"Traş olmaya valide sultan." Bugün çok önemli bir toplantım vardı. Bu iş bağlanırsa, "paracıklar, paracıklar" reklamında baş rolü kaptığımın resmidir!
Ayna da şöyle bir suratıma baktım; resmen çökmüşüm. Betül'ün yaptığı olaylar otomatik olarak beni on beş yaş yaşlandırmıştı.
Oysaki ben, her hatunun beğenebileceği, çıtı - pıtı, oldukça yakışıklı, sempatik biriydim. Neyse ki, karakterimiz bozuk; psikolojimiz değil (!) "Ağabey, bakar mısın?" Aynının karşısında Yunan heykeli vücudumu izlerken, bir anda tek kaşım kalktı.
Hazal demek: para demek, Hazal demek, batmak demek, Hazal demek, sömürge demek, Hazal demek Amerika demek, Hazal demek, "Ağabeyimsiniz, bakacaksınız tabii! Para versene!" demek, Hazal demek, "Kızlara yedirip duruyorsun, birazda kardeşine yedir. Ne olacak?!" demek.
"Bugün kızlarla dışarı çıkacağız..." dedi ve cümleyi bitirdi.
O kadar cümle kurdun be kızım, 'para lazım' diyemiyor musun? "Para lazım mı?" İstemsiz olarak ağzımdan bu soru cümlesi çıktı. Gerçekten istemedim. Hatta aklım Hazal'ın kesik cümlesinde takılmıştı. Bağımlılık yapmış. Bunu soracağımı biliyor, ondan devamını getirmedi, kesin!
"Eh, yani olursa hiç fena olmaz. Ama sen vermek istemiyorsan verme, ben rezil olurum oralarda." Ulan bu nasıl bir psikolojik baskı? Ben bu laftan sonra nasıl para vermem? Ya da, ben bu laftan sonra nasıl az para veririm?
Cebimdeki bütün parayı Hazal'a vermek istedim. Sonra saçmalama Harun dedim. Kız o kadar parayı ne yapacak? Gerçi kozmetik alışverişleri, benim üç adet ayakkabı fiyatıma eşit oluyordu. Hayır, kullanmıyorsun da, niye alıyorsun be kızım? Makyaj masanın üstüne sadece ama sadece kızlar gelince, Mac'ları yayıyor, kimseye elletmiyor. Kızlar da yazık, ağızlarının suyu aka aka bakıyorlar.
Bizim evin koridoru çok uzun, geçen kızlardan biri Hazal'ın odasından çıkıp, mutfağa doğru ilerledi. Baktım arkadan Hansel ve Gratel gibi salyalarının izini bırakmış. Kızı bulamayan biri, o izleri takip ederse anında bulabilir. O derece. Ondan sonra, o Mac'lar, tekrar bir arkadaş serüvenine kadar raflarda hazır bekliyor. Hiç unutmuyorum, bir tane fırçaya geçenlerde, bin dört yüz yirmi lira verdim. Bin dört yüz yirmi. Bu yüzden fırçanın markasını adımdan ve soy adımdan daha iyi biliyorum. Fırça lan, fırça! Kaz tüyü mü lan bu? Kaz olsa ne olacak? Kaz bile o kadar pahalı değil! Geçen şirketin belli bir bölümünü, boyacıya bin yüz elli liraya boyattım. Yazık değil mi lan bana? Birde bir sürü fırçası varmış, yok o buraya, yok bu buraya, yok bu şuraya. Vücudumuz da o kadar organ yok. Gerçekten mükemmel iş bu kozmetikcilik. Bu işi bu kadar ilerletmeseydim bir kozmetikçi açabilirdim.
Eskiden bu kadar makyaj malzemesi rövanşta değildi. E, baktılar Recep İvedik gibi hatunlar, Selena Gomez'e dönüyor, haliyle diğer kızlar da bunu kaldıramadı. Haldur huldur makyaj malzemesi alıyorlar. Gerçi, biz erkeklerde kaldıramadık. Hem maddi hem manevi açıdan. Resmen düzenbazlık! Neydiler, ne oluyorlar!
Geçen bir kız arkadaşımla çok dertliyiz, acayip derecede. Gidip bir rakı içelim dedik. E, ne de olsa başımız sıkışınca bir büyüğe danışırız. Kız, içti, içti ve içti. En sonunda sarhoş oldu. Elini, yüzünü yıkadım. Tam suratını silerken peçete kahverengi oldu. Ne oldu, nereden bulaştı, pis miydi peçete diye o düşünürken kızın suratına baktım. Yarısı pürüzsüz ve çok güzel, diğer yarısı engebeli ve çok çirkin. O gün anladım kızların bizi nasıl yediklerini!
Ulan, hem maddi anlamda sömürüyorsunuz, hem manevi. Her kızın içinde bir Amerika yatıyor! Helal olsun. Hazal ile yaklaşık olarak on, on beş saniye kadar göz göze geldik. Sonra dayanamadı, "Versene!" diye çemkirdi. Kendime geldim, silkindim ama bu sefer olmayacaktı. Bu sefer, o malum soruyu sormayacaktım. Ne kadar istiyorsun, demeyecektim! "Altı yüz elli lira yeter, ağabeyciğim." Ben tam kendimi toparlamaya çalışırken, bu kozmetik dünyasının attığı kazığı yeni yeni hazmetmeye başlamışken, Hazal hanımdan bir darbe daha geldi.
"Oha, Hazal. Ne yapıyorsun o kadar parayı?"
"Ne demek ne yapıyorum ya? Sen kız arkadaşının saçma sapan içeceğine, bin yüz yetmiş beş lira veren insansın. Bana gelince, gözüne çok mu geliyor? Ben senin öz kardeşinim birde! Onlara yedir, içir. Bana gelince sorgu sual!" diye sıralamaya başlarken, aynanın üzerindeki saate gözüm takıldı.
"Allah aşkına al, sus yalvarırım. Lütfen, al şu parayı canım kardeşim. Gençsin sen, ihtiyacın vardır. Cahilliğimin kusura bakma, yalvarırım al." dedikten sonra parayu elim ayağım titreye titreye verdim.
Az önceki sinirinden hiç eser kalmamıştı hanımefendinin. Keyfi yerine geldi zââr. Kapıdan çıkarken, usulca boynumu içeriye uzattım, "Diğer ağabeyinden de iste, tamam mı gülüm? Sömür bizi, zırnık bırakma." "Tamam ağabey, sen merak etme. O iş bende," dedi. Allah bilir, babamdan da istemiştir bu paragöz! Kız çocukları çok farklı diyorlar, gerçekten de çok farklı. Çalışma zorunluluğu yok, olmadığı gibi de senin onlara para verme zorunluluğun var.
Çok güzel gerçekten. Harika. Neyse, dedim. Çıktım evden. Berber kapısının önünde Asuman'ı gördüm.
"Doğru yolu bulmuşsun, aferin kızıma!"
Asuman, gözlerini devirdikten sonra, berberin çırağı Haluk ile sohbet etmeye başladı. İllaki o bıyıklar gidecek! Hayır, atmış beş kilo kız. Atmışı tüy. Bir kestirse nasıl rahatlayacak, nasıl zayıflayacak farkında değil.
İçeri de dört kişi var, benim iki saatim var, trafik var, hediyelik eşyası var, dosya kontrolu var, var da var! Erkan, sağ olsun, diğer sırada bekleyen amcayı ikna edip, beni öne aldı. Maşallah, amca da dünden razıymış, hemen ikna oldu. Sıra geleseye kadar, bende biraz zehirleneyim bari dedim.
"Nereden kırpa bilirsem, kâr diyorsun yani," dedim ve sigara paketini Asuman'a uzattım.
"Nereden anladın?" dedi. "Bak, inat etme gel aldıralım şu bıyıklarını. Oda benden olsun," dedim.
Sigarayı, yaktıktan sonra bana doğru tuttu, "Bak oğlum, bunu görüyor musun? Bunu senin göt..."
Cümlenin devamını getireceği sırada, Erkan içeriden bağırdı; "Ağabey, bitti işim gel." dedi.
Canım Erkan, kanım Erkan. Az önce benim hayatımı kurtardın. Bıyıklarını yolacağım kızın en sonunda.
Sigarayı, çırağın elini tutuşturdum. "Al oğlum, iç."
"E, başla o zaman oğlum. Bak bu Parlament, en pahalısı. Millet tütün ile başlıyor."
Çırak, hafif biraz tebessüm ettikten sonra, sigarayı elinde tuttu. Ben içeri gidince ilk işin onu yere atmak olacak, bilmiyorum sanki ben!
"Ağabey, tamamen mi kesiyoruz?"
"En altlardan bırak oğlum, işime yarar belki." dedim.
Berber sohbetleri de çok farklı oluyor. Erkan, fesatça sırıttıktan sonra işine başladı. Bugün gerçekten çok önemli misafirlerim gelecekti. Eğer bu iş olursa, yaşadığımın resmidir! Miami de artık minik bir köpek kulübesi alabilirim. Miami'yi Şeyma Subaşı'nın hikayelerinde görüyordum. Kendi memleketim gibi benimsedim. Karar verdim, bu yaz tatilim Miami!
Ah be Betül, köpek gibi süründürdün beni. Ama iyi oldu. Gözüm yükseklerde değil artık. Gerçi, yeni konuştuğum hatunun boyu bir yetmiş altıymış. Yanımda sadece bacak gezdireceğim galiba. Yalnız, malum canım ülkemin ortalaması bir atmış. Böyle hatunlar çok masraflı oluyor.
Ulan, hem bütün vücudunu koltuğumun altına alamıyorum, hem de büyük kıyafetler giyince tatlı durmuyor. Bu özelliklere sahip değilsiniz, niye bu aç gözlülük? Bak, minyon hatunlara. Al koltuğunun altına, al cebine gezdir gezdir durdur. Gıkları çıkmıyor. Gerçi, benim boyum ayıptır söylemesi bir seksen beş civarı olduğu için, aşağıdaki ses yukarıya pek net gelmiyor.
O olayı halledemedim daha. Minyon hatun portatifliği derim, susarım. Her yere sığıyorlar. Geçen yazlıkta parti verdiğim zaman baktım, yazık geniş sandalyelerde uyumuş. İyide yerleştirmiş kendini oraya. Oh, mis. 'Helal olsun kız' dedim içimden. Millet mutfak tezgahının üstünde yatmış ya! Tekli koltuklar bomboş. Hatun zeki. Ben vücudunu kullanmasını biliyor cümlesini bu kıza yakıştırdım. Vallahi bravo. Çok içtiğim için kızın ismini hatırlamıyordum ama onu da bulacağım, az kaldı.
Erkan, tıraşı bitirdiği zaman on üç yaşıma geri dönmüştüm. Şu sakal, bıyık kesme olayından nefret ediyorum. Suratım bebek götüne döndü. Pudrala pudrala, şaplat! Hayır, böyle olunca para veresim de gelmiyor. Beni çirkinleştiren şeye üç yüz lira vermek de koyuyor açıkçası.
Gerçi kızlar daha şanssız. Geçen Hazal saçını boyatmış, kestirmiş, ördürmüş birde makyaj yaptırmış. Ayıptır söylemesi maymun götüne dönmüş. Bizim ailede de hep bir götlük var, neyse.
Birde o kadar para vermiş. Eve geldi, ağladı, ağladı. Sonra gitti saçını başını bozdu. Hazal, depresyona girdiği için kuaföre gitmişti. Belki, bir nebze düzelir diye. Daha çok depresyona girmişti canım kardeşim. Erkan'a parayı verip, amcaya da bir kez daha teşekkür edip dükkandan çıktım. Asuman yolumu kesti. "Aman da aman, nereye gidiyormuş ablası bu? Tutayım mı elini? Kaybolma buralar da? Evinin yolunu biliyor musun? Arayayım mı anneni oğluşu?" diye dalga geçiyor benimle!
Uzayacak bu sakallar, uzayacak. Tabii, bende durur muyum?! Demek bana öyle dersin ha! "İmdaaat, pala bıyıklı bir amca beni kaçırmaya çalışıyor!" diye bağıraverdim. Asuman'ın yüzü bembeyaz oldu. "Ulan ben senin..." Geriye doğru kaçtım. "Hoşt, valla ararım zabıtayı, kuduz köpek var diye. Götürürler valla seni."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |