17. Bölüm

17. BÖLÜM: Feryadın Dansı.

Meryem Rana Yavuz
mranayavuz

 

17.Bölüm: Feryadın Dansı.

“Çünkü Küçük Kelebek. Her baktığımda hayran kaldığım kanatlarına ölümün nefesi değer diye çok korkuyorum.”

 

Gözlerim buğulanırken sakin kalmak benim için çok zordu. Titreyen ellerimin arasından kâğıt düşerken şaşkınlıkla bir adım geri gittim. Ben… Zehirlenmiş miydim? Sonum Anneannem ile aynı mı olacaktı? Rüzgâr yere düşen kâğıdı alıp okurken bulanık görmeye başlayan gözlerime rağmen telaşlandığını görebiliyordum. Rüzgâr bir saniye bile beklemeden beni kucağına alıp yola doğru koşmaya başladığında Ozan ve Bade ne olduğunu anlayamamıştı bile. Kalbimin sesi dışında hiçbir şey duyamıyorken önümüzde tanıdık bir arabanın ani fren yaptığını gördüm. Rüzgâr bir an duraksasa da hızlıca arabanın arka koltuğuna benimle birlikte bindi. “En yakın hastaneye sür.”

Gözlerim camın ardına kayarken Ozan ve Badenin arabaya doğru koştuğunu fakat arabanın hızla olduğu yerden ayrılarak onları geride bırakışını izledim. Midem bulanıyordu. Ayağa kalkmaya çalışsam sanki dizlerim tutmayacaktı. Elbette benden kurtulmak isteyecekti. Oyun oynamıyordu. İstediği canımdı ve almak üzereydi. Gözlerim, gri gözlerin sahibine kaydı. Ölümüme üzülür müydü? Ah, Bade ve Ozan’ın kahrolacağı kesin. Üzgünüm. Çok direndim. Ama beceremedim. Yaşamayı beceremedim. Sanırım ustalık istiyor yaşamak. Yaşamak. Diğer adıyla dayanmak. Ben dayanırım sanmıştım. Yaşarım belki. Yaşanmayacak bir yerde doyamadığım kadar yaşamıştım üstelik. Yanılmışım demek. Herkes yanılabilirdi sonuçta değil mi? Benimde böyle bir hakkım olmuş olmalıydı. Fakat her yanılan canıyla mı öderdi? Telafisi için kan mı gerekirdi? Ruhumu vermiştim işte. Çocukluğumu, annemle geçiremediğim güzel anlarımı, babamın benim için küle dönüşen sevgisini. “Belki,” kelimesi doğdu zihnimde. Belki yaşasaydım biraz daha, babamın sevgisi Anka kuşu misali, dönerdi hayata. İçim titriyordu. Öleceğini bilmek insanın içini titretiyordu demek.

“Öyle bakma.” Rüzgar’ın kelimelerini duyana kadar baktığımı bile fark edememiştim.

Yutkundum. “Nasıl?”

“Ölecekmiş gibi.” Belki de gibisi fazladır Rüzgâr. “Seni bir kere kurtardım. Bir daha yapabilirim.”

Araba ani frenle durduğunda Rüzgar hızlıca beni arabadan çıkardı. Hastanenin içine koşarken bağırıyordu. “Acil doktor çağırın! Kimse yok mu!?” Dakikalar geçmeden kendimi sedyenin üzerinde, etrafımdaki insanlar tarafından bir yere götürülürken bulmuştum. Rüzgar onlara zehirlendiğimi söylemişti. Beni bir odaya soktuklarında yaşamanın bu kadar acıtacağını düşünmemiştim. Boğazımdan aşağı boru sokmadan önce tahlil için kanımı almışlar, ardından öğürmeme fırsat bırakmadan boruyu boğazımdan aşağıya yavaşça kaydırmışlardı. Kalbimin bile acıdığını hissetmiştim. Sanki onun sayesinde hayatta kalan bedenimde ona bile yer kalmamıştı. Dakikalarca midemi yıkamışlardı. Kırk dakikanın sonunda doktor dinlenmem için beni biraz yalnız bırakmıştı. Mideme defalarca su verip çektiklerini hissetmiştim. O katilin benden çekeceği vardı. Rüzgar kapımı tıklatıp içeri girdiğinde daha konuşmasına fırsat kalmadan içeri hiç tanımadığım bir doktor girdi. “Aden Hanım? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” Boğazımdan aşağıya kalın bir boru sokulmuş gibi.

Başımla onu onayladığımda konuşmaya devam etti. “Hayati tehlikeniz olduğu için tahlilleriniz öne alınmıştı. Geldiğinizde zehirlendiğinizi söylediklerinde korkmuştuk fakat neyse ki hepsi temiz çıktı.” Doktor kaşlarını çattı. “Zehirlendiğinizi de nereden çıkardınız?”

Gözlerim Rüzgar’a kayarken o ne demek istediğimi anlayıp imdadıma koştu. “Tüm zehirlenme belirtilerini göstermişti. Yemek yedikten sonra mide bulantısı, kusma ve aşırı terleme olmuştu. Zehirlendiğini sandık.”

“Belki de kustuğunda o zehri atmıştır.” Doktor dosyasını kapatıp gülümseyerek baktı bana. “Çıkış yapabilirsiniz. Tekrar geçmiş olsun.” Doktor odadan çıktığında Rüzgar rahatlamış bir gülümseme ile bana döndü. “İyisin.”

Gülümsedim. “İyiyim.” Kapı sertçe açılıp duvara çarparken Ozan öfkeden kızarmış suratı ile saniyeler içinde Rüzgar’ın yanında belirip ona sert bir yumruk indirdi. Rüzgar’ın başı yana düşerken onu yakalarından tuttu. Karşılık vermiyordu. “Bir daha bensiz kardeşimi götürmeye kalkarsan seni öldürürüm.” Onu tekrar vurdu Duvara. Bağırıyordu. “Duydun mu beni!?”

Rüzgar dudağının kenarındaki kanı eliyle sildi. “Ne yapsaydım? Aden orda hayatı için mücadele ederken senin durup binmeni mi bekleseydim?”

Bade Ozan’ı kolundan çekiştirirken gözleri dehşetle büyümüştü. “Ozan? Ne yaptığını sanıyorsun? Kafayı mı yedin bırak çocuğu!”

Ozan Bade’nin korku dolu gözlerini fark edip geri çekilirken yattığım yerden doğruldum. “Sakin olun. İyiyim.”

Bade derin bir nefes verdi boynuma sıkıca sarıldı. “Bir daha benim yaptıklarım dışında bir şey yemek yok.”

Kapı hızlıca açılırken Bade kollarını boynumdan çekti. Gergin gözleri ile Ömer odaya girmişti. Bunun nerden haberi vardı? Babasının çalıştığı hastane bu değildi.

Ömer ile göz temasımın arasına Ozan girdi. Kollarını göğsünde birleştirmişti. “Ne işin var senin burada?”

“Babam arkadaşından birkaç dosya almamı rica etmişti.” Bir adım kenara çekilip benimle tekrar göz teması kurdu. “Bade’yi geçerken gördüm ve kayıtlara baktım. Yine başını dertten çıkartamıyorsun.”

Ozan tekrar aramıza girdi. “Ve bu seni hiç alakadar etmez.”

“İyi misin?” Diye sordu Ömer merakla. Yüzünü Ozan yüzünden göremesem de sesinden her şeyi anlayabiliyordum. İçimdeki küçük canavar fısıldadı. En çok ihtiyaç duyduğunda sana bu cümleyi kurması için ağlayacak raddeye gelmiştin. Ve o seni değil, seni bu hale getiren kişi için endişelenmişti. Kalbimin çıtırdadığını hissettim. Başkaları kırmasın diye kendi kalbimi kırmayı nasıl da öğrenmiştim ama. “İyi olup olmadığım seni ilgilendirmez.” Buz gibi sesimin soğukluğu odayı doldururken Ömer kısa bir süre sessiz kalıp sonrasında yavaş adımlarla ayrıldı odadan.

Derin bir nefes alıp doğruldum. Yastığımı düzeltmek için kaldırdığımda bembeyaz çarşafların arasındaki siyah kâğıt dikkatimden kaçmadı. Buraya da girmiş olamazdı. Kâğıdı açtım.

“Ufak bir şaka. Alınmadın. Değil mi?:)”

Bade elimdeki kâğıdı nazikçe alıp sesli okudu. Öfkeyle kalktım ayağa. “Sıçayım şakana.”

Rüzgar öfkeyle saçlarını karıştırdı. “Bu böyle olmayacak.” Gözleri beni buldu. “Durup seni öldürmesini mi bekleyeceğiz? Her yerde görmüyor musunuz? İstese hepimizi aynı an da öldürebilecekken hala neyi bekliyoruz? Polise gidersek Aden’i öldüreceğini söyledi fakat gitmezsek de öldürecek. Bir şeyler yapmamız gerek.”

Ozan onu başıyla onayladı. “Polis olmasa bile birilerinden yardım almalıyız.”

“Sır tutabilecek, güçlü birinden.”

Ozan ile gözlerimiz buluştuğunda aynı şeyi düşünmüştük. Başını iki yana salladı. “Saçmalama. O Ayaz iti olmaz.”

Gözlerimi devirdim. Aynı şeyi düşünmemişiz. “O ne alaka ya?”

Gözlerimi Bade’ye çevirdiğimde kaşları havaya kalktı. “Emin misin?”

Dudak büzdüm. “Tanıdığım en güçlü kişi o.”

“Ya polise gitmeye kalkarsa?”

“O konuda güvenemiyorum işte.”

Ozan yalandan öksürdü. “Keşke nadide fikrinizi telepatiyle iletmek yerine bize de söyleseniz.”

Gözlerim Rüzgar’a kaydı. En çok onun tepkisini merak ediyordum. “Yusuf abiye söylesek?”

Rüzgar kaşlarını çattı. “Abim mi?”

Ozan duraksadı. “Güvenebilir miyiz?”

“Eli uzun ve zeki. Tek korktum beni Anneannemin emaneti olarak görmesi. Korunmam için polise gidebilir.”

Rüzgar bir süre kaşlarını çatarak yere baktı. “O zaman şöyle yapalım. Bir iki gün ağzından laf almaya çalışalım. Eğer söylememeye olumlu yaklaşırsa söyleriz. Olur mu?”

Üçümüzde başımızla onu onayladık. “Olur.” Yatağımdan kalkıp gerindim. “Bu günde ölmediğime göre eve gidebiliriz.”

Bade başıyla kapıyı işaret etti. “Ayaz kapıda bu arada.”

Kaşlarım çatıldı. “O bizi nasıl götürdü? Nereden haberi oldu?”

Ozan’ın şaşkınlıkla dudakları aralandı. “Evet! Nereden haberi oldu?”

Odanın kapısına uzanıp kapıyı sessizce açtım. Karşımdaki duvarın dibindeki koltukta, kollarını göğsünün önünde bağlamış, kafası da yana düşmüş vaziyette uyuyordu. Hep düzenli olan saçları dağılmış, siyah gömleğinin birkaç düğmesi açılmıştı. Ozan kapıyı kapattığı an da gözleri hızlıca açıldı. Karşısında beni görmeyi beklemiyor olacak ki yüzünde komik bir şaşkınlık ifadesi oluştu. Boğazını temizleyip hızlıca ayağa kalktı. “İyi misiniz?”

Başımla onu onayladım. “İyiyim.” Başımı biraz kaldırıp gözlerine sabitledim. “Benim o an hastaneye ihtiyaç duyacağımı nereden biliyordun?”

Çok saçma bir şey sormuşum gibi bir ifade takındı ve omuz silkti. “Bilmiyordum.”

“O zaman neden evin önüne gelmiştin?” diyerek atıldı Bade.

“Aden hanımın yanına geliyordum ki evin mahallesine geldiğimde Ali Bey beni aradı. Senin hakkında rapor istedi. Onunla konuşurken sizin evinizin önünde bir kargaşa olduğunu gördüm.”

Yutkundum. “Babama ne söyledin?” Babam buraya gelirse her şey daha da karışırdı. Bu saçma işin içine onun da canını katamazdım. Dayanamazdı.

“Hemen geri döneceğimi söyleyip kapattım. Daha bir şey söylemedim.”

“Peki, ne söyleyeceksin?”

Gözlerini kıstı. “Ne söylememi istiyorsun?”

Masumca gülümsedim. “Bu gece olanlar dışında istediğin her şeyi söyleyebilirsin?”

“Bunu neden babandan gizlememi istiyorsun?”

“Çünkü bir yanlış anlaşılmaydı.” Ellerimle kendimi gösterdim. “Gördüğün gibi turp gibiyim. Ufak bir yanlış anlaşılmaydı sadece. Babama bundan bahsedip boşuna korkutmamıza gerek yok.”

Kısa bir süre gözlerimin içine baktı. Emin olmaya çalışıyor gibiydi. Sonunda pes etti. “Tamam. Ama burnuma hiç güzel kokular gelmiyor bilgin olsun.”

Bade tatlı tatlı gülümsedi. “Parfüm veriyim koku moku kalmaz.”

Ozan kaşlarını çatarak ona döndü. “Öyle güzel gülme.”

Bade’nin şaşkınlıkla dudakları aralanırken Ozan sesli söylediğini yeni fark etmiş gibiydi. Hemen kızarmıştı. “Ya-yani Rüzgar kıskanır. Öyle güzel gülemediği için, ondan.”

Ayaz eliyle hastane dışının işaret etti. “Sizi evinize bırakayım.”

Herkes çıkışa doğru yürürken Ayaz kolumdan nazikçe tuttu. “Kendini tehlikede hissettiğin an bana seslenmeni istiyorum.”

Kaşlarım çatıldı. Beni her an duyması imkânsızdı. “Duyacak mısın?”

Dudağının kenarı alayla kıvrıldı. “Her zaman duyarım.” Kolumu bıraktığında beraber arabaya doğru ilerledik. Önde ben oturuyordum. Bade, Ozan ve Rüzgâr arkaya binmişti. Herkes sessizce otururken bunun nedeninin yorgunluk olduğunu anlıyordum. Yorulmuştuk. Birimizin başına bir şey gelmesinden delicesine korkuyorduk. Bu yüzden ayrılmamaya çalışıyorduk. Katil birimizi öldürmek istese hepimizi karşısına alması gerekirdi.

 

1 Hafta sonra.

Bir haftadır her şey çok normaldi. Alışık olmadığımız derecede normal. Tuhaf olaylar olmamış, not almamıştık. İstediğimiz eski hayatımıza kavuşmuş gibiydik. Belki de katil benimle uğraşmayı bırakmıştı ve artık kendi yoluna bakmaya karar vermişti? Böyle olması için dua ediyordum. Son bir haftadır neredeyse hiç ayrılmamış ve derslerimizin daha çok üstünde durmaya başlamıştık. Son sınıf olduğumuz için ise daha çok çalışmamız gerekiyordu. Bu gün ise Ozan ve Rüzgar’ın yine maçı vardı. Rüzgâr önden yer ayırttırdığını söylemişti. Bade makyajını tazelemeye gitmişken bende okulun bahçesine inip onu beklerken kitap okumaya karar vermiştim. Ne kadar geçmişti bilmiyordum. Önemli de değildi. Ayaz’ın okulun kapısında olduğunu bilmek içimi rahatlatıyordu. Öte yandan kalabalıktaydım. Katil burada bana ulaşamazdı. Kitabıma odaklanmıştım ki kitabım tekrar ellerimin arasından yukarı doğru kaymıştı. Ah, yine mi başlıyoruz? Şakaklarıma masaj yaparken göz ucuyla Ömer’e baktım. Benimle derdi neydi? “Ömer. Şımarma, ver şu kitabı.”

“Bakalım şimdi ne okuyorsun Aden Hanım?”

“Bu seni ne kadar alakadar eder acaba!?”

Kitabın kapağına bakıp dudak büzdü. “Psikoloji bozacak bir kitaba benziyor. Ölümler var mı içinde? Katil falan?”

Ayağa kalktım oflayarak. “Evet var. Şimdi kitabımı geri ver!” Nefret ettiğimi bile bile yapıyordu.

Dudak büktü. “Bakalım pek sevgili kitap kurdumuz hızlanabilmiş mi?” Alayla gülümseyerek koşmaya başlamıştı ki ikinci adımında birine çarparak geriye doğru düştü. Ömer kalçasının üstüne düşerken çarptığı kişide kalmıştı gözlerim. Rüzgar, kollarını göğsünde bağlamış Ömer’in karşısında duruyordu. “Onu tekrar üzmene izin vereceğimi mi sanıyorsun?” Başını hafifçe iki yana salladı. “Büyük yanılgı.” Ömer öfkeyle ayağa kalkarken Rüzgar çevik bir hareketle Ömer’in elinden kitabımı aldı ve tozunu silip bana uzattı. Göz göze geldiğimizde gri gözlerinin parıldadığına yemin edebilirdim. Göz kırptı. “Sanırım bensiz dolaşmamalısın Küçük kelebek.”

Elinden kitabımı alırken dudaklarımda ufak bir gülümseme hayat buldu. Ömer öfkeyle Rüzgar’ı omuzlarından ittirdi. “Sana mı kaldı lan? Hayırdır!? Sen ne karışıyorsun?”

Rüzgar da onu omuzlarından ittirdi. “Bana kaldı! Var mı lan bir diyeceğin? Ne diye kıza ikide bir karışıyorsun!? Yiyorsa bana bulaş!”

“Yiyiyor lan!” Ömer öfkeyle Rüzgar’a atılırken kitabımı banka bırakıp en yakınımda o olduğu içim Ömer’in kolundan çekiştirdim. Tekrar kavga edip ceza almalarına izin veremezdim. “Ömer! Yapma! Sakinleş!” Ömer üfledi ve beni ittirerek kolunu kurtardı. Sinirden gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Konu, işine karışılmak olunca gözü kimseyi görmüyordu. Belki de eskiden kendi işine bile karışma hakkı olmadığı içindi.

Beni ittirmesini beklemediğim için geriye doğru yere düştüm. Kalçamın üzerine düştüğüm için canımın acımasıyla yüzümü buruşturdum. Rüzgar kaşlarını çatarak bir an bana bakıp Ömer’in çenesine yumruğu geçirdi. Düştüğüm yerden kalkıp bu sefer Rüzgar’ın koluna yapıştım Birinden birini ayırmam gerekiyordu. “Rüzgar, lütfen uzak dur şundan. Gerçekten değmez.” Rüzgar duraksayıp bana döndüğünde çattığı kaşları havalandı. O bana bakarken Ömer patlayan dudağındaki kanı silip aynı yumruğu Rüzgar’a geçirdi. Küçük bir çığlık atarken Rüzgar geriye doğru düşmüştü. Ömer üzerine atılacağında önüne geçip bağırdım. “Vursana bana da! Bir el kaldırmadığın kalmıştı. Onu da yap ki gözümde hiçbir değerin kalmasın!” Ömer duraksarken Rüzgar hızla ayağa kalkıp beni arkasına çekmeye çalıştı. Durup ona döndüm. “Rüzgar lütfen.” Bunu yapmaktan nefret eder gibi derin bir nefes alıp geriye çekildi. Ömer bunu beklemiyor olacak ki duraksadı. “Öyle olsun Küçük kelebek.” Kolundan tutup onu götürürken Ömer ona bağırdı. “Bu kadar mıydı adamlığın Mert efendi? Adın kadar adamlığın olsa yeterdi be.” Rüzgar sinirle yumruklarını sıkıp duraksadığında ellerinden birini tuttum. Benim yüzümden tekrar kavga etmelerini istemiyordum. Ömer umurumda bile değildi, fakat Rüzgar benim yüzümden bir ceza daha yerse çığlık atardım. Evet, en fazla bunu yapabilirdim. “Bırak şunu ya. Boş boş konuşuyor. Sinirlenmene bile değmez.” Rüzgar ile beraber okulun arkasına doğru yürüyüp oradaki banka oturduk.

Derin nefes alıp geriye yaslandı Rüzgar. Dudaklarından ufak bir kıkırtı kaçtığında kaşlarımı çatarak döndüm ona. Sinirli olmasını istemiyordum ama… Niye gülüyordu şimdi? Çocuğun da psikolojisini bozmuştum. Üzgünüm Rüzgar. Bu kadar dayanman bile mucize.

Dönüp gri gözlerini benim kahverengilerimle birleştirdi. Dudaklarında çapkın bir gülümseme vardı. “Dejavu mu dersiniz güzel hanımefendi yoksa biz bu anı yaşadık mı?”

Gülümsedim. “Bu gidişle biraz daha yaşayacağız ve buna farklı bir isim bulmamız gerekecek.” Kahverengimin en derinine bakıyormuş gibi hissediyordum. Orada bir yerde bir şey görmüş ve o şey hoşuna gitmiş gibiydi. “Ben bu anı yüzlerce kez yaşamaya hazırım.” Ne cevap vereceğimi bilmeden öylece ona bakarken o cebine uzandı. “Kulaklığın yanında mı?”

Elimi cebime daldırdığımda kablolu kulaklığım elime gelmişti. Diğerleri evde olmalıydı. Ve yedek kulaklığım da çantamda. Taşınması en kolay kulaklık buydu. “Evet.”

Telefonundan bir şeye bakıyordu. “İngilizcen nasıl?”

Başımı hafifçe sağa-sola salladım. “Anlayabiliyorum ama pek konuşamıyorum.”

Gülümsedi. “Yeterli. Bu şarkı sana ufak bir hediye. Dinlediğimde aklıma sen geldin.”

Elimdeki kulaklığı alıp kendi telefonuna taktı. Tekini kendi kulağına takarken diğerini bana uzattı. Tiksinmemişti. Uzattığı teki alıp kulağıma taktım. O bana bakarken ben okulun duvarına bakıp kelimeleri anlamaya çalışıyordum. Bu şarkıyı biliyordum. Dusk Till Dawn’dı.

“Not tryna be indie. (Bağımsız olmaya çalışmıyorum.)

Not tryna be cool. (Havalı olmaya çalışmıyorum.)

Tell me are you too? (Söyle, sen de mi böylesin?)

Cam you feel where the winds is?(Rüzgar’ın ne tarafa doğru estiğini hissedebiliyor musun?)

Boşta olan kulağıma yaklaşıp fısıldadı. “Rüzgar hep senin tarafına doğru esecek.” Cevap vermemi beklemeden rahat bir şekilde önüne döndüğünde yutkundum. Benin onu sakinleştirmeye getirdiğim yerde o benim heyecanlanmama neden oluyordu.

“Make it up.(Uzaklaşalım.)
Fall in love. (Aşık olalım.)

Try. (Deneyelim.)

Baby I’m right here. (Ben tam buradayım bebeğim.)

But you’ll never be alone. (Ama sen asla yalnız olmayacaksın.)

I’ll be with from dusk till dawn. (Şafaktan gün batımına kadar seninle olacağım.)

I’ll be with from dusk till dawn. (Şafaktan gün batımına kadar seninle olacağım.)

I’ll hold you when things go wrong. (İşler sarpa sardığında seni koruyacağım.)

“Rüzgar.” Diyebildim sadece. Bir şeyler söylemek istiyordum. Kalbim bir kasırgaya tutulmuş gibiydi. Kaçışı yoktu. Hayret, kaçmak da istemiyor gibiydi.

“Efendim Küçük Kelebek?”

“Ben…”

“Aha şimdi ağzınıza sıçtım!” Dudaklarım aralık kalırken Rüzgar burun kemerini sıkıyordu. Ozan yine bir anı çalmıştı ve Rüzgar yakında dilini kesecek gibi duruyordu. Ozan ile Bade yanımıza geldiklerinde kolumdan tutup beni arkasına aldı. Rüzgar bıkkın bir nefes verip ayağa kalkarken Ozan ondan daha heybetli durmak için göğsünü şişiriyordu. “Sana kardeşimden uzak dur demedim mi ırz düşmanı?”

Rüzgar dediklerini duymazdan geldi. “Yine mi sen?”

“Evet yine ben! Hep ben olacağım. Şu kıza.” Diyerek elinin tersiyle beni işaret etti. “Beş metrenin yakınına geldiğin anda dibinizde biteceğim!”

Rüzgar’ın sınırlarının daha fazla zorlanmaması adına Ozan’ın sırtına yumruk attım. “Ozan!”

Yüzündeki cesur ifadeyi silip sanki hiçbir suçu yokmuş, aksine ona iftira atılmış gibi masum bir ifade takınıp bana döndü. “Efendim kardeşim?”

“Rüzgar’ı kışkırtıp durma! Ayrıca sana ne?” Gözlerimi kıstım. “İstersem aramızda bir santim bile olmaz.”

Ozan’ın gözlerinde oluşan korkuya şahit olurken Bade araya girdi. “Ben dedim gitmeyelim diye. Yok kardeşimin kalbini çaldı, yok kızı yedi.” Ozana döndü. “Sanki seni yedi.” Omzuna vurdu. “Seni yese bu kadar dertlenmezsin be!”

“Iyy. Sus lütfen.” Diyerek ufak bir mide bulantısı geçirdi Ozan.

Derin bir nefes verip banktaki kulaklık ve telefonumu alıp hızlı adımlarla yanlarından uzaklaştım. Ozan bu durumdan keyif alsa da canımı sıkmaya başlamıştı. Arkamdan da bağırıyordu. “Aden! Şşt! Kızım! Nereye gidiyorsun? Tamam beni yiyebilir tamam!” Bak hala kendisini yemesinden bahsediyor ya!

Seni mi yesin Aden?

Ben, de yemesin de… Ozan’ı bu ne kadar ilgilendirir?! Hızlı adımlarla uzaklaşırken bağırdım. “Bokunu ye Ozan!”

“Midesiz köpek!” Hızlı adımlarla okula girip sınıfıma çıkmıştım. Ozandan kurtulmaya çalışmıştım fakat beş dakika sonra sınıfa gelmişlerdi. Neyse ki konuşmasına fırsat kalmadan hoca derse girmişti.

Okul çıkışı Ayaz’ın arabasına binerken gözlerim hep dumanlarını aramıştı fakat hiç görememişti. Arka koltukta oturan Bade ve Ozan’dan öğrendiğim kadarıyla Rüzgar’ı yedeklere koymuşlardı. Rüzgar da yedeklerde olmasına rağmen maç boyu oyuna alınmayacağını arkadaşı Poyraz’dan öğrenince sinirlenip oradan ayrılmış. Ozan ise Rüzgar’ın, benim, Ömer’in ve Bade’nin ortalıkta olmadığını görünce kendini yere atmış, rakibine de sarı kartı aldırıp maçtan çıkmış. Arabada Rüzgar’ı neden hiç görmediğimi düşünüyordum. Yalnız kalmaması gerekiyordu. Ya katil onunda peşinde düşerse? Bu tehlikeyi göze alamazdık. Derin bir nefes verirken arabanın içindeki sese kulak verdim. “Evet Anne. Adenlere gidiyorum biliyorsun.” Derin bir nefes verdi. “Zor bir dönemden geçiyor bili-“ Kısa bir süre dinledi. “Tamam bir ara bizde de kalırız. Tamam anne uğrarım bir ara. Hayır kırmızı hırkam Adenlerde. Hayır anne evden taşınmadım. Tamam. Sonra konuşuruz. Görüşürüz.” Göz göze geldiğimizde açıklama yaptı Bade. “Sana selamı var.” Gülümseye çalışarak başımla onu onayladım. Bizde kalmaları her geçen gün sorun olacaktı ama başka bir yerde kalamazdık. Başka bir ev yeni insanlar demek. Yeni insanlar ise katil için daha çok koz anlamına gelir.

Eve gelip üstümü değiştirmek için odama çıkarken Anneannemin odasının önünde durdum. O aramızdan ayrıldığından beri bir kere bile girememiştim odasına. Üstelik yanlışlıkla bile olsa kimse girmesin diye de kilitlemiştim kapısını. O odaya giremezdim. Onun kokusunu soluyamazdım. İnşa etmeye çalıştığım kalemi kendi ellerimle yıkamazdım. Derin bir nefes alıp odama geçtim ve rahat kalpli pijamalarımı geçirdim üstüme. Alt kata indiğimde herkesin bir yere dağılmış olduğunu gördüm. İyi yanı ise Rüzgar gelmişti. Ona nerede olduğunu sormak istedim. Başına bir anormallik gelip gelmediğini öğrenmek istedim. Bunun yerine derin bir nefes verip alt kata indim ve koltuğa oturdum. Telefonumdan gelen melodi ile ekranımda yazan “Babam” ismine baktım. Gözlerim Rüzgar’a kaydı. Burada olduğunu bilmemesi gerekirdi. Yoksa içi asla rahat etmez ve üstüne üstlük bana biraz kızardı. “Bade koş. Babam arıyor.” Gözlerim ona kaydı. “Sakın ses çıkarma.” Bade hızlıca tekli koltuktan kalkıp yanıma oturdu. Görüntülü aramayı açtığımda yüzüme tatlı bir gülümseme kondurdum. “Kızım?”

“Babacım. Nasılsın?”

“İyiyim sen nasılsın?” Oturduğu tekli gri koltukta arkasına yaslandı.

“Bende iyiyim.”

“Bade, kızım sen nasılsın.”

Başını omuzuma koydu. “Ben de iyiyim Ali abiciğim kızınla güzel vakit geçiriyoruz.”

“Birinci dereceden akraba sayılmadığım için polisler bana bir bilgilendirme yapmıyor. Sana bir şey söylediler mi?”

O an durdum ve düşündüm. Polisler uzun zamandır bana da bir bilgilendirme yapmamıştı. Birinin bakışlarını üzerimde hissederken sinyallerin geldiği yöne şu an bakamıyordum. Ozan lavaboda olduğuna göre tek bir ihtimal kalıyordu… “Hayır baba. Bir gelişme olursa ararım.” Çok gelişme oldu Baba. Peşimize bir katil takıldı ve bize istediği zaman notlar yolluyor. Öldürülmemek için sürekli beraberiz. Kısaca girdik bir alamete, göçüyoruz kıyamete. Söz sanırım böyleydi. Değilse bile olması lazım.

Babam boğazını temizleyip suratına bir gülümseme yerleştirdi. “Siz neler yapıyorsunuz bakalım?”

“Okuldan geldik. Yemek yiyip beraber ders yapmayı düşünüyorduk. Malum son senemiz, çok çalışmamız gerek.” Bade kafa dağıtmamız gerektiğini söylediği için telefonu kapattıktan sonra film izleyeceğiz Baba.

“Aferin aferin. Güzel çalışın. Aksatmayın dersle-“

Lavabonun kapısının açılıp kapanmasının hemen ardından bağırma sesi tüm odayı doldurmuştu. “Açtınız mı filmi?” Ozan salonun kapısından, yani arkamızdaki, kameranın da gördüğü kapıdan yarı çıplak bir halde girerken kameradaki şaşkın babamla bakışmaya başlamıştı. Üstüne yapışmış olan tişörtünü şimdi değiştireceği tutmuştu. “A-ali amca?”

Gülümsemesinden eser kalmamıştı. Babamın çatılmış kaşları aslında her şeyi özetliyordu. “Ozan?” Bana baktı. “Aden?”

Bade yutkundu. “Ali abi.”

“Bade.”

Bade Rüzgar’a kocaman açtığı gözleri ile baktı. “Enişte.”

“Ne?”

“Ne?”

“Ne?”

“Ne?” Kafam Bade’ye dönerken o dediği şeyi idrak edip eliyle dudaklarını kapattı. Daha kötüsü olabilir miydi?

Kapı çaldığında Bade bu andan kurtulmak ister gibi koşarak kapıyı açtı. “Ömer?” Daha kötüsü oluyormuş arkadaşlar.

“Ömer mi?” Babamın sorduğu soru boşlukta adeta yankılanmıştı. “O evde kaç erkek var Aden!?”

Ozan’ın da gözüktüğü kamerayı çevirerek sadece kendimin gözükmesini sağladım. “Baba. Şey. Be-“ Kelimemi yarıda kesip kıpırdamadım. Bunu yemek zorundaydı. Ona daha sonra makul bir açıklama yapardım ama şu an aklıma bir şey gelmiyordu.

“Aden? Ne oluyor? Cevap ver. Telefon mu dondu? Dondu sanırım. Kapatıp tekrar mı arasam?” İşe yaramıştı. Babam kapattığı anda telefonu uçak moduna alırsam direk meşgule düşerdi ve ben o sırada birkaç bahane bulabilirdim.

“Gül gibi uyuyan yılanı uyandırdın.

Garanti bildin beni, havalandın.

Adın bensiz buralarda,

Etkisiz eleman, sıfır aldın.

Yavrum, kaldır kollarını

Teslim ol etrafın sarılı,

Sabret, af çıksın sana ben,

Öptürücem bu evin yollarını.”

Odanın neresinde olduğu bilinmediği Ozan’ın telefonu uzun uzun çalmıştı. Babam numara yaptığımı anlamıştı. Çok daha kötüsü de oluyormuş.

“Aden Demir.” Soyadımla seslendiğine göre gerçekten sinirlenmişti. “Bana ne olduğunu açıklayacak mısın yoksa ilk uçakla oraya mı geleyim?” Gelemeyeceğini ikimizde biliyorduk.

“Yok yok! Yani işin bitince şey edersin babacım.”

“Ozan bizim evimizde neden yarı çıplak geziyor? Bade enişte diye kime seslendi? Ömer iti neden evimize geldi?”

Yutkundum ve kurtuluşumun olmadığını kabullendim. Derin bir nefes verip son şansımı denedim. “Sorma baba ya! Ozan’ın ve birkaç komşumuzun evinin suları kesilmiş. Bizimki özel kuyudan geliyor ya, saçları köpüklü bize geldi. Giymek için tişörtünü arıyordu. Film izleyelim diye ısrar ediyordu da olmaz dedim! Babam yokken bize gelmen doğru değil, babam kızıyor dedim!” Ozan onu sattığım için ağzı kocaman açılmış, gözlerini kısarak bana bakıyordu. Gidecekti zaten birazdan. Bade’nin enişte diye bahsettiği de şey ya… Şey… Bizim bir arkadaşımız sevgili yapmışta herhalde dışarıdan geçen birini ona benzetti. Ömer de… Ömer’in neden geldiğini bende bilmiyorum. Ömer neden geldin?”

Ömer’e döndüğümde bu kadar sakin muhatap olabilmem onu şaşırtmışa benziyordu. Onun aksine ben bütün duygularımı en uçta yaşamıyordum. “Şey. Kitabını kantinde unutmuşsun. Kantinci amca bulmuş, içinde adın yazıyordu. Sana vermemi istedi.” Ya da yine bana bulaşmaya çalıştığın için tartışmış ve kitabımı bankta unutmuştum.

“Tamam, teşekkürler.” Babamın da görmesine özen göstererek kitabı Ömer’den aldım. “Başka bir sorun var mı babacığım.” Alınmış gibi yaptım. “Bu arada sana çok kırıldım. Sözünden çıkacağımı gerçekten düşündün mü? Bana bu kadar mı güveniyorsun?”

Adamcağıza aniden bu kadar yalan yüklenince eror vermişti. “Yok kızım. Güveniyorum tabi sana. Bir an Ozan’ı öyle görünce bir sinirlendim. Neyse, size iyi dersler. O Ozan da çabuk gitsin. Ayrıca sevgili yapan arkadaşınla o kadar da görüşmemeni tavsiye ederim. Görüşürüz.”

Ozan kameraya kafasını soktu. “Aşk olsun Ali amca! Yabancıyım sanki ne olur kalsam?”

Babam öfkeyle baktı Ozan’a. “Hayır Ozan! Mert bile kalabilir ama sen kalamazsın. Ayrıca kızlarımın yanında yarı çıplak gezme.”

“E o zate-“ Bade eliyle Ozan’ın ağzını kapatıp kadrajdan çıkardı.

Gülümsedim. “Şarjım az babacım kapatıyorum, görüşürüz.”

“Görüşürüz kızım.” Telefonu kapattığımda iliklerime kadar rahatlamıştım. Facianın eşiğinden dönmüştük!

Yanımda beliren Rüzgar’a ardından da onun gözlerini takip ederek Ömer’e baktım. “Gerçekten niye geldin?”

Omuzunu kapıya yaslayıp yarım yamalak bir gülümseme sundu. “Babana ne kolay yalan söylüyorsun öyle.”

“Sadede gel.” Diyerek ofladım. Onunla ne kadar az muhatap olursam o kadar çabuk sinir hücrelerim çoğalmayı bırakırdı.

Yaslanmayı bıraktı ve yüzü ciddi bir ifadeye büründü. “Her şeyi biliyorum.”

Kaşlarım çatıldı. “Her şeyden kastın ne?”

“Katili, notlarını, onu sakladığınız gerçeğini.” Etrafa bakınıp kolundan onu evin içine çektim. Rüzgar sertçe kapıyı arkasından kapatırken herkes gerginlikten kaskatı kesilmişti.

“Nasıl?” Diyebildim sadece. Ömer elini cebine atıp telefonunu çıkarttı. Ekranı bize çevirdiğinde Bade elinden alıp sesli okumaya başladı.

 

“Bir varmış, bir yokmuş. Savaşçı ve iki kraliçe varmış.

Bir varmış, bir yokmuş. Yaralı savaşçı yalnız kalmış.

Masalların kuralları, hayatların sonları.

Kanlı kurallar, ölümden kaçanlar.

Ya da kaçabileceğini sananlar.

Tutsağın ellerimin arasında.

Prensesin hayali.

Nerede ruhundaki kanatları?

Kana mı bulaşmış her biri?

Tahanatos’a gerek kalmadı.

Ölümü kanatlar üstlendi.

Kara şövalye taşıyabilecek mi?

Yalnızlığın acısını?”

 

Korkuyla baktım Ömer’e. Katil ona neden bulaşmıştı? Ondan ne istiyordu? Bade’nin elinden telefonu alıp mesajı gönderdiği numarayı aradım. “Boşuna uğraşma. Denedim.”

Karşıdan bir ses duymayı bekledim. “Böyle bir numara kullanılmamaktadır.” Öfkeyle aramayı sonlandırıp tekrar okudum mesajı. Telefonumu çıkartıp mesajın fotoğrafını çektim. Mesaj açıktı. Fakat detaya inmek için sakin kafayla çözmem gerekiyordu. Lazım olabilirdi. “Şimdi ne olacak?” diye sordu Ozan sakin kalmaya çalışan ses tonuyla. Hepsi benden bir cevap bekliyor, dudaklarımdan çıkacak kelimeler ile harekete geçeceklerdi. Gözlerim onu buldu. Kahverengilerini. Ömer… Şu an aramız iyi olmayabilirdi fakat o bir zamanlar benin abimdi. Sığındım en güvenli limanımdı. Onu bırakmak, ölüme terk etmek demek olurdu. Katilin kollarına atmak… Buna ne kalbim, ne beynim, ne de vicdanım izin verebilirdi.

“Burada kalacaksın.”

“Ne?”

“Ne?”

“Ne?!”

“Ne?”

Ömer şaşkınlıkla suratını buruştururken hepsi aynı an da konuşmuştu. “Bir dakika.” Diyerek durakladı Rüzgar. “Ölümü düşleyen prenses derken… Bunun Aden olduğunu da nereden çıkardın?”

“Onunla ilgili hiçbir şey bilmiyorsun değil mi?” Alayla güldü. “İkiyi geçtim. Bir kere bile de mi söylemedi intihara kalkıştığını?”

Rüzgar’ın gözleri kocaman büyüdü. “Ne?” İşte bundan korkuyordum. “Saçmalama. Aden yapmaz öyle şey.”

Güldü. Bu seferki içtendi. “Gerçekten onu tanımıyorsun.” Bize döndü. “Kendine Thanatos diyen aptal katile söyleyelim bu çocuğu sizden saymasına gerek yok. Seni tanımıyor bile.” Aklına gelen şey kaşlarına çatmasına neden oldu. “Neden tanımadığın bir kız için tehlikeye giriyorsun? Senin buradaki kazancın ne?”

Rüzgar Ömer’in üstüne yürüdü. “Sen bana ne demeye çalışıyorsun?”

Ömer kollarını önünde bağladı. “Bence çok iyi anladın.”

Aralarına girdim. “Kesin şunu.” İkisine de öfkeyle baktım. “Bunun ne yeri, ne de zamanı.” Ömer’e baktım. “Burada kalıyorsun. Konu kapanmıştır.” Yanlarından ayrılıp merdivenler, çıkarken Ömer’in gülümsediğini ses tonundan bile anlayabiliyordum. “E çok ısrar ettin. Kalayım bari.”

Odama çıkıp katilin verdiği bütün notları karşılaştırmaya çalışıyor fakat hiçbir sonuca ulaşamıyordum. Beynim durmuş gibiydi. Verdiği ilk nota baktım. “Kimsin sen? Benden ne istiyorsun?”

Telefonumdan aniden gelen ses ürkmeme neden olsa da kendimi hızlıca toparladım. Notları tekrar kutusuna kapatıp telefonumu elime aldım. Teyzem bu saatte beni arıyordu?

“Efendim?”

“Adenciğim. Nasılsın Tatlım?”

“İyiyim teyze. Sen?”

“Ben de iyiyim. Ne yapalım moda haftaları, defileler koşturuyoruz.”

“Ne güzel.”

“Ben bir şey soracaktım.” Duraksadı.

“Buyur?”

“Annemden… Bir haber var mı?”

Sanki görecekmiş gibi başımı iki yana salladım. “Maalesef. Hiçbir gelişme yok. Olursa haber veririm merak etme.”

“Tamam canım. Sağ ol.”

“O zaman iy-“

“Bu arada kızım yanına gelmek istiyor.” Teyzemin kızı… Vücudumun titrediğini, üşüdüğümü hissettim.

“İyi geceler teyze.” Cevap vermesine fırsat bırakmadan telefonu suratına kapattım.

Üşümemi bastırmak için kalkıp yorganıma sarıldım. Neden gelmek istiyordu? Mahvedebileceği ne kalmıştı? Beynim katilin ihtimallerini düşünürken baş ağrım çekilmez bir halde gelmişti. Soru işaretlerin tek yaptığı şey artmaktı. Bana yardımcı olsalar canları çıkardı herhalde. Gecenin sonunda uyuya kalmayı becerebilmiştim en azından.

 

Nefes nefese yataktan sıçrayarak kalktım. Ter içinde kalmıştım. Anlımı elime yasladım. Yine kâbus görmüştüm. Fakat bu çok gerçekçiydi. Kimi kandırıyordum ki? Her gece aynısını söylüyordum. Her gece katilin Anneannemi öldürdüğünü, ona ulaşmaya çalıştığımı görüyordum. O ölüyordu ve bütün ışıklar sönüyordu. Ardından katilin aynı kanlı bıçakla beni öldürdüğünü hissediyordum. Canım gerçekten acıyordu. Gerçekten öldürüldüğümü hissediyordum. Tüylerim diken diken olurken yataktan kalkıp odamdaki ufak lavaboda elimi yüzümü yıkadım. Uykum tamamen kaçmıştı. Dahası uyumak istemiyordum. Bir kere daha aynı rüyayı görürsem aklımı çıldıracaktım.

Pikemi omuzlarımın üstüne atıp odamdan çıktım. Bade bilerek açık bırakmış olmalıydı. Karanlık onu ne kadar sevse de, Ömer karanlığı sevmezdi. Sessizce alt kata inip dış kapıyı açtım. Terastaki koltuklara oturmak yerine birkaç tane olan dış basamaklara oturdum. Soğuk havayı içime çekerken başımı gökyüzüne kaldırdım. Sakinleşmeme yardımcı oluyorlardı. Yıldızlar… Uzaktan ne kadar da güzel gözüküyorlardı. Fakat biraz yaklaşırsanız yandığını görürdünüz. O yangındı onu güzelleştiren. Yanmasa, sönse kimse göremeyecekti onu. Ama o yanmayı, parlamayı seçmişti. Bir bakıma bize de umut ettirmişti. Yıldızlara bakıp dilekler dilerdik. O yıldız söndüğünde başka bir yıldız aramaya koyulurduk. Yokluğunu fark etmezdik bile… Hayat gerçekten çok acımasızdı.

 

Duyduğum kıpırdama sesi ile hızla arkamı döndüm. Katil bu saatte uyanık olamazdı herhalde? Ya da bir çığlığım ile tüm ev halkını yanıma toplayabilecek kadar yakınken bu riske girmezdi herhalde… Girer miydi?

Dağılmış dalgalı saçları, uykulu bakan kahverengi gözleri ile Ömer sarıldığı pikesi ile gelip yanıma oturdu. Gündüz dönüştüğü alaycı kişiliğinden eser yoktu. O her zaman böyle değil miydi Aden?

Bir süre sessizce beraber oturmuştuk ardından ilk konuşan o olmuştu. “Özür dilerim.”

Yüzüne bakmadım. “Ne için?” Hangisi için?

“Bu gün kitabını aldığım için. Değer verdiğin kitabını yanlışlıkla da olsa suya düşürdüğüm için. Ve de…” Derin bir nefes verdi. Pişmanlığını ses tonundan bile anlayabiliyordum. “Kavga esnasında bilinçsizce seni ittiğim için.” Burnundan gülmeye benzer bir ses çıktı. “Ah, birde bana tekme attığında seni yakalamaya çalıştığım için.” Dudak büzüp omuz silkti. “Yakalasam bile zarar veremezdim ya. O da ayrı bir konu.” Boğazını temizledi. “Hepsi için. Biliyorum hiç birini geçirmez ama pişman olduğumu bil istedim. Özür dilerim.”

“Bunları neden şimdi söylüyorsun?”

“Çünkü yoruldum.”

“Neyden?”

Derin bir nefes verdi. “Kötü kral olmaktan. Sizsizlikten.” Dirseklerini bacaklarına dayayıp ellerini önünde birleştirdi. “Yatmadan önce çok düşündüm. Eskiden beraber çok kalırdık. Şimdi ise benden nefret eden bir grup insanla aynı evde kalıyorum.” Başını gökyüzüne kaldırdı. Ağlamamak için de hep başını gökyüzüne kaldırırdı. Boğazındaki yumruyu yumuşatırdı.

Sessiz kalmaktan başka bir şey gelmedi o an elimden. Ne diyebilirdim ki? Beynimin dediklerini hiçe sayıp, kalbimi dinleyerek geçmişte yaptıklarını tekte silip onu nasıl affedebilirdim? Yüzünü bana çevirdiğinde bende dönüp ona baktım. Dolmuş gözleri ve dudağındaki buruk gülümseme bana küçüklüğümüzü anımsattı. Herkesten üzüntüsünü gizleyen Ömer benim yanımda ağlardı. “Ben de bir gün iyi olur muyum Aden?”

Hala hatırlıyordu.

Yıllar önce, Ömer ile birbirimizi abi kardeş olarak gördüğümüz günlerde okuduğum her kitabı ona anlatırdım. Ömer benden önce o kitabı okumuş olsa da beni can kulağı ile dinlerdi. Sahnelere yaptığım yorumlar hoşuna giderdi. O zamanlar birkaç kitabımda üst üste kötü karakterlerin adı Ömer’di. Bununla uzun bir süre dalga geçmiştim. Yanından geçerken omuzuna vuruyor, “Müjde Ömer! Yine kötü karaktersin.” Diyordum. Şu an düşününce saçma geliyordu fakat küçükken Ömer ile uğraşma fırsatı yakaladığım her an onunla uğraşırdım.

“Belki bir gün.” Dudaklarımda ufak bir gülümseme hayat buldu. “Belki bir kitapta. Sen de iyi olursun.”

Gülümsemeye çalıştı. “Çıkar mıyım bir gün kötü olmaktan? Senin o karakterleri sevdiğin gibi severler mi beni de?”

Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım. “Belki de çoktan çıkmışsındır. Belki de artık seni seven birileri vardır.”

Sessizce oturmaya devam ederken ona eskiden bir hata olduğunu söylediğimi anımsadım. Beynim böyle olmasını istiyordu. Böyle olması gerektiğini haykırıyordu. Fakat kalbim biliyordu. Kabullenmek istemesem de ben de biliyordum. Onun her şey olabileceğini, fakat hata olamayacağını çok iyi biliyordum.

“Sana kızgınım.” Dediğinde güldüm.

“Ben de sana.”

“Çokta kırgınım.”

Başımla onu onayladım. “Ben de sana.”

“Ve peşinde bir katil var.”

“Peşimizde.”

“Ölebilir miyiz?”

Başımla onu onayladım. “Şu an bile.” Ayaklarımın ucuna düşen bir damlaya baktım. Ardından diğer yanıma. Damlalar çoğalırken üstümüz kapalı olduğu için bize yağmur ulaşamıyordu.

“O olayda benim suçumun olmadığını biliyorsun.”

Başımı iki yana salladım. “Bildiğim hiçbir şey yok. Sen bir seçim yaptın ve o seçimini yaşıyorsun.” Dönüp ona baktığımda gözlerinde hala parlayan umudu gördüm. Hayır Aden. Onca yaptığından sonra onu affedemezdik. “Seni affetmek istesem bile bunu hak etmiyorsun.”

Bıkkınlıkla saçlarını karıştırdı. “Umalım ki bunu hak edecek kadar vaktimiz olsun.”

Sessizce izledim yağmuru. Onu özlemiştim. Ona şu an sıkıca sarılıp abimi özlediğimi haykırmak, her şeyi geride bırakabileceğimizi söylemek istiyordum. Ama bırakamazdım. Onu şu an affetmek kendime yapabileceğim en büyük saygısızlık olurdu. Gecelerce akıttığım gözyaşlarına, acıdığını hissettiğim kalbime bu saygısızlığı yapamazdım.

Bir süre sonra Ömer yanımdan kalkıp sessizce uzaklaştı. Sert adımlarından sinirlendiğini anlayabiliyordum. Eskiden böyle biri değildi. Onu bu hale babası getirmişti. Onu canavara çevirmişti.

 

Uzun zaman önce… O gece.

Ömer beni kapıda gördüğü an telaşla içeriye almıştı. Ağlamam durana kadar bana sıkıca sarılmıştı. Gözyaşlarım hıçkırıklara dönüşene kadar saçlarımı okşamış, ben, sakinleştirmeye çalışmıştı. Göz pınarlarım kuruduğunda onun odasına gitmiştik. Acımı yeni hissediyordum, ayaklarımın altı zonkluyordu. Ömer ayağımın altına yastık koyup ilk yardım malzemelerini getirmişti. Ayağımın altına baktığında kahverengi gözlerinin kocaman açıldığını gördüm. Ayağımın altında ufak cam parçaları vardı. Sessizce odadan çıkıp birkaç dakika sonra annesi ile geri döndü. İlayda abla çok güzel, ince, uzun bir kadındı. Doktordu. Aynı Görkem amca gibi. İlayda abla ne kadar hastaneye gitmeyi teklif etse de kabul etmedim. Hastaneye gidersem aileme haber verilirdi. Ve şu an son istediğim şey ailemi görmekti. İlayda abla sonunda pes edip dikkatlice ayağıma pansuman yaptı. Kabul ediyorum. Çok canım acıdı. Ama Ömer elimi tutup aklımı dağıtmaya çalışırken daha az acımıştı sanki. İşini bitirdikten sonra onlarda kalabileceğimi söyleyip odadan sessizce çıkmıştı. Neden bu kadar sessiz olmaya çalıştıklarını anlayamamıştım. Sadece Görkem abi uyumuyor muydu?

Beraber oturup Ömer ile sohbet etmiştik. Acısı geçmiş, hayal kırıklığı kalmıştı. O daha çok acıtıyordu ya, neyse. Bir süre sonra alt kattan kırılmak istercesine kapıya vurma sesleri gelmişti. Art arda zile basılıyor, kapı yumruklanıyordu. Ömer buradan ayrılmamamı söyleyerek koşarak aşağıya inmişti. Onu dinlemedim fakat korkumdan aşağıya da inemedim. Merdivenlerde durup alt katı izlemeye başladım.

Görkem abi sert adımlarla kapıyı açtı. Göreceğimi içten içe bildiğim fakat olmamasını dilediğim adamdı kapıdaki. Babamdı. Gelmişti. Keşke gelmeseydi. Bir tek o an utanmıştım babamdan. Hayatım boyunca sadece o an babam olduğu için dünyadan silinip yok olmak istemiştim. Öfkeyle bağırdı. “Nerede Aden?!”

Görkem amca sakin kalmaya çalışıyordu. “Ne Aden’i Ali? Ne diyorsun sen?”

“Buraya geldiğine eminim. Getir onu Görkem!”

“Gecenin bu saatinde alacaklı gibi kapısına dayanıp kime bağırdığının farkında mısın?! Sınırını aşma Ali!”

Babam cevap verecekken Nuriye sultan nefes nefese yanlarına geldi. Merdivenlerin arasından onları izlerken göz göze geldik. Ne saklandım, ne de başka bir tepki verdim. Sadece gözlerinin içine baktım. “Ben nerede olduğunu biliyorum.”

Babam öfkeyle Anneanneme döndü. “Ne? Nerede?”

Ona bağırması içimdeki nefretin büyümesine sebep oluyordu. Babamdan nefret etmek istemiyordum ama o bunun için çabalıyor gibiydi. Anneannem ona bağırılmasına sinirlenmiş olmalı ki o da bağırıyordu. “Neredeyse nerede! Ne yapacaksın kızı? Sen ona bu gün karışma. Haklıymışsın gibi bir de milletin kapısına dadanıyorsun. Kendine gel artık Ali! Böyle mi sahip çıkıyorsun kızının emanetine? Böyle devam edersen yanında kızın bile kalmayacak. Aden bu gün eve gelmeyecek. Sen de git evine! Yeter insanlara rahatsızlık verdiğin!”

“Ne demek yü-“

“Ali! Kızının iyiliğini düşünüyorsan onu bu gece rahat bırak.” Babam öfkeyle arkasını dönüp giderken Anneannem İlayda Ablaya döndü. “Sizden çok özür dilerim. Zor bir gece geçirdiler. Lütfen kusura bakmayın.”

“Sorun değil. İyi akşamlar.”

Nuriye sultan tekrar bana bakıp göz kırptı ve evden uzaklaştı. Görkem amca Anneannemin baktığı yere dönüp baktığında kaçmama fırsat kalmadan göz göze geldik. Kaşları git gide çatılıyordu. Neden bana böyle bakıyordu? Bir hışımla atlayıp öldürecek gibiydi. İlayda abla telaşla konuştu. “Sen odaya dön Adenciğim. Birazdan geleceğiz biz yanına.” Hızlıca dediğini dinleyip odaya çıktım ve kapıyı arkamdan kapattım. Aşağıdan bağırma sesleri geliyordu fakat anlayamıyordum. Görkem amca mıydı bağıran? Umarım Ömer ağlamıyordur.

Kulaklarım kapalı yatağın köşesinde, yerde ne kadar bekledim bilmiyorum. Birinin elime dokunmasıyla dizlerimi yasladığım kafamı korkuyla kaldırdım. Ömer dudaklarında buruk bir gülümseme ile karşımdaydı. Ağlamaktan kızarmış gözleri, kızarmış elmacık kemiği ve patlamış kaşıyla birlikte. İlayda ablaya o gece ne olmuştu bilmiyordum. Fakat Görkem amca Ömer’i o yaşında, gözyaşına bakmadan dövmüştü.

 

Günümüz.

Duyduğum çıtırtılar ile gözlerimi araladım. Başımı kapıya yaslamış uyuya kalmıştım. Çok zaman geçmemiş olmalı ki hava daha aydınlanmamış, yağmur hala yağıyordu. Dönüp sesi çıkartan kişiye baktım. Gri gözleri ile yanıma geliyordu. Omuzlarında ve elinde pike vardı. Elindeki pikeyi de omuzlarıma bırakıp yanıma oturdu. Sanki her gün gecenin bu saatinde beraber oturuyormuşuz gibi normal davranıyordu.

“Hasta olacaksın.”

“Kolay kolay hasta olmam.”

“Ömer ile aranızda ne var?”

Kaşlarım çatıldı. “Neden sordun?”

Omuz silkti. “Merak ettim.”

“Ömer… Abimdi. Onun gibiydi. Sonra bir şeyler yaşandı ve konuşmayı kestik.”

“İntihar konusu ne?”

Ne kadar da kolay sormuştu. “Eskiden iki defa intihara kalkışmıştım.” Ne kolay cevap vermiştim.

“Ne?” Göz ucu ile baktığımda çatılmış kaşları ile bana baktığını gördüm.

“Bakma öyle. İntiharın asla bir bahanesi olamaz biliyorum. Fakat zor bir dönemden geçiyordum. Neyse ki bizimkiler beni vaktinde bulup hastaneye yetiştirdiler.”

“Peki ya diğer in-“

Başımıza hızlıca ona çevirdim. “Neden buradasın?”

Kaşları çatıldı. “Neden mi?”

Başımı olumlu anlamda salladım. “Evet, beni kurtardın. Evet, Anneannem öldüğünde hastaneyi sen aradın. Ama başka kim olursa olsun katili öğrendiğinde giderdi. Gitsen seni suçlamazdım. Ama sen buradasın. Neden? Neden yanımda kalmayı seçtin Rüzgar?”

Durdu. Düşündü. Parlayan gri gözleri ile bana döndü. “Şarkıda da dediği gibi, Şafaktan gün batımına kadar seninle olacağım.” Derin bir nefes verdi. “Aslına bakarsan bende bunu bazen kendime soruyorum. Neden kendimi bu tehlikeye atıyorum? Ama sonra gözlerine bakıyorum. Sen konuşmuyorsun ama o çok şey anlatıyor. Çünkü Küçük kelebek. Her baktığımda hayran kaldığım kanatlarına bir gün ölümün nefesi değer diye çok korkuyorum.”

“Sen…”

“Evet. Belki biraz erken, belki de aklından dahi geçmeyen bir şey. Ama o kahverengi gözlerine her baktığımda istemeden kalbimin ritminin değiştiğini hissediyorum. Evet, Küçük Kelebek. Seni seviyorum.”

Şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken kalbim kendi hükümdarlığını ilan etmişçesine hızlı atıyordu. Kendime itiraf etmesem de bunu düşündüğüm anlar oluyordu fakat bu kadar çabuk yüzleşeceğimi düşünmemiştim. “Be-ben…” Ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Bana o an umutla bakan Rüzgar’a cevap vermekten kurtaran bir şey oldu.

Evden bir ses yankılanmaya başladı.

“Komşu kızını zapteyle.
Yaylalar yaylalar.
Yaylalar yaylalar.”

Ozan camdan kafasını çıkartıp şarkıya eşlik ederken heyecanla bağırdı.

“Bizim oğlan aşıktır.

Dılo dılo yaylalar.

Bizim oğlan aşıktır.

Dılo dılo yaylalar.”

Bade dış kapıyı açıp elinde ki mendil ile tek başına halay çekmeye başladı. Ozan kafasını geri sokup koşarak Bade’ye katıldı. Şarkı sanki bize inat sürekli aynı şeyi çalıyordu. Bilerek yapmış olamazlardı değil mi? Rüzgar bu konuda asla Ozan ile çalışmazdı. Rüzgar iki eliyle suratını kapatırken pikelerimi sandalyenin üzerine atıp Ozanlara döndüm. “Ne oluyor burada?”

Bade heyecanla bağırdı. “Düğün var düğün. Düğün keşkeğini hazırlayın!”

“Kapat şu müziği Ozan! Bu saatte insanlar uyandıracaksın.” Bu niye bu kadar seviniyor ki bu duruma? Bizi birbirimizden uzak tutmaya çalışmıyor muydu?

“Olmaz kardeşim! Zümrüt gözlüm öyle istedi.”

Bade kahkaha atarken Ozan gülümseyerek ona bakıyordu. “Atma be o senin fikrindi!”

Rüzgar oflayarak ayağa kalktı. “Siz bizi mi dinliyorsunuz?”

“Yes baby!” Diye bağırdı Ozan. Müziği sesi aniden kesilirken içeriden Ömer haylaz bir gülümseme ile çıkıp kapıya dayandı ve bizi izlemeye başladı.

Bade halayı bırakıp kıkırdayarak Ozan’a döndü ve elini uzattı. “Kaybettin iddiayı. Dökül!”

Rüzgar ile aynı an da şaşkınlıkla dudaklarımız aralandı. “Ne iddiası?”

Ozan yalandan oflayarak elini cebine attı. Cüzdanından çıkarttığı 600TL’yi badeye uzatırken Bade paraları çenesine sürtüp cebine attı. “Rüzgar daha seni ilk kurtardığında iddiaya girmiştik. Siz hastanede yatarken… Ben “bunlar birbirini sever kaderleri bir yazılmış” dedim. Ozan “Öyle bir şey olamaz” dedi.” Olduğu yerde zıpladı. “Ve ben kazandım! Kalbinizi yerim sizin, canlarım benim.” Bade cevap vermemizi beklemeden zıplaya zıplaya içeri girerken Bade uzaklaştığı an da Ozan gülümsemesini silip Rüzgar’ın yaklarını kavradı. “Neden lan neden? Nesini sevdin lan? Yabaninin teki, sana iki güzel cümle kurmuşluğu yok, kafası kırık bir ucubeyi niye sevdin Allah’ın cezası?!”

“Ozan!” Diye onu uyarırcasına bağırsam da beni duymazdan geldi.

“Yazıklar olsun size!” Diyerek hızlıca yanımızdan ayrıldı. Ömer de arkasından girip kapıyı kapattığında yine baş başa kalmıştık. Bu kadar erken yalnız kalacağımızı düşünmemiştim. Keşke beni de götürseydin Ozan!

“Biz de içeri girsek iyi olur.” Diyerek Rüzgar’ın gözlerine bakmadan pikeleri alıp kapıdaki anahtarı çevirip hızlıca içeri girdim. Ne yapacaktım? Ne yapmalıydım?

 

Sonraki günün sabahında Rüzgar ile bakışmamıştık bile. Onun baktığını hissediyordum. Benden bir cevap bekliyordu fakat ben bırak konuşmayı, göz göze gelmekten bile çekiniyordum. Tüm gün sınıftan çıkmamış, boş vakitlerimde ise tavsiye almak için aşk kitapları okumayı seçmiştim. Fakat kitaptaki kız aşkını ilan ettikten çok kısa bir sonra çocuk kıza ihanet ediyordu! Yani destekten çok köstek oluyordu. Okul çıkışında Ayaz bizi eve bırakmıştı. Rüzgar’ı çağırması için Bade’den rica etmiştim. Şoför koltuğunda Ayaz, yanında tek koltuğa oturan ben ve Bade. Arkada Ömer, Rüzgar ve Ozan oturuyordu. Kısaca araba her an patlayabilirdi. “Ehliyet kaydını yaptırdın mı?” Yola dikkatle bakan Ayaz dalgın gözüküyordu.

Aklımdan tamamen çıkmıştı. Başımı iki yana salladım. “Unuttum.”

“Birkaç evrakı verirsen ben kayıt yaptırabilirim. Dışarıda birkaç işim var.”

“Sen nereden biliyorsun?”

Çok saçma bir şey söylemişim gibi göz ucu ile baktı bana. “Ali bey söyledi.”

Başımla onu onayladım. “Tamam. Sana whatsapp’dan atarım.”

Kaşlarını dalga geçercesine kaldırdı. “Numaramın sende olduğunu bilmiyordum.”

“Ah, doğru.”

“Neyse ki bende var. Yazarım.”

“Sen de ner-“ Göz ucu ile baktığında duraksadım. “Elbette. Babam.”

Teşekkür edip araban indik. Kapıyı anahtarım ile açtığımda yere süzülerek bir kağıt düştü. Yerdekinin bir kâğıttan daha fazlası, fotoğraf olduğunu gördüm. Ömer ile dün gece otururken çekilmiş bir fotoğrafımdı. Altında, “Bir adım uzağınızda.” Yazıyordu. Selime teyzenin evinin olduğu yerden, sağ taraftan çekilmişti.

Arkasını çevirdiğimde tek başıma orada uyuya kaldığım anın fotoğrafı vardı. “Uyurken başucunuzda.”

Ömer hayretle bana döndü. “Ne yani, biz orada otururken Katil de mi oradaydı?”

Başımı olumlu anlamda sallarken sakinliğimi korumaya çalışıyordum. “Öyle gözüküyor.”

Hepimiz ne diyeceğimizi bilmez, sessizce fotoğrafa bakarken arkamızdan bir ses geldi. “Çocuklar?”

Dönüp seslenen kişiye, Yusuf abiye baktık. Elimdekini hızlıca cebime attım. “Efendim abi?”

Hepimize tek tek baktı. “Siz iyi misiniz?”

“İyiyiz abi.” Gülümsemeye çalıştı Rüzgar. “Sen nasılsın?” Rüzgar’ın bizde kaldığını ailesinden bilen tek kişi oydu. “Ben de iyiyim. Niye kapıda dikiliyorsunuz? Anahtarınız mı yok diyeceğim,” Kapıyı gösterdi. “Açık.”

Hepsi sessiz kalınca bahane üretme işi yine ban kalmıştı. “Bir yere mi gitsek diye düşünüyorduk abi.”

Yusuf abinin yüzünde tatlı bir gülümseme oluştu. “Uzun zamandır sizi boşluyordum, işlerden dolayı. Ben de size katılabilir miyim?”

“Gel tabi abim!” Diyerek Ozan neşeyle elini Yusuf abinin omuzuna attı.

“Belirlediniz mi nereye gideceğinizi?”

Bade başını iki yana salladı. “Yok abi. Sen yönlendir bizi.”

Yusuf abi gülümsedi. “Olur. Binin bakalım arabaya. Sürpriz olsun.”

Yusuf abi evlerinin garajındaki arabayı bizim evin önüne getirdiğinde Bade yapabileceği bütün çirkeflikleri yapıp ön koltuğu kaptı. Ömer cam köşesinde, Ozan ortaya, Rüzgar diğer cam kenarına otururken ben Ozan’ın kucağına, dizlerine oturmuştum. Diken üstünde oturuyordum. Ozan her an ne kadar ağır olduğum ile ilgili söylenebilirdi. Telefonumdan gelen bildirim sesi ile telefonumu hırkamın cebinden çıkarttım. Bade atmıştı.

“Keşke Rüzgar’ın kucağına otursaydın :D”

Burnumdan gülmeye benzer bir ses çıkarken telefonu kapattım. Cevap vereceğim diye Rüzgar’a yakalanamazdım. Kısa bir süre sonra dönercinin önünde durduğumuzda arabadan indik. Uzun zamandır döner yememiştim ve özlemiştim. Hızlıca siparişlerimizi verip en geniş masalardan birine oturduk.

“Sen bu holding işini ne yaptın Aden?” Etrafı incelemeye bırakıp Yusuf abiye döndüm.

“Şu an holding ile babam ve Serdar Bey ilgileniyor. Ben üniversite okuyacağım için uzun bir süre olmayacağım.”

Yusuf abi şaşırmışa benziyordu. “Üniversite mi? Koskoca üniversite hazırda bekliyor. Ona odaklanıp o yönde kendini geliştirmek yerine neden tekrar üniversite okumak istiyorsun ki?”

“Holdingin başına geçip batırmak istemiyorum.”

Bilmiş bir tavırla elini omuzuma koydu. “Emin ol onu sen bile batıramazsın.” Elini çekip geriye doğru yaslanırken göğsünü gererek konuştu. “Ben de bu gün terfi aldım. Holding Serdar beyden sonra bana emanet artık.” Bana bakıp göz kırptı. “Serdar’ın paraları çatır çutur yememesi için onu yakın takibe aldım.”

“Hayırlı olsun abim.” Dedim gülümseyerek.

“Teşekkürler kardeşim. Yeni amacım holdingi senin bile batıramayacağın bir hale getirmek.”

Siparişimiz önlerimize geldiğinde havadan sudan sohbet ederek dönerlerimizi yedik. Gece gece bu kadar yememeliyim fakat sohbet esnasında nasıl yediğimi fark edemedim. Çeyrek dönerin tamamını yemiştim. Bunun acısı sonraki günlerde fena çıkacaktı. Sohbet esnasında Rüzgar ile hiç konuşmamıştık. Sadece arada ona bakarken yakalanıyordum. Ödemek için ne kadar ısrar etsek de Yusuf abi onun misafiri olduğumuzu söyleyip ödemeyi yapmıştı.

Hiç birimiz eve gitmek istemediğimiz için tam karşımızdaki lunaparka gitmeye karar verdik. Jetonlarımızı alıp hız treninin önüne geldik. İlk defa saçlarının bozulmasını dert etmemişti. Ozan’ın makine çalışmaya başladığı andan itibaren ettiği marjinal küfürleri, Bade’nin çığlıkları, Ömer’in kıkırdamaları ve Rüzgar’ın kemerine sıkıca sarılması ile çok eğlenceli geçmişti. Saçlarına Bade’den daha çok dikkat eden Yusuf abi o kadar ısrarımıza rağmen binmemişti. Hız treninden indiğimde bir ara Rüzgar ile bir bimize bakarak çığlık attığımızı anımsıyordum. Gördüklerimin gerçekten en hızlısıydı.

Ardından hepimiz çarpışan arabalara bindik. Sanki oyuncağı kapatmış gibi, bizim dışımızda sadece bir iki insan vardı. Arabaya bindiğimde bir anlığına her şeyi unutup hızla Rüzgar’a çarpmıştım. Rüzgar hayretle bana bakıp gülmüştü. “Yavaş gel Küçük kelebek. Ezerler burada seni.” Arabasının tam benim yanıma karşı karşıya gelecek şekilde bakıp yüzüme yaklaştı. “Kurda kuşa yem olmanı istemem.”

Tek kaşımı kaldırıp arabamı geri çektim ve bağırdım. “Dikkat et de ben o kurdu kuşu yemiyim!” Rüzgar’a hızlıca vurduğumda kaçmaya vakti olmamıştı.

“Bak sen!” Diye bağıran Rüzgar beni kovalarken hızla ondan kaçmaya çalışıyordum. Rüzgar neredeyse bana çarpacak mesafeye gelmişken Ozan Rüzgar’ın arabasına çarptı. “Uzak dur kardeşimden ırz düşmanı!”

Yusuf abi Ozan’a çarptığında Ozan bunu beklemediğini belli edercesine ufak bir çığlık attı.

“Sen kimin kardeşime nasıl ırz düşmanı dersin bre gafil?!” Bade’nin peşinden giderken süre bittiği için ona çarpacakken makine durdu. “Hayır ya!” Sertçe direksiyon vurduğumda Rüzgar elini bana uzattı. “Sakin ol şampiyon.” Elini tutup arabadan uzaklaştığımızda hala el ele olduğumuzu fark ettiğimde elim terlemeye başlamıştı. Elimi çekip telefonumu aldığımda Rüzgar’ın gözleri bıraktığım eline kaymıştı fakat görmemezlikten gelmeyi tercih etmek zorundaydım. Terli terli elini tutamazdım!

Başka bir oyuncağa yöneleceğimiz sırada aniden patlayan silah sesi herkesin çığlık atmasına neden olmuştu. Rüzgar hızlıca bana sarılırken kendini siper etmeye çalıştığını anlamıştım. Eğer şu an hedef bensem Rüzgar da zarar görecekti. “Rüzgar bırak.”

“Hayır.”

“Rüzgar sana zarar gelebilir bırak!”

“Ya sana gelecek zarar? Kıpırdamadan dur Küçük Kelebek” Kalbim bedenimi parçalayacakmışçasına hızlı atıyordu. “İnsanların hepsi çıkmadan buradan çıkmalıyız!” Diye bağırdı Ömer. Rüzgar hızlıca etrafını kontrol edip beni bileğimden sıkıca tutup Ozan’ın ve Bade’nin arkasından koşturmaya başladı. Hepimiz hızlıca çıkışa ilerlerken Yusuf abi de bizimle beraber koşuyordu. Yüzüne baktığımda neler olup bittiğini anlamaya çalıştığını görebiliyordum fakat şu an sırası değildi. Hızlıca arabaya bindiğimizde Yusuf abi iki arabaya çarpmaktan son an da kurtulmuştu. Nefes nefese arabada sakinleşmeye çalışırken Yusuf abiye ne diyeceğimizi konuşmak için kucağına oturduğum Ozan’a sormak için arkamı döndüm. Gri gözler ile bakışmaya başladığımda arabaya binerken kimin kucağına oturduğuma dikkat etmediğimi fark ettim. Ömer öne oturmuştu. Rüzgar cam köşesindeydi. Ozan diğer cam köşesindeydi ve şu an Bade’yi sakinleştirmeye çalışıyordu. Diken üstünde otururcasına hızla önüme döndüm. Rüzgar’ın kucağına oturmuştum! Rüzgar arkadan yaklaşıp kulağıma doğru fısıldadığında kalbim yerinden çıkıp Rüzgar’a bu kadar hızlı attırdığı için iki tokat çarpacak gibiydi. “Polisler orada olduğumuzu öğrenirlerse başımı ağrıtabilirler.”

Önümde duran ellerimden birine elinin tersiyle dokundu. “Sen iyi misin? Buz gibisin.”

Başımı olumlu anlamda salladım. “İyiyim.” Ellerimi daha çok kendime bastırdığımda Rüzgar kendini geri çekti. Daha fazla hiç birimiz konuşmamıştık. Yusuf abiye bir şeyleri artık anlatmamız gerektiğinin farkındaydım. O da tehlikede olabilirdi.

Arabadan inip eve girdiğimizde herkes sessizliğini koruyordu. Ozan bile.

“Bu gece sizinle kalsam bir sorun olur mu? Aklım sizde kalacak. Dibimizde bir mermi patladı, hemen atlatabileceğiniz bir şey değil.”

Gülümsemeye çalıştım. “Tabi abi kalabilirsin, ne demek sormana gerek yok.” Bade ile göz göze geldiğimde beni anlayıp boğazını temizledi.

“Ben nevresimleri getireyim.” Kimse konuşmadan erken saatte yataklarımıza dağılmıştık. Konuşacak halim yoktu. Teoriler üretip kendimi daha fazla korkutmak istemiyordum. Yatağıma girdiğimde uyumam çok uzun sürmemişti.

 

 

 

•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•

 

Tik. Tak. Tik. Tak. Bu ses de ne? Tik. Tak. Tik. Tak. Sersemlemiş bir halde kalktım yatağımdan. Etrafa bakınmaya başladım. Tik. Tak. Tik. Tak. Nereden geliyor? Masamın üzerindeki sarı ışık dikkatimi çekti. Benim olmayan bir el feneri yanıyordu masamın üzerinde. Yanındaki mektubu elime aldığımda içindeki ağırlık kaşlarımı çatmama neden oldu. Zarfı açıp içindeki ağırlığı çıkarttım. Mermiyi. Masaya bıraktım ve siyah kağıdı açıp okumaya başladım.

 

“Kurtulmak yok seçeneklerinde.

Yaşamak mı? Hah, hayalin sadece:)

Polis mi çağıracaksın? Ya sonra?

Bak etrafındaki dostlarına.

Son kez belki de.

Yeşil elma her biride.

Sayı gittikçe artıyor. Ölenler, dökülenler.

Onlar kaçamadı. Sen de kaçamazsın.

Ensende geçmişin izleri,

Silemezsin, kazıyamazsın.

Farkındasın, kurtulamayacaksın,

Kapına geldiğimde aynı kaderle.

Çığlıklardan önce dinle sesleri.

Tik tak, tik tak.

O da ne?

Yoksa geldi mi?

Kıyametinin feryatları.”

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 11.01.2025 20:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...