8. Bölüm
MozaikKule / Mesele Aşk Değil ✔️ / 8. Bölüm

8. Bölüm

MozaikKule
mozaikkule

• Bismillahirrahmanirrahim •

 

 

🍉🍉🍉

 

Gözlerine çaresizlik ile bakmak böyle bir şey olmalıydı. Belirsizlik ise insani içten içe yiyip bitiren bir kurt gibiydi. acaba benden mi bahsediyordu yoksa başka birinden mi? Yanında olan kız bendim. Benden başkasından bahsetmesi saçmalık olurdu. Korku bütün bedenimi sarmaya başlamıştı bile. Telefonu kapatarak yüzüme baktı ve karizmatik bir şekilde gülümsedi. Ama nedense bu gülümseme bana çekici gelmiyordu. Yinede yanlış bir şey yapmamak için bende ona gülümsedim.

"Aklına kötü bir şey getirme. İçindeki vesveseyi büyütme sakın! Sen benim eşimsin, senden bahsetmiyorum. Arabaya binince göreceksin. Hadi mescde geç ve namazını kıl Pofuduğum." Onun hakkında çoğu parça yerleşmişti artık benim için. "Senden bir şey isteyebilir miyim?" Artık arada, belirsizlikte veya korku içinde kalmak istemiyordum. Artık yavaş yavaş bir şeyleri öğrenme ve savaşma vaktiydi.

"Tabikide isteyebilirsin. Buyur diliyorum." Yavaşça gülümseyerek kulağıma eğildi ve artık bütün dikkatim onun ağzından çıkacak her söze kilitlenmiş durumdaydı.

"Az önce lavaboda konuştugun kızı yanından ayırma ona bir abla ol ve onu bizim arabamıza getir. Ama senin hakkına hiçbir şey bilmeyecek. O tehlikede. O sana yalan söylemedi ama o kadar insanın için de bunu yapması tehlikeliydi. Sana güveniyorum Pofuduğum. Onu yanımızdan ayırmyacağız. Tamam mi?" Kararlılık ile sadece kafamı salladım. Alnıma yeniden bir buse kondurarak yanımdan ayrılarak gitti. Gözlerim avını arayan kartal gibi kızı aramaya başladı. En son mescid kapısında bana korkulu gözlerle baktığını görmem ile kendimi gülümsemeye zorladım. Dikkat çekmek istemiyordum. Elimi kaldırarak ona salladım ve iyice dikkatini kendime çekerek gülümsemesini sağlamaya calıştım. İçimdeki korkuyu ve heyecanı anlatabilecek tek kelime dahi yoktu.

Adım atmaya dahi gücüm olmamasına rağmen ilk adımımı besmele ile atarak Aden'e dogru ilerlemeye başladım.

Yüzünde oluşan o ümit ışığı sanki her şeyi halledebilecek güçteydi. İçmdeki korkuyu halledebilecek miydi bilmiyorum ama şu an ne ona nede Ömer'e çok fazla güvendiğim söylenemezdi. Mescidin önüne gelene kadar sadece gülümsedim ve tam kapının önünde duran Aden'in önüne geldiğim gibi yüzümdeki o gülümseme yerini endişeye bıraktı. Mescidin kapısı açıktı ve içerideki bir kaç siyah çarşaflı kadın pür dikkat bize bakıyordu.

Hemen yüzüme geri o gülümsemeyi getirerek Aden'e baktım. "Bende mescidi arıyordum. Namazini kıldın mi?" O ise yüzüme umut ışığıymışım gibi bakmaktan kendini alamıyor gibiydi.

"Kılmadım abla." İçeriye göz gezdirmeden elinden tutarak içeriye çektim ve en arka tarafa geçerek herkesi görebileceğim bir ekilde durdum. Aden'i ise sağ sağ tarafıma aldı. önümüzdeki kadınlar hala bize bakıyordu ve bu beni daha da endişelendirmekten başka hiçbir şey yapamıyordu. Yinede hiç bir şey yokmuş gibi niyet ettim ve namaz durdum.

Bizi koruyacak yine Allah'dı.

Benim namaza durmam ile Aden'de namaza durdu. Gözüme yansıyan tek şey o çarşaflı kadınların yavaş yavaş yaklaştığıydı.

Korkum yoktu. Ben en yüce makamdayım. Secdeye giderek biraz orada durdum ve korkumamız için dua ettim o da asla korkudan veya başka bir şeyden namazımı hızlandıramazdım.

Namazımı bitirmem ile belime bağlı olan bıçağı tuttum. Az önce Ömer ile konuşurken fark ettirmeden belime cep kısmımdan içeriye yerleştirmişti. Selamımı ererek içime derin bir nefes çektim.

Gözlerimi hemen dibimizde duran iki kadına çevirdim. onlar sol tarafımda olmalarına rağmen biz kapıya daha biraz daha yakındık. Aden ise sağ tarafıma yapışmış durumdaydı. Titremelerini bütün bedenm ile hissedebiliyordum.

"Buyurun?" sesimin titreyeceğini düşünsemde fazlası ile sert çıkması oşuma gitmişti. Kadınlar bana ilk baştı boş boş baksalarda dilimi bildiklerini biliyordum. Çünkü bunu sesimin tonu dolayısıyla afallamalarında anlamak hiçte zor deildi.

"Yandaki kız ver bize." Bozuk karakterleri ve aksanları ile bir şey yapabilecklerini sanan iki mahlukata iğrenerek baktım.

"Neden?"Yavaş yavaş sinirlendirdiklerini hissetmek hoşuma gidiyordu.

"O terör!" Anlaşılaan tek sinirlenen onlar değildi.

"Nah terör! Sen terör! Pislik."

Aden'in elinden tuttuğum gibi koşmaya başladım. İlk başta kalkmakta sendelesede o da bana ayak uydurarak koşmaya kendini adapte etti. Mescidden çıkmamız ile arkamızdan iki el ateş edilmesi bir oldu. Buna rağmen ne koşmayı bıraktım nede Aden'in elini.

Bir kaç metre ötemde Ömer'i görmem ile yüzümde kocaman bir gülümseme olması bir oldu. Aden'i daha hızlı çektim ve Ömer'in yanına kadar koşmak için derin bir nefes aldım.

Nefesimi kesen ise arkamdan gelen kulaklarımı sağır edecek şekilde çınlatan bir silah sesi ve sesten sadece bir kaçsaniye sonra sağ omuzumdaki nefesimin kesilmesine sebep olan bednimin sarsılmasına neden olan büyük bir sızıydı. O an aklıma gelen tek şey şehadet getirek oldu.

Bir yandan şehadet getirir iken bir yandan da Ömer'in gözlerine bakmaktan kendimi almadım. Koşmayı bırakmıştım çünkü o an sadece şehadete yetecek kadar nefes hakkım var gibiydi benim için. Benimle birlikte Aden'de durmştu. Kulaklarımın çınlamasından hiç bir şey duyamıyordum ama ikisininde bana bir şeyler dediği belliydi. Son nefesim ile şehadet getirdim.

Dünyam karardı.

Tek bir kurşun ile mi ölecektim? Hemde daha başındayken?

İçime çekebildiğim kadar nefes çektim ama ciğerlerime bu kadarı az geliyordu. Daha fazlasına ihtiyacım var gibiydi. Aden'in elini bıraktım. Ciğerlerimin son çektiği nefeste gözlerimin son gördüğü şey Aden'in Ömer'e doğru koşması ve Ömer'in bağıraak bana doğru koşması oldu. O sahnede sonrası benim için tamamen karanlıktı.

•••••••••

 

Ağrı bazen bedensel olmuyordu. Ruhsal ağrınn ne olduğunu şimdi anlıyordum. Üzerimde hem bedensel hemde büyük bir ruhsal ağrı varddı. Bundan nasıl kurtulacağım hakkındaysa hiç bir şey bilmiyordum. Ölmemiştim ama ölümden daha büyük bir acı vardı bedenimde. Gözlerimi açmak karanlıktan kurtulmak istedim yada ebedi ışığa kavuşmak. Ama ne olursa olsun karanlıktan kutulmak istedim. Kulaklarımda ki çınlama kafamı patlatacak kadar gıcık bir cinstendi. Kendimi zorlayarak gözlerimi açtım. Burası ne babamın evinde olan benim odamdı ne Ömer'in götürdüğü evdi nede arabanın tavanıydı. Burası orta büyüklükte bir çadırdı. Gözlerimim bulanıklığı yavaş yavaş etkisini kaybederek görüş alanımın netleştiğini fark etmem ile hemen etrafı daha ince bir şekilde inceledim. İçeride benden başka kimse yoktu hatta içeride çok fazla eşya bile yoktu.

Etrata bir tek benim yattığım yatak, yatağın yanında bir komidin ve komidinin üzeinde çok fazla olmasada bir kaç tane tıbbi malzeme vardı. Yatak hemen çadırın sol tarafındaydı ve gördüğüm kadarıyla çadırın kapısı ise yine sol tarafta yatağın ayak kısmındaydı. Yataktan hariç ise eski püskü yırtık bir kanepe vardı ve o ise çadır kapısının hemen karşısında sağ tarafımdaydı. İçeride anlatılamayacak kada fazla kan kokusu vardı ve ben fazlası ile kan kokuyordum.

Çadırın fermuar sesinden sonra yavaşça kafamı kaldırarak gelen kişiye baktım. Daha doğrusu gelen iki kişiye. Birisi sevgili eşim Ömer'di bir diğeri ise başı kapalı olan beyaz önlüklü bir doktordu. Beyaz önlüğünün ön tarafının çoğu yeri kandı.

"Selamün aleyküm Dilan. Nasılsın?" ağızımı açmak ilk defa bu kadar acı vermişti bana. Susuzluğu bütün bedenimde hissetmem ise en kötü yanıydı bu işin. Doktora baktığımda bana sadec gülümsüyordu ve benden bir cevap bekliyordu ama benim bu cevabı vermeye takatim yoktu. Onun yerine sadece başımı sallayarak onun selamını içimden alarak karşılığını ona beden dilinden vermiş oldum. Gözlerim bir diğer tarafa yani doktor hanımın yanında duran eşime çevrildiğindeyse onda endişenin en yüksek seviyesini görmüştüm. Gözlerini bir an olsun benden ayırmadı ve bende ona karşılık vererek bende gözlerimi ondan ayırmadım ama ben ona en içten tebessümlerimi sundum. O ise hala bana elinden kayıp gidecekmişim gibi bakıyordu.

En son söylediğim gibi bir kurşun ile yıkılmak için söz vermemiştim ben kendime. Kendime biraz gelene kadar bekledim. Neyseki doktor hanımda benimle beraber beklemişti. Onu daha fazla bekletmek istemediğim için daha fazla toparlanmayı beklemek istemedim ve hemen yerimde doğrularak onlara baktım. Ömer zaten ben doğrulmaya çalışırken yanıma gelerek bana yardım etmişti.

"Aleyküm selam. Acaba ben nerdeyim? Ayrıca elhamdülillah iyiyim. Sadece susadım ve omuz kısmımdan hariç bir kaç yerimde daha ağrı var. Acaba onların nedenini öğrenebilirmiyim?" Aynı omuzumdaki gibi sol bacağımda ve sırtımda da aynı onun gibi ağrılar vardı. Sebebini aslında tahmin ediyordum ama yinede tam olarak daha yetkili birinden duymak benim için daha iyi gelecek gibiydi. Belkide tahmin etmediğim gibi çıkmasınıda istiyor olabilirdim. Allah biliyordu halimi hem bedenen hemde ruhen yorgundum ama gözlerimi açtım açalı artık zihnende fazlasıyla yorulmaya başlamıştım. Yüksek bir binanın tepesinde intihar etmek isteyen biri gibiydim. Bir kaç saniye sonra öleceğimi biliyordum ve bunun korkusu vardı ama beynimi yemeyi bırakmayan soruların tek çözümü bu gibiydi. Yani ebedi cehennem. Yine beynim saçma sapan yerlere kaymektan kendini alamıyordu. Bütün dikkatimi bana tatlı tatlı gülümseyen doktor hanıma çevirdim.

"İlk önce Dilay hanım zaten sadece omuzunuzdan vurulmadınız. Omuzunuz, sol bacağınız ve sırtınızdan bedeninize üç kurşun girmiş durumda. Daha bedeninizi sıyırıp geçenleri saymıyoruz bile. Buraya geldiğinizde yaşaacağınızı düşünmek biraz zordu ama Allah en iyisini bilendir. Bu kadar erken toparlanmanız çok güzel ama yaralarınıza daha fazla müdahale edebilecek malzememiz bulunmamakta. Allah siz en yakınından sağlık ve şifa versin inşaallah. Bir şey olduğunda beni bulmak iterseniz adım Fatma. Allah'a emanet olun." Doktor çadırdan acele ile çıkışına sadece seyirci kaldım çünkü neden bu kadar acele ettiğini ve hızlı konuştuğunu anlamak zor değildi. Ben şu an dört dörtlük bir devlet hastanesinde değildim. Savaşın ortasında kendi imkanları ile insanlara bir sağlık bağışlamaya çalışan doktorların küçük çadrlarındaydım. Ama doktorun dediği gibi şifada sağlıkta ancak ve ancak bu saatten sonra Allah'tan beklenecek bir şeydi.

Gözlerimi yanımda bana merak içinde bakan Ömer'e çevirdim. Ondan daha meraklı olduğum belliydi ama şu an ona çok fazla bir şey soracak halde değildim. Eğer kendisi ve ortam uygunsa zaten kendinin bana anlatacağını bilmek bir nebzede olsa içimi rahatlatıyordu

"Aklında ki o sorulara bir cevap olacağım söz veriyorum ama biraz dinlensen olmaz mı?" Benden istediği şey verdiğim söze fazlası ile zıt bir şeydi. Ben bu saatten sonra dinlenmeyecektim. Uyanmıştım evet belkide çok fazla bir şey yapamasamda şu durumda bile yaralılara yardım edebilecek durumdaydım. Kafamı kararlılık ile iki yana sallayarak daha inatçı bir şekilde gözlerine baktım. Beni eğer buraya getirdiyse benimde artık bir şeyleri öğrenme vaktim gelmiş demekti.

"Ben senin karınım Ömer ayrıca artık bende burda olan bir Filistinliden bir farkım yok. Artık bana her şeyi en başından beri anlatır mısın?"

Kararsızlık içinde kaldığını en net şekilde görmek canımı bedenime giren kurşunlardan daha çok yakmaya yetmişti. Eğer bana güvenmiyecekse beni buraya getirmesinin bile bir anlamı yoktu. "Sen dinliyorum KOCACIĞIM?" Bastırarak söylememden dolayı yüzünde bir gülümseme oluşması benide gülümsetmeye yetmişti.

"Sözümü kesmek yok. Şok olup ağlamak yok. En önemlisi aileme ulaşmak istiyorum demek yok çünkü zamanı geldiğinde ben sana her şeyi vereceğim. Tamam mı Pofuduğum?" Daha fazla beklemek istemediğim için sadece başımı sallayarak onayladım ama içimdeki o gıcık şüphe hiç geçip gitmedi. Uzandığım yerin başına eğilerek oturdu ve yüzlerimizi aynı hizaya getirerek bir kaç saniye sadece gözlerime baktı ve en sounda konuşmaya başladı. Uzun bir konuşma olacağı içine çektiği nefesten bile belliydi ama hadi hayırlısı. "İlk önce güzelim kendimden bahsetmek daha doğru olacak. Evet benim adım Ömer evet ama ne ikinci adım ne Ali nede soy ismim Adal. Benim gerçek adım Ömer Yaser ama bana sakın bu soy isim ile seslenmeyeceksin. Ben senin için hala Ömer Ali'yim tamam mı? Bu konuda sana güveneceğimi biliyorum o yüzden sıkıntım yok. Bir diğer şey ve muhtemele de seninde anladdığı benim ne olduğum. Evet güzelim ben Kassam Tugaylarından biriyim. Ama sen bunuda unutacaksın. Ben Türk değilim ve seni istemeye geldiğim ailede benim ailem değil. Yıllardır kurulmuş minik bir plan sadece. Ve benim hikayem şimdilik burda biterken asıl mesele olan senin hikayen başlıyor. Aslında sende Türk değilsin. Benim gibi has bir Filistin kanı taşıyan bir Filitinlisin. Ailen gerçek ailen değil. Bu zor biliyorum ama bunlara yavaş yavaş alışacaksın. Yıllar önce baban seni bu ortamlardan uzak tutmak için Türk bir arkadaşına emanet etti ve Gazze sınırına geldi. Babanda aynı benim gibi bir Kassamdı. Ve yıllar önce o da şehit oldu. Yıllardır baban olarak bildiğin Mehmet amca ve eşide sana kendi çocukları gibi baktılar. Gerçek baban ve benim babam çok yakın arkadaştıla ve baban seni bana emanet etti. Yıllar sonra seni bulmam için. Mehmet amcayı zaten tanıyordum ve seni bulup kendi eşim yapmak zor olmadı Dilay. Çünkü zaten ben seni sürekli izliyordum. Kendim seni göremesemde fotoğrafların veya ne yaptığın sürekli bana haber olarak geliyordu ve o anlardan birinde artık seni kardeş gibi göremeyecğimi anldım. Çünkü artı büyümüşnve çok, çok, yani şey çok güzel bir kadın olmuştun. Belkide sana ilk ve son kez bu kadar duygularımı açacağım çünkü beni yarın gün doğumundan sonra bir daha görürmüsün veya görsen bile ne kadar görürsün hiç bir şey diyemem. Çünkü burası o bildiğimiz peri masalı olan Avrupa değil güzelim. Biz burada şehadet ile kucak kucağa ilerliyoruz. Ama şundan emin ol ben seni asla ilk görüşte sevmedim. Senin sevgin benim her yerime yavaş yavaş en güzel şekilde zamanla dağıldı. Seni bulmuşken kaybedeceğimi biliyordum ama bu babanın bana vasiyeti. Büyüdüğünde kendi vatanında olman. Şimdi bunları biraz düşün. Ama sana çok fazla vait veremem çünkü seninle geçireceğim zaman kısıtlı. Bu arada kurtardığın kız benim kız kardeşim. O hep seninle olacak. Diğer bütün bilgileri ben yarın gittikte sonra ondan öğrenebilirsin. Umarım kafanı şişirmemişimdir ama bunları bilmen gerekiyordu."3

İnsanın lal olmasını şimdi deneyimliyerek anlamak benim hayatımın dönüm noktas haline gelmişti. Ona ne diyeceğimi bilemiyordum. Hayatımda kendi hakkımda bildiğim her şeyin yalan olması kadar iç yakan bir şey yoktu bu hayatta. Yanımdan kalkıp gidene kadar hiç bir şey yapmadım. Ama o çadırdan çıktığı an ağrılarımı dahi umursamadan gözlerimdeki yaşları ve boğazımı tıkayan hıçkırıkları sarsıla sarsıla dışarıya bıraktım. Kahramanım olarak bildiğim babam benim babam değildi. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğreten annem benim annem değildi. Her zaman arkamda olacaklarını bildiğim abim ve kardeşim benim abim ve kardeşim değillerdi. Saçlarımın açık olmasına rağmen onlar bana haram değil zaten dediğim erkeklerin hiçbiri bana helal değildi.1

Hayatım benim sadece reklamlık hayatım gibiydi. O hayat benim hayatım değlildi.

Gözlerimdki yaşlar hiç bitmedi ama sasılmalarım ve hıçkırıklarım geçtiğinde çadırın fermuarı açıldı ve içeriye yeniden Ömer girdi. Hayatımda tek gerçek şey galiba onun sevgisiydi. Tabi o da yalan değilse? Hiç bir şey demeden gelip yanıma oturdu ve yarım yamalak saçlarımı kapatan örtüyü çıkartarak saçlarım ile oynamaya başladı. Bu hissi en çok babamda severken kocamın yapması ise ona bin basacak şekildydi. Gözlerimi kapatırken iç çekişlerini duymak içimi dahada mahvetti. Aklıma gelen şey ile hemen geri gözlerimi açtım ve yüzüne endişe ile baktım. "Hangi vakiteyiz ve ben kaç vakit namaz kaçırdım?" Yüzüme gülümseyerek baktı. Buna anlam vermek çok zordu.

"Sana o kadar şey anlattım ve gerçekten sormak istediğin ilk şey bu mu?" Ne sormamı beklediğin bilmiyordum ama benim şu an umrumda olan şeyler onlar değildi. "Ben ilk babanı veya benim sana olan aşıkımı sorarsın sanmıştım ama neyse. Saat gece iki güzel kızım benim. Yani sadece akşam namazını kaçırdın ve yatsıyı geciktirdin." İçime rahat bir nefes çekemezdim çünkü hem buraya girerken o anı kaçırdığıma hemde akşam namazını kaçırdığım için içim rahat değildi. Onun tatlı düşüncesi ne kadar hoşuma gitsede bir an buna cevap vermek isemedim ama aklıma gelen şeyle ise sabaha kada onunla konuşmak istiyordum.

"Ömer'im acaba ben nasıl abdest alacağım?" Yüzüme far görmüş tavşan gibi bakmasından kısık bir kahkaha attım. Ona ilk defa bu şekilde seslenmem onu çok farklı etkilmişti.

"Şey ben sana su getiririm hemen. Ömer'in seni verene kurban olsun. Hemen getiriyorum bekle beni." Ona yeniden gülümseyerek baktım ama o sadece ayağa kalkmıştı ve başka hiç bir şey yapmadan sevgi dolu gözler ile bana bakıyordu. Bu an hiç bitmese ne olurdu? Yaralarıma ilaç sürmeye gerek yoktu bence bana böyle gülümsemesi bana bir ömür yeter gibiydi. "Getirmeyeceksen sorun değil kocacığım ben hemen teyemmüm ederim." Bu seferse hiç bir şey demeden kahkaha atarak çadırdan çıktı. Beni böyle sevmesi hoşuma gitmişti. O gelene kadar sadece çadırın tavanını izleyerek düşündüm.

Bundan sonra ne yapacağım belliydi. Ben Filistin'in öz kızlarındandım ve bunu Gazze'ye girdiğimde beni seven ve daha evliliğimden beri bir hafta bile olmayan kocam söylüyordu. Ve onun beni daha öncesinden tanıdığını öğrenmek ise ayrı bir duyguydu. Acaba şu an bana yıllardır bakan, beni büyüten, bana İslam'ı öğreten babam ne durumdaydı. Yada annem veya kardeşlerim. Ne kadar biyolojik ailem olmasalarda benim için en büyük nimet ailemdi.

Bir diğer düşüncem ise gerçek bamdı. Veya gerçek ailem. Ömer'in dediğine göre babam şehit olmuştu peki ya annem veya eğer varsa başka kardeşlerim. Acaba onlar neredeydi? Onları bulmak istesemde ben buraya gerçek ailemi aramaya gelmemiştim. Ben buraya Filistin davam için gelmiştim ve bundan da hiç pişman değildim. İlk geldiğim anda vurulsam dahi.

Çadırın fermuarı yavaş yavaş aşağı doğru çekilince bi anlık alışkanlık ile hemen başımı örttüm. Gözlerimi kapıya dikerek gelen kişiye bakmaya çalıştım. En sonuda fermuar tam indiğinde Ömer'i görmem ile bir kere daha derin bir nefes çektim. Bu gün nedense çok fazla derin nefes çekiyordum.

Elinde su dolu bir leğen vardı ve onu dikkatli bir şekilde koyana kadar asla yüzüme bakmadı. Suyu koyması ile beni yavaşça kaldırdı ve abdest almamda bana yardımcı oldu. Abdest almam bittiğinde yavaşça başıma örtüyü geçirdi ve beni kıbleye çevirerek koltuğa oturdu ve beni beklemeye başladı. İlk bir kaç dakika sadece onu izledim.

Saçı ve sakalı karışmış ve birazda toz olmuştu ama yakışıklılığından hiç bir şey kaybetmemişti. Kucağında duran büyük silah ise ona gerçekten bir Mücahit havası katıyordu. Aslnda onun o havaya ihtiyacı yoktu çünkü o zaten bir mücahitti.

Namaza durarak daha fazla geciktrmek istemedim. İlk önce akşam namzının kazasını yaptım ve ardından ise yatsı kıldım. Uyku ve bedenimdeki ağrı bana ne kadar sıkıntı olsada uyumak istemiyordum çünkü o gidecekti ve ne zaman geleceği dahi belli değildi. Geleceği belli bile değildi. Beni en derinden yaralayan cümle buydu işte.

Namazımı bitirdiğim gibi ona baktım. "Yanıma gelir misin?" Sözümü bitirmemi bekliyormuş gibi hemen yanıma gelerek yatağın boş kısmına oturdu. Onun oturması ile sırtımı yavaşça göğüsne yasladım. O da kolunu dikkatlice yanımdan geçrerek karnımın üzerine koydu ve öylece bir bütün gibi durduk. Kokusunun ciğerlerime dolması fazlası ile hoşuma gitmişti. Ne o konuşmaya başladı nede ben. Ama bir yerden sonra bu durum canımı sıkmaya başlamıştı. Sesini duymaya ve sabaha kadar benimle konuşmasına ihtiyacım vardı benim ama o sadece susuyordu. Aynı benim gibi. "Mesela sabah gittikten sonra en geç ne zaman dönersin?" O suskunluk daha da büyüyüp bütün bedenimi etkisi altına almıştı. keşke sormasaydım dememek için kendimi çok zor tuttum.

"Ben küçükken babam bana hep bir kadının hikayesini anlatırdı. Filistin'li bir kadının hikayesi. O kadının ismini tam olarak hatırlamıyorum ama kadının kocası aynı benim gibi bir Filistinli mücahit. O kadıın eşini aynı senin gibi gönderdikten tam on yedi yıl sonra yaralı bir şekilde buluyor. Tabii kavuşuyorlar ama işte on yedi yıl. İşte Pofuduğum en geç on yedi yıl ama en erken üç gün sonra yanındayım inşaallah." Acının en derinini hissetmiş bir kadın. Yalnızlığı iliklerine kadar hissetmişmiydi acaba?" Gözlerimin dolmasına engel olamadım.

"Sen erken gelmeye çalış olur mu? Hem unutma sen daha benim mehirimi vermedin. Yani sen bana borçlusun." Arkamdan bir kahkaha sesi gelmesi ile kaşlarımı çatmaktan başka hiç bir şey yapmadım. Yavaşça arkamdan kalkması ile ne olduğumu şaşırdım ve kendimi dengede tutarak onu bekledim. Yatağın etrafından dolanarak komidinin alt tarafını açtı ve içinden kadife kırmızı bir kese çıkarttı. Bunu bana uzatarak almamı bekledi. Ama ben sadece şok içinde ona bakmakla yetindim. O ise bana sadece gülümsüyordu.

"Özür dilerim doğru söylüyorsun güzelim. Mehirini daha erken vermeliydim. Burada ne istediysen hepsi var." Ona inanamayarak elindeki keseyi açıp içine baktım ve gerçekten içi altın doluydu ama ben bunu bu durumdayken asla almazdım. Keseyi geri kapatarak kendine itekledim ve yüzüne samimi bir gülümseme ile bakarak konuşmaya başladım.

"Ben mehrimi Kassam Tugaylarına vermek istiyorum. Bunun ile cephane alın lütfen. Çünkü burası bu haldeyken ben para düşünemem." Gözlerinde gördüğüm o samimiyeti ben daha hayatımda hiç görmemiştim.

"O zaman şöyle yapalım. Bunun yarısını ben alıyorum diğer yarısınıda sana ve burada ki insanlara bırakıyorum. Kabul ediyor musun?" Gülümseyerek başımı salladım ve o da altınları ikiye bölerek birisini yanıma verdi diğerinide kendi yanına aldı. Tam yanıma geleceği sırada dışarıdan gelen büyük bir gürültü yüzünden ağzımdan büyük bir çığlık kaçmıştı. O ise buna alışmış bir şekilde sadece bana sarıldı ve beni sakinleştirmeye çalışır gibi örtümün üstünden saçlarımı okşadı. "Korkma bu sadece bomba. Bu sese her şeyden çok alışacaksın burda güzel kızım. Bombalar ve ölmün diyarı Gazzeye hoş geldin." Ve ardından beni öperek çadırdan hızlıca çıkıp gitti. Kokusunu son kez aldığım an bu andı.

Allah bizlerin yardımcısı olsun.3

 

 

 

 

🍉🍉🍉

 

 

• Elhamdülillah •


 

Bölüm : 01.12.2024 13:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...