• Bismillahirrahmanirrahim •
🍉🍉🍉
Ellerimde tuttuğum mektup bana o kadar ağır geliyordu ki nefes almam bile zorlaşmıştı. Gözlerimi Arapça harflerin üzerinde gezdirdim. Gözlerimdem yaşlar akıyordu.
Böyle bir şey yazmayı her zaman düşünmüştüm ama bu güne kısmetmiş. İçimde çok güzel bir duygu var. Tarif edilemez bir duygu. Başarmışlık hissi diyebilirdim buna belki ama ondan daha güzeldi bu duygu.
Bu gece çok garip bir rüya görmem üzerine böyle hissetmeye başladım. Rüyamda o kadar güzel bir yerdeydik ki anlatılamazdı burası. Her taraf yeşildi ama dünyada bildiğimiz yeşil değildi. Sadece söyleyebildiğim ama anlatamadığım bir yeşildi. Ve ben o yeşilliğin ortasında oturuyordum. Birisi yanıma geldi ve elinde çok güzel bir bardak vardı. Bana uzattı. Yüzünü görememiştir ama sesi hala kulaklarımda.
Elindeki bardağı aldım ve öylece o güzel bardağa baktım. İçinden çok güzel bir koku geliyordu. Besmele çekerek içindekini içtim. Hayatımda içtiğim en güzel şerbetti. Tadı hala damağımda benim.
Bunu okuyan kişiye tek demek istediğim. Eğer ki şehit olduysam hakkım herkese helal. Ama beni öldürenler hariç. Beni sadece siyonist öldürmedi. Beni satılmış Arap ülke başkanları da öldürdü. Gün gelecek Aksa özgür olacak. Ölüm bir kere gelirken neden Allâh için olmasındı değil mi? Hakkım siyoniste ve bilerek ona destek verene haram olsun. Bu yola şehadet için çıktım ve inşallah amacıma vardım. Filistin ve Aksa ile direnişe devam edin.1
Yeniden ve son kere Selamın aleyküm."
Aleyküm selam demeye mecalim kalmamıştı. Bunu yazan önümde şehit olmuştu benim. Kağıdı yüzüme bastırarak ağlamaya devam ettim. Ama bu sefer daha kötüydüm. 17 yaşında bir kızın şehadete çağrılışı beni mahvetmişti. Kanlı mektubu yüzümden ayırdım ve kalbime bastırdım. Hafsa'da ağlıyordu ama benim kadar değil. Onun okumaya gücü yoktu biliyorum. Benim bu kadar kısa sürede içimin ısındığı kız onun ile yıllar geçirmişti. Ben böyle olduysam kim bilir o ne olurdu.
"Ne olur bende okuyayım." Kafamı kaldırdım. Bana yaşlı gözler ile bakan Hafsa'ya baktım. Gözlerinde acı vardı, gözlerinde hüzün vardı.
"Dayanamadım. Dayanamazsın." Sadece bunlar çıkmıştı. Sanki o her şeyi anlamıştı. Zeynep'in göğüsüne uzandı ve orada ağlamaya devam etti. Ben ise elimdeki bir parça kağıda tutunmuş ağlıyordum. Kağıdı daha da bastırdım kalbime. Daha da acıdı kalbim.
Zeynep'in soğuk elini tuttum. Arabanın arkası hep kan olmuştu. Feracem kandı benim. Kardeşimin kanıydı. 70 yılı aşkındır kimse onların kanının hesabını sormamıştı. Nerdeydi adalet nerdeydi her dediğini yaptıran devlet başkanları? Elimdeki kağıt iyice ıslanmıştı göz yaşlarım ile.
En son araba durdu. Kağıdı hala kalbime bastırıyordum. O neşeli kız gitmişti artık. Bizler kalmıştık.
Arabanın arka kapısını Ömer açtı. Yaşlı gözlerim ile ona baktım. O da bana bakıyordu. Onunda gözleri dolmuştu. O da üzülmüştü. Kız kardeşi yaşındaki bir kızı kaybetmek kolay değildi. Kollarını açtı bana. Zeynep'i bırakmak istemedim ama Hafsa Zeynep'e sarılarak uyumuştu. Uzun bir yolculuktu bizimkisi. Ebediyet için satılan canlardı bizimkisi. Asıl kurtulan şehit olanlardı. Bizler ise geride kalanlardık. Yavaşça yerimdem kalktım ve Ömer'in kollarının arasına girdim. Toprak kokusu buram buram ciğerlerime işlemişti. Çok özlemiştim beb bu kokuyu. Elimde hala mektup vardı ve ben onu bir daha asla bırakamazmışım gibi hissediyordum. Ömer beni tek kolunun altına aldı ve bana o şekilde sarılarak diğer Kassamlara bir şeyler söyleyip emir vermeye başladı.
Gözlerim şişmişti ama gözyaşlarımı durduramıyordum. Zeynep hala önümde öylece uzanıyordu. Nerdeydi o deli dolu kız? Şehit olmuştu ve inşallah istediği makama gitmişti. Elimdeki kağıt ile Ömer'in göğüsüne dokundum. Hemen bana baktı.
"Özür dilerim." Neden özür dileyecekti ki? O hiçbir şey yapmamıştı.
"Dileme." Sesim çok zor çıkmıştı. Boğazım acıyordu.
"Dilemek zorundayım. Seni bu savaşın içine ben soktum ve seni öylece bıraktım. Artık yanımdan ayrılmauacaksın. Ve eğer" Neden susmuştu? Konuşması lazımdı. Onun sesine, kokusuna ihtiyacım vardı benim. Yüzünde korku ifadesi vardı.
"Eğer ki bu savaşa getirmeseydin ben diğer dünyada nasıl hesap verecektim? Asıl sana teşekkür etmem lazım. Senin vesilen ile şehadet yurduna geldim ben." Cevap vermedi. Kendi sözünede devam etmesi bir süre. En sonunda kafama bir öpücük bıraktı ve derin bir nefes aldı.
"Eğer istersen seni geri Türkiye'ye" Gerisini duymayı kalbim kaldırmazdı. Hemen elim ile ağzını kapattım.
"Allah aşkına sus. Bir daha duymak istemiyorum böyle bir şeyi ben. Ben en üst mertebedeyim şu an. Cihaddayım, Kudüs'ün işgaline karşılık veren bir mücahideyim. Ve en önemlisi ben kocam ile çok mutluyum." Gülümsedim. O da azıcık gülümsedi. Yüzündeki o korku gitmişti. Kaybetme korkusu. Kolunun altından çıktım. Benden çok uzundu. Ayaklarımın ucunda durarak çenesindeki sakallarından öptüm. Saçları ve sakalları iyice birbirine girmişti. Saçları daha da uzamıştı. Sakalları ise çok daha güzeldi. Boş olan elim ile sakallarınına dokundum ve sevdim. Ben ancak onun ile bu çöküşten çıkabilirdim.
Sakalını bıraktım ve arkamı döndüm. Zeynep'in etrafında bir sürü kadın vardı. Ömer'e baktım. "Sen git kızı tek bırakma. Cenaze namazından sonra seni alacağım yanıma. Bir daha yanımdan ayırmayacağım seni." Bir kere daha baktım Zeynep'in başındaki kadınlara sonra yeniden dönüp Ömer'e baktım.
"Peki ya Hafsa?" Onu tek bırakamazdım ki ben.
"Onu da bizim ekibe alırız. Bizim bölgelerin olduğu yerde savaşırsınız. Olur mu?" Kafamı salladım ve ellerini tuttum. Çok yakılıyordu ona mücahit olmak. Çok yakışıyordu ona cihat meydanı. Silah tutan ellerinden öptüm. O da benim alnımdan öptü ve beni bırakarak diğer mücahitlerin yanına gitti. Bende hemen Zeynep'in yanına gittim. Hafsa hala Zeynep'in yanındaydı ama bu sefer elini tutuyordu. Yanına giderek koluna girdim ve Zeynep'in elini bırakmasını sağladım.
"Şehit olmuştur değil mi? Çok istiyordu." Gözleri hala Zeynep'in üzerindeydi. Ben ise o kadar cesaretli değildim bakmak için. Kalbim sanki parçalara ayrılıyordu.
"Olmuştur inşallah. Hem eğer dayanırsan mektubu oku. Orda her şeyi anlayacaksın. Ama şimdi bırakalım da onu gömsünler." Gözlerime baktı. Bu bakış beni bile yerle bir etmişti.
"Orada siyonistler bir şey yapamaz. Orada toprak onu koruyacak inşallah. Değil mi?" Ölü bedeni korumak için bile toprağa sığınan bir halk. Görmezden gelenleri hesapları ağır olacaktı.
"O artık şehit Hafsa. O artık Allah katında. İstediği gibi O ticaretini yaptı. Bize sabırlı olmak düşer." Güçlü olmamız lazımdı. Çünkü böyle anlarda bile vurabilecek düşmana sahiptik biz.
Kafasını salladı ve son kez baktık Zeynep'e. Gözleri açılsa sanki o da bize bakacaktı. Yavaşça Hafsa'yı uzaklaştırdım ordan. Daha sakın bir yere geldiğimizde ikimizde oturduk. Oturduğumuz yerden etrafa baktım. Yıkılmış bir mezarlıktı burası. Mezarlarında bile rahat bırakmamıştı. Ama Filistin halkı yeniden yapmıştı. Yıkılmış molozlardan bir hayat inşaat ediyorlardı. Zeynep'i arabadan hanımlar çıkarttı ve üzerinden hiçbir şeyi çıkartmadan öylece gömülecek yere doğru götürmeye başladılar. Onlar ilerleyince bizde kalktık. Zaten çok fazla kişi yoktu. Etraftan, halktan ve direnişçilerden bir kaç kişi vardı. Onların arkalarından ilerledik. En sonunda bir mezar kazılmıştı. Küçük bir alandı. Bir insanın dönemeyeceği kadar dardı. Oraya baktım.
"Allah'ım sen onu şehadetini kabul et ve onun mezarını genişlet Ya Rabbim." Hafsa bitkin bir şekilde 'Amin' dedi. Konuşacak gücü dahi kalmamıştı. Kadınlardan birisi elinde uzun bir kaç tane ip ile geldi. Hemen oraya doğru atıldım ve Zeynep'i iplerin üzerine koymalarına yardım ettim. Erkekler yardım etmek için yaklaşmaya çalıştılar ama hemen elimi kaldırarak onları durdurdum. Bayanlar iplerin uçlarından tuttular ve kaldırdık. Zeynep'i mezara yerleştirdik ve öylece bıraktık. Zamanımız dardı çünkü her an bir şey olabilirdi. Ömer öne geçerek imam oldu ve hep beraber Zeynep'in cenaze namazını kıldık. Sonra ise Hafsa ve ben mezarı kapatmaya yardım ettik. Mezar kapandığında sadece toprağa baktım. İstedikleri topraktı ama bu topraklar için milyonlarca müslüman can vermişti. Mescid-i Aksa'nın topraklarını vermemek için neler çekmişlerdi. Dışarıdaki hainler ile uğraştıkları yetmemiş gibi birde içlerindeki hainler ile uğraşmışlardı. En zoru da kendi milletinden hain çıkmasıydı. Unutmamak gerekirdi. Abdullah Galip Bergusi gibi bir direnişçiyi tutuklatan bir siyonist değildi. Bir müslüman Filistinliydi. Her milette hain vardır ama onların hainlik bedelleri siyonistten daha ağır olmalıydı.
Birinin omuzuma dokunması ile kendime geldim ve hemen dokunan kişiye baktım. Hafsa elini omuzuma atmış bana dolu dolu gözler ile bakıyordu. "Ömer abi gil bizi bekliyor. Hadi gidelim." Az önce sanki silah arkadaşını toprağa vermemiş gibi güçlü durmaya çalışıyordu. Tabi bunda ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı. Ama buna mecburdu. Şehitler ülkesinde şehit çıkması normaldi. Elini omuzumdan çekti ve sanki yürümeye bile mecali yokmuş gibi koluma girdi. Ondan daha iyi durumdaydım bunu biliyorum ama o toprağın altında yatan benimde kız kardeşim gibiydi. Kolumu sıktım ve onunla beraber yürümeye başladım.
Biraz ilerimizde Ömer'i görmem gülümsedim. O da bana baktı ve O da gülümsedi. Acı bir gülümsemeydi. Yanına gidene kadar sadece ona baktım. Yanına vardığımızda yanına bir kaç mücahit daha vardı. Hafsa bir anda kolumdan çıktı ve mücahitlerden birine sıkıca sarıldı. Ağlama sesi duyuluyordu. İçim acımıştı. Ömer'e baktım. O da bana kolunu açtı ve bende beklemeden hemen ona sarıldım.
Kafamı kaldırarak alttan alttan ona baktım. Sakallar çok güzeldi. "O kim?" Sorum ile başını eğdi ve yüzüme baktı.
"Bir abisi olduğunu bilmiyordum."
"Burada çoğu şey gizli kalır Ay çiçeğim. O yüzden dememiştir." Anladığımı ifade eder gibi başımı salladım ve kafamı göğüsüne yasladım. Önümü görebiliyordum ve birinin bize doğru koştuğunu gördüm. Çok hızlı ve aceleci koşuyordu. Yüzünde ki kefiyesi koşmasının etkisi ile oluşan rüzgardan açılmıştı. Ama onun kim olduğunu bilmiyordum.
"ABLAA!" Sesinin tonu ile onun Mücahit olduğunu anladım ve Ömer'den biraz uzaklaştım. Gözleri ile beni buldu. Yüzüm kapalıydı ve muhtemelen beni tanıyamamıştı. Kollarımı açtım. Bana doğru yöneldi. Gülümsedim. Bir erkek kardeş dünyalara bedel olabiliyordu demek ki.
Bana O kadar hızlı sarılmıştı ki ayaklarımın yerden kesilmesi ile arkaya doğru çok hızlı bir şekilde düştüm. Benim düşmem ile Mücahit'de benim üzerime düşmüştü. Belimim ağrısı ile bağırdım. Hemen üzerimden kalksa bile belim çok kötü ağrımıştı.
"İki dakika rahat duramıyor musun? Al işte karımı düşürdün." Ömer hemen yanıma gelip beni kaldırmıştı ama ayakta duramayacak kadar ağrıyordu belim. Mücahit ise bana üzgün üzgün bakıyordu. Ona kıyamıyordum. Yüzüne baktığımda aynı onunda Ömer'in ki gibi gür sakalları vardı. Yüzlerimiz çok benziyordu. Benim ikizim gibiydi. Sakalları olmasaydı tabikide.
"Sorun değil iyiyim ben. Gel bir daha sarılayım ama lütfen bu sefer avını deviren aslan gibi gelme üzerime." Yavaşça kıkırdamıştı. Bende gülümsedim ona. Ölen ile ölünmüyordu. Çünkü Zeynep ölmemişti. O şehit olmuştu.
Mücahit yanıma gelerek yavaşça sarıldı bana. Ellerimi saçlarına attım ve saçlarını okşadım. Kafasını boynuma gömmüştü ve bedeninin sarsılması ile ağladığını anladım. "Zeynep şehit mi oldu?" Boğazım düğümlendi. Evet demem gerekiyordu. Şehit olmuştu. Hemde daha 17 yaşında.
"Şehit oldu inşallah." Gözlerim Hafsa'ya kaydı. Bana yavaşça gülümsediğini anladım. O şehit olmuştu. Hep istediği gibi. Mücahit yavaşça kulağıma yaklaştı. Hala ağlıyordı.
"Ben onu seviyordum. Biraz daha zamanım olsaydı ona söyleyecektim abla. Ben onu çok seviyordum." Sesi git gide kısılmıştı. Sanki kimse duymasın istiyordu. Kalbime daha da çok ağrı girdi. Sevdiği kızı kaybetmişti. Hemde şehit olarak. Bende ağlamaya başladım. Daha da sarıldım ona. Elimde olsa onu o an göğüs kafesime sokmak istedim. "Haberi aldığımda mahvoldum. Çatışma çıkmış dediler. Birisi şehit dediler. Ben sen sandım. Daha mahvoldum. Ama-" Sözüne devam ettirmedim. Konuştukça sesi daha da gidiyordu. Kalbinin hızlı atışını hissediyordum. Herkesi kaybetmiş bir gencin sevdiği kızı kaybetmesi. Yüreğimin dayanacak hali kalmamıştı. Ömer'e baktım. Onun acısına dayanabilecek miydim? Kafasını ne o boynumdan çekebildi nede ben. Öylece bekledim. Öylece ağladı. Hiçbir şey yapamadım.
En sonunda ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama etrafımızdaki bir çok kişi gitmişti. Sadece Ömer, ben ve Mücahit kalmıştık. Hala bana sarılıyordu. Ömer ise hüzün içinde bizi izliyordu. Onun bilip bilmediğini bilmiyordum ama bu görüntüyle bile ne olduğunu anladığına emindim. Yavaşça benden geri çekildi. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. O kadar kırmızıydı ki gözünün kahverengisi bile daha da belli olmuştu. Ayakta duracak hali yok gibi bakıyordu bana. Ardından ise Ömer'e döndü.
"Özür dilerim abi. Senide beklettim. Ben gideyim art-" Ömer yavaşça yaklaştı ve sırtına iki kere vurdu.
"Hiçbir yere gitmene gerek yok. Bizim ile gel. Zaten Zehra teyzenin evinde kimseler yok. Dördümüz beraber kalırız. Seni bu halde yalnız bırakmak olmaz." Ömer'e baktım. Zehra teyze dediği kişiyi ilk defa duymuştum. Ayrıca savaşın ortasında nereye gidecektik ki?
"Ama daha savaşıyoruz gidemeyiz ki." Bana gülümsedi ve elini yanağıma koydu.
"Bir kaç günlüğüne ateş kes yapılacak. Siyonist askerleri büyük hasar aldı. Onun için bunu öne sürdüler. Hem bizim içinde iyi olur. İnsanlara yardım ederiz." Korkak itelerden başka bir şey beklemek zaten ayıp olurdu. Sadece kafamı salladım. Mücahit'in hiç hali yok gibiydi. Ona nasıl yardım edeceğimi bilmiyordum. Kalbindeki yaranın büyüklüğü çok büyüktü.
"Yinede onlara güvenemeyiz. Hadi her an bir saldırı yaparlarsa?"
"Bütün tedbirleri bırakacak değiliz. Eğer ki öyle bir şey olursa elimizde her zaman silahlarımız ve dilimizde her zaman Kur'an'ımız olacak merak etme Ay çiçeğim." Bana Ay çiçeğim demesini çok seviyordum. İçimi kıpır kıpır ediyordu. Ama şimdi öyle değildi. Şehidim vardı benim. Nasıl gülebilirdim ki?
"İnşallah." Ona güzel kelimeler kullanmak istesem de Mücahit'in önünde bunu yapmam doğru olmayacak gibi gelmişti. Ömer bu sefer eli ile beni tuttu ve diğer elini Mücahit'in omuzuna attı.
"Hadi gidelim." Yavaş yavaş ilerledik. Bir arabaya bineceğimizi sansamda küçük bir otobüse binmiştik.
Otobüsten indiğimizde Gazze'nin kuzeyine doğru gitmiştik. Otobüste çok fazla kişi olmasada yinede içimde bir sıkıntı vardı. Otobüsten ilk önce ben inmiştim. Ardımdan ise ikiside inmişti. Yanyana ilerlemeye başladık. Ne ben konuşuyordum nede onlar. Yol boyunca Ömer'i takip ettik. En sonunda bizi küçük bir bahçesi olan eski bir eve getirmişti. Etrafımızda ki bütün evler böyleydi. Bina hiç görmemiştim.
"Zehra teyze bizi gördüğüne çok sevincek. Eminim sende onu çok seveceksin Dilay." Ona gülümsedim. İsmimi söylemesi ona ne kadar da yakışıyordu. Gözlerim doldu ve kafamı yere eğdim. Mücahit'in önünde ona bakmak dahi istemiyordum. Kalbindeki yarayı deşmek istemiyordum.
"İnşallah Ömer'im." Ağzımdan sadece bunlar çıkabilmişti. O da anlamış gibi elimi gizlice eline aldı ve elimi okşadı. Kalbimdeki ağrı gitmiyordu. Gitmeyecek gibiydi.
Ömer beni ve Mücahit'i bir kaç adım arkada bıraktı. "Belki üzeri müsait değildir. Ben bir kapıyı çalayım." Kafamı salladım ve Mücahit'in koluna girdim. Sanki bu anı bekliyormuş gibi hemen kafasını omuzuma koydu. Gözümden bir damla yaş aktı.
Ömer gidip kapıyı çaldı ve bir kaç saniye bekledik. Ardından içeriden genç bir kızın sesi geldi. Kim olduğunu öğrenmek için bir şey sormuştu ve Ömer'de ismini söylemişti. Ardından ise kapı büyük bir hız ile açıldı ve ben daha ne olduğunu anlayamadan çarşaflı yüzü görünmeyen bir kız Ömer'in boynuna sarılmıştı. Başımdan başlayarak bütün bedenime sanki buz gibi sular dökülmüştü.
"Sonunda geldin. Seni çok özledim." Sesi boğul gelmişti. Yada ben o kadar kötü olmuştum ki sesler boğuk geliyordu. Gözlerimden yaşlar boşalırken kendimi kaybetmeme neden olan o hareketi yaptı Ömer. O da kıza sarıldı. En son hatırladığım Mücahit'in sesiydi.
🍉🍉🍉
• Elhamdülillah •
Okur Yorumları | Yorum Ekle |