
🎲🎲🎲
Ben Hera Kızılkan, size yaptığım tercih ile içine girdiğim bu dünyadan sesleniyorum; burası sandığınız gibi bir yer değil.
Bu dünya;
Kirli oyunlarla,
Karanlık sırlarla,
Kanlı geçmişle,
Ödenecek bedellerle ve acılarla doluydu.
Bu yüzden dikkatli olun görecekleriniz, duyacaklarınız ve şahit olacaklarınız sizi hayal kırıklığına uğratabilir.
O halde uyarımı yaptığıma göre içine girdiğim bu dünyadaki hikâyemi anlatmaya başlayabilirim?
Hazır mısınız?
Başlıyoruz...
Yapacağımız tercihler geleceğimizi şekillendirirdi. En küçük tercihler bile kelebek etkisi yaratabilir, başka bir yerde büyük etkilere neden olabilirdi. Şu anda içinde bulunduğum durumunda kelebek etkisi altında olduğunu söyleyebilirdim.
Tercihlerim küçük bir kar topuyken bir çığa dönüşmüştü. Bir gece yarısı başlayan bir şey zamanla çok şeye dönüşmüştü. Ah ama bir dakika! Bir şeyi atlıyordum. Benim hikâyem o gece yarısından da önce yazılmaya başlanmıştı.
Daha kundakta bir bebekken, benim yerime tercih yapan birisi tarafından kaderim yeniden çizilmişti. Hikâyem, beyaz sayfaları kirleten siyah mürekkeple yazılmaya zorlanmıştı. Ama şimdi elime bir fırsat geçmişti.
Benim yerime hikâyemi yazmaya çalışanlardan ellerinde tuttukları kalemi alacak ortadan ikiye kıracaktım. Sonra kendi kalemimle kendi hikâyemi ben yazacaktım...
Düşünceler içinde yüzen zihnim daldığı derin sulardan bir ses tarafından çıkarırdı. O sese ona uzatılmış bir el gibi sımsıkı tutundu. Kendini derin düşüncelerden kurtardı. Mavi gözlerim sesin geldiği yöne kayınca Cesur'u gördü.
"Bebeğim, iyi misin?" Demişti, az önce ve şimdi cevap bekleyen gözlerle yüzüme bakıyordu. İçinde bulunduğumuz araba durmuş haldeydi.
Bunu yeni fark etmenin etkisiyle gözlerimi kırpıştırdım. Gülümsemeye çalışırken sorduğu soruyu yanıtladım. "Evet, iyiyim." Emin olamamış açık yeşilleri çehremde turlasa da üstelemedi.
"O halde inelim, geldik," dediğinde şaşkınca etrafıma baktım. Arabanın camının ardından görkemli yapıyı gördüğümde kaşlarım arasında hafif bir yarık oluştu. Hangi ara içeri girdiğimizi hatta tesisin önüne kadar geldiğimizi bilmiyordum.
Daldığım düşünce denizi çok derin olmalıydı. Etrafımda olanlara kör ve sağır olmama neden olmuştu. Gözlerimi kırpıştırıp bu üstüme yapışan dalgınlığı atmaya çalıştım. Aynı zamanda Cesur'a bir şey demeden arabadan indim. Gece mavisi gözlerim tesis dedikleri yapıda dolandı. Burası da konsey binasına benzer bir yapıdaydı.
Yatay olarak uzanıyordu ama hatırı sayılır bir şekilde de yukarı doğru uzanıyordu. Hızlıca sayınca 10 katlı olduğunu fark ettim. Binanın dış kaplaması metal olduğunu belli ediyordu. Uzun camları içeri göstermeyecek şekilde tasarlanmıştı. Ve konsey binasında olduğu gibi hangarı andıran bir kapısı vardı.
Tek fark binanın çatısının üstünde çaprazlamasına yerleştirilmiş iki kılıç onların etrafına dolanmış kırmızı satenden bir kumaş sembolü vardı.
Askerler belli aralıklarla kapının ve tesisin etrafını sarmışa benziyordu. Cesur'un yanıma, sol tarafıma geldiğini hissedince kafamı o tarafa çevirdim. Dudaklarında ufak bir tebessümle bana bakıyordu.
"Değişik duygular içinde olduğunu görebiliyorum ama endişelenme. Ben yanındayım." Güven verici sesi dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden oldu. Kıvrımlar arasına gizlenmiş minnet kırıntıları vardı. Sonra elimin sırtına sürtünen elini hissedince bedenime yayılan bir sıcaklıkla doldum.
