18. Bölüm

18. BÖLÜM: Ölüme Açılan Telefonlar.

Meryem Rana Yavuz
mranayavuz

18. Bölüm: Ölüme Açılan Telefonlar.

Çünkü hastalıklı olan tüm duyguların sonu felaketten ibaretti.

 

 

Tik. Tak. Tik. Tak. Zaman ilerliyor. Tik. Tak. Tik. Tak. Ne yapmalıyım? Tik. Tak. Tik. Tak. Dudaklarımı araladım ve ilk defa bu kadar yüksek sesle bağırdım. “Rüzgar!” Odamdan koşarak çıkıp hepsinin tek tek kapısını açtım. “Ça-çabuk çıkın evden!” Hepsi korkuyla bana bakarken kimse nedenini sorgulamadı. Bacaklarım titriyor, nabzım kulaklarımda atıyordu fakat şimdi duramazdım. Merdivenlerden aşağı inerken kapıyı açıp hızlıca hepsinin çıkmasını izledim. Arkalarından çıktığımda karşı kaldırımı işaret ettim. “Oraya.” Bahçemiz büyük olsa da ev patlarsa zarar Soruyu soran Ozan’dı. Gözaltları hepsininki gibi şişmiş, saçları dağılmıştı. “Katil eve bo-bomba yerleştirmiş. Notta yazıyordu ve evden sesi geliyordu.”

Yusuf abi kaşlarını çattı. “Ne?”

Rüzgar iki elini omuzuma koydu. “Tamam sakinleş. Hepimiz buradayız. İyiyiz.”

Eve baktım göz ucuyla. Gözlerim yanıyordu. “O ev de Anneannemin eşyaları vardı… Ben odasına bile giremiyorken…” Sesim titrerken yutkunarak sustum. Rüzgar sıkıca sarılırken saçlarımı okşuyordu. “Şşt. Sakin ol. Düşünme şimdi bunları. Öncelik sağlığımız.” Başım kalbine yaslıydı ve kalbi yerinden çıkacakmışçasına atıyordu.

Başımla onu onayladım.

Yusuf abi korkuyla bize bakıyordu. Mavi gözleri kocaman açılmıştı. “Ne katili? Ne bombası? Siz ne dediğinizin farkında mısınız!?”

Ömer Yusuf abiye döndü. “Abi biliyorum beni pek tanımıyorsun ama bunu sonra konuşalım olur mu? Hepsini sana anlatacaklardır.”

Rüzgar’dan ayrılıp elimde buruşturduğum kağıdı gösterdim. Rüzgar sakince elimden alıp sesli okudu.

Ozan ağzına gelen birkaç küfrü savururken Yusuf abi dehşete düşmüş gibiydi. “Ne okuyorsun oğlum sen? Kim yazdı bunu? Neden hiç birinden haberim yok Aden!? Sen bana emanet değil misin?”

Yutkundum. “Abi biliyorum söylemem gerekirdi. Anlatacağım ama biraz bekle lütfen.”

Aniden duyduğumuz vızıldama sesini takip ederek başımızı yukarı kaldırdık. Ufaktı ama ışıklarından drone olduğunu anlayabilmiştik. Üstümüzden geçerken bıraktığı beyaz şeyi Ömer havada yakalamıştı. Yine bir zarf vardı. Zarfın üstündeki gülücük sinirimi bozmaya yeterken Ömer zarfı açıp içindeki normal bir taşı ve siyah kağıdı çıkarttı. Taş sanırım uçmaması içindi. Yine de alıp cebime koydum. Ömer zarfı sesli okumaya başladığında nefesimi tuttuğumu fark etmemiştim bile.

Lunaparktaki o silahı... Katil mi sıkmıştı yani?

 

Kalbim hızlı atmayı geçmişti. Artık başım dönüyor, sesleri tam duyamıyordum. Geriye doğru bir adım attığımda sendeledim fakat Rüzgar’ın belimdeki eli benim ayakta kalmamı sağladı. Hızlıca sol bileğimi tuttu. “İyi misin?”

Tüm bedenim titriyordu. Kalbim; Bu kadarını kaldıramıyordu. Bu acımasızlıktı. Bu bana, bize yapılan bir acımasızlıktı. Ne olurdu bizde sessiz sakin yaşasaydık? Ne olurdu sadece acımı yaşasaydım? Benim acımı yaşamama bile adam akıllı fırsat verilmemişti. Katil vardı. Biz onun peşine düşmeliydik. Ama o bizim peşimizdeydi. Sahi, neden biz bir şey yapmıyorduk? Neden katile karşı gelmek yerine kaçmayı seçiyorduk? Çünkü kaybedecek çok şeyimiz vardı. Onu tanımıyorduk. Katili. Hakkında hiç bir şey bilmiyorduk. Aklıma gelen şey ile duraksadım. Zehirlenme notunu aldığım gün... Elma şekeri yediğim gün... Küçük çocuk bir kadın olduğunu söylemişti. Olabilir miydi? Katil kadın mıydı? Notta saçma sapan bir takıntıdan bahsediyordu. Katil kadınların bile ilgisini çekiyor olamazdım herhalde. Baş ağrım şakalarımda şiddetle yerini alırken konuşan Rüzgar olmuştu.

“Burada konuşmayalım. Bak kızlar iyi değil. Bir eve girelim.”

Yusuf abinin gözlerine korku daha belirgin ilişti. “Ya bomba varsa?”

Emin gibi başımı iki yana salladım. “Yok.”

Çatık kaşları ile bana döndü. “Nereden biliyorsun?”

“Çünkü o öyle yapmıyor. Zarar vermeden önce, ya da sonra, eğer ölecek bile olsam, bir saniye öncesinden haber veriyor. Neden bilmiyorum fakat böyle yapıyor.” Elimdeki kâğıdı gösterdim. “Burada yaşam izninden bahsediyor. Bize bir şey yapmayacaktır.”

Yusuf abi bana kuşku dolu bakışlar atsa da cevap vermek yerini başını olumlu anlam da sallayıp yürümeyi seçti. Rüzgar’ın desteği ile yürürken diğerleri de arkamızdan geliyordu. Eve girene kadar kimse bir biri ile konuşmamıştı. Kapıyı açık bıraktığımız için yavaş adımlarla eve geri girdik. İlk olarak Ömer koşar adımlarla odama çıktı. Dakikalar sonra, biz koltuklara oturduğumuz da yanımıza geri geldi.

“Vazgeçtim…

Sana kıymak sıkıcı olurdu, prenses.

Ama oynamak seninle, nefes keser.

Herkes bilmez.

Ağlayışların, haykırışların.

Kulaklarımda ezgi, ruhumda sonsuz yankı.

Gözyaşların, kuruyan çiçeğimin hayat suyu,

Her çığlığın, şölenimin sebebi.

Kimselere gösteremediğin masken düşünce yere,

Yükselir içimdeki kahkahalar gökyüzüne.

 

Şanslısın prenses. Hem de çok.

Kum saati bir kez daha çevrildi, süren uzatıldı.

Lunaparkta sekmişti mermi, seni es geçti.

Söyleyemedin lakin, fark etmiştin.

Bir dahakine,

Taşıyıcılarımı her okuduğunda hızlanan kalbine.

O kurşun gelir, hatırasını bırakır.

Dönerken yalnız olmaz.

Bilirsin.”

 

Bade anlamayarak sordu. “Yani yine bizimle oyun mu oynamış?”

Ömer başını olumlu anlamsa salladı. “Sanırım.”

Yusuf abi çatık kaşları ile Bade’ye döndü. “Yine mi?”

Ozan önden öfkeyle ilerleyerek açık kapıdan içeri temkinli adımlarla girdi. Arkasından girerken hepimiz bombanın sesini duymayı bekliyorduk. Ozan bana döndü. “Sesi nerede duydun?”

“Odamda.” Hep bitlikte üst kata yönelip odamın açık kapısında durduğumuzda kimseden ses çıkmıyordu. Bombanın sesi kesilmişti.

“Bomba varsa şu an nerede? Bomba yoksa sesi nereden geldi?” Diyerek hiç birimizin yanıtlayamayacağı soruyu yöneltti Rüzgar.

Başımı iki yana salladım. “Bilmiyorum. Odama girmiş olsaydı uyanırdım.”

Yusuf abi sesini yükseltti. “Biri artık bana ne olduğunu anlatabilir mi? Yoksa kafayı mı yiyeyim?”

“Gel oturalım abi, anlatacağım.” Rüzgar abisini aşağı götürürken Bade ve Ozan ile birbirimize baktık. Kaçamazdık. Bu kadar çok şey görmüşken ona yalan söylememizin bir anlamı yoktu.

Koltuğa oturduğumuzda ne diyeceğimi düşünüyordum. Nasıl açıklayabilirdim ki? Derin bir nefes alıp Anneannemin ölümünden sonra olan her şeyi teker teker anlattım. Gözyaşlarımı tutamadığım için Bade’nin, Ozan’ın devam ettiği anlar da oldu. Yusuf abiyi sakinleştirmeye çalıştığımız anlarda. Anlatacaklarımız bittiğinde Yusuf abi dudakları aralanmış bir şekilde bize bakıyordu. Beyni bunu algılamak istemiyor gibiydi. Haklıydı. Biri bana böyle bir şey anlatsa kafayı yediğini söylerdim.

“Abi iyi misin?” Diye sordu Ozan. Yusuf abi irkilirken bir şey dememize fırsat bırakmadan ayağa kalkıp kapıya doğru sert adımlarla ilerledi. Rüzgar koşup onu kolundan tuttuğunda Yusuf duydukları yüzünden bembeyaz kesilen suratının sinirden kızardığına şahit oldum. Koşup bende diğer kolundan tuttuğumda anlamıyormuşçasına baktı bana. “Abi bir dur.”

“Ne dur Aden? Ne dur? Sen neyden bahsettiğinin farkında mısın?” Kollarını bizden kurtarıp diğerlerine baktı. “Ne kadar büyük bir tehlikede olduğunuzun farkında mısınız? Ölmek mi istiyorsunuz?”

“Abi haklısın. Biz defalarca polise gitmeyi düşündük ama bizi tehdit etti. Sırf katilin kimliğini söyleme ihtimali yüzünden bir kadını öldüren kişi, bu notları yazacak ve korkmadan dibimizin dibine kadar gelen kişi bize neler yapmaz? Gidemezdik.”

“Özel korunma talep ederiz. Her an polisler yanınızda olur. Geç kalmanız ayrı, bana söylememeniz ayrı bir hata. Neresinden dönersek kardır.”

Bade ayağa kalktı. “Bize verdiği bütün notları sakladık, Selime teyzenin bütün mesajlarını sildik. Bize defalarca sormalarına rağmen bir şey bilmediğimizi söyledik… Şimdi gitsek bizi en az delil saklamaktan atmazlar mı içeri?”

Yusuf abi öfkeyle karıştırdı saçlarını. “Notlara bir bahane buluruz fakat silinen mesajlar sıkıntı. Bu konulara hâkim avukat bir arkadaşım ile görüşeceğim. Ama eninde sonunda o polise gideceğiz. Hepsine bir çözüm bulduğumda o polise gidilecek? Anlaşıldı mı? O manyağın sizi öldürmesini beklemeyeceğim.” Gözleri beni buldu. “Sen bana emanetsin. Emanetime sahip çıkacağım.”

Zoraki bir gülümseme sunduğumda gelip tekrar koltuğa oturdu. Dizlerine dirseklerini yaslayıp ellerini önünde birleştirdi. “Yanınızda biber gazı ve çakı taşıyacaksınız. Bunun dışında dövüş eğitimi almanız gerek. Silah almak için hiç birinizin yaşı tutmuyor. Ruhsatsız alırsanız olası bir durumda direk hapsi boylarsınız.”

Bunun üstüne kimse bir şey diyememişti. Hepimiz sessizce koltukta uyurken Bade’nin gözlerinin yavaş yavaş kapandığını fark ettim. Kendini tutmaya çalışıyordu. Ayağa kalktım. “Bu gece başka bir şey yapacağını sanmıyorum. Boşuna burada durmayalım. Yatsak iyi olur. Etrafı kontrol edip, kapıları kilitleyelim. Yarın için enerjiye ihtiyacımız var.”

Hepsi başıyla beni onaylayıp ayağa kalktı. Herkes etrafı kontrol ettikten sonra odalarına çekilirken Bade kolumdan tuttu. Yanlarında kendini tutmayı denemişti fakat yeşil gözlerinde korkan küçük bir kız çocuğu görüyordum. Dönüp ona sıkıca sarıldım. “Atlatacağız. Beraber.”

“Sana bir şey olmasından çok korkuyorum.”

Göremese bile gülümsedim. “Ölmek istediğimde evren buna izin vermediyse şimdi ben ölmeme izin vermiyorum. Korkma. Beraber atlatacağız.”

“Beraber.”

Odama girdiğimizde her yeri didik didik aradık. Hiçbir şey bulamadığımızda Bade’nin güvende hissetmesi için benim yatağıma beraber yattık. İki kişilik olduğu için rahatlıkla sığmıştık. Bade yanımda uyurken hayatın ne kadar garip olduğunu düşünüyordum. En güvenli yerin odam olduğunu söylerdim hep. Artık odamda, yatağımda bile güvende değildim.

“Ya tekrar gelirse?” diye düşünmekten alamıyordum kendimi. Evime kadar girebilmiş, kimseyi uyandırmamayı başarmıştı. Sırf zevki için bana dokunmuyordu. Anlaşılan hoşuna gidiyordu. Notta da yazdığı gibi… Ya da taşıyıcı mı demeliydim? Onun tabiri ile? Madem ağlamam, acı çekmem hoşuna gidiyordu. Bu zevki onun elinden alacaktım. Bir şeyler yapmak zorundaydım. Ne yapmam gerektiği hakkında başka en ufak bir fikrim olmasa da bir şeyler yapmak zorunda olduğumu biliyordum. Bilirdim. Bir şey yapmazsam sonumuzun nasıl olacağını mesela çok iyi bilebilirdim.

O an, bu günlerimizin daha iyi günler olduğunu, bu zamanları ileride özleyeceğimi hiç bilmiyordum.

Gözüme yakından uzaktan uğramayan uykuya saydırırken dolabımdan bir pike ve yastık çıkartıp alt kata indim. Televizyonu açıp uykumun gelmesini bekledim. Hiç ilgimi çekmeyen bir dizinin rastgele bir bölümü izlemeye başladım.

Ya tekrar gelip ölmekten beter edecek şeyler yaparsa? Tüylerim diken diken olurken gözlerim merdivenlere kaydı. Karanlık olduğu için kim olduğunu göremiyordum ama orada biri vardı ve bana doğru geliyordu. Bedenim korkuyla titredi. Koltukta geriye doğru gittim. “Ki-kimsin sen?” Merdivenden hızlı adımlarla indi.

“Aden?” Boğuk çıkan sesinden kim olduğunu anlayamamıştım. Korktuğum içinde anlayamamış olabilirdim. Pikemi elimde sıkarken ayağa kalktım. “Yaklaşma.”

Televizyonun ışığı yüzüne vurduğunda rahat bir nefes verdim. “Rüzgar?”

Kaşlarını çattı. “Korktun mu?”

Gülümsedim. “Fazlasıyla.”

Koltuğa oturduğumda yanıma oturdu. Elini ensesine götürüp ovalarken gözlerini benden kaçırıyordu. “Tıkırtı duyunca merak ettim. Gelmeyecektim aslında ama beni fark edince korkma diye geleyim dedim… İstersen gidebilirim.”

Başımı iki yana salladım. “Hayır hayır. Aslında bu gece nasıl uyuyacağımı düşünüyordum.”

“Korkuyorsun.”

Tek kaşımı kaldırarak baktım. “Sen korkmuyor musun?”

“Benim korkum sana zarar gelmesinde.”

“Benimki de bize zarar gelmesinde.” Yutkundum. “Ya bir dahaki sefere oyun oynamak istemezse?” Koltuğa yaslanıp tavanı izlemeye başladı. “Buna asla izin vermeyeceğim. Gerekirse önüne siper olurum ama o manyağın sana dokunmasına izin vermem.”

Rüzgar’ın da yapabilecekleri sınırlıydı elbette. Beni her zaman koruyamayacağını da biliyordum Ondan bu isteyemezdim de. Fakat o böyle konuşunca biraz olsun rahatladığımı hissetmiştim. Beni korumak için elinden ne gelirse yaparmış gibi hissetmiştim.

Onun gibi tavanı izlemek için yaslandığımda omuzlarımız birbirine değiyordu.

Başını çevirip bana baktığında ben de aynısını yaptım. Aramızda birkaç santim varken konuşmak yerine sadece birbirimizin gözünün içine baktık. Onlar zaten yeterince konuşuyordu. Fısıldadı. “Zamanı durdurabilseydim. Bu an da kalmak isterdim. Sonsuza kadar.” Kaşları alay edercesine kaldırdı. “Sırf o manyak gelemesin diye tabi.”

Güldüm. “Hı hı.”

O bana bakarken koltukta biraz kayıp başımı omuzuna yasladım. Gözlerimi kapanırken rahatladığımı hissediyordum. Ondan gelen sıcaklık mayışmama neden oluyordu. Odamda, yatağımda güvende değilken onun yanında güvende olduğumu hissediyordum. Uykunu derin kollarına kendimi bırakırken saçlarımın üzerinde ufak bir baskı hissetmiştim. Asla uyuyamayacağımı düşündüğüm o gece, onun sayesinde derin bir uyku uyumuştum.

•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•

“Ölseydim de bu anları görmeseydim!” Bağırma sesi oldukça yakından geliyordu. “Bu gözler bunu göreceğine orangutanların çiftleştiğini görmeyi yeğlerdi!” Sıcacık yatağımdan kalkmak istemiyordum. “Şuraya bayılacağım şimdi!” Başımı kıpırdattığımda başımın yastığa dayalı olmadığı fark ettim. Tüm uykum aniden kaçmış olsa da gözlerimi aralamadım ve nasıl bir pozisyonda uyuduğumu çözmeye çalıştım. Belimde ki ağırlığa hissettiğimde yutkundum. Benim kolum da Rüzgar’ı sarmıştı. Böyle uyumayı nasıl becermiştik? Uyurken sadece başımı yaslamıştım…

Gözlerimi yavaşça açtım. “Ne oluyor Ozan?” Hala uykum vardı.

Rüzgar elini hafifçe belime bastırdı. “Görmezden gel.”

Ozan feryadını bir an da yarıda kesti. “Görmezden gel mi? Sen uyanık mıydın lan? Neden söylemedin Allah’ın cezası? Değerli nefesimi size boşuna mı tükettim ben?”

Rüzgar derin bir nefes çektiğinde başın göğsünde kalkıp indi. “Sevinebilirsin, kızı uyandırdın.”

Ozan’ın gözleri bana kaydı. Hala pozisyonumu bozmamıştım. Kaşları dehşetle çatıldı. “Sen birde ona sokulmuş orada yatıyor musun?!” Beni kolumdan çektiğinde ağlamak istiyordum. Rüzgar bir yatak olsa onu kesinlikle alırdım çünkü çok sıcaktı. Kalçamın üzerine sertçe düşerken Rüzgar kalkacağımı sanmış ama ben kalkamadan yeri boylamıştım. “Ozan! Derdin ne sabah sabah?!”

Ozan inanamayarak baktı. “Ne sabahı öğlen oldu öğlen!” Tiksinir gibi baktı. “Sizi böyle yakalayacağıma o kara köpek Ömer ile duman gözlüyü bassaydım daha iyiydi!”

Bade elinde tahta kaşık ile odaya girdi. “Nerede kadın?”

Ozan merakla sordu. “Ne kadını Zümrüt gözlüm?”

“İçeriden feryat eden bir kadının sesi geliyordu. Tam duyamadım ama nerede?”

Ozan ile göz göze geldiğimizde korkuyla bana baktığını gördüm ve gülümsedim. Yüzü domatesi bile özendirecek kadar kızarmıştı. Bakışları ile susmam için beni tehdit ederken birini unutmuştu.

Rüzgar gülümsedi. “Ozan sağ olsun sabah feryadımızı eksik etmiyor.”

Bade gülmesini tutmaya çalışarak Ozan’a baktığında Ozan yaşayacaklarını anlamış gibi elini Bade’nin omuzuna atıp bizi işaret etti. “Görüyor musun zümrüt gözlüm? Beraber uyumuşlar! Beraber!”

Bade kaşlarını çattı. “Eee?”

“Ne eee!? Bizden bahsetmiyorum bak şu iki salaktan bahsediyorum!”

Yerden kalkıp oflayarak tekrar koltuğa oturdum. Bade bütün dişlerini göstererek sırıtarak gülümsedi. “Biliyorum.” Telefonunu çıkartıp ekranı bize çevirdi. “Çektim.” Bizi kilit ekran fotoğrafı yapmıştı! Utançtan suratım kızarırken Rüzgar’a bakmamaya çalışıyordum.

Yukarı kattan aniden duyduğumuz düşme ve ardından gelen bağırma sesini duyunca koşarak üst kata koşarak çıktık. Sesin geldiği yer banyoydu. Banyonun kapısı açıktı ve Ömer yarı çıplak bir halde yerden doğrulmaya çalışıyordu. Kimse yardım etmeyince uzanıp ayağa kalkmasına yardım ettim. “Nasıl becerdin düz zeminde düşmeyi?”

“Dikkatli ol.” Gözleri öfkeyle Ozan’ı buldu. “Birileri yerleri köpürtüp bırakmış!”

“Ne?”

Ozan kendini tutamayıp büyüm bir kahkaha attığında Bade sinirle Ozan’a döndü. “Ozan? Sen mi yaptın?”

Ozan boğazını temizleyip ciddi bir tavır takındı. “Kirliydi yerler, ben de yıkadım.” Gözlerimi devirerek baktı Ömer’e. “Birilerinin dediği gibi benden sonra Ömer’in gireceğini bile bile köpüklü bırakmadım yani.” Ömer kapıya tutunduğunda onu bıraktım.

Ömer burun kemerini sıkarken sabrının sınandığı her halinden belliydi. Gerçi karşısındaki kişi Ozandı. Yani evet, sabrı sınanıyordu. “Ya sabır!”

Ömer’e baktım. Sırtı kızarmıştı. “Sen iyi misin?”

“Kıçım, sırtım her yerim kırıldı ama harikayım!” Ömer sinirle arkasına dönüp banyoya girdi ve kapıyı sertçe kapattı.

Rüzgar kapı kapandığı anda tuttuğu kahkahasını serbest bıraktı. Ozan’a elini uzattı. “Harikasın.” Ozan çakına karşılık verdiğinde gülümsedi.

“Şüphen mi vardı?” Bir an durup Rüzgar’a, ardından çak yaptığı eline baktı. “Iyyyy. Dokundum ben buna!”

Banyodan tekrar gelen düşme sesi herkesin bir an sessiz kalmasına neden olmuştu. “Ozan!” Gülerek alt kata kaçtığımızda üst kattan Ömer’in bağırdığını duyuyordum. “Benden çekeceğin var Ozan!”

Alt katta Yusuf abinin Amerikan mutfaktaki buzdolabını incelediğini gördüm. Çok önemli bir şeye bakıyormuş gibi bakıyordu. “Bir şey mi oldu abi?”

Geldiğimi fark edip çattığı kaşlarını serbest bıraktı. “Yok kardeşim.” Buzdolabını kapatıp bana döndü. “Kahvaltıda ne yapsam diye düşünüyordum ama sanırım alışverişe çıkmamız gerekiyor.”

“Alışverişi gün içinde yaparız. Sen ihtiyaçları yaz bana.” Saçımı karıştırdım. “Kahvaltıyı dışarıda mı yapsak acaba?”

Yusuf abi başını olumlu anlamda salladığında diğerlerine de haber verip hızlıca giyinmeye geçmiştik. Siyah geniş paçalı bir pantolon giyip üstüme de kırmızı bir bluz geçirdim. Kısa bir süre ayna ile bakıştıktan sonra omuz silkip saçlarıma geçtim. Yanlarından örüp arkadan birleştirerek kendime ufak bir taç yapmıştım. Şimdi gerçekten tatlı olmuştum. Gözlerimi kısarak baktım kendime. Değil mi? Olmuştum. Sanırım.

Anneannemin bıraktığı arabayı ben ne kadar kullanmak istesem de Yusuf abi ehliyetim olmadığı için izin vermemişti. Resmen ikinci Anneannem olmuştu! Bir arabada Rüzgar, ben, Ozan giderken diğer arabada ise Yusuf abi, Bade ve Ömer gitmişti. Yusuf abi Ömer’i ve Bade’yi özellikle rica ederek almıştı arabasına ve Ozan’a izin vermemişti. Neden bilmiyorum fakat Ömer ile aramızı düzeltmeye çalışıyormuş gibi hissediyordum. Aynı evde zorunluluktan kalıyoruz diye can ciğer olmamıza gerek yoktu. Rüzgar’ın yanındaki koltuğa ben oturmuştum ve Ozan neredeyse tüm yol bakışmayalım diye kafasını araya sokmuştu

Yarım saatlik bir sürüşün ardından kahvaltı yapacağımız mekâna ulaşmıştık. Serpme kahvaltının gelmesini beklerken Rüzgar ortaya harika bir fikir atmıştı. “Paintball’a mı gitsek?”

Ozan elini masaya vurdu. “Bu sefer sizi yeneceğim!”

Gözlerimi Ozandan çekip Rüzgar’a çevirdiğimde bana soruyormuş gibiydi. “Hem kafamız dağılır.”

En son Paintball’a gittiğimizde neler olduğunu hatırlayınca yutkunmakta zorlandım. Anneannem ile gitmiştik ve oyunun gecesinde o ölmüştü. Ne kadar red etmek istesem de hepsinin plan yapmaya başladığını gördüm. Heveslerini kırmak istemedim. Gözlerimi tekrar Rüzgar’a çevirdiğimde benden cevap bekliyordu. “Olur, bana uyar.” Gülümsemeye çalışarak gözlerimi kaçırdığımda kahvaltımız gelmişti.

 

•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•

 

“Hazır mısınız askerler!”

Hazır ola geçtik. “Hazırız komutanım!” Yemeğimizi yedikten sonra direk buraya gelmiştik. Buradaki komutan ise yine sanki yıllarca askerlik yapmışız gibi davranıyordu. Yine.

“Kırmızı takım; Aden. Yusuf. Bade.” Rüzgar oflayarak toprağa vurduğun da adamın sert bakışları ile karşılaştı.

“Bir sorun mu var asker!?”

Rüzgar mızıkçılık yapan bir çocuğun bakışları ile baktı. “Var komutanım. Önceki savaşta da ben kızlara rakiptim. Düşmanımı değiştirmek istiyorum.” Bana bakıp göz kırptığında gülümsememi tutmaya çalıştım.

“Düşmanı sen seçemezsin asker! Düşman, seni sırtından bıçakladığında cinsiyetine bakmaz!”

Kollarımı önümde birleştirdim. “Bence Rüzgar bana yine yenilmekten korkuyor komutanım.”

Komutanın dudaklarında buruk bir gülümseme oluştu. “Sen onu çoktan yenmişsin asker.” Boğazını temizledi. “Konuyu dağıtmayın! Mavi takım; Mert. Ozan ve Ömer.” Komutan anlaşılan mavi takımın hiç bizimle savaşmayıp iç savaşla yok olmasını hedefliyordu. Mavi takım kendi bayrağının yanına, bizi ise onlardan oldukça uzaktaki kırmızı bayrağın yanına götürdüler. Yol boyu Bade’ye nasihat verip durmuştum. “Durup canı acır mı diye düşünmeyeceksin. Bak böcek olsa bile bağırmayacaksın. Yoksa uyurken yatağına kırkayaklar atarım.” Evet, harika nasihat veririm.

Silah sesini duyduğumuz oyun başlamıştı. Bade peşime takılmaya çalışsa da onu Yusuf abinin yanında bırakıp kaçmıştım. Çok ses çıkartıyordu. Beni deşifre ederdi. Kısa bir süre sessiz adımlarla, ağaçların arkasına saklanarak ilerledim. Yakınlarda duyduğum silah çekilme sesi ile olduğum yerde durdum. Sağımda Ozan kafasında takmış olduğu terk edilmiş kuş yuvası ve yanaklarına sürdüğü çamur ile duruyordu. Onu nasıl fark etmemiştim? “Eller havaya donlar aşağıya!”

Silahla birlikte ellerimi havaya kaldırdığımda yüzümü buruşturdum. “Donumu indirmemi istemezsin.”

Oda yüzünü buruşturdu. “Tabi ki de istemem.” Silahını bana doğrulttu. “Söyle! Ömer nerde?”

Ellerimi indirdiğimde bir adım geri gidip silahı suratıma doğrulttu. “Ani hareketinde seni anlının çatından vururum. Söyle, Ömer nerede?!”

“O senin takım arkadaşım deği-“

“Burada.” Patlayan silah sesi ile Ozanın gözleri kocaman açıldı. Dudakları aralanırken yavaşça döndü arkasına. “Ömer?”

Tek kaşını kaldırıp alayla gülümsedi Ömer. “Efendim koynumdaki yılan?”

Ozan öfkeyle tüm boya toplarını Ömer’e boşaltmaya başladı. “Ben miyim lan hain?! Seni korumak için nerede olduğunu sormuştum hain köpek!” Kesinlikle yalan söylüyordu. Katil onu kaçırsa bile umurunda olmazdı.

Boya topları bitince durmak zorunda kaldı. Gözlerim ikisinin arasında mekik dokuyordu. “Beyler.” Bana döndüklerinde de sinsi bir gülümseme ile silahımı onlara doğrulttum. “Kendini merminiz sizi öldürmez.” İkisinin de karnından vurdum. “Ama benim ki öldürür.”

Ozan öfkeyle silahını ve kaskını yere fırlattı. “Ben oynamıyorum abi!” Tam bir adım atmıştı ki durdu ve Ömer’e döndü. “Yürü be sende! Zaten senin yüzünden öldüm!”

“Salak saçma davranmasaydın böyle bir şey olmayacaktı! Berbat bir düşmansın!”

“Senin de kusursuz bir düşman olduğun söylenemez!” Aynı takım da oldukların birinin onlara hatırlatması gerekiyordu ve bu kişi kesinlikle ben değildim. Onlar yanımdan uzaklaşırken ben de rahat bir şekilde, ıslık çalarak ilerlemeye başladım. Tek bir düşman kalmıştı ve o da beni bulamazdı herhalde. Silahımı omuzuma dayamış yürürken bana doğru gelen Bade ve Yusuf abiyi gördüm. İkisi de vurulmuştu. Kaşlarımı çatarak yanlarına ulaştım. “Nasıl vuruldunuz siz?”

Bade dudak büktü. “O sevgilin olacak çatlak ikimizi de vurdu!”

Yusuf abinin gözleri kocaman açılırken önce Bade’ye, sonra da aynı şaşkınlıkla bana baktı. “Siz sevgili misiniz?”

Bade’ye sinirli bir bakış atıp Yusuf abiye döndüm. “Hayır abi. Bade yine kafasından uyduruyor.” Bastıra bastıra söylediklerime karşılık Bade sadece dil çıkartmakla yetindi.

“Bade saçların da böcek olduğunu düşünüp bakmamı istedi. Ben de saçlarına bakarken şerefsiz Mert Rüzgar bizi vurdu.” Kıkırdayarak Yusuf abiye baktım. Rüzgar’a fazlasıyla sinirlenmişti.

Yusuf abi beklenmedik bir şekilde bana yaklaşıp ellerini omuzuma koydu. Yüzü fazlasıyla ciddi dururken diyeceği şeyi merakla bekledim. “Takım arkadaşların için, bizim için kazan asker. Başaracağına inancımız tam.” Gülerek başımı olumlu anlam da salladım.

“Sizi öldüren haini bulup yok edeceğim!” Ciddiyetle yanlarından uzaklaşırken onlar da toplanma alanına dönüyordu. Rüzgar efendiyi bir kez yenmiştim. Yine yenebilirim!

Bade ve Yusuf abiden uzaklaşalı beş dakika olmamıştı ki silah çekilme sesi duymam ile olduğum yerde duraklamam bir oldu. Sesin geldiği yönü hesaplamaya çalıştım. Tam ayağımın yanına mavi boya sıkılınca ufak bir çığlık atarak geri çekildim.

“Hain ha?” Sağ tarafımdan, ağaçların arkasından bana doğrulttuğu silahı ile çıkan Rüzgar’ı görmem, rahat bir nefes almamı sağlamıştı.

“Rüzgar! Ödümü kopardın!”

Yüzündeki avına son defa bakan Aslan ifadesini değiştirip gülümsedi. Gülümsemesi, anın da bana da bulaşmamıştı. “Bu bana hain dediğin için!”

Sıkacağı an da ellerimi havaya kaldırıp bağırdım. “Dur!”

Gözlerine peyda olan merak, hain planımı işlememi kolaylaştırıyordu. “Ne oldu?”

“Beni mi vuracaksın?” Sorumu yöneltirken, bakışlarıma hüzün eklemeyi de unutmamıştım. Biraz daha zorlasam gözlerim dolacaktı!

Başını sağ tarafa eğdi. “Yani... Öyle olması gerekiyor...” Şu an o kadar tatlı görünüyordu ki onu ısırabilirdim!

“Beni beni...” Sesim de fazlasıyla duygusallaşmıştı. “Aden’ini...”

Durup kendini sorguladı. “Aden’imi mi?”

Başımı olumlu anlamda da salladığım da silahını indirdi. “Ama... Oyunun amacı bu değil miydi zaten?”

Sinsice güldüm. “Buydu.” Hiç düşünmeden onu yine tam kalbinden vurduğum da yüzündeki şaşkınlığı ömür boyu unutamazdım.

“Beni vurdun! İnanamıyorum!”

Büyük bir kahkaha atıp onu taklit ettim. “Ama oyunun amacı bu değil miydi zaten Rüzgar?”

Gözlerini kıstı. “Hainsin...”

“Bende seni seviyorum.” Diyerek öpücük attım.

Yüzündeki şaşkınlık, anın da yerini çapkın bir gülüşe bıraktı. “Seviyor musun?”

“Sevmiyor lan!” Çalıların arasından, elindeki silahı havaya kaldırmış şekilde yanımıza gelen Ozan’a içimden küfürler ettim.

Rüzgar sinirle bağırdı. “Yetti be!” Silahının içindeki bütün boya toplarını Ozan’ın üzerine boşalttı. Her boya darbesin de Ozan bilerek vurulduğu tarafı geriye doğru atıyordu. Sanki gerçekten de vurulmuş gibi. Rüzgar’ın mermileri bitince Ozan kendini yere attı. “Hayatım... Gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyor...” Yüzünü buruşturdu. “Ne kadar da boş, gereksiz bir hayatım varmış...” Gözleri beni buldu. “Aden... Sana söylemem gereken önemli bir şey var...”

Oflayarak Ozan’a baktım. “Ne var Ozan?”

“Bu dumanlıyla evlenirsen, hortlayıp çocuğunuzu kaçırırım.” Cevap vermemi beklemeden dilini dışarı çıkartıp -kendince- ölü taklidi yapmaya başladı.

Rüzgar sinirle bana döndü. “Şu silahını bir versene.” Uzattığım silahımı alıp Ozan’ın göğsüne, karnına, ve kasığına sıktı. Ozan acıyla inleyip büzülürken küfürler ediyordu.

Rüzgar ise gülerek ateş etmeyi bıraktı. “Sonuna kadar hak ettin!”

“Gözlerini oyacağım dumanlı!”

“Kırk fırın ekmek yemen lazım çatlak!”

“Sensin çatlak!”

“Belli!” Bağırdı. “Aden ile olan her anımızı bozmaktan resmen zevk alıyorsun!”

“Hayattaki tek gayem o!”

Atışmalarını izlemek ne kadar keyifli olsa da bizi beklediklerini bildiğim için arlarına girdim. “Bizi bekliyorlardır. Hadi gidelim.” Ozan’ın yanından geçerken acıtmayacak şekilde bacağına tekme attım. “Hadi kalk. Gidiyoruz.”

Sinirle kıvrandığı yerden bağırdı. “Beni vuran adamla mı gideceksin?”

Omuz silktim. “Hak ettin.” Bir kaç adım atmıştık ki Ozan’ın da duyacağı şekil de bağırdım. “Gel Rüzgar bizde ormana doğru gidelim. Beraber. Yalnız.”

Gitmek istesek bile Paintball alanında çıkmamız gerektiğini Ozan’ın aklına gelmeyeceğini bildiğim için kurmuştum bu cümleleri. İşe de yaramıştı. Ozan her şeyi unutup hemen yanımıza koşmuş, ikimizin arasına girmişti. “Sizi yalnız ormana gönderdiğim gün, öldüğüm gündür!”

“Salak.” Gülerek mesire alanına döndük. Komutan elindeki dürbün ile bize doğru bakıyordu. Bizi gördüğün de dürbünü bırakıp hemen arkasında beraber sohbet eden bizim ekibe bağırdı. O kadar yüksek sesle bağırdı ki ben bile duydum. “Askerler! Geliyorlar!”

Yanlarına ulaştığımız da bu sefer Rüzgar kalbindeki boyayı saklama gereği duymadı. Bade koşarak yanıma ulaştı ve bana sarıldı. “Kazandık! Kazandık! Kazandık!” Ozan’a döndü. “Ağlayın! Hahaha!” Kötü kadın gülüşü yaparken Bade’ye dehşet dolu gözlerle baktım. Bu kıza bir daha Paintball oynatmamalıyız. İçindeki hırçın karıyı dışarıya çıkarıyor.

Ozan kollarını çocuklar gibi göğsün de birleştirdi. “Bir kere bana böyle sarılmadın be!”

“Sen kazan, sana da sarılayım.” Ozan’ın yüzüne dehşetin emareleri yerleşti. Sinirle döndü bana. “Bak! Senin yüzünden kaybettiğim şeylere bak!”

Komutan yanıma gelip bana küçük bir kupa uzattı. “Bu şerefe nail oldun asker!” Yemin ederim ben iyi Paintball oynamıyorum. Yemin ederim ben sadece bu konu da çok şanslıyım. Sanırım zaten sadece bu konu da çok şanslıyım!

Rüzgar o sırada masa da duran Paintball silahlarından birini alıp tekrar kupama sıktı. Kupam yine yere düştü! Dehşet için de Rüzgar’a döndüm. “Rüzgar! Çok kötüsün!”

Göz kırptı. “Senin kadar olamaz.” Yere düşen kupamı aldım. Boyanın çıkmayacağını biliyordum. Bu yüzden denemedim bile. Şu hale bak. Evim de iki tane kupam var. İkisi de boyalı!

Fark ettiğim bir şey daha vardı. Burası her geldiğim de farklıydı. Farklıydık. Önceki gelişim de Anneannem vardı. Ömer ile konuşmak dahi istemiyordum. Rüzgar ile normal iki arkadaştık.

Şimdi. Şimdi Anneannem yoktu. Katil vardı. Ömer ile barışmak istiyordum ve Rüzgar... Beni seviyordu.

Üzerimizi değiştirmek için tekrar kabinlere döndük. Giyinirken gülümsediğimi fark ettim. Uzun zaman sonra ilk defa içtenlikle güldüğümü hissediyordum. Hayat senden her zaman almıyordu. Bazen güzellikler de veriyordu. Önemli olan ise o güzelliklerin zamanında değerini bilebilmemizdi. Şimdi daha iyi anlıyordum.

Giyinip kabinden çıktığım da herkesin hazır olduğunu gördüm. Komutana selam verip tekrar arabalara bindik. Bu sefer arabanın arka koltuğun da oturan kişi Ömer’di ve yol boyunca hiç birimiz konuşmamıştık. Sanırım hepimiz fazlasıyla yorulmuştuk.

 

Eve vardığımız da Yusuf abi bizim eve gelmek yerine kendi evinde banyo yapacağını, hem de bir kaç eşyasını alacağını söyleyerek evine gitmişti. Biz de eve girip evdeki banyoları kullanmıştık. İki saat sonra hepimiz banyolarımızı yapmış dinleniyorduk. Akşam Ozan’ı zorla alışverişe göndermiştik. Bade odasına yüz bakımı yapmaya gitmişti. Ömer terasta oturmuş, kulaklığını takmış dışarıyı seyrediyordu. Hava yavaş yavaş yağmur bulutları ile kaplanırken toprak kokusunu içime çekmeyi zevkle bekliyordum.

Ben ise salonda oturmuş, daha yeni kitaplarımdan birini bitirmiştim. Tatlı bir sonu olduğu için mutluydum. Rüzgar ise ortalıkta görünmüyordu. Hissettiğim tatlı ihtiyacı ile diğer odadaki mutfağa yöneldim. Mutfaktaki arıtmadan kendine su dolduran Rüzgar’ı görünce gülümsedim. Dönüp kimin geldiğine baktığın da göz göze geldik. Gülümsememin aynısı onun da dudakların da belirince iyice keyiflendim. Gözlerimi ondan ayırıp dolapları kurcalamaya başladım. Rüzgar suyunu içip bardağı tezgahın üzerine koydu. “Ne arıyorsun?”

“Olmadığını bile bile tatlı ya da çikolata arıyorum.”

“Peki... Neden yapmıyorsun?”

Aklıma gelen şeyle bir an da doğrulmaya çalıştım fakat kafamı rafa vurdum. Acıyla yüzümü buruşturup inlediğim de hızlıca yanıma gelip kalkmama yardımcı oldu. Kafamı ovarken gözlerinde endişe ile bana baktı. “İyi misin?”

Başımı olumlu anlam da salladım. “Harikayım. Sadece beyin kanaması geçiriyorum.” Abartı deyince de sen be Aden.

Yüzünü buruşturdu. “Öyle şeyler söyleme.”

Heyecanla Rüzgar’a baktım. “Beraber ekler yapalım mı?”

Dudağının sağ tarafı yukarı doğru kıvrıldı. “Ekler mi? Olur.” Dolaptan ekler hamuru için lazım olan malzemeleri çıkartmaya başladım. Kreması için eksiklerimiz vardı onu da Ozan zaten diğer ihtiyaçlar ile alıp gelecekti. Beraber ekler hamurunu hazırlarken Rüzgar Anneannemin tarif defterinden lazım olan şeyleri koyuyor, ben ise elimle yoğuruyordum. Evet, oldukça romantik.

 

Son aşama olarak unu koydu Rüzgar. Elinde kalan un ile elini yüzüme yaklaştırıp yanağımı okşadı. Şaşkınlıktan dona kalırken kalbim, göğüs kafesimden çıkacak kadar hızlı atıyordu. “Rüzgar?” Yüzün de sinsi bir gülümseme belirdiğini de yaptığı şeyi yeni fark etmiştim. “Rüzgar!” Yanağımı un yapmıştı!

Elini geri çekip güldü. “Efendim Küçük Kelebek?”

Hızla elimi kaptan çıkartıp yıkamaya başladım. “Hiç romantik hallere girme!”

“Öyle bir şey yapmıyorum Küçük Kelebek.” Ellerimi kurulmaya geçtim.

“Ve şunu diyerek ne sinirimi yatıştırabilirsin, ne de yaptığın hainliği gizleyebilirsin!” Elimi un kovasına sokup bir avuç un aldım.

“Ne hainli-“

“Gözlerini kapat!” Diye araya girip daha Rüzgar tepki vermeden elimdeki unu yüzüne üfledim.

“Aden!” Baş parmağım da kalan unu temizleyip hızlıca Rüzgar’ın yanına gelip gözlerindeki unu sildim. Yüzünün tamamı un olmamıştı fakat saçlarında, üstün de bolca un vardı. Yüzündeki şaşkın ifade kahkaha atmama sebep olmuştu.

Kaşlarını çattı. “Ne gülüyorsun ya?”

“Yakışıklısın diye hainliğine sessiz kalacağımı mı sandın?” Gözlerinin içine bakarak dediğim şeyi biraz geç algılamıştım.

Geri gideceğim sıra da Rüzgar beni belimden tutup kendine doğru çekti. Ellerimi göğsüne dayandığım da kalbi avucumun için de atıyordu. Çok hızlıydı. Bu durumdan ne kadar keyif aldığı gülümsemesinden bile belli oluyordu “Yakışıklı mı buluyorsun sen beni?” Seni yakışıklı bulmayacak bir kız tanımıyorum ama sen bunu bilmesen de olur.

Gülümsememi bastırmaya çalışarak başımı aşağı yukarı salladım. Yalan mı söyleyelim kardeşim? Rüzgar dişlerini gösterecek şekilde gülümsedi ve kaşlarını havaya kaldırdı. “Yani sen beni baya beğeniyor gibisin.”

Yüzüme yaklaşırken dudaklarımı ıslattım. “Beğenmeyim mi?”

İyice yaklaştı. “Beğen beğen.”

Rüzgar gözlerini dudaklarımdan ayırmadan bana doğru yaklaşırken hiç bir tepki veremiyordum. Aramızda bir kaç santim kala yüksek dozda gelen cam kırılma sesi ile ufak bir çığlık atarak geri çekildim. Tek elim kendi kalbimin üzerin de, diğer elim Rüzgar’ın kalbinin üzerindeydi. İkimizin kalbi adeta yarışıyordu.

Dönüp sesin geldiği yöne baktığım da karşımız da bir adet... Yine mi? “Ozan!” Diye bağırdığım da yüzüne yalandan bir mahcubiyet yerleştirdi.

“Bu büyülü anımız asla bozmakta istemezdim. Bardak elimden kaydı...” Eli poşetlerle doluydu. Bizi görüp tezgâhtaki bardağı bilerek atmıştı!

Sinirle ellerimi Ozan’a doğru uzatıp onu boğuyor gibi yaptım. “Ozan. Seni. Boğarım!”

Elindeki poşetleri tezgâha bırakıp haklıymış gibi ellerini beline koydu. “Ne var be! Sanki haklı gibi bağırıyor bir de! Evlenmeden olmaz!”

Rüzgar sinirle burun kemerini sıktı. “Sanki ne yapıyoruz!”

Ozan kocaman açtığı gözleri ile Rüzgar’a baktı. “O evlenince de olmaz!”

“Ozan saçmalama!” Bade yüzün de siyah kil maskesi ile mutfağa koşarak girdi. Bir bana, bir Rüzgar’a, onun göğsündeki elime, bir de Ozan’a baktı. Her şeyi anlamış gibi kocaman açtığı gözlerini kısarak Ozan’a döndü.

“Sakın bana aralarına girdiğini söyleme. Sakın.”

Ozan yüzüne tatlı bir gülümseme koydu. “Öyle şey yapar mıyım ben Zümrüt gözlüm? Sen beni tehdi- öhöm. Yani uyardın ya. Aralarına neden gireyim ben? Sadece... Bardak düştü elimden.” Yüzünü buruşturdu. “Yoksa asla arlarına girmek ister miyim ben?”

Bade tekrar dönüp bana ve Rüzgar’a baktığın da elimi yavaşça Rüzgar’ın göğsünden çektim. Bade Ozan’ı kolundan tutup çekiştirmeye başladı. “Yürü gidiyoruz. Yine bozdun her şeyi!”

Ozan Bade ile mutfaktan çıkarken söylenmeyi de ihmal etmiyordu. “Ulan kendi aşk hayatın için bu kadar çabalasan evlenmiştin be!”

Odadan çıktıkların da kısa bir an Rüzgar ile hiç bir şey yapmadan sessiz kaldık. Rüzgar kahkaha atmaya başladığın da ona eşlik edip şu halimize güldüm. Her yerimiz un olmuştu ve biz kahkaha atıyorduk.

Yoğurmaya geri döndüğüm de Rüzgar da Ozan’ın aldığı şeyleri yerleştiriyordu. Eklerin şekillerini ayarlamaya geçtiğim de Rüzgar da kremasını hazırlıyordu. “Omuzum da uyuduğun gün var ya.”

Sesini duymam bile şu an da kalp atışımı hızlandırıyordu. Yutkunup Rüzgar’a bakmadan işime devam ettim. “Evet?”

“Sen sabah uyandığın da aslın da uyanıktım. Sen gözlerini açtığın da geri kapattım.”

Kaşlarım çatıldı. “Bunu neden yaptın?”

Omuz silkti. “Biraz daha yanım da durman için.” Gülümsememi Rüzgar’dan gizlemeye çalışsam da aptal gülümseme yüzümden gitmiyordu. Sessizce ekleri fırına atıp ellerimi yıkamaya koyuldum.

“Gençler!” Diyerek mutfağa giren Ozan’a hala sinirliydim. İkimiz de cevap vermeyince devam etti. “İyi bari. Yakınlaşmamışsınız.” Kaşlarını çattı. “Ben gelmeden önce bir şey olmadı değil mi? Ozan gitti devam edelim demediniz dimi?”

“Ne var Ozan?” Diye sordum katı sesimle.

“Canımın içi bir tanecik Aden’im. Ben gidiyorum. Haberiniz olsun. Aşkımdan ölmeyin, yokluğumdan korkmayın diye haber veriyorum.” İşaret parmağını bana doğru salladı. “Ve ben yokken bir işler karıştırmayın diye!”

Ellerimi havluya kurulayıp Ozan’a döndüm. “Nereye?”

“Eve gideceğim. Bir kaç eşyamı almam lazım.”

“Arabayla götüreyim mi seni?” O sırada gök gürledi. “Yağmur yağacak gibi duruyor.”

Başını iki yana salladı. “Yolda müzik dinleyerek sizi ayırma planları yapacağım.”

Ozan’a tamamen dönüp tezgâha yaslandım. “Dönüşte almamı ister misin?”

Yanıma gelip yanağımdan makas aldı. “Benim için bu kadar telaşlandığını bilmezdim fıstık. Dönüşte ararsam gelirsin köle.”

Göz devirdim. “Ne halin varsa gör Ozan. Arasan da almayacağım seni. Görürsün.”

Ozan bana dil çıkartıp odadan çıkarken Rüzgar ile işlerimize döndük. Ekler şu an da fırında olduğu için ben de darmadağın ettiğim mutfağı toplamaya başlamıştım. Dönüp kremayı bitiren Rüzgar’a baktığım da kıkırdadım.

“Neye gülüyorsun?” Dedi göz ucuyla bana bakarak.

Gözlerimle onu işaret ettim. “Sana. Üstün başın un içinde.”

Kremayı buzdolabına