun acısını bolca çıkardım.
Kahvaltı boyunca dudaklarımdan eksik olmayan gülümsemeler ve kahkahalar telefonumun çalması ile son buldu. Mavi irislerim masanın üstündeki telefonuma kayınca gördüğüm isim ile afalladım. Ellerimin arasında duran kahve fincanı parmaklarımın arasından kayıp masanın üstüne gürültüyle düşerken içinde kalan birkaç yudumluk kahve etrafa sıçradı. Şaşkınca telefona bakmaya devam ederken dudaklarım titremeye başlamıştı. Hâlâ çalmaya devam eden telefonu elime aldım ve oturduğum sandalyeden aceleyle kalktım. Ne olduğunu anlamayan Zeliş ile Ali'ye hızlıca baktım. "Ben doydum, siz devam edin," dedim. Sonra arkamda iki şaşkın insanı bırakıp eve ilerledim. Telefonum hâlâ çalmaya devam ediyordu. Sinirle aramayı yanıtladım. "Ne istiyorsun?" Dedim agresif bir tavırla.
Aynı zamanda odama hızlı adımlarla ilerliyordum. "Sana da günaydın kızım. Nasılsın?" Babamın uzun zamandır duymadığım sesini duymak beni anlık olarak duraklatsa da yürümeye devam ederek odama girdim ve odanın ortasında öylece durdum. "Sen, benim nasıl olduğumla ilgilenir miydin ya?! Hayır yani çünkü âşık olduğun kadının peşinden giderken hiçte nasıl olduğumla ilgilenmemiştin." Duraksayıp dudağımı dişledim. Ona olan kırgınlığım ve kızgınlığım bir türlü geçmiyordu. Gerçekleri öğrenmek bile onun bana yaptığı bu kötülüğü unutturmuyordu. Bir türlü görmezden gelemiyordum. Sonuçta 25 yıldır baba dediğim kişi oydu ve öyle de kalacaktı. Çünkü iyi kötü bana babalık yapmıştı. Sonlara doğru batırsa bile o benim babamdı. "Kızım yapma böyle, lütfen. Beni bir dinle."
Gözlerim dolarken ayakta öylece durmuş bir haldeyken karşımdaki aynaya baktım. Orada kalbi kırık bir kadın vardı. İlk aşkı olan babası tarafından terk edilen bir kadın. "Neyi yapmayım, ha neyi?! Sen zaten yapacağını yapmışsın, senin üstüne ben ne yapabilirim ki!" Dudaklarım daha çok titremeye başlamışken onun konuşmasına fırsat vermeden devam ettim. "Beni, kızını yalnızca birkaç gündür tanıdığın bir kadın için terk ettin. Sana gitme dedim. Sana ihtiyacım var dedim. Senden başka kimsem yok, sende gidersen kimsesiz kalırım dedim. Beni dinledin mi hayır! Neden şimdi ben seni dinleyecekmişim ha?! Sen beni dinlemeden sırtını bana dönüp gitmedin mi? Gittin, şimdi seni dinlememi söyleme bana. Çünkü buna hakkın yok." Sinirden titrerken kendime de kızdım.
Hâlâ bu konuyu aşamadığım için bu kadar kindar bir kişiliğim olduğu için kendime çok kızdım. O benim gerçek babam bile değildi. Neden bu konuyu hâlâ bu kadar uzatıyordum ki? Önemsememem gerekmez miydi? Ah, keşke bu göründüğü kadar kolay olsaydı. Gerçek babam olmaması babam olduğunu değiştirmiyordu. O beni gerçek kızı diye biliyordu ve ona rağmen beni kendi ile sınamıştı. Sağ gözümden bir damla yaş yanağıma süzüldü. Dudaklarımın arasından titrek bir nefes çıkarken daha fazla ayakta kalacak mecalim kalmadığı için yatağın uç kısmına oturdum. "Üzgünüm, kızım. Gerçekten çok üzgünüm. Böyle olsun istemezdim. Ama âşık oldum ve aşk insana her şeyi yaptırabiliyor." Ağzımdan dışarı histerik bir gülme sesi çıktı.
Ses tonundaki pişmanlığı hissetsem de artık umurumda bile değildi. "Baba, sen beni terk ettin... Gerçekten sana birine âşık olduğun için mi böyle davrandığımı düşünüyorsun? Baba sorun âşık olman değil sorun beni bırakıp gitmen. Beni bırakmadan da aşkını yaşayabilirdin. Sesimi çıkarmazdım. Aksine senin adına mutlu olurdum çünkü sen mutlu olacaktın. Ama sen ne yaptın kendi mutluluğun için beni mutsuz ettin oysa ikimizde mutlu olabilirdik. Eğer o âşık olduğun kadın seni gerçekten seviyor olsaydı seninle burada kalırdı. Onunla başka bir şehre gelmeni istemez, seni kızından ayırmazdı. Ama o kadın ne yaptı? Ya ben ya kızın dedi. Sen ise onu seçtin. Peşinden gittin, kızını arkanda bırakarak. Bu yüzden şimdi bana üzgünmüş numarası yapma." Bu konuşma o gittikten sonra yaptığımız ilk konuşmaydı. Önceki aramalarını hiç yanıtlamamıştım. Bu yüzden şimdi ona olan öfkemi kusuyordum. Uzunca bir süre ikimizde konuşmadık. Sonra beklemekten sıkılarak konuştum. "Uzun zamandır senin telefonlarını açmamışken neden bu sefer açtığım biliyor musun?" Cevap vermesine izin vermeden konuştum. "Çünkü baba, bende âşık oldum. Ve aşkın kişiye neler yaptırabileceğini fark ettim. Bu yüzden seni anlayabiliyorum ama yine de seni affedemiyorum. Çünkü ben sevdiğim iki insan arasında bir seçim yapmazdım. İkisini de kaybetmemek için çabalar ve eninde sonunda çabama ulaşırdım." Sözlerim sertti evet ama bundan hiçte rahatsız değildim. "Kızım, biliyorum beni affetmeyeceksin ama en azından dinle. Seni özledim. Çok özledim hem de." Ağlamamak için kendimi sıktım. Onun için ağlamayacaktım, hayır. "Eğer beni gerçekten özleseydin çıkar gelirdin yanıma... lanet olsun! 3 yıl, tam 3 yıldır bir kere bile gelmedin. Şimdi kalkmış özledim diyorsun. Hayır, sana inanmıyorum."
"Çok haklısın güzel kızım. Yanına gelmedim ama bunu sen istediğin için yaptım. Beni görmek istemiyordun hatta sesimi bile duymak istemiyordun. Bunları sen demiştin, hatırla. Arama dedin, bir daha yüzünü görmek istemiyorum demiştin. Ben-" Sözünü sertçe kestim. "Evet dedim! Sana öyle söyledim ama aslında hiçbir zaman istediğim o olmamıştı. Aksine ben, benim için çabala istedim." Sinirle güldüm. "Ama sen ne yaptın? En kolay yolu seçtin. Çabalamadın, benim için çabalamadın." Artık her iki gözümden de yaşlar süzülmeye başladı. "İzin ver, bu sefer senin için elimden geleni yapmaya çalışayım. İzin ver kızımı geri kazanmak için uğraşayım." Dudaklarımda alaycı bir tebessüm oluştu ama elbette babam bunu göremezdi. "Çok geç, sana çabalaman için oldukça uzun bir süre vermiştim. Ama sen bunu değerlendiremedin."
Gözümden akan yaşlar hızlanırken dudaklarımı yaladım. "Ayrıca hayrola? Sen neden şimdi beni geri kazanmak istiyorsun? Ne oldu yoksa o biricik sevgilin seni terk mi etti?" Soruma cevap vermeyince dudaklarım arasından kıkırtı çıktı. "Ah, gerçekten seni terk etmiş. Sen demek ondan böyle kuyruğunu kıstırıp beni aradın. Yazık bende aptal gibi gerçekten pişman olduğun için aradığını sanmıştım."
"Yeter! Ben senin babanım. Benimle bu şekilde konuşamazsın. Sana haksızlık ettiğimin farkında olduğum için bu davranışlarına sesimi çıkarmıyordum. Ama çok ileri gitmeye başladın Hera Kızılkan, kendine gel." Sert ve otoriter sesini işitmek beni bocalattı. Eskiden de böyle otoriterdi ama bana bağırdığını bir kere bile duymamıştım, şimdiye dek. Bu daha da sinirlenmeme neden oldu. "Çok mu ileri gittim, Haldun Kızılkan? Seni kızdırdım mı ya da üzdüm mü? Eğer öyleyse güzel çünkü zamanında bende çok üzülmüştüm." Artık sinirden dişlerime kadar titremeye başlamıştım. "Hera, senin kinci bir kız olduğunu hep biliyordum ama bu kadarı fazla değil mi? Ben senin babanım." Ağırca yutkundum.
Ben senin kızın değilim ki. Ama biliyor musun baba? Bana yaşattıklarına rağmen yine senin gerçek babam olmanı isterdim çünkü bundan 3 yıl öncesine kadar harika bir babaydın. Keşke hep öyle kalsaydın.
"Babam olman bana yaşattıklarını affetmem gerektiğini göstermez. Babamsan ne olmuş yani? Babamsın diye her hatanı görmezden mi gelmem gerekiyor? Sebep? Canımı yakan babam olsa bile ne affederim ne de bunu unuturum. Babamsın diye bana baskı uygulayıp sanki senin hatalarını unutmam gerekiyormuş gibi davranamazsın." Bunu bana yapamazdı. Bunca yıldan sonra onu affetmen gerektiğini bana hissettirip böyle davranamazdı. Sırf o kadın onu bıraktığı için bana, kızına geri dönmek istiyordu. Bu bile onun ne kadar bencilce davrandığını gösteriyordu. Belki benim yerimde başka biri olsa affederdi ama ben affetmezdim. İstesem de yapamazdım. Mayamda yoktu. Hem affetsem bile nasıl onunla tekrar eskisi gibi olacaktık ki? Olmazdı, aramız eskisi gibi olamazdı. Ve bu her ikimize de daha çok acı verirdi.
Babamı seviyordum evet ama bazen sevgi bile affetmeye yetmiyordu. Belki aramızdaki bu şeyi büyütüyordum belki abartıyor yersiz yere ikimizin de üzülmesine neden oluyordum. Ama lanet olsun ki buna engel olamıyordum. Onun beni, kızını başka bir kadına tercih etmesini kaldıramıyordum. 2 senede annemi unutup başkasına âşık olmasını hazmedemiyordum. "Hera kızım uzatma artık. Lütfen tekrar seninle baba kız olmamız için bana bir şans ver. Hatalarımı telafi edeceğim. Sana o kötü anları unutturacağım emin olabilirsin." O göremese de kafamı iki yana salladım. Bu saatten sonra o iş biraz zordu. Bazı anlar unutulmazdı, unutulsa bile daima hissedilirdi.
"Bana o zamanlar hissettiğim duyguları da unutturabilir misin? Ben sana cevap vereyim koca bir hayır! Unutturamazsın. Kabuk bağlayan yara zamanla iyileşir, kabuk kendiliğinden kopar gider evet ama izi hep orada kalır. O ize baktıkça hep onun olduğu o anı hatırlarsın, sana hissettiklerini hatırlarsın. Çünkü anılar bir süre sonra zihnimizin derinliklerinde kaybolsa da hissettikleri duygular hep gün yüzündedir, sana kendilerini unutturmazlar."
Zaten asıl canımızı yakan anılar değil de o anlarda hissedilen duygular değil miydi?
♤●♡●♧
Çok kırgındım. Baba dediğim adama çok kırgındım. Bundan 3 yıl önce bana hissettirdiği o berbat duyguları bugün tekrardan hissettirdiği için ona çok fazla kırgın ve kızgındım. Bencilce davranmıştı. Yine kendi istediğini gerçekleştirmek için beni yok saymıştı. Beni geri kazanmak için bile beni parçalamıştı. Ama bir konudan emindim ki eğer o kadın onu terk etmeseydi babam benimle bu şekilde bir telefon görüşmesi asla yapmayacaktı. Yine arayacaktı, evet ama yalnızca vicdan azabını bir nebzede olsa dindirmek için daha fazla için değil. Düşüncelerim ile birlikte dişlerimi birbirine geçirdim. Hâlâ 2 saat önceki telefon konuşmamızı düşünüp kendime acı çektiriyordum. İki elimle yanaklarımda kurumaya yüz tutmuş yaşları sildim. Uzandığım yataktan doğruldum.
Babam ile olan konuşmamı; beni bir daha kesinlikle aramamasını, karşıma çıkmamasını, terk edildiği için beni geri istemesinin ne kadar bencilce olduğunu ve artık onun kızı olmadığımı söyleyerek bitirmiştim. Ondan sonra ise yatağa uzanıp ağlamıştım. Neyse ki şimdi kendimi toparlayabilmiştim. Bu sefer babama son dediklerimde ciddiydim. Eskiden dediklerime rağmen çabalamasını isterdim ama şimdi istemiyordum. Çünkü artık ona ihtiyacım yoktu. Beni gerçekten seven kişiler zaten hayatımdaydı gerisini düşünmeme gerek yoktu. Yataktan sakince kalktım. İrislerim açık pencereme kaydı. Ağacın yapraklarının meltemden dolayı sallandığını gördüm. Pencereye ilerleyip pervaza oturdum. Yüzüme doğru esen meltem ile iç çekip gözlerimi kapadım.
Kulaklarımla kuş cıvıltılarını, yaprakların birbirine sürtme seslerini işittim. Huzurluydu, keşke hep huzurlu olsaydı. Ama olmayacağını edindiğim kötü tecrübeler ile anlamıştım. Birkaç dakika öylece durup sessiz ve sakin olan sokağı izledim. Sonra telefonumun zil sesini duydum. Tereddüt ederek pervazdan kalkarak yatağın üstüne bıraktığım telefonumu elime aldım. Arayan yabancı bir numaraydı. Merakla aramayı cevaplayıp telefonu kulağıma koydum. "Efendim," diyerek karşı tarafın konuşmasını bekledim. İlk önce cılız nefes seslerini işittim. Bir kadına ait olduğunu ele veriyordu. Sonra tanıdık bir ses duydum. "Merhaba, ben dün gece ki kadın. Hani seni Azer hakkında uyarmıştım, hatırladın mı?" Hatırlamıştım, o deli kadını unutmam nasıl mümkün olabilirdi ki! Ama beni aramasına şaşırmıştım. "Evet, hatırladım."
"Ah, harika! Hatırlamana sevindim... Nasılsın? İyisin değil mi?" Sanki kırk yıldır dostmuşçasına konuşması beni afallattı. Ne diyeceğimi bilemez halde öylece sustum. Şaşkınlıktan aralanan ağzımı sıkıca kapattım. Sonra yavaşça olayı idrak ettim. "Bir saniye, bir saniye. Öncelikle telefon numaramı nereden buldun? Ve neden benimle dostunmuşum gibi konuşuyorsun?" Bu kadının gerçekten sorunları olmalıydı. "Telefon numaranı bulmak zor olmadı. Konumuz bu değil zaten. Senin nasıl olduğun konumuz. Tekrar soruyorum nasılsın?" Hasta mı bu kadın? Neyin içine düşmüştüm acaba ben!? "Sana ne benim nasıl olduğumdan, hasta mısın sen? Taka taka bana mı taktın?"
Sinirlerim zaten gergindi bu kadın daha da geriyordu. "Bak şu anda içinde olduğun durumun sana saçma geldiğinin farkındayım bana da saçma geliyor ama lütfen soruma cevap verir misin? Senden sadece bunu istiyorum sonra söz seni bir daha rahatsız etmeyeceğim." Pekâlâ. "İyiyim oldu mu? Gayet iyiyim. İstediğini aldığına göre kapatıyorum."
"Hayır, bir saniye dur!"
"Gene ne var? Bak eğer böyle yapmaya devam edersen seni polise şikâyet etmek zorunda kalacağım." Çevremde doğru tek bir insan bile yoktu resmen! "Gerçekten iyi misin şimdi sen? Ateşin falan yok mu? Bulantı, halsizlik falan?" Sesi şaşkınca çıkıyordu ve şüphe doluydu. Bütün bunları sormasının mantığını anlamıyordum. "Hayır, yok. Ayrıca neden olsun? Ben gayet sağlıklıyım. Hem sen neden benim nasıl olduğumla ilgileniyorsun?" Bu kadın beni şüphelendirmeye başlamıştı. "Yani sen bana dokunca ben şey olur sandım ama galiba sende onlardansın." Sessizce sanki benimle değil de kendi ile konuşuyor gibi fısıldamıştı. Bu kadını gerçekten anlamıyorum. Şizofren falan mıydı? "Şu an seni gerçekten hiç anlamıyorum. Sana dokununca bana ne olabilir ki? Ne yoksa bulaşıcı bir hastalığın falan mı vardı da böyle konuşuyorsun benimle?"
"Yani onun gibi bir şey." Tutarsız cevapları beni düşündürmeye itti. Onu ilk gördüğüm andan beri tuhafça konuşmuştu. Azer'den uzak durmamı söylemişti sonra ona dokunduğum için bana kızmıştı. Şimdi ise iyi olup olmadığımı merak ediyordu. İyi olduğumu duyduğunda ise şaşırmış hatta bunu beklemiyor gibi tepki vermişti. Ve bana onlardansın diye ima yapmıştı. Bütün bunlar ne anlama geliyordu? "Şu bulaşıcı hastalığın tam olarak ney?" Ayakta durmaktan yorulup pencerenin pervazına oturdum. "Ee, önemli bir şey değil. Zaten anladığım kadarıyla senin bağışıklığın varmış. En iyisi ben kapatayım ve merak etme seni bir daha rahatsız etmeyeceğim."
Kaçarcasına davranmasıyla kaşlarım çatıldı. "Sakın! Sakın kapama, benim konuşmam daha bitmedi. Saçma sapan konuşarak benim aklımı karıştırıp kaçamazsın." Bu kadın bir şeyler gizliyordu. Hasta sanmıştım ama farklı şeyler var, hissediyordum. "Şimdi en baştan başlayalım. Öncellikle bana neden Azer'den uzak durmam gerektiğini söyleyeceksin. Sonra ise şu bulaşıcı hastalığın neymiş onu da anlatacaksın. Ha yok söylemem diyorsan bende hemen şimdi gider Azer'e seninle olan bütün bu konuşmalarımızı anlatırım. Sonrasını sen tahmin et artık." Kadının nefeslerinin hızlandığını fark ettim. Korktuğu için miydi? "Hayır, sakın Azer'e bir şey söyleme. Tamam her şeyi anlatacağım, tamam." Dudaklarımda sinsi bir gülümseme peyda oldu. Böyle dize geleceğini biliyordum. "Evet seni dinliyorum, anlat."
"Azer'den uzak durmanı istedim çünkü o senin sandığın gibi bir insan değil. Hatta o insan bile değil. Bende değilim. Anladığım kadarıyla sende değilsin ama bizden farklısın... bizler insanlara zarar verdiğimiz için tehlikeliyiz ama ben böyle olmasını istemeyen taraftayım bu yüzden seni uyarmıştım." Olayı kavramam iki saniyemi aldı. Yüce yaratıcı aşkına! Ben bunu nasıl daha önceden anlamamıştım?! Azer Koralev, bir paremvasiydi. Ellerine taktığı o eldivenler deri hastalığı olduğu için değildi. İnsanlara dokunarak bulaştırdıkları virüs içindi. Fotoğraf çekiminde ondan ona dokunmamı istememişti. Kadın ise ona dokunmama bu yüzden çok tepki göstermişti. İstediğim cevaplara ulaştığım için kadınla daha fazla konuşmama gerek kalmamıştı.
"Bana bak, bu konuştuklarımız aramızda kalacak. Azer onun ne olduğunu öğrendiğimi bilmeyecek, oda benim ne olduğumu anladın mı?" Kadın beni zorlamadan istediğim cevabı verdi. "Evet, anladım. Ama ondan uzak durman gerektiğini hâlâ düşünüyorum. Özellikle senin bir oyunbaz olduğun gerçeği varken. Yanımızda olan Skiá oyunbazlarından değilsin öyle olsan seni tanırdım. Bizi avlayan Pansélinos oyunbazlarından olmalısın. Bu daha da büyük bir tehdit. Hem de her ikiniz için. Azer senden hoşlandığı için belki bunu pek umursamaz ama babası duyarsa senin için hiç iyi olmaz." Kadının söylediklerini büyük bir ilgisizlikle dinledim. "Babası? O bana ne yapabilir ki?"
"Azer'in babası Parémvasi'lerin lideri. Azer'in zaten insan bir kızdan hoşlandığını biliyordu hatta duyduğuma göre araştırıyordu. O sen olmalısın eğer şimdi senin insan değil de oyunbaz olduğunu öğrenirse daha kötü olabilir. Dikkatli ol." Kadının beni bu kadar korumasını tuhaf bulmuştum. Düşman sayılırdık ama o beni uyarıp, uyarıp duruyordu. "Pekâlâ. Uyarı için sağ ol," dedim ardından telefonu kapadım. Şu an bunca derdimin arasında bir de kendime Azer'in babasını dert edip uğraşamazdım. Hem zaten Azer ile bir daha zor görüşürdüm. Yani herhangi bir sorun oluşmazdı. Yine de bunca olan şeye rağmen artık olanlara eskisi kadar şaşırmıyordum. Bütün bu olanlar normalim olmuştu. Kendi kendime kıkırdadım. Cidden sinirlerim bozulmuştu. Hayatım bir anda kendi şeridinden sapıp farklı şeride girmişti. Bilmediğim bir yolda ilerlemeye başlamıştım ama ben kendimi iyi tanıyorsam şayet o yolu en kısa zamanda adım gibi iyi bilirdim.
4 Gün sonra
Tarih: 08.08.2022
Saat: 09:00
Monoton geçen birkaç günün ardından nihayet tesise gitme günüm gelip çatmıştı. İçimde garip bir heyecan vardı. Her ne kadar heyecanlanmayacağım diye kendimi telkin etsem de kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Son kez bir şeyim eksik mi diye valizlere baktım. Bana gereken her şeyi yanıma aldığımı görünce rahatladım. Cesur'un gelip beni almasını beklemeye başladım. Herkese tatile gideceğim yalanını uydurmuştum. Zeliş ve Ali bu süre zarfınca kendi memleketlerindeki evlerinde kalacak onlarda orada tatil yapacaktı. Ahu ise annesinin yanına uzun bir süreliğine gitmeyi planlıyordu. Muhtemelen doğuma kadar orada kalırdı. Alp ise Ahu'nun dediğine göre bir iş seyahatine çıkacakmış orada işi bitince Ahu'nun yanına geçecekmiş...
Asistanım Gaye ile zaten tatil sezonuna girdiğim için yalnızca mail yoluyla birkaç defa konuşmuştuk. Şimdi ise tatile gideceğim için benimle olan iletişimini acil olmadığı süre boyunca tamamen kesecekti. Çünkü oda tatile girmişti ve işlerden biraz uzaklaşması gerekiyordu. Zaten tatil sezonu olduğundan kimse iş teklifinde bulunmaz tatil bitince bulunmaya başlanırdı. Son olarak daha dün telefonla görüştüğüm Barlas ise farklı bir yere tatile gitmişti. Yani herkes kendi keyfine bakarken bende rahat rahat yeni hayatıma giriş yapabilirdim. Kimsenin dikkati üstümde olmayacaktı. Aslında sevdiklerime yalan söylemek beni rahatsız etse de bunun normal bir durum olmadığını bildiğimden elimden başka bir şey gelmiyordu. Onları benim bile daha bilmediğim bu dünyanın içine çekemezdim.
Asi'nin kıpırdandığını hissedince bunun nedenini heyecanıma verdim. Yoğun duygular altındayken ansızın ortaya çıkmaya bayılıyordu. Lakin uzun süredir kendime o kadar odaklamıştım ki Asi'nin içimdeki varlığı derinliklere gömülmüştü. Birden ortaya çıkması beni afallattı.
Onu tekrar geri plana attım. Asi'ye ihtiyacım yoktu eğer olursa seve seve ona kontrolü verirdim. Lakin şimdi değil. Zaten içimden bir ses bu yeni hayatıma girdikten sonra bolca ona ihtiyacım olacağını söylüyordu. Her ne kadar bunu içten içe istemesem de öyle bir durum ile karşı karşıya kaldığım zaman tereddüt etmezdim. Yalnızca birkaç dakika olmuştu ki korna sesi ile Cesur'un geldiğini anladım. Kapının önüne koyduğum valizlere son kez bakıp kapıyı açtım. Cesur'u demir kapıyı açıp içeri doğru yürürken görünce hızlı adımlarla ona ilerleyip boynuna sıkıca sarıldım. Anında kolları belime dolanmış, ayaklarımı yerden kesmişti. Burnunu boynuma gömdü, kokumu içine çekti. Sürekli bunu yapıyordu ve çok hoşuma gidiyordu. "Seni çok özledim, gece mavisi." Hoşnutla kıkırdadım. Ses tonunda sanki uzun zamandır görmediği birine olan özlemi vardı ama aslının öyle olmadığını biliyordum. "Her gece Peter Pan gibi penceremden içeri girip yanıma kıvrılarak yatan sen değilmişsin gibi davranıyorsun, Cesur." Burnunu boynuma sürterken erkeksi bir sesle güldü. "Bu seni özlediğim gerçeğini değiştirmez." Yavaşça ikimizde geri çekildik. Onun açık yeşilleri ile benim gece mavilerim buluşunca tam ortamızda hayali bir şimşek çaktı. Cesur tek elini yanağıma götürüp baş parmağı ile okşamaya başladı. "Ee yeni bir dünyaya girmek üzeresin, hazır mısın?"
"Elbette hazırım. Ama nedense çok heyecanlıyım. Duygularım çok yoğun öyle yoğun ki Asi bile kıpırdanmaya başladı. Sanırım oda heyecanlandı." Cesur muzipçe gülümsedi. Yanağımdaki eli yavaşça boynuma kayarken haylazca parlamaya başlayan açık yeşilleriyle gözlerime baktı. Bu sırada boynumda gezinen parmakları yavaşça köprücük kemiğime oradan üstümdeki kırmızı croptan taşan göğüslerimin üstünde gezinmeye başladı. "İstersen gitmeden önce senin heyecanını alabilirim. Zamanımız var nasıl olsa." Teklifi karşısında gözlerim tutku ile parlamaya başladı. Bir şey demedim yalnızca üst dudağımı kışkırtıcı bir şekilde yalayıp usulca olumlu anlamda kafamı salladım. Sonra Cesur'un üstümde olan elini tutup onu arkamdan eve doğru yürüttüm.
İçeri girdiğimiz zaman benim bir şey yapmama gerek kalmadan Cesur elini tuttuğum eliyle beni kendine döndürdü. Açık kapıyı diğer eliyle kapayıp sırtımı sertçe kapıya yasladı, kendini ise bana. Dudaklarımız arasında milimler varken fısıldadı. "Evde kimse var mı?" Diye sorduğunda olumsuz anlamda kafamı salladım. Zeliş ile Ali'yi dün memleketlerine uğurlamıştım. Evde ikimizden başka kimse yoktu. Cesur aldığı yanıt ile memnun olurken aniden dudaklarıma yapıştı. İki eliyle yanaklarımı kavrayıp kafamı kaldırdı.
Sertçe beni öpmeye başladı. Aynı şekilde karşılık verirken rahat durmayan ellerim çoktan saçlarına çıkmıştı. Dudaklarım dudakları tarafından şeker gibi eritirken bedenini ara ara sertçe bedenime bastırıyor sonra hafifçe geri çekiyordu ve bunu sürekli tekrarlıyordu.
Alt dudağımı dişlerinin arasında ezip çekiştirince kısıkça inledim. Saçları arasında olan parmaklarım daha sıkı saçlarına tutunmaya başladı. Cesur dudaklarını dudaklarımdan ayırıp çenemi öptü sonra diliyle yaladı. "Tadın öyle güzel ki sürekli dudaklarım ve dilim ile tadına bakmak istiyorum." Kısık ama kışkırtıcı sesini duymak bacak aramı zonklatmaya yetmişti. Öpücükleri boynuma doğru uzun bir yol izledi. Öptüğü yerler alev almış gibiydi. Hissettiğim şehvet ile kendimden geçmeye başlamıştım. "Cesur..." Diye fısıldadım. Fısıltım birçok şey söylüyordu. Cesur öpücüklerini keserek hafifçe geri çekildi. Açık yeşilleri büyük bi' tutku ile bütün bedenimde gezindi. "Merak etme aşkım, senin hem heyecanını alacağım hem de rahatlamanı sağlayacağım." Tekrar bana iyice yaklaştı.
Ne yapacağını anlayınca heyecanla beklemeye başladım. Elleri üstümdeki siyah kot şortun düğmesine gitti. Gözlerimin içine bakarak düğme ile fermuarı açtı. Şort kendiliğinden ayaklarımın üstüne düştü. "Bakalım burada ne varmış." Cesur gözlerimin içine bakmayı sürdürerek parmaklarıyla iç çamaşırımın üstünden kadınlığıma dokunmaya başladı. Ellerim iki yanımdan arkaya doğru gitti, tırnaklarımı kapıya geçirdim. Gözlerinde gördüğüm ifade ıslanmama neden oldu. Cesur bunu fark edince alt dudağını dişleyip hareketlerini hızlandırdı. Ben kafamı arkamdaki kapıya yaslarken aralanmış dudaklarım ve hissettiğim duygular nedeniyle kısılmış gözlerimle Cesur'a bakmaya başladım. Aniden iç çamaşırımın içine giren soğuk parmaklar ile irkildim.
Yüzüne bakmaya o kadar odaklamıştım ki bu hamlesini beklemiyordum. Parmakları kayganlaşmış kadınlığım üstünde daha rahat hareket etmeye başlamıştı. "Ne de çok ıslanmışsın." Sesinde memnuniyet vardı. Hareketleri daha çok hızlanırken artık zirveye ulaşmama az kaldığı için kasılıyor ağzımın içinden inliyordum. Cesur aniden bir parmağını içime sokarken eş zamanlı olarak giydiğim crop'un altından elini sokup sağ göğsümü sertçe kavrayıp okşamaya başladı. Dudakları ise tekrar dudaklarımı istila etmeye başlamıştı. İçimdeki parmağına ikincisi eklenirken seslice inledim. Nefes nefese dudaklarımı dudaklarından geri çekip gözlerimle Cesur'un yüzüne baktım. Ve yüz ifadesinin sertleştiğini aynı zamanda büyük bir hazla parlayan gözlerini gördüm.
Bir şey demeden tekrar dudaklarımı istila etmeye başlayınca karşı çıkmadım. Beni sertçe öpüşüne karşılık verdim. Bu sırada içimdeki parmaklarının hareketi oldukça hızlanmıştı. Göğüs ucumu parmakları arasına sıkıştırıp sertçe çekiştirince ağzının içine doğru inledim. Üç farklı yerimden aldığım hazlar bedenimde en sonunda büyük bir patlamaya neden oldu. İlk önce kasılmalarım ve inlemelerim arttı ama sonra birden rahatlama duygusu ile sarmalandım. Cesur yavaşça ellerini ve dudaklarını üstümden çekerken gürültüyle nefeslenip göğsümü yarıp dışarı fırlayacakmış gibi atan kalbimin sakinleşmesini bekledim. Cesur bu süre zarfınca parıldayan açık yeşilleri ile bana bakmayı sürdürmüştü. "İyi misin?" Diye sorduğunda gülümsedim. "Oldukça," deyip göz kırptım. Dudakları iki yana kıvrıldı. Sonunda sakinleşince ayaklarıma düşmüş şortu tekrar giydim. "Ben bi' lavaboya kadar gidip geliyorum," deyip hızlıca merdivenleri tırmandım. Odaya girince en önce yeni bir tane iç çamaşırı aldım ve hızlıca banyoya girip işlerimi hallettim. Ayna karşısına geçince dağılan saçlarım ile rujumu düzelttim. Hazır olduğuma karar verince aşağı indim. Cesur'u az önce durduğu yerde bulamayınca etrafıma baktım. Valizlerimin de yerinde olmadığını görünce Cesur'un onları arabasına götürdüğünü anladım. Hemen köşedeki komodinin üstünde duran çantamı koluma takıp dışarı çıktım. Arkamdan kapıyı kapatıp kilitledim. Uzun bir süre bu eve gelmeyecektim. Demir kapıdan da çıkınca aynı şekilde onu da kilitledim.
Anahtarları çantaya koyarken Cesur'u arabaya binmiş şekilde gördüm. Açık camdan bana bakarak gülümsedi. "Atla, bebeğim," deyince arabanın önünden dolaşıp ön yolcu koltuğunun kapısını açtım ve içeri geçip oturdum. "Gitmeye hazır mısın?" Dönüp ona baktım ve gülümsedim. "Hazırım."
Böylelikle benim asıl hikayem başlamış oldu. Bir gece yarısı değişen hayatım yeni hayatına merhaba demek üzere bir yolculuğa çıktı. Bunun zorlu bir yolculuk olacağını biliyordum. Ne zaman kolay olmuştu ki? Ama bir şeylere ulaşmak için her zaman bedeller ödenirdi. Bu benim içinde geçerliydi...
Ansızın farklı ve yeni bir hayatın içine çekilmiştim evet ama o hayatın içine tamamen girip yaşamak benim tercihimdi. Ve şimdi tercihlerimin bedellerini ödeme vaktiydi. Ne şekilde olacağı tamamen yaratıcıya kalmıştı. İçine gireceğim yeni dünya, dünyam benim için neler hazırlamıştı? Bilemiyordum. Bunu hep birlikte görecektik. Tek bildiğim hiçbir şeyin bedelsiz olmayacağıydı. Neyse ki bu benim için bir sorun değildi. Çünkü gireceğim bu yeni dünya da bedeller ödemek zorunda kalsam bile bir o kadar da bedeller ödetecektim...
Hatırlarsanız size her şeyi en başından anlatmaya başlamıştım. Artık hikâyemin nasıl başladığını biliyorsunuz. Bakalım asıl hikâyemin devamı nasıl olacak? İşin garibi bunu şu anda bende bilmiyorum. Anlaşılan zamanı gelince bunu hep birlikte öğreneceğiz... Hikâyemin devamında görüşürüz...
DEVAM EDECEK...
♠️♠️♠️
Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.53k Okunma |
153 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |