

• Bismillahirrahmanirrahim •
🍉🍉🍉
Belimde hissettiğim sürekli sarsılma ile gözlerimi açtım. İlk başta bulanık görsem de sonrasında Ömer'in yüzünü her detayıyla görmek kalbime iyi gelmişti. Belimden hala birisi beni sarsıyordu. Yavaşça arkamı döndüğümde Mücahit bana aceleci bir tavır ile bakıyordu. Ne oldu der gibi kafamı salladım.
"Namaz kaçacak kalkın hadi." Hemen kendime gelerek Ömer'e baktım. O çoktan gözlerini açmış bana bakıyordu. "Bakışma vakti değil vakit çıkacak hadi." Mücahit'e hak vererek yataktan kalktım. Ömer'in kalkamayacağını düşünsemde o da hemen kalkmıştı.
"İstersen teyemmüm al. Zorlama kendini." Kafasını iyi yana salladı ve elleri ile gözlerini ovuşturarak bana baktı.
"Abdest alabilecek kadar gücüm var. Acele edelim biz hadi." Hiç bir şey demedim ve kafamı onaylar manasında sallayarak odadan ilk ben çıktım. Arkamdan kimse gelmemişti. Buna çokta aldırmadan banyoya girdim ve hızlıca abdestimi alarak çıktım. Ben çıktığım da Ömer kapıda bekliyordu.
"Yardım etmemi ister misin?"
"Gerek yok. Bu duruma alışkınım dedim Ay çiçeğim. Üzerini giyin ve beni bekle. Beraber kılalım." Gülümsedim ve ayaklarımın ucunda durarak yanağının altından öptüm. Beni tutacağı sırada hemen hareket ederek yanından kaçtım ve kendimi utanç içinde odaya attım. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum ama sonuçta o benim eşimdi. Öpmekte, sevmekte sadece benim hakkımdı.
Feracemi geri giyindim ve sabah bana verdiği örtüyü bularakta onu başıma örtüp beklemeye başladım. Savaşta olmasaydık belki de hayatımız çok farklı olacaktı. Ama ben yine burada olmayı huzurlu bir hayata tercih ederdim. Çünkü imtihan dünyasında imtihan olmamak çok sıkıntılıydı. Onun ile Cennet'i istiyordum ben Allah'tan. Ebediyen beraber olmayı istiyordum. Burada sınırlı bir hayatı istemiyordum ki ben.
Yavaşça kapı açıldı ve açılan kısımdan ilk önce Ömer'in kafası içeriye girdi. "Müsait misin diye bakayım dedim. Sonra karım olduğun aklıma geldi direkt girmeliyim dedim." Çapkın bir şekilde göz kırpınca kendimi tutamadım ve minik bir kahkaha attım. Hayatta aldığım en güzel karar onun ile evlenmek olmuştu.
"Müsaitim neyse ki. Hadi gel vakit geçmeden kılalım sonra çapkınlık yapmaya devam edersin." O da güldü ve içeriye tamamen girerek kapıyı arkasından kapattı. Ona yaklaşarak saçlarının önünden damlayan suları elim ile sildim. Sadece bana baktı. Konuşmasada olurdu benim için. Ben onu seyretmeye bile razıydım.
Yavaşça eğildi ve burnunu ve kollarını bana sürterek yanımdan geçti ve direkt kıbleye durdu. Benim ise kalbim durmak ile meşguldü. Gülerek kâmet okuması ile hemen bende döndüm ve tam arkasında tekbir getirmesini bekledim. Tekbir getirdiğinde bende tekbir getirdim ve namaza durduk. Onun imamlığı ile kıldığım namazlar çok başka oluyordu. Mescid-i Aksa'da susan ezan sesini geri getirmek için belki de onun da sesi bu dünyadan gidecekti. Allah için her şey değerdi. Her secde de dua ettim. Hayırlısı için, şehadet için. En güzel secdelerimdi.
Namaz bittiğinde bana baktı ve karnını tuttu. "Ben çok acıktım. Bir şeyler hazırlar mısın?" Yavaşça yerimden kalktım ve ellerimi saçlarına koydum. Saçları tozdan ve kirden sertleşmişti. Ama bana bi o kadar da güzel geliyordu. Mücahit eşimin bu yolda olduğunu belli eden her şeyi bana dünyadaki en güzel şeymiş gibi geliyordu.
"Sende yanımda dur ama olur mu? Yoksa utanırım ben." Saçlarında olan elimi tutarak avuç içimi öptü.
"Tamam dururum ben yanında."
Olabildiğince yavaş bir şekilde ayağa kalkmasını sağladım ve beraber odadan çıktık. Ömer'in yönlendirmesi ile mutfağı buldum ve beraber girdik. Eski bir mutfaktı. Dolap kapaklarının bazılarının kulpları yoktu. Böyle olmasına rağmen içeriye girdiğiniz an size çok sakin bir hava katıyordu. Ömer hiç bir şey demeden yanımdan geçti ve mutfaktaki eski sandalyeye oturdu. Mutfakta Ömer'in oturduğu gibi iki sandalye daha vardı ve küçük bir masa. Elimi hızlı tutmak için ilk önce buz dolabına baktım. Neredeyse bomboştu. Bir kaç sebze ve yoğurttan başka hiç bir şey yoktu.
Sebzelerin arasından iki tane patlıcan ve üç tane kabak buldum. Biraz daha baktığımda biraz suyu çekilmiş sarımsak vardı. Onu da elime aldım ve yoğurdu da çıkarttım dolaptan. Ömer'e baktığımda pür dikkat beni izliyordu. Ona gülümedim ve işime geri döndüm. Diğer dolaplara da baktığımda undan ve az kalmış yağdan başka bir şey yoktu. Onu da aldım ve hızlıca elimdeki sebzeleri soydum. Yağı ısıtarak onları içinde attım ve onlar pişene kadar un ile hamur yoğurdum.
Ben bunları yaparaken Ömer arada ıslık çalıyor ve ne kadar becerikli olduğumu söylüyordu. Güle eğlene bütün her şeyi hazırlamıştım. Çok fazla bir şey olmasa da inşallah bereketli olacaktı.
"Diğerlerini de çağıralım. Onlar da acıkmıştır." Kafasını salladı ve sandalyeden kalkarak diğerlerinin yanına gittiğinde bende yaptıklarımı sofraya indirmek ile meşguldüm. İçeriye en önde Zehra teyze girdi. Ardından ise hepsi tek tek girerek yemeğe oturdular. Ömer ise hemen yanıma oturdu. Diper tarafıma ise Mücahit oturdu. Zehra teyze başladığında hepimiz yemeye başladık. Ömer neredeyse saldıracak gibi yiyordu. Kolum ile yavaşça dizini dürtüledim. "Yavaş ye boğazında kalacak." Umursamaz bir şekilde omuzlarını silkti.
"Çok güzel olmuş güzelim. Ellerine sağlık." Dürttüğüm dizine elimi koydum.
"Afiyet olsun."
"Kızım sen nerden öğrendin bunu? Buranın yemeği değil." Zehra teyzeye bakarak bir lokma daha aldım ağzıma ve cevap vermeden hemen önce hızlıca yuttum.
"Türkiye'de annem çok yapardı. Ondan biliyorum." Masada bir anlık bir sessizlik oldu. Benim ise sanki bütün yediğim lokmalar boğazımda dizilmişti. Mücahit sessizce başını yere eğdi. Laflarımı toparlamak istesemde nasıl yapacağım hakkında hiç bir fikrim yoktu.
"Ne güzel maşallah. Seni ne kadar güzel yetiştirmişler. Mücahit'te senin gibi aynı. Aynı güzel ahlaka sahipsiniz maşallah." Zehra teyzenin sözleri azda olsa ortamı yumuşatmaya yetmişti. Mücahit yavaşça bana baktı. Sanki onun içi hiç yumuşamamıştı. Sanki hep paramparçaydı.
"Bir soru soracağım abla. Lütfen içinden ne geçiyorsa doğruyu söyle." Gözlerinin doluşunu izlemek bile bana avı vermişti. Soracağı sorudan çekiniyordum. Ama yinede kafamı onaylar gibi salladım. Ömer dahil herkes yemeyi bırakmıştı. "Elinde olsa beni bırakıp onlar ile yaşamayı seçer miydin?" Bir soru ne kadar ağır olabilirse işte Mücahit benim için en az o kadar ağır bir soru sormuştu. Cevap vermek için belkide yıllara ihtiyacım vardı ama burada yıllar diye bir şey yoktu. Her an ölüm belirli bir şekilde peşinizdeydi.
Cevabım belliydi aslında. Ben Mücahit'i Emre'den ve diğerlerinden daha çok seviyordum. İçimdeki bu his belkide onlara ihanet gibi olabilirdi ama canım pahasına yine Mücahit ile kalmayı seçerdim. Kalbim ona ayrı bir ısınmıştı. Yıllardır tanıyormuş gibi ısınmıştı.
"Sana asla yalan söylemem. Eğer ki elime böyle bir seçenek sunulsa canım pahasına seni seçerdim ben. Çünkü seni tanımadan sana kardeşlik hissettim ben. Kalbim sanki seni yıllardır tanıyormuş gibiydi. Onların emekleri üzerimde çok fazla evet ama ben yinede senin ile kalırdım çünkü sen benim kanımsın, canımsın." Sözlerimi bitirdiğim gibi hemen dizlerinin üzerinde kalkarak bana sıkıca sarıldı. Kalbim yıllarca arayıpta bulamadığı o hissi bulmuş gibiydi.
"Vallahi Allah senden razı olsun. Ben senden bir kardeş olarak razıyım." Sesi boğuktu. Ağlamak istediğini biliyordum ama bunu böyle bir yerde yapamayacağının ikimizde farkındaydık. O yüzden hemen ayrıldı benden va bana öyle bir gülümsedi ki olmayan annem, olmayan babamı gördüm ben o gülümsemede.
Önüme döneceğim sırada diğer tarafımdan bir anda Ömer'in sarılması ile bir an irkildim. Herkes gülmek ile meşguldü. Bende dahil. Ama Ömer hiçte gülmüyordu. Bana sarılı haldeyken nefesini kulağımın çok yakınında hissetmem ile gülümsemem öylece yüzümde dondu kaldı.
"İsterse baban olsun. Kıskanırım Karımı." Ben daha cevap bile veremeden Aden yardımıma koşmuştu.
"Bırak yengemi de rahat rahat yemek yesin kadın." Ömer dudağının kenarı ile gülümseyerek benden ayrıldı ve bana öylece baktı. Utancımdan gözlerimi önündeki ekmeğe diktim ve yemeğime odaklandım.
Herkes doyduğunda hala tabakta bir sürü yemek kalmıştı. Zehra teyzeye baktım. O da şaşkın şaşkın bana bakıyordu. "Vallahi ben hayatımda ilk defa bu kadar bereketli yemek gördüm. En iyisi siz bunu ekmeklerin arasına koyun çocuklara verirsiniz." Bu kadar düşünceli olması çok hoştu. Kendi evinde bile yiyecek şeyler çok az iken yine başkalarını düşünebiliyordu. Ona hayran kalmıştım.
"Tamam teyze ben hallederim. Sana da bırakalım mı?"
"Yok kızım. Bulurum ben bir şeyler." Kafamı salladım. Ömer ve Mücahit sofradan kalkıp gitmişlerdi. Aden ve Zehra teyze de sofrayı topluyorlardı. Ben de o sırada tabakta kalan yemekleri tek tek ekmeklere koydum. En az on tane ekmek çıkmıştı. Bu kadar bereketli olmasını beklemiyordum.
Ekmekleri Zehra teyzenin verdiği poşete koydum ve bende onlara yardım ederek mutfağı topladım. Tam işimiz bitmişti ki Ömer içeriye girdi. Gözlerinde bir hüzün vardı. Anlamıştım.
"Bir saat içinde çıkıp geri gitmemiz gerek. Geçişler yoksa çok sıkıntılı olacak."
"Tamam sorun değil hemen üzerimizi giyiniriz. Değil mi Aden?" Aden başını eğerek benimle olan göz temasını kesti.
"Eğer ki abimin de izni olursa ben burada Zehra teyze ile kalıp yaralı Kassam tugaylarına yardım etmek istiyorum?" Başını kaldırarak Ömer'e baktı. Ömer ise sadece bana bakıyordu.
"Sen nasıl istersen öyle olsun Aden. Dikkat et kendine. Hemen çıkalım Dilay. Yoksa çok sıkıntılı olucak." Ellerimi hızlıca sildim ve Zehra teyzenin bize verdiği odaya geçerek hemen üzerimi giyindim. Elimden geldiğince hızlı giyinmiştim. Odadan çıktığımda Ömer ve Mücahit ellerinde silahları ile bekliyorlardı.
"Onları nasıl saklayacaksınız?" Ömer'in elinde iki tane silah vardı. Birini bana uzattı.
"Biz bunları çantalara saklarız. Geçirmek ise paraya bakar. Sen bunu feracenin altına tak ve sakın kimsenin sana dokunmasına izin verme." Elindeki silahı alarak feracemin altından omuzuma geçirerek taktım ve hemen geri feracemi indirdim. Dışarıdan bakıldığında hiçbir şey görünmüyordu. Ömer'de diğer iki silahı iki ayrı çantanın içerisine iyice yerleştirdi ve silahın etrafını kıyafetler ve farklı şeyler ile iyice kapladı.
En sonunda üçümüzde hazırdık. Zehra teyze ve Aden ile vedalaştıktan sonra evden ayrılmak benim için biraz zor olmuştu. Aden'i bırakmak nedense hiç hoşuma gitmemişti.
Ben Ömer ve Mücahit'in arasında yürüyordum. Çok fazla olmamıştı ki arkamdan biri bize bağırdı.
"Beklyin! Geliyorum!" Arkamı döndüğümde Hafsa'yı görmem ile yüzümde güller açmıştı. Ona gerçekten çok alışmıştım.
"Bekliyorum!" Hafsa koşarak yanıma geldi ve bana sıkı sıkı sarıldı. Bende hemen ona kollarımı doladım. Acımızın üzerinden yirmi dört saat bile geçmemişti ama bu yol fedakarlık gerektirirdi. "Hoş geldin kardeşim." Ondan ayrılarak sadece gözleri gözüken yüzüne baktım. Gözleri ne kadar acı dolu da olsa bana gülümsüyordu. Bende ona aynı şekilde gülümsedim çünkü bu yol uzun bir yol değildi. Bu yol kısa ve zorlu bir yoldu. Yolcu olmak ise herkese nasip olmuyordu işte.
"Hoş buldum. Hadi gidelim geç kalacağız yoksa." Ben ve Hafsa yan yana yürürken ellerinde çantalar olan Ömer ve Mücahit'dr yan yana yürüyordu. Bir yanımda Ömer diğer yanımda da Hafsa vardı. Eski binaların arasında hızlı adımlar ile yürüdük.
Evlerde sanki hiç kimse yoktu. O kadar sessiz bir yerdi ki sanki buranın ruhunu almışlardı. En sonunda otobüslerin olduğu yere vardığımızda neredeyse kimse yoktu. Gidişimiz çok zor olacaktı. Hafsa ve ben direk otobüse bindik ve ikili koltuklara oturduk. İçeride biz ve bir kaç erkek daha vardı. Ömer bavulları yerleştirdikten sonra Mücahit ile hemen onlarda bindiler ve yanımızdaki ikili koltuklarada onlar oturdu. İçimde çok kötü bir his vardı. Sürekli şehadet getiriyordum.
İçerisinin çok kötü kokması ise ayrı bir olaydı. İlk bindiğimde böyle bir koku yoktu.
Çok fazla vakit geçmeden şoförde bindi ve ilerlemeye başladık. Araba normalden daha hızlı gidiyordu. Sanki yetişmek için can atıyor gibi sürüyordu şoför. Derin nefesler almaya çalışsam da bir türlü bunu başaramıyordum. Hafsa cam kenarında oturuyordu bende diğer tarafta. Ömer'de aynı benim gibi oturuyordu. Bana hiçbir şekilde bakmıyordu. Sadece otobüsün kirli ön penceresinden dışarıya bakıyordu.
En az on beş veya yirmi dakika sonra araba yavaşladı. İleriye doğru baktığımda siyonist askerlerini görmem ile içimden Ayet-el Kürsi'yi okudum. Arabanın durması demek kontrol demekti. Tam da tahmin ettiğim gibi araba yavaşladıkça yavaşladı ve en sonunda durdu. Arabanın durması ile silahı iyice bedenime sakladım ve kendimi geriye atarak rahat bir şekilde oturdum. Siyonist askerleri hızlı hızlı arabanın içine girdiler ve hepimize tek tek baktılar. En önde yüzünün şekli bile kaymış olan bir adam vardı. O kadar çirkindi ki neredeyse maymuna benziyordu.
"Herkes aşağıya insin!" İlk başta Arapça'sının bozuk olduğunu sanmıştım çünkü kelimeleri anlamam biraz zor olmuştu. Ardından arkadındakine İbranice konuşunca ağzının yamukluğundan olduğunu anladım. İlk önce Ömer kalktı ardından ise ben, benim ardımdan ise Hafsa kalktı ve Mücahit'de en arkamızdan kalkarak arabadan indik. Yedi tane siyonist askeri vardı. İkisi kadındı ve sanki hepsi özen ile seçilmiş gibi çirkinlerdi. Lânetlenmiş bir topluluk olmak böyle bir şeydi demek ki.
Birisi beni kolumdan tutarak hızlıca çekince Ömer bir hareket yapmak istesede onu ise yamuk suratlı tuttu. Aslında istese ondan kurtulabilirdi ama bu hepimizi tehlikeye atacağı için sadece sinirine hakim oluyordu.
"Üzerindeki o kara bezi çıkart." Kolumu sıkıca tutan siyonist askere baktım. Peçeli olmasaydım yüzüne tükürürdüm şuan.
"Sebep?"
"Ben diyorum." Güldüm ve yüzüne baktım.
"Senin yamuk suratına bakarken seni ciddiye alamıyorum." Sinir ile kolumu daha da sıktı. Ne kadar acısada asla belli etmeyecektim. İsterse şimdi kolumu koparabilirdi umrumda bile değildi. Bu sefer elini peçeme attığında diğer elim ile elini tutup ittirdim. "Onu ellersen bir daha bir şeye dokunacak elin olmaz." Bana umursamaz bir şekilde baktı. Tehditlerimi ciddiye almaması umrumda değildi. Ben yaptıktan sonra sorumlulukta benden kalkıyordu.
Tam elini yeniden uzatacağı sırada bir başka siyonist asker onu durdurdu ve bana baktı. "Kadın olduğunu teyit etmek istiyoruz sadece." Gözlerimi devirdim ve sert bir şekilde kolumu diğer siyonist askerden çektim. Elimi çekmem ile mecburen kolumu bıraktı.
"Sesimden anlamayacak kadar da aptal değilsiniz değil mi?" Onlara kaşlarımı kaldırarak baktım. Az önce kolumu tutan asker hala sinirliydi.
"Sana aç diyorsak aç. Yoksa burada seni öldürmekten çekinmem."
"Ölümden korktuğumumu sanıyorsun? Bu benim için bir ödül olur." Üzerime atılacağı sırada diğer asker bu sefer onun önüne geçti ve onu engelledi.
"Bırak. Onların hesabına sonra bakacağız zaten." İkisi birbiri ile konuşurken ben sakin bir şekilde yanlarından ayrılarak Ömer'in yanına geçtim ve ben yanına geçmem ile onu tutan askeri arkaya doğru itmesi bir oldu. Adam itilmenin etkisi ile yalpalasada yere düşmemişti.
"Senin Filistin kanın gerçekten çok deli akıyor." Gülümsedim ve koluna girdim.
"Ee nede olsa Kassam tugayı bir eşim var. Bir zahmet şehadet yolunda deli aksın." Birbirimize bakarak güldük. Siyonist askerleri sadece Ömer ve Mücahit'in üzerini aramıştı. Bizim üzerlerimizi nedense aramamışlardı. Allah'a güvenen asla yarı yolda kalmıyordu işte.
Diğer kişilerinde üzerini aradılar ve bagaj kısmına dahi bakmadan bize onay verdiler. Hep beraber yeniden otobüse bindik ve eskisi gibi yeniden yerlerimize oturduk.
Bekle güzel Gazze'm direniş için yeniden geliyoruz. Şanlı İslâm şehitlerinin kanlarını toprağına akıtan siyonistin leşini sana hediye etmeye...
Bekle Aksa'm geliyoruz senin yolunda şehit olmaya...
Üzülme anne gelinlik şart değil ŞEHADET'de yakışır kızına....
🍉🍉🍉
• Elhamdülillah •
Evet Selamın aleyküm. Final bölümüne bir bölüm kaldı. Filistin ile kalın.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |