
Genç adam gözünde ki yuvarlak çerçeveli gözlüğü düzeltip gülümsedi. İçinde ki duygunun adı neydi? Özlem miydi?
Emin değildi, sanki ilk defa hissediyordu.
Nükte, Özür'ün geçebilmesi için kenara çekilip yer açtı. Sanki aklı bir düğüne ev sahipliği yapıyordu şu an, kalbi de dahil. Yüksek sesli müzikler çalıyor, sahnede herkes erik dalı eşliğinde kurtlarını dökerken küçük çocuklar ortalıkta tepişiyordu. Genç kız kafasını iki yana sallayıp aklında ki düğün sahiplerini dağıtmaya çabaladı. Az kalsın 'bu düğün gerçekleşenez' deyip salona dalacaktı.
Akıl sağlığı şu sıralar pek de iyi değildi. Kafasını kaldırıp baktığında kapıda ne bir Özgür ne de bir başkasını gördü. Demek ki kendisi düşünceler içinde halay çekerken genç adam salona geçmişti bile.
Nükte derin bir iç çekip misafir ayakkabılarını düzeltip çelik kapıyı kapattı. Misafir iki adımlık yerden de gelse o ayakkabılar düzelecekti düzelmezse annesi terlikle işaretlerdi onu mazAllah. Şu an gerçekten misafirleri iki adımlık yerden gelmişlerdi. (sizin anneniz de böyle mii?)
Salonun kapısında durup içine derin bir cesaret nefesi çekti. Herkesi selamlayıp anacığının yamacında ki yerine yerleştiğinde derin bir rahatlama gerçekleştirmişti.
Kafasını kaldırmadan gözlerini yukarıya dikip herkesi kontrol etti.
Babasıyla Salim amcası derin bir araba sohbetine dalmışken, anacığı da Gülnur teyzesiyle çocukların ne hızlı büyüdüğünü konuşuyordu. Son olarak bakışları Musab ve Özgür'e dokunduğunda genç adamın bakışlarının zaten kendi üzerinde olduğunu fark edip hızla çekti gözlerini. Yakalanmıştı işte!
Yanakları kızarırken ayaklarını yere vurup oflamamak için kendisini zor tuttu.
"Nükte."
Hem kendisi niye utanacaktı ki, ilk Özgür onu izliyordu. O utansındı canım.
"Nükte!" deyip omuzundan sarstı kızını Meryem hanım.
"Hı? Efendim anne." dedi genç kız daldığı düşünceler arasında.
"Bu da iyice hülyalandı. Evde Leyla gibi geziyor."
Genç kız "Anne!" diye sessizden uyarıp kolunu dürtse de nafile, annesi susmamıştı.
"Bir de sakar, eline aldığını kırıyor. "
Nükte utançtan magmaya kadar erimeye çabalarken bir kıkırtı duydu. Kafasını kaldırıp baktığında her ne kadar gülüşünü gizlemek için elini dudaklarının üzerine örtmüş olsa da gözlerinden anlaşılan Özgür'ü gördü.
Kaçlarını çatıp çocukluk arkadaşına ödürücü bakışlarını yollarken kollarını önünde bağlamıştı bile.
İyi ki kardeşi dijital hapishnedeydi de annesinin eleştirilerini duymamıştı, duysaydı iki yıl ağzından düşürmezdi.
O sırada koruyucu meleği ışıklar saçarak devreye girmişti bile.
Gülnur hanım tebessüm edip konuştu. "Ay, ilahi Meryem. Bizde gençliğimiz de aynıydık. Ne farkımız vardı sanki."
Meryem hanım elini 'ilahi sen de' der gibi havada salladı. "Gülnur, bizim kızın ki başka evre. Geçen odasında ki balkonda resim çiziyordu, boyaları yere üzerine duvara her yere boca etmiş. Bi de diyor ki 'benim suçum değil'."
"Anne rüzgar sayfayı uçurdu sayfa da uçarken boya şişelerine çarptı benim ne suçum var bunda?"
Meryem hanım kızının koluna hafif bi şaplak yanaştırıp konuştu. "Kalk kız sofrayı kontrol et çorbaları koy."
Nükte yerinden istemeye istemeye kalkıp mutfağa giderken içerde sohbet devam ediyordu. Genç kız hazır çorbasını kontrol etti hafif ılımıştı. Alt çekmeceden blendırı çıkrıp çorbaya en önemli ve son dokunuş unu yaptı. İçerisine biraz da nane ekleyip çorba tabaklarına doldurdu.
O sırada mutfağa zorla gönderilen Musab ofluyordu. Babası onu zorla, gözlerinden lazer ışını çıkartarak göndermişti resmen.
"Off! Abla ne yapılacak, söyle de yapayım."
Nükte ani gelen sesle elini kalbine attı. "İnsan biraz sesli gelir."
"Ne yapayım orkestra mı kurayım abla gelirken? Normal geldim işte. Ama sen dalmışsın, nerelere daldıysan artık!" dedi Musab imayla kaşlarını yukarı kaldırıp indirirken.
Nükte kardeşine sinirle bakıp göz devirdi. Bazen çok gereksiz konuşuyordu kardeşi. "Boş boş konuşup durma da, al şuradan iki çorba tabağı hepsini götürme dökersin mökersin mazAllah. Bari bi işe yara."
"He, he! Lafı nası da geçiştriyor bak." Nükte elinde ki kepçeyi tencerenin içine bırakıp ayağını havaya kaldırdı. Hızla kardeşinin kalçasına doğru indirip o 'şak' sesini duydu. İşte öldürücü darbe diye buna derdi.
"Ablaa!"
Nükte kollarını göğsünün üzerinde bağlayıp omuz silkti. "Bir tane daha uçan tekme yemek istemiyorsan, çorbaları götür."
"İyi be!" deyip iki tane kâse aldı eline Musab aynı hızla mutfaktan çıkmıştı bile. Ablasından ara sıra tırstığı doğruydu, yalan mı söylesindi canım. Korkuyordu işte.
Nükte kafasını iç çekerek iki yana sallayıp dolaptan zeytin yağını ve tuzu çıkardı. Salataya ikisini de döküp tekrardan yerlerine bıraktı. Tam karıştıracaktı ki arkasında duyduğu sesle bu sefer cidden kalbi yerinden çıkacak zannetti.
"Salataya nar ekşisi döker misin?"
Nükte elini korkudan mı değil mi emin olamadığı, hızla çarpan kalbinin üzerine koyup nefeslendi. Kafasını genç adama doğru çevirip kaşlarını kaldırdı. "Hı?" diye mırıldandı soru sorar tonda. Ne dediğini bile anlamamıştı.
"Nükte, salataya diyorum nar ekşisi döker misin?"
"Haa." dedi Nükte başını aşağı yukarı sallayarak. "Dökerim." diye mırıldandı eş zamanlı olarak. Nükte buz dolabından sosu alırken Özgür çorba kâselerinin durduğu tepsiyi alıp konuştu. "Götürüyorum ben bunları. "
"Olur."
Özgür elinde ki çorbalarla mutfaktan çıkarken genç kız rahatlayacak derin bir nefes aldı. Kalpten gidiyordu az kalsın.
Kafasını iki yana sallayıp kendine gelmeye çalıştı yoksa yemekler iyice soğuyacaktı. Saltaya sosu yeteri kadar döküp karıştırdı. Kendisi de böyle seviyordu fakat herkes sevmezse diyerek eklememişti. Yüzünde ki küçük tebessümle salatayı da tabakladı.
Bu sırada kardeşi gelip bir kaç tabak daha götürmüştü. Musab'ın hemen ardından gelen Özgür kalan tabakları boş getirdiği tepsiye dizip tek seferde götürdü.
Nükte ne kadar 'ben götürürüm' dese de ,Özgür omuz silkip 'yorulma' demişti.
Ne kadar da centilmendi...
Nükte mutfakta yüz seksen derece dönüp bir şey unutup unutmadığını kontrol etti, yoksa annesinin dilinden kurtulamazdı.
"Kalmadı sanırım bir şey." diye mırıldanıp çıktı mutfaktan. Koridorda ki çiçek çizimi olan tablonun birisinin hafif yamuk durduğunu fark edip hızla düzeltti. Özenle çizmişti bunları.
Salona geçip son kalan yere oturdu. Yani Özgür'ün çaprazına...
Masada karşılıklı üçer sandalye vardı bir de baş köşe. Masanın başına günün anlam ve önemi olarak Özgür'ü oturtmuşlardı. Musab ve Nükte Özgür'ün olduğu tarafta anne, babalar ise diğer taraftaydı.
Herkes besmelelerle çorbadan başladığında Nükte'ye övgüler gelmeye başlamıştı.
"Her zaman ki gibi maşAllah, ne de güzel yapmışsın çorbayı." dedi Gülnur hanım.
"Afiyet olsun."
Salim bey gülerek konuştu. "Kızım bu tarifi bizim oğlana da ver de bari güzel bi şey yapsın öğlen neredeyse bizi zehirleyip, deney adı altında midemizi yıkayacaktı."
"Güzeldi bir kere baba, senin damak tadın uymadı sadece."
"He, he." dedi Gülnur hanım. "Kendini hastanede zannettin herhalde. İlaç karıştırıp az kalsın üzerinizde deneyecekti."
"Uzak durun o zaman Özgür abinin yaptığı yemeklerden." dedi Musab gülerek.
"Sen daha bir yumurta kıramıyorsun Musab." diye Özgür'ü savunmaya geçtiğinde genç kız kaşları çatık kardeşine bakıyordu.
"En azından senin gibi tuz yerine şeker koymuyorum."
Nükte sinirle boş buğazlık yapan kardeşine baktı, şu an gözleriyle insan öldürebiliyor olsaydı imam Musab'ın selasını okuyordu...
Selam canlar...
Ben geldim. Gelirken Özgürü de getireyim dedim. Ne daha ki bölüm büyük ihtimak nurdan devam olur. Bu arada watsap kanalımıza buyrun gelin.
Masada oturma şekillerini paylaşmasam ölürmüşüm. Bu önemli bilgiyle ne yaparsınız bilmem, hadi eyvallah...

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.56k Okunma |
816 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |