
Gittiğin günden beri sızlıyor kalbim
nereye gitsem
Mevsimsiz kar yağıyor yüreğime
Zekeriya IŞIKLI
“Gel buraya Sütlaç, oyun oynayalım!” diye seslendi Mihri, neşeyle zıplayarak. ama Sütlaç, hızla koltuğun altına girdi
“Hayır!
Kaçma!
Oyun oynayacağız!” Mihri koşarak arkasından gitti, dizlerinin üzerine çöküp koltuğun altına baktı.
“Yakalandın! Hadi çık artık!”
Ben bir köşede onları izliyordum. Mihri’nin sabırsız ama sevecen halleri, içimi gıdıklıyordu. Ancak Sütlacın tedirginliği gözümden kaçmamıştı. Sessizce yaklaştım.
“Mihri, Sütlacı rahat bırak , biraz zamana ihtiyacı var,”
O ise yüzünü bana çevirdi, dudaklarını sarkıtarak:
“Ama benimle oyun oynamıyor ki! O kadar da güzel bir oyun düşündüm. Saklambaç gibi ama kedili!”
Yüzümde bir gülümsemeyle diz çöktüm.
“Biliyorum, çok güzel bir fikir gerçekten. Ama Sütlaç henüz bize alışmadı. Ev yeni onun için. Belki biraz korkuyor.”
Kaşlarını çatıp düşündü.
“Ben de korkmuştum ilk gece burada uyuyacağım zaman…” diye mırıldandı. Sonra bana döndü:
“Ama sen bana sarılmıştın. O zaman iyi hissetmiştim. Sütlaca sarılsam iyi hisseder mi?”
“Muhtemelen evet. Ama zorla değil . Onun da bir kalbi var. Bize güvenmesi gerek.
Bir an düşündü, sonra içini çekti.
“O beni sevmiyor galiba.”
Yüzündeki kırgınlık yüreğime dokundu.
“Asma o suratını, gel saçını tarayayım biraz. Sonra belki o da gelir yanımıza.”
Mihri elindeki tarakla sessizce geldi, yatağa oturdu. Saçlarını tararken ikimizin de yüzü pencereye dönüktü. Arkamızdan bir patırtı duyduk. Sütlaç, minik adımlarla yatağın altından çıkıyordu. güneş ışığında tüyleri parlıyordu.
Mihri dönüp bakmadı bile. O kadar kırılmıştı.
“Miyavav...” diye mırıldandı Sütlaç, Mihri’nin bacağına sürtünerek.
Ben gözlerimle Mihri’ye işaret ettim, ama o hâlâ başını çevirmedi.
“Ne oldu güzelim?” dedim, eğilerek.
“Oynamıyor. Hiç oynamıyor. Hatta beni sevmiyor bile. Gitsin istiyorum. Başka bir yere.”
Bir an durdum.
“Hımm... tamam.” dedim, yüzümü biraz ciddileştirerek.
“Eğer gerçekten istemiyorsan, Sütlacı dışarı bırakabiliriz.”
Gözleri irileşti.
“Gerçekten mi? Gidecek mi?”
Başımı salladım.
“Evet. Dışarısı soğuk ama... belki kendine bir yer bulur. Bir sokak köşesi, bir apartman boşluğu... Çünkü sen istemiyorsun ya, o da bunu anlar, ona göre bir yol bulur.”
“Ama…” dedi. Gözlerini kaçırdı, sonra hızla bana döndü.
“Ama o küçük! Şişman değil! Garfield gibi değil! Çok zayıf! Hayatta kalamaz!” Gözleri dolmuştu.
“Beni affetsin... ben sadece onunla oynamak istedim.”
“Sence affeder mi seni?” diye sordum, gülümseyerek.
“Hıhı.” dedi.
Sonra minik elleriyle Sütlaç’ın kuyruğunu nazikçe tuttu, ardından başını okşadı.
“Affet beni Sütlaç... Ben seni gerçekten çok seviyorum .”
:
Mihri, Sütlacı okşarken ben de yavaşça doğruldum. Gözüm saate kaydı—görüşmeye en fazla kırk dakika kalmıştı. Hasan Hoca, dakikliğe çok önem verirdi. Üzerime bir şeyler giymem gerekiyordu,
Dolabın kapağını araladım. Ellerim, krem rengi zarif ipek gömleğe uzandı. Omuz başlarında dantel detayları vardı, düğmeleri minik inci gibiydi. Altına yüksek bel, hafif bol kesimli siyah kumaş pantolonumu seçtim. Vücut hatlarımı belli belirsiz saran
Saçlarımı tepeden topladım, bir iki tutamı serbest bıraktım. Aynaya göz ucuyla baktım—hafif allık, bir kat rimel ve dudaklarımda nötr tonlarda bir ruj.
O an Mihri arkamdan seslendi:
“Sen çok güzel oldun! Ben de giyinebilir miyim?”
Gülümsedim.
“ Sen de hazırlan bakalım, bugün üniversiteye benimle geliyorsun.”
“Gerçekten mi?!” diye sevinçle bağırdı.
Dolabına birlikte yöneldik. Renkli çiçek desenli, pamuklu bir elbise seçtik. Diz hizasında, hafif fırfırlı. . Saçlarını iki yandan ördüm, uçlarına minik pembe kurdeleler taktım. Aynanın karşısında döndü durdu, kendi yansımasına hayran kaldı.
“Çok güzel oldun prensesim.” dedim.
“Sütlaç da bakıyor!” dedi heyecanla. Gerçekten de Sütlaç, kapının eşiğinde oturmuş, başını yana yatırmış bizi izliyordu.
Çantamı omzuma astım, Mihri’nin elinden tuttum.
Yanı başımızda, Sütlaç pencere pervazına tırmanmış, bizi uğurluyordu. Küçük bir miyav… belki de “hadi gidin ama erken dönün” demekti kendince.
“Hadi bakalım, Kapının önünde taksiyi beklerken hafif bir rüzgâr esti. Mihri ceketinin düğmelerini kendisi iliklemeye çalıştı, sonra bakışlarını bana çevirdi.
“Orası nasıl bir yer? Üniversite?”
“Kocaman bir bina , öğretmenler , öğrencilerin , olduğu bir yer.”
Taksi geldiğinde kapıyı açtım, Mihri önce atladı. Ben de peşinden oturdum. Şoföre adresi söyledim. Araç hareket ederken camdan dışarı baktım. Şehrin sabah telaşı akıp gidiyordu. Mihri başını pencereden dayamış, dışarıyı izliyordu. Gözlerinde bir parıltı vardı. Belki hayata dair bir merak,
Mihri başını bana çevirdi, elimi tuttu.
“Ben de senin gibi bir kadın olacağım, tamam mı? Hem güzel, hem güçlü.”
Gülümsedim.
“Sen zaten güzelsin ve güçlüsün .”
-
Taksiden indiğimizde soğuk hava yüzümüze hafifçe dokundu. Mihri'nin burnu kızarmıştı, montunun fermuarını biraz daha yukarı çektim. Kar hâlâ ince ince yağıyordu. Elim onun minik elinde. Avucumun içindeki sıcaklık, içimi biraz olsun ısıtıyordu.
Üniversitenin girişine yürürken, Mihri’nin adımları yavaşladı. Etrafı inceliyordu. Kalabalığın arasında ilk defa bu kadar insanların arasında olması onu biraz çekingen yapmıştı ama yine de gözlerindeki merakı bastıramıyordu.
. "İçeride sessiz olacaksın , tamam mı? Küçük bir gülümseme belirdi yüzünde. Başını salladı.
Danışmanım Hasan Hoca'nın odasının önünde durduğumda, derin bir nefes aldım. Mihri, hafifçe montumun eteğini tuttu. Kapıyı tıklattım.
“Gel” dedi içeriden o tok, tanıdık ses.
Kapıyı açtım, başını kaldırdı. Gözleri önce Mihri’ye, sonra bana döndü. Hafifçe kaşları kalktı, ama yüzünde gülümseme hiç eksilmedi.
“Sen evli miydin Kardelen?” diye sordu, biraz şaşkın ama kibarca.
Gülümsedim.
“Yok hocam, yeğenim Mihriban benim yanımda kalıyor. Onunla ilgileniyorum bir süredir.”
“Anladım… ” dedi, samimiyetle.
Mihri başını hafifçe eğmişti, Hasan Hoca ona gülümseyince utangaçça yüzünü bana döndü. Temas konusunda hep mesafeli olurdu. Hasan Hoca da bu durumu hemen sezdi, yaklaşmak yerine sadece göz kırptı.
“Hoş geldin küçük hanım.”
Odada tez notlarıyla çevrili masaya geçtim, Mihri ise koltuğa oturdu. Sessizce etrafı izliyordu. Kitaplar, kalemler, eski fotoğraflar…
“İstersen kitaplara bakabilirsin,” dedi Hasan Hoca, ona dönerek.
Mihri başını hafifçe eğdi, gözlerinde belli belirsiz bir soru vardı. İzin ister gibiydi. Göz göze geldik. Sessizce başımı salladım. O da küçük bir tebessümle karşılık verip ağır adımlarla kitaplığa doğru yürüdü.
. Mihri’nin ince parmakları kitapların sırtlarında dolaşıyordu.
Ben de o sırada Hasan Hoca’nın karşısındaki koltuğa oturmuştum. Bakışları hâlâ Mihri’nin üzerindeydi. Yerinden kalktı, ağır adımlarla onun yanına yürüdü.
— Söyle bakalım küçük hanım, en sevdiğin kitap hangisi? dedi yavaşça.
Mihri durdu. Başını ona çevirmedi hemen. Önce bana baktı. Gözlerinde çocuklara özgü bir çekingenlik vardı … Ona gülümsedim. Onayımı alınca, cesaretini toplayıp cevap verdi:
— Ben kitap okuyamıyorum ki. Beş tane harf kaldı. Okumayı öğrenmeme… Kardelen bana okuyor.
Hasan Hoca biraz şaşırmış gibiydi, ama belli etmeden devam etti:
— Peki… Büyüyünce ne olmak istiyorsun?
Mihri başını hafif yana eğdi, gözlerini yukarı kaldırıp çocuklara özgü o kısa düşünme hâline büründü.
— Evler yapmak istiyorum.Herkesin bir evi olsun istiyorum. Çünkü bazı insanların evi yok… Sokakta uyuyorlar.
— Belki de evde kalmak istemiyorlardır, küçük hanım.
Mihri başını yavaşça iki yana salladı. Cevabı kararlıydı:
— Hayır… Her insanın bir evi olmalı. Annem öyle diyordu.
Bu cümle boğazımda bir yumru gibi durdu. Hasan Hoca'nın yüzü yumuşadı. Sorularına devam etti:
— Annen nerede şimdi?
Mihri gözlerini kitaplardan ayırmadan konuştu. Tonunda alışılmış bir şeyler vardı
— Çok yoruldu. Dinlenmesi için uyku hastanesinde kalıyor.
Hasan Hoca kaşlarını hafifçe çattı. Sorusu biraz tereddütle geldi:
— Uyku… hastanesi mi?
Mihri omuz silkti, sanki daha fazla ayrıntı vermek istemiyordu:
— Böyle… bir sürü insan var. İlaç içip uyuyorlar işte.
Toz pembe bir yalandı bu. Ama bazı yalanlar, özellikle de bir çocuğun kırılgan kalbini onarıyordu
Anladım, dedi Hasan Hoca. Ardından kısa bir duraksamayla teklifini sundu:
— Eğer okumayı öğrenirsen… İlk kitabını sana benim almamı ister misin?
Mihri yüzünü ona çevirmeden cevapladı:
— Ama ben seçeceğim.
— Elbette, dedi Hasan Hoca, gülümsedi.
Mihri kitaplarla meşgul olmaya devam ederken Hasan Hoca yerini aldı, koltuğa geri döndü. Bu kez bana baktı.
— Fazla korumacısın, dedi sakince. Ben konuşurken diken üstündeydin.
İtiraz edemedim. Gözlerimi kaçırdım. Cevap gecikmedi ama sesim fısıltıya yakındı:
— Bilmiyorum hocam… Ona bakarken kalbime saklamak istiyorum. Kimse zarar vermesin… Kimse bir kelimesiyle canını yakmasın diye…
Hasan Hoca derin bir nefes aldı. Duruşunu değiştirmeden konuştu:
— Fazla korumacı olursan büyüyemez. Bir çiçeğe fazla ilgi gösterirsen solar, Kardelen.
Solar mıydı? Benim meleğim? İçimden geçenleri susturamıyordum. Elimde değildi… Oysa geçmişte, korumacı anne tavırlarından nefret ederdim. Ama şimdi, onlardan beter olmuştum.
— Belki de solmuş bir çiçeği… yeniden yeşertmeye çalışıyorum, dedim, sesim neredeyse bir itiraf gibiydi.
Hasan Hoca gülümsedi. Gülümsemesi hüzünle karışık bir kabullenişti.
— Her zaman böyleydin. Her zaman herkesi iyileştirebileceğini düşünüyorsun. Ama bazen… insanın iyileşmesi için yarasıyla baş başa kalması gerekir. Kabuk bağlaması için…
Gözüm kitaplıkta oyalanan Mihri’ye kaydı.… Belki de Mihri’yi iyileştirmeye çalışırken kendimi onarıyordum.
Hasan Hoca’nın sözleri aklımda yankılanıyordu. “Bazen insanlar iyileşsin diye, yara açık bırakılır.”
- Belki de dedim
Biraz daha sohbet ettik yazacağım tez üzerine konuşmaya çalıştık.
"Kardelen, Mayıs ayına kadar bitirmen lazım. O zaman savunma süreci başlayacak." dedi, kalemini eline alarak.
. Mayıs. Yalnızca birkaç ay. Ama elimde yazılmış, düzgünce toparlanmış hiçbir şey yoktu. Hayat, son zamanlarda beni hep başka yollara çekmişti. Mihri’nin okulu, evin eksikleri, zihnimin arka odalarına saklanmış çözülememiş geçmişler… Tez arada kaybolmuştu.
. Hafifçe başımı eğdim.
“Çok geri kaldım, hocam. Ama... elimden geleni yapacağım.”
Hasan Hoca, gözlüklerini çıkarıp bana baktı. Sesi yumuşaktı.
“. Gözlerim kitaplıktaki Mihri’ye kaydı. Kitaplardan birini açmış, içindeki resme dikkatle bakıyordu. Küçücük bir çocuktu hâlâ. Ama dünyamda büyük bir yer kaplıyordu.
“Ne aşamadasın Kardelen?” diye sordu,
Derin bir nefes aldım.
“Konuyu netleştirdim hocam. ‘Erken yaşta evlendirilen kız çocuklarının psikososyal gelişimleri üzerine nitel bir araştırma.’ Ama… ilerleme çok yavaş.”
“Zor bir konu seçmişsin,” dedi, başını hafifçe sallayarak. “Ama çok anlamlı.
“Evet,” dedim gözlerimi kaçırmadan. “Ben… sadece okuduklarımdan değil, duyduklarımdan da yola çıkıyorum. Çevremde çok fazla örneğine tanık oldum. Çocuk yaşta gelin olmuş, hala çocukluğunu yasını tutan kadınlar…”
Hasan Hoca sustu bir an. Yüzünde ince bir düşünce kıvrımı belirdi.
“Peki bu çocuklarla doğrudan temas kurabildin mi? Görüşmeler yapacak mısın?”
“Yapmak istiyorum ama çok hassas. Kiminle, nasıl konuşacağımı dikkatle planlamam gerekiyor. Belki önce sosyologlarla, psikologlarla konuşarak hazırlık yaparım.”
“Çok doğru. Önce sahaya girmeden alanı tanı. Peki, kuramsal çerçeveye neyi yerleştireceksin?”
“Çocuk hakları, toplumsal cinsiyet rolleri ve travma teorileri üzerine çalışıyorum. Belki biraz da büyüme kuramına değinmek isterim, çünkü bazıları… her şeye rağmen güçlü bir hayat kurmuş.”
Bir an sustum. Gözlerim Mihri’ye kaydı. Rafların arasında, parmak uçlarında yükselip bir kitaba bakıyordu. Henüz çocuktu. Ve onun gibi nice çocuk, çok erken büyümeye zorlanmıştı.
“Peki,” dedi Hasan Hoca, notlarını önüne alarak. Mayıs’a kadar bu çalışmayı bir iskelete oturtmamız gerek. Ve sen bunu yapabilirsin.”
Bir iç çekişle gülümsedim.
“Yaparım hocam… ama doğru anlatabilecek miyim?”
Hasan Hoca başını iki yana salladı, gözlüklerinin ardından bana baktı.
“Yapabilecek düşünce yapısını sen de görüyorum , Kardelen..
Tez hakkında bir süre daha konuştuk. Düşüncelerimi toparlamakta zorlanıyordum
Hasan Hoca, beni anlamış gibi fazla uzatmadı konuşmayı. Konuyu toparladı, yüzüme dikkatlice baktı:
— Vakit geldi galiba, dedi.
Başımı hafifçe salladım. Mihri’ye döndüm.
— Hadi bakalım Mihri , gidelim mi?
Mihri, elini son kez kitapların sırtında gezdirdi. Birine biraz daha uzun baktı ama çekmedi.
Kapıya doğru yürürken Hasan Hoca yerinden kalktı. Ceketinin cebine elini attı, bir şeker çıkardı.
— Küçük hanım, dedi, Senden iyi bir okuyucu, güzel bir mimar olur.
Şekeri uzattı.
Mihri bir an tereddüt etti, sonra iki eliyle şekeri aldı. Sonra Hasan Hoca’ya doğru bir adım attı. Ciddiyetle elini uzattı:
— El sıkışalım mı? dedi.
Hasan Hoca gülümsedi. Eğildi, minik elini nazikçe kavradı.
— Elbette.
Mihri cebine sıkıca yerleştirdiği şekeriyle kapıya yöneldi. Arkamızdan Hasan Hoca'nın sesi duyuldu:
— Kendine dikkat et Kardelen. Ve onu da korumaya devam et
Koridora çıktığımızda Mihri başını kaldırıp baktı:
— O şeker dedeyi sevdim.
Gülümsedim.
.
Gündüz, Ankara’nın kış güneşi, karla kaplanmış caddelerin üzerinde solgun bir ışık bırakıyordu. Soğuk hava, burnumuza keskin bir şekilde çarpsa da sokakta yürüyen insanların neşesi biraz da olsa içimi ısıtıyordu. Mihri’nin elini tuttum ve birlikte adım attık, kar taneleri ayaklarımızın altında usulca eziliyordu.…
Mihri’nin adımları yavaş, sessizdi. Gövdesini kaplayan pembe montunun kapüşonunu kafasına geçirmişti. Küçük adımlarla, her kar tanesini dikkatle geçiyordu.
“Yoruldun mu?” diye sordu birden, başını bana çevirerek.
Bir an durdum, gözlerimi Mihri’ye odakladım. O masum bakışları ve kocaman gözleriyle bana bakarken içimde bir şeyler erimişti.
“Evet, biraz. Ama sen varsın ya... geçer,” . Mihri’nin elindeki sıcaklık, o soğuk havada bana yetiyordu.
Mihri birden başını kaldırıp bana bakarak, “Sıcak çikolata içelim, lütfen!” dedi. Sesi öylesine tatlı ve neşeliydi ki, içimi birden sıcaklık kapladı.
“Tamam, olur. İçeriz,” dedim ve yanağını sıkıp gülümsedim.
Yakınlardaki bir kafeye girdik. İçerisi sıcacık, pencere kenarına oturduğumuzda camlardan düşen kar taneleri ve buğulanan camlar kafeye mistik bir hava katıyordu. Garson gelip siparişlerimizi aldı, Mihri için sıcak çikolata söyledim, kendimeyse tarçınlı bir salep. Çantamdan boyama malzemelerini çıkardım ve masaya yerleştirdim.
“Mihri, sen şimdi biraz boyama yap, ben de ödevimi yapayım, olur mu?” dedim.
Mihri, gözlerini bana dikerek, “Sen öğretmensin ki ödev yapamazsın,” dedi,
Gülümsedim. “Bazen yapıyorum, Mihri. Yetişkin ödevi gibi düşün. Hani şu kalın kitaplar var ya …”
- Ben büyüdüğümde ödev yapmayacağım
- Akıllı bıdık seni
yanağını öptüm
Mihri, gözleri parlayarak, çikolatasını içmeye başladı. Bense bilgisayarımı açtım. Üzerimdeki yük ağırlaşmıştı. Yarım bıraktığım tez belgesi ekrandaki boş sayfada beni bekliyordu. Kelimeler bir türlü doğru şekilde sıralanmıyordu. Mihri’nin mutluluğu, ellerindeki renkli kalemler, çikolatasını içerken yaptığı küçük sesler arasında çalışmaya devam ettim ama dikkatimi sürekli dağıtan bir şey vardı.
“Bunu beğenmedim,” dedi birden, elindeki kırmızı kalemi masanın ortasına koyarak. “Bunu başka bir renkle yapmalı mıyım?”
“İstediğin gibi, güzelim,” dedim, onu mutlu görmek için.
Mihri’yi izlerken, yazmam gereken teze bir türlü odaklanamıyordum. Onun küçük soruları, dikkatimi dağıtıyor ama bir yandan da huzur veriyordu.
"Bilgisayar ekranına odaklanmıştım, Onun sorularıyla dikkatimi dağıtmaya çalıştım, ama bir anda telefonum çaldı. Zil sesi, sanki vücudumun her hücresine dokunarak irkiltmişti. Ekranın köşesindeki titreyen isim dikkati mi çekti: Korkut.
Yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi, ama hemen ardından kaşlarımı çattım. Korkut, genelde beni aramazdı. Bunu sayabilirim; belki toplamda üç ya da dört kez. Bu alışılmadık durum, bir sorun olduğu izlenimi uyandırdı. İçimde bir huzursuzluk dalgası yükseldi,
Telefonu açmadan önce derin bir nefes aldım, kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Belki de endişem tamamen boşunaydı. Ama ne olursa olsun, o huzursuzluğu kontrol edemedim:
"Bir sorun mu var?" dedim, sesimdeki endişeyi gizleyemeyerek. Sesim, istemeden de olsa titredi, zihnimdeki binbir türlü düşünceyi dışa vurmuştu.
"Yok, " dedi Korkut, sesi o kadar rahat, o kadar sakin ki... Ama yine de içimi bir gariplik sardı. "Sadece seni aramak istedim. Müsait misin?"
Bir an, kelimeleri doğru yerleştiremeyecekmişim gibi hissettim. Beni mi aramak istemişti? pek yapmadığı bir şeydi bu. "Müsaitim," dedim, ama tedirginliğim geçmemişti. "Bir sorun yok, değil mi? Endişelendim biraz."
"Merak etme," dedi Korkut, sesinde bir yumuşaklık vardı, ama aynı zamanda o ince kaygı da hissediliyordu. "Her şey yolunda. Şu an ne yapıyorsun?"
Biraz rahatladım, ama hâlâ içinde bir gariplik vardı. “Şu an Mihri’yle kafedeyiz,” dedim. Mihri, masanın köşesinden Korkut’un sesini duydu, kafasını kaldırıp bana bakarak dikkatle dinlemeye başlamıştı.
"Dikkatli olun," dedi Korkut, sesinde bir anlık kaygı. Bu ses tonu, kalbimi yeniden hızlandırdı. O kadar tanıdık ama o kadar özeldi ki…
Etrafa bakındım, kafe cıvıl cıvıl doluydu. "Merak etme," dedim, gülümsedim ama o gülümseme eksikti, kalbimdeki sıcaklık yavaşça soğuyordu. "Burası çok kalabalık, güvendeyiz."
Telefonun öbür ucundan Korkut’un nefes alışlarını duyabiliyordum. Derin, ritmik. Sessizliğin ardından
Ve birden, kendim bile fark etmeden:
"Özledim," dedim. Kelimeler ağzımdan döküldü, duraksamadan. Sanki biriken her şey bir anda yüzeye çıkmıştı.
Onun varlığı eksikti, boşluk gibiydi… Yanında olmak, ona sarılmak, hissetmek… Bir anda, sanki tüm dünya, sadece Korkut’un sesinden ibaret olmuştu ama yine de bu benim yapacağım bir hareket değildi birini özleyeceğim aklım ucundan geçmezdi
Bir an, Korkut bu beklenmedik çıkışıma tamamen sessiz kaldı.
Sonra, sesi geldi, sanki en yakın mesafedeymiş gibi:
“Konum at.”
Ve ben, bir an daha, derin bir nefes aldım.
Şaşırmıştım. “Gerçekten mi?” dedim, sesimde hala bir tedirginlik vardı.
“Eğer işin varsa gelme, sorun değil,” dedim, hemen ekleyerek.
“Hayır, işim yok,” dedi Korkut, ardından hafifçe güldü. “Ama sen istemiyorsan, gelmem.”
“Hayır, çok istiyorum,” dedim,
“Tamam o zaman,” dedi Korkut, sesi daha sıcak bir tınıya büründü. “Konumu gönder.”
Telefonu kapattıktan sonra hemen konumumu gönderdim. Göğsümde hafif bir heyecanla, sırtımı yasladım. Zaman, kısacık bir an gibi akıyordu. Mihri, elindeki boya kalemini bırakıp bana anlamlı bir bakış attı.
“Dayım mı geliyor?” dedi, sevinçle parlayan gözleriyle.
“Evet, geliyor,” dedim, gülümseyerek. Mihri’nin neşesi, bana da bulaşıyordu.
Mihri, sıcak çikolatasını içtikten sonra yüzünde masum bir gülümsemeyle bana bakıyordu. O anın güzelliğini yakalamak için hemen telefonuma sarıldım ve bir fotoğrafını çektim. Ardından, sıcak çikolata fincanını bırakıp yanağıma bir öpücük kondurduğunda bir fotoğraf daha çektim. Fotoğrafları hemen Korkut’a gönderdim.
Birkaç saniye sonra “görüldü” yazısı ekranda belirdi. Korkut hâlâ mesajlara hızlı cevap verme konusunda acemi sayılırdı. Görüldü atmakla kalıp hiçbir şey yazmaması, onun bu tür "mesajlaşma kurallarından habersiz olduğunun en büyük kanıtıydı.
“Bu ne şimdi?” diye mırıldandım kendi kendime. “Mesaj yazmayı öğretmeliyim sanırım…”
“İnsan bir ‘güzelsin’ der be...”
Bu kadar mı zor?
Bir ‘güzelsin’...
Bir ‘özledim’...
Ama yok.
Tabii, kalkar adama “özledim” dersen olacağı bu
Ne mi olur sonra?
cepte,’ der.
Resmen yanıyorum ben.
Hem de içten içe.
Öyle böyle değil.
Ama ne fayda…
Oysa...
“Özledim,” demesi gereken oydu.
Ben değil.
Ama sustu.
Her zamanki gibi sustu.
Korkut efendi...
Ama bende Kardelen isem, bunu burada bırakmam.
Bir gün
“Özledim,” diyeceksin.
Ve o an… sesimi duymak için çıldırıyor olacaksın.
, Korkut’tan bir mesaj bekliyordum. Her ne kadar sessizliğini anlayışla karşılamaya çalışsam da, içten içe sabırsızlanıyordum.
Derin bir nefes alıp önümdeki notlara yeniden odaklanmaya çalıştım. Tezim... Konsantre olmam gerekiyordu ama zihnim, yazılacak cümlelerden çok, içimde tamamlanmamış cümlelere takılıydı. Kalem elimdeydi ama düşüncelerim başka yerde.
Tam o sırada...
Bir ses böldü sessizliği.
Yakın, tanıdık ama istemediğim bir ses.
— Kardelen!
Kafamı refleksle sesin geldiği yöne çevirdim. Gözlerim birkaç kez kırpıştı. Şaşkınlık... İnanmazlık…
Karşımda Hakan duruyordu. Elif’in sevgilisi Hakan.
Boğazımda bir düğüm oluştu. Kalbim, istemsiz bir huzursuzlukla hızlandı. Ne işi vardı burada? Ve neden şimdi?
Elif…
Bir zamanlar en iyi arkadaşım sandığım, , sırlarımı verdiğim insan.
Ama meğer dostluk sandığım şey, onun içindeki zehri dökmek için beklediği bir fırsattan ibaretmiş.
O buluşmamızda… bana resmen içindekini kusmuştu.
Ve hiçbir özür dilememişti.
Hiç.
Sanki yaptığı şey normalmiş gibi, sanki yılların dostluğu birkaç cümleyle çöpe atılabilirmiş gibi…
Bitti.
Arkadaşlık bu değildi.
Ve şimdi, onun sevgilisi karşımdaydı.
Hakan.
Ne söyleyeceğini bilmiyordum ama istemsizce gerildim
İtiraf etmem gerekirse…
Ben bir insan için kolay kolay “iğrenç” demem. Ama Hakan?
Hakan kelimenin tam anlamıyla kendi hazzı için yaşayan biriydi.
Yarını düşünmezdi.
Vicdanı yoktu demeyeceğim ama... sesini asla dinlemezdi.
O sadece ben merkezli, kendi zevki için yaşıyordu
Ve Elif…
Elif sanırım onun bu kural tanımaz, umursamaz, başına buyruk hâllerine tutulmuştu.
Belki de o dizginlenemezlik… onu heyecanlandırıyordu.
“Ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir adam” cazibesine kapılmıştı.
Ama…
Bir şeyin heyecan verici olması, onu doğru yapmazdı.
Hakan onu sürekli aldatıyordu.
Hem de utanmadan, gizlemeye bile ihtiyaç duymadan.
Bu, kendine ihanetin diğer adıydı.
Elif bunu kabullenmişti belki ama ben kabullenemezdim.
Kabullenmedim de.
Ve işte şimdi o adam, Hakan, karşımdaydı.
Elif’in sessizce ağladığı an.
Oturduğumuz köşede,
— “Kardelen… ben galiba onun beni sevmediğini anladım.”
— “Dün gece başka biriyle gördüm onu. Elini tutuyordu. Beni fark etti ama hiç utanmadı. Sonra bana ‘kafam karışık’ dedi sadece. .
“Hakan…” dedim, kelime ağzımdan zorla çıktı. Hiç istemiyordum bu karşılaşmayı.
Hakan, sanki bu tamamen doğal bir şeymiş gibi masama oturdu. Hiç sormadan, izin almadan. Mihri’nin yanağından bir makas aldı. Mihri’nin gözleri irkildi ve hemen yanıma doğru sokuldu. O an yüzümdeki tüm tebessüm kaybolmuştu.
“Yeğenim mi?” diye sordu, Mihri’nin başını okşarken.
Başımı salladım, hiçbir şey söylemek istemiyordum. İçimden, "Neden buradasın, neden geldin?" diye haykırmak geliyordu ama sustum.
“Ee, ne var ne yok?” diye sordu yapmacık bir samimiyetle.
“Yüksek lisansa başladım,” dedim, kısa ve net bir şekilde. Bu sohbetin bir an önce bitmesini istiyordum. Hakan her zaman gereğinden fazla yapışkan bir adam olmuştu. Elif’e onunla ilgili hep dikkatli olmasını söylemiştim, ama bu yüzden kötü olan hep ben olmuştum.
“Peki ya Elif? Konuşmuyor musunuz? Eskiden çok iyi anlaşırdınız,” dedi, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle.
“Evet, konuşmuyoruz,” dedim, sesimi soğukkanlı tutmaya çalışarak. Konuyu uzatmak istemiyordum.
Ama sonra bir şey fark ettim. Hakan’ın gözleri, arkamdaki masada oturan genç bir kıza kitlenmişti. Kızla sessiz bir şekilde bakışıyorlardı. O anda, içimde öfke dolu bir dalga yükseldi.
“Allahım…” diye düşündüm. “Resmen Elif’i burada, gözümün önünde aldatıyor.”
Görmemiş gibi yapmaya çalıştım ama içimdeki hayal kırıklığını bastırmak zordu. Eski bir dostumun böyle bir ihaneti hak etmediğini biliyordum.
- Hakan
Elif, sevgilisine doğru bir adım attı ve ona sarılırken, gözlerini bile bana çevirmeden, alaycı bir tonda konuştu:
“Sevgilim, başka bir masaya geçelim biz.”
Yüzümde buruk bir gülümseme belirdi. Hakan ise Elif’in söylediklerini duymazdan gelmiş gibi, çaktırmadan bana bakıyordu. Öyle rahat davranıyordu ki,
“Sevgilim, hadi ama,” dedi Hakan, Elif’e dönerek. “Burada oturalım. Hem sen de şu küslüğü bitir. Kardelen’le aranı düzelt, ne olacak ki?”
Bu sözler karşısında şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim. İzin istemeden masama oturması yetmezmiş gibi, bir de aramızdaki geçmişi yok sayarak normal bir şeymiş gibi konuşuyordu. İçimde her şey altüst olmuştu.
Elif beni umursamadan Hakan’a döndü, neredeyse alaycı bir şekilde. “Sevgilim, alttan aldığın derslerin notlarını buldum. Ayrıca senin yerine eğitim psikolojisi dersine girdim.”
Sanki bana bir şeyler ispat etmek ister gibi bir tavırla konuşması, sabrımı iyice zorluyordu. Allah aşkına, kim sevgilisinin alttan aldığı derse girip onun için not tutardı?içimdeki öfkeyi bastırmak zorlaşmıştı.
Bana dönerek, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle sordu:
"Ee, Kardelen, ne var ne yok?"
Buz gibi bir sesle cevap verdim:
"Bildiğin gibi. Pek bir şey değişmedi."
Ama Elif, tatmin olmamış gibiydi. Gözlerindeki küçümseme büyüdü ve zehir gibi bir cümle daha kurdu:
"Onu demiyorum. Bir ilişkin var mı, yoksa hâlâ bir hayatın yok mu?"
aynı soğukkanlılıkla cevap verdim:
"Sevgilisi olmayan insanların bir hayatı yok mu?"
Elif alaycı bir kahkaha attı.
Yüzündeki o tanıdık, küçümseyen gülümseme daha da büyüdü.
Gözlerini kısarak, sanki durduk yere üstünlük kuruyormuş gibi konuşmaya devam etti:
— Tabii ki vardır. Ama sıkıcıdır. Sürekli en yakın arkadaşlarının ilişkilerine odaklanırlar. Arkadaşlarının ilişkileriyle ilgilenmekten kendi hayatları olmaz zaten.
Dur bir dakika... bir adam vardı değil mi? … Hani o gün ağlıyordun. Gerçek anlamda… acınasıydın.
Korkut.
O gece…
Onun krizi tuttuğunda ellerimle çorba yapmıştım.
“Yanındayım,” demiştim sessizce, bağırmadan, zorlamadan.
Ama o ne demişti?
““Uzak dur.”
O sözleri hatırladım.
O gece… ben ilk kez birine gerçekten bir şey hissetmiştim.
Sahi... ben neden anlatmıştım bu hikâyeyi kızlara?
Bile bile.
İçimde tutabilirdim.
Ama dayanamamıştım.
İçimi dökmek istemiştim.
Çünkü o benim ilk kalp kırılışımdı.
Belki anlatmasam bu kadar acıtmazdı şimdi.
Ama o zaman...
Kime anlatacaktım?
çorba yaparken elim yandığında sesimi çıkarmamıştım.
Ama şimdi, Elif’in iğneli sözleri yanığı yeniden kabarttı sanki.
Gözlerimi kaçırmadım.
Elif’in o zehirli bakışlarına karşılık sessiz kaldım.
"Her şey yolunda, Elif," dedim, içimdeki soğukluğu dışa vurarak. Bazen insanlar yalnız kalmayı tercih eder.
-Sadece 'kendine ait bir hayat'ı olan insanlar, diğerlerinin hayatını takıntı haline getirmezler."
Bu sözlerden sonra ellerim titremeye başladı. Ama tam o anda, Mihri’nin bana doğru uzanan küçük elleri bacağıma dokundu. Bu hareket, içimdeki öfkeyi bir nebze de olsa yatıştırdı. Derin bir nefes aldım ve Mihri’ye döndüm:
"Söyle, meleğim," dedim, sesimi olabildiğince yumuşatarak.
"Buradan gidelim," dedi Mihri, masum bir şekilde.
Onun bu masum talebi, içimdeki öfkeyi daha da anlamlı bir sessizliğe çevirdi. Ama yine de Elif’e ve Hakan’a bakmadan edemedim.
"Masamdan kalkar mısınız?" dedim, sonunda sabrımı zorlayarak. "Size burada oturabileceğinizi söylemedim. Hayatımdan memnunum, size de mutluluklar dilerim."
Elif’in yüzü bir anda öfkeden kaskatı kesildi. Gözleri, her kelimeme meydan okur gibi üzerimdeydi. Dudaklarını sıkarak:
"Kardelen, cidden acıyorum sana," dedi. "Asla benim kadar mutlu olamayacaksın diye kuduruyorsun."
Elif... Elif neden?
Neden senin mutluluğuna gölge olayım ki?
O alaycı gülüşü hâlâ gözümün önünden gitmiyordu.
Sözleri kafamda dönüp duruyor, her harfi içime batıyordu.
Ama bir yandan da kendi iç sesim cevaplıyordu hepsini:
Ben senin düşmanın olmadım ki.
Özlem haklıydı…
Elif bana hep bir kin güdüyordu.
Ama neden?
Sevgilisi yanındaydı, hayatı görünürde yolundaydı.
Ben ne yapmıştım ona?
Zarar vermedim, asla.
Tam tersine…
En çok ben tuttum ellerini.
En çok ben sustum onun için, gözyaşlarını görmezden geldim.
Sırtını döndüğünde, arkasından konuşanlara karşı hep savundum onu.
Onun ağladığı gecelerde telefonu sabaha kadar elimden bırakmayan bendim.
Ve o gün…
Hakan onu aldattığında, kollarımda sızladığında, göz yaşlarını silen ben olmuştum.
Peki neden?
Neden düşman oldum onun gözünde?
Özlem benim kardeşimdi. Olmayan kız kardeşim ..canım gibiydi
Aramızda kan değil, sadakat vardı onun yeri en derindeydi kimse değiştiremezdi
Ama Elif…
Elif arkadaş olmaya en yakın hissettiğim kişiydi.
Ve belki de bu yüzden bu kadar acıtıyordu.
Çünkü bu düşmanlık… ihanet gibiydi.
"Masamı terk edin," dedim, sesimdeki sertlikle. "Birazcık yüzünüz varsa tabii."
Hakan araya girmeye çalıştı:
"Ayıp ediyorsun, Kardelen."
Ona dönüp soğuk bir ifadeyle cevap verdim:
"Sen sus. Konuşma hakkını çoktan kaybettin."
Elif’e döndüm.
"Sevgilini de al ve git. Tam da birbirinize layıksınız. Yazık, cidden yazık."
Elif’in gözlerindeki kızgınlık, önceki alaycı gülümsemesinin yerini öfkeye bıraktı. Ama bir yandan da, onunla uğraşmanın hiçbir anlamı olmadığını biliyordum. Gözlerim, Hakan’ın bakışlarını hızla geçerken, içimdeki acıyı bir kenara itmeye çalıştım. Onlar hak ediyorlardı, ama ben daha fazlasına takılmayacaktım.
O an, tam konuşmamın bittiği anda, arkamdan tanıdık bir ses yükseldi:
"Kardelen."
Korkut’un sesi, karanlık düşüncelerimin arasından sıyrılıp ruhumu sararken, içimde bir anda huzur dalgası yükseldi. Başımı hızla çevirdiğimde içimdeki tüm gerginlik onun varlığıyla buharlaşıp uçmuştu.
Yerimden hızla kalkıp ona sarıldım. Kollarının beni sardığı an, içimi ısıtan bir huzur dalgası gibi yayıldı her hücreme. Göğsüne yaslanıp gözlerimi kapadım, nefesimi onun ritmine bırakırken kalbim yavaşça sakinleşti. Her şeyin bir anda yerli yerine oturduğunu hissettim.
Fısıldadım, sesim zar zor duyuluyordu:
"Sayende şu an nefes alıyorum… İyi ki geldin."
Korkut’un kolları sıkıca sardı bedenimi.
Başını eğdi, saçları alnıma değdi.
Ve fısıltı gibi döküldü dudaklarından:
— İyi misin, çiçek bakışlım?
O an kalbim kendine yer aradı.
Gözlerimi kaçırdım önce, sonra sessiz kaldım.
Bu kadar basit miydi?
Bir sarılma, bir cümle… hepsi geçiyor muydu?
Yutkundum.
— Sessiz kalma…
Tam bir şey söyleyecekken…
Birden neşeli bir sesle bölündü an.
— Dayııı!
Mihri.
Koşarak yanımıza geldi.
O küçük elleriyle Korkut’un pantolonuna sarıldı.
Korkut, bana olan bakışını Mihri’ye çevirince… bir anlığına yüzü aydınlandı.
Kollarını çözüp Mihri’ye eğildi, onu kucağına aldı.
içimde garip bir kıskançlık değil ama… bir eksiklik yarattı.
Sanki bir yanım hâlâ onun kollarında kalmak istiyordu,
ama diğer yanım, Mihri yi kıskanmayacak kadar büyümüştü.
O sırada, Hakan ve Elif’in bize bakan şaşkın bakışlarını fark ettim. Hakan’ın yüzünde karışık bir ifade vardı;
Elif’in yüzü ise ekşimiş bir hâlde, sanki gördüğü manzarayı hazmedemiyordu.
Korkut, onların bakışlarını fark ettiğinde sadece sakin bir şekilde başını salladı. Ama konuşmadı. Gözleri, dikkatlice ve bir anlam ifade etmeksizin Hakan ve Elif’e kaydı. Sessizlik bir anlığına bile olsa ortamı sardı.
Elif, bu sessizliğe daha fazla dayanamayarak aniden yerinden kalktı. Çantasını hızla koluna taktı ve Hakan’a dönüp, “Gidelim,” dedi. Sesi sert ve sabırsızdı.
Hakan, durumu fark etmiş ama belli etmemeye çalışıyordu. Mihri’nin yanında olan Korkut’a bir göz attı.
"Bizi tanıştırmayacak mısın, Kardelen?" dedi Hakan, o gevşek tavrıyla.
Yapay bir gülümsemeyle, "Merhaba," dedi.
İçimden geçirdim, Gerçekten, dünyada 'gevşek' diye bir kelime olmasa, onun yerine 'Hakan' derdik herhalde.
Gözüm Korkut'a kaydı. Elini uzatmadı. Ne bir selam verdi, ne de yapmacık bir tebessümle nezaket gösterdi. Sadece durdu. Soğukkanlı, dimdik, gözlerini Hakan’ın üstüne dikmişti.
Hakan, bu sessizliği kendi lehine çevirmek istermiş gibi alaycı bir bakış attı Korkut'a. Hafifçe başını yana eğdi, dudaklarında küçümseyen bir sırıtışla, "Kardelen'le hayat nasıl gidiyor?" dedi.
genelde memnuniyetsizdir. Herkesi eleştirir. Eminim sen de çoktan sıkılmışsındır."
Elif'in gözleri bir an bana kaydı. O bakış... Sanki bana acıyormuş gibiydi.
Hakan ise sabırsızdı; Korkut'un vereceği cevabı dört gözle bekliyordu. Yüzünde sabırsız bir beklenti, gözlerinde parlayan bir meydan okuma...
Korkut susuyordu.
İçimde bir ürperti hissettim. Hakan'ın lafının altında ezilmekten değil, Korkut'un vereceği cevaptan...
Çünkü biliyordum: Korkut, lafı dolandırmazdı.
Korkut’un ses tonunda ne bir öfke vardı, ne de gerginlik.
Ama öyle bir kararlılık vardı ki…
Korkut’a döndü ve sustu.
— Kardelen’i anlamak kolay iş değil, dedi Korkut, gözlerini Hakan’dan hiç ayırmadan.
Tedirgin olmadım.
Aksine, bir tür korunma hissi, göğsümde dalga dalga yayıldı.
— Her önüne gelen, anlamaya kalkışmasın diye de sınırları vardır onun.
Sözleri öyle netti ki… Sadece Hakan’a değil, geçmişte bana hoyratça davranmış herkese söylenmiş gibiydi.
İçimdeki küçük Kardelen, o an onun omzuna başını yasladı sanki.
— İnsanlar o sınırları geçemez, dedi sonra.
— Sadece o sınırlarda bana izin var.
-Kimseye göstermediği en derinini ben görüyorum.
ve hiç sıkılmıyorum Kardelen’in yanında zaman… istemediğim türden hızlı geçiyor.
Hakan tek kelime etmedi.
Sustu.
Hakan’ın suratındaki küçümseyen ifade çözülmeye başladı.
İçim adeta tutuşuyordu.
Sanki çoktan olmuş, çoktan kabul edilmiş bir şeyden bahsediyordu.
Doğal, kaçınılmaz, tartışmasız bir şeyden.
Korkut, hafifçe başını bana çevirdi o anda.
Göz göze geldik.
Bana bakarken, sözleri yine Hakan'a gidiyordu:
"Ve inan bana... Yanında durabilmek benim için büyük bir lütuf
Hakan bir şey demedi.
Diyemezdi de.
Gözlerim hâlâ Korkut’taydı.
İçimden geçen tek şey şuydu:
Elif
Bir kahkaha patlattı.
kibri şimdi kelimelere döküyordu.
" sesi ince ve alaycı, "Kardelen, bir erkekle uzun süre yan yana durabilecek biri değil."
Sözleri o kadar sivriydi ki,
Ama Elif durmadı.
Öyle bir tonla devam etti ki, her cümlesi iliklerime işliyordu:
"Kadınsılık desen hak getire. Soğuk, mesafeli..."
Elif’in sesi iğne gibiydi.
Her kelimesi tenime değil, kalbime batıyordu.
“onuçta erkekler biraz sıcaklık arar, değil mi? Yalandan umutlandırma bence. Eminim sana istediğin hiçbir şeyi veremiyordur. Onun dünyaya bakışı bile seninle aynı değildir.”
dost sandığım bu kadının şimdi bana böyle bir kinle yüklenmesini izlemek…
Hayır, sadece izlemek… acıydı.
Kendime kızıyordum.
Bu kadar değer verip onun gözlerinde hiç değer taşımamak… yazıktı.
Zamanıma, ilgime, dostluğuma yazıktı.
Dudaklarımı sıktım.
Sözlerim boğazımda birikti.
Bir an, bütün o öfkeyi kusmak istedim
.Ama Mihri buradaydı kavgaya şahit olmasını istemiyordum zaten psikolojisi pamuk ipliğine bağlıydı yapmazdım onun için yapmazdım
Tam ağzımı açacaktım ki…
Korkut’un sesi duyuldu.
Sakin.
gözünü Elif’ten ayırmadan.
— Bir kadının değeri temaslarla ölçülmez.
Elif’in gözleri dondu.
Ama Korkut’unki kıpırdamadı.
Ne bağırdı, ne alçaldı.
Sadece… duruşuyla konuşuyordu.
Güçlüydü.
Sonra…
Gözlerini bana çevirdi.
O bakış…
Dünyanın en ağır sözü bile yoktu içinde.
Ama bana… yıllardır kimsenin vermediği bir şeyi veriyordu: güven.
— Kardelen’i anlamak için fazlasıyla başka gözlerle bakman gerek dünyaya, dedi.
Ve ben… Kardelen’in gözleriyle dünyaya bakmayı seviyorum.
İçimde bir şeyler yandı.
Gururla karışık bir sıcaklık.
Elif’in küçümseyici bakışları kayboldu o anda.
Ben ise...
İlk defa birinin önünde olduğum gibi durabildiğim için, kendimi hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim.
Ama bu kez sustuğum o eski Kardelen değildim.
Derin bir nefes aldım, gözlerimi kararlılıkla ona diktim ve içimde biriken öfkeyi bastırmak yerine ona karşı seslendim:
— Elif, ....— Burada seninle tartışacak, sabredecek, sana tahammül edecek bir zamanım yok....Zekasız ve seviyesiz sevgilini al, git buradan.
Elif bir an şaşırdı, ama hâlâ küstahlığından ödün vermeden yanıma yaklaştı kulağıma fısıldadı.
Sözleri kasıtlıydı, acıtmak için seçilmişti:
— Sevgilin olunca olmayan özgüvenin tekrar geldi demek, dedi.
— Daha aylar önce ağlıyordun, ne acınası… güçsüzsün, kabul et.
— Seni yanından kovan adam değil mi? gelip ağladın!
— Ne çabuk unuttun gurursuzluk yapanın asıl sen olduğunu!...asıl gurursuz sensin bana akıl vereceğine kendine bak
— Bu ilişkiye en fazla iki ay veriyorum, sonra yine ağlama krizleri.
— Bir kadına göre fazlasıyla eksiksin.
"Sana göre belki kadınlık bu mu bana göre kadınlık başkalarının ne düşündüğünden bağımsız olmakta.Ayaklarınınn üstünde kişliğinden taviz vermemekte
Elif’in yüzü garip bir şekilde soldu.
Eminim içinden bir şeyler söylüyordu ama, ne olursa olsun, o anda her şey sustu.
Bir adım daha attım, ona iyice yaklaşarak devam ettim:
"Ve sen, bu konuda çok uzaksın."
Elif ağzını açacak gibi oldu ama bir şey söylemeden sustu.
Gözleriyle, "ne hakla bunu söylüyorsun?" diye sorgulayan bakışlar attı.
Ama ben çoktan içimdeki her şeyi dökmüştüm.
- sakin ol kardelen dedi Hakan
Ve tam o sırada, Hakan’a döndüm.
O an gözlerimi Hakan’a diktiğimde, içimde biriken tüm öfke ve hayal kırıklığı kelimelere döküldü:
— Ve sen, Hakan,
— Dönüp bir bak, gerçekten katkı sağladığın hiçbir şey yok hayatına .
— İşe yaramaz, aptal bir ergen gibisin.
— Sevgilini her gördüğün kadınla aldatacak kadar gerizekalı birisin.
— Bir daha sakın o küçük aklınla, sen ve sevgilin bana laf sokmaya kalkmayın!
— Gidin, acınası hayatınızı yaşayın.
. Bu tavır, Hakan’ı daha da bozulmuş bir hâle soktu. Gözleri hafifçe kısıldı, ama bir şey söylemedi. Sadece, “Hadi gidiyoruz,” diyerek Elif’in elini tuttu ve onu dışarı doğru yönlendirdi.
Onlar giderken, Mihri’nin varlığı ortamın sıkıcılığını biraz olsun dağıtmıştı. Ama içimde kalan huzursuzluk hâlâ dinmemişti.
Korkut, Mihri’yi kucağından indirirken, her hareketi sakin ve kararlıydı. Onun bu duruşu, her zaman olduğu gibi etrafındaki dünyayı çok daha sessiz hale getiriyordu. Gözleri sadece bende, sadece şu an vardı. Mihri’nin dikkatini başka yöne çekmesiyle, Korkut hemen yanı başıma durdu
Beni izleyen herkesin varlığını bir anda unutmuştum. Yalnızca Korkut, her nefes alışımda içimdeki boşluğu dolduruyordu.
Bana doğru hafifçe eğildi. Sesini alçaltarak, sadece fısıldadı:
"Bu dalyarak kim?"
"Sus, Mihri duyacak," diye mırıldandım.
Korkut ise hiç umursamadan, ısrarla gözlerime bakarak söyledi:
"Kim dedim sana?"
Yavaşça başımı çevirdim, derin bir nefes alıp, zorla sakinleşmeye çalıştım. O an, kalbim hızla çarpmaya başladı. Onun bakışlarında her şey vardı: sabır
Hesap mı soruyorsun bana?" dedim.
Korkut’un gözlerindeki ifade ise, yalnızca sakinlikti.
"O evet, soruyorum," dedi Korkut. Gözleri, bana ait olan her şeyle bağlantı kuruyordu.
"Çünkü benimsin .... hers şeyimsin hayatındaki her durum, beni de ilgilendiriyor
- hallettim," dedim, belki de kendimi biraz fazla savunmasız bırakmış gibi.
Yine de Korkut durmadı. O azmi, hiçbir şeyin önüne geçemezdi.
"Şu inadın ne zaman gider?" diye sordu, bu kez biraz daha sert.
"Ne inadı?" diye karşılık verdim, aslında bu soruyu duymaya hazırlanmıştım ama yine de bir şekilde şaşkındım.
"Keçi ile süt kardeşi falan mısın? Bu kadar inat etmek neyin nesi?" dedi, alaycı bir gülümseme yüzünde.
Bir süre sustum. İçimdeki öfkeyi toparlamaya çalıştım.
"Korkut..." dedim,
"Çemkir bir de," dedi Korkut, hafifçe gülerek.
- çemkirmiyorum ben
Ama ne dersem diyeyim, o hala haklıydı.
Bir süre düşündüm. Sonra, tüm gerilimi üzerine atmak için, "Eski bir arkadaşım," dedim, sesimdeki durgunluk hissediliyordu.
"Yanındaki sevgilisi... neyse, onlardan bahsetmeyelim. Zamanımızı, değersiz insanları anarak harcamayalım."
Cümlem bittiğinde, bir an sessizlik oldu.
Korkut, bana baktı, gözlerinde hem anlayış vardı hem de bir güven.
"Canının sıkılmış," dedi, alçak sesle.
Bu kadar derin bir bakışla bana yaklaşması, bana huzur veriyordu.
Gözlerime, tüm o sakinlik ve derinlikle odaklandığında, içimdeki bütün fırtına dindi.
"Merak etme," dedim, derin bir nefes alarak, her kelimede biraz daha kırıldım. "Bende onların canını sıktım."
Korkut hafifçe başını eğdi, gözleri bir an için sabit bir şekilde bana odaklandı. Ardından sesiyle havayı kesti:
"O herif neden sana öyle bakıyordu?"
Bahsettiği kişi Hakan'dı, gözlerim ona kaymadan önce derin bir nefes aldım.
"Nasıl bakıyordu?" diye sordum, kaşlarımı çatarak, kafamı biraz eğerek.
Korkut’un yüzü sertleşti, gözlerini keskin bir şekilde bana dikti. Sesini alçaltıp devam etti:
"Fark etmedin mi?"
Bir an durdum, gözlerimi kısarak, kafamı sağa sola salladım.
"Bilmiyorum, fark etmedim... Ne demek istiyorsun?"
Korkut biraz daha yaklaşıp, dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme belirerek, gözlerinde karanlık bir anlamla dedi:
"Saf mısın? O herifin bakışları, kesinlikle başka bir şey söylüyordu. Sana ilgi duyuyor."
. Sinirlerim bir anda gerildi, ama soğukkanlılığımı korumaya çalıştım.
Derin bir nefes aldım, Korkut’un sözleri beynimde yankılanıyordu.
“ Yani… ilgisini görmedin mi? O bakışlarda bir şey var, Kardelen. Bunu gözden kaçırman zor, zeki bir kadınsın. Ve ben sana bakan her bakışı tanırım.”
Susmuştum, çünkü söyledikleri saçma geliyordu bana.
Hakan’ın neden bana ilgi duyacağını anlamıyordum.
Elif’in bana karşı soğukluğu, düşmanlığı bu yüzden miydi?
Ya da… benden nefret etmesinin sebebi buydu?
Arkadaşım… Oysa aramızda böyle bir şey olamazdı, olmamalıydı.
Ama içimde bir şüphe filizleniyordu, adı konmamış, rahatsız edici.
Korkut’un bakışlarındaki ciddiyeti yadsıyamıyordum.
Belki de gözlerimin görmediğini o görüyordu.
"Kardelen, senin gözlerinle gerçekleri görebilmen için bir şeylerin farkında olman lazım."
"Gerçekler? Ne demek istiyorsun? Benim hayatımda olan her şeyin ne olduğunu gayet iyi biliyorum!"
Korkut’un gözleri, sert bir şekilde odaklandı, ama dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme vardı, sanki beni tahrik etmeyi bekliyordu.
"Öyle mi? O zaman o herifin seni gözleriyle yediğini? görmedin mi?"
Korkut'un siniri her geçen saniye daha da artıyordu. Konuşurken dudaklarından dökülen her kelime, beni de içten içe zorluyordu. Eğer daha fazla konuşursa, geri dönülemez bir noktaya varacak ve birbirimizin canını acıtacaktık.
Gözlerim ona kayarken, biraz daha sakinleşmeye çalıştım, ama Korkut’un öfkesi daha da büyüdü. “Tek hücreli bir gerzek sana ilgi duyuyor ve sen yok öyle bir şey diyorsun!” dedi, sesindeki öfkeyle.
O an Mihri’nin kulaklarını kapatmak zorunda kaldım. Sadece onun duymaması gerektiğini düşündüm. “Korkut, küfür etme,” dedim, biraz bağırarak ama sakin kalmaya çalışarak. “Nereden bileyim bana ilgi duyduğunu? Korkut, gözlerindeki öfke parıltısıyla bana bakarken sinirli bir şekilde ağzını bıçak gibi kapattı. “Kardelen…” dedi, sesi gergindi, kelimeleri derin bir nefesle savurdu. “
Hızla karşılık verdim, "Ne var be,
O sırada, Mihri bir anda sandalyeden kalktı ve hemen Korkut’un yanına doğru yöneldi. “Kucak istiyorum!” diye bağırarak, Korkut’un bacaklarına sarıldı.
Korkut, sinirli ama yumuşayan bir ifadeyle, Mihri’yi kucağına aldı. Mihri, ona sıkıca sarılırken, Korkut’un çatılmış kaşlarını düzeltti. Gözlerinde tatlı bir çocuk şefkati vardı.
“Dayı, sen yaşlı, çirkin, krala benzedin,” dedi, bir yandan Korkut’un kaşlarını okşayarak. “Prensesler huysuzları sevmez!”
Korkut, Mihri’nin tatlı masumiyetine gülerek, “Öyle mi, boncuğum?” dedi.
Mihri, başını sallayarak “Hıhı,” diye mırıldandı, sonra tekrar Korkut’a sarıldı.
o sırada korkut bana bakıyordu
"Korkut," diye fısıldadım, sesim biraz titreyerek. "Lütfen. Bu konuda konuşmak istemiyorum. Gerçekten."
durdu. Gözlerindeki anlamın ne olduğunu çözememek, beni iyice rahatsız etti.
Bir süre sessiz kaldık. Bütün dünya dışarıda kalmıştı, sadece biz vardık. Benim içimde bir boşluk, onun içindeki karmaşık duygular vardı.
Sonra, Korkut derin bir nefes aldı. O nefes, sanki aradaki gerilimi de içine çekip yutuyordu.
"Peki, öyle olsun," dedi, sesinde hiçbir değişiklik yoktu. Ama bir şey vardı; belki de anlaşılmayan bir kırgınlık, belki de fazlasıyla sabırlı bir tepki.
Aramızda bir sessizlik çökmüştü, ama bu sessizlik, her zamankinden daha rahatsız ediciydi. İkimizin arasında kelimeler bir yük gibi duruyordu, birbirimize ne kadar yakın olsak da, sanki o boşluk bizi her geçen saniye biraz daha uzaklaştırıyordu.
Mihri, Korkut’un yanında oturmuş, minik vücudunu ona yaslamıştı. Elindeki renkli boya kalemleriyle Korkut’un parmaklarını boyuyordu. Korkut ise sabırla ona gülümsüyor, ses çıkarmıyordu.
Bir süre böyle sessiz kaldık, Mihri'nin küçük parmaklarının Korkut'un ellerindeki desenleri boyamasını izlerken, içimdeki karışıklık biraz daha sükûnete dönüştü.
"Dayı, okulda çok komik bir şey oldu!" dedi Mihri, heyecanla.
Korkut, ona dikkatle bakarak, hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Ne oldu bakalım,
?" Sesinde meraklı bir ton vardı.
Mihri hemen söze atıldı:
" okula gittim ya, biz ‘P’ harfini öğrendik. Sonra teneffüste kitabımı alıp koridora çıktım. Üçüncü sınıflardan bir çocuk var ya... İşte o! Saçımı çekti!"
Korkut'un yüzü bir anda gerildi. Dudaklarının arasından sessiz bir küfür kaçtı.
Ben hemen kaşlarımı çatarak Korkut’a döndüm ve ona fısıldadım:
"Bak sakın... Dağ sığırcığı moduna geçme!"
Korkut sinirlenmişti . "Saçını çekmiş!" diye hırladı neredeyse.
"Çocuk onlar," dedim, ellerimle sakin ol işareti yaparak.
"Ne çocuğu, Kardelen?" diye homurdandı. "Canını acıtmış! Velisini çağır, okuldan attır. Disiplin kurulu topla, uzaklaştırma verdir!"
Ben başımı iki yana salladım, iyice sabırla.
"Korkut... İlkokulda disiplin kurulu yok."
"Ceza ver o zaman!" dedi hemen, sanki çok mantıklı bir şey söylüyormuş gibi.
"Ceza da yok!" dedim, iyice bunalmış bir şekilde.
Korkut iyice sinirlenmişti. "Lan, saçını çekmiş diyorum sana!"
"Offf, Korkut! Off!" dedim, başımı iki elimle tutarak.
Bu adamla bir yere varmak mümkün değildi bazen.
Korkut, Mihri'ye döndü, gözleri hafifçe büyümüş bir halde:
"Saçını mı çekti? Sonra ne yaptı?"
Mihri gözlerini kocaman açtı, elleriyle anlatımını destekleyerek heyecanla konuştu:
"Ben de ona silgi fırlattım! Tam kafasına isabet ettirdim!"
"Aferin sana boncuğum!
Ben gözlerimi devirdim, iyice bunalmış bir şekilde.
"Mihri, tam bir ciddiyetle anlattı:
"Bana ‘Niye silgi atıyorsun?’ dedi. Ben de ‘Sen benim saçımı çektin, ben de sana silgi attım’ dedim! Sonra diğer teneffüs sınıfıma geldi... Bana yemeğini vermeye çalıştı!"
Korkut biraz sinirle "Yemeğini mi verdi? dedi
Mihri, yüzünü buruşturup, "O da bana 'şimdi barışalım' dedi, ben de 'yağ çekme bana dedim. Ama sonra yemedim de, yüzüne tükürdüm!" dedi, burnunu kıvırarak.
Korkut, kahkahasını tutamayarak gülümsedi.
Mihri, "Ama bir şey demedi kızmadı yüzüne tükürdüğüm için ! Hatta saçların çok güzel kokuyor dedi
dedi. Ben de, 'o zaman saçımı çekme, dedim
Korkut yavaşça bana doğru eğildi, gözlerini kısmış, sesi hafifçe alçalmıştı.
"Bu çocuk..." dedi, kelimeleri adeta dişlerinin arasından çıkarken , "benim boncuğuma mı yürümüş?"
İstemeden bir kahkaha kaçırdım. Başımı iki yana salladım.
"Korkut, Allah aşkına," dedim hafif alayla, "çocuk .....Ne anlasın yürümekten?"
Korkut ciddi ciddi başını salladı.
"Anlar," dedi ısrarla. "Göz var, nizam var. Hareketlerinden belli. Ama bizimki..."iyi vermiş cevabını."
Başımı hafifçe yana eğip Mihri'ye baktım.
"İyi de... Tükürmüş çocuğa davranış bozukluğu bu " dedim, kısık bir sesle.
Korkut kaşlarını çattı. Gözlerinde ciddiyetle karışık bir sahiplenme vardı.
"Ne olmuş?" dedi umursamaz bir edayla. "O da Mihri’nin saçını çekmiş! aklıma geldikçe elim ayağım titriyor!"
Korkut'un gerçekten sinirlendiğini görünce hafifçe gülümsedim. Elimi onun koluna koyup, yumuşatarak, "Bir sakin olsan mı acaba?" dedim.
Ama Korkut, sakinleşmek yerine dişlerini sıkarak mırıldandı, dudaklarının arasından anlaşılmayan birkaç küfür savurdu. Öyle sessiz, öyle öfkeli ki..
- keşke sırayı fırlatsaymış dedi
. göğsümde kavuşturmuş, hafifçe ona doğru eğilmiştim. Mihri ise yanımda, ayaklarını sallaya sallaya menüyü karıştırıyordu.
"Gerçekten mi Korkut?" dedim, kaşlarımı kaldırarak. " şiddete teşvik ediyorsun yani?"
sanki bu çok doğal bir şeymiş gibi başını salladı.
"Saçını çekmiş çocuğa şiir mi yazsaydı?"
Gözlerimi devirdim. "Bravo!
-"Sen fazla medeni düşünüyorsun . Hayat böyle işlemiyor."
Sandalyemde hafifçe öne kaydım, masaya dirseklerimi dayayıp ona eğildim.
"Ben en azından olay büyümeden çözmeye çalışıyorum. Seninki tamamen ilkel yöntemler."
Korkut da bana eğildi, yüzüme yakın bir mesafeye geldi.
Ben hızlı ve etkili çözümlerden yanayım."
İkimiz de inadına gülümsüyorduk. Aramızda tatlı bir inatlaşma başlamıştı.
O anda Mihri, kollarını açarak:
kavga etmek yok!" dedi, ciddi bir edayla.
Sonra suratını iyice sevimli hale getirip, başını iki yana salladı:
" Birbirinizi dövmeyin!"
Korkut Mihri'nin başını okşadı.
"Sen barış elçisisin boncuğum."
Ben de gülerek Mihri'yi yanımdaki sandalyeye çekip kucağıma aldım.
"İyi ki varsın mihri kuş Yoksa bu dayını, taş devrine geri gönderirdim
Mihri ikimize de sırayla sarıldı.
Sonra başını kaldırıp kocaman gülümsedi:
"Ben büyüyünce ikiniz gibi olmayacağım hep kavga ediyorsunuz hiç barışmıyorsunuz
ikimizde aynı anda korkut ile birbirimze baktık gülümsedik
Korkut iki elini havaya kaldırdı, teslim olmuş gibi.
"Tamam, ... Barış antlaşması imzalanmıştır."
başımla onayladım
Mihri ellerini çırptı, gözleri ışıl ışıldı.
"Yaşasın! Tatlı da sipariş edelim!"
Korkut bana bakarak göz kırptı.
"tatlıyı ... Bence Kardelen ödesin."
Kaşlarımı hafifçe kaldırıp ona baktım, sahte bir ciddiyetle:
"Param az benim. Ne kadar da centilmen bir dayın var, değil mi Mihri?" dedim, hafifçe burnumu çekerek.
Korkut alaycı bir gülümsemeyle bana döndü.
"Pinti olabilir misin yani," diye laf soktu.
Mihri hemen iki elini kulaklarına kapattı, yüzünü buruşturdu.
"Yine kavga ediyorsunuz!" dedi, sitem dolu bir sesle.
Gülümseyerek ona döndüm, yumuşacık bir sesle:
"Tamam güzelim, özür dilerim," dedim.
Korkut da Mihri'nin saçlarını karıştırarak, sıcak bir sesle ekledi:
"Özür dilerim boncuğum. Söz, kavga yok."
Mihri'nin yanında tartışmaya son vermeliydik.
En azından, şimdilik.
garson gelip siparişlerimiz aldı ve masadan ayrıldı
Mihri yeniden önündeki boyama sayfasına döndü.
Renkli kalemlerini sıraya dizip, ciddiyetle bir çiçeği boyamaya başladı. Küçük dili hafifçe dışarı çıkmıştı; konsantrasyonun tam anlamıyla vücut bulmuş haliydi.
O sırada garson tatlıları getirmişti.
Mihri için küçük bir porsiyon çikolatalı kek, ya söylemiştik.
Korkut, çay sipariş etmişti.
Ben ise sütlü kahve
Bilgisayarım önümde açıktı. Tezimle ilgili onlarca dosya, karmaşık bir yığın halinde önümdeydi. Sayfalar arasında kaybolmuş gibiydim. Gözlerim ekrana takılmış, kelimeler birbirine karışıyordu.
Derin bir iç çekip başımı geriye yasladım. İstemsizce, neredeyse bir mırıltıyla, “Of…” dedim.
Yanımda oturan Mihri, başını kaldırıp bana baktı. Elinde Korkut'un parmaklarını renkli kalemlerle boyuyordu, bir yandan da dikkat kesilmişti.
Korkut ise sessizce sandalyesini biraz daha yaklaştırdı. Gözlerinde endişe vardı. Elini uzattı ve yüzüme düşen bir tutam saçı nazikçe kulağımın arkasına yerleştirdi. Parmakları yanağıma hafifçe dokunduğunda, vücudum bir anda ürperdi. Kalbim hızlandı.
"Ne oldu, Kardelen?"
Gözlerimi kaçırarak ekrana işaret ettim. "Tezimi yetiştiremeyeceğim, Korkut," dedim, dudaklarımı kemirerek. "Mayıs’ta savunmam var ama... her şey yarım, eksik, dağınık. Araştırmalarım yetişmeyecek. Çeviri yapmaya çalışıyorum ama bir makaleyi çevirmek bile tüm günümü alıyor. Programlar da doğru düzgün çevirmiyor eksik tam mana da değil ve intihal yapmak istemiyorum
Sanırım... sanırım yüksek lisansı bırakmam gerekecek," dedim
Mihri, boyadığı parmaklara bakıp, sonra şaşkınca bana döndü. "... bırakma sütlaç ve ben sana yardım ederiz ," İstemsizce gülümsedim
Korkut cevap vermedi. Yavaşça bilgisayarı önümden alıp kendi önüne çekti. Ciddiyetle ekrana bakmaya başladı.
"Gel bakalım buraya," dedi ve bana biraz daha yer açtı. İyice yanına sokuldum. Omzuma değen sıcaklığı hissettim ve aptal gibi yüzüm kızardı. Gözüm, Mihri’nin elinde tuttuğu mor kaleme kaydı; hâlâ Korkut'un serçe parmağını boyuyordu.
"Benim Almancam iyi," dedi Korkut, gözlerini ekrandan ayırmadan. "Çeviride sana yardımcı olabilirim."
O an öylece kalakaldım.
Gözlerimi kırpıştırdım, kafamı hafifçe eğdim.
"Sen... Almanca mı biliyorsun?" dedim, sesim şaşkınlıkla karışık.
Korkut göz ucuyla bana baktı, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu.
"Bir iki şey biliyoruz işte," dedi
Sonra ciddileşip ekrana döndü. Okumaya başladı. O kadar akıcı çeviriyordu ki, neredeyse ağız açık dinliyordum.
Kalemimi dişlerimin arasına aldım ve hayranlıkla ona baktım. . Her hali, her bakışı insanı içine çekiyordu.
Mihri bir anda kalemi bırakıp, " dayı, kardelen böyle kocaman gözlerle sana bakıyor!" diye bağırdı. bakışımı taklit ediyordu ama şaşkın bir civiciv gibiydi
Ben utançla kalemi ağzımdan düşürdüm.
"Mi-Mihri! Ne diyorsun sen?" dedim, yerin dibine girmek istercesine.
Korkut başını bana çevirdi.", "bundan şikayetim yok."
- Mihri ise bana kıskançlıkla baktı
bende dayıma öyle bakacağım
sanrım bir düşman kazanmıştım ama sevimli olandan
O sırada Mihri sandalyesinde kıpırdandı ve ciddiyetle, " ben de yardım edeceğim! Ben yazıları süsleyebilirim!" dedi, yüzünde ciddi bir ifadeyle.
Gülümsedim, ama yüzüm hâlâ yanıyordu.
"Teşekkür ederim Mihri," dedim kıkırdayarak.
- korkut ise mihri nin başını okşadı aferin boncuğum
Sonra Korkut'a döndüm. O hâlâ bana bakıyordu.
" Vazgeçmek yok dedi
Bakışlarıma bakışlarıyla karşılık verdi. Dışarıda kar taneleri camdan aşağıya süzülüyordu, içeride ise kalbim o an kocaman bir sıcaklıkla dolmuştu.
Korkut, bilgisayara tekrar eğildi ama göz ucuyla hâlâ beni süzüyordu.
Ben ise kalemi elimde çevire çevire, gözlerimi ondan ayırmadan oturuyordum. İçimde garip bir sıcaklık vardı. Sanki tüm kafede, kar dışında hiçbir şey hareket etmiyordu.
Korkut bir yandan çeviriyor, bir yandan da bazen kafasını hafifçe bana çevirip açıklamalar yapıyordu.
"Bu kısım doğrudan tezinin temel argümanını destekliyor," dedi, sesi yumuşaktı.
Ben ise sadece başımı sallıyordum; çünkü ağzımı açarsam, titrek bir sesle konuşmaktan korkuyordum.
Sonra... bir anda oldu.
Korkut elini hafifçe masanın üstünde ilerletti.
Ben ekrana bakarken, parmak uçları, kararsız bir şekilde elime dokundu.
Baktım. O da bana baktı.
Gözlerinde bir soru vardı: "İzin veriyor musun?"
Elimi kaçırmadım.
Tersine, avucumu hafifçe açtım.
Korkut, elimi usulca kavradı.
Ne çok sıkı, ne çok gevşek... tam olması gerektiği gibi.
Sanki ellerimiz yıllardır birbirine aitmiş gibi.. . Gözleri ekrana odaklanmışken bile duruşunda bir çekicilik vardı; bu adam her anıyla etkileyiciydi.
“Kardelen?” diye seslendi aniden, başını çevirerek. “Beni dinliyor musun?”
Bir an kendime gelip, "Hı hı, seni dinliyorum," dedim, ama o an bile gözlerim ondan ayrılmamıştı. Korkut, dudaklarının köşesinde beliren hafif bir gülümsemeyle ekrandaki bir bölümü işaret etti.
"Bak, şu kısım tez konunla doğrudan alakalı," dedi. "Burayı kesinlikle kullanmalısın."
Hemen ekrana eğildim, işaret ettiği bölümü dikkatle inceledim. Bu kısım tam da aradığım şey,” dedim heyecanla. Hemen işaretlemek için bilgisayardaki bölümleri düzenlemeye koyuldum. Korkut, çalışmaya devam ederken, Mihri elindeki boyama işiyle meşguldü
İçimde tatlı bir mutluluk hissettim.
.
Mihri bu kez bilgisayarıma eğilmiş, minik parmaklarıyla klavyede rastgele tuşlara basmaya çalışıyordu.
"Canım, lütfen ama," dedim gülümseyerek.
Nazikçe elini tuttum, ama Mihri ısrarla cıvıl cıvıl kahkahalarla oyuna devam ediyordu.
Küçük parmaklarının karşı koymak imkânsızdı.
Korkut başını yana sallayıp hafifçe gülümsedi. Ardından cebinden telefonunu çıkarıp Mihri’ye uzattı.
"Al bakalım, boncuğum. Bizi çek, hadi bakalım," dedi, sesi sıcacık ve oyunbazdı.
Mihri heyecanla telefonu kaptı.
"Tamam! Kımıldamayın!" diye komut vererek, ekranın arkasına geçti.
Bir yandan fotoğraf çekiyor, bir yandan da kendi kendini çekiyordu.
Korkut sabırla poz veriyordu, hafifçe kaşlarını kaldırıp Mihri'ye komik yüzler yapıyordu.
Ben ise bir yandan gülmemek için dudaklarımı ısırıyor, diğer yandan ekrana dönüp tezime odaklanmaya çalışıyordum.
Derin bir nefes aldım. Parmaklarım klavye tuşlarında gezinirken, Mihri bu kez telefonda oyun aramaya başladı.
Minik sesi arada sırada yükseliyor, “Bu niye açılmıyor?” diye mızmızlanıyordu.
İçimde bir tebessüm yayıldı.
Tam o anda...
Bir şey oldu.
Korkut, usulca eğildi.
Ve tam bir anlık boşlukta, dudaklarını dudaklarıma hafifçe öpücük kondurdu.
Şok içinde başımı kaldırdım.
Gözlerim kocaman açılmış, nefesim yarıda kalmıştı.
"Korkut! Ne yapıyorsun?" diye fısıldadım, sesim şaşkın ve telaşlıydı.
Başımı hafifçe yana eğip Mihri'ye baktım, bizi fark etmiş miydi?
O ise hâlâ telefonda oyun aramakla meşguldü, Korkut, bir adım bile geri çekilmedi.
Gözlerini üzerimden ayırmadan
O gözler... içinde oyunbaz bir parıltı ve derin bir sıcaklık vardı.
“Öpemez miyim?” diye fısıldadı,
“İznin yok muydu yoksa?”
Sesindeki meydan okuyan hafif alay, kalbimi yerinden söküp aldı sanki.
Ben panikle nefes aldım.
"Şey... tabii ki iznim var! Yani..."
Dilim dolandı.
Yanaklarımın alev alev yandığını hissediyordum.
"Şey... beni her an öpebilirsin," dedim, sesim zar zor çıkan bir fısıltıyla.
Korkut'un dudaklarının köşesi kalktı.
Son kelimeleri fısıldamıştım neredeyse. Konuştukça daha da battığımı hissediyordum. İçimde bir sıcaklık, yanaklarıma hızla yayılan bir kızarıklık vardı. Gözlerim onunkilerden kaçmak istercesine yere kaydı, ama Korkut'un sessizliği beni daha da huzursuz etti.
, bakışları dudaklarımda dolandı. Sanki zaman durmuştu. Kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atarken, birden kendimi toparlayıp mırıldandım:
... aklından bile geçirme korkut ”
Kaçmaya çalıştığım bakışları bu kez daha keskin bir ifadeyle üzerime indi. Gözleri, dudaklarımda ne kadar kararlı olup olmadığımı sorguluyordu adeta. Bir kaşını hafifçe kaldırarak alaycı bir şekilde konuştu:
“Az önce her an demiştin…”
Sözlerini hatırladığım anda ne kadar büyük bir açık verdiğimi fark ettim. Yutkunarak hızla düzelttim:
“Yalnız olduğumuz..her an ve her zaman
Sanki daha da battığımı hissettim ama artık söyleyecek hiçbir şey kalmamıştı. Bu, onun dudaklarına yerleşen zafer dolu gülümsemesini güçlendirmişti. “Anladım,” dedi, aramızdaki mesafeyi daha da azaltırken. “Yalnız kaldığımız her an...”
Mihri bir anda telefonu indirip bize döndü yüzüme dikktele baktı bir yerim açıkta mı kaldı acaba
"Dayııı! Kardelen’in yüzü kırmızı oldu! Pancarcık gibi!" ,
korkut yanaklarıma baktı utandığımı fark edince hemen konuyu değiştirdi
."
Mihri’nin yanına oturdu.
O iri elleriyle küçük omzuna nazikçe dokundu.
“Göster bakalım boncuğum, neler çekmişsin,” dedi, sesi o kadar sabırlı ve yumuşaktı ki içim bir kez daha eridi.
Mihri küçük parmaklarıyla ekranda fotoğrafları kaydırdı.
İlk karede ben, tez dosyasıyla boğuşurken, saçlarım dağınık halde görünüyordum.
İkincisinde Korkut hafifçe bana bakarken yakalanmıştı, gözlerinde bana baktığı ifade istemsizce beni de gülümsetmişti
Üçüncüsünde ise...
Biz... ellerimiz birleşikti
Korkut’un başı bana eğik, ben ona gülümserken.
Arka fonda büyük camlardan görünen lapa lapa yağan kar…
Korkut sessizce telefonu aldı, o fotoğrafa uzun uzun baktı.
Sonra başını yana eğdi ve bana baktı.
Gözlerinde öyle bir ciddiyet vardı ki, zaman bir anlığına dondu sanki.
Başını hafifçe eğdi.
Fısıldadı:
“Bana bu kadar güzel bakma dayanamam .”
"Bir tane daha çekelim! Bu sefer Kardelen de poz versin!"
Korkut bana döndü, elini uzattı.
Ona bakarken, elim titreyerek onun eline uzandı.
Beraberce gülümsedik.
Mihri kameranın arkasında, fotoğrafçı gibi komut veriyordu:
"Dayı biraz daha Kardelen’e yaklaş! Kardelen dayıma bak!
Ve Korkut hafifçe bana doğru eğildi.
Çok hafif, neredeyse fark edilmez bir şekilde elleri bacağımı okşuyordu
Yanaklarım bir kez daha alev aldı.
kesinlikle kasten yapıyordu aciz kalbim onunla atıyor onunla duruyordu
Mihri, fotoğrafları çektikten sonra büyük bir ciddiyetle , sanki çok önemli bir iş başarmış gibi.
Sonra ellerini beline koyup bize baktı.
Gözlerinde muzur bir pırıltı vardı.
"Dayıııııı!" dedi kocaman bir sesle.
"Hemen Kardelen’le evlenmen lazım!"
Bir anda donup kaldım.
Korkut ise yüzünde hafif bir sırıtmayla bana bakıyordu.
"Mihri!" dedim fısıltıyla, utanmış bir halde.
"Ama Mihri dinlemiyordu bile.
Hemen elini uzattı, masanın üstünden bir peçete kaptı.
Peçeteyi buruşturdu, sonra da bir halka şekline getirip Korkut’a doğru uzattı.
"Al dayı, hadi Kardelen’in parmağına tak bunu!"
Korkut bir anlığına peçete halkasına baktı.
Sonra ciddi bir surat takınarak, başını bana doğru eğdi.
Hafifçe göz kırptı.
"Emir büyük yerden geldi," dedi derin bir sesle.
Ve peçeteden yaptığı o minicik, şekilsiz halkayı nazikçe parmaklarımla tutuşan parmağıma geçirdi.
Mihri ellerini çırptı.
"Yaşasın! Evleniyorlaaaar!" diye bağırdı, cafede birkaç masa dönüp bize baktı.
Ben hâlâ şoktaydım.
Peçete halkasına bakıyor, sonra Korkut'un sıcak avuçlarına kayıyordum gözlerim.
Korkut parmaklarımı sıktı, Mihri hâlâ etrafımızda neşe içinde dönerken.
Kar, dışarıda hâlâ usul usul yağıyordu.
Ama içeride…
Benim içim çoktan bahardı.
tekrar teze döndüm elimden geldiğince bilgileri toparlayarak bilgileri aktardım
önümde üç sayfalık bir yazı vardı. Evet, bu bir ilerleme sayılırdı ama bir şey eksikti; metin henüz kendimi tam ifade edemediğim bir boşluk gibiydi. Birkaç satır karalamış olmak beni mutlu etmek yerine, daha çok bir şeyleri tamamlamam gerektiği hissi yaratmıştı. Yine de eve döndüğümde düzenlemeler yapabileceğimi düşündüm. Birkaç dokunuşla halledebilirim diye umuyordum. En azından elimde somut bir şeyler vardı, bu da bir adım sayılırdı.
Bilgisayarımı kapatırken, yorgun bir şekilde gözlerimi Korkut’a çevirdim. “Hadi kalkalım artık, bittim ben,” dedim, Üç sayfa yazmak, bana oldukça uzun ve yorucu bir süreç gibi gelmişti.
Korkut hafifçe gülümsedi. O anki rahat tavrı, beni bir nebze de olsa sakinleştiriyordu. “Ne çabuk yoruldun sen?” dedi, alaycı bir tonda. Sözlerinde şefkatli bir takılma vardı, ama bir o kadar da içten ve koruyucuydu.
“Çabuk mu? Üç sayfa yazdım! Bu benim için rekor, Korkut. Akşam devam ederim,”Korkut hemen itiraz etti. “Akşam devam edemezsin.”
Kaşlarımı kaldırarak ona baktım, şaşkın bir şekilde. “Nedenmiş?”
Korkut, bana doğru eğildi, gözleri bu kez kararlı bir şekilde parlıyordu. “Çünkü ikinci bir buluşmamız var. Başa başa, romantik olandan,” dedi.
Bu sözler beni şaşırttı, ama içimde bir kıvılcımın çaktığını hissettim. Hem heyecan hem de hafif bir korku karışmıştı. “O zaman hemen eve gidip hazırlanmalıyım,” dedim telaşla, içimde bir anlık aceleci bir düşünceyle.
Korkut, bana hayranlıkla bakarak, gözleri parlayarak, “Şu anda da gayet güzelsin,” dedi.
Başımı iki yana salladım, “Hayır, dikkat çekici değilim. Eve gidip hazırlanmalıyım,”
Korkut ciddileşerek gözlerini hafifçe kıstı. “Dikkat çekmeni istemiyorum,” dedi.
“Niye ki?” diye sordum, onu biraz daha kızdırmak, daha da etkilemek için.
Korkut, Mihri’nin duyamayacağı bir şekilde kulağıma eğildi. Sesi alçak, ama bir o kadar da kararlıydı: “İtiraf etmem gerekirse, yüzde yüz ihtimalle kıskanırım,” dedi kısa ve net bir şekilde.
O an kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarptı, ama hiçbir şey belli etmemeye çalışarak omuz silktim. “Ama yine de elbise giyeceğim. Bana ne,” dedim inatla.
Korkut, gözlerindeki ifade değişmeden, daha da ciddileşti. Bu kez ses tonunu biraz daha sertleştirerek, “Soğuk, Kardelen. Üşürsün. İnce ve kısa giyinmek olmaz,” diye uyardı.
Onun bu tavrını tamamen görmezden gelerek bilgisayarımı çantama koydum, ardından Mihri’nin montunu ona giydirip kafeden çıkmaya başladık. Korkut’un göz ucuyla beni izlemeye devam ettiğini fark ettim, ama sanki buna aldırış etmiyormuşum gibi davrandım. İçten içe yüzümde bir tebessüm vardı. Kıskanması hoşuma gitmişti, ama bunu ona söylemeyecektim., o beni düşündükçe içimde bir sıcaklık kabarıyor, bir parça huzur da buluyordum.
Arabaya bindiğimizde, bir anda aklıma geldi: Mihri için kurs başvurusu yapmamıştım. İçimi hafif bir huzursuzluk kapladı. Yan koltukta direksiyonu tutan Korkut’a döndüm.
“Korkut… Mihri için kurslara bakmam gerekiyor. Beraber baksak?” dedim çekinerek.
“Olur,” dedi, gözlerini yoldan ayırmadan.
Arka koltukta oturan Mihri, ona biraz önce verdiğim zeka küpüyle meşguldü. Küpü çevirip çeviriyor, renkleri birleştirmeye çalışırken dudaklarını büzüyordu. O an, çocukluğunun huzurlu sessizliğini bozmamak için fazla konuşmak istemedim.
Korkut’a bildiğim kurs merkezinin yol tarifini verdim. Arabanın içinde ağır bir sessizlik hakimdi.
“Çağdaş’ın… yani iz bulabildin mi?” diye sordum kısık bir sesle.
Korkut’un bakışları bir anlığına sertleşti. “Bu konuyu kapat. Ve o adamın adını anma, Kardelen.”
“Kapamıyorum, Korkut.”
Direksiyon başında hafifçe başını salladı. “İlla inat diyorsun yani…”
“Korkut, ben senin neyinim?” dedim, cevabını bekleyerek.
Kısa bir sessizlikten sonra, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. “Neyim olmamı istersin?”
İçimden öfke ve kırgınlık karışımı bir his yükseldi. “Var ya… pes diyorum sana. Benimle ne olduğunu bile bilmiyorsun ama öpüyorsun, kokluyorsun,” dedim sinirle.
“Biliyorum. Sevgiliyiz,” dedi net bir sesle.
“Müthişsin, Korkut,” dedim alayla. “Yani sevgilin olduğum şimdi mi aklına geldi?” Sesimi yine kısarak, Mihri duymasın diye konuştum.
“Kardelen… başlamayalım tekrardan. Bir kere olsun uslu olsan,” dedi. Bunu söylerken yanağımdan makas aldı.
“Korkut ya, yapma… acıdı!” dedim.
“Çirkinim , uslu dur,” dedi bana Korkut.
“Ben mi? Ya… Ben senin sevgilinim. ‘Güzelim’ demen lazım,” dedim.
“Şımardın mı sen dedi.”
“Kardelen güzeli daha iyi,” dedim
Sonra cama baktım. O sırada Korkut’un bakışlarını üzerimde hissediyordum.
Mihri ise ikimize anlamaz gözlerle bakıyordu.
“Dayı, sen hep Kardelen’i üzüyorsun,” dedi.
“Ömür bana ‘güzelsin’ diyor, hiç ‘çirkinsin’ demedi.”
“Ömür kim?” diye sordu Korkut.
Mihri dudak bükerek, “Dayı saçımı çekti ya ! Ooo, sen hiç beni dinlemiyorsun,” dedi.
“Kardelen, şu çocuğu çıkışa çağır,”
“Saçmalıyorsun. Masumca ‘güzelsin’ demiş Mihri kuşuma,” dedim.
“Neden diyor? Siz ikiniz kafayı yedirteceksiniz bana. Niye… sizi herkes seviyor lan!”
“Başladın… yine başladın,” dedim, gözlerimi devirdim.
“Evet dayı, başladın,” dedi Mihri ve Korkut’a dil çıkardı ve güldü
Mihri gülünce tuhaf hissetim
Korkut da gülmeye başladı.
“Kardelen, gördün mü? Gülüyor boncuk,” dedi Korkut .
“Evet, Korkut gülüyor,” dedim,
Gülümsemek… Mihri’yi güldürmek zordu artık. Son olanlardan sonra kendi kabuğuma çekilmişti Ama şimdi… meleğim gülüyordu.
Onun gülüşü, hem Korkut’u hem beni adeta hipnotize etmişti. Gamzesi vardı ; gülünce yanaklarında beliren o küçük çöküntü… annesinden ona kalan bir şeydi. Saçları ve gözleri annesindendi, gözlerinin mavisi ise babasından.
Arabayı kurs merkezinin önüne yanaştırdığımızda, Korkut arabayı park etti .
Kapıdan içeri girdiğimizde, tatlı gülüşlü, orta yaşlarda bir kadın bizi karşıladı. Ses tonunda samimiyet vardı.
“Hoş geldiniz,” dedi. “Sizi Deniz beyin odasına alayım.”
Koridor boyunca yürürken, Mihri yanımda sessizce adımlarını sayıyor gibiydi. Kapının önünde durduk. Kadın kapıyı çaldı ve bizi içeri buyur etti.
Oda, geniş bir masa, kitap rafları ve dosyalarla doluydu. Masanın arkasında, dosyaların arasında boğuşan bir adam oturuyordu. Başını kaldırıp bize baktı, sonra hızla ayağa kalktı.
O an göz göze geldik.
“Kardelen…” dedi.
Beni nereden tanıyor?
yüzü çok tanıdık ama ismi yoktu yüzü vardı zihnimde bulanık ...
Birkaç saniye düşündüm. “Beni nereden tanıyorsunuz?”
Gülümsedi. “Beni tanımadın mı? Deniz… ben.”
Başımı salladım. “Tanımadım.”
“Tabii… o zaman sen çocuktun. Yıldırer’le okula giderken bizim peşimizde dolaşırdın.”
Abimin çocukluk arkadaşı… Deniz.
Hatırladım.
“Değişmişsin,” dedi, sesinde bir anlam yükü vardı.
“Sen de değişmişsin,” dedim ben de.
“Gözlerinden tanıdım seni,” diye ekledi.
O anda yanımda duran Korkut’un yüzü gölgelenmişti. Deniz’in sözleri ona pek hoş gelmemişti.
“Yıldırer ne yapıyor?” diye sordu Deniz.
Mihri, babasının adını duyunca avucumun içine daha sıkı sarıldı.
Deniz bu defa Korkut’a baktı. Elini uzattı.
“Korkut,” dedi tok bir sesle.
“Memnun oldum,” dedi Deniz.
Korkut başıyla kısa bir onay verdi, gözlerinde mesafe vardı..
Deniz tekrar bana döndü.
“Yıldırer’in telefon numarasını versene. Sosyal medyada bulamadım. Kaç yıl oldu, ne yapıyor şimdi?” dedi.
O an üşüdüğümü hissettim. Abimin adını her duyduğumda olurdu bu; içimden soğuk bir rüzgâr geçerdi. Çünkü abim, benim için bir kıştı. Bir daha yazı gelmeyen bir kış. Açmayan bir çiçek.
Karla kaplı ve hiçbir zaman çözülmeyecek bir yer kalbimde.
Geçmişten birini görmek, sanki abim yeniden acı çekiyormuş gibi hissettirirdi bana.
Ne kadar unutmak istesem de, hayat bana hep ondan küçük hatırlatmalar bırakırdı.
Mihri ise o … anlıyordu, üzülüyordu.
Belki de şanslıydı. Babasını hiç tanımadığı için, onunla anısı yoktu.
Peki bu acısını azaltır mıydı? Belki… belki de hayır.
Ama anısı olsun ya da olmasın, abim hep yaşayacaktı anılarımızda.
Ta ki… bu dünyada onu hatırlayan son insan da gidene dek.
İşte o gün, gerçekten ölecekti.
Bazen unutmak isterdim.
Ailemi, geçmişimi… başka bir evde, başka bir isimle doğmak isterdim.
Peki o zaman da abim olur muydu?
Yine aynı şekilde ölür müydü?
Mutlu anlarımız mutsuzluktan fazla mı olurdu?
Yoksa biz birbirimizi çocukken mi kırardık?
Çocukken bizi ayıran yetişkinlerdi. Çünkü yetişkinlerin kalbi yoktu.
Çocuk kalbi başkaydı; büyümek istemeyen, saf bir kalp…
Benim kalbim, abim öldüğünden beri çocuk kaldı.
Yetişkin bir bedende, küçücük bir kalp taşıyordum.
O kalp az kişiyi alırdı içine ve onları hapsetmek isterdi.
Çünkü sevmek, o kalp için çok büyük bir şeydi.
Birini sevmek… sonra kaybetmek…
Sesini özlemek, yüzünü unutmak…
Hepsi çok zor işlerdi.
Aile olmak, sadece kan bağı değildi.
Ve büyüdüğünde anlardın ki, her aile aynı değildi.
Her evin kendine özgü bir mutsuzluğu vardı.Farklı aileler vardı daha iyisi mümkündü sadece bizim için imkanasızdı anlamıştım kafama vura vura anlamıştım işte
Abim derdi ki: “Şükret, herkesin bir derdi var.”
Ben de şaka yapardım: “Dertsiz olan bizim eve gelsin.”
Ama zamanla anladım… İşte o an büyüyorsun.
Kendi cam fanusunu kurup, sevdiklerini orada saklamak istiyorsun.
Tıpkı özgürlüğü istemeyen bir balık gibi…
Ama o zaman da büyüyemiyorsun.
Acı çekmek… işte o an, sevdiğini ne kadar çok sevdiğini hatırlatır.
Abimi özlerken onu daha çok sevdiğimi fark ettim.
Karşımda oturan Deniz… o fanusumun küçük bir ayrıntısıydı.
Ve bana o eski acıyı hatırlatmıştı.
Ama bir fark vardı: Yanımda elimi tutan Mihri, o acıyı anlıyordu.
Bu yüzden… onu korumalıydım.
Çünkü içimdeki acıyı ona belli edersem, fanustan kaçardı.
Ve onu kaybederdim.
Ben, onun yükünü hafifletmek istiyordum. Ona babasını geri getiremezdim, ama çocukluğunu kaybetmesine izin vermemeye yemin etmiştim.
Çünkü sevdiğin insana benzemek… bazen hayattaki en güzel şeydi.
Farkında olmadan, abime benzemiştim.
Ve bu benzerlik bana mutluluk veriyordu—o kadar ki, korkuyordum. Annemin kızı değil, abimin küçük kız kardeşi olarak kalmak… bu hayatta yaptığım en doğru şeydi.
Sadece baktım. Ne ‘evet’ dedim ne ‘hayır’. O an cevabım suskunluğum oldu.
Korkut, sessizce elimi tuttu.
“Sen Mihri ile kursu gez.Ben konuşurum olur mu ”
Başımı salladım, Mihri’yi yanıma alıp kapıya yöneldim. Arkama bakmadan çıkarken, Deniz’in hâlâ anlam veremeyen bakışlarının üzerimde olduğunu hissettim.
Kurs merkezinin koridorları boyunca ilerledik. Çeşitli sınıflardan piyano, keman ve ritim aletlerinin sesleri geliyordu. Müzik odasının kapısından içeri baktığımızda, Mihri’nin gözleri bir anda parladı.
“Keman öğrenmek ister misin?” dedim.
Başını salladı, parmaklarıyla tellerin üzerinden hafifçe geçti.
Kısa süre sonra, Korkut ve Deniz yanımıza geldiler. Deniz’in gözleri hafif kızarmıştı; belli ki içeride konuşulanlar pek kolay olmamıştı. Mihri’ye baktığında bakışlarında açık bir acıma vardı.Acımasından rahatsız oldum
Eğilip onunla aynı hizaya geldi.
“Merhaba,” dedi
Mihri gülümsedi. “Merhaba. Ben Mihriban… ama diğer adım Mihri.”
“Ben de Deniz,” dedi
Mihri başını yana eğdi. “Ama Deniz kız ismi.”
Gülümsedim. “Erkeklerde de Deniz olur.”
“Hayır,” dedi Mihri ciddi bir ifadeyle. “Bence annesi onu kandırmış.”
“Güzelim…” dedim hafifçe gülerek.
Deniz, Mihri’nin elindeki kemanı görünce gülümsedi. “Öğrenmek ister misin?”
“Evet,” dedi Mihri,
Deniz, kemanı nasıl tutması gerektiğini gösterdi; küçük parmakları tellere yerleşti. O an Mihri’nin yüzündeki heyecan, kısa süreliğine hepimizi aynı duyguda buluşturdu.
Kayıt işlemlerini tamamlamıştık. Ama Deniz’in bakışlarındaki hüznü fark etmemek imkânsızdı.
“Ben üzgünüm,” dedi sessizce. “Hatırlatmak istememiştim… başın sağ olsun.”
Bir an duraksadı, sonra devam etti:
“Yıldırer… iyiydi. Bu dünyadan gitmesini isteyeceğim biri değildi.”
“Nereden bilecektin? İyiler de ölür,” dedim.
Deniz, başını iki yana salladı. “Ama… ondan önce ölmesi gereken insanlar vardı.”
Gözlerimin içine baktı. Babamdan ve annemden bahsettiğini anlamıştım.
Başımı burukça salladım. “Evet… ölmesi gerekenler vardı.”
Sonra bakışlarını Mihri’ye çevirdi. Korkut, Mihri’ye müzik aletlerini tanıtıyordu.
“Kızı,” dedi Deniz.
“Evet,” dedim, “güzeller güzeli kızı.”
Deniz hâlâ Mihri’ye bakıyordu.
“Yıldırer biliyor muydu? Yani… kızını gördü mü?”
“İnan… görmesi için bu hayata neleri feda etmezdim.”
“ o adam...Korkut… yani… nasıl anlaşıyorsunuz? Sessiz biri.”
“Bir şekilde anlaşırız biz.”
“Soğuk biri sanki. Bu kız yanında nasıl sağlıklı biri olabilir ki? Bence almalısın velayetini.”
“Saçmalama Deniz. Ben onları nasıl ayırayım? Ayrıca… annesi hayatta. Anladın mı?”
“Anladım ama… bence mantıklı ol. Bu adam mahveder kızı. Senin yanında iyi olur.”
“Benim yanımda iyi olmaz. Bizim yanımızda iyi olabilir. Ben, Belin, Korkut… anladın mı? Ve en çok da annesi… hayatımız hakkında bilmeden yorum yapma.”
“Affedersin… sadece…”
“Bak, şunu bil. Mihri iyi. Annesinin yanında olacak. Yakında her şey yoluna girecek.”
Deniz sustu bir süre. Sonra gülümsedi.
“Ben amcasıyım değil mi?”
Güldüm. “Mantıken… evet. Tebrikler.”
“Peki amca olarak ne yapmam gerekiyor?”
“Şimdilik bir şey değil. Günün birinde borç para isterse verirsin. Tüm amcalar borç para verir.”
“İnsancıl biri olduğunu söylediler mi sana, Kardelen?”
“Ben de buyum işte.”
Bir süre sessizlik oldu. Sonra Deniz, “Uzun zaman oldu,” dedi ve derin bir nefes aldı. “Seni ve Mihri’yi yemeğe davet etmek istiyorum. Olur mu, bugün?”
Cevap verecekken arkamdan gelen ses beni durdurdu.
“Başka planlarımız var,” dedi Korkut.
Sesinin tonu, cümleden çok bir hüküm gibiydi. Deniz, ikimize baktı; sanki aramızdaki ilişkiyi anlamaya çalışıyordu.
“Anladım,” dedi.
“Başka zaman için söz ver… birbirimizi kaybetmeyelim bir daha. Yıldırer ve sen… hatırlamasan da iyiydik. Unutmazdık biz. Şimdi…”
Korkut’a baktığımda, Deniz’den rahatsız olduğu belliydi. Ama ben… emin değildim. Deniz iyiydi.
Deniz, tekrar Korkut’a döndü:
“Aranızdaki ilişkiyi anlamayacak kadar zeka geriliğim yok. Kardelen ile kardeş gibiyiz. Abisi neyse, ben de öyleyim. Benimle görüşmesini kısıtlayamazsın .”
Korkut umursamaz bir ifadeyle karşılık verdi:
“Görüşmenize karışamam. Ama Kardelen’i kardeşin gibi gördüğüne memnun olduğumu söylemem gerek … ona hayran olan biri daha eksildi.”
Korkut’un bu sözleriyle utandım.
Deniz kahkaha attı.
“Kardelen, çok şanslısın anlayışlı bir erkek arkadaşın var” dedi.
“Tabii, ne demezsin Deniz,” dedim hafif bir tebessümle.
Ofisinde çay eşliğinde sohbet ettik. Enteresan bir şekilde, Korkut ve Deniz iyi anlaşmıştı.
Deniz’le konuşurken, evlendiğini ve boşandığını anlattı. Eşinin kızını pek göstermediğini, aralarında çözülemeyen sorunlar olduğunu söyledi.
Korkut ile o kadar koyu bir sohbete dalmışlardı ki, beni unutmuşlardı. Erkeklerin neden konuyu hep futbola ve siyasete bağlamadan rahat duramadıklarını anlamıyordum.
Deniz’le vedalaştık
Deniz gülerek, “Hadi gel bakalım Kardelen, şöyle sıkı bir sarılayım,” dedi.
Tam kollarını açmıştı ki, Korkut hemen bir adım öne çıktı.
“Yok yok, o kadar da değil…”
Ama Deniz umursamadı, bana inadına daha sıkı sarıldı.
“, rahat ol, kardeş sarılması bu,” dedi göz kırparak.
Korkut’un kaşları çatıldı. “Senin kardeş tanımını bi’ ara konuşalım biz.”
Ben gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum.
“Tamam Korkut, sakin ol… sadece sarıldı.”
“Sadece mi? dedi huysuzca
Vedalaşma faslından sonra yürümeye başladık, ama Korkut hâlâ homurdanıyordu.
“Bundan sonra vedalaşırken el sıkışma usulü,” dedi, suratını buruşturarak.
Ben de Mihri’nin elini tutup önden yürüdüm
, “Sen tam bir dağ sığırcığısın, Korkut!” dedim.
Arkamdan iç çektiğini duydum ama umursamadım.
Mihri, kıkırdadı, “
kurs merkezinden çıktık.
Dışarı adım atar atmaz rüzgâr saç tellerimi savurdu.
“Korkut, kaba olmak zorunda mısın?” dedim.
“Sen de bu kadar…” diye başladı, ama cümleyi yuttu.
“Madem başladın, bitir,” dedim meydan okuyarak.
Bana baktı, gözlerini hiç kaçırmadan:
“Seni neden seviyorlar?”
Omuz silktim. “Nereden bileyim ben? Sen de beni seviyorsun. Cevabı senin bilmen lazım, değil mi?”
Birkaç saniye sustu. “Biliyorum,” dedi sonunda. “Çünkü… güzelsin.”
Kaşlarımı kaldırdım. “Bu kadar mı? Sadece güzel olduğum için mi yani?”
“Kalbin de iyi,” dedi. “İçinde küçücük bile olsa siyah bir nokta yok.”
Kahkaha attım. “Ben de insanım, abartma. İstersem kıskanabilirim, yalan da söyleyebilirim.”
“Peki neden sende kötülük göremiyorum?” dedi, yine o bakışıyla.
Yüzüme biraz daha yaklaştı. Gözlerim kapanmak üzereydi, öpeceğini sandım.
Ama hiç beklemediğim bir hareket yaptı: Saçımdaki tokayı bir hamlede çekip aldı. Saçlarım omuzlarıma döküldü. Tokayı bileğine taktı.
“Böyle daha iyi,” dedi.
“Korkut…”
“Efendim?”
“Sana onlarca küfür biriktirdim, ama dua et seni seviyorum, yoksa…”
“Yoksa?” diye sordu, “Bu öküz hallerine zor katlanırdım,” dedim, sinirle yanından uzaklaşarak.
Arabaya bindik. Mihri arka koltuğa oturur oturmaz emniyet kemerini taktı. Ben de ön koltuktan ona dönüp havadan bir öpücük gönderdim. Mihri gülümsedi, kemanını kucağına aldı.
Korkut motoru çalıştırırken, Mihri neşeyle söze girdi:
“Dayı, Kardelen saçını kesecek. Ben de yarın saçlarımı kestireceğim.”
Korkut direksiyonun başında bana baktı, bakışları saçlarımda gezindi.
“Boncuk… ikiniz de saçınızı kesmiyorsunuz,” kararlı bir tonla.
“Hayır, kesiyoruz,” dedim sakince.
“Evet dayı, çok uzadılar. Kurutamıyoruz, kafam üşüyor,” diye destek çıktı Mihri.
“Sen kes,” dedi Korkut, gözlerini yola çevirip, “Ama Kardelen kesmiyor.”
Mihri hemen atıldı. “Hayır, o da söz verdi bana.”
“Evet, kesiyorum,” dedim bu kez net bir ifadeyle. “Omuz hizasında olacak.”
Korkut başını hafifçe bana çevirdi. “Kardelen…”
Cevap vermedim.
“Konuş,” dedi.
Kaşlarımı kaldırdım. “Tebrikler… ilişkimizde yeni bir level atladık. Artık bana ‘konuş’ diyorsun.”
Gözleri kısıldı. “Seni tatmin etmek zor.”
Gülümsememi gizlemedim.
“Sanki sen her şeyden memnunsun da… bir de bana laf sokuyorsun.”
Korkut, direksiyon başında hafifçe yana kayıp Mihri’ye baktı.
“Boncuğum, gözlerini kapatıp yirmiye kadar sayar mısın?”
“Neden dayı?” dedi Mihri merakla.
“Sen kapat boncuğum, oyun bu,”
Mihri istekle başını salladı, gözlerini kapattı.
“Bir… iki… üç…”
Bir hamlede bana yaklaşıp dudaklarıma kapandı.
Üst dudağımı dişlerinin arasına alıp sertçe çekti; sanki koparacak kadar kararlıydı.
Öpüşü, telaşlı değildi ama baskındı; direksiyon hâlâ onun ellerindeydi,
Nefesim kesildi, kalbim göğsümden çıkacak gibiydi.
Kendimi geri çektiğimde dudaklarımın yanmaya başladığını hissettim.
“Sen… kafayı mı yedin?” dedim nefes nefese.
Korkut, gözlerini yoldan ayırmadan dudak kenarında belli belirsiz bir gülümsemeyle,
“Beni sen delirttin,” dedi.
“Kaza yapacağız, kudurdun mu ya ?” dedim, kolunu çimdikleyerek.
Mihri ise hâlâ sayıyordu, habersiz.
“On dokuz… yirmi…”
Mihri gözlerini açtı.
“Bu nasıl oyun dayı? Hiçbir şey olmadı ki.”
Korkut’un dudak kenarındaki gülümsemeyi gördüm.
“Mihri’m,dayın oyun oynamayı bilmiyor. Ona öğretiriz, güzelim, sonra.”
Gözlerimi kısıp fısıldadım:
“İntikamımı alacağım.”
Korkut direksiyona dönerken dudak kenarındaki gülümseme daha da belirginleşti.
“Bana karşılık vereceksen,” dedi, “zevkle beklerim.”
Korkut, apartmanın önüne geldiğimizde arabayı durdurdu ve anahtarını cebine koyarak gözlerini Mihri’ye çevirdi. “Ben burada beklerim,” dedi,
Mihri’nin tepki vermesi an meselesiydi. Hemen başını çevirip, Korkut’un söylediklerini duymazdan gelerek, “Ben de gelsem ne yapacaksınız ki?” diye sormaya başladı, huysuzca.
Korkut, sabırlı bir şekilde Mihri’ye baktı, ama gözlerinde tatlı bir şefkat vardı. “Boncuğum, ama işimiz var, söz, diğer sefere seni yanıma alırız, olur mu?” dedi, sanki minik bir pazarlık yapıyormuş gibi.
Mihri, gözlerini devirip dudaklarını bükerek, “Hayır, ben de gelicem,” diye inat ettiğinde, yüzündeki o ciddi ifade bir anlığına gülümsetti beni.
Korkut ise sabırla eğildi, onunla göz hizasına gelerek yumuşak bir ses tonuyla konuştu:
— “Boncuk gözlüm, gideceğimiz yer çocuklara uygun değil. Hem sıkılırsın, hem de seni yorar.”
Mihri yine homurdandı, gözlerini kaçırarak yerdeki halının desenlerine baktı. Tam ağlamaklı olacağını düşünürken ben devreye girdim.
— “Mihrim… Hani bu akşam Özlem’le animasyon izleyecektiniz? Üstelik patlamış mısır da vardı
Bir an düşündü. Dudakları azıcık kıpırdadı. Direniyordu ama aklı çelinmişti.
Sonra içini çekip, başını hafifçe salladı.
Uzun uzun konuşmaların ardından, nihayet ikna olmuştu.
Korkut’un boynuna sıkıca sarıldı, küçük elleriyle onun ensesine tutunarak vedalaştı.
— “Ama çabuk dönün, tamam mı?” dedi ciddi bir ifadeyle.
başını salladı.
— “Söz boncuğum.”
Kapıyı açıp içeri girdik. Neyse ki, Özlem evdeydi. Bu, Mihri’nin yanımda kalabileceği anlamına geliyordu. Mihri, Özlem’i görünce hızla ona koştu, seninle film izleyeceğiz buz devri ne olur lütfen !” diyerek gülerek ona sarıldı.
,“Cadı, bugün fazla mı mutluyuz?” dedi Özlem, Mihri’nin yüzündeki neşeyi görünce gözlerini kısmıştı, bir şeyler sezinlemişti kesin.
Mihri ise yerinde duramayan bir heyecanla zıplayarak cevap verdi:
— “Evet! Kardelen ve dayım evlendi çünkü!”
Özlem’in gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Şok olmuş halde bana çevirdi bakışlarını. Ardından, kısık ama panik dolu bir sesle fısıldadı:
— “Umarım Mihri’yi bana kitleyip… gerdeğe gitmiyorsunuzdur?”
Gözlerimi devirdim, gülmemek için dudaklarımı ısırdım.
— “Özlem, var ya… Sen iflah olmazsın!”
Ama o, hala ciddiydi. Kaşlarını çatmış, sorunun cevabını bekliyordu.
— “Ne evliliği bu? Siz ne zaman… Yani ciddi misiniz ..ıı çeyrek takmam gerekiyor mu maaşımı daha almadım ve fakirim gram takabilirm ve ayırca kudurnuz mu hamile falan mısın ben teyze olmam haberin olsun ve düğünde senin nedimen kim olacak kuruyemişleri birinin saklaması gerekiyor ”
— “Uff! Hayır evlilik falan yok. Mihri kendi kafasında senaryoyu yazdı. Sonra anlatırım, şimdi gerçekten zamanım yok.”
Özlem arkamdan hâlâ söyleniyordu. Mihri ise, gülüyordu
Makyaj masasında, rimel fırçasını kirpiklerime sürerken, Özlem’e Elif’le yaşadığım tatsız günü anlattım.
“Zamanıma yazık… Özlem, ya bana yaptığı her kötülük için kendimde bir neden aradım oysa.”
Özlem, aynadaki yansımamdan gözlerini çekmeden kaşlarını çattı.
“Ben hep ne diyorum Kardelen… artık anla. Biraz bad girl olabilirsin, okey? İyiler sadece kitaplarda, filmlerde kazanıyor. Yani zorba ol, ağzına sıç demiyorum… ama kendi değerini bil. Bu önemli. ‘Hayırdır’ de. Sen kime laf atıyorsun ya? Elif düzgün pabuç değil… mal
Bir erkeğe güvenemezsin. Bu baban olsa bile. Ve ayrıca…” diye duraksadı, gözlerini kısıp hafifçe güldü,
“…benim büyük büyük nenem ne der, bilir misin? Hiç unutmam.”
“Ne der, Özlem?” dedim merakla.
“Şeytanı borca sik . kimseye acıma yani millet senden korksun , herkes dişini geçirecek birini arıyor saf olma ya
“Yuh!” dedim, kahkaha atmamı zor tutarak.
Omuz silkti. “Ne yapayım… nenem biraz queendir. Kadın yüzyıllar öteden akıl veriyor bize.”
.Sözleri kafamda yankılanırken, hazırlık telaşının arasında mutfağa geçtim.
Ocağa, önceden buzdolabına koyduğum yemekleri yerleştiriyordum ki, Özlem kapıdan belirdi.
Ellerini beline koyup hafifçe yan kafasını salladı.
“Kardelen, ilk kez Mihri’yle yalnız kalmıyorum… sakin ol,” dedi, dudaklarının kenarında hafif muzip bir gülümsemeyle.
Bir an gözlerim Özlem’e takıldı. “Biliyorum ama elimde değil, anne gibi hissediyorum kendimi,” dedim, biraz içimi dökerek.
Özlem’in gülümsemesi daha da büyüdü. “Hadi hadi, bekletme sevdiceğini, adam yanıyordur şuan ” dedi, bakışları hafifçe alaycıydı, gözlerimi ona diktim. “, edepsiz!” diye uyardım,
- “Ne dedim ki ben? Edepsizlik mi yapacaksınız yoksa ?” diye araya girdi.
“Pes, cidden pes,” diyerek söylendim,
Korkut’a inat, elbise giymeyi çok istememe rağmen havanın soğuk olduğunu kabul ettim. Sadece makyajımı tazeledim ve bir süre önce hazırladığım saçlarımı son bir kez gözden geçirdim. Mihri’ye yanaşıp, ona sarıldım ve öperek, “Sakın Özlem’i çok yorma, tamam mı meleğim?” diye fısıldadım.
Mihri, kafasını sallayarak bana, “Söz, üzmücem, sütlaçla yemek yiyip ödev yapacağız,” diye cevap verdi
Mihri’yi son kez öpüp, “Aferin benim güzelime,” diyerek ona gülümsedim. Ardından kapıyı kapatıp, evden çıktım. Korkut beni bekliyordu, ve bu akşam için içimde farklı bir heyecan vardı. .
Aşağı indiğimde, Korkut arabada beni bekliyordu. Yüzünde her zamanki o sessiz, ağırbaşlı ifade vardı.
Arabaya bindiğimde yüzümde istemsiz bir tebessüm oluştu. Koltuğa yaslanırken ona döndüm.
“Hadi bakalım,” dedim neşeli bir sesle, “Nereye kaçırıyorsun beni bu gece?”
Korkut başını çevirmeden, yola bakarak hafifçe gülümsedi.
“Bilmemem ” dedi, sesi kalın ve dingindi. Bir tek kelime, ama yüreğimde kıpırtılar yarattı.
Tam o anda, radyodan usulca bir melodi yükseldi.
"Gönülden Kalbe Severken Gitti..."
Şarkının ilk notaları arabanın içine dolarken, zaman bir anlığına durdu sanki. Yolun karanlığında yalnızca bu şarkı ve kalbimizin atışları vardı. Gözlerimi cama çevirdim; şehir ışıkları geride kalmış, yerlerini sonsuz bir karanlığa ve nadiren parlayan yıldızlara bırakmıştı.
Korkut sessizdi, ama hissettiriyordu; direksiyonu sıkıca kavrayan parmaklarından, zaman zaman bana kayıp hemen geri kaçırdığı bakışlarından... sanki o da bu geceyi benim kadar kalbinde taşıyordu.
"Gözlerinden belli bir gün gideceğin..."
İçim burkuldu. Sanki bir an, o anı yaşamak zorunda kalacakmışız gibi hissettim. Yanımda olduğu halde özlemini duydum.
Derin bir nefes aldım, sessizliği bozmak istemedim. Gözlerim doldu ama hemen başımı çevirdim, ona göstermek istemedim.
Yavaş yavaş şehir tamamen kayboldu. Yol, karanlık bir orman yoluna döndü. Sadece arabanın farları önümüzü aydınlatıyordu. Sonunda Korkut arabayı kenara çekiti
Korkut arabadan indi ve kapımı açmak için yanıma geldi. Kapıyı açarken parmak uçlarıyla hafifçe elime dokundu, tüylerim diken diken oldu.
“Bana güven,” dedi kısık bir sesle. “Bu geceyi asla unutmayacaksın.”
Elimi nazikçe tuttu. Avuç içi sıcaktı ve bu sıcaklık gecenin soğuğunu unutturuyordu. Birlikte yürümeye başladık.
Sonunda küçük bir açıklığa vardık. Karşımda bir çardak yükseliyordu; minik ışıklar dallara sarılmış, geceyi yıldızlar kadar parlak kılmıştı. Çardağın altında bir masa hazırlanmıştı. Özenle seçilmiş yemekler, küçük ısıtıcılar ve birkaç sıcak battaniye vardı. Bir kenarda çıtırdayarak yanan bir ateş,
Gözlerim büyümüştü. Bir an nefes almayı unuttum.
“Burası…” dedim, boğazım düğümlenmişti. Kelimelerim bu güzelliği anlatmaya yetmiyordu.
Korkut ellerini cebine soktu, başını hafifçe eğdi.
“Beğenmediysen…” dedi, sesi biraz tedirgindi. “Bir restoranda da rezervasyonum vardı. İstersen hemen oraya geçebiliriz. Şaşkınlıkla ona döndüm. O an yüzündeki mahcup ifadeyi görünce, kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu.
Küçük bir adım attım, aramızdaki mesafeyi kapattım. Parmak uçlarımla hafifçe montunun yakasını tuttum.
“Sana bir şey söyleyeyim mi?” dedim fısıltıyla.
“Bu gece... hayatımda yaşadığım en güzel gece olacak kimse beni daha önce düşünmemişti böyle yani senin gibi işte ...
. Gözleri gözlerime kilitlendi. Sonra, usulca elini yüzüme kaldırdı. Parmak uçlarıyla yanağımı okşadı, sanki dokunmaya kıyamıyordu.
“Senin için mükemmel olsun istedim,” dedi alçak bir sesle. “Gözlerim doldu, ama bu kez saklamadım. Ona doğru eğilip kollarımı boynuna doladım. O da tereddütsüz sarıldı bana. Sıcak, koruyan, sarsılmaz bir sarılış.
Göğsüne yaslandığımda kalbinin güçlü atışlarını duydum.
Başımı kaldırdım, hafifçe gülümsedim.
Korkut’un bana sarılışı, sanki yıllardır kaybettiğim bir parçanın sonunda yerini bulması gibiydi. Sıcacıktı… Güvendeydim, kollarını gevşetmeden yüzüme eğildi. Başımı hafifçe geriye çekip gözlerinin içine baktım. O an göz göze geldik.
Beni izliyordu… Öylece… Duru, sessiz ve sadece beni gören bir bakışla.
Bir şey söylemeye çalıştım ama kelimelerim boğazıma düğümlendi. Onun gözlerinde kaybolurken, dudaklarım titredi. Sadece hissettim. Ve hissettiklerim bana yetti.
Yanağına hafif bir öpücük kondurdum.
“Teşekkür ederim,” dedim zar zor.
Ama o... Gülümsedi, gözlerini kıstı.
“Bu kadar mı?”
Şaşkın bir bakış attım.
… yetmez güzelim,” dedi, sesi tıpkı bir iç çekiş gibi, kısık ve sıcak.
“Korkut, arsızlık etme,” dedim hafifçe iterek ama çoktan onun cazibesine yenilmiştim.
Bir adım daha yaklaştı. Gövdesi gövdeme değdiğinde, teninden yayılan sıcaklık içime aktı. Gözümün önünde dudağının kıyısı kıpırdadı. Dudaklarımızın arasında yalnızca bir nefeslik mesafe kalmıştı.
Sonra... O mesafe yok oldu. Dudakları usulca değdi dudaklarıma.
İlk dokunuş , tereddütlüydü. Ama o anda, dünyada sadece ikimiz vardık. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, göğsümden dışarı fırlayacak gibiydi.
Tam geri çekilecekken, yüzümü avuçlarının arasına aldı. Bakışlarında bir kararlılık, bir yangın vardı. Gözlerini gözlerime sabitledi. Ve sonra... dudaklarını tekrar dudaklarıma bastırdı.
Bu sefer daha derin... daha yavaş... daha açgözlü.
Alt dudağımı dudaklarının arasına aldı, nazikçe ısırdı. Bir iç çekiş bıraktım aramıza. Tüm vücudum ona doğru çekildi, kontrolüm yoktu.
Parmak uçlarım, kazağının yakasına tutunmuştu. Sanki düşecekmişim gibi. Dizlerim boşalmıştı. Dudaklarının kıvrımı, nefesinin sıcaklığı, teninin kokusu... Hepsi aklımı başımdan alıyordu.
Öpücüğün ritmi değişti. Önce yumuşaktı... sonra daha tutkulu. Daha sert... daha hızlı. Dudaklarımız arasında yanan ateş büyüdü. Arada nefes almak için ayrıldığımız anlarda, dudaklarımız hala birbirine sürtünüyor, bir sonraki temasa hazırlanıyordu.
Dilini usulca dudaklarımın arasına sürerken, nefesim kesildi. Tüm vücudum irkildi ama asla geri çekilmedim. Kalbim onunkiyle aynı ritimde atıyordu.
Ellerim artık omzundaydı, sonra boynuna, saçlarına... Dokunmadan edemiyordum. Dudakları, nefesleri, kokusu... İçime işliyordu.
Zaman durmuştu. Öpüşürken, yalnızca bedenlerimiz değil, ruhlarımız da birbirine dokundu.
Sonunda, ikimiz de tükenmiş gibiydik. Ayrıldığımızda, dudaklarımız hala birbirinden kopamıyor gibiydi. Göz göze geldik. Soluk soluğaydık.
derin bir nefes aldım. Göğsüm inip kalkarken, dudaklarım hala onunkinden aldığı ısıyı taşıyordu.
“Ne yapıyorsun bana ?” diye fısıldadım. Sesim titriyordu.
O ise yüzümdeki saçı usulca arkaya itti.
“Beni yaşatıyorsun,.. gerçekten yaşatıyorsun.”
Çardağa vardığımızda, sanki başka bir dünyaya adım atmıştık.
Masada özenle yerleştirilmiş atıştırmalıkların arasında, rengârenk yumuşak şekerler gözüme çarptı. Çocukça bir hevesle birkaç tanesini bir çubuğa taktım. Korkut beni izlerken gülümsüyordu. Çubuğu ateşe tuttum; şekerler hemen kabarıp kızarmaya başladı. . Şeker yanmadan çektim ve hafifçe üfleyerek bir ısırık aldım. Tam o sırada Korkut, yavaş adımlarla yanıma geldi. Elinde bir battaniye vardı. Sessizce sırtıma örttü, elleri omuzlarımda birkaç saniye fazladan durdu; sanki bu küçük temasta bile hislerini gizlice aktarmaya çalışıyordu.
Şeker çubuğundan bir parça koparıp, gülümseyerek Korkut’a uzattım. Gözlerinde o tanıdık sıcak tebessüm belirdi.
ısırık aldı. Bir an göz göze geldik. Gözlerindeki bakış, sanki bu geceyi, bu anı sonsuza dek saklamak ister gibiydi.
Sohbete başladık. Genellikle ben anlatıyordum; içimdeki her düşünce, her heyecanlı anı döküveriyordum kelimelere. Korkut ise arkamdan sarılmış, bir eliyle saçlarımı usulca okşuyordu. Saç tellerimi parmakları arasında nazikçe dolaştırırken, sıcak nefesi boynuma hafif hafif değiyordu dudakları boynumu seviyordu sanki Bir an duraksadım ve hafif alıngan bir sesle sordum:
“Korkut, beni dinliyor musun?”
Başını hafifçe yana eğdi, yüzünde dingin bir gülümseme vardı.
“Dinliyorum, anlat sen,” dedi. Sesi o kadar samimi, o kadar sıcak geldi ki içim yumuşadı.
Gözlerim parladı. Heyecanla döndüm ona.
“Yarıyıl tatilinde bir yere gitsek ya,” dedim. “Sen, ben ve tabii ki Mihri... Deniz kenarında bir yer olur mesela, Ne kadar güzel olur, değil mi?”
Korkut biraz duraksadı, sonra yumuşak ama mesafeli bir sesle yanıtladı:
“Bakarız o gün geldiğinde.”
Sözleri kalbimde küçücük bir burukluk yarattı. Heyecanla anlattığım hayal, bir anda sanki avuçlarımın içinden kayıp gitmişti. Kaşlarımı hafifçe çattım.
“Şu an bütün heyecanımı aldın resmen...”
O an, Korkut kollarını daha sıkı sardı etrafımda. Başımı omzuna yasladım istemsizce.
“Hevesini kırmak istemedim,” dedi. “Sadece... o gün geldiğinde belki istemezsin diye düşünüyorum.”
Başımı hızla kaldırıp ona baktım.
“Ne demek istemem? Yanında olmak her zaman isteyeceğim şey,” dedim. Sesimde hafif bir kırgınlık vardı.
“Bakma öyle mahzunca... Ben mutluyum, Kardelen. Ama... sana yaklaşırken bile iki kez düşünüyorum. Seni incitmeden, canını yakmadan sevmek istiyorum. Kendi içimde susturamadığım korkularım var.
Sözleri yüreğime işledi. İçimde bir yer sızladı. Sadece onun sıcaklığına sığındım.
Sonra hafifçe gülümseyerek konu değiştirdim.
“Şu an tatlı bir aşk böcüğüne dönüştün, farkında mısın?” dedim, şakacı bir ses tonuyla.
Korkut gözlerini devirdi
“Bir böcük olmadığım kalmıştı, Kardelen...”
Kıkırdadım. Kahkaham tam çıkmadı çünkü o anda Korkut birdenbire kucağına aldı beni. Hiç hazırlıklı değildim. Havadaki tüm oksijen bir anda boşaldı sanki; nefesim boğazıma takıldı. Küçük bir çığlık döküldü dudaklarımdan ama o çığlık... utancımdan değil, şaşkınlığımın içindeydi.
Refleksle kollarımı boynuna sardım. Omuzları sertti, ama bir o kadar tanıdık. Varlığı, içimde kaynayan bir şeyleri alevlendiriyordu. Yüzüm yanmaya başladı; yanaklarım sıcaktı, avuç içlerim terlemişti. Utanıyordum.
“Bırak beni,” dedim ama sesim, söylediklerime ihanet eden bir kırılganlıktaydı.
“Bırakmam,” diye mırıldandı.
Dudaklarının arasından dökülen o iki kelime, içime işledi. Sesi yavaş ama kararlıydı. Kulağımda değil, kalbimin tam içinde çınladı.
“Korkut… utanıyorum,” dedim, başımı omzuna gömerek.
Elim, kendi iradem dışında boynuna uzandı. Tenine dokunuyordum. Parmak uçlarımda onun sıcaklığı, nabzı, nefesi… her şeyi vardı. Onunla bir bütün gibi hissediyordum.
“Sen ve utanmak Kardelen Hanım?” dedi, dudaklarının kenarında o meşhur, tehlikeli gülümsemesiyle.
“Evet, ben utanıyorum,” diye fısıldadım.
“Benim yanımdayken fazla cesursun oysa.”
“Çünkü o cesaret… sadece seninle alakalı ”
Sevmek… cesur insanların işiydi.
Ve Korkut… beni cesur yapmıştı.
Yoksa, bir insanı sevmek akıl kârı değildi. Hele ki benim gibi, sevmeye üşenen biri için… çok daha zor bir işti.
.Gözlerinde bir kıvılcım parladı. Bir şeyler değişti, bir şeyler alev aldı. Eğildim ve boynuna hafif bir öpücük kondurdum. O anda, teni dudaklarımda yankılandı. Kokusu… dokunuşu… yakıcıydı.
“Sonra ‘bırak’ diyorsun…” dedi. Sesi alayla karışıktı ama altında bastırılmış bir arzu vardı. “Peki, şu an… sana ne yapmamı istersin,
Başımı hafifçe yana çevirdim, göz göze geldik. Nefesim daralmıştı ama gözlerim kaçmıyordu ondan
“Bilmem,” dedim usulca. “Sevebilirsin mesela…”
“Nasıl sevmemi istersin?”
“Nasıl sevmen gerektiğini biliyorsun… sevgilim.”
Boynuna bir öpücük daha kondurdum. Bu defa daha uzun, daha kararlı. Parmaklarım ensesinde gezindi. Derin bir nefes aldı, ciğerleri ısınıyor gibiydi. Eli belime kaydı, bedenime daha yakın çekti beni. Artık aramızda boşluk kalmamıştı.
“İmtihansın sen bana,” diye fısıldadı, sesi boğuk ve karanlıktı.
“Alınıyorum,” dedim
Bana baktı uzun uzun. Dudaklarını hafifçe araladı, sonra kısık bir sesle konuştu:
“Sen… bu günlerde fazlasıyla mı güzelleştin?”
Alayla kaşlarımı kaldırdım.
“Eskiden çirkin miydim yani?”
“Yine başladın…” dedi. Gözleri gülüyordu ama bakışları… bakışları tenimin en gizli yerlerine dokunuyordu adeta. “Ama bu gece seninle tartışmayacağım.”
Elini yanağıma koydu, parmaklarıyla çenemi kaldırdı. Gözlerim onun gözlerinde, nefesim dudaklarında kilitliydi.
“Teninin her zerresini sevmek istiyorum,” dedi, sesi artık fısıltı bile değildi, saf bir arzu. “Sadece sen özlemedin, Kardelen. Sadece sen yanmıyorsun…”
Çardağın içine taşımıştı beni, ben ise dudaklarına bakıyor, yutkunuyordum.
Loş ışık altında, ahşap zeminin çıtırtısı bile usulca susuyordu.
Gözünü şarap şişesine çevirdi.
bir kadeh aldı eline, şarabı usul usul doldurdu. Camın içinde dans eden koyu kırmızılık, neredeyse büyüleyiciydi.
Sonra o kadehi bana uzattı.
Avuçlarım, onun parmaklarının değdiği yerden sıcaklığı çekip aldı.
Gözlerinde, sessiz bir sevgi vardı. Gürültüsüz ama sarsıcı bir bakış.
“Vücut ısın yükselir,” dedi hafif bir tebessümle.
Oysa ben çoktan yanmaya başlamıştım.
Avuçlarımın içi nemliydi.
Parmak uçlarım kadehi zor tutuyordu.
Dudaklarımı kadehe götürdüm, küçük bir yudum…
Tadı, ilk anda keskin bir sürpriz gibiydi. Dilimin üzerinde yavaşça yayıldı, genzime doğru ilerledi. Yüzüm hafifçe buruştu. Şarabın diliyle konuşmaya alışkın değildim.
Korkut bunu fark etti.
Hiçbir şey demeden kadehi elimden aldı. Dudaklarının kenarında bir kıvrım belirdi. Kalanı bir nefeste içti.
Sonra…
Bir eliyle saçlarıma uzandı.
Parmak uçları saç tellerimin arasına karıştı, nazikçe geriye doğru süpürdü. O temas...
Sanki bütün benliğim onun avucuna bırakılmış gibiydi.
Ve o an…
Yavaşça bana doğru eğildi.
Hiç acele etmeden.
Sanki zamanın da kalbini yoklayarak...
Ve sonra dudakları, dudaklarıma dokundu.
İlk anda hafif bir ürperti…
Ardından derin, sahiplenen, sözsüz bir kabul.O anda, şarapla karışan bir başka tat vardı. Dudaklarımız, ellerimiz, kalp atışlarımız… Hepsi birbiriyle iç içe geçmişti. Benim vücudum, onun vücudu
Titreyerek karşıladım onu.
Gözlerim kapandı, içimdeki yangın genişledi.
Tenimle teni buluşmamıştı belki ama… ruhlar zaten çoktan sarılmıştı birbirine.
Ateşin sıcaklığı mıydı bu?
Yoksa onun teninden yayılan o büyülü sıcaklık mıydı, bilmiyordum.
Ama emin olduğum tek bir şey vardı:
Sadece o vardı.
Ve ben…
İlk kez hiçbir yerden kaçmak istemedim.
Ayağa kalksam bile adımlarımı kontrol edemezdim artık. İçimdeki kıvılcım çoktan alev almış, bedenim onun sıcaklığına teslim olmuştu. Öpücüğüne karşılık verdim; ruhum, kalbim ve tüm varlığım onun dokunuşlarına açılmıştı. Tüm dünya silinmiş, sadece Korkut ve ben kalmıştık. Daha fazla sokulmak, dokunuşlarında kaybolmak istiyordum.
Parmakları usulca kazağımın altına süzüldü. Tenime değdiği anda vücudum bir elektrik gibi ürperdi. Elleri belimde gezindi, sonra hafifçe sütyenimin kopçasında duraksadı. Bakışlarımı ondan kaçırmadım; sadece başımı hafifçe eğerek, suskun bir onay verdim. O küçücük hareketle bütün benliğimi ona açmıştım.
Kopça çözüldüğünde, bedenim kadar ruhum da onun ellerinde çözülmüş gibiydi. Kazağımın altındaki sütyen, masanın üzerine usulca bırakıldı. Utanç mı? O an tüm mahcubiyetim ateşe atılmıştı. İçimde yankılanan tek bir his vardı: Ona ait olma arzusu.
Korkut dudaklarımı tekrar buldu. Öpücüğü bu kez daha tutkuluydu; susamış bir adam gibi beni içine çekiyordu. Ellerinin sıcaklığı tenime dokunduğunda, kalbim göğsümde çırpınan bir kuş gibi çarpmaya başladı. Parmak uçları yavaşça göğsüme ulaştığında nefesim kesildi. İçimdeki bütün direnç, tek bir dokunuşunda eriyip kayboluyordu.
Sonra durdu. Gözlerimin içine baktı. Bakışlarında sessiz bir soru vardı; “Devam edelim mi?” der gibiydi.
Bu kez cevabımı kelimelerle değil, dudaklarımı onun dudaklarına kapatarak verdim. Ona sarıldım, ona tutundum; sanki dünyadaki tek gerçek oydu artık.
Parmakları kalçamdan yukarı doğru kaydı, sırtımı sardı; ben de ellerimi saçlarına geçirip parmaklarıma doladım. İkimizin nefesi birbirine karışmış, kalplerimiz aynı ritimde atıyordu. Gözlerimiz kapalı, sadece dokunuşların verdiği hazla bütünleşmiştik.
Korkut beni hafifçe yere yatırdı, vücudum onun sıcaklığıyla sarmalanırken, tutkuyla yanıyordu. Dudaklarımda onun ateşli öpücükleri, bedenimde ise kıvılcımlar yükseliyordu.
Korkut dudaklarını boynuma sürerken, alçak bir sesle fısıldadı:
“Senin bu masum hallerin, beni deli ediyor,
Yüzüm kızardı, “ fazla arsızsın, Korkut,” dedim, hafifçe uzaklaşmaya çalışarak.
Ama parmakları nazikçe beni durdurdu.
“Uzaklaşamazsın.
“Nefesini duyabiliyorum, kalbinin ritmi burada, avuçlarımın içinde,” dedi alçak bir sesle.
Gözlerimi kapatıp titreyerek, “Korkut... yavaş ol, lütfen,” dedim, ama direncim giderek eriyordu.
Onun elleri bedenimi keşfederken, içimde dayanılmaz bir karıncalanma yayılıyordu. Göğsümde hissettiğim sıcaklık, heyecanla sarsıyor, nefesimi dengesizleştiriyordu. Bedenim ona ait olmanın, onun dokunuşunda çözülmenin tatlı sarhoşluğuna kapılmıştı.
Fısıltıya yakın bir sesle kulağıma eğildi:
“Şu an fazlasıyla çıldırtıcısın…”
Sözleri, tenimde yeni bir yangın başlattı. Parmak uçları, sabırla, incelikle bedenimde dolaşırken, her dokunuşunda zihnim bulanıyor, düşüncelerim eriyip gidiyordu.
Ve ben, hiç olmadığı kadar hazırdım... ona teslim olmaya.
Korkut’un sıcak nefesi tenimde dolaşırken, bedenim ona doğru daha da yaklaştı. Ellerinin her dokunuşu, sanki içimde patlayan bir yıldız gibi yeni bir dalga yaratıyordu. Parmakları, boynumdan aşağı, omuzlarıma, oradan da çıplak sırtıma kaydı. Her hareketi, her temas edişi, içimdeki sabrı parça parça eritiyordu.
. Battaniyelerin üzerine sırt üstü uzanırken, gözlerini bir an bile üzerimden çekmedi. O bakışlarda öyle bir şey vardı ki... sanki tek bir dokunuşuyla bütün dünyamı altüst edebilecek ama bunu yaparken bile incitmekten korkacak kadar nazikti.
Üzerimde yalnızca çıplaklığım ve onun derin bakışları vardı. Dudaklarını yavaşça boynuma dokundurdu. Hafif bir öpücük... sonra bir tane daha. Dudakları boynumdan aşağı kayarken, içimdeki her sınır çözülüyordu.
Adımı fısıldadı, neredeyse bir dua gibi:
“Kardelen…”
Sesi öyle boğuktu, öyle doluydu ki, tüylerim diken diken oldu. Parmakları göğsümün üzerinde dolanırken, dudakları göğüs kafesimin tam ortasına bir öpücük kondurdu. Kalbimin tam üzerine… sanki
“Benim için mi atıyor bu kalp, Kardelen güzeli?” dedi alçak bir sesle, nefesini tenimde hissedebiliyordum.
Nefesim kesilmiş, kalbim onun dokunuşlarına teslim olmuştu. O ise sabırla, incelikle her tepkimi hafızasına kazıyordu; bedenim onun ellerinde, dudaklarında bir melodi gibi titriyordu.
“Yalnızca sana atıyor bu kalp.Her saniyesi senin için… Sen olmadığın zaman kalbim bana küsüyor, sanki atmıyor.”
Daha fazlasını istiyordum.
Ona sarıldım, onu kendime çektim.
İçimde büyüyen yangın artık söndürülemezdi.
Fısıltıyla kulağına eğildim, sesim titrek ve çaresizdi:
“Lütfen…”
O an, Korkut’un bakışları karardı. Tüm sabrını ve kontrollü duruşunu geride bırakıp beni bir anda kollarına aldı. Dudakları dudaklarıma, elleri vücuduma acıktı. Her şey hızlandı, derinleşti, yoğunlaştı.
Bedenlerimiz, ruhlarımızın fısıldadığı o suskun şarkıda bir araya geldi.
Korkut'un dudakları, açlıktan yanıyormuş gibi tenimde gezinirken, ben artık ona karşı koyacak gücü tamamen yitirmiştim. O, her dokunuşunda beni bir adım daha kendine çekiyor, her nefes alışında beni daha derine sürüklüyordu. Parmak uçları, bedenimi adım adım keşfederken, onunla aramızda artık tek bir boşluk dahi kalmamıştı.
Korkut, vücudumu öyle bir şefkat ve tutkuyla kavradı ki, içimdeki tüm savunmalar bir anda yıkıldı. Ellerim boynunda dolaştı, saçlarını kavradım; onu kendime daha da yaklaştırdım. Dudaklarımız, artık aç bir aşkla birbirine yapışmıştı, nefes almak bile aramızda bir mücadeleye dönmüştü.
"Dayanamayacağım..." diye fısıldadım nefes nefese, dudaklarımı boynunda gezdirirken.
Korkut’un sesi boğuk ve dipten gelen bir tutkuyla doluydu:
Onun güçlü elleri, belimden kalçama, oradan bacaklarıma kadar kayarken; her dokunuş, her baskı beni daha da çıldırtıyordu. Korkut’un vücudu, benimkini çevrelemiş, sanki benimle bir bütün olmuştu. Dudakları omzumdan aşağı süzülüyor, parmakları kasıklarıma yaklaştıkça nefesim tamamen kesiliyordu.
Korkut'un elleri, tenimde sabırsız ama bir o kadar da nazikti. Bedenimle ruhumu aynı anda sahipleniyor gibiydi. Aramızda artık hiçbir mesafe, hiçbir tereddüt kalmamıştı. Onun dokunuşlarıyla, öpüşleriyle yanıyordum; içimdeki her direnç çoktan çökmüştü.
Şarabın ısısı hâlâ damarlarımda geziyordu ama ondan yayılan sıcaklık, tüm benliğimi ele geçirmişti.
Korkut, üzerimdeydi; dudakları boynumda, göğsümde, kalbimde izler bırakıyordu.
Her öpücüğüyle, her dokunuşuyla biraz daha çıldırıyor, biraz daha ona ait oluyordum.
Korkut’un bakışları gözlerime kilitlendi. . Ben ise ellerimi boynuna doladım, onu daha da yakınıma çektim ve fısıldadım:
"Sadece sen… hep sen..."
"Dayanamıyorum... , kelimelerim fısıltıdan ibaretti. Sesim, kendi kulaklarıma bile yabancı geliyordu.
Korkut’un bakışları daha da derinleşti. Gözlerinde hem arzu hem de bir tür kontrol vardı. Parmakları göğüslerimde dolanırken, bir an durakladı. O an, bana baktığında hissettiğim şey sadece şehvet değildi; bir tür sahiplenme, bir tür şefkat de vardı.
-
"Daha fazlasını istiyorum," dedim, dudaklarım titriyordu. "Korkut, ben... Bana bir şey oluyor."
Korkut, dudaklarını hafifçe benimkilere dokundurdu. Bu kez öpücüğü, önceki kadar açgözlü değil, daha nazikti. "Sana ne olduğunu biliyorum," dedi, gözlerindeki karanlık arzu bırakırken. "Ama şimdi değil.
."Şu anda birbirimizde tamamen kaybolmuştuk. Nefes nefese ayrılmıştık ama şimdi utanç beni ele geçirmişti. Gözlerimi Korkut'a çevirmeye cesaret edemiyordum. O ise inadına bana bakıyordu, sanki bu anı daha da anlamlı kılmak ister gibi
çenemde onun ellerini hissettim. "Her saniyesini hatırlayacağım,"
"Her saniyesi için kafamı duvara vuracağım, Korkut," dedim, gözlerimi yere dikerek.
"Sen... utandın mı?" diye sordu,
Başımı salladım. "Hıhı."
"Ufak bir temastı sadece," dedi, gözleri hâlâ üzerimdeydi. "Daha fazlasını yapacağımız zamanlar da gelecek."
Derin bir yutkunma sesi çıkardım, onun sözleriyle içimde yankılanan sıcak dalga beni yerime çivilemişti. Ama yine de cesaretimi topladım ve hafifçe fısıldadım, şuan vücudumda bir istek vardı ve ben durduramıyordum
-"Daha fazlasını göstermeni istiyorum."
Bakışları bir anda karardı, o sakin, kontrollü Korkut gitmiş, yerini daha yoğun bir hisle bakan bir adam almıştı.
"Kalbime sözlerinle emir veriyorsun," dedi, sesi düşük ama içinde bir kıvılcım barındırıyordu. "Ve şu an sana itaat etmek üzereyim."
Üst bedenim çıplaktı, Korkut'un bakışları beni ateşe çevirmişti. Ancak yüzüme uzun uzun baktı ve bir şey demeden yanındaki battaniyeyi alıp vücuduma sardı.
"Ne yapıyorsun?" dedim şaşkınlıkla.
beni çıldırtıyorsun," dedi, gözlerini gözlerime dikerek. "Ama burada olmaz."
"Olur ki," diye itiraz ettim, cesaretimi toparlamaya çalışarak. Ama içimdeki heyecan ve utanç dalgası sesime yansımıştı.
Sert ama bir o kadar da nazik bir şekilde konuştu. "Sana burada sahip olmayacağım
, Battaniyeyi iyice vücuduma sardım, sesimi çıkarmadan oturdum. Ama Korkut buna izin vermedi. Eliyle çenemi kaldırdı, gözlerim onun koyu kahve gözlerinde kayboldu.
Korkut’un gözleri gözlerime değdiğinde, içimden bir şey koptu. Sanki dünya bir anlığına sessizliğe gömüldü, sadece onun sesi yankılandı içimde.
“Kırılma bana… Senin iyiliğin için,” dedi.
Sesinde her zamanki sertlikten eser yoktu. Tutkulu, neredeyse fısıltıya yakın bir tondaydı.
Gözleri, tenime ilişti bir an. Kaçırmakta geç kaldı bakışlarını.
“Tenin… resmen beni günaha davet ediyor,” dedi.
“Bak bana, Kardelen,” diye fısıldadı Korkut.
“Bakamam ki yüzüne,” dedim.
“Nedenmiş?”
“Sence?” diye karşılık verdim.
“Bana ‘yok’ mu diyorsun?” dedi Korkut, kaşlarını hafifçe kaldırarak.
“Yok… sana bakınca şu an iyi değilim,” dedim, dudaklarımı bükerek.
“Seni asla anlamıyorum. Kuduran sensin,” diye homurdandı.
“Ben mi kudurdum? Asıl sensin be ! K-9 gibi beni kokluyorsun.”
Korkut’un gözleri kısıldı. “Sen de vampir gibi boynumu ısırdın.”
“Korkut, ben bir hanımefendiyim tamam mı? Sen beni emcükledin, ben değil. Ayrıca… benim için ölen sensin, bakışlarından belli.”
“Sen benim için ölmüyor musun?” diye sordu meydan okur gibi.
“Yok… beni bu halde bırakın sevgilime ölmüyorum,”
Korkut başını iki yana salladı. “Biliyorsun…”
“Neyi?” dedim merakla.
“İstediğimi,.....çok istediğimi
Kaşlarımı çattım .Korkut saç uçlarımla oynadı ve yüzümün her ayrıntısına baktı
“- senin isteklerinden önce genel durumumu düşünmeliyiz. Burada olmaz. Bana aç bir kedi gibi bakma.”
Ne diyeceğimi bilemedim. Dudaklarımda yarım kalmış bir gülüşle sadece gözlerimi devirdim.
.“Ben sandım ki…” dedim, gözlerimi yere indirerek. “Yani… Off, anlatamıyorum işte. Ama anla… Ben, birbirimize ait olacağımızı düşünmüştüm.”
Kalbim, onun kalbiyle aynı ritimde atsın istemiştim.
“Şu an değil miyiz , çiçek bakışlım,” dedi.
“Hayır,” dedim. “Senin hâlâ sınırların var. Belki… belki birlikte olsaydık, bu kadar mesafeli olmazdın bana.”
“Sana karşı sınırım yok,”
Sözleri çok netti ama kalbim o netlikte bir boşluk hissetti.
“Var,” dedim inatla.
“Yok,” diye tekrarladı. Ama ben yorgundum artık. Onun yok dediği şeylerin içimde nasıl da yer ettiğini anlatamayacak kadar yorgun…
“O zaman neden sana ulaşamıyorum?” diye sordum sessizce. “Bir adım ötemdesin ama sanki binlerce kilometre uzaktasın.”
Sustu. O susunca dünya da sustu. Sanki her şey dondu, sadece içimde bir çığ düşüyordu.
“Gözlerim doldu. Dudaklarımı ısırdım. Oysa her şey ne kadar da basitti benim için: Sevmekti sadece. .
“Bazen…” dedim, sesim titreyerek. “Bazen gideceksin diye çok tedirgin oluyorum. Seni ararken çekiniyorum. Sesini özlüyorum.Biz sevgiliyiz ama sen uzak duruyorsun benden. Bu... bu normal değil.”
Kafasını hafifçe iki yana salladı.
“Kardelen… yanlış düşünüyorsun.”
Yutkundum.
“Hayır, tam da bu. Sen benimle bağ kurmak istemiyorsun. Bu ilişkide sadece ben varım. Sen… bilmiyorum. Ama tam anlamıyla burada değilsin. Bende değilsin.”
Battaniyeye sarıldım o sırada. Üşüyordum. Ama sadece bedenim değil, kalbim de donmuş gibiydi. Tam o sırada elleri, izin sormadan battaniyenin altına girdi. Tenime değdi. Nefesim kesildi.
Ona baktım.
“Senin için… kafayı yiyorum ben. Keşke kalbimi açıp gösterebilsem sana. Bazen sessizce yanıma geliyorsun ya, kulağıma fısıldar gibi konuşuyorsun… İşte o anlarda, ben ölüyorum sana.”
Sonra yeniden sustum. Dudaklarım birbirine kenetlendi. Ama içim bağırıyordu.
“O zaman neden biz normal çiftler gibi değiliz? Neden seni ararken iki kere düşünüyorum? Neden ortadan kayboluyorsun sürekli? Bazen… bazen resmen bir hayaletle sevgili gibiyim.”
“Kardelen… yapma,” dedi Korkut.
Sesi çok uzaklardan gelmiş gibiydi. Yanımda duruyordu ama kelimeleri sanki başka bir hayattan sesleniyordu bana. Dudaklarım titredi. Gözlerimin içi doldu ama yine de güçlü görünmeye çalıştım. Olmuyordu.
“Yalnız hissediyorum,” dedim. “Bunun ne demek olduğunu biliyor musun Korkut? Birinin hayatında olduğunu sanıp aslında sadece kenarında beklemek... . Ama sen... sen bazen günlerce yoksun.”
Derin bir nefes aldım, içimdeki boşluğu bastırmak istercesine.
“Biliyorum… seni sürekli yanımda istemek bencillik gibi geliyor sana. Senin hayatın sadece benden ibaret değil, farkındayım. Ama... günde beş dakikanı ayıramaz mısın bana? Sadece bir ses. ‘İyiyim, buradayım’ demen yeter. Başka hiçbir şey istemiyorum.”
. Yine de sessiz kaldı. Sessizliği, bana uzak kaldığı anlar kadar tanıdıktı artık. Ben bir cevap beklerken, o susarak geçiştirirdi her şeyin adını.
“Sen… beni merak etmiyorsun belki,” dedim, gözlerimi yere indirerek. “Ama ben seni merak ediyorum. Ne yedin, neredesin, kimleydin…Sustum bir an. O kadar doluydum ki, konuşmaya devam edersem kalbim ağzımdan fırlayacak gibiydi.
“Kardelen… ben…” dedi Korkut. Ama devamını getirmedi.
“Aramaz mısın?” diye sordum. “Günde bir kez bile aramayacak kadar mı yoğunsun?”
Başını hafifçe öne eğdi. “İşlerim var… hallettiğimde söz—”
“Ne işi?” dedim aniden. Sesim yükseldi. “Ne işi Korkut?!”
Bir duvara çarpmış gibiydim. O kadar yakınımdaydı ama ulaşamıyordum. O sessizlik... tıpkı aramalarımda açılmayan telefonlar gibi ağırdı.
“Anlatamıyorsun.” dedim. “Ben senin sevgilinim ama bana hiçbir şey anlatmıyorsun. Bu neyin koruması? Neyin saklanışı bu?!”
“Sakin ol,” dedi. Yine o cümle. Her şeyin üzerine atılan ince bir örtü gibi: sakin ol.
“Olmuyorum işte!” diye bağırdım, sesim çatallaşmıştı.
“Sakin olamıyorum! Sen her şeyi içinden çözerken, ben burada sessizce sabırla bekliyorum… ama ya sana bir şey olursa? Ben ne yaparım, Korkut? Ne yaparım!”
Artık onun suskun bakışlarını değil, kelimelerini istiyordum.
O susarak konuşmaya çalıştıkça, içimdeki yangın büyüyordu.
Korkut gözlerini kaçırmadan, yavaşça konuştu:
“Şu an değil…” dedi.
“Söz veriyorum, yakın zamanda her şeyi anlatacağım. Ama lütfen… beni özleme. Çünkü ben hep sana geleceğim. Her seferinde. Çünkü biliyorum...”
Bir an duraksadı, sesi yumuşadı.
“Biliyorum, endişeleniyorsun. Özlüyorsun. Ben de seni özlüyorum. Özlüyorum çünkü... senin yüzün var ya...”
Derin bir nefes aldı.
“O yüzün silinmiyor aklımdan. Sürekli orada. Gözlerimin içinde. Ben nereye gitsem, sen oradasın.”
Sonra eğildi, boynuma dudaklarını dokundurdu. O an nefesim boğazıma düğümlendi. Tenim ürperdi. Kalbim göğsümden dışarı çıkacak gibiydi. Bir anda o karanlık boşlukta tuttuğum tüm duygularım bedenime döndü.
“Demek beni özlüyorsun…” dedi, alçak bir sesle. “Ben de seni özlüyorum. Özellikle saçlarının kokusunu…”
Gözlerimi kapattım. O an, tüm öfkemin içinde boğulmuş hissettim. Sevgiyle kızgınlık arasında kalmış,
“Ama bu adil değil,” dedim titreyen bir sesle. “Resmen beni baştan çıkarıyorsun Korkut. Bu… bu adil değil.”
Bir an sustu. Sonra hafifçe gülümsedi, ama gözlerinde gülüş değil yangın vardı.
“Sadece şunu bil…” dedi, sesi derinden geldi.
“Ayrı kaldığımız her anı telafi edeceğim.
Sevgimden şüphe etme, Kardelen.
Kalbimde… senin aşkından başka kimseye yer kalmadı.”
Nefes alışları bile ciddiyetini taşıyordu.
“Biliyorum, sen davranışla görmek istiyorsun, kelime yetmiyor sana… ama şu an değil.
Şu an yetersizim sana, eksik ve dağınığım.
Ama bu geçecek.”
Sonra, sesindeki tını değişti — sakin ama tehditkâr bir tutkuyla doldu:
“Yakın bir zamanda… benden bıkana kadar yanında olacağım.
Sana binlerce kez ‘buradayım’ diyeceğim,
Ve sen bir gün bile yalnız hissetmeyeceksin.”
Bu bir vaat değil, yemin gibiydi.
ı.. Ellerimle battaniyeyi daha sıkı sardım. Çünkü onun sıcaklığı içimi ısıtmıyordu artık. Aksine, içimdeki tüm boşlukları daha çok hissettiriyordu. Bu sevgi böyle eksik, böyle saklı yaşanacaksa… ben artık dayanamıyordum.
Tam geri çekilecektim ki bileğimden tuttu. Tutmadı aslında—parmaklarını usulca sardı bileğime. Ama tenime değdiği an, içimde bir şey kıvılcımlandı.
“Kardelen…” dedi, sesi alçak ama hararetli. “Sadece sus ve bak bana.”
Gözlerine baktım. O an, içimdeki kırgınlığın duvarları çatladı. Çünkü gözleri ile beni seviyordu. Ama o sevgi, dizginlenmiş bir hayvan gibiydi; zincire vurulmuştu, çıkamıyordu dışarı. Bu beni delirtmeye yetiyordu.
“Bakıyorum işte!” diye çıkıştım. “Gözlerine bakıyorum her seferinde ve içinden geçenleri anlamaya çalışıyorum. Ama sen! Sen hep susuyorsun! suskunlukla sevilmez insan Korkut!”
Beni kendine doğru çekti, kalbim göğsüne çarptı. Sertti, tıpkı o anki bakışları gibi.
“Ben sana kendimi açarsam… bir daha toplayamam!” dedi. “Anlamıyorsun! Her şeyimi verirsem, geri dönüşü yok!”
“Zaten istemiyorum geri dönüşü!” diye bağırdım. “Ya hep ol, ya hiç olma! Yarısını istemiyorum!”
O an yüzümle yüzü arasındaki mesafe buharlaştı. Dudaklarıma değmedi ama nefesi tenime çarpıyordu. Parmakları yanağıma dokundu. Sıcak. Titrek. Özlem dolu.
“Yarım olmaktan ben de bıktım,” dedi. “”
Bir an sustuk. Soluklarımız birbirine karıştı. Bedenim titriyordu ama öfkeden mi, arzudan mı ayırt edemiyordum. Sadece kalbim patlayacak gibiydi.
O an, ellerini yüzüme aldı. Dudaklarıma yaklaştı ama yine dokunmadı. Gözleri gözlerime kilitlenmişti. Tüm cümlelerimiz havada asılıydı ama bedenlerimiz birbirini çoktan anlamıştı.
“Beni çıldırtıyorsun, Kardelen,” dedi kısık bir sesle. “Her kavganın içinde seni öpmek istiyorum.”
“Aniden beni kendine çekti. Dudaklarımla dudakları arasında artık hiçbir mesafe kalmamıştı. Ve öptü… sanki yıllardır susturduğu her duyguyu şimdi bir dudak temasına sığdırmaya çalışır gibi. Sanki kavgamızın ortasında yemin eder gibi. Dudakları sertti önce, sonra kırılganlaştı. Ben o anda hem eridim hem dirildim.
Öpücüğün ardından alnımı alnına yasladı. Nefesimiz birbirine dolandı.
“İşim bitsin… sana her şeyi anlatacağım. Söz veriyorum,” dedi.
Başımı iki yana salladım. “Söz değil Korkut… ben artık seni istiyorum. Bir bütün olarak. Eksiksiz. Bir an nefesi kesildi. Gözleriyle bedenimi taradı. Ellerini belime doladı, daha sert tuttu bu kez.
“Sessizdi ama kalbimin içini parçalayan bir sessizlikti. Beni kendine çektiği kollarında, hem güvende hem de tehlikede hissediyordum.
Dudaklarımın kenarını parmaklarıyla nazikçe okşadı. O an kalbim, göğüs kafesimden çıkacak gibi attı. Her şey silikleşti; sadece Korkut ve onun elleri vardı. Ellerinin sıcaklığı, her dokunuşunda vücuduma yayıldı. Şu anda, o an, beni her şeyden koruyor gibiydi... hatta kendinden bile.
“Ne oldu? Beni bu kadar dikkatle izliyorsun?” dedi, dudaklarının kenarında beliren hafif bir gülümsemeyle. Gözlerinde yine o alışık olduğum derin, anlamlı bakış vardı.
“Hiç… Sadece seni dilediğimce izlemek istiyorum,Bana bakan gözlerindeki ifadeyi unutmak istemiyorum.Eğer unutursam aşkına inanmam hafif mayışmıştım alkolün etkisi ile
Korkut’un gözleri daha da derinleşti. Bir şeyler geçiyordu orada, aramızdaki sessiz anlaşma gibiydi.
“Ben unuturmam ki, her an… her koşulda sana hep bakacağım,” dedi, sesindeki bu yumuşaklıkla kalbimi bir kez daha avuçladı.
"Sürekli içsen mi, çiçek bakışlım?"
-Bu akşam daha fazla kendimi kaybedemem ....
- kar yavaşça düşerken, her bir tanesi zeminde dans eder gibi yere seriliyordu. Karlar sessizce yere düşerken, çardak bizi dışarıdaki soğuktan kısmen koruyordu, ama hava hâlâ buz gibiydi. Yine de ben üşümüyordum. Korkut’un yanındaydım, onun nefesi yüzüme çarpıyor, tenimde izleri kalıyordu.
Korkut’un sesini duyduğumda, içimden bir şeyler hareket etti. “Ellerin titriyor,” dedi, sesi o kadar yumuşaktı ki, adeta kalbime dokundu.
"Bilmeme, senin yanındayken oluyor," diye mırıldandım, gözlerim Korkut’un gözlerinde kayboldu. Bir şekilde, onun varlığı her şeyin üstündeydi. Karşısında olmak, her şeyin anlamını sorgulamak gibiydi.
"-Yine de sakin ol, biliyorum heyecan vericiyim," dedi.
“Kendini fazla beğeniyorsun,” dedim, hafifçe gülümsedim.
Korkut’un bakışları daha da derinleşti,
“Dünyadaki en güzel kadının bana sevdalı… Bi zahmet kendimi beğeneyim,” dedi, gülümsemesi bir an için bana bütün dünyayı unutturmuştu.
sadece ona bakmayı tercih ettim.
Gülümsedim, ama kalbimde tuhaf bir sıcaklık vardı. Her bir kelime, her bir bakış, aramızdaki bariyerleri daha da küçültüyordu. Korkut parmaklarıyla yanağımı okşadı. Ellerinin sıcaklığı beni sarhoş ediyordu. O anda sanki dünya sadece bizdik.
Bir an, gözlerimi kapamak istedim, ama Korkut parmaklarıyla çenemi nazikçe tuttu ve yüzümü ona çevirdi. Sanki her hareketi, beni ona daha yakın kılmak içindi
Tek düşündüğüm şey, Korkut’un o an yanımda olmasıydı. Onun varlığı, her şeye bedeldi.
"Kaçacak yerin yok," dedi Korkut, sesinde derin bir güven vardı. “Bu gece bakışlarını istiyorum. Çekinmeden bana bak, yanımdayken sınırlarını yık.”
“Gidecek bir yerim yok ki,” dedim, biraz da sitemkar bir şekilde. “Sınırlarımı işgal ettin zaten.”
Korkut’un sesi tekrar yankılandı, derin ve sakin bir şekilde: “Ne düşünüyorsun?”
sesimi çıkaramadım. Bir anda, bir şeylerin üstünü örtemez oldum. Gözlerim kaçtı, odağım Korkut’tan kaymıştı.
Yağan kar tanelerine uzun uzun baktım.
Ruhum üşümeye başlamıştı… Üstelik bu, sıradan bir üşüme değildi. Peşimi bırakmayan, iliklerime kadar işleyen bir soğuktu bu.
Kar taneleri… her biri farklı şekilde, farklı acıda. Ve bana göre çirkindiler.
Hiçbir yararları yoktu. Bela gibiydiler; en güzel anlarımda çıkıp gelmelerini iyi bilirdi bu beyaz illet. Ama hiçbir işe de yaramazlardı.
Gitsenize, diye geçirdim içimden. Gidin işte…
“Yarın buz kırağı olacak,” dedim, burukça, dudaklarımdan zorla dökülen kelimeler gibiydi. Sözlerim, ne kadar sıradan olsa da, içinde fazlasıyla bir yük taşıyordu.
Korkut, hafifçe gülümsedi ama bu kez gözlerinde bir anlayış vardı.
“Normal… kış ayında hep olur,” dedi.
“Evet, olur,” diye karşılık verdim. Ama sesimdeki burukluk, bu defa daha belirgindi.
Düşünme… düşünme… o anı düşünme, diye fısıldadım kendi kendime, içimdeki kaosu susturmaya çalışarak.
Ama ne kadar bastırmaya uğraşsam da, bu huzursuzluk hep orada, dipten dipten var olmaya devam ediyordu.
Kış ayı… abimin en nefret ettiği mevsimdi. Hele buz kırığı olursa, parmakları daha da üşürdü. Annem, onu gece yarısı yataktan kaldırır, kapının önüne koyar ve bekletirdi.
O anlarda ben, odamın penceresinden ona bakardım. O ise bana, pencereye buğuyla “Uyumalısın,” diye yazardı.
Ben de, buzlu cama parmağımla “Hayır,” yazardım.
Kar, çardağın etrafında sessizce birikiyordu, ama biz tamamen bu anın içinde kaybolmuştuk. Dünya durmuş, zaman durmuştu. .. Ama bir şey vardı içinde, bir huzursuzluk, bir suçluluk duygusu. Sanki bu mutluluğu hak etmiyordum. Kalbim, en derin köşelerine kadar bu duyguyu hissediyordu.
Bir yanda mutlu olmayı, o anı yaşamayı istiyordum, diğer yanda ise geçmişimle, abimle ilgili o kesik kesik hatıralar zihnimi kemiriyordu. Abime ait bir hikayenin en güzel anlarını çalmışım gibi hissediyordum. Bu mutluluk, onun olmalıydı. O hak ediyordu, ben değil. Bir şekilde, onun yerinde ben olmalıydım.
Abimin hikayesinde her şey hep daha parlak, daha düzgün, daha doğruydu. O hak ediyordu mutlu sonları. Ve bana ise... Hakkettiğim gibi mutsuz bir son düşmeliydi. O, hayatın en güzel anlarını yaşarken, ben ise içimdeki suçlulukla, mutluluğun kıyısında var olmaya çalışmalıydım.
Bazen, herkesin mutlu olması gerektiğini düşünürken, kendime sormadan edemiyorum: "Peki ben, mutlu bir sonu hak ediyor muyum?"
“Çiçek bakışlım, ne oldu?” Korkut’un sesi, endişe doluydu, ama bir o kadar da rahatlatıcı. Bir şekilde, beni koruyacak gibi hissediyordum ama aynı zamanda bu güven, içimdeki korkuyu daha da büyütüyordu.
Gözlerim bir noktada sabit kaldı ama zihnimdeki fırtına bir türlü dinmedi. Neredeyse her şey elimden kayıyordu. Uzaklara dalarken dudaklarımdan bir şeyler döküldü:
“Üşüyordu, Korkut… Çok üşüyordu... Abim üşüyordu... Mezarında da mı üşüyor?”
“Kardelen, bana anlatmıyorsun ki anlat işte dinlerim acını anlat bana nefes aldırayım sana . Abin ve sana ne yaptılar?” diye sordu.
Acıydı işte dinleyecek ne vardı ... yitip gitmiş bir acıydı çare olur muydu
Günah çıkarır gibi kelimler istemsizce çıktı ağzımdan
“Korkut... Hiç annen seni dövdükten sonra, burnundan akan kanın duvara sıçradığı oldu mu?”
Acıyan bakış yoktu ondan anlat der gibi baktı
“Ben çok tedirgin olurdum… Ya bir gün gerçekten ölürse diye. O evden, eninde sonunda bir cenaze çıkacakmış gibi hissederdim. Hep o korkuyla yaşardım.”
Gözleri dolmuştu şimdi, sesi kısıldı.
“En çok da abim için korkardım. Abim ölecek diye…
Onu asla yetişkin olarak göremeyeceğim diye…
Hep çocuk kalacak, çocuk olarak ölecek diye…”
Derin bir nefes aldı, kelimeleri boğazına düğümlenmişti.
“Ve inan... Eğer o evde , abim gerçekten ölseydi… muhtemelen ben de o evde hayatıma son verirdim.
Ama... Abim dayandı.
Dayandı, Korkut…”
Bazen anneme haksızlık ettiğimi düşünüyorum.
Ama gerçek şu ki, yaptıklarımı aklıma getirdikçe, içimde onu ölmesini istediğim kadar derin bir öfke yükseliyor.
Ben kin tutmam, kimseye.
Ama anneme… ona özel bir kinim var.
Abim dirilse bile bitmez bu kin.
Banyoya götürür, suyu sonuna kadar açar, döverdi... Ses komşulara gitmesin diye.
hırsını , kinini , acısını ondan çıkarırdı akrabalar desen zaten babamın kanından olmadığı için biliyorsun işte o kelimeyi diyordu abime yani kısaca kimin gücü küme yeterse babam ..babam sanırım iyi biriydi anneme göre
-annene göre dedi korkut tekrar
- evet yani o ..babam umursamazdı sadece bizden kurtulmak istiyordu biliyordum sıkılmıştı yanımızda hiç gülmezdi bazen abim ile yakınlık kurduğunda ise annem ve kavgaları yani değişik annem ve babam ile hiç iyi anımız olmamış
"En büyük hayalim, abimle aynı sofrada huzurla oturup yemek yemekti.
Hâlâ da içimde kocaman bir ukde olarak durur bu hayal...
Abim…
O, bana annelik eden tek kişiydi.
Saçlarımı en güzel o tarardı. Yerli malı haftasında annemden kek isterdim, yapmazdı. Ama abim… o yapardı o saçma ıslak keki yapardı ve benim sevdiğim gibi çok şeker koyardı
Ben de, çocuk aklı işte…
Okula götürürken herkese 'Annem yaptı' derdim.
Yalan söylemekten utanmazdım çünkü anneler kek yapardı abim yaptı desem dalga geçerlerdi
"Okuldaki herkes abimden korkardı mesela..."
Bir de hayranları vardı.
Kızlar genellikle abime âşık olur, benimle arkadaş olmaya çalışırlardı.
Güya bana yakın duracaklar ki, abime yaklaşmanın bir yolunu bulacaklar.
Ama abim...
Kimseyi sevmezdi.
Neden sevmezdi, hep merak ederdim.
Bir keresinde ona sormuştum.
“Utanıyorum,” demişti.
Gerçekten de utanırdı.
Bir kız onunla konuşsa, yüzü kıpkırmızı kesilirdi.
Ama erkek çocukları… özellikle zorba olanlar… işte onlara karşı bambaşkaydı.
Ortaokulda, abim o çocukların gözünü öyle bir korkutmuştu ki, benimle uğraşmaya cesaret edemezlerdi.
Gözyaşlarımı Korkut’un elleri siliyordu.
Sırtımı hafifçe okşuyor, sanki içimdeki acıyı biraz olsun hafifletmeye çalışıyordu.
“Anlat,” dedi nazikçe, “anlat ki kurtul artık geçmişten.”
Sana bir sır vereceğim…
Bir çocuk vardı. Sürekli beni rahatsız eden, beni ağlatan biri.
Abim o çocuğu bir kez dövdü, ama çocuk durmadı.
Her fırsatta bana sataşmaya devam etti.
Sonra bir gün…
Abim o çocuğa para verdi.
“kardelen den uzak duracaksın,” demiş.
Ve gerçekten çocuk bir daha bana dokunmadı.
Ama abim, her hafta gidip o çocuğa para vermeye devam etti.
Sırf bana huzur versin diye…
Korkut, bir süre sessiz kaldı. Sonra gözlerini bana çevirdi,
"Yıldırer'e borçluyum."
Şaşkınlıkla ona döndüm.
"Neden?" dedim.
"Niye borçlu olasın ki sen abime?"
Korkut gözlerini kaçırmadan devam etti:
"Çünkü seni o yetiştirmiş, Kardelen."
Boğazım düğümlendi.
O, ben daha ne diyeceğimi bilemeden devam etti:
"Annenle baban değil… Seni büyüten, seni sen yapan, kalbini güzelleştiren abindi. Bugün karşımdaki güçlü, vicdanlı, dimdik duran kadının temelini o atmış. Onun elleriyle büyümüşsün sen. Karanlıktan çıkan biri, başkasını aydınlatmayı başarmış. Bu yüzden... ben Yıldırer'e borçluyum."
İçimde tarifsiz bir minnet, sızı, özlem ve sevgi dolandı.
Sadece fısıldayabildim:
"Keşke duysaydı bunu..."
Bu dünyada ne kadar iyi, ne kadar saf, ne kadar sevgi dolu şey varsa… hepsi abimde toplanmış gibiydi."
Hiç unutmuyorum... Küçüktük. Bana bayramlık alınmıştı, ama ona sadece kimin verdiği bile belli olmayan, önü lekeli bir kazak düşmüştü.
Gidip ne yaptığımı biliyor musun? Hâlâ kendimden utanıyorum. Ama... yine de yapardım.
Komşumuzun bir oğlu vardı, abimle yaşıttı. Her renkten kazağı vardı. Gizlice bahçelerine girmiştim. Çamaşır ipine serdiği kazaklardan birini çaldım.
“Fark etmezlerdi,” demiştim içimden. Zaten bir sürü vardı.
O kazağı abime verdim. “Annem aldı,” dedim.
Ama komşu çocuğu fark etmişti abimin üzerindeki kazağı. Annesi de gelip bizimkine söylemişti.
Ne oldu biliyor musun?
Annem, abimin üzerindeki o kazağı hışımla çıkardı.
Kollarını öyle bir sıktı ki... Abimin suçsuz olduğunu bile bile...
Oysa suç bendeydi.
Onu o kadar çok dövdü ki... Komşu bile acıdı. Ama annem... acımadı.
O gece, abim yatağa altına kaçırmıştı. Psikolojikmiş galiba... Çok utanmıştı.
Hatta bir süre kekelemeye başladı.
Ama toparladı sonra. Çünkü abim güçlü biriydi.
Bahanelere sığınmazdı.
Bizim için o kadar çok çalışıyordu ki, Korkut…
Her aile böyledir değil mi? Yani… her aile şiddeti sever mi? ufak da olsa şiddet vardır değil mi yoksa ben bir öğrenilmiş bir çaresizlik mi yaşıyorum
Korkut okşadı.
“Değil....Kardelen... güzelim, her aile böyle değil.”
"Abim kışı sevmezdi... Üşüyordu," diye fısıldadım. Sesim boğazımda takılı kaldı, kelimeler zorla döküldü dudaklarımdan. İçimde bir şeyler paramparça oluyordu. Kalbimdeki suçluluk gittikçe büyüyordu; sanki o, benden çok daha fazlasını hak ediyordu. Benim mutluluğum, onun hakkıydı aslında.
Bir yanda Korkut’un beni sakinleştirmeye çalışan sözleri vardı; yumuşak, temkinli. Diğer yanda ise içimde büyüyen bir boşluk. Her saniye biraz daha derinleşiyor, beni içine çekiyordu. Korkut’un varlığı, bana sadece kısa süreli bir huzur sunuyordu. Bir anlığına iyi hissediyordum, ama o karanlık... içimdeki o dipsiz karanlık, her şeyden daha güçlüydü.
Bedenim titriyordu. Korkut, yanımda bir duvar gibi duruyor, bana güven veriyor, kalbimi sanki elleriyle sarıyordu. Ama ne yaparsa yapsın, içimdeki huzursuzluk durmuyordu. Abimin kaybı... Bu mutluluğu hak etmiyor oluşum... Her şey içinden çıkılmaz bir düğüme dönmüştü.
Gözlerimi kapattım. Dudaklarımda kısık bir fısıltıyla döküldü son cümlem:
“Ben… mutlu olmayı hak ediyor muyum, Korkut?”
Korkut sessizce gözyaşlarımı sildi. Parmakları saçlarımda gezindi, usulca okşadı.
“Allah belamı versin…” diye söylendi alçak bir sesle. “Seni neden getirdim buraya? Yine ağlıyorsun…”
Ama ben ağlamaya devam ediyordum. Gözyaşlarım durmuyordu. Korkut beni kendine çekti, kollarının arasına aldı. Konuşuyordu. Rahatlatmak için, biraz da kendi sessizliğini bastırmak için…
Her ağladığımda, o daha çok konuşuyordu. Her kelimesi biraz daha sarıyordu içimdeki yarayı; ama o yara, ne kadar uğraşsa da, hala kanıyordu.
“Abim... benden nefret ederek gitti,” dedim kısık bir sesle. Sanki boğazımda düğümlenen her kelime, kalbimin içinden kopup geliyordu.
“Ağlama,” dedi Korkut, sesi hem kararlı hem de çaresizdi.
Ama ben ağlıyordum. İçimdeki yük öyle ağırdı ki, kelimeler yetersiz kalıyor, gözyaşlarım her şeyi anlatıyordu.
Korkut yaklaştı. Hiçbir şey söylemeden, beni kollarına sardı. Sarılışı sıcaktı ama ben içimde donuyordum.
“Güzelim...” dedi, kulağıma fısıldar gibi. “Ne istersin, söyle... Ne yapmamı istersin? Yeter ki ağlama.”
Gözlerimi kaçırdım. Başımı omzuna yasladım.
“Bilmem,” dedim boğuk bir sesle. Çünkü gerçekten bilmiyordum. Ne istediğimi, ne hissettiğimi... Sadece bildiğim tek şey vardı: İçimde tarifsiz bir acı vardı ve Korkut’un sarılışı bile onu susturamıyordu.
Kollarını daha da sıkı sardı. Başımı göğsüne bastırdı, saçlarımı alnımdan öptü.
“Bak,” dedi fısıltıyla, “ben buradayım. Geçmişin acısı ne kadar yakarsa yaksın, seni bırakmam. Senin için buradayım. Ağlaman da tamam, susman da. Kırılmış olman, dağılmış olman… hepsi kabulüm. Yeter ki sen kendinden vazgeçme.”
Sustuğumda bile konuştu. Sessizliğimde bile beni duymaya çalıştı.
“Sıcaklığı sarıyordu beni. Yavaş yavaş. İçimdeki kasvetin üzerine usul usul bir battaniye gibi örülüyordu sesi.
“Elinden tutacağım. Ne zaman yürüyemeyecek gibi olsan, seni taşıyacağım.
O an, her şey sustu. Geçmiş, suçluluk, kayıplar… bir süreliğine kenara çekildi. Korkut’un sesi, bakışı, dokunuşu… her şey bana şunu fısıldıyordu:
“Artık yalnız değilsin.”
Korkut, kollarını usulca omuzlarımdan çekip yüzüme baktı. Elleri yanaklarımda, başparmakları gözlerimin kenarına ilişmişti. Sessizce inceledi beni. Sanki yüzümde yılların yükünü, kalbimde gizlediğim her yarayı okuyordu. Sonra gözlerimin içine baktı — uzun, derin, karanlığıma inmeye kararlı bir bakışla.
“Yalnız değilsin…” dedi, sesi bir yemin gibi ağır, bir dua gibi sakindi. “Ben varım, Kardelen. Hep burada olacağım. Her düştüğünde seni kaldıracak, her sustuğunda seni anlayacak bir ben var.”
O an hiçbir şey söylemeden, dudaklarını usulca kirpiklerime dokundurdu.
Sol gözüme… sonra sağ gözüme.
“Gözlerinde yaş istemiyorum artık,” dedi kısık bir sesle. “Orası benim yerim. Ben bakınca huzur bulmalıyım, senin acını değil.”
Yanaklarıma dökülen son damlaları başparmaklarıyla sildi. Sonra alnıma yasladı alnını. Kalbimiz aynı ritimde çarpıyordu artık. Sessizdi ama yıkıcı bir şeydi bu… sanki içimdeki tüm yalnızlık, onun varlığıyla eriyordu.
“Ben buradayım, güzelim,” dedi yeniden. “Dünyan ne kadar karanlık olursa olsun, elini bırakmam.”
Alnımız birbirine yaslıydı. Gözlerim kapalıydı ama Korkut’un varlığı o kadar yakınımdaydı ki, sanki ciğerlerim onun soluğuyla doluyordu. Gözlerimden süzülmek isteyen yaşlar, onun öpücüklerinde durdu. İlk defa biri, ağlamamı durdurmak için bağırmadı. Susturmadı. Sadece yanımda durdu.
“Ben buradayım, güzelim,” demişti.
İçimden bir şey kırılmadı bu kez… aksine onarılmaya başladı. Sessizce, yavaşça.
Boğazımdaki düğüm biraz çözüldü. Dudaklarım titreyerek aralandı. Söz değil, bir nefes döküldü ilk:
“Korkut…”
Başını biraz geri çekip yüzüme baktı. Gözleriyle beni sardı. Endişeli değil artık, kararlıydı.
Yutkundum. Kelimeler boğazımda sürüklendi ama sonunda geldiler.
“Sahi… hiç gitmeyecek misin?”
Bir saniyeliğine gözlerini kapattı. Sonra başını iki yana salladı.
“Ben seni bırakırsam... kendimi de bırakırım.”
Sustu. Sonra kollarını açtı.
“Gel, sarıl bana. Susarak bile olsan... anlat içini. Ben duyarım. Konuşmana gerek yok.”
Daha fazla dayanamadım. Korkut’a bir adım attım. Kollarına kendimi bıraktım. O da beni öyle bir tuttu ki… sanki dünya yansa biz kalacaktık geriye. Sanki o sarılışta hiçbir acı barınamazdı.
kazağının üzerine yüzümü bastırdım. Kalbi oradaydı.
Çok yorgundum. Ama o kalp… bana aitmiş gibi atıyordu.
“Korkut,” diye fısıldadım bu kez daha güçlü. “Ben artık yalnız olmak istemiyorum.”
“Olmayacaksın,” dedi hemen. “
Kulağıma eğildi.
“Yalnızlık bizim için yok artık . Biz birbirimizin evi olduk artık.”
Korkut başımı göğsüne bastırdı. Kalp atışlarını duyuyordum… sanki her biri “buradayım” diyordu, “hiçbir yere gitmeyeceğim.” Titreyen ellerimi avuçlarının içine aldı.
Kulağıma eğildi. Nefesi yanağımı yalayıp geçtiğinde içim ürperdi.
“Ben buradayım,” dedi fısıltıyla, “her şey yıkılsa bile…
Gözlerimi kapadım. Sanki o an dünya sessizleşti, yalnızca onun sesi yankılandı içimde.
“Seni ilk gördüğüm günden beri içimde bir şey değişti. İlk defa biri gözlerime baktı da içimi gördü sanki… Seninle her şey anlam kazandı, Kardelen.”
Kalbim sıkıştı. O kadar yavaş, o kadar derin söyledi ki bunları… her kelime içime kazındı.
“Gözlerinden bir damla yaş düşmesin diye dua ediyorum. Çünkü seni gülerken görmeye alıştım. O gülüş… o gülüş benim için bir mucize gibi.”
Bir an durdu, başımı okşadı. Dudakları kulağımın hemen dibindeydi.
“Sana dokunduğumda dünya duruyor. Sana baktığımda… tüm karanlık yanlarım susuyor. Ve bu his… bu his, Kardelen… bu aşk. İlk kez biri için dua etmeyi öğrendim.
Bakışları, kalbime işliyordu.
“Senin canın acımasın diye, kendi canımdan vazgeçerim.
Korkut’un sevgisi… öyle sessizdi ki.
O an içimden geçen tek şey şuydu:
"Sevilmek buysa... ben zaten çoktan teslim oldum."
-----------------------------------------
SABAH
Sabahın ilk ışıkları yüzümde iz bırakırken Korkut’un kolları hâlâ sıkıca etrafımdaydı. Uyanır uyanmaz, varlığını daha derinden hissettim; göğsüme bastırılmış şekilde yatıyordum. Nefesinin sıcaklığı ensemde dalga dalga yayılıyordu.
Kıpırdamaya çalıştığımda, Korkut hemen tepki verdi. Kolunu belime daha da sıkı sardı, beni adeta kendine hapsetti.
"Kaçmak yok," diye fısıldadı, sesi sabahın mahmurluğunda bile buyurgan ve kadifemsi bir tonlaydı. "Henüz değil."
Yanaklarım alev almıştı. Sessizce gülümsedim ama Korkut buna da izin vermedi; bedenimi kendine çevirdi. Bir eli çenemi avuçlayarak yüzümü yukarı kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. Bakışlarında hâlâ geceyi anımsatan bir tutku, dizginlenmemiş bir istek vardı.
“Bütün gece yanımdaydın ,” dedi alçak bir sesle. “Ve sabah da… Sen hâlâ benimlesin.”
Dudaklarıma kapandığında, öyle bir tutkuyla öptü ki, nefesim anında kesildi. Öpüşü açgözlüydü; geceden arta kalan her duyguyu, her dokunuşu geri istiyormuş gibi. Elleri, vücudumu ezberlemişçesine dolaşıyordu. Belimden yukarı kayarken avuç içlerindeki sertlik ve sıcaklık, tenimi titretmeye yetiyordu.
Bir eli saçlarımın arasına gömüldü, başımı geriye çekti. Boynumu açıkta bırakınca, dudaklarını tam oraya, nabzımın attığı yere bastırdı. Isırır gibi bir öpücük kondurdu. Bir iç çekişim, bir fısıltı gibi dudaklarımdan kaçtı.
“Korkut…” dedim, neredeyse bir dua gibi. Sadece adını fısıldadım. Daha fazlasına ihtiyaç duyarak.
“İsmini böyle fısıldamanı seviyorum,” dedi, sesi . Ardından bedenimi altına aldı, üzerime tam ağırlığıyla çöktü. Dizlerinin arasına sıkışmıştım. Kaçacak yerim yoktu ve kaçmak gibi bir düşüncem de yoktu zaten. O an her şeyimle ona ait olmak istiyordum.
Ellerini bacaklarımdan yukarı kaydırırken, tenimde bıraktığı her iz, içimi tutuşturuyordu. Dudakları, boynumdan göğsüme doğru ağır ağır, her öpücükte bir sahiplenişle ilerliyordu.
“Sana dokunmayı, seni böyle hissetmeyi… bırakmamı istemiyorsun, değil mi?” diye mırıldandı, sesi boğuk bir tutkuyla karışmıştı.
Başımı iki yana salladım, nefes nefese.
“İstemezsin de,” diye ekledi, dudaklarımla buluşmadan hemen önce.
Dudakları, sabırsız ama bir o kadar da sahiplenen bir tutkuyla boynumu öpüyordu. Her bir öpücük, içimde fırtınalar koparıyordu. Parmak uçlarıyla belimi kavrarken, beni kendine daha sıkı çekti.
Göğsüme kapanan elleriyle, adeta her nefes alışımda beni kendine işliyordu.
Adımı tekrar fısıldadı, bu sefer sesi daha kısık, daha derin bir yankıyla:
"Kardelen..."
Adımı söylerken dudakları, cildime en tatlı yangını bırakıyordu.
Artık vücudum ona direnemeyecek kadar hassas, ruhum ise ona teslim olacak kadar açıktı.
Korkut, sanki her hareketini bilerek yapıyor gibiydi —
Dudakları, köprücük kemiğimi, omuzlarımı adım adım keşfederken, elleri kalçama yerleşti. Biraz daha kendine çekti.
Ve ben, hiç bu kadar sevilmek, hiç bu kadar istenmek hissetmemiştim.
"O kadar güzelsin ki..." diye fısıldadı, sesinde tarifsiz bir kırılganlıkla karışmış derin bir arzu vardı.
"Sana her dokunduğumda…aklımdaki her şeyden vazgeçebilirim."
Korkut, elleriyle belimi kavradığında dudaklarımıza yeniden kavuştu.
Bu kez daha aç, daha sabırsız bir öpüşmeydi.
Öyle derindi ki, sanki nefes almak için bile birbirimize ihtiyacımız vardı.
Elleri, tenimde sabırsız ama bir o kadar da nazik gezindi.
Parmakları sırtımda, çıplak tenimde kayarken, dudaklarımdan iniltiler döküldü.
Bedenim onun dokunuşlarında titriyordu.
Korkut, beni kendine çekti.
Vücudumuzun her noktası birbirine değiyordu.
Sonra birden —
Telefonun sesi, İkimiz de donduk.
Korkut'un dudakları dudaklarımda bir an tereddütle kaldı.
Sonra iç çekerek geri çekildi.
Gözlerimi açtığımda, gözlerinde yoğun bir çatışma vardı.
Gitmek ve kalmak arasında sıkışıp kalmış gibiydi.
Başını eğdi, dudaklarını alnıma hafifçe bastırdı.
Sıcak nefesi tenime değdiğinde, bir parçam onun gitmesini istemedi, bir parçam ise içinde taşıdığı sıkıntıyı hissetti işte buydu benim acımı dinliyordu ama o da dertliydi sanki ne desem boştu anlatmayacaktı işte...
Korkut yerden kazağını aldı.
Bir hamlede üzerine geçirdi.
Bana bir an baktı
neden bana öyle bakıyordu ....baksın istiyordum ama böyle değil çıkmazdaymış gibi değil ..
Ben ise hâlâ çıplaktım...
Yatağın içinde savunmasız kalakalmıştım.
İstemeden kollarımı karnıma sardım, battaniyeyi telaşla çekip çıplaklığımı sardım.
Telefon hâlâ çalıyordu.
Korkut, bakışlarını benden kaçırarak telefonuna uzandı.
çıktı bir süre bekledim
Konuşması fısıltılar halinde kulağıma ulaşıyordu.
Battaniyeye daha sıkı sarıldım, gözlerim kapının bulunduğu yöne kaydı.
Ne oluyordu?
Neden böyle birden uzaklaşmıştı?
Kimdi onu böyle geren?
Korkut kısa ama gergin bir konuşmadan sonra telefonu kapattı ve yanıma geldi
Bir süre olduğu yerde durdu.
Omuzları düşmüştü, sanki bir yük daha binmişti sırtına.
Gözleri doğrudan benim üzerime kilitlendi.
Sessiz adımlarla yaklaştı.
Battaniyeye sarınmış hâlimle, gözlerimi kaçırarak onu izliyordum.
Korkut diz çöktü.
Battaniyenin kenarından parmaklarıyla hafifçe dokundu.
"Üşümüşsün," diye fısıldadı.
Elini usulca battaniyenin üzerinden elime koydu.
Bakışlarımla bakıştı.
"Korkut... Ne oldu?" diye sordum titrek bir sesle.
Sadece bilmek istiyordum.
Onunla her şeye göğüs gerebilirdim, yeter ki anlatsın.
O ise, başını hafifçe salladı.
"Şu an, sadece sana sarılmak istiyorum," dedi.
Ve sonra hiç acele etmeden, battaniyenin arasına girip beni kollarına çekti.
Başımı göğsüne yasladım.
Kalbinin hızlı, telaşlı atışlarını duydum.
Elini saçlarımda gezdirdi, hafifçe öptü.
Göğsüne yaslanmışken bile, kalbinin düzensiz ritmini hissedebiliyordum.
Sanki, içinde fırtınalar kopuyor ama bana göstermemek için kendini zorluyordu.
Yüzümü kaldırıp ona baktım.
Gözlerinde bir gölge vardı;
Canım öyle yandı ki...
Sanki onun kalbine dokunup, tüm acısını alıp kendi içime çekmek istedim.
Parmak uçlarımı hafifçe yanağına koydum, teni sıcaktı.
Başparmağımla kaşının kenarındaki küçük kırışıklığı okşadım.
"Korkut," dedim fısıltıyla.
"Ne olursa olsun, ben buradayım"
Gözlerimi kaçırmadan söyledim.
Onunla güçlü olmak, onun yüklerini paylaşmak istiyordum.
Elleri, battaniyenin üzerinden ellerimi kavradı.
Başını eğdi, alnımı dudaklarıyla öptü.
Öyle uzun ve şefkatli bir öpüştü ki, gözlerimi kapattım.
Tüm vücudum, onun varlığıyla yumuşadı.
Parmakları saçlarımın arasına daldı, beni daha da kendine bastırdı.
Öyle derindi ki, adeta dünyada kalan son iki insandık.
Nefesim kesilse de umurumda değildi; o öpüşte kaybolmak istiyordum.
Korkut, dudaklarının arasından nefes nefese fısıldadı:
"Sen... bana iyi geliyorsun,
Yanaklarımı iki avucunun içine aldı.
Parmak uçlarıyla usulca yüzümü okşadı.
Sanki beni hafızasına kazır gibi bakıyordu.
Sonra yeniden dudaklarıma kapandı — daha yavaş, daha derin bir öpüşle.Kollarını bedenimin etrafında sımsıkı doladı.
"Korkut..." diye fısıldadım, sesim yumuşaktı, içimdeki bütün şefkati taşıyordu.
"Ben buradayım. Sana iyi gelmek istiyorum."
Usulca parmaklarımı ensesine doladım ve onu kendime çektim.
Dudaklarımı onun dudaklarına bastırdım — önce hafifçe, tereddütle.
Ama Korkut, bir anda tüm ketlerini çözer gibi kollarını belime sardı ve beni kendine bastırdı.
Öpüşümüz, kısa sürede derinleşti.
Ellerim, istemsizce omuzlarına, ardından boynuna kaydı.
Korkut, dudaklarını boynuma kaydırdığında ürperdim.
Tenimde bıraktığı her öpücük, kalbimin ritmini daha da hızlandırıyordu.
Fısıltı gibi bir sesle, neredeyse nefesiyle kulağıma dedi ki:
"Sen... benim sığınağımsın"
Korkut, sözsüz bir vedayla bıraktı beni evin önüne . Direksiyonun başında gözlerini kaçırdı benden, . Sessizliği öyle ağırdı ki…
“Geldik,” dedi sonunda.
“Evet, geldik,” diye yanıt verdim.
Bir süre sustuk.
“Dayanamadım,
“Korkut, bak sen...”
“Beni düşünmeyeceksin,” dedi aniden.
“Nasıl düşünmeyeyim?”
“Beni düşünme, ben seni düşünürüm .”
“Bu bencillik! Sen beni düşünüyorsan, ben de seni iki katı düşünüyorum.”
“O zaman ben de seni, iki katının iki katı kadar düşünüyorum,”
“Sayenden üslü sayıları hatırladım.”
“Matematik ilk defa işe yaradı,”
Yine sessiz kaldık.
Elimi tuttu.
“Matematik umurumda değil,” dedim “seni düşünüyorum. Eğer anlatmak istersen, ben seni dinlemek için hep yanında olacağım. Ama önce… bana ‘seni seviyorum’ de, yoksa yanından ayrılamam.”
Yüzüme baktı,
“Duymadım seni, Korkut,”
“Seviyorum... fena halde seviyorum,”
“Allah kurtarsın,” dedim, sarılarak.
“Ben kurtarmasını istemiyorum,” diye karşılık verdi.
Kapıyı açtım. Ayakkabılarımı çıkardım ama ruhum hâlâ o arabanın içindeydi. İçeriye girerken omuzlarımda bir yorgunluk vardı. Kalbim o kadar ağırdı ki… sanki bedenim bu kalbi daha fazla taşıyamayacaktı.
Hiç düşünmeden Özlem’in odasına gittim.
Odaya girdiğimde şarkı çalıyordu — ... Özlem aynanın karşısında makyaj yapıyordu. Rimel fırçası elinde, dudaklarını büzmüş, göz kenarlarına bir şeyler sürüyordu. Gözlerini aynadaki kendisine dikmişti. Kendini izliyordu ama belli ki başka bir şey düşünüyordu da…
O kadar dalmıştı ki, beni fark etmedi bile.
“Özlem… Özlem!” dedim, boğazım düğümlene düğümlene.
Birden irkildi, rimel kapağı yere düştü.
“Allah seni ne yapmasın Kardelen! Ödüm koptu kız!” dedi kalbini tutarak.
Ama ben gülmedim. Gülmeyi unuttum sanki. Gözlerim buğulu, içim darmadağındı. Yutkundum, dudaklarım titredi.
“Özlem… dedim neredeyse fısıltıyla.
O da o anda ciddileşti. “Ne oldu?”
Adını söyledim sadece. “Korkut.”
Birden gözlerini devirdi. Ne yaptı bu sefer?”
Anlatmak istedim. Ama kelimeler yoktu. Yüreğimde birikenler öyle büyümüştü ki… Hepsini bir anda çıkarırsam içimde kalacak yer kalmayacaktı. Sessizliğimde ne varsa, boynumdaki kırmızı izle açığa çıktı.
Özlem’in gözleri boynuma kaydı. Gözbebekleri büyüdü.
“Oha… Siz…”
“Özlem, sapıklaşma!” dedim utançla, ama daha çok acıyla.
“Ne sapıklığı kızım? Dur ya… Bakayım yüzüne,” dedi ve yüzüme dikkatle baktı. Elini yanağıma dokundurdu. “Resmen yüzüne renk gelmiş… Işıldıyorsun resmen.”
Başımı çevirdim. “Özlem, lütfen
Hemen ciddileşti. “Tamam sustum. Anlat hadi, derdin ne?”
Yutkundum.
“Korkut… o acı çekiyor. Hem de gözümün önünde.Gözlerine bakınca, içindeki savaşları görüyorum. Ama benimle paylaşmıyor. . Yanımda ama bir adım geride hep. ruhu başka bir yerde…”
Özlem bana baktı.
“Kardelen… … Artık biraz da kendini düşün. Korkut’un yükü seni yok ediyor. Kendini kaybetme Hayat senin de hayatın. Kendine de merhamet et.”
Başımı iki yana salladım. “Yapamam Özlem. Onu öylece bırakamam. Sanki beni severken kendini suçluyor gibi. Bir gün gidecekmiş gibi… Sürekli vedalaşıyor gibiyiz biz. Ama ben… ben gitmesine dayanamam...o benimle beraberken bile yalnız
Dudaklarım titredi. Nefesim boğazıma takıldı. Gözyaşlarım yavaş yavaş süzüldü.
“Ben onunla mutlu olamasam bile, onun yanında mutsuz olmaya razıyım. Ama benden sakladığı her neyse… öğrenmem lazım. Birlikte taşırız. Yeter ki yalnız taşımaya çalışmasın özlem gidecek işte hissediyorum bırakacak .....
“Peki nasıl yapacaksın bunu gitmek iseyeni ne durudur ki ?” diye sordu Özlem,
Omuzlarımı silktim. “Bilmiyorum. Ama yapacağım. Gerekirse içindeki duvarlara tek tek çarpa çarpa yıkacağım, o duvarların arkasında ne var öğrenmeden duramam biliyorum şuan daha da eminim korkut benden bir şey saklıyor
- Ama ne dedi özlem usanmışçasına
- Bilmiyorum ama ... önemli bir şey bir insanı içten içe tüketen bir sır gibi
- Nasıl açığa çıkarabilirsin ki
- Bilmiyorum ...yolumu kaybettim
Özlem sessizce sarıldı bana.
“Üzülme,” dedi.
“Nasıl üzülmem Özlem? O mutlu olsun diye canımı veririm ben. Onun gülümsemesi, benim bütün yaralarımı iyileştiriyor
“o nasıl söz Kardelen?”
“Bilmiyorum. Ama gerçek bu. Korkut, beni seviyor. Ama aynı zamanda benden bir şey saklıyor.Birlikte bile olsak, eksik. Ve ben, onu tam görmek istiyorum. Onu tamamlamak istiyorum. Gerekirse kendi parçalarımı vererek…”
Özlem odada dolanmaya başlamıştı. tekrar oturuyor, sabırsızlıkla kıpırdanıyordu.
“Bu kadar duygusallık yeter bana,” dedi birden, kaşlarını kaldırarak. “Geceyi anlat.”
Şaşkınlıkla ona döndüm. “Ne?!”
“Geceyi anlat diyorum Kardelen. O kadar kasvetli konuştuk ki, içim daraldı. Azıcık renk gelsin o güzel yanaklarına.”
Kaşlarımı çattım. “Asla!”
Özlem dudak büktü. “Kardelen hadi ama! Bak senin gözlerin parlıyor zaten. Belli ki öyle kolay kolay unutulacak bir gece değil. Ne var yani, ben senin en yakın arkadaşınım. Lütfen ya ...lütfen n ”
Başımı öne eğdim. Gözlerim hâlâ yere takılıydı. Parmaklarımı birbirine doladım.
“Utanıyorum…” dedim kısık bir sesle.
Özlem hemen yanıma geldi. Elini dizime koydu. “Lütfen… merak ediyorum.
İç çektim. Yanağım hafifçe kızarmaya başlamıştı. Aynadan kendime bir göz attım ve gerçekten… kulaklarım bile kızarmıştı.
“Başımı iki elimin arasına aldım. “ Özlem, kelimelere sığmaz. … Sadece bendeydi. Göz göze geldiğimizde, O an sadece ikimizdik.” gece... sanki rüya gibiydi ve sabahında Korkut, o rüyayı hatırlamak istemeyen bir adam gibiydi.Gözlerim doldu. “O gece... bana aitmiş gibiydi. Sabah... sanki hiç olmamışız gibi.”
Özlem saçlarımı okşarken, elleri nazikçe başımda gezinirken, hissettiğim sıcaklık her geçen saniye daha da derinleşiyordu. O kadar farklıydı ki, bu dokunuşları, Özlem’in ellerinin dokunuşları gibi değildi. İçimde bir şeyler kıpırdandı, ancak bu kıpırtılar acı değil, bir tür huzur verici bir sızı gibiydi.
Özlem’in sesi,meraklıydı. “Ne kadar ileri gittiniz? Haddime değil ama…” dedi, yüzü endişeliydi
Benimse içimden bir şeyler yükseliyordu. “Çok ileri gitmedik…” diye fısıldadım, ama kelimeler boğazıma takılıp kalıyordu. "Ama farklıydı. Çok farklıydı."
Özlem gözlerini kısıp, kafasını hafifçe yana eğerek baktı. "Kardelen, eğer Korkut'tan emin değilsen, neden sana dokunmasına izin veriyorsun?"
Cevap veremedim. Çünkü içinde bulunduğum durum, karmaşık bir labirent gibi beni sarmıştı. Korkut… Korkut’la her şey her an değişiyordu. O kadar derindi ki, ona karşı hissettiklerim, bazen anlamadığım bir okyanus gibi boğuyordu beni. Ama bir o kadar da cezbettiğini inkâr edemezdim. "Özlem..." diye başladım, ama sözcüklerim bir anda çok güçsüz ve belirsiz hissettirdi. “Ben ona alıştım. Beni o kadar güzel seviyor ki… bana fısıldadığı cümleler, bazen bana bir rüya gibi geliyor. Bakışları ben daha önce hiç böyle bir bakış görmedim.
Özlem’in bakışları derin, anlayışlıydı.
. “Güzel arkadaşım, üzme kendini,” dedi, sesi yumuşacık ama bir o kadar da kararlı. Gözlerimdeki endişeyi hissediyordu, beni tanıyordu.
“Nasıl üzmem?” dedim, biraz kafam karışmış bir şekilde. “Bir yanda Korkut var, diğer yanda kendi duygularım. Özlem bir adım daha yaklaşıp, omzuma dokundu. “Kardelen, akışa bırak.
-
Derin bir nefes aldım, sanki o an Özlem’in sözleriyle biraz olsun rahatlıyordum. Ama içimdeki bu karmaşayı hala atamamıştım. Hızla odama doğru yürüdüm. Odama gittiğimde, kendimi aynada görmek istedim. Biraz olsun gerçekliğe tutunmak, kendimi tekrar hissetmek için.
Soyundum, soğuk havayı hissettim tenimde, ama derin bir nefes aldım. Aynaya bakarken, vücudumu izledim. Göğüslerime gözlerim ilişti. Vücudumda bazı yerlerde morluklar vardı. Korkut’un elleri, O dokunuşlar bana hem acı, hem de inanılmaz bir bağlılık hissettiriyordu. Vücudumun her bir yerinde Korkut’un izlerini hissettim. Bir yanım onu seviyor, her dokunuşunu içimde hissetmek istiyordu, diğer yanım ise onun benden gitmemesi için dua ediyordu ....
SOONN...,
Bir bölüm daha sonuna geldik umarım okurken kendinizi iyi hissetmişsinizdir ....
Lütfen beğenmeyi unutmayalım son yayınladığım bölümü sadece 9 kişi beğenmiş yanlış anlaşılmak istemem 9 kişi de benim çok ama çok değerli kişiler ortalama minimum 150 kişi okuyor bölümleri genele olarak çok bölümleri uzun tutmama rağmen çok ki uzun bölüm sevdiğiniz söylemiştiniz uzun tutuyorum yoksa çok kısa tutacaktım
ama yazarken o kadar kesin beğenilir diyorum hevesleniyorum gerçekten mutluluk ile yazıyorum bundan sonra da tek başıma yine yazarım ama çok sonra az kişi beğenince biraz açıkçası emeklerime değmiyor 😥😥bunu daha fazla ne kadar devam ettirebilirim bilmiyorum .....başka bölümler yayınlar mıyım bilmiyorum artık😥şahsen etki - tepki teorisi gibi düşünürsek bunu tepkisel olarak yıpratıcı oluyor süreç
ki burada tek taraflı suç aramıyorum benim de hatalarım var daha erken bölüm paylaşmamak gibi ama olmuyor ne kadar yapacağım desem de olmayacak elimden olmayan nedenlerden ötürü yani bende suçluyum
....asla yorum ya da oy sınırı koymayacağım beğenmek zorunda değilsiniz, okumak zorunda da değilsiniz sonuçta
ama kendi açımdan da düşündüğümde bu konuyu dile getirmek istedim her bölümde yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın demekten utanıyorum istemek kavramı biraz garip geliyor bana ....
Kendinize çok iyi bakın
bu kurguma yakın zamanda yapacağıma karar veririm umarım....
Bu zamana kadar beğenip yorum yapan okuyucularıma çok teşekkür ederim okuyucularımdan çok arkadaşım oldular bu kitabın bana kattığı en güzel şeydi belki de
Bana ve yazdıklarıma bugüne kadar katlandığınız için teşekkürler ...
daha fazla kafanızı şişirmek istemiyorum ve son bu kadar bitti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 88.73k Okunma |
3.91k Oy |
0 Takip |
64 Bölümlü Kitap |