12. Bölüm
MozaikKule / Mesele Aşk Değil ✔️ / 12. Bölüm

12. Bölüm

MozaikKule
mozaikkule

• Bismillahirrahmanirrahim •

 

🍉🍉🍉

 

 

Kardeş. Bu söz ne kadarda güzel bir sözdü. Kan kardeşi, süt kardeşi, din kardeşi. Benimle şehitlik için ilerleyen tanımadığım adam benim kardeşimdi? Ömer öyle söylemişti bana. Yalan konuşmayacağını biliyordum çünkü o müslümandı ve o İslam'ın gerekçelerini en iyi şekilde biliyordu.

 

Bana yardım eden ve yanlışlıkla isminin Mücahit olduğunu öğrendiğim genç benim kardeşimdi. Aklıma Emre geldi. Her şeyimi bilen, benimle eğlenen, benimle deliren kardeşim. Süt kardeşim.

 

"Ne?"

 

Herkes de benim gibi kalmıştı. Ömer ise çok büyük bir pot kırdığını anlayarak arkamda duran Mücahit'e bakıyordu..

 

"Aferin abi ya! Ben dieyecektim süpriz olarak. Ablamın hiç bir şeyden haberi yoktu." Ablam... Kanımdan ve canımdan birisi arkamdaydı bir diğeri ise önümde mahcup mahcup ona bakıyordu. Ortam çok sessizdi. Herkes birbirini bekliyor gibiydi. Daha doğrusu herkes beni bekliyordu.

 

"Allah kardeşim ve benim yolumu cihat ve şehadet eylesin." Herkes Amin diyince yavaça arkamı döndüm ve kefiye ile yüzü görünmeyen kardeşime baktım. Burada yüzünü açamayacağını biliyordum o yüzden sadece gülümsedim. Nede olsa o da benim yüzümü göremiyordu. "Gelde sana bir sarılayım Mücahit'im benim."

 

Tam ikimizde sarılamak için öne atılmıştık ki beni birinin arkadan çekmesi ile ben arkaya Mücahit ise öne tam dizlerimin dibine düşmüştü. Kalçamı çok hızlı çarpmıştım ama anın şoku ile bunu idrak edebilecek güce sahip değildim.

 

Ben ve dizlerimin dibinde duran kardeşim ile aynı anda Ömer'e baktık. O ise üstümüzden bize pişmiş kele gibi sırıtarak bakıyordu ama yüzündeki ifade de sinirde vardı.

 

"Ne kadar kardeşinde olsa o benim karım ve hala seni tam tanımış değil. Değil mi abicim?" İkisine de boş boş baktım. Ömer'in bu kadar kıskanç olacağını düşünmemiştim bile.

 

"Öyle tabikide abicim ama unuttuğun bir şey var. O beni bilmesede ben onu biliyorum ve o benim yıllardır beklediğim ablam." Mücahit sözünü bitirir bitirmez hızlıca bana atak yaptı ve bana skıca sarıldı. Onun bunu yapması ile bu seferde arkamdan Ömer iki kolumu birden tutarak o da bana sarıldı, ben ise ikisinin arasında canımın acısı ile büyük bir çığlık atmak ile öylece kaldım. İkiside hızlıca benden uzaklaşmıştı ama kolumun ağrısı benim ile kalmştı. Yaralı oduğumu unutmaları hoş değildi.

 

"Ay çiçeğim özür dilerim valla unuttum." Mücahit'i birazcık ayağım ile itekledim ve aynı şekilde arkam da duran Ömer'ide kolum ile itekedim. İkisinin de davranışları sinirimi bozmaktan başka hiç bir şey yapmıyordu. Ayağa kalkarak üzerimi çırptım ve peçemi düzelttedim.

 

"Et görmüş ayı gibi saldırmanız çok gurur verici ama benimde bir canım ve bir yaram var unutmayın lütfen." Mücahit'de benim gibi yerden kalktı ve beni es geçerek Ömer'e sarıldı. Şaşkın şaşkın ikisine baktım. Onlar ise birbirlerine sıkı sıkı sarılmışlardı.

 

"Kusura bakma abi. Nede olsa o senin eşin." Ömer'de Mücahit'e daha da sıkı sarıldı ve sırtına bir kaç kez vurdu.

 

"Estağfirullah o senin ablan biraz daha hasret giderin dicem ama olmaz." Birbilerinden ayrılarak bu sefer bana baktılar. "Çünkü o seninle savaşa katılacak. Sahalarda olacak seninle. O yüzden onun ile zaten bol bol vaktin olacak. Şu kısacık zaman da bize kalsın dimi." Yeniden Mücahit'in sırtına vurdu ve o da aramızdan çekildi. Ömer bu sefer yavaş yavaş bana yaklaştı ve hemen önümde durdu.

 

İlk önce peçemin kapattığı alnımdan ve sonra kapalı olan yanağımdan öptü. Bu öpücük ne güzeldi öyle. Şehadetin ortasında verilen şehadet şerbeti gibiydi yüzüme değen dudakları. Ardından ise sıkıca sarıldı bana. Hiç bırakmayacak gibi. Savaşın ortasında bırakmamak ayıp olurdu tabii. Bırakacaktı tabikide beni. Ama yolun sonu daha neler sevip sevmediğini dahi bilmediğim eşim ile şehadete açılırken alınamazdım, küsemezdim, kırılamazdım ben ona. Bende ona sıkıca sarıldım ama kalbimde onun sevgisinden ağır basan Allah sevgisi ve şehadet arzuzu vardı. Eminim onun kalbinde de benimkinden daha fazlası vardı. Şehadet kokulu sevdiğim vardı benim.

 

Benden ayrıldı ve odadan çıkıp gitti. Odada ben ve kardeşim kalmıştık. O bana bakıyordu ben ona.

 

"Böyle boş boş bakmaya mı alıştın yoksa bir şey mi düşünüyorsun yada kafanın içinde gerçekten bir şey yok mu?" Çok meraklı ve boş boğazdı bana birini hatırlatıyordu. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Özlemek ne kadar kötüydü böyle. "Heeeyyy özür dilerim. Bu kadar hassas olduğunu bilmiyordum abla." Kollarımı açtım ve onu bekledim. Odanın ilerisinde olan çocuk sanki yıllardır bu anı beklemiş gibi hızla bana sarıldı. Onunda kokusu şehadet gibiydi. "Ailemizden tek kalan sen ve benim. Sen benim herşeyimsin. Yıllardır beklediğim hasretimsin. İyiki, iyiki gittin Türkiye'ye. Yoksa belkide benim yanımda sende olmayacaktın."

 

Gerçekten iyiki miydi benim için? Orada susan insanları görmek, orada cihadın farz değilmiş gibi davranılması, orada insanların ilk mescidimize olan umursamazlığı. Ve evet güya orada müslümanlar yaşıyordu. Güya. Ama aslında orada güzel şeylerde vardı. İslam için çalışan bir sürü insan vardı. Ama yıllarca susturulan ve bir birine düşman edilen.

 

"Diğer yarım gibisin kardeşim ama iyi ki deme çünkü tek iyi ki diyebileceğim yer burası. Şehitler yurdu Filistin." Sadece ondan ayrıldım ve başımı önüme eğdim. O ise sustuğum herşeyi anlamış gibi elini omuzuma attı ve yan taraftan çeneme dokunarak kafamı kaldırmamı işaret etti. Kafamı kaldırarak ona baktım. "Artık Türkiye'de değilsin. Filistin'desin ve sen Filistin'in kızısın." Gülümsedim sadece görünen gözlerim kısıldı, gülümsedi sadece benim gibi görünen gözleri kısıldı. "Şimdi seni kadın direniçilerin yanına götürücem. Onlarda bizimle silah tutan kadınlar var ve bizim ile aynı cephede savaşıyorlar. Hatta bazen bizim üstlenemediğimiz görevleri onlar yapıyor. Ve şu ana adar binden fazla işgalci öldürdüler. Onlar sadece iki kişi. Çok iyi değil mi? Allah onları korusun inşallah." İki Filistinli kadın binlerce adama denkti.

 

Aslında denk olan sadece iman gücüydü. Çünkü onlar çoktan Allâh ile sözleşme imzalamışlardı. Sadece sıralarını bekliyorlardı. İşte iki milyar müslümana denk olabilecek iman sadece iki kadında vardı. Aslında o iman buradaki bir çok insan da, çocukta, yaşlıda, kadında, neredeyse herkeste vardı. Ve ben onlar ile beraber savaşacaktım inşallah.

 

"Allah onları korusun, imanlarına zeval vermesin. Hadi gidelim. Bende göreyim şu mücahide kadınları." Gülümsedi ve elini omuzuma attı ve beraber ilerledik. Evden çıkarken elini omuzumdan çekti ve silahını eline aldı. Bende onunla beraber silahımı elime aldım. İndiğimiz araba ileride bizi bekliyordu ve kimse yoktu. Yinede dikkatli bir şekilde arabaya ilerledik. O önden gidiyordu ben ise arkasından. Gerçekten bir mücahite benziyordu. Boyu uzundu ve geniş omuzları vardı. Arkasındayken bile güvende hissetmek çok güzeldi.

 

Arabaya bindiğimiz gibi susmamı işaret etti ve kendisi de asla konuşmadı. Ne nereye gideceğimizi sorabildim nede nasıl bir şey yapabileceğimi sorabildim. Araba yolculuğu boyunca sustuk. Ne tarafa gittiğimizden haberim yoktu ama güvende hissetmek böyle bir şeydi.

 

Gazze'nin içerisine doğru girmiştik. Yıkılan binalardan bunu anlamak zor değildi. Arada tek tük ayakta kalan binalar vardı ama hepsi ağır hasarlıydı. Binlerce insanı mahvetmişlerdi. Binlerce çocuğu binlerce kadını. Tek suçları Filistinde doğmalarıydı. Kutsal kitaplarında vadedilen topraklar için milyonları öldürmüşlerdi. Geri kalanları ise zevklerine düşkün hale getirmişlerdi. Ve hepsi müslümandı.

 

Araba durduğunda Mücahit'e baktım. O da bana bakıyordu. Ne yapacağımı bilmediğim için arabadan ilk ben indim ve arabadan biraz uzaklaştım. Arkamdan gelen ayak seslerini işitiyordum. Biraz ilerledikten sonra beni omuzumdan tutarak durdurdu ve yönümü kendine çevirdi.

 

"Karşı taraftaki yarım yıkılmış mavi binaya gir ve bodrum kata in. Hanımlar orada kalıyor. Ben gidiyorum ama kimseye görünme ve silahını bırakma. Tedbirini al." Alnımdan öptü ve arkasına dahi bakmadan benden hızlıca uzaklaştı. O benden biraz daha uzaklaştığında bende arkamı ona döndüm ve dediği mavi binaya baktım. Binanın bina denilecek hali kalmamıştı. Yarısından çoğu yıkılmıştı ve yıkılmayan tek tarafında da birazcık mavi boya vardı. O binaya emin adımlar ile ilerledim. İçeride beni ne bekliyor bilmiyorum ama benim canım Allah'a emanetti. Ya emanetini cennet karşılığı alacaktı yada daha cennet karşılığı almasına zaman vardı.

 

Binanın önüne gelene kadar aklımda hep şehadet vardı. Aslında aklımda hep şehadet vardı. Cihat meydanında aklımda başka ne olabilirdi ki zaten. Şehadete aşık olmuştum ve onu istiyordum. Dünya aşkı hiçbir şeydi. Kalbimi yakan bir aşktı benim için şehadet. Yatağımda ölmek istemiyordum ben. Ben canımı cihat meydanında şehitlik mertebesi ile alınmasını istiyordum. Aynı Yahya Sinvar gibi...

 

Binaya sağ adımımı attım ve şehadet getirdim. Yolun sonunda ne olacağı belli olmazdı. Ya şehit olursun ya esir. Şehadet burada esirlikten daha güzeldi çünkü karşındaki insan değildi. Yavaş yavaş alt kata indim. Önümde eski bir kapı vardı. Üç kere duyulabilecek şekilde kapıya vurdum ve beklemeye başladım. Kapının hiçbir yerinde bir delik yoktu. İçerisi görünmüyordu. Bekledim... Bekledim.... Ve yine bekledim. İçeriden ne ses gelmişti nede kapıyı birisi açmıştı. Öylece dışarıda kalmıştım.

 

Elimi kapının kulpuna götürdüm ve aşağı yavaşça indirdim. Kapının kolunun gıcırdaması bütün binada yankı yapmıştı. Bu yüzden geri kalanını hızlıca indirdim. Açılacağını ümit etmemiştim ama kapı açılmıştı. Küçük bir aralık bıraktım ve içeriye gözümün ucuyla baktım. Kimse görünmüyordu.

 

"Selamın aleyküm?" Sesim boşlukta yankılanmıştı ve kapının arkasından bir anda birisi çıkmıştı. Bit anlık refleks ile silahımı karşımdakine tuttum ve öylece birbirimize baktık.

 

Karşımda aynı benim gibi baştan sona simsiyah olan bit kadın vardı. Sadece gözleri görünüyordu ve gülümsediği belliydi. "Ve aleyküm selam kardeşim." Kızın sesinin tatlı tonu silahı indirmeye yetmişti. Silahı omuzuma asarak kıza yaklaştım ve ona sarıldım. O da bana sıkı sıkı sarıldı. "En baştan ses verseydin keşke. İşgalci askeri sandık bizde. Yoksa kapıyı açardım ben sana." Yüzümdeki gülümseme ile ondan ayrıldım.

 

"Bende tedbirli davranmak istedim. Çok fazla ses çıkartmamam gerekiyordu."

 

"Sende haklısın. Önemli değil böyle şeyler. Sonuçta tetiğe basmadık." İkimizde bu halimize güldük. Burada kimse kimseye güvenemiyordu. Etrafıma baktım bir kaç saniye. Her tarafı yıkık döküktü. Aynı bir sığınağa benziyordu burası. Tek odaydı başka hiçbir yerde bir kapı veya başka bir şey yoktu. Odanın ortasında büyük eski bir kanepe vardı. Onun karşısında bir bilgisayar sistemi vardı. Yan tarafta ise silah mühimmatları ile dolu iki tane ahşaptan dolap vardı. Kafamı diğer tarafa çevirdim ve bir buzdolabı gördüm. O da tabiki de eskiydi. Buzdolabının kenarında askıda üç tane temiz çarşaf ve peçe takımı vardı. Başka hiçbir şeyleri yoktu Allah'tan başka.

 

Yanımdaki kız ilerleyerek kanepeye oturdu ve bana baktı. Bende ilerleyerek yanına oturdum. O sırada diğer kızı bilgisayarların başında gördüm ve ona da selam verdim. O da selamımı aldı ve işine devam etti.

 

"Adım Zeynep. Senin ki nedir acaba?" Bunu derken peçesini çıkartmıştı. Karşımda bana bakan yanaklı bir kız görmek beni şaşırtmıştı. Gözlerini altı mosmordu ama yüzündeki nur onu çok güzel gösteriyordu.

 

"Bende Dilay. Tanıştığımıza çok memnun oldum Zeynep." Bende yüzümdeki peçeyi çıkarttım ve onunda beni görmesine izin verdim. Yüzüne hayran hayran bakması biraz garipti ama onu yadırgamadım. Yaşının küçük olduğu belliydi. On sekiz bile diyemezdin ona.

 

"O da Hafsa. Birazcık huysuzdur ama çok iyi bir kalbi var emin ol." Gülümsedim ve Hafsa dediği kıza baktım. O da arkasını dönmüş bana bakıyordu. Zeynep'in aksine onun yüzü kemikliydi ve aynı şekilde o da çok güzeldi. Bana bakarak gülümsedi. Bende ona aynı şekilde gülümsedim.

 

"Onun öyle dediğine bakma huysuz falan değilim. Sadece kanı hızlı aktığından dolayı olan fikirlerine hayır diyorum." Zeynep bozulduğunu belli eden bir ses çıkartması ile beraber güldük.

 

"Ya sadece işgalci askerine bomba yedirmek istedim bunda ne gibi bir sorun var acaba?" Ağzım açık bir şekilde yanımda oturan kıza baktım. Böyle bir tatlılığın altından böyle bir düşünce çıkacağını aklımın ucundan bile geçirmezdim ben.1

 

"Evet sorun var çünkü adam canlıydı. Hak edip etmemesi konusunda haklısın ama bunu yapmak canice bir fikir." Gerçekten Hafsa Zeynep'e göre daha olgun bir yapıya sahipti. "Ama Dilaycım soracak olursan evet bunu yaptı ve adamın kafasını uçurdu." Ağzımın daha da açılmasına engel olamadım ve yanımdaki kıza garip garip bakmaya başladım. Ama Zeynep'in savunması bütün bakışlarımın yerini bir hayranlığa çevirmişti.

 

"Adam küçücük bebeklere tecavüz ediyordu. Ölü bedenlerine bile. Bunu yaptığıma pişman değilim." Ona gülümsedim ve hayran hayran baktım. O gerçekten Filistin'in güçlü bir kızıydı.

 

"En iyisini yapmışsın. Hak edene hak ettiğini vermek en güzeli." O da bana gülümsedi ve yanıma iyice yaklaşarak bana sarıldı ve kafasını omuzuma koydu. Yadırgamadan bende onu kolum ile sardım.

 

"Seni tanıyorum. Sen Ömer abinin eşisin değil mi? O adam gerçekten dediğini yaptı ve seni karısı yaptı. Maşallah. Allah sonunuzu cennet yapsın inşallah."

 

Sadece içimi çektim ve "Amin" Demekten başka bir şey yapmadım. Onun ile sonum nasıl olurdu bilmiyorum ama ben ona bu dünyada doyamamıştım. Ben onunla zaman bile geçirememiştim ki. Onu cennette benimle beraber şehitlik makamında Allah'tan istiyordum. Çünkü bu dünya yalandı. Be gerçeğinde ve sonsuzluk ile istiyordum. Ama ondan çok ben Şehitliği istiyordum.

 

Hafsa da önüne döndü ve işine devam etti. Beni yıllardır tanıyor gibilerdi. Aslında burda ne kadar insan ile tanıştıysam çoğu beni zaten biliyordu. Sadece ben kendi hayatımdam uzaktım ve gerçekleri şimdi öğreniyordum.

 

"Seni nasıl buldu? Nasıl evlendiniz? Anlatır mısın? Yapacak görevimizde yok canım sıkılıyor. Lütfen." Elimi başına götürdüm ve başını okşamaya başladım. İyice yerine yerleşti ve benim cevabımı beklemeye başladı.

 

"Anlatırım tabikide." Önce iyice bir nefes aldım ve konuşmaya başladım. Kısadan gidecektim. "Beni normal birisi gibi istemeye ailesi ile geldi. Benimle bir konuşma gerçekleştirdiğinde aslında beni tanıdığını söylemişti ve bu o zaman çok garibime gitmişti. Ve o gün bana evlenmemizde bir mesele olduğunı söylemişti. İsteme günü beni verdi babam. O günden hemen sonra gece yanıma geldi ve benimle dini nikah kıymak istediğini söyledi. İçimdeki ses ise onu kabul etti ve karanlık bir mağaraya girmiş gibi onunla nikahlandım. Herşey çok farkliydı ve hızlı ilerliyordu. Babamın ise buna kızmaması çok garip gelmişti o zaman. Ama şimdi anlıyorum onu. Neyse işte sonra beni bir dağ evine götürdü ve ondan sonra olaylar daha da hızlı gelişti ve ben meseleyi anladım. Ve işte burdayım Zeynepciğim. Filistin'de. Ait olduğum yerde."

 

Bana alttan alttan baktı. "Zor oldu mu ailen bildiğin insanlardan ayrılmak?"

 

"Ne oldu nede olmadı. Çünkü diyorum ya her şey çok hızlı oldu. Onlardan ayrılmak bile o hızlılığın içinde zor gelmedi bana. Ama özledim. Hemde çok." Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Ama ağlamak istemediğim için göz yaşlarımı yok ettim.

 

"Peki onunla yani Ömer abi ile normal bir hayat ister miydin?" Bu soruya düşünmem bile saçma oldurdu o yüzden hızlıca cevapladım.

 

"Hayır. Ben onunla cihat yolunda olan bu evliliğe razıyım. Şehitliğe razıyım. Çünkü en güzeli bu." Gülümsedi, gülümsedim.

 

"Çok güzel bir aşk hikayesi. Bende aynısından istiyorum." Yüzü asıldı. Sevdiği birisi vardı galiba. İçimden bir an öyle geçmişti.

 

"Sevdiğin birisi mi var yoksa?" Onlar ile daha yeni tanışmıştım. Bu kadar samimi olmak garip gelmişti bir an. Onları daha yeni tanımama rağmen sanki hepsi her zaman benim hayatımda gibilerdi. Onlar ise bu durumu asla yadırgamamışlardı bile.

 

"Şeyy... " Utanmıştı. Tombik yanakları kızarmıştı minik Zeynep'in. Bu görüntü ile gülümsedim ve ona daha da sıkı sarıldım. Artık ne onlar konuştu nede ben. Sessizlik her tarafı kaplamıştı.

 

Zeynep benden ayrıldı ve kafasını diğer tarafa koydu. Belli ki günlerdir uykusuzdu. Tam kafasını koyduğu sırada ilk önce büyük bir patlama sesi geldi ve yer yerinden oynadı. Bomba çok yakınımıza düşmüştü. Hepimizde yerlerimizden hızlıca kalktık ve silahlarımızı hazırladık.

 

Yukarı taraftan ilk önce silah sesleri ve alaycı bir şekilde ibranice konuşan işgalcilerin sesleri geldi.

 

Üçümüzde birbirimiz ile helalleştik ve evin kapısına silahlarımız ile ilerledik. Burada her kapının arkasında ya şehadet yada işgalci leşleri vardı. Ama burada hep ölüm vardı.

 

 

🍉🍉🍉

 

 

• Elhamdülillah •

Bölüm : 06.12.2024 12:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...