
Yaşadığım hayat kimisinin hayali, kimisinin yaşadığı hayat benim hayalim. Biz insanlar doyumsuz olarak gelmişiz bu dünyaya. Gözümüz doysa kalbimiz doymuyordu.
Kulağımdaki kulaklık aniden düşünce sallandığım salıncağı ayağımla durdurdum.
Gecenin bu saatinde bu tekinsiz sokakta niçin salıncakta sallanıyordum ki?
Düşen kulaklığımı tekrar kulağıma taktım. Başımı salıncağın demirden zincirine yaslayıp ışığı yanan evlere baktım.
Kalbimin ağırlığı uykumun önüne geçiyordu. Uyku bugünlerde haram olmuştu bana.
Çoğu ışık sönmüştü. Yavaş yavaş uykuya geçiyor insanlar aileleriyle birlikte.
Aile olmak. Ne uzak bir kelime bana aile. Annem yaşayamadığı hayallerinin altında ezilmiş, boynu bükülmüş, zorla ona dayatılan hayata razı gelmişti. Mutsuz annenin mutluluk için çabalayan kızıyım ben. Babam hiç görmediği sevgiyi vermek için çabalamayan, tek görevi eve para getirmek olduğunu düşünerek yaşanmış kocaman boş bir hayat. Babam hep sessiz bir adamdı. Sadece işe gider eve uyumaya gelirdi. Yaşayan ölüydü benim babam tıpkı annem gibi. Hayatları çalınan annem ve babam, yaptıkları çocuklarının hayatını çalmıştı.
Ayağımla parkın zeminine dökülen çakıl taşlarını sallanırken ittiriyordum. Saçlarımın telleri salıncağın demirlerine takılıp tek tek kopuyordu.
Hemen önümde bir çift ayak durunca başımı kaldırdım. Haktan…
Her yerde karşıma sen mi çıkacaksın be adam?
Belli belirsiz gülümsedim. Başımı yasladığım yerden ayırıp Haktan’ın parıldayan gözlerine baktım. Zihnimin en güzel köşesinde saklı kalsın bu görüntü.
Üzerinde siyah deri ceketi çıkartınca anlamsızca onu izledim. “Ne yapıyorsun burada?” diye sorduğunda omuzlarımı silktim. Haktan kulağımdaki kulaklığı çıkartıp kucağıma bıraktı. Dokunuşları çok narindi. Ellerine baktım. Sol elinde tuttuğu ceketi omuzlarıma bıraktı.
Ellerinin üzerindeki yaralar gözüme çarptı. Gözlerimi kapattım. Haktan “Neyin var Lidya?” dediğinde tekrar omuzlarımı silktim. Konuşmak dahi istemiyordum.
“Biri bir şey mi yaptı? Niye konuşmuyorsun?”
Başım eğik olduğu için yüzünü göremiyordum. Nasıl bakıyordu kim bilir.
Haktan sesli bir şekilde nefes verdi. Birkaç dakika sonra hemen önüme çakıl taşlarının üzerine oturdu. Tam gözümün önüne geldi yine. Ben ondan kaçarken o bir şekilde tam gözümün önünde bitiyordu.
Haktan önündeki taşları parmaklarının arasına alıp oynarken “İlk taşındığın gün var ya. Ben bu mahalleye geleli daha üç gün olmuştu. Bu sokağın hepsi bize çalışıyor Lidya. Bu parkı dönünce sokak bitiyor. Dışarıdaki dünya başlıyor işte. Çocuklar ölüyor bu mahallede. Başta seni köstebek olarak buraya yerleştirdiklerini düşündük. O yüzden saçma sapan mesajlar atıp durdum sana.” Durdu. Parmaklarının arasındaki taşları döktü tamamen dudaklarının arasından histerik gülüşle devam etti. “Hiçbir şeyden habersiz okuluna giden bir kızmışsın.”
Kahvelerini anlık gözlerime çevirdi. Gülümsedi içtenlikle “O gözlerin…” İç çekti. “Kaşların çatıyorsun. Kendini korumayı böyle öğrenmişsin. Ters konuşup insanları kendinden uzak tutuyorsun.” Tekrar taşlara döndü gözleri. “Sanki bir mıknatıs vardı sende bana çevirmiş çekiyorsun beni. Ben bu dünyaya doğdum. Bu dünyada büyüdüm. Sen çok farklı bir dünyada büyümüşsün. Yolun şaşmış yanlışlıkla bu dünyaya adım atmışsın. Bu sokağa gelmişsin. Bir bilsen nasıl bir yerdeyiz. Daha adını bilmezken sana vurulmuşum ben. Ne garip değil mi?” dedi.
“Ben anlamıyorum. O gün odana gelip o notları görmeseydim. Ne olacaktı? Biz olacak mıydık? Yalanlar içinde mi yaşayacaktık?” diye sordum. Cevap vermedi. “Ben seni sıradan mahallenin kendini bir şey sanan o garip tiplerinden biri sanarken içindeki hayalleri olan ama yaşayamamış hayalleri için çabalayan biri sanmıştım. Bir anda tüm bildiklerim yıkıldı. Neyse dedim ben senin o içindeki çocuksu duyguyu gördüm ya. Tamam dedim. O bana yeter. Ama senin hiç bilmediğim bir hayatın varken deneyelim dedin bana. Sonra dedin ki beni ilk tanıdığın kişi olarak sev. İyi de o sen değilsin ki Haktan. Ben seni tanımak istiyorum. Gerçekten seni.” dedim.
Haktan oturduğu yerden kalkıp elini uzattı. Uzattığı eli tutacakken geri çekti. “Senleyken olmaz biliyorum ama sensiz de olmayacak onu da biliyorum. Benim kalbim hiç böylesine çarpmamıştı.” Ardından tekrar uzattı elini. “Benim aydınlığım ol. Gölgemi sen aydınlat Lidya.” dedi.
Uzattığı eli tuttum. “Ben sana güneş olurum, ay olurum.” dedim. Tuttuğum elimi sıkıca tuttu, başını eğip dudaklarını dokundurdu. “Teşekkür ederim ışığım.” dedi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |