40. Bölüm

🎲2.|8. Ufuk Çizgisi🎲

Sude G.
moonlighthikayeler

 

🎲🎲🎲

Çok fazla... çok fazla yükü sırtlanmaya kalkışmıştım. Ve şimdi o yükler usul, usul kendilerini bana hissettirmeye başlamışlardı. Yavaşça omuzlarıma baskı yaparak beni alaşağı etmeye çalışıyorlardı.

Ama bilmedikleri bir şey vardı; ben asla pes etmezdim. O yükler omuzlarıma istedikleri kadar baskı yapsın, isterse iki büklüm olmama neden olsun ben bir yolunu bulur tekrar dimdik durmasını bilirdim.

Çıkış yolum kapalı diye pes etmez farklı çıkış yolları arardım. Dediğim gibi asla pes etmezdim, etmiyordum da. Yolun sonuna ulaşmak için elimden gelen her şeyi yapıyordum, yapmaya da devam edecektim.

Çünkü ancak böyle bir yere varabilirdim. Şimdiden ilk adımımı atmıştım. Ve bu adımların devamı gelmeye devam edecekti. Ta ki istediğim noktaya ulaşana dek.

Ya o ulaştığın noktada buldukların seni memnun etmezse? Ya seni o noktada kötü şeyler bekliyorsa?

Zihnimin içinde aniden beliren sesle irkildim. Lakin sesin kime ait olduğunu biliyordum. Bu tedirgin yanımın sesiydi. Ona kulak vermedim. Çünkü ben o noktaya, o yolun sonuna ulaştığımda karşılaşacağım her şeye hazırlıklıydım. Bu yüzden iyi veya kötü fark etmez beni orada ne beklerse beklesin bunu kabullenmiştim.

Emin misin? Öğreneceklerin ya da göreceklerin senin için bile fazlaysa ne olacak? O zamanda böyle cesur davranabilecek misin? Cevap vermedim, ben cevap vermedikçe o konuşmaya devam etti. Düşünceler artık zihnimde fısıltıdan korkunç bir çığlığa dönüşmeye başlayınca olduğum yerde şiddetle titrerken kapalı göz kapaklarım aniden açıldı.

İlk gördüğüm şey aydınlanmaya başlayan gökyüzü ve yavaşça gökyüzünde yerini alan güneşin camdan içeri sızarak yüzüme doğru vuran ışınları oldu.

Birkaç kere göz kapaklarım kapanıp açıldı. Sonra yastığa yaslı kafamı kaldırarak komodinin üstündeki dijital saate baktım. Saat sabahın 5'iydi. Ve ben bundan yarım saat önce uyanmış, geri uyuyamamış, düşüncelere dalmıştım.

Ben düşüncelerle boğuşurken Asi sessizliğe gömülmüştü. Bu durumu garipsesem de onunda kendi içinde olduğu durumu göz önünde bulundurunca bir şey demedim.

İkimizin de zamana ihtiyacı vardı. Titrek bir nefes verirken kafamı geri yastığa koydum. Uykum yoktu ama yataktan da çıkmak istemiyordum. Özellikle arkamda çıplak bedeni bedenime yaslamış, kolunu belime ve yüzünü sırtıma gömmüş uyuyan Cesur varken çıkmam mümkün bile değildi. Dün akşam karşılıklı oturduğumuz masada o küçük kâğıda yazdığım isimlere bakarken sessizce kahvelerimizi içmiştik.

Ardından ikimizde yorgunluktan tükeninceye kadar sevişmiş sonra birlikte huzurlu bir uykuya yatmıştık. Arkamdaki bedenin kıpırdanmaya başlaması ile kafamı omzumdan geriye döndürdüm.

Dudaklarımda yerini alan gülümsemeyle yavaşça gözlerini aralayan Cesur'a baktım. Uykulu haliyle çok tatlı gözüküyordu. Dudakları şişmiş ve öne büzülmüş haldeydi, gözleri kısık bakıyordu. Ve dalgalı saçları dağılmış, alnına düşmüştü.

Yüzümdeki gülümseme genişlerken, "Günaydın," diye fısıltıyla konuştum. Cesur, belime dolanmış halde duran kolunu sıkılaştırıp beni kendine çekti ve uzanıp sol şakağımı öptü. Sonra, "Günaydın, gece mavisi," dedi. Sesi uykulu olduğundan olsa gerek boğuk çıkmıştı.

Olduğum pozisyondan dolayı boynum ağrımaya başlayınca çözümü bedenimi Cesur'a çevirmekle buldum.

Gözlerime yerleşmiş muzip parıltılarla çehresini izlerken dudaklarımda yerini korumaya devam eden gülümseme ile tek elimi havaya kaldırıp Cesur'un alnına düşmüş dalgalı saç tutamlarını geriye ittim. Parmaklarım saçlarından çekilirken yavaş hareketlerle alnından, şakağına oradan ise yanağını buldu ve parmak uçlarım nazikçe yanağında gezintiye çıkmaya başladı.

Dokunduğum yerler daha önce keşfedilmemiş topraklar gibiyken şimdi benim tarafımdan keşfedilmeye başlamıştı.

Parmak uçlarımda hissettiğim kıvılcımlar beni heyecanlandırmıştı. "Yüzümü seviyorsun." Cesur'un tespiti ile parmaklarım anlık olarak duraksadı ama hemen sonra yanağında gezinmeye devam etti. "Sadece yüzünü değil, ben senin her şeyini seviyorum."

Cesur'a karşı oldukça dürüsttüm. Çünkü onun yanındayken rol yapmama gerek yoktu. O gerçek beni görebiliyordu. Cesur dediklerime bir cevap vermedi. Ama kollarını belime sarıp beni göğsüne doğru çekti. Çenemi göğsüne yaslayarak alttan, alttan ona bakmaya devam ettim. Parmaklarım hâlâ yanağında turluyordu ve bundan ikimizde şikayetçi değildik. "Bugün ilk olarak hangi dersin var?"

Cesur'un sorusu ile dudaklarım bilmem dercesine büzüldü. "Hiçbir fikrim yok. Açelya benim için bir program hazırlıyor sanırım bitirince verecek. Anca o zaman öğrenebilirsiniz." Anladığını belirten şekilde kafasını ağırca sallarken gözleri düşünceli görünüyordu.

"O halde şimdi duş alıp kahvaltıya gitsek iyi olur. Derse girmeden önce sana göstermek istediğim bir yer var." Merak duygusu içimde filizlenmeye başlarken gözlerime de yansıdı.

"Neymiş o yer?" Diye sesime de yansıyan merakla sordum. Bu sırada kafamı Cesur'un göğsünden kaldırmış yatakta doğrulmuştum. Cesur'da doğrulup yataktan kalkarken gizemli bir şekilde sırıttı. "Sürpriz," dedi ve odadaki banyoya doğru ilerlemeye başladı. Arkasından bakakalırken tek kazancım çıplak sırtı ile kalçasını izlemek oldu.

 

🎲●🎲

Kalabalık ve gürültülü ortamları sevmezdim. Zorunlu haller dışında her zaman tercihim sessiz ve sakin ortamlar olurdu. Çünkü gürültü beni boğardı.

Benim zihnimin içi zaten yeterince gürültülüydü. Bir de kulaklarıma dolan sesler buna eklenince çıldıracakmış gibi hissederdim. Kendi düşüncelerimi toparlayamaz dağılırdım.

Bu yönümü ne kadar saklamaya çalışsam da görmezden gelsem de bazı durumlarda katlanamıyordum. Ve şu an ne yazık ki katlanamıyordum. Çünkü Cesur'un planladığı gibi duş alıp kahvaltıya inmiştik. Ve yemekhane çok gürültülü ve kalabalıktı. Kaskatı bir halde elimdeki tepsinin yan kısımlarını sıkarken yanımda bir şey olduğunu sezen Cesur elini koluma koydu.

"Hera iyi misin? Yüzün bembeyaz olmuş." Kendimi zorlayarak gülümsedim. "İyiyim sadece kahvaltımızı daha sessiz bir yerde yapabilir miyiz?" Cesur ne olduğunu anlamasa da sorgulamadı.

Kolumdaki elini belime yerleştirip kendiyle birlikte beni de ilerletmeye başladı. "Yemekhanenin terası var. Oraya pek kimse çıkmaz, oraya gidelim." Cevap vermedim yalnızca beni yönlendirmesine izin verdim.

Terasa çıkıp sürgülü kapıyı kapatarak gürültüyü arkamızda bırakınca rahatladım. Elimdeki tepsiyi gözüme kestirdiğim masaya koydum. Kendimi de sandalyenin üstüne bıraktım. Cesur karşıma oturunca ona gülümsedim. Gözlerindeki ifade açıklama yapmama neden oldu. "Gerçekten iyiyim. Yalnızca gürültü rahatsız etti."

Hafifçe gülümsedi. "Oldukça kalabalık bir tesiste bulunuyoruz, gürültülü olması normal. Ama haklısın bazen katlanılmaz oluyor." Dediğine bir cevap vermedim. İkimizde sessizce kahvaltımızı etmeye başlamıştık. "Memnun değilsin." Asi'nin fısıltı gibi gelen sesini duyunca duraksadım. Sonunda sessizliğini bozmuştu.

"Ne demek istediğini anlamadım. Neyden memnun değilim?" Birden böyle bir şey demesine şaşırmıştım. "Bu durumdan, şu an olduğun yerden. Her ne kadar gizlemeye çalışsan da öyle değilmiş gibi davransan da kendini farklı konulara verip gerçek düşüncelerine sağır olsan da bunlar sana göre değil." Duraksadım. Asi'nin bu şekilde konuşmasından hoşlanmamıştım.

"Ne saçmalıyorsun sen?" Asi'yi şu an anlayamıyordum. "Saçmalamıyorum, bunlar senin gerçeklerin. Bir düşün, bu yerde daha ikinci günün ve sen şimdiden boğulmaya başladın. Memnun değilsin işte." Asi yavaşça beni sinirlendirmeye başlıyordu. Alt tarafı kalabalıktan bunalmıştım, bu sonuca nasıl varabildi anlayamıyordum.

"Öyle bir şey yok. Gayet de memnunum, neden olmayım ki hem!? Gerçek kimliğimi öğrendim, ait olduğum yere geldim, yanımda sevdiğim adam var. Ve kısa bir zamanda da gerçek ailemi bulacağım. Bunlar memnun olmama yeter de artar bile." Asi'nin zihnimin içinden kafasını iki yana salladığını hissettim. "Bunlar sadece kendini kandırmak için öne sürdüğün bahaneler."

"Ne hissettiğimi benden daha iyi mi bileceksin? Memnunum diyorsam memnumundur."

"Hayır değilsin. Ve bunu benden saklayamazsın, ben senin zihninin içindeyim. Hislerini, düşüncelerini duyabiliyor ve görebiliyorum."

"Güzel umarım şu an seninle ilgili ne düşündüğümü de duyabiliyorsundur." Hiç iyi şeyler düşünmüyordum! "Duyuyorum ve bu haklı olduğumun en büyük kanıtı." Elimdeki çatalı sertçe masaya bırakırken farkında olmadan sesli bir şekilde Asi'ye çıkıştım. "Kes sesini!"

Cesur'un kafasını kaldırarak bana baktığını hissettim ama ne tepki verdiğini göremedim çünkü benim bakışlarım önümdeki tepsideydi. "Hera ne oluyor? Bir şey dememiştim." Sinirden kızarmış yüzümle kafamı kaldırıp karşımda oturan Cesur'a baktım. Kafam allak bullak olmuştu. "Zaten sana dememiştim."

"Kime dedin o zaman?" Sıkıntıyla ellerimi kafamın iki yanına koydum. Asi aniden sessizleşmiş köşesine çekilmişti. Resmen beni sinir edip kaçmıştı.

"Zihnimin içinde Asi ile tartışıyordum. Sana söylemedim ama dün Lamia ile olan dersimde Asi'ye gerçekte ne olduğunu anlattım. Sonrada onun zihnimde her zaman uyanık kalmasını sağladım. Yani artık bilinci var. Ve şimdi de bir konu yüzünden tartıştık, tepkim ondandı."

Cesur oyunbaz yetenekleri ile ilgili benden daha fazla şey bildiği için bu durumu garipsemedi. Aksine anlayışla gülümsedi.

"Çok normal bu durum ikiniz içinde yeni, belli bir süre bu tür sürtüşmeler yaşayabilirsiniz ve bu ikinizde duygu durumunu etkileyebilir." Şimdi neden böyle davrandığını anlamıştım. Asi bu durumdan etkilenmiş olmalı ki beni sinir edecek cümleler kurmuştu.

"Bir süre birbirimizle konuşmasak iyi olur. En azından bu duruma gerçekten alışana kadar yoksa birbirimizi kırmaya devam edeceğiz."

"Yalnız ben seni kıracak bir şey yapmadım, sen yaptın." Suçluluk duygusuyla dudaklarını birbirine bastırdığını hissettim. Sıkılganca nefeslendim. Bu saçma şeyi uzatmanın alemi yoktu. "Bu arada konuşmak ya da konuşmamak sana kalmış. Benim açımdan sorun değil. Yalnızca kelimelerini dikkatli seçersen iyi olur."

Cevap vermedi ama kafasını olumlu anlamda salladığını hissettim. Bu sırada Cesur sessizce beni izliyordu, Asi ile konuştuğumu bildiği için olsa gerek bir şey dememişti. Gülümseyerek ona baktım. "Benim kahvaltım bitti. Şu bana göstermek istediğin yere gidelim mi?"

"Sen nasıl istersen gece mavisi," dedi ve birlikte masadan kalkıp, yemekhaneden ayrıldık. Cesur sağ elimi tutarak beni asansörlerin oraya götürmeye başladı. Asansöre binince çatı katı olduğunu öğrendiğim katın tuşuna bastı. Orada ne yapacağımızı anlamasam da sesimi çıkarmadım.

Kata geldiğimizde indik. Cesur'un peşinden ilerlerken gözlerim etrafta geziniyordu. Dümdüz ilerleyen koridorda metalle kaplı duvarlar arasındaydık.

Biraz daha yürüyünce karşımızda bir kapı belirdi. Cesur kartını kapıya okutup benle birlikte kendini odaya soktu. Aslında buraya oda demek ne kadar doğruydu bilmiyordum. Çünkü duvarların olması gereken yerler camlarla kaplıydı.

Gözlerim üstünde olduğum zemine kayınca onunda camdan oluştuğunu fark ettim. İçinde bulunduğum bu yer tamamen camdan oluşuyordu. Ama beni asıl şaşırtan kısım hem yeryüzünde hem de gökyüzündeymişiz gibi hissettirmesiydi. Aşağıda büyük bir orman yukarda ise masmavi bir gökyüzü vardı.

Gece mavilerim karşımda kalan camın ardındakilere dikkatle baktı. Ormanın sonunda olduğu belli olan kumsal bile buradan gözüküyordu. Gördüğüm manzaradan memnun bir şekilde dönüp yanımda duran Cesur'a baktım. Onunda açık yeşilleri bendeydi. Tepkimi izlediğine emindim.

"Cesur burası çok güzel. Sanki yeryüzü ile gökyüzünün birleştiği yerdeymişim gibi hissettiriyor." Ufuk çizgisi, diye düşündüm. Gökyüzü ile yeryüzünün birleştiği yere deniyordu. Cesur ile ben diye düşündüm. O gökyüzü ben ise yeryüzüydüm. Normalde birlikte olması imkânsız ikiliydiler ama birleştikleri bir yer vardı ve o bizi temsil ediyordu. Ufuk çizgisi...

Büyüleyici bir manzara. Cesur yanımdan arkama geçip kollarını bedenime sardı ve ellerini karnımın üstünde birleştirdi. Yavaşça çenesini sağ omzuma koyarak bana sokuldu. "Sessizliği ve sakinliği sevdiğini biliyorum. Bu yüzden buraya istediğin zaman gelip kafanı dinleyebilirsin."

Mutlulukla gülümserken ikimizde bir süre karşımızdaki manzarayı izledik. Cesur aniden boynumu öpünce dikkatim dağıldı. Sonra nefesini kulağımda hissettim. "Gidelim mi? Hem benim işlerim var hem de senin dersinin başlamasına az kaldı. Daha sonra yine geliriz."

Karnımın üstündeki ellerini tutup onları hareket edebileceğim kadar kendimden uzaklaştırdım. Ve ellerini bırakmayıp bedenimi ona döndürüp göğsüne doğru sokuldum.

"Önce yapmamız gereken bir şey var," dedim. "Öyle mi? Neymiş peki o şey?" Diye sorduğunda alt dudağımı dişlerimin arasına alarak sırıttım. Ve parmak uçlarımda yükselerek onunla yüz yüze gelmemizi sağladım. "Şimdi öğrenirsin," diye fısıldadım.

Ne yapacağımı anladığından istekli bakışları dudaklarıma düştü. Sinsice sırıtarak dudaklarımı dudaklarına usulca yaklaştırmaya başladım. İlk olarak dudaklarımızın birbirine sürtünmesi sağladım sonra aniden alt dudağını dişlerimin arasına alarak sertçe ısırdım.

Genzinden gelen inleme sesiyle memnum bir şekilde dişlerimi alt dudağından çektim. Dudağındaki kanı görünce gözlerim vahşi bir istekle parlamaya başladı.

Dilimle aniden kanın aktığı alt dudağını yaladım. Ardından onun bir tepki vermesini beklemeden dudaklarını sertçe dudaklarımla birleştirdim. Anında bana karşılık verdiğinde iç çektim.

Ellerini tutmayı bırakıp kendi ellerimi Cesur'un saçları arasına daldırıp kafasını kendime doğru çektim ve öpüşmemizi derinleştirdim. Onunda anında elleri belimi sıkıca kavramıştı.

Birbirimizin dudaklarını istila ederken hiçbir şey umurumuzda değildi. Anı yaşıyorduk. Sonradan ne olacağını ya da olan durumu düşünmüyorduk. Bu anlar yalnızca ikimize aitti ve hiçbir şeyin aramıza girmesine izin vermezdim. Eminim oda vermezdi. Çünkü ne yaşarsak yaşayalım ne öğrenirsek öğrenelim bizi asla değiştiremez ve etkileyemezdi.

Bunlar iddialı laflar gibi görünebilirdi ama bunlar yalnızca gerçeklerdi. Bizim gerçeklerimizdi. Ve kimsenin bunu değiştirmesine izin vermezdim. Belki bazı şeyleri düşünmüyor ya da görmezden gelebilirdim ama bu onların varlığının farkında olmadığım anlamına gelmezdi.

Elbette zamanı gelince hepsiyle özenle ilgilenecektim ama şu an önceliklerim farklıydı. Mesela şu an Cesur'un dudaklarını istila etmeye devam etmem gerekiyordu. Alt dudağını iki dudağımın arasına alıp emerek buna başladım.

İkimizde nefes nefese kalana kadar birbirimizin dudaklarını talan etmeye devam etmiştik. Öyle ki dudaklarımın şiştiğini ve sızladığını hissedebiliyordum. Dudaklarımızı birbirinden ayırdık ama yüzlerimiz uzaklaşmadı. Cesur açık yeşilleri ile büyülenmiş gibi yüzüme bakarken gülümsedi.

"Seni çok seviyorum, Hera Kızılkan." İtirafı karşısında kalp ritimlerim aniden hızlanmaya başladı. Nefeslerimde sıklaşırken aniden tekrar Cesur'un dudaklarına atıldım. Yalnızca bu sefer onu usul, usul öptüm. Acele etmeden tadına vararak öpmeye devam ettim. Biraz sonra dudaklarından geri çekildim ve parmak uçlarımda durmayı keserek alnımı göğsüne yasladım.

Kollarımı beline sardım. Bu kadar mutlu ve huzurlu olmam normal miydi? Çünkü hiçbir zaman olmadığım kadar şu an bu duygular ile sarmalanmıştım. Ve hiç bitmesin istiyordum ama maalesef her güzel şeyin bir sonu vardı.

Garip değil miydi? Kötü şeyler uzun ve bizde derin acılar bırakırken neden güzel şeyler kısa oluyordu? Hatta bazen o güzel şeyler bile bize acı veriyordu. Nedendi bu? "Nedeni basit; geri gelmeyeceklerini bildiğimizden. Bize hissettirdiklerini bir daha tadamayacağımızı düşündüğümüzden."

Zihnimden aniden yükselen Asi'nin fısıltısı ile ona hak verdim. Ama gerçekler canımı sıkmıştı. Yine de bunun önüne nasıl geçebileceğimi biliyordum. O güzel şeylerin sonsuza kadar sürmesini sağlayarak bunu başarabilirdim.

Tabii hiçbir zaman hayata toz pembe olarak bakmadığım için bunu gerçekleştirmenin ne kadar zor olduğunu biliyordum ama neyse ki ben zor şeyleri severdim. Ve onlar benim için zor olmaktan çıkardı. Cesur ile biraz daha sarılı bir şekilde kaldık.

Ardından ikimizin de işleri olduğundan daha fazla oyalanamadık. Cam odadan ayrılıp aşağı indik. Cesur beni Açelya'nın odasının önüne bırakarak oyunbazlar evine gitmek için yola çıktı.

Bana yansıtmıyordu ama hem oraya hem de buraya gidip gelmesini onun için zor oluyordu. Onu işlerinden ettiğim artı olarak yorduğum düşüncesi huzursuz olmama neden olmuştu.

Umarım bu hep öyle devam etmezdi. Yanlış anlamayın onunla olmaktan mutluydum ama kendi hayatını ve işlerini benim için hiçe sayması hoşuma gitmiyordu.

"Ah, Hera Hanım bende tam sizin yanınıza geliyordum." Önünde durduğum odanın kapısı açılmış ve Açelya ortaya çıkmıştı. Karşısında aniden beni görünce şaşırmış ardından hafifçe gülümsemiş ve az önceki sözleri sarf etmişti.

Oysa ben düşüncelere daldığım için anca o bana seslenince onun farkına varabilmiştim. "Çalışma programınızı hazırladım." Cevap vermemi beklemeden elime tutuşturduğu kâğıda gözlerim indi. Önceliğim bugün olduğundan şimdi ki dersimin ne olduğuna baktım.

