• Bismillahirrahmanirrahim •
🍉🍉🍉
Şehadet sanki buram buram kokuyordu bana. Bu kadar yakındım yeniden. Kararlıydım buna. Burada gerçek bir mücahide kadın olmaya kararlıydım.
Kapıyı ilk ben açtım. En önde ilerleyen bendim. Diğer ikiside arkamdan geliyordu. Yerimizi bulmaları bu kadar kolay olmamalıydı. Biz buraya gelirken takip edilmiş olmalıydık. Yavaşça kafam ile beraber silahımı da kaldırarak yukarıya baktım. Adım sesleri geliyordu ama binaya giren kimse yoktu. Dışarıdan geldiği belliydi.
Kaç kişi olduklarını bilmiyordum ama tek bildiğim yukarıdaki elleri silahlı domuzların fazlası ile korkak olduklarıydı. Onların başları asla en ön cephede savaşmazdı korkudan. Çünkü onlarda müslümanlarda olduğu gibi bir iman yoktu. Kızlara işaret ettim ve yukarıya çıkmak için adımımı attım. Adımımın sessizliğinden ben bile kendi adımımın sesini duyamamıştım. Bu güzeldi..
Diğer adımlarımı da aynı şekilde seri ve yavaş attım. Yukarıya çıktığım gibi kendimi kapının yanın yanındaki çökmüş duvara dayadım ve eğer dışarıdan birisi gelir diye kendimi orada sabitledim. Dışarıdan hala sesler geliyordu. Kızlar da hemen kendilerini ayarladılar ve beklemeye başladık. Ellerinde ağır silahlar var mıydı bilmiyorum ama korkum yoktu. Aklım da ve kalbimde sadece şehadet vardı.
Bir kaç tane adım sesi duyduk ve ardından ibranice konuşmaya başladılar. Ne dediklerini anlamasam da Zeynep ve Hafsa'nın anladığını anlamıştım. Çok dikkatli bir şekilde dinliyorlardı.
Girecekleri yerlere ilk önce bomba atıyorlardı. Çünkü içerisi temizlenince girmek onlar için daha kolay oluyordu. Onlar karadan savaşabilecek kadar yürekli insanlar değillerdi. Onlar sadece masum insanların ve çocukların üzerine bomba atabilecek kadar kalleş insanlardı.
Birinin ayak sesleri bize doğru yaklaşıyordu. Bunu anladığım an hemen silahımın tetiğine parmağımı yasladım ve gelecek kişiyi bekledim. Gelen kişi bağırarak ibranice konuşmaya devam ediyordu. Ne dediğini bilmesem de Zeynep alaycı bir şekilde güldü ve hemen geri sustu. Onun bu hareketi beni de güldürdü. Bende yavaşça güldüm.
Binanın yıkık duvarını biraz daha sindim ve bekledim. İçeriye ilk adımını attı. Diğer adımını atmasına dahi izin vermeden başına sıktım ve kurşunun hızı ile yan tarafa doğru devrildi. Beyninden akan kan çok hızlıydı ve anında bütün yeri kapladı. Bir çocuğun daha intikamı alınmıştı Elhamdülillah.
Silah sesini duyan diğerlerinin de bizim olduğumuz binaya doğru koştuklarını anlatan ayak sesleri ile kızlara baktım ve kafamı salladım. Artık saklanma yoktu.
Çarşafımo düzenleyerek sindiğim yerden doğruldum ve kapıdan çıktım. Karşımda bana bakan eli silahlı beş asker vardı. Beşide beni gördüğünde ilk başta bir duraksadılar. Onların duraksamalarını fırsat bilerek önde olan ikisine de bir kaç el ateş ettim. Önde duran ikisi acılar içinde yere yığıldı. Onların yığılması ile bende hızlıca binanın yan tarafına koştum ve kendi önüme duvarı siper aldım. Kendimi hızlıca toparladım ama onlar da siper alarak bize ateş ediyorlardı. Onlar da üç kişiydi bizde. Gözüme birini kestirdim ve onu nişan aldım. Karşımda yıkılmış taşların arkasında duruyordu ve arada çıkarak ateş ediyordu. Onun yeniden çıkmasını bekledim. Çok uzun sürmemişti ve en sonunda olduğum binaya sıkmak için kafasını az bir şey çıkarttı. Bunu bilerek hemen besmele çektim ve ardından tetiğe bastım. Silahın sesi ve ardından adamın yığılması ile gülümsedim. Hala silah sesleri geliyordu ama karşı tarafta belli ki bir kişi kalmıştı.
Gözlerim onu aramaya başladı. Bulduğum yerde kafasına sıkmak istiyordum.
Bir anda sağ kulağım çınladı ve hemen kendimi geri çektim. Kulağımın dibinden geçen kurşun beni sarsmıştı. Nefesimi topladım ve kurşunun geldiği tarafa baktım. Bir kadın işgalci bana gülerek bakıyordu. Bana çok uzak değildi aynı benim gibi yan tarafta ki binanın arkasında duruyordu. Düşünmeden silahımı kaldırdım ve iki el ateş ettim. İkiside kadına saplanmıştı ve kadın yerde can çekişen hayvanlar gibi bağırıyordu.
Yavaşça binanın arkasından çıktım ve etrafıma baktım. Kızlar da benim gibi bakıyorlardı. Etrafta kimsenin olmadığını anlayınca hızlıca yaralı kadının yanına koştum. Yerde hala bağırıyordu. İlk başta kafasına sıkasım gelmişti ama bundan vazgeçmiştim. Onda işimize yarayacak bilgiler olabilirdi. Diğer aptallara göre daha iyi silah kullanıyordu.
Elimi kadının siyah düz at kuyruğu olan saçlarına attım ve kafasını havaya kaldırdım. Beli önde doğru bükülmüştü ama umrumda değildi. Onun acısı benim için bir hiçti. Küçük bir bebeği öldürmek isteyenler için bunlar en iyisiydi. Ve onlara destek verenler için. Kadın acı içinde yüzüme baktı ve ağlamaya başladı. Az önce gülen ve beni öldürecek olan kadın şu an ellerimin arasında ağlıyordu. Onu geri yere sertçe bıraktım ve yanıma gelen kızlara baktım. Bu konulardan anlamıyordum o yüzden bu iş onlarındı. Geri çekildim ve hem onları dinledim hemde etrafı kolaçan etmeye başladım.
"Dilimizi bildiğini biliyorum. Lafı hiç değiştirme. Ya en yakın toplanma alanınızı söylersin yada canını fazlasıyla acıtırım." Bu gün gittiğimiz yer gibi demek ki daha fazla yerleri vardı. Kassamlar öldürüyor onlar yeni asker buluyordu. Gazze ikiye bölünmüştü sanki. Ordan oraya göç eden ve mücahit kassamlar ve işgalciler. Kim olsa kendi ülkesini vermek istemezdi. Ve bu ülke öyle normal bir ülke değildi İslam için. Burası kutsal topraktı. Burası emanetti bize. İslam da kimse kendi din kardeşini kendi canı gibi sevmez ise gerçekten iman etmiş olmazdı. İçimizde müslümanım diyip imansız olan çok fazla insan vardı. İslam sadece namazı, zekatı ve orucu getirmemişti, İslam bize kardeşliği getirmişti. Peki nerdeydi bu kardeşlik? Filistin Araplar'ın işidir diyen mi müslümandı? Yoksa benim yediğim içtiğim bir şeyden bir şey olmaz diyen mi müslümandı? Hayır! Onlar müslüman değillerdi. Boykot yapmıyorsa istediği kadar şehadet getirsin o tam olarak iman etmiş olmazdı. Çünkü İslam'da bizlere birbirimizin kanı haram kılınmıştı. Nasıl içki, domuz haram ise yedikleri de içtikleri de haramdı.
Kadın asla zorluk çıkartmamıştı. Hemen kafasını salladı ve acı içinde kıvrandı. Onun bu hali hoşuma gidiyordu. Gözlerimin önünde annesiz kalan bir çocuk görmüştüm ben. Bu onlara azdı bile. "Söyleyeceğim. Lütfen öldürmeyin. Söz veriyorum sizi oraya götüreceğim." Hile yapmayacağını bilemezdik ama şu an ondan başkası elimizde yoktu. Hafsa kadını yavaşça kaldırdı ve yürümesine yardım etmek için koluna girdi. Bende kadının yanına giderek üzerindeki bütün eşyaları aldım ve kendi üzerime taktım. Yavaş yavaş çıktığımız binaya doğru ilerledik. Kadın ise hala korkudan titriyordu.
Binaya girerek yeniden alt kata indik. Kadının yavaşlığı canımı sıkıyordu. Canı sıkılan tek ben değildim Zeynep'de aynı şekilde sürekli sıkıldığını belli eden sesler çıkartıyordu.
"Aayyy Hafsa abla aşağıya itsek zaten kendi iner niye bu kadar uğraşıyoruz ki?" Yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım ama zaten yüzüm kapalıydı ve gülmem hiçte sorun değildi.
"Zeynep bizim dinimizde esire kötü davranın diye bir şey var mı ablacım? Yoksa bende istiyorum acılar içinde gebersin ama mecburum böyle davranmaya. Sende mecbursun." Zeynep hiçbir şey demeden aşağıya indi ve kapıyı açık bıraktı. Onun hayat hikayesini bilmesem de burada yaşadığı acılar ile bu kadar sert olması normaldi. Ve yaşı daha küçüktü. Yıllardır çektiklerini bir Allâh birde Filistin bilirdi. Bende beklemek istemediğim için hızlıca aşağıya indim ve kapıyı örtmedim. Zeynep kendini koltuğa atmıştı ve elindeki bilgisayar ile ilgileniyordu. Bende yanına oturdum ve beklemeye başladım.
Hafsa ve kadın işgalci içeriye girdiler ve kadın artık dayanamayarak kendini yere attı. Yaraları çok derin olduğu belliydi ama kimsenin umrunda bile değildi bu durum.
"Anlat yer nerede?" Hafsa'nın sesinin kalınlığı ve tehditkarlığı beni bile etkilemişti.
"Gazze şeridinde. Han yunusa doğru. Sizi götürebilirim. Yeter ki beni öldürmeyin." Hafsa güldü ve kadına dikkatlice bakmaya başladı. Kadın elinden gelse yerin dibine girecek gibi bakıyordu.
"Zaten götüreceksin. Sana başka seçenek sundum mu ben? Yaralarına bakacağız. Sonra gideceğiz." Hafsa bu sefer bana baktı. "Dilay yaralarına bak ve hemen girelim şuraya. Daha fazla yanımızda durmasını istemiyorum." Kafamı salladım ve yerimden kalktım. Bana arka tarafımda kalan dolabı işaret etti. Dolaba baktığım da ihtiyacın olan her şey vardı. İhtiyacım olanları aldım ve yerde yatan kadına baktım. O ise bana bakıyordu. Yüzü toz içindeydi ve gerçekten güzel bir kadını ama yüzündeki imansızlık insana onu çirkin göstermeye yetiyordu bile.
"Yapamam canım çok acıyor." Aksanı benimki gibiydi. Kaşlarımı çattım.
"Nerelisin?" Soruyu sorduğum gibi yanına yaklaştım ve üzerindeki üniformayı yırtmadan çıkarttım. İki kurşun da karın kısmına denk gelmişti. Kadını yatırdım ve elindeki malzemeler ile ilk önce kurşunları çıkarttım. Neyseki derine inmemişlerdi. Hatta deri tabakasını bile çok fazla delmemişti kurşunlar. İkisini de çıkarttıktan ve kadının avı içinde böğürmelerinden sonra yarayı biraz temizledim ve sargı bezi ile sardım. Daha fazla malzeme harcayamazdım.
Kadın artık kendinden geçmeye başlamıştı. Gözleri yarım açılıyordu veya bazen açılmıyordu bile.
"Türk'üm." İhanet işte böyleydi. Beklenmedik anda gelen insanın bedenini uyuşturan en kötü maddeydi bu. Karşımda yıllardır yaşadığım ve benimsediğim ülkenin vatandaşı vardı. Aslında o sadece bir caniydi. İstediği kadar Türklüğü ile övünebilirdi. Müslüman olmadıktan sonra benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Ne canı nede malı.
"Bende Filistinliyim. Canını almak için can atıyorun kalleş köpek seni." Türkçe konuşmam ile yarım açılan gözleri tamamen açıldı ve bana şaşkınlık içinde baktı.
"Filistinli falan değilsin. Bu kadar iyi Türkçe konuşamazsın. Kendi vatanından olan birine bunu yapmayacaksın değil mi?" Gözlerimi devirdim ve ona boş boş baktım.
"Türk olman umrumda değil müslüman olmadıktan sonra benim için bir şey ifade etmiyorsun. Karşımda ki işgalcinin milleti umrumda değil. Sonuçta işgalcisin ve ben müslümanım. Canını almak daha da hoşuma gidecek." Umudu tükenmişti. Umudunu tüketmek hoşuma gitmişti.
Müslümanları ayıran ne büyük etkide buydu zaten. Milletçilik. Aslında İslam'da olmayan en kötü şey. Ve o gelmiş bana bu yüzden ona acımamı söylüyordu. Ona acımayacaktım. İslam'a dönmediği sürece.
Ellerimde ki malzemeler ile yanından kalktım ve malzemeleri geri dolaba koydum. Ellerimde onun kanı vardı ve ben onu iyileştirmiştim. İslam bana bunu emretmişti. O yüzden sorun değildi. Zaten onun gibi bir çoğunun kanı elimde vardı elhamdülillah.
Kadın hala halsiz bir şekilde yerde yatıyordu. Onu umursamadan üzerinden geçtim ve Zeynep'in yanına oturdum. Belim ağrımaya başlamıştı.
"Kadının dediği yeri buldum. Olduğumuz yere çok uzak değil. Arabayla en fazla on beş dakikalık yol. Diğerlerini arayalım da bizimle gelsinler. Ne olur ne olmaz." Hafsa ve ben sadece onayladık. Halim kalmamıştı. Acıkmıştım.
Bir anda karnımın guruldaması ile ikiside bana baktı. Utanç ile yüzümü yere eğdim. Bu durumu yaşamak istemiyorum ama işte insan bedeni.
"Eğme yüzünü bu elinde olan bir şey değil. Dolapta yemek var biraz karnını doyur. Seninle beraber bizde yiyelim. Bende acıktım çünkü." Hiç bir şey demeden yerinden kalktım ve dediği dolabı açtım. İçerisinde çok fazla bir şey yoktu. İki tane ekmek ve birazda peynir vardı. Yan tarafta simit gibi bir şey vardı ama onun ne olduğunu bilmediğim için ona elimi atmadım.
Peynir ve ekmeği çıkarttım ve üçümüze de biraz biraz hazırladım. Sonra yerde yatan kadına da yiyebileceği kadar hazırladıktan sonra gerisini yeniden dolaba koydum. Ekmeğin bazı yerleri tozluydu. Filistin'in temiz ekmek alabileceği bir fırını daha yoktu. İçim acıya acıya herkese kendi hakkını verdim ve bende oturdum. Hafsa yerde yatan kadına yediriyordu.
Onun merhamet duygusu gerçekten çok fazlaydı. Yada İslam'ı o kadına güzel tanıtıyordu. Her iki şekilde de Hafsa çok iyi biriydi. Elimdeki peynirli ekmeği yavaş yavaş yedim. Zeynep benim kadar yavaş yememişti ve iki lokmada hepsini bitirmişti. Kadına ise öldürücü bakışlar atmak ile meşguldü.
"Ona öyle bakma. Sana kaç kere dedim Zeynep. Bizim dinimizde esir birine kötü davranmak yok diye."
"Ama onlar bize yapıyor. Kısas uygulamamız lazım." Sesinde bile tiksinti vardı.
"Evet uygulayabiliriz ama neden işimize yarayacak birini kaybedelim ve ona İslam'ı güzel bir şekilde anlatmayalım?" Çok mantıklı ve güzel bir yaklaşımı vardı. O kadın benim elimde olsaydı onu çoktan öldürmüştüm bile. Hafsa kadını iyice yedirdikten sonra geri yere yatırdı. Kadın hala acıdan inliyordu.
"Birazdan kalkalım ve çıkalım artık. Buna daha fazla katlanmak istemiyorum." Zeynep'e katıldığımı belli edercesine kafamı salladım. Daha fazla bu kadın ile aynı yerde beklemek istemiyordum. Ve Hafsa'nın merhameti beni eziyordu.
Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Kendime engel olamadım ve gözlerimi kapattım. Hayatımın en güzel uykusu olacaktı galiba.
Birinin beni dürtmesi ile gözleri açtım. Zeynep bana tepemden bakıyordu. Gözlerim hala açılmamak için bana direniyordu.
"Hadi kalk gıdıcez birazdan. Abdest al namazımızı kılıp çıkalım hava kararmadan." Hava daha kararmadan uyanmıştım demek ki. Çok fazla uyumamıştım ama bedenim eski kuvvetini kazanmıştı. Yerimden yavaşça kalktım ve Zeynep'e baktım. "Gel şu köşede bir çeşme var." Gösterdiği yere baktğımda yere yakın eski bir çeşme vardı. Üzerimdekileri çıkarttım ve kendimi abdest almaya hazırladım. Çeşmeyi açtığım da şu çok az akıyordu. Hızlıca abdestimi aldım ve suyu kapattım. Su temiz değildi. Ağzım da hala toprak tadı vardı.
Üzerimi geri giyindim ve hemen peçemi bağladım. Kızlar namaza durmaya hazırlanıyordu. Bende hızlıca yanlarına geçtim ve safa durdum. Namaz ruhumu öyle dinlendirmişti ki üzerimde sanki hiç bir yük kalmamıştı. Sırtımı Allah'a yaslamak böyleydi işte. İçime büyük bir şu serpilmişti. Huzur burdaydı, seccade de. Namazdan sonra tesbihimi de çekip duamı ettim. Kızların duası biraz uzun sürmüştü. Onları beklerken bende biraz daha dua ettim ve hep beraber kalktık.
Yerde yatan kadını da alarak evden çıkmaya başladık. Yeniden etrafı kolaçan ederek yavaş yavaş ilerledik. Binadan bu sefer ilk önce Zeynep çıktı. Ardından ise kadın ile Hafsa en arkada da ben vardım. Hepsi çıktıktan sonra hem onları takip etmeye devam ettim hemde etrafı izlemeye. Her taraf siyah beyazdı. Gökyüzü hariç. Her taraf yıkılmış durumdaydı. Enkazların altında hala ölü bedenler olduğundan emindim. Sesleri çıkmayan sadece evlerinde oturdukları için öldürülen bedenler. Çoğuda daha çocuk ve kadındı. O kadar savunan bu kadın hakları nerdeydi. Onlar sadece kendi ülkelerindeki kadınlara mı kadın diyordu. O zaman bu kadın hakları değildi. Bu sadece ırkçılıktı. İslâm'da haram olan ırkçılık. Filistin'deki kadınlar kadın mı değildi yoksa kadın haklarını savunanlar insan mı değildi. Bunu anlamak çok kolayldı.
Kızlar ile uzun bir süre olmasa da baya bir yürüdük. Arabanın her tarafı aynı Filistin gibi tozlar içinde kalmıştı. Arabanın çoğu yerinde hasar vardı. Kurşun izlerini saymak bile imkansızdı. Zeynep arabanın arka kapısını açarak Hafsa'yı bekledi. Kadın ve Hafsa yavaş yavaş ilerledi ve arabaya bindiler. Zeynep'te kadın ile arkaya binince bende arabanın etrafını dolanarak ön koltuğa geçtim. O sırada da Hafsa'da şoför koltuğuna oturmuştu bile.
Arabanın çalışması ile içime derin bir nefes çektim ve şehadete giden yolumda Allah'a dua ettim.
"Yolu söyle." Hafsa'nın sert sesi daha da İslam sancağına sarılmama neden oldu. Ben Filistin'in kızıydım ve sancak şu an bizlerin elindeydi.
🍉🍉🍉
• Elhamdülillah •
Okur Yorumları | Yorum Ekle |