Ve Cesur'un elini tuttum. Ellerimiz birleştiğinde birlikte yürümeye başladık. Bu sefer hiçbir asker yolumuzu kesmedi, metal kapı kendiliğinden yukarı doğru açılmaya başladı.
Yavaş adımlar eşliğinde kapıdan geçtik, arkamızdan kapanmaya başlamıştı. Dikkatimi kapıdan çekince içine girdiğim tesiste gözlerim turladı. Oradan oraya giden kırmızı renk, sağ göğüs tarafında Pansélinos oyunbazlarına ait bir arma olan asker kıyafeti giymiş insanları görmek gerilmeme neden olsa da hiç kimsenin bize bakmadığını fark edince gerilen omuzlarım eski haline döndü.
Konsey binasındaki olan güvenlik önlemleri burada da vardı. Tek fark burada üstümüzü aramamışlardı. Onlardan da geçince Cesur beni insanların daha az olduğu tarafa ilerletti. Bir asansörün önüne geldik. Birkaç saniye bekledikten sonra gelen asansöre bindik, bizden başka kimse yoktu.
Cesur cebinden çıkardığı bir kartı asansörün tuşlarının üstünde bulunan ekrana okuttu ardından 10. Tuşa bastı. Asansör yukarı doğru çıkarken gergince dudaklarımı dişlemeye başladım. Kabul ediyorum hayatımda hiç olmadığım kadar şu an kendimi gergin hissediyordum.
Öyle ki kapıdan geçtiğimizde bizi karşılayan lobiyi andırır yeri doğru düzgün inceleyememiştim. Dikkatim çok dağınıktı. Aklımdaki tek şey ne kadar gergin olduğumdu. Kafamı iki yana salladım.
Bir an önce kendime gelmeliydim, böyle kendimi aptal gibi hissediyordum. Derin bir nefesi ciğerlerime çektim. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım.
O an asansörün kapıları iki yana açılmaya başlamıştı. Omuzlarımı dikleştirdim ve asansörden Cesur ile indim. Ellerimiz hâlâ birleşikti ve bundan asla şikayetçi değildim. Elimi tutması bana güç veriyordu. Cesur beni uzun ve sessiz koridor boyunca yürüttü.
En son çift kapılı bir odanın önüne gelince duraksadık. Beni daha iyi görmek için bedenini karşıma gelecek şekilde konumlandırdı. "Burası, baş konsey üyesinin odası. Genelde işlerini buradan yönetir. Geldiğimizi ona haber vermeliyiz sonra seni odana yerleştiririz. Dinlendikten sonrada tesisi sana gezdiririm. Olur mu?"
"Olur," dedim usulca. Cesur bu uysal halime gülümsedi ve şu anda yapmasını beklediğim en son şeyi yaptı. Boşta kalan elini belime sarıp beni kendi bedenine bastırdı ve dudaklarımdan öptü. Öpücüğü kısa olsa da bendeki etkisi oldukça büyüktü.
Geri çekildiğinde dudaklarındaki haylaz kıvrımları gördüm. Yaptığıyla şaşkınca büyüyen gözlerimle ona bakıyordum o ise hiç bozuntuya vermeden önünde bulunduğumuz kapıyı iki kere çaldı.
Ardından kapıyı açıp arkasından beni sürükleyerek içeri girdi. İçine girdiğimiz odada ilk dikkatimi çeken şey karşımda bulunan masanın arkasındaki büyükçe tablo oldu. Resimde iki kadın üç erkek üstlerine giydikleri farklı renklerdeki pelerinleriyle dururken yapılmış bir yağlı boya tablosuydu.
Tablo oldukça eski görüyordu. "Pansélinos tarikatını kuran ilk konsey üyesi oyunbazların tablosu." Baş konsey üyesi Kutay'ın sesi kulaklarımdan içeri davetsiz bir misafir gibi girdiğinde gözlerim tablodan çekildi. Tablonun önünde bulunan masada oturan Kutay'a çevrildi. Hafifçe gülümseyip, "Güzel bir tablo," dedim.
Onaylarcasına kafasını sallarken eliyle masanın önünde bulunan karşılıklı konulmuş sandalyeleri işaret etti.
"Oturabilirsiniz çocuklar." Cesur'un elini hiç istemeden bırakarak sandalyelerden sağ taraftakine yerleştim. Cesur'da karşıma oturunca Kutay boğazını temizledi. Bakışlarım tekrar ona döndü. "Öncelikle tesisimize hoş geldin Hera."
Gülümseyerek cevap verdim. Kucağıma koyduğum ellerim birbirine kenetlendi. Hâlâ gergin hissediyordum. Kutay bunun farkında gibi konuşmasını sürdürdü.
"Yeni bir ortama giriyorsun haliyle kafanda soru işaretleri olabilir ama burada en iyi şartlar altında yaşayıp, eğitim göreceğinden emin olabilirsin. Hiçbir şeyden kuşkun olmasın. Endişelenecek hiçbir şey yok. Kimse sana burada istemediğin bir şeyi zorla yaptıramaz. Hatta eğer burada yapamayacağını düşünürsen bunu söylemekten çekinme. Kimseyi özellikle senin gibi bu dünyaya yeni ayak basmış birini zorlamayız."
Anlayış dolu sesi kulaklarıma dolduğunda dudaklarım kendiliğinden yukarı kıvrılmıştı. Sesindeki babacan ton hoşuma gitti. "Anlayışınız için teşekkür ederim. Ama zorlansam bile bunu gelip size söyleyeceğimi sanmıyorum. En nihayetinde zorlanmadan bir şeylere ulaşmak pek mümkün değil. Bugün zorlanırım belki ama yarın o zorlukları gerimde bırakmasını da bilirim."
Bir engelle karşılaşıldığında onun üstüne gitmenin gerektiğini düşünürdüm. Çünkü eğer o engeli aşamazsam ulaşmak istediğim hedefime varamazdım. Dahası önümdeki daha büyük engellerle karşılaşınca ne yapacağımı bilemez çaresiz kalırdım.
Ama ben hedefime ulaşmak için elimden geleni yapmaya hazırdım. Bir engel buna mâni olamazdı. Kutay'ın açık yeşillerinin parladığına şahit oldum. Ardından Cesur'a bakıp gülümsedi. "Neden onu seçtiğini şimdi daha iyi anladım. Aferin evlat."
Cesur oturduğu yerde dikleşti. Kutay'ın söylediklerine göğsü kabarmıştı. İçten içe buna güldüm. "Senin karşına sıradan birini çıkaracağımı düşünmemiştin herhalde amca?" Şimdi Cesur sevgi dolu irisleriyle bana bakıyordu.
"Hera öyle eşsiz biri ki karşıma çıktığında onun peşini iyi ki bırakmamışım diyorum." Söyledikleri kalbimin hızlanmasına neden olurken Kutay'ın gür kahkahasını duydum.
"Hera'yı sakın üzme Cesur. Onun gibiler zor bulunur, değerini bil." Kutay'ın gözleri bana dönünce yüzünde gurur duyar bir ifade vardı. "Hera sende hep böyle biri olmaya devam et. Hiçbir zaman kendin olmaktan vazgeçme."
Gülümseyerek karşılık verdim. Benim hakkımda düşündükleri hoşuma gitmişti. Kutay boğazını temizleyip oturduğu yerde dikleşti.
"Tamam bu kadar sohbet yeter, şimdi ilgilenmem gereken işlerim var. Daha sonra uzun uzun konuşuruz. Cesur sen Hera'yı odasına götürürsün. Bugün dinlensin, yarın ona rehberlik etmesi için birini göndereceğim." Kutay'ın dediklerine itiraz etmeden ayağa kalkıp kapıya ilerledik.
Kutay'ın, "Hera," diye seslenmesiyle omzumdan geriye ona baktım. "Herhangi bir şey olursa kapımı çalmaktan çekinme. Zorluklara tek başına göğüs germeye alışmış olabilirsin ama yanında sana yardım edecek birilerinin olduğunu bilmek daha iyi hissettirir."
O an dedikleri kalbime saplandı. Ama bu sefer acıtmak yerine iyi hissettirdi. Bu sefer kalbime saplanan cam kırıkları değildi, sevgi parçalarıydı. Her parça kalbimde ilerledi. Damarlarımda gezintiye çıktılar. İçimde, kalbimde yeşermeye başlayan hislerle Kutay'a gülümsedim.
Ardından önüme dönüp kapıdan çıktım, Cesur hemen arkamdaydı. Belime dolanan kol ile yanağımda hissettiğim dudaklar eş zamanlı olmuştu. Kıkırdadım. Nefesini kulağımda hissedince bir şey söyleyeceğini anladım. "Amcam sana bayıldı. Sevdi de." Deyince yüzümde bilmiş bir ifade oluştu.
"Ee herkes bana bayılır, normal yani." Belime doladığı kolu ile beni önüne çektiği gibi sırtımı bizden başka kimsenin olmadığı koridorun duvarına yasladı. Bedeni ile bedenimi kaplarken dudaklarında haylaz kıvrımlar vardı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı, burunlarımız birbirine değiyordu.
"Doğru söylüyorsun. Mesela ben sana o kadar çok bayılıyorum ki şu an arkamdaki odada olan amcama rağmen dudaklarını sertçe öpmek hatta daha fazlasını yapmak istiyorum." Dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsememi engelledim. Sonra kollarımı Cesur'un boynuna doladım. Çenemi biraz dikleştirdim. "Ya demek benimle ilgili yapmak istediklerin var, öyle mi?"
"Evet, öyle." Dilimi üst dudağımda gezdirdim. Gözleri anında dudaklarıma düşmüştü. Ağırca yutkunduğunu gördüm. "Şu kalacağım odaya beni götürmeye ne dersin? Belki orada istediklerini yapmana izin veririm." Açık yeşilleri koyulaşmaya başladı.
Yüz hatları gerilirken elimden tuttuğu gibi beni peşinden sürüklemeye başladı. Anlaşılan bu yaptığı götüreceğine işaretti. Asansöre bindiğimizde Cesur, 8. Tuşa bastı. Asansör ineceğimiz katta durunca hızlıca indik.
Cesur birkaç kişinin olduğu koridorda kimseyi umursamadan hızlıca yürüyor beni de ardından getiriyordu. Bir odanın önünde durunca kapının üstünde bulunan okutucuya cebinden çıkardığı kırmızı kartı okuttu. Bu kart ona ait değildi.
Sorgulayıcı bakışlarımı fark edince odaya girmeden duraksadı. Elindeki kartı bana uzattı. "Bu sana ait. Bir yerlere girip çıkarken bunu okutup, göstermen gerekiyor. Ve arka tarafında bulunan kodu söylemen." Elindeki kırmızı kartı aldım ve arkasını çevirdim.
Altın rengiyle yazılmış adımla soyadım bir de kod dediği sayılar vardı. 231580. "Bunu hangi ara hallettin?" Cevap vermeden içeri girmem için kapıyı açtı. Bir şey demeden girdim. Arkamdan oda içeri geldiğinde soruma cevap verdi. "Buraya gelişin kesinleşince hemen kayıt işlemlerin yapılmaya başlanmıştı. Kartta dün çıktı."
Bu kadar hızlı olmaları beni şaşırtmıştı ama üstünde durmadım. Kırmızı kartı şortumun arka cebine koydum. Dikkatimi içine girdiğim odaya verdim. Altın sarısı renkler her taraftaydı. Ona ek gümüş grisi de odada hafif dokunuşlarda bulunmuş gibiydi.
Odanın sağ tarafında odanın ortasına gelecek şekilde duvara yaslanmış yuvarlak büyükçe bir yatak, onun her iki tarafında küçük komodinler bulunuyordu. Yatağın sağ tarafından başlayarak ileri odanın neredeyse diğer tarafına uzanan sürgülü kapılı bir balkon vardı. Yatağın sol tarafında gömme bir dolap bulunuyordu.
Dolabın çaprazında kalan duvar kısmına yaslanmış bir de makyaj masası vardı. Odanın sol tarafında ise banyo olduğunu düşündüğüm bir kapı ondan biraz ilerde kitaplarla dolu büyük bir kitaplık vardı.
Kitaplığın bir kısmı çalışma masası gibi dizayn edilmişti. Oda büyük olduğu için oldukça ferah görünüyordu. İncelememin bittiğini anlayan Cesur arkamdan kollarını belime doladı ve sırtımı göğsüne yasladı.
"Odanı nasıl buldun?" Diye sordu. Kafamı omzuna yasladım. "Güzel beğendim," dedim. Açıkçası nerede, nasıl bir odada kaldığım önemli değildi. Benim için önemli olan burada yaşayacağım şeylerdi. Yine de şu an bunu düşünmek istemedim.
Zaten yeterince gergindim rahatlamaya ihtiyacım varken düşünerek kendimi daha da germek istemiyordum. Cesur'un el parmaklarının karnımın üstünde yavaşça gezinmeye başlamasıyla dikkatimi ona verdim. Kafasını eğdiğini hissettim ardından nefesi boynumda dolanmaya başladı.
Dudaklarını boynuma bastırınca gözlerim kendiliğinden kapandı. Bütün hakimiyetimi ona bıraktım. Bunun bilincindeymiş gibi kollarını sıkılaştırdı.
Boynumdaki dudaklarının baskısı ve öpücükleri arttı. İçime dolan hislerin güzelliği ile şımartılmaya başladım. Cesur boynumu öpmeye devam ederken devreye dili ve dişleri girdi. Hissettiğim duygu yoğunluğuyla titrerken kasıklarıma bir ağrı saplandı.
Cesur boynumun ince derisini dişlerinin arasına alarak çekiştirince inledim. Bu onu daha da hırslandırdı. Boynumu emip dilini yavaşça gezdirdi. Dilinin değdiği her yer alev almış gibi yanıyordu. Parmakları ise karnımda dolanmaya devam ediyordu. Dudaklarının varlığı boynumdan aniden çekilince şaşırdım.
Ama sonra Cesur beni birden kendine çevirdi. Anında dudaklarıma kapanıp beni öpmeye başladı. Karşılık vererek sert öpücüğün keyfini çıkardım. Bu sırada Cesur üstüme gelerek beni ilerletmeye zorladı.
Hâlâ onu öpmeye devam ederken odada geri geri ilerledim. Bacaklarım yatağa çarpınca bir an duraksadım ama Cesur ağırlığını üstüme verince sırt üstü yatağa düştüm.
O ise bir çarşaf gibi üstüme serildi. Dizlerinin varlığını iki bel yanımda hissedebiliyordum. Ellerini kafamın iki yanına koymuş, karnı karnıma yaslı şekilde duruyordu. Öpücüğü yavaşça dudaklarımdan kayıp çeneme oradan boynuma ilerlerken gözlerim açık bir şekilde tavana bakıyordum.
Kesinlikle tesise geldiğim zaman Cesur ile bu durumda olacağımızı tahmin etmemiştim. Daha farklı olur diye bekliyordum ama Kutay hariç kimse ile karşılaşmadan direkt odaya gelmiş, kendimizi bu halde bulmuştuk. Elbette bir şikâyetim yoktu.
Cesur benimle böyle ilgilendiği zaman bütün gerginliğim yok oluyordu. Göğüs oluğumda gezinen sıcak dilini hissedince titredim. Giydiğim crop'un v yakası ona bunu yapması için yeterince alan vermişti. Ellerimi hareket ettirip saçlarını kavradım. Onu kendime çektiğimde itiraz etmeden yüzünü yüzüme eşitledi.
Dişlerim gözükecek şekilde gülümsedim. "Bana dokunmadan duramıyorsun değil mi?" Usulca dudaklarını yaladı. Bunu öyle bir yaptı ki sanki yaladığı şey başka bir şeydi. "Dünyalar güzeli bir sevgilin olduğunda her an ona dokunmak istiyorsun. Elimde değil." Alt dudağımı dişleyip kıkırdadım.
Resmen küçük çocuklar gibi gülmeye başlamıştım. Ellerimi saçlarından çekip kollarımı Cesur'un boynuna doladım. "Neyse ki dokunuşlarını seven dünyalar güzeli bir sevgiliye sahipsin," dedim ve bu sefer dudaklarımızı birleştiren ben oldum.
Dudaklarım dudakları arasında şeker gibi erimeye başladı. Dudağımı kendine çekip emmesi alt taraflarımda bir şeyleri uyandırmayı başarmıştı.
Cesur nefes nefese geri çekildiğinde gözlerimiz çarpıştı. Zevkten kısılmış gözlerle ona bakmayı sürdürürken aniden kapı çalınmaya başladı. Şaşkınca ikimizin kafası da kapı tarafına dönmüştü. Gözlerimi tekrar Cesur'a çevirdim.
"Kapı çalıyor," dedim. Ne demek istediğimi anlayan Cesur huzursuzca kafasını sallayıp üstümden kalktı. Anında yataktan doğrulup üstümü, saçımı düzeltip ayağa kalktım. Bu sırada Cesur kapıyı açıyordu.
Kapı açılınca ardında üniformalı bir asker belirmişti. Cesur'a selam verdi. "Efendim, baş konsey üyesi sizi toplantı odasına bekliyor. Acilmiş."
Kaşlarım çatıldı. Bir şey mi olmuştu? "Tamam, sen git hemen geliyorum." Cesur'un verdiği talimat ile asker anında gitmişti. Cesur sıkıntılı bir nefes verip bana döndü. "Gitmem gerekiyor."
Tamam dercesine kafamı oynattım. "Merak etme işim bitince hemen geri geleceğim," deyince gülerek yanına ilerledim ve kollarımı boynuna sardım. "Cesur, sen işlerini rahat rahat hallet. Ben zaten buradayım, bir yere kaçacağım yok," dedim ve dudağına küçük bir buse kondurup kollarımı boynundan ayırdım. "Hadi git." Gitmek istemediği yüzünden okunsa da açık kapıdan dışarı yürümeye başladı.
Kapıyı kapatmadan son kez bana baktı sonra kapı ikimizin arasına giren bir engel oldu. Cesur'un gitmesi ile omuzlarımı düşürüp balkonun olduğu tarafa ilerledim. Yerden tavana kadar uzanan uzun camların ardından tesisin arka bahçesi olduğu belli olan yere bakmaya başladım.
Eğitim parkuru olduğunu düşündüğüm bir kısım vardı. Ve yaşları küçük gözüken çocukların parkurda çalıştığını gördüm. Başlarında üniformalı bir asker vardı. Çocuklara bağırıp bir şey dediğini anlamıştım ama bu kadar mesafeden onları duymam imkansızdı.
Ne kadar duyabileceğimi düşünmesem de camın sürgülü kapısını açıp balkona çıktım. Korkuluklara ellerimi koyup onları izlemeye koyuldum.
Şimdi onları daha rahat görüyordum ve sesleri ne kadar tam anlaşılmasa da kulağıma geliyordu. Çocuklar sırayla belli bir yere kadar koşup parkura giriş yapıyorlardı. İlk engelleri örümcek merdiven tırmanışıydı. İkincisi zik, zak denge yürüyüşüydü. Üçüncüsü yerde çamurlar içinde sürünerek geçmek. Dördüncüsü yüksekten atlamaydı.
Beşincisi yatay merdiven geçişiydi. Yaptıkları eğitim parkurunun engellerinin ne anlama geldiğini bildiğim için bir sıkıntı çekmeden ne yaptıklarını anlamıştım. Lakin küçük çocukların böyle askeri bir eğitim görmeleri tuhafıma gitmişti.
Ben onların sadece yetenekleri ve dövüş konusunda küçük yaşta eğitim aldıklarını sanıyordum. Ellerimi korkuluklardan çekip kollarımı birbirine bağladım. Yükümü tek ayağıma vererek çocukları izlemeye devam ettim. Hepsi büyük bir azimle parkuru tamamlamaya çalışıyordu.
İçlerinden birkaçı tamamlamıştı. Ben onları izlemeye dalmışken kapının çaldığını çok sonradan işittim. Şaşkınca balkondan çıkıp kapıya ilerledim.
Cesur'un işi bitmişti de gelmiş miydi? Kapıyı açarken onun Cesur olduğunu düşünerek açmıştım ama karşılaştığım kişi bir askerdi ve yanında benim valizlerim vardı. "Hera Hanım, Cesur Bey valizlerinizi size teslim etmemi istemişti."
Anladığımı belirtircesine hızlıca kafamı salladım. "Tamam, teşekkürler. Bundan gerisini ben hallederim." Asker itiraz etmeden selam verdi ve gitti. Onun arkasından kapıda durmaya devam eden valizlerimi odaya soktum. Gömme dolabın olduğu tarafa valizleri ilerletip yere yatay şekilde koydum.
Önlerinde diz çökerek açtım ve kıyafetlerimi yavaş yavaş yerleştirmeye başladım. Kıyafetleri yerleştirirken aklım Cesurdaydı.
İşi olduğu halde beni unutmayıp eşyalarımı bile yanıma göndermişti. Gerçekten çok şanslıydım... Kıyafetleri yerleştirme işim bitince geriye kalan kişisel eşyaları ve yanıma aldığım bazı aksesuarları odaya yerleştirdim.
Tüm bu işler iki saatimi almıştı. En sonunda kendimi yatağa sırt üstü bıraktım. Yorulmuştum. Gözlerim açık tavana bakmaya başladı. Şu an burada olduğuma inanamıyordum. Bu odada, bu yatağın içinde olduğuma inanamıyordum. Burada ne işim vardı ki benim?
Gayet güzel bir hayatım varken neden böyle zorlu bir hayata geçiş yapma derdindeydim? Bunları bir sitemle sormuyordum. Aksine gerçekten cevaplar arıyordum. Bundan bir ay önce birisi başıma bunların geleceğini söylese inanmaz, güler geçerdim. Ama şimdi o hayatın içindeydim. Hem de baya içinde.
Titrek bir nefes alıp güldüm. Gerçekten hayatım tam bir fiyaskoydu. Yine de onu yoluna koymak benim elimdeydi. Kimseye bırakmayacaktım. Hayatımı kendim kontrol edecektim. Bu sefer kimsenin benim yerime bir tercih yapmasına müsaade etmeyecektim.
İşte aradığım cevapları bulmuştum. Daha bebekken bana yapılan haksızlığın hesabını sormak ve gerçek benliğime kavuşmak. Burada olma nedenim, kendime sürekli hatırlatma çabam bundandı.
Sıkkınca nefesimi dışarı verip yataktan doğruldum. Gece mavisi gözlerim odada dolandı. Odanın ruhsuz duvarları suskundu. Tek ses açık balkon kapısından içeri giren rüzgârın çıkardığı ufak seslerdi. Bu odada yapacak hiçbir şey yoktu. Acaba odadan çıkıp etrafı gezsem bir sorun olur muydu? Düşünceyle alt dudağımı dişleyip bıraktım.
Sonra yataktan kalktığım gibi kapıya ilerledim ve kolunu çevirip açtım. Dışarı çıkınca arkamdan kapıyı kapadım. Biraz gezmenin zararı olmazdı. Birkaç kadın askerin olduğu koridor boyunca ilerleyip biraz etrafa bakındım.
Anladığım kadarıyla bu katta hem tek kişilik hem de birden fazla kişilik yatakhaneler vardı. Burayı incelemem bitince merdivenleri kullanarak bir alt kata indim. Burasının da erkekler için yatakhane olduğunu anlayınca direkt bir alt kata indim.
Tam katı gezmek için adım atmıştım ki adımın seslenildiğini duydum. Bedenimi arkamdan gelen sese doğru çevirdiğimde biraz ilerimde olan Korel ile karşılaştım. Üstüne giydiği siyah, üstünde armalar, yıldızlar ve nişaneleri olan üniforma ile bana doğru yürüyordu.
Ayağındaki postallar o yürüdüğünde arkasından tok bir ses bırakıyordu. Karşıma gelince durdu ve gülümsedi. Gülümsediğinde gri gözleri kısılmıştı.
"Hera seni burada görmek ne hoş. Hoş geldin." Zoraki bir şekilde gülümsedim. Cesur ile bu adam yüzden tartıştığımızı unutmamıştım. Bu yüzden ona karşı mesafemi korumak zorundaydım. Çünkü tekrar Cesur ile aramın bozulmasını istemiyordum.
"Hoş buldum," diyerek kısa bir cevap verdim. Korel gülümsemeye devam ederken gri gözleri ile yavaşça beni süzdü. Gri gözlerinde hoşnutluk parıltıları gördüğümde rahatsızca yerimde kıpırdandım. Anlaşılan üstümdeki crop ve şort ile ona iyi bir görsel şölen sağlamıştım!
"Tesisi mi keşfediyordun?" Olumlu anlamda kafamı oynattım. Gülümsemesi genişledi. "Güzel! O halde sana eşlik etmeme izin verirsen sevinirim. Sana tesisi gezdirmek benim için büyük bir zevk olur." Söyledikleri ile şaşkınca kalakaldım.
Neden böyle bir şey istediğini anlam verememiştim. Daha önemli işleri yok muydu? "Hiç zahmet etmeyin. Ben öylesine bakınıyordum. Zaten Kutay Bey yarın için bana rehber ayarlayacağını söylemişti. Şimdi sizi işlerinizden alıkoymak istemem."
Korel'in yüzündeki gülümseme yerini korurken konuştu. "İşim olduğunu da nereden çıkardın? Şu an tamamen boşum. Lütfen izin ver sana tesisi gezdireyim." Neden bu kadar ısrarcıydı? İstemediğimi açıkça belli ettiğimi düşünüyordum ama Korel'in umurunda değil gibiydi. Ya da gerçekten farkında değildi.
"Burada ben dururken Hera'ya tesisi gezdirmek sana kalmadı." Arkamdan duyduğum Cesur'un sesi ile Korel'in yüzündeki gülümseme anlık olarak silinse de hızla kendini toparlayıp tekrar gülümsedi. Ve arkamdan yanıma geçen Cesur'a bakarak güldü.
"O zaman Hera'yı tek başına buralarda bırakıp gitmemelisin. Burayla ilgili hiçbir şey bilmiyor. Tehlikeli olabilir." Korel'in dediklerine karşı kaşlarımın arasında ufak bir yarık oluşurken Cesur Korel'e cevap vermekteydi. Nedense ortamın birazdan kızışacağını düşünüyordum.
"Nasıl bir tehlikeden bahsediyorsun? Ben şu an herhangi bir tehlike görmüyorum da." Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemek için kendimi zor tuttum. Eğer doğru anladıysam Cesur şu an Korel'e onun bir tehlike olmadığını söylemeye çalışıyordu. Hatta çalışıyordu az kalır direkt söylüyordu.
Korel bunu fark edince gri gözlerinden anlık olarak geçen o karartıya şahit oldum. Olduğum yerde gerilmeye başlamıştım. Duruşunu dikleştirdiği gibi Cesur'a üstten bir bakış attı. "Tehlikenin nereden geleceği belli olmaz. Her zaman, her an gözlerini dört açman gerekir. Çünkü tehlike sinsidir, usulca yaklaşır ve aniden saldırır."
İşte şimdi Cesur'u sinirlendirmeye başarmıştı. Bunu Cesur'un ellerini yumruk yapmasından anlamıştım. Ona ek olarak gerilen yüz hatlarından bu açıkça belli oluyordu. Yine de bütün sinirine rağmen sakince durmaya devam etti.
"Merak etme Korel. Benim arkamda bile gözüm vardır. Tehlike sinsice gelse bile gözümden kaçması imkânsız." İki genç adamın arasından geçen gerilim hattı etrafa kötü enerjiler yaymaya başlamıştı.
Yanımızdan geçip giden askerler bile bunun farkında gibi sadece birkaç saniye Cesur ile Korel'e bakıp hızla uzaklaşıyorlardı. Ben ise ikisinin arasında o hattın ortasında duruyordum. Korel, Cesur'un son dediğine bir şey demeden önce yavaşça dişlerini ortaya serecek şekilde gülümsedi.
Kısa bir an bana baktıktan sonra gri gözlerini Cesur'a çevirdi. "Tehlike her zaman somut şekilde karşına çıkmaz. Soyutta olabilir ve görünmeyen bir tehlikeyi görmeye çalışmak anlamsızdır." Vay canına! Korel'in böyle anlamlı cümleler kuran biri olacağını hiç düşünmemiştim.
Bu cümleler Cesur'u ne kadar sinirlendirse de bunu göstermemek için büyük bir çaba verdiğini görebiliyordum. İkili bir süre birbirinin gözlerinin içine bakarak durdu. Sonra Cesur'un dudakları yukarı kıvrılırken kolunu uzatıp belime doladı ve beni kendine yaklaştırdı.
"Özlü sözlerin bittiyse bize müsaade. Tesisi gezdirmem gereken bir sevgilim var. Ve onu daha fazla bekletmek istemiyorum." Yemin ederim ki Korel'in gri gözlerinin içinde şimşekler çaktığını gördüm. Bulutlanmış gibi duran gri gözleri aniden belime sarılı kola kaymıştı.
Hızlıca gözlerini kaçırdı. Yüzündeki gülümseme maskesi çatlayıp yere düştü. Ayaklarımızın altında paramparça oldu. Korel gri bulutlanmış gözlerini bana çevirdi. Kısa bir an baktı. Sonra konuştu.
"O halde eğitiminde görüşürüz, Hera." Sadece bana hitaben konuşmuş ve yanımızdan arkasını dönerek hızlı adımlar eşliğinde uzaklaşmıştı. Arkasından kısılmış gözlerle baktım. Yürüyüşü hızlı ve sertti. Geniş omuzları dimdikti.
Korel'de adlandıramadığım bir şeyler vardı. Gözlerinde tanıdık bir şey yakalamıştım ve bundan hiç hoşlanmamıştım. O gri gözler hiç masum değil gibiydi. Olduğum yerde titredim.
Umarım bu sadece benim kuruntumdur. Korel'in arkasında takılı kalan mavi irislerim Cesur'un belime dolanmış kolu tarafından uyarılmam ile ona döndü. Cesur dikkatle yüzüme baktı. "Ben gelmeden önce Korel seni rahatsız etmiyordu değil mi?"
Düşünceli zihnim onun dedikleriyle aniden şok etkisi yaşadı. Düşünceler dört bir yana savrulurken sadece Cesur'un dediğine odaklandım. "Hayır, zaten sen gelmeden biraz önce gelmişti. Sadece tesisi gezdirmeyi teklif etti." Sakince kafasını salladı. "O adamla samimi olmanı istemiyorum. Davranışları hiç hoşuma gitmiyor."
"Benimde gitmiyor ama Cesur farkındaysan o bir beden okuyan. Benimle aynı yeteneğe sahip beni eğitecek beden okuyanlardan biri. Ne kadar samimi olmasam da her zaman yüz yüze geleceğimiz bir gerçek."
Cesur dediklerimin doğru olduğunu bildiği için aksini çıkartarak bir şey yapmadı. Ama bundan memnun kalmamıştı. Sıkıntıyla nefes verip belime doladığı koluyla beni ilerletmeye başladı.
"Bunları şimdi boş ver. Gel sana tesisi gezdireyim." Dediğine karşı çıkmadım. Ve birlikte tesisi gezmeye başladık. Uzun bir zaman kalacağım tesisi...
🎲🎲🎲
Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.53k Okunma |
153 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |