17. Bölüm
MozaikKule / Mesele Aşk Değil ✔️ / 17. Bölüm

17. Bölüm

MozaikKule
mozaikkule

• Bismillahirrahmanirrahim•

 

 

🍉🍉🍉

 

 

Hayal ve gerçeklik arasında bir kaç tur gittikten sonra gözlerimi anca açabilmiştim. Etrafımı bulanık görüyordum. Bir kaç kere gözlerimi kırpıştırdım ve en sonunda görüşüm netleşti. İçimde Allah'a şükrettim. Etrafıma baktığımda burasının normal bir ev olduğunu fark etmem ile beynim yerine gelmişti. Son hatırladığım şeyler ile gözlerimden yeniden yaşlar süzüldü. Zeynep'in şehadeti daha yeni olmuşken Ömer'e sarılan kadın beni daha da bitirmişti. Ellerim ile gözlerimdeki yaşları sildiğim anda yattığım yatağın kenar kısmından bir kafa yükseldi. Kafayı görmem ile korkudan dilimi yuttuğumu sanmıştım. O bir anlık korku kalbimi bile durdurabilirdi.

 

"Sonunda. Uyandın Ay çiçeğim." Ömer'in uykulu sesi ile ona baktım. İçimde ona karşı çok büyük bir sevgi vardı. Ama O sevgini yanında da en az o kadar büyük bir sinir vardı ona karşı. Bana masum masum bakan Ömer'in kafasına bir tane vurdum. Ne olduğunu anlamamış gibi bana bakıyordu. Böyle yüz üstünde olan bir konuyu dahi anlayamadan nasıl Kassam tugayı olmuştu acaba?

 

"O kadın kimdi?" Sinir ile sorduğum soru ile hemen yerinde düzeldi ve bana anlamayan gözler ile baktı.

 

"Hangi kadın Dilay?"

 

"Hangi kadın olacak, sana kapıda sarılan çarşaflı kadın."

 

Bir anda kahkaha atması ile bende yattığım yerden kalktım ve ona sinir ile baktım. Bunda komik olan hiç bir durum yoktu. Ama o deli gibi gülüyordu. "O kadın dediğin senin görümcen görümcen." Görümcen kısmını Türkçe söylemesine mi gülmem lazımdı yoksa O kadının Aden olmasına mı şaşırmam lazımdı bilmiyordum. Bir an öylece kaldım. Kıskandığım ve yanlış anladığım kişi Aden'di. Utanmıştım. Onun karşısında bu kadar komik bir duruma düşmeyi istemezdim. Yinede haklıymış gibi davranmak en iyisiydi. Hem rezilliğim belli olmazdı.

 

"Ne biliyim canım ben. Başka birisi sandım sinirlendim. Olabilir böyle şeyler. Hem sende görsen sende sinirlenirsin." Kaşlarımı kaldırdım ve onaylar bir yüz ifadesi ile ona baktım. O ise sadece bana hafif bir gülümseme ile bakıyordu.

 

"Evet en az bende senin kadar kıskanırdım. Ama şimdi konumuz bu değil. Hadi kalkta sabah namazını kılalım." Ben ne kadar uzun süre bayılmıştım. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Sakin ol. Akşam namazının kazasını güneş doğduktan sonra yapacaksın." Kalbimde yine bir burukluk olmuştu. Sürekli namazı kaçırmak hoşuma gitmiyordu. Sadece kafamı salladım ve üzerimdeki ince eski yorganı kenara çektim. Üzerimde uzun benim olmayan çiçekli bir elbise vardı. Ömer'e baktım. O da elbiseye bakıyordu.

 

"Bu kimin?" Üzerimi kimin değiştirdiğini sormayacaktım çünkü belliydi.

 

"Zehra teyze verdi. Çok tatlı değil mi?" Gerçekten de çok tatlı bir elbiseydi gerçekten. Gülümsedim ve kafamı salladım.

 

"Evet çok tatlı bayıldım. Örtü de verir misin?" Gülümsedi ve elbiseye uygun bir tülbent verdi. Hemen onu başıma taktım ve yataktan kalktım. O da ayağa kalkmıştı. Boyunun uzunluğundan yanında çocuk gibi kalmamı sıkıntı etmezsem çok yakışıyorduk bence. Elini belime koyarak beni önden ilerletti. Ardından ise omuzlarımdan tutarak gideceğim tarafa yön verdi. En sonunda banyo olduğunu anladığım yere vardığımız da ona baktım.

 

"Sen gir abdestini al ben senden sonra da alırım." Kafamı salladım ve kapıyı açarak içeriye girdim. Ardımdan kapıyı kapattığım an gizlediğim bütün göz yaşları hızlıca boşaldı gözlerimden. Her şeyin üst üste gelmesimiydi bilmiyorum ama artık yüreğim ağrıyordu. Bu kadar kısa zaman da bu kadar fazla şey yaşamak zor gelmişti bir an. Ağlayarak abdestimi hızlıca aldım ve yüzümü kuruladım. Eğer ki sabredersem cenneti alacaktım. İstediğimde buydu benim. Derin bir nefes aldım ve havluyu geri yerine astım. Kapıyı açtığımda Ömer hemen gözlerime baktı. Kızardığını biliyordum. O da zaten ağlayacağımı biliyordu. Ben çıktıktan sonra O da sessizce abdestini aldı ve çıktı. Bizden başka kimse kalkmamıştı sanki.

 

"Diğerlerini uyandırmayacak mıyız?" Kafasını iki yana salladı.

 

"Onlar ezan okunduğu anda kalktılar ve kıldılar. Ben seni bekledim." Halsiz bir şekilde gülümsedim ve beraber odaya girdik. Odanın halısı eski ama temizdi. Işı yaktığında etraf öyle çok aydınlanmasa da yinede aydınlanmıştı. Tam önümde O durdu ve arkasında da ben durdum. İlk önce çok güzel bir kamet getirdi ve beraber namaza durduk. Namazı bitirdikten sonra bana döndü. Elini bana doğru uzattı. Elini tuttum ve beni kendisine çekti. Elbise biraz kaymıştı ama hemen düzelttim. Beni yavaşça dizine yatırdı. Örtümü yavaşça geriye doğru çekti ve saçlarıma baktı. Gözlerinin parladığını gördüm. Yavaşça gülümsedim. Ama o gülümsemiyordu. "Sana koca olamadım. Özür dilerim. Seni çok seviyorum yemin ederim ama elimden bir şey gelmiyor." Elimi yavaşça kaldırdım ve sakallarını okşadım.

 

Sağ gözünden bir damla yaş düşmesi ile hemen yerimden kalktım. Benim kalkmam ile hem örtüm tamamen açılıp yere düşmüştü hemde Ömer şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. Onu umursamadan boynuna sarıldım ve başını boynuma koydum. Suçluluk duymaması gerekiyordu. Çünkü ben ne kadar zorlansam da mutluydum.

 

"Sakın bir daha deme demedim mi ben sana. Ben mutluyum. Yemin ederim. Zorlanmış olabilirim ama yemin ederim ben çok mutluyum."

 

"Ağlama bir daha. Dayanamam ben sana." O da bana sarıldı. İyice kafasını boynuma soktu. Bende kafamı boynuna koydum. Hala barut ve kan kokuyordu.

 

"Ağlamam. Ama sen de bir daha deme lütfen. Ben seninle burada olmaktan, savaşmaktan ve inşaallah şehit olmaktan çok mutluyum Ömer'im." Yavaşça ondan ayrıldım ve ayağa kalktım. Bana ilk defa alttan alttan bakıyordu. Gülümsedim ve bu seferde ben ona elimi uzattım. Düşünmeden hemen elimi tuttu. Onu yavaşça yukarı çektim. Eğer ki kendisi kalkmasaydı ben geri yere düşecektim.

 

İlk önce onu eski yatağa yatırdım ardından ise yanına ben girdim. Kalbim çok hızlı atıyordu. Onu göğüsüme çektim ve ona sarıldım. Saçlarına elimi attım ve saçları ile oynamaya başladım. Yavaşça gözlerim kapandı. Onun kokusu ile uyuduğum ilk andı. Kalbimin atışını kulaklarımda duyuyordum. Savaşın içinde Allah'ın bana verdiği en güzel hediyeydi.

 

 

•••••••

 

 

Bedenim yanıyordu. Çok sıcaktı. Yavaşça gözlerimi açtım. Ömer hala uyuyordu. Nefesinin boynuma vurmasından çok terlemiştim. Onu uyandırmadan geri çekilmeye çalışsam da kolları beni öyle bir sarmıştı ki yerimden bir milim bile oynayamamıştım. Bu sefer birazcık daha sert davrandım ve bu sefer uyanmıştı ve beni daha da sıktı.

 

"Ne güzel uyuyorduk niye kalkıyorsun?" Kalkamıyordum ki.

 

"Çok sıcak oldu." Umursamaz bir şekilde geri kafasını yerine koydu. Derin bir nefes aldım. Gerçekten çok sıcak olmuştu. Ayağımı yorgandan yavaşça çıkarttım.

 

Bir anda hızlıca elini ayağıma attı ve hemen geri yorganın içine koydu. "Rahat dur Allah aşkına. Tamam kalkacaksın."

 

"Çok sıcak oldu ama. Lütfen." Kafasını biraz geriye çekti. Boynuma vuran soğukluk ile rahat bir nefes verdim. Odanın kapısı bir kaç kez tıklatıldı. Ardından ise Aden'in sesi geldi.

 

"Abi hadi artık herkes sizi aşağıda bekliyor." Ömer'e baktım. O ise hiç istifini bozmadan yatıyordu.

 

"Kalkalım mı artık?" Gözlerini yavaşça açtı.

 

"Bu şekilde belkide bir daha asla yatamayacağız. O yüzden biraz daha yatalım." Dediklerinde haklıydı ama insanlar aşağıda bizi bekliyordu.

 

"Zaten bir kaç gün kalırız burda. Yine gelirsin yanıma. Ayıp olur." Bana gözlerini kırpıştırarak baktı. Hiç kalkmak istemiyordum ama ayıp olsunda istemiyordum. Bu sefer sözümü dinledi ve yatakta doğruldu. Yanağıma minik bir buse kondurduktan sonra ilk önce o kalktı ve üzerini düzledi. Bende ardından hemen kalktım ve yerdeki örtümü aldım. Odadan ilk önce o çıktı arkasından ise ben ilerledim. Çıktığımız yer bir küçük bir salona açılıyordu. Orada pek fazla bir şey yoktu. Odaya göre bir halı ve duvarda asılı olan Mescid-i Aksa'nın fotoğrafı vardı. Etrafta da pek fazla kapı yoktu zaten. Bizim çıktığımız odayla beraber toplam 4 tane kapı ve bir tanede dış kapı vardı. Ömer ile beraber dış kapının yanındaki odaya girdik. Ömer kenara çekildi ve beni görmelerini sağladı. Yer sofrasında Aden, Mücahit ve bir teyze oturuyordu. Zehra teyze dediği oydu demek ki.

 

Kilolu değildi. Tam aksine zayıf ama güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş bir kadındı. Tesettürü tam olması gerektiği gibiydi. Yaşına rağmen asla dikkatsizlik yapmıyordu sanki. "Selamın aleyküm kızım hoş geldin." Sesinde bir annenin şefkati vardı. Özlediğim bir sesti.

 

Zehra teyzeye içten bir şekilde gülümsedim. "Aleyküm selam teyzeciğim. Hoş buldum." Yanına giderek elinden öptüm. Beni tutarak yanına oturttu. Bir yanında ben diğer yanında ise Aden vardı. Benim yanımda ise Mücahit vardı.

 

Ömer Mücahit'in başında dikilmeye başladı. Hepimizin gözü ona dönmüştü. Bir tek Mücahit ona bakmıyor ve sofradaki şeylerden yiyordu. "Az kenara kayda karımın yanına ben oturayım." Mücahit yavaşça başını kaldırdı ve Ömer'e ters ters baktı.

 

"Kız kardeşinin yanına oturmam caiz değil. Ayrıca ablamın yanına ben oturucam." Ömer direkt Aden'e baktı.

 

"Zehra teyze ile yer değiştirir misin?" Aden yavaşça kalktı ve Zehra teyzeye baktı. Kadını yerinden edecekti. Tam Zehra teyze kalkacaktı ki ben ayağa kalktım.

 

"Otur Aden sen." Aden hemen oturdu. Ben ise Mücahit'in diğer tarafına geçtim. Ömer'de Aden ile arama oturdu. Ömer'e ters ters baktım. İki dakika oturmasa bir şey olmazdı ya. Herkes sessiz sessiz kahvaltısını yapıyordu. Çok çeşitli bir sofra değildi ama bereketliydi. Ne yersek yiyelim azalmamıştı sanki. Sofranın ortasında olan simitlerden bir tane aldım.

 

"O Filistin simidi. Ben yaptım kızım afiyet olsun." Zehra teyzeye baktım. Ardından ise ısıracağım lokmayı ısıramadım. Simit öylece elimde kalmıştı. Yine ve yeniden Aklıma gelmişti Yaşayan Şehit. Ne kadar da çok seviyordu bu simidi. Zenginliğini davasına adayan bir adamdı o. Hayatını davasına İslam'a adayan bir adam gibi adamdı o. Herkes bir an bana baktı. Ben ise yavaşça bir lokma almak zorunda kaldım. Tadı çok güzeldi. Anlatılamayacak kadar güzeldi. Zehra teyzeye baktım.

 

"Ellerine sağlık teyzem çok güzel olmuş. Acaba bunlardan biraz ayırır mısın?" Sorgulamadan hemen bir kaç tane ayırdı. Hafsa'ya verecektim. Ömer'e baktım. "Hafsa'yı götürür müsün beni?" Aden hemen lafa atladı.

 

"Bende geliyim mi?" Ona gülümsedim ve kafamı salladım.

 

"Götürürüm ikinizide. Önce karnını doyur." Kafamı onaylar manasında salladım ve diğer yanımdaki Mücahit'e baktım. O ise yavaş yavaş ve hiçbir şey umrunda değilmiş gibi öyleysine yiyordu sanki.

 

Elimdeki simidi yarıya böldüm ve ona uzattım. Bir an dalgınlık ile sıçrasada böldüğüm simidi aldı ve yedi. Çok sessizdi.

 

"Mücahit. Sende hazırlan kızları bıraktıktan sonra senin ile işimiz var." Mücahit yine sadece kafasını salladı. Onun bu hali ciğerimi parçalıyordu. Ama elimden gelen hiç bir şey yoktu onun için.

 

Yemeğimizi sakin bir şekilde yedikten sonra Zehra teyzenin benim kıyafetlerimi yıkayıp kuruttuğunu öğrenmem ile iyice duygusallaştım ve üzerimi giyinirken bir kaç kere ona sarıldım ve teşekkür ettim. Uzun zamandır duş almadığım için Hafsa'nın yanından geldikten sonra burada duş alacaktım. Bunu öğrenmek birazda olsa iyi gelmişti bana. Hep beraber evden çıktık. Ne kadar ısrar etsem de Zehra teyze evinde kalmak istemişti. Çok uzağa gitmemiştik. Yarım saat yürüdükten sonra bir evin önünde durduk. Ömer ve Mücahit bizi burada bırakıp gitmişlerdi. Eve dışarıdan uzun uzun baktım. Elimde Hafsa için getirdiğim simit poşeti vardı. Derin bir nefes aldım ve Aden ile birlikte evin kapısına doğru beraber ilerledik. Kapıyı ben çalmıştım. Uzun bir süre bekledik. Kapının açılmayacağını düşünmeye başlamıştım artık. Aden'e baktım. O da bana baktı. "Acaba evde yoklar mı? Ama abim geldiklerini söylemişti." Bilmiyorum manasında omuzlarımı kaldırıp indirdim.

 

Tam arkamı döneceğim sırada kapı açıldı. Hafsa darma duman olmuş bir şekilde bana baktı. Göz yaşlarımı tutamadım onun bu haline. Kafasını yere eğdi. Hemen elim ile kafasını kaldırdım. "Eğmesi gereken biz değiliz. Müslüman görünüp siyonist tarafında olanların boynu eğilecek." Beni kendine çekti ve bana sıkı sıkı sarıldı. Titreyerek ağlıyordu. Göz yaşlarımı durduramadım. Ne o ağlamasını bitirdi ne de ben. Şehit vermiştik biz. Kalbimizden bir parça. Ama ne olursa olsun dik durmak zorundaydık. En sonunda ben ağlamayı kestim ve onun yüzüne bakabilmek için kendimden uzaklaştırıldım. "Yeter Hafsa. Şehidin arkasından bu kadar ağlanılmaz. Bizim bir davamız var unutma. Bu dava için tabiki de can verecekler olacak. Onlar yapacakları kutlu ticareti yaptılar. İnşallah onlar kârlı olanlar. Şehidin arkasından ağlamak bize düşmez. Çünkü onlar kazanan."

 

Gözlerindeki yaşları halsiz bir şekilde sildi. Bana onay verir şekilde başını salladı ve kapının önünden çekildi. "Haklısın. Buyurun içeriye kapıda kaldınız." Yavaşça gülümsedim ve bir adım öne attım.

 

"Estağfurullah kardeşim. Sende gir hadi üşütme." Hava bozmaya başlıyordu. Kışın geleceğinin habercisiydi. Allah yardımcımız olsun çünkü yardım edecek müslüman kardeşimiz yoktu. İçeriye girdim arkamdan ise Aden girdi. En son ise Hafsa kapıyı kapattı ve o da içeriye girdi. Bir koridordaydık. Etrafta kapılar vardı. Arkamı döndüm ve Hafsa'ya baktım.

 

"İkinci kapı." Gülümsedi. Bende ona gülümsedim. Önüne dönerek dediği kapıyı açtım ve içeriye girdim. Ev aynı Zehra teyzenin evi gibi eskiydi. Eşyalarıda eskiydi. Ama evlerde öyle bir hava vardı ki içeriye girdiğiniz an Filistin ruhunu her tarafınızda hissediyordunuz. İçeride iki tane kanepe vardı. Kapının yanındakine oturdum ve onların içeriye girmelerini izledim. Hafsa tam karşıma oturmuştu, Aden ise hemen yanıma oturmuştu.

 

"Yemek yemedin dimi? Sana simit getirdim. Hadi al bunları ye. Yoksa halsizlikten dolayı düşeceksin." Elimdeki poşeti ona doğru uzattım. Kafasını yavaşça salladı ve uzattığım poşeti aldı.

 

"Ben sofrayı hazırlayayım. İstediğiniz bir şey var mı?" Kafamı iki yana salladım.

 

"Bize bir şey hazırlama biz yedikte geldik. Sen kendi karnını doyur." Ağladı ağlayacak gibi bakıyordu gözlerime. Ağlaması çok normaldi ama düşmana bunu göstermeyecektik.

 

"Allah benden bir kardeşimi aldı ama seni bana verdi Dilay. Allah senden razı olsun." Sesi kısılmıştı sonlara doğru. Olduğumuz durum hiçte normal değildi. Kendi vatanını savunduğu için şehit edilen bir milletti onlar. Mescid-i Aksa'nın özgürlüğü için savaşan onurlu bir halktı onlar.

 

"Amin senden de." Gülümsedim. O da daha fazla dayanamamış gibi odadan çıktı. Evin içi çok soğuk değildi ama yinede normal birinin üşüyebileceği kadar soğuktu. Örtümün üzerinden bağladığım peçemi çıkarttım ve feracemin cebine koydum. Aden yanımda sessiz sessiz oturuyordu. Ne bana bakıyordu nede başka bir yere. Bir an aklıma gelen şey ile olduğum yerde çakıldım sanki. Hemen Aden'e daha da dikkatli baktım. O da benim ona baktığımı anlamış gibi bana soru soran gözler ile baktı. "Küçük kız nerde?" Aden'in gözlerinden bir damla yaş düştü. O yaş sanki benim kalbime ateş olarak düşmüştü.

 

"O da şehit oldu. Siyonist askerlerinin öylesine sıktığı kurşun ile şehit oldu." Ağzım açık kalmıştı. Öylesine ne demekti? Küçücük bir çocuğa öylesine ateş etmek ne demekti? Gözlerimden bir damla yaş aktı. Kalbimin ağırlığı sanki bedenime çok geliyordu. "Olduğumuz yere gelerek... " Yutkundu ve devam etti. "Gelerek eğlencesine bir kaç bebek ve çocuğu zorla aldılar ve gözümüzün önünde öldürdüler. Sonra ise hiçbir şey olmamış gibi gittiler. O görüntü aklımdan çıkmıyor." İnsan olamayacak kadar vicdansızlardı. Bebekleri ve çocukları öldüren bir siyonisti nasıl daha savunabilirlerdi. Keyfine öldürülen çocuklardı onlar. Ellerinde silah olmayan bir bebeğe yapılan bir soykırımdan başka bir şey değildi. Aden'in ağlaması arttı. Gözlerinde ki yaşlar ne duruyordu nede bitiyordu. En sonunda yanına iyice yaklaştım ve ona sarıldım.

 

"Şşş tamam. Burada şehadetten başka bir şey olmadığını sen benden de iyi biliyorsun. Az önce Hafsa'ya da dedim. Sende duydun Aden. Biz güçlü olmak zorundayız çünkü bizim bizden başka kimsemiz yok. Ağlamak yok. Çünkü onlar şehitler inşallah. Tamam mı?" Ne kadar ona söylesem de bende ağlıyordum. Yavaşça gözlerimdeki yaşları sildim ve ona baktım. Ağlaması geçmişti ama gözleri hala kızarıktı.

 

"Sadece onlara karşı bir şey yapamamak sinirimi bozuyor."

 

"Kendine haksızlık etme. Onların karşısında dimdik durmak önemli olan zaten. Sakın ağlayıp başını yere eğme. Çünkü bu onların zaferi olur." Gözlerindeki yaşları sildi ve kafasını salladı. Gülümsedim o da gülümsedi. Ben geri yerime oturdum ve öylece beklemeye başladık. İkimizde çok sessizdik.

 

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama en sonunda Hafsa içeriye girmişti. Saçını toplamıştı ve üzerine bir çeki düzen vermişti. Üzerinde siyah bir kazak ve siyah bir etek vardı. Başında ise normal bir örtü vardı. "Zehra teyze gilin evine bir tane yaralı kadın getirmişler. Ona bakmaya gidelim." Hemen yerimden kalktım ve peçemi yüzüme taktım. "Feracemi ve örtümü örtüp geliyorum ben."

 

"Tamam bekleriz biz seni hadi." Hemen odadan çıktı ve başka bir odaya girdi. Demek ki Zehra teyzenin evi bir nevi hastane gibi de kullanılıyordu. Hafsa'nın bu konularda iyi olduğunu bilmiyordum. Odadan ben ve Aden'de çıktık ve Hafsa'yı beklemeye başladık. Hafsa tam yüzüne peçesini takarken kapı yumruklanmaya başladı. Hemen Hafsa'ya baktım. O direkt eline silahını almıştı ve bana da bir tane vermişti. Aden'i arkaya çektim ve kapıya doğru ilerledim. Kapı hala yumruklanıyordu. Ayak uçlarımda yükseldim ve kapı deliğinden dışarıya baktığımda Mücahit'i görmem ile hemen silahımı indirdim ve kapıyı açtım.

 

Mücahit karşımda nefes nefese kalmış bir şekilde bana bakıyordu. Nefesini birazcım topladı ve hemen konuşmaya başladı.

 

"Ömer... Ömer vuruldu. Çabuk." Üç kelime hayatımı ve beni darma duman etmişti. Ayakkabılarımı dahi giyinmemiştim çıkarken.

 

 

🍉🍉🍉

 

• Elhamdülillah •

 

 

Bölüm : 10.12.2024 14:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...