34. Bölüm

🎲2.|2.Arşiv Odası🎲

Sude G.
moonlighthikayeler

🎲🎲🎲

Gök'ü yarmak ister gibi çakan şimşekler gökyüzünü saniyelik aydınlatırken görsel bir şölen oluşuyordu. Şiddetle yağan yağmur taneleri ise yeryüzüne her düşüşlerinde kendilerini feda ederken toprağa can oluyorlardı.

Gök'ün gürlemesi ile gece mavilerim camın ardında kalan gökyüzüne baktı. Neredeyse üç saattir aralıksız gök gürlemiş, yağmur yağmıştı.

Ve bir türlü durmak bilmiyordu. Yağmur Cesur ile tesisi gezmemiz bitip odaya geldiğimizde yağmaya başlamıştı. Şimdi ise ikimizde yatağa uzanmış balkon camından yağan yağmuru izliyorduk.

Şiddetli yağan yağmur damlaları balkonun mermer zeminine düşerken ki sesleri kulağıma geliyordu. İtiraf etmem gerekiyordu ki yağmur sesi ile şimşek sesleri bana huzur veriyordu. Gök'ün gürleyip şimşek çakması hoşuma gidiyordu.

Gece mavisi irislerim usulca sol tarafımda kalan Cesur'a çevrildi. Onun zaten beni izlediğini görünce dudaklarım yukarı kıvrıldı. "Yağmur çok güzel yağıyor değil mi?" dediğimde transa girmiş gibi kafasını ağırca aşağı yukarı salladı.

"Evet, öyle," dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ardından kafamı omzuna yasladım ve yorgunca iç çektim. Kolu hemen belime sarılmıştı. Diğer eli ise siyah saçlarıma çıkmış, yavaşça okşamaya başlamıştı. Parmakları saçlarımın arasında her dolandığında mayışıyor ve rahatlıyordum.

Tekrar bir iç çektim. Nedense kendimi çok halsiz hissetmiştim. Sanki birisi bütün enerjimi çekip almış benden geriye boş bir beden bırakmıştı. Bir süre Cesur'un omzuna yaslı durmuş hiçbir şey düşünmemeye çalışmıştım. Zaten uzun zamandır bunu yapmıyor muydum?

Gözümün önündekileri görmezden gelip onları düşünmeden devam etmiyor muydum? Ediyordum ama bunu yapmak zorundaydım. Çünkü her birine takılı kalırsam ilerleyemezdim. Bazen görmezden gelmek gerekiyordu.

Ama yalnızca belli bir süre için. Zaten ondan sonra istemeseniz bile onlar kendilerini tekrar size hatırlatıyorlardı.

Aynen şu an bana olan gibi. Düşünmemeye çalışırken aniden zihnimde düşünce seli gerçekleşmişti. Ve aklıma gerçek ailemi bulamamış olmam gelmişti. Ayrıca beni hastanede değiştiren kişinin kim olduğunu bilmemem.

Aslında onun hakkında bir fikrim vardı. Kim olduğunu bilmiyordum ama Uzay ile bağlantılı hatta ona yakın biri olduğunu biliyordum.

Bunun peşini elbette bırakmayacaktım. Yalnızca rafa kaldırmıştım ama artık onu o raftan alıp kurcalamanın vakti gelmişti. Sonuçta planımın ilk aşamasını tamamlamıştım.

Pansélinos oyunbazlarına katılmıştım. Bundan sonrası eğitimlerle geçecek gibi gözüküyordu. Onları hallederken aynı zamanda gerçek ailemin peşine düşebilirdim. Hem bu konuda Cesur bana yardımcı olacaktı. Pek fazla zorlanacağımı sanmıyordum.

Kafamı Cesur'un omzundan kaldırmadan gözlerimi yüzüne çevirdim. "Cesur. Bana oyunbaz arşivine gireceğimizi söylemiştin. Ama bunun için sana zaman vermemi de istemiştin. Sence de artık zamanı gelmedi mi?"

Söylediklerim ile Cesur'un açık yeşilleri gece mavilerime çevrilmişti. Yüz ifadesi düz olduğundan şu an ne düşündüğünü anlayamıyordum.

Eli saçlarımı okşamaya devam ederken konuşmaya başladı. "Geldi bebeğim. Arşive girmek için senin tesise geldiğin zamanı beklemiştim. Şimdi burada olduğuna göre arşive girmemiz için hiçbir engel yok. Yalnız iyi ki hatırlattın.

O benim aklımdan bir an çıkmıştı. Oysa odaya geri geldiğimizde seninle konuşacaktım. Piç Korel akıl mı bıraktı! Aklım ona takılı kaldı. Piç herif! Bak tekrar sinirlendim." Cesur'un bu hali beni içten içe güldürürken dışardan dudaklarım düz bir şekildeydi.

Elimin tekini Cesur'un göğsünün üstüne koydum. "Tamam sevgilim. Sakin ol, boş ver şimdi Korel'i o bizim için önemsiz biri. Biz şimdi asıl arşive nasıl gireceğiz onu konuşalım."

Onu sakinleştirmek ister gibi göğsüne koyduğum elimi göğsünde gezdirdim. "Arşiv tesisin bodrum katında yer alıyor. Kapısı genellikle kilitli olur. Sayılı kişiler dışında kimse giremez, yasak." Endişe bedenimi yavaşça ele geçirdi. "E biz içeri nasıl gireceğiz o zaman?"

Cesur gülümseyerek göz kırptı. "Şanslısın ki arşive girebilen sayılı kişiden biriyle sevgilisin. Tabii bunun için biraz uğraşmam gerekti ama senin için değer." Gözlerim ciddi misin der gibi açıldı. Demek benden o yüzden zaman istemişti. Hızlıca yanağına bir öpücük kondurdum.

Sonra gözlerinin, o hayran olduğum açık yeşillerinin içine bakarak, "Seni seviyorum," dedim. Gözlerindeki parıltılara şahit oldum. Dudakları yavaşça yukarı kıvrıldı. Bunu yapmasıyla birlikte sağ yanağında küçük bi' gamze belirmişti.

Gamzesi derin değildi ama sanki beni içine çeken dipsiz bir kuyu etkisi yaratmıştı. Cesur'un elinin saçlarımdan yanağıma kaydığını fark ettim. Parmakları yavaşça yanağımda geziniyordu. Cesur aniden alnımdan öptü.

Ayak ucumuzda kalan pikeyi üstümüze örttü. "Hadi uyu, gece mavisi. Saat geç oldu, yarın erken kalkacaksın." Karşı çıkmadım. Kafam onun omzuna yaslıyken gözlerimi kapadım.

 

 

 

🎲●🎲

Bir kişi yeni bir güne nasıl başlarsa bende o şekilde başladım. Beynim yeterince uyuduğuma karar verince sinyal yollayıp beni uyandırdı. Göz kapaklarım birbirine yapışmış, açılmak istemiyordu. Zorlanarak gözlerimi araladım.

İlk önce yüzümün yaslı olduğu göğsü hissettim. Onun ardından belime sarılı kaslı kolların varlığını hissetmiştim. Burnuma gelen ferahlatıcı kokuyla iç çektim. Bu koku Cesur'undu. Dün gece ben uyuduktan sonra gitmemiş benimle kalmıştı. Bunu beklemiyordum.

Çünkü onunda oyunbazlar çete evinde işleri vardı ve benim yüzümden aksatması isteyeceğim son şey bile değildi. Yine de yanımda olduğu için mutluydum. Zaten arşive sadece onun sayesinde girebileceğimiz için burada kalması da iyiydi. Bugün arşive girip işimizi bir an önce halledebilirdik.

Tabii ilk önce şu eğitim işini halletmem gerekiyordu. Bugün eğitime başlayacağımızı düşünüyordum. Muhtemelen öyle de olacaktı. Kabul ediyorum biraz heyecanlanmıştım.

Damarlarımdaki kanlar bile bir coşku ile akıyordu. Gözlerim hâlâ uyumaya devam eden Cesur'un yüzünde dolandı. Uyurken son derece huzurlu görünüyordu. Bir süre onu izledim. Daha sonra kıpırdamaya başlayan göz kapakları ile uyanacağını anladım.

Sakince durup gözlerini açmasını bekledim. Göz kapakları aralanıp açık yeşilleri ortaya çıktığında dudaklarım yukarı doğru kıvrım kazandı. Yüzüne yaklaşıp burnunun ucunu öptüm. "Günaydın sevgilim," dedim. Birkaç kez gözlerini kırpıştırıp kendine gelmeye çalıştı.

Belimdeki kolları sıkılaştığında eş zamanlı olarak dudakları aralandı. "Günaydın bebeğim," deyip alnımı öptü. İkimizin de bu sevimli halleri çok hoşuma gitmişti. Keşke hiçbir derdimiz, tasamız olmadan sadece bu tür anılarla zamanımızın tamamını geçirebilseydik.

Ama bu mümkün değildi. Kaderin bizimle ilgili çok başka planları vardı. Cesur koluna takılı saate bir bakış atınca dikkatim ona kaydı. "Saat 6 olmuş. 6.30'da kahvaltı olur ve sadece 30 dakikalık bir süresi var. Eğer kahvaltı yapmak istiyorsan hemen kalkmalıyız. Yoksa öğle yemeğine yani saat 12'ye kadar aç kalırsın."

Cesur'un dedikleriyle kaşlarım çatıldı. Yüzüm değişik bir hal aldı. Cesur bu ifademe güldü.

"Üzgünüm bebeğim ama burası bir tesis ve kuralları var. Şaşırma yani, zamanla alışırsın." Anlaşılan bir asker hayatı yaşayacaktım. Bunu sorun etmedim. Zaten hep erken kalkan biri olmuştum.

Bu yüzden Cesur'un kolları arasından sıyrılıp yataktan kalktım. Hızlıca banyodaki işlerimi halledip üstümü değiştirdim. Siyah bi' pantolon ile kalın askılı koyu yeşil bi' crop giydim. Ayakkabı olarak da siyah sporlarımı ayağıma geçirdim.

Dalgalı siyah saçlarımı açık bırakıp sırtımdan aşağı salınmalarını sağladım. Biraz sonra Cesur'da hazır olunca kahvaltı yapmak için odadan ayrıldık. Odadan ayrılmadan hemen önce yanıma sadece telefonum ile Cesur'un bana verdiği kırmızı kartı almış pantolonun arka cebine koymuştum.

Birlikte yemekhane katına inerken karşılaştığımız askerler Cesur'a selam veriyordu. Bana ise ilgiliyle bakıyorlardı ama ağızlarını açıp bir şey bile söylemiyorlardı. Sanırım Cesur'dan çekiniyorlardı. Çünkü emindim ki herkes Cesur'un kim olduğunu ve benim onun neyi olduğumu biliyordu.

Hal böyle olunca da aradaki çizgiyi geçemiyorlardı. Yemekhaneye geldiğimizde büyük bir kalabalık ile karşılaştım. Yemek almak için sıraya girenler, masalarına oturmuş sohbet ederek kahvaltılarını eden askerler her yerdeydi. Sanırım Cesur ile ben hariç diğer herkes üniforma giyiyordu. Bu biraz gerilmeme neden oldu.

Ama sonra hemen geçti. Kendime gelmeliydim. Ben Hera Kızılkan'dım milyonlarca kişinin önüne çıkmış, milyarların izlediği dizilerde oynamıştım. Utanmak ya da gerilmek benim gibi birine yakışmazdı.

Silkelenip omuzlarımı dikleştirdim. Etrafa göz atmaya devam ederken önümden koşarak geçen küçük çocukları görünce ise gülümseyerek onlara baktım. Bir kız çocuğu tam önümden geçerken tökezleyince hemen öne atılıp kollarından onu yakaladım.

Sıkıca düşmemesi için tuttum. Dengesini geri kazanınca kafasını kaldırıp bana baktı. Küçük yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. Masmavi gözleri pas parlak parlıyordu. "Beni tuttuğun için teşekkür ederim."

Dudaklarım yukarı kıvrılırken önünde diz çöktüm böylece boylarımız hemen hemen eşitlenmişti. Hızlıca küçük kızı inceledim. En fazla 6 yaşında olmalıydı. Siyah dalgalı saçları beline kadar uzanıyordu. Masmavi kocaman gözleri vardı.

Küçük fındık bir burnu ve dolgun pembe dudakları vardı. Yanakları hafifçe tombul ve sevimliydi. Çok güzel bir kız çocuğuydu. Ellerimi kollarından çekip burnuna yavaşça vurup güldüm.

"Rica ederim ama koşarken dikkatli ol tamam mı? Çünkü her zaman seni düşmeden yakalayacak birisi olmaz." Masmavi gözlerini mümkünmüş gibi irice açtı.

"Olsun. Düşsem de bir şey olmazdı ki! Ayağa kalkmasını bilirim." Dedikleri ile gözlerim parladı. Küçük versiyonumu bulmuş olabilirdim. Bu beni heyecanlandırdı. "Demek sen düşse de pes etmeyenlerdensin. Güzel böyle devam," deyip yanağını öpünce kıkırdayarak güldü.

Gözleri ilgiyle yüzümde dolandı. "Abla seni burada ilk defa görüyorum. Yeni mi geldin? Adın ne?" Olumlu anlamda kafamı salladım. "Evet yeni geldim. Adımda Hera." Küçük elini ileri, bana doğru uzattı. "Bende Güneş, memnun oldum."

Uzattığı küçük elini sıkarak gülümsedim. "Bende çok memnun oldum, Güneş." Hem çok tatlı hem de çok akıllı bir şeye benziyordu. Masmavi gözleri birden benden çekilip yanımızda dikilen Cesur'a çevrildi. Kafasını kaldırmış ona göre bir dev gibi göründüğüne emin olduğum Cesur'a bakmaya başlamıştı.

"Aa Cesur abimde buradaymış!" Sevinçle ellerini çırparken ben dizlerimin üstünde doğruldum. Zaten Güneş'in bütün ilgisi Cesur'a kaymıştı. Cesur gülümseyerek Güneş'e bakıyordu. "Küçük Hanım bakıyorum yine yaramazlık peşindeyiz." Güneş tek eliyle ağzını kapatıp cilveyle güldü. "Seni ne zamandır görmüyorum Cesur abi. Beni de hiç görmeye gelmedin. İşin mi vardı?"

Bunları derken dudaklarını büzmüştü. Cesur kafasını sakince aşağı yukarı salladı. "Evet Güneş'im işim vardı. Yoksa biliyorsun seni hiç görmemezlik etmezdim." Güneş'in büzülmüş dudakları anında düzeldi ve gülümsedi.

"Peki şimdi işin bitti mi?" Masmavi gözleri Cesur'a beklentiyle bakıyordu. Anlaşılan Cesur'u çok seviyordu. "Evet, bitti." Güneş neşeyle ellerini çırptı. "Tamam, o zaman bugün boş zamanda benimle oyun oynamaya gel." Kısa bir an masmavi gözleri bana kaydı.

"Hera ablayı da getir ama ona göre." Cesur'a şart koşması ile güldüm. Cesur'da güldü. "Hera ablanı sevdin mi?" Güneş hızlıca kafasını aşağı yukarı salladı. "Evet çok sevdim. Çok güzel gözleri var." İltifatı karşısında yüzümdeki gülümseme büyüdü.

"Evet, Hera ablan çok güzel. Bende onun gözlerine bayılıyorum." Cesur'un bana bakarak söyledikleriyle kıkırdadım. Bu sırada Güneş yeni bir şey fark ediyormuş gibi bi' bana bi' Cesur'a bakıyordu. Masmavi gözleri tekrar irileşirken neşeyle konuştu. "Siz sevgili misiniz?"

Vay canına! Daha küçücük bir çocuktan duyulmayacak sözler işitiyordum. Güneş'in sorusunu Cesur cevapladı. "Evet öyleyiz." Güneş şimdi daha büyük bir ilgiliyle bana bakmaya başlamıştı. Masmavi gözleri bütün bedenimi süzüyordu. Süzmesi bitince Cesur'a dönerek baktı.

"O gerçekten de çok güzel. Kendine güzel bir sevgili bulmuşsun Cesur abi çok şanslısın." Güneş'in dedikleri ile ağzım şaşkınlıkla aralandı. Ama sonradan dedikleriyle daha da şoka uğradım. "Keşke benimde sevgilim olsaydı. Aslında Poyraz var onu seviyorum ama o beni sevmiyor."

Küçük bir çocuktan duyulmayacak bu sözler beni hayrete düşürmüştü. Benim aksime Cesur eğleniyor gibiydi. Güneş'in önünde dizlerinin üstüne çöktü.

"Sen daha sevgili yapacak yaşta değilsin Güneş'im. Şimdilik bunları düşünme. Ayrıca Poyraz'ı boş ver. Büyüyünce karşına gerçekten seni seven birisi çıkacak. Sende onu seveceksin ve mutlu olacaksınız, sadece bunun için zamana ihtiyacın var." Güneş'in masmavi gözlerinde bir parıltı oluştu.

"Olacak ama değil mi?" Cesur onu onayladı. "Elbette olacak sadece zamanını bekle." Güneş olumlu anlamda kafasını salladı. "Tamam, bekleyeceğim." İkisine bakarak gülümsedim. Ardından bir kadının Güneş'in adını bağırdığını duyduk. Üçümüzün kafası bize doğru gelen üniformalı kadına dönmüştü.

Kadın yanımıza gelince hızlıca Cesur'a selam verdi. Bana ise sadece gülümsedi. Sonrada Güneş'e baktı. "Güneş neden arkadaşlarından ayrıldın, canım? Hemen onların yanına gidip yemeğini ye sonra geç kalacaksın. Eğitiminiz birazdan başlayacak."

Güneş kadına gülümseyerek baktı. "Ben yemeğimi yedim ki!" Diye neşeyle konuştu. "O zaman eğitim alanına gitmen gerekiyordu. Ama sen hâlâ buradasın. Nedenini öğrenebilir miyim?" Kadın kesinlikle Güneş ile hesap sorarcasına konuşmuyordu. Aksine nazik bir şekilde konuşuyordu.

"Gitmedim çünkü Cesur abi ile Hera abla ile konuşuyorum. Konuşmam bitince gidecektim." Kendini gayet iyi bir şekilde ifade etmesi çok hoşuma gitmişti. Zaten en başından beri kendi yaşına göre olgunca davranmış ve konuşmuştu. Güneş böyle deyince kadın kısa bir an bize baktı. Ardından gözlerini tekrar Güneş'e çevirmişti.

"Peki bu konuşma ne zaman biter? Çünkü 10 dakika sonra eğitimin başlayacak." Güneş'in yüzü asıldı. "Anladım tamam, konuşmamız bitti zaten hemen gidiyorum." Kadın elini Güneş'e uzattı. "Hadi birlikte gidelim," dedi. Güneş kadının elini tutup diğer eliyle bize el salladı.

"Güle güle Hera abla, Cesur abi. Boş zamanda görüşürüz." Arkalarını dönüp gitmeye başladıklarında Cesur diz çöktüğü yerden doğruldu. Güneş yemekhaneden çıkana kadar onun ardından baktık. Sonra ise Cesur kolunu belime sardı.

"Hadi bizde kahvaltımızı edelim." Kafamla onu onaylayıp yemek sırasına girdik. Zaten az kişi olduğu için hemen yemeklerimizi almış bir masaya oturmuştuk. Hızlıca kahvaltımızı yaptıktan sonra yemekhaneden ayrıldık. Cesur belime doladığı kolu ile bana yön vererek beni bir yere götürüyordu.

Nereye diye sormamıştım çünkü az çok tahmin edebiliyordum. En sonunda bir kapının önünde durunca Cesur cebinden çıkardığı kartı kapının üstündeki ekrana okuttu. Ve kapı açıldı. Beni içeri itekleyip arkamızdan kapıyı kapadı. Gözlerim girdiğimiz odada dolandı.

Burası tahmin ettiğim gibi arşiv odasıydı. İçeri girdiğimizde otomatik yanan lambalar sayesinde ileri doğru uzanan belli aralıklarla dizilmiş metal kitaplıkların raflarındaki dosyaları görebiliyordum. Hepsi büyük bir özenle dizilmişti.

"İşte arşiv odası. Bir an önce aradığımızı bulup gidelim. Yakalanmak istemeyiz." Cesur'u kafamı sallayarak onayladım. Sonra sol yanımda kaldığı için kafamı çevirip ona baktım. "1997 yılının nüfus sayımı belgeleri nerede?"

Dudaklarını büzdü. Sıkıntılı açık yeşilleri raflar arasında dolanmaya başlamıştı. "Hiçbir fikrim yok. Daha önce hiç arşiv odasına gelmemiştim."

Omuzlarımı düşürdüm. Anlaşılan baya bir uğraşacaktık. "O halde aramaya başlasak iyi olur." Tamam dercesine kafasını sallayınca ikimizde kitaplıkların arasına doğru ilerledik. Sonra ikimizde farklı yerlerde aramaya başladık.

Neyse ki rafların üst kısımlarında tarihler ve dosyaların ne için olduğu yazıyordu. Buna rağmen nüfus sayımı dosyalarını kolayca bulabileceğimizi sanmıyordum. Çünkü bu odada çok fazla dosya vardı.

Yüce yaratıcı aşkına teknoloji çağındayken neden bilgileri bilgisayara işlemek yerine eski usul devam ediyorlardı ki! Gece mavilerim hızla dosyalar arasında geziniyor aradığını bulamayınca hemen başka rafa yöneliyordu.

Cesur başka bir tarafta ben başka bir tarafta dosyalar arasında ilerliyorduk. Artık onu göremiyordum ama çıkardığı sesleri duyabiliyordum. "Buraya kimse gelmez değil mi?" Sesim ona ulaşmıştı. "İşleri olmadıkça temizlikçi ve sorumlu kişi dışında kimse gelmez buraya."

Endişeyle iç çektim. "Ya onlardan biri gelirse? Ayrıca sorumlu kişinin sürekli burada durması gerekmez mi?"

"Temizlikçi haftada bir gün gelir. Sorumlu kişi hep burada olmak zorunda evet ama şu an kendisi biraz meşgul. Yine de biz elimizi hızlı tutalım." Cesur'un sona doğru eğlenceli çıkan sesi ile sorumlu kişinin meşgul olduğu konu neyse onun başının altından çıktığını anlamıştım.

Cesur'a cevap vermeden hızlandım. Yakalanmayı göze alamazdım. Çünkü eğer yakalanırsak istediğime ulaşamazdım. Ayrıca Kutay'ın bana olan güvenini zedelerdim. Sonra aklıma gelen şey ile duraksadım. "Cesur bu odada kamera var mı?"

Dışarda koridorda olduğunu biliyordum. Zaten her yerde kameralar vardı. İllaki birinde bu odaya girdiğimiz gözükmüştür. Siktir! Ben bunu neden önceden düşünmemiştim! "Evet var ama endişelenme. Hem odadaki hem de koridordaki kameraları hallettim."

Kısa bir an sessizlik oldu. Sonra gülerek konuşmasına devam etti. "Yani gece mavisi bunları düşünmeden hareket edeceğimi sanmamıştın herhalde değil mi?" Gözlerimi devirdim. Kafamı kitaplıktan koridor gibi uzanan kısma uzattım. Birkaç kitaplık ilerimde Cesur'u gördüm. Oda benim gibi kafasını uzatmış bana bakıyordu.

"Yo, gayet de sandım da düşündüm de" dediğim de erkeksi bir sesle kıkırdadı. Açık yeşilleri parlıyordu. "Sen bunları düşünme gece mavisi. Ben her şeyi düşünür hallederim." O böyle deyince omuz silkip kafamı geri çektim. Ve dosyaları incelemeye devam ettim.

Kitaplıklar arasında gezinmeye devam ederken bir dosya dikkatimi çekti. Nüfus sayımı ile ilgili değildi. 2012 yılına ait bir suç raporuydu. Üstünde yazan ad ile şoka uğrarken raporu okumaya başladım.

Adı: Pusat

Soyadı: Altınok

Doğum Tarihi: 10.07.1988

Doğum Yeri: Vasileia şehri. Pansélinos tesisi.

Oyunbaz Türü: Beden okuyan

Kod Numarası: 151490

Suçu: İhanet. Düşman ile iş birliği içindeyken yakalanmıştır.

Aldığı Ceza: Aforoz edilip sürgün cezasına mahkûm edilmiştir.

Cezasının Kesildiği Tarih: 09.26.2012

Ne? Ama nasıl olabilir? Şaka mıydı bu? Pusat bir oyunbaz mıydı? Hem de bir beden okuyan? Şaşkınlıkla gözlerimi rapordan kaldırıp hızla diğer dosyalara baktım. Hepsi suç işlemiş oyunbazlara aitti. Pusat ile ilgili başka bir dosya var mı diye iyice baktım.

Başka bir şey bulamayınca yenilgiyle omuzlarım çöktü. Sırtımı metal rafa yaslayıp hâlâ elimde duran rapora tekrar baktım. Beynim algılamakta zorlanıyordu. Şimdi, bir zamanlar âşık olduğumu sandığım adam aslında bir oyunbaz mıydı?

Dahası ben nasıl bir oyunun içine sürüklenmiştim? Gece mavilerim önümdeki kâğıdı yakmak ister gibiydi. Gerçekten daha bilmediğim neler öğrenecektim! Çok merak ediyordum.

Sinirle soluyup kâğıdı dosyasına geri koydum. Bunu öğrenmemin bir önemi yoktu. Pusat zaten ölmüştü. Geriye bakmanın bir faydası yoktu. Buraya başka bir şey için gelmiştim ve ona odaklanmam gerekiyordu. Hızlıca başka kitaplıklara bakmaya devam ettim.

Cesur'un hiçbir şeyden habersiz dosyalar arasında dolandığını duyabiliyordum. Bir an Pusat'ın oyunbaz olduğunu ona söylemek istesem de sonradan vazgeçtim. Eski konuları açmanın bana bir faydası olmayacaktı. En iyisi görmezden gelmekti...

Derin bir nefes aldım. Neredeyse yarım saattir nüfus sayımı dosyasını arıyorduk. Ama hiçbir şey bulamamıştık. Sıkıntıyla soluyup dosyalar arasında gece mavilerimi gezdirmeye devam ettim. Başka bir kitaplığa geçtiğimde kırmızı bir dosya dikkatimi çekti.

Aradığımı bulmanın verdiği heyecanla kırmızı dosyayı ellerimin arasına aldım ve Cesur'a seslendim. "Cesur aradığımızı buldum. Buraya gel," dedim. Sesimden yola çıkarak bulunduğum yere hemen geldi. O yanıma gelince dosyanın ağır kapağını kaldırdım. 1997 yılına ait nüfus belgeleri alfabeye göre sıralanmıştı.

Sadece hamile kadınların olduğu kısmı buldum. Vakit kaybetmemek için cebimden telefonumu çıkarıp bütün sayfaların fotoğrafını çekmeye başladım. Daha sonradan onları iyice inceleyebilirdim. Fotoğrafları çekerken kısaca sayfalara göz atmıştım.

Hem o yıl doğanları hem de ölenleri yazmışlardı. Bu işimi daha da kolaylaştırırdı. Sayfaların hepsini çektiğimde dosyayı eski yerine düzgünce koydum. Cesur'a bakıp gülümsedim. "Tamamdır buradaki işimiz bitti. Gidebiliriz."

Bir şey demeden elimi tuttu sonra kapıya doğru ilerlemeye başladık. Cesur kartını okutunca kapı açıldı. Ama hemen çıkmak yerine kapıyı hafifçe araladı ve etrafı kontrol etti.

Temiz olduğuna karar verince elimi tuttuğu elini çekiştirip beni dışarı çıkardı. Arkamızdan kapı kapandı ve hızla bulunduğumuz yerden uzaklaşmaya başladık.

Buraya gelirken asansörü kullanmıştık, yine aynı şekilde yukarı, 6. Kata çıktık. Neden bu kata çıktığımızı bilmediğim için Cesur'a soru soran gözlerle baktım. Asansörden indiğimizde duraksadı. "Birazdan sana rehberlik etmek için biri gelecek. O seninle ilgilenecek. Eğitimin için onunla bir plan oluşturacaksın. Sonra eğitimlere başlayacaksın."

Anladığımı belirtircesine kafamı salladım. Sonra Cesur beni asansörün olduğu kısmın biraz ilerisinde bulunan koltuklara oturttu. O oturmadan bana baktı. Sağ elini uzattığı gibi baş parmağı ile işaret parmağı çenemi kavradı, okşadı.

"İşimizi hallettiğimize göre artık benim gitmem gerekiyor. Oyunbazlar çete evinde işlerim var. Öğle yemeğinde burada olurum ama merak etme." Sakince yüzüne baktım. Gitmesi benim için sorun değildi.

Tek başıma da üstesinden gelebilirdim. Özellikle şu an istediğime ulaşmanın verdiği rahatlık ile sarmalanmışken üstesinden gelemeyeceğim hiçbir şey yok gibiydi. "Tamam, sonra görüşürüz." Dediğimde dikkatle yüzüme baktı. Emin olamamış gibiydi.

"Tek başına idare edebilirsin değil mi?" Tek kaşımı tehditkârca kaldırdım. Gerçekten bunu soruyor muydu? "Sence?" Gülerek çenemi tekrar okşadı. Daha sonra eğilip dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. Etraftaki hiç kimseyi umursamaması hayret ediciydi. Geri çekildiğinde elini de çenemden çekmişti.

Tam o sırada ise yanımıza üniformalı bir kadın gelmişti. İlk önce Cesur'a selam verdi. Daha sonra bana döndü ve kendini tanıtmaya başladı. "Merhaba, Hera Hanım. Ben Açelya, size rehberlik etmek için görevlendirildim. Bundan sonra birlikte çalışacağız."

Hafifçe tebessüm edip oturduğum yerden kalktım. Hızlıca onu süzdüm. Sarı düz saçları vardı ve onları at kuyruğu yapmıştı. Yeşil iri gözlere sahipti. Burnu biraz kemerliydi. Dudakları ise ne kalın ne de inceydi. Genel anlamda bakınca hoş bir kadındı. Ayrıca tatlı birine benziyordu.

Gülümsemem genişlerken, "Memnun oldum Açelya," dedim ve elimi uzattım. İlk başta şaşkınca ona uzattığım elime baktı sonra kendini toparlayıp elini uzattı ve elimi sıktı. "Bende memnun oldum Hera Hanım," dedi. Sesinden şaşkın olduğunu anlamıştım. Sanırım böyle şeylere alışkın değildi. Ellerimizi geri çekerken Açelya tekrar konuştu.

"Hera Hanım isterseniz odama gidelim. Orada eğitim planınızı oluşturmak için konuşuruz." Olumlu anlamda kafamı sallayıp Cesur'a yandan bir bakış attım. Gitmeyip Açelya ile olan konuşmamı dinlemişti.

"Sen gitmiyor muydun?" Dediğimde hayretle yüzüme baktığında güldüm. Yüzü huysuz bir ifadeye büründü. "Anlaşılan burada istenmiyorum." Sesi de huysuz ve alıngan çıkınca uzanıp yanağını öptüm. "Hiçte bile sadece işin olduğunu sanıyordum. O yüzden dedim."

Cesur ellerini kot pantolonunun cebine koydu. "Evet var ve şimdi gönül rahatlığı ile gidebilirim." Kısaca Açelya'ya baktı. "Hera sana emanet," dediğinde Açelya hızlıca Cesur'u onayladı. "Elbette efendim," dedi. Sonra Cesur alnımı öptü.

Ve dudakları alnıma yaslıyken konuştu. "Sonra görüşürüz gece mavisi. Kendine dikkat et. Bir şey olursa da hemen beni ara." Dudakları alnımdan çekildi.

Yüzüne bakıp gülümsedim. Sonra Cesur arkasını dönerek asansöre doğru ilerlemeye başladı. Arkasından onu izledim. Asansöre binip gözden kaybolunca sessizce yanımda duran Açelya'ya gülümseyerek baktım. "Hadi gidip şu eğitim planını oluşturalım," dedim.

"Elbette Hera Hanım, şöyle buyurun." Açelya eli ile ilerideki sağ tarafta kalan kapıyı göstermişti. Ama oraya gitmek yerine olduğum yerde durmak zorunda kaldım. Çünkü o kapının yakınında olan Korel'i görmüştüm. Ve eğer oraya gidersem kesinlikle o beni görürdü. Ve konuşmak isterdi. Ama ben onunla konuşmak istemiyordum.

O adamda adlandıramadığım ve hoşuma gitmeyen şeyler vardı. Hissediyordum onda sevmediğim ama tanıdık gelen bir şey vardı. Ve onun ne olduğunu bilememek canımı sıkıyordu. Sanki bir urgan ipi boynuma dolanmıştı.

Boğazımı sıkmıyordu ama onun o rahatsızlık veren dokusunu boynumun ince derisinde hissedebiliyordum. Sanki bana kendini hatırlatmak ister gibi ip boynuma sürtünüyordu. Sanki bana şey diyordu; "ben buradayım şu an sana zarar vermiyorum ama her an verebilirim. Her an nefesini kesebilirim."

Sıkıntıyla kalktığım koltuğa geri oturdum. Bana bakan şaşkın gözlerin varlığını hissettiğimde ise şirince gülümseyip Açelya'ya baktım. "Şey bir an başım döndü de sanırım biraz burada otursam iyi olur." Şimdi şaşkınca bakan yeşil iri gözleri endişeyle parlamıştı.

"İyi misiniz? Size içecek bir şeyler getirmemi ister misiniz? Ya da isterseniz revire gidelim?" Telaşlı haline içten içe güldüm. Bu kadar pimpirikli olması komiğime gitmişti. "Hiç gerek yok, birazdan geçer." Emin olamamış yeşil gözleri üstümde dolanırken ben çaktırmadan Korel'in gidip gitmediğine bakıyordum.

Aniden kaşlarım çatıldı. Ben şu an ne yapıyordum? Neden ondan kaçıyordum ki? En nihayetinde karşı karşıya gelecektik. Eğitimimi ondan alacaktım. Neden şimdi böyle bir şey yapmıştım ki? Ah, gerçekten kendime bazen inanamıyordum.

Olmadığım biri gibi davranmaya başlamıştım. Silkelenip kendime geldim. Artık saçmalamayı bırak Hera! Bu sen değilsin kendine gel!

Kendi kendime yaptığım konuşma bittiğinde ayağa kalktım. Korel'in hâlâ birkaç asker ile ileride konuştuğunu umursamadan az önce Açelya'nın gösterdiği odaya ilerlemeye başladım.

Hemen arkamdan işittiğim ayak sesleri ile Açelya'nın peşimden geldiğini anlamıştım. Korel'den çekinmeme ya da ondan kaçmama gerek yoktu. Neticede benim açımdan hiçbir sorun yoktu.

Ama yine de onda bana rahatsızlık veren bir his vardı. O his neydi bilmiyordum ama öğrenecektim.

🎲🎲🎲

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Bölüm : 30.09.2024 12:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...