Silah sanatları. (Kesici-delici silahlar) Birazdan girmem gereken dersi öğrendiğime göre Açelya'dan beni bu dersin yapıldığı yere götürmesini istemeliydim. Dün ateşli silah dersinin yapıldığı yeri öğrenmiş olsam da bugünkünün orada yapılacağını sanmıyordum. Gözlerimi kâğıttan çekip Açelya'ya bakarak gülümsedim.

"O halde dersime geç kalmayalım. Yolu gösterir misin?" Pembe dudakları sahici bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. "Elbette, bu taraftan. Bu dersimizi 5. Katta yapıyoruz. Programda da olduğu katlar yazıyor aslında ama ilk hafta alışmanız için size ben rehberlik edeceğim ondan sonrası sizde." Dediği ile duraksayarak ellerim arasındaki kâğıda tekrar baktım ve dediğinin doğru olduğunu gördüm.

Oysa ben sadece derse bakıp geçmiştim. Hangi ara bu kadar dikkatsiz olmaya başlamıştım? Acilen kendime gelmem gerekiyordu. Elimdeki kâğıdı dörde katlayıp üstümdeki deri ceketin iç cebine koydum. Ardından Açelya ile şimdiki dersimin yapılacağı yere gittik.

Kendimi oldukça büyük, gri renk orta kısımlarında kırmızı şerit boyalı duvarlar ile çevreli bir salonda bulunca etrafıma bakındım. Benden oldukça uzakta ama tam karşımdaki duvarda tesise geldiğimde gördüğüm sembolün aynısı işlenmişti tek fark burada resim halindeydi.

Onun dışında diğer duvarlarda 2'şer tane çapraz şekilde asılı duran gerçek kılıçlar vardı ama onların kullanılmak yerine aksesuar olarak orada durduğuna emindim. Ayrıca salon duvardan ve en fazla 3 metre yükseklikten olma bölmelere ayrılmış haldeydi. Sağ ve sol yanlar olmak üzere her iki tarafta da bölmeler ileriye doğru uzanıyordu. Ayrıca bölmelerin duvar kısmında sırayla sayılar işlenmişti.

Ortası bir koridor gibi kalmıştı ve ben o koridorda ilerliyor önleri ve üst tarafları açık olduğu için rahatlıkla gördüğüm bölmelerde birbirileriyle düelloya tutulan oyunbazlara kısaca bakıyordum. Ve neden bölmelere ayrıldıklarını anlamıştım. Hem böyle yer tasarrufu olmuştu hem de herhangi birilerine zarar gelmesini engellemişlerdi. Yanımdaki Açelya ile koridorun sonuna kadar ilerlemiştik.

Öyle ki buraya yürümek en az yirmi dakikamızı almıştır. Bu salon gerçekten çok devasaydı. Açelya en sonunda durunca benimde adımlarım kesildi. Sağda en sonda kalan 300 numaralı bölmeyi işaret etti. "Bundan sonra derslerinizi burada alacaksınız."

Kaşlarım çatıldı. "En sonuncu bölmeyi de sana vermişler. Yürürsün hep artık yirmi dakika." Asi'nin hem alaylı hem de isyancı sesiyle somurttum. Tabii bunu dışarı yansıtmadım. Ama haklıydı. Her neyse böyle küçük ayrıntılara takılmayalım.

Açelya'ya yalandan gülümsedim. "Tamam, bundan sonrasını ben hallerim," dedim. "Güzel, birazdan eğitmeninizde burada olur zaten ben gidiyorum." Git der gibi el hareketi yaparak bana ayrılan bölmeye girdim.

Yan tarafımdan kılıç ve hızlı nefes alışveriş sesleri geliyordu ama onları duymazlıktan geldim. Gece mavilerim içinde bulunduğum oda gibi düzenlenmiş bölmede dolandı. Fazla değil en fazla 20 metre karelik bir alandı. Karşımda kalan duvardaki raflarda her türlü silah aleti bulunuyordu.

Zaten onlar haricinde başka bir şey yoktu. Onları incelemek için raflara yaklaştım. Kılıçlar, topuzlar, palalar, mızraklar, hançerler, çakılar, kelebekler ve daha bir sürü alet bulunuyordu. Dikkatimi ilk üstünde ametist ve zümrüt taşlarından işlemeleri olan yan yana duran hançerler çekti. İlk önce ametist olanını elime alıp kınından çıkardım.

Üçgen şekilde ucu sivrileşiyordu. Kabzası hafif ve rahattı. Metal yüzeyinde bazı desen işlemeleri vardı ve hemen altında hangi dilde olduğunu bilmediğim bir şeyler yazıyordu.

Ametist olanı kınına geri koyarak zümrüt olanı elime alıp onu incelemeye başladım. Oda ametist gibiydi tek fark metalin üstüne olan işlemeler değişikti. "İkisi de çok güzel," diyen Asi'ye katılıyordum. Bende çok beğenmiştim.

Ayrıca bu kadar güzel şeyleri eğitim için kullanmalarına şaşırmıştım. Çok değerli görünüyorlardı. İkisini de aldığım yere tam koymuşken arkamdan birinin varlığını hissetmem ile kafam aniden arkama dönmüştü.

Barlas'ı görmem ile duraksarken o bana sırıtarak bakıyordu. "Beni gördüğüne pek sevinmemiş gibisin oysa ben tam aksi olur diyordum." Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken kelimeler ağzımdan şaşkınca çıkmaya başladı. "Eğitmenim sen misin?" Barlas bölmenin ağızında durmayı keserek yanıma ilerlemeye başladı.

Tam karşımda durduğunda, "Aynen öyle. Ayrıca sana demiştim; bu yolda seninleyim, her türlü yardıma varım. Buna seni eğitmekte dahil," dedi. "Bence tanıdık birinin olması iyi oldu." Asi'ye hak veriyordum. Bence de öyleydi yalnızca şaşırmıştım.

Çünkü gerçekten hiç böyle bir şey beklemiyordum. Barlas'ın normal bir oyunbaz olduğunu sanıyordum ama o eğitmen çıkmıştı. Şaşkınlığım yüzümden silinirken yerini samimi bir gülümsemeye bıraktı. "Emin ol oldukça sevindim," dedim ilk dediklerine ithafen. İki kolunu yanlara açarak, "E o zaman ilk dersimize başlayalım," dedi.

Gülerken kafamı sallayarak onu onayladım. Gözleri raflarda bulunan silahlarda dolandı. "İlk önce hangisinden başlamak istersin?" Gözlerim ametist ve zümrüt taşlı hançerlere kaydı.

"Aslında onları denemek istiyorum ama başlangıç için uygun olur mu emin değilim."

"Neden olmasın? Zaten buradaki bütün silahları kullanmayı bir şekilde öğreneceksin nereden başladığımız önemli değil. Önemli olan olanları en iyi şekilde kullanmak. Hem bana sorarsan hançerler başlangıç için ideal. Hem boyutları küçük hem de hareket ettirmek daha kolay."

Gözlerimle ona gösterdiğim hançerleri eline alarak inceledi. Kaşları çatılırken ne olduğunu anlamamıştım. "Bunların burada olmaması gerekiyor. Bunlar normal eğitim için kullanılan hançerlerden değil." Barlas'ın dedikleri ile benimde kaşlarım çatıldı. Zaten tahmin etmiştim ama asıl konumuz bu değildi.

Bu hançerler eğitim için değilse buraya nasıl gelmişti? Barlas hançerleri kınından çıkartarak incelemeye başladı. Ne gördü bilmiyorum ama gördüğü şey onu rahatlatmış gibi gülümsedi. Gözlerini bana dikti.

"Bunlar seninmiş," dedi hançerleri kınına geri sokarken. Ben ise büyük bir şaşkınlık yaşıyordum. "Nasıl benim oluyor? Onları daha ilk defa burada gördüm." Hançerleri bana uzatınca almak zorunda kaldım. "Üstlerinde oyunbazca adın ve türün yazıyor."

"İyi de bu nasıl olabiliyor? Bunları kim buraya koymuş olabilir?" Omuz silkti. "Sevgilin koymuştur. Belki sana sürpriz yapmak istemiştir." Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Cesur olduğunu sanmıyorum. O böyle yapmak yerine direkt olarak bana verirdi."

"E başka kim koymuş olabilir ki?" Cidden şu an takıldığımız şeye bak. Çoktan derse başlamamız gerekirken biz hançerlerin sırrını çözmeye çalışıyorduk. Yaratıcı başka dert vermesin! "Ben koydum." İkimizin de kafası sesin geldiği yere döndü. Kutay beyi görünce şaşkınca yüzüne bakakaldım. O ise hafifçe tebessümle yüzüme bakıyordu.

"Ufak bir hediye vermek istemiştim. Umarım beğenmişsindir." Gözlerim anlık olarak elimde sıkıca tuttuğum hançerlere kaymıştı sonra tekrar Kutay beye baktım. Ne olduğunu anlayınca dudaklarım yukarı kıvrıldı.

"Evet, beğendim. Çok güzeller, teşekkür ederim."

"Teşekkür etmene gerek yok sadece onları kullanmayı iyice öğren yeter."

"Aksi olmayacak emin olabilirsiniz. Hatta hançerleri en iyi kullanan oyunbaz olacağım, size söz." Yüzünde gururlu bir ifade vardı. Benden gurur duyuyor gibiydi ve bu durum bana biraz tuhaf geliyordu. Sonuç olarak beni tanımıyordu ama öyle bir bakıyordu ki sanki o gözlere yabancı değildim. Kutay beyin yeşilleri tepeden tırnağa beni süzdü. Gözleri bulutlanırken sessizce fısıldadı.

Aslında kendi kendine mırıldanmıştı ama ben ne dediğini duyabilmiştim. "Bana birini hatırlatıyor, umarım sonu onun gibi olmaz." Duyduklarım ile sanki birisi omuzlarımdan beni sertçe geriye doğru itmiş gibi sarsıldım. Kutay bey bunun farkında olmadan son kez bana tebessümle baktı ve arkasını dönerek uzaklaşmaya başladı.

Ve arkasında ne düşüneceğini bilemeyen bir ben bıraktı. Tepki vermeden uzunca bir süre dalgın gözlerle elimdeki hançerlere baktım. Ama gördüklerim onlar değildi. Şu an hiçbir şeyi göremiyordum. Gözlerimin önüne bir sis perdesi inmiş gibiydi. Kendime Barlas'ın elini koluma koyup bana seslenmesiyle geldim.

Şaşkın bakışlarım onun yüzüne tırmanınca oda bir şeylerin ters gittiğini anlamış gibi yüzüme baktı. "Kutay beyin son dediğini duydun mu? Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi." Olumlu anlamda kafasını salladı. "Sence ne demek istedi?" Diye sordum.

Çünkü ben anlamamıştım. Barlas'da ne diyeceğini bilemez halde yüzüme bakınca onunda bir cevabı olmadığını fark ettim. Şimdilik buna daha fazla kafa yormamaya karar verdim. Omuzlarımı dikleştirerek derin bir nefes aldım. Sonra kararlı bakışlarla Barlas'a baktım.

"Neden bana şu hançerleri kullanmayı öğretmeye başlamıyorsun? Ne de olsa en iyisi olacağıma dair bir söz verdim."

Gözlerimdeki kararlı bakışları görünce dudakları yukarı kıvrıldı. "İşte sende en sevdiğim bakış bu. Kendinden emin oluşuna bayılıyorum." Evet, bende kendime bayılıyordum. "Narsistsin farkında mısın?"

Asi'nin dediği ile güldüm. "Kendimi sevmek ne zamandan beri narsistlik olmuş? Netice de kendimi herkesten üsttün görmüyorum. Benden daha iyilerinin de olduğunun farkındayım. Yalnızca bugüne kadar öyle biriyle karşılaşmadım." Cevap vermeyince zaferle sırıttım. Ardından dikkatimi tamamen Barlas'a verdim.

Ve ilk dersimi yapmaya koyulduk. Barlas ilk olarak elime aldığım ametist'i nasıl tutacağımı göstermeye başladı. (Hançerlere isim vermem gerektiğini düşünerek ilk aklıma gelen fikirle taşların isimlerini vermiştim.) "Gerçekten çok yaratıcısın!" Asi'nin alaylı sesi zihnimde yankılandı. "Sen çok yaratıcıysan fikir verseydin?"

"Sormadın ki!"

"Sormam mı gerekiyordu?"

"Evet."

"Ciddi misin sen? Sana fikrini sormadığım her şeye atlayıp konuşuyordun. Bunda neden sormam gereksin!?"

"Doğru söylüyorsun aslında. Ben bunda neden sustum ki!" Asi'yi kendi haline bırakarak hançeri nasıl tutmam gerektiğini gösteren Barlas'a odaklandım. Az önce Asi dikkatimi dağıtmıştı. Yine de nasıl tutmam gerektiğini anlamıştım.

Bir süre tutmanın üstünde durduk ardından hançer ile nasıl saldırmanın gerektiğini, vücutta neleri hedef alınması gerektiğini anlatıp gösterdi. Bunları yaptıktan sonra benimde denememi istedi. Dediklerini harfiyen yapmaya özen gösterdim.

Ardından yorulduğumu görerek bugünlük dersi bitirmişti. Hemen odama çıktım. Diğer dersime 2 saat vardı ve benim dinlenmeye ihtiyacım vardı. Kendimi yatağa sırt üstü bıraktım ve gözlerimi kapatıp karanlıkla buluştum. O an bütün sesler sustu.

 

🎲🎲🎲

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Bölüm : 06.10.2024 12:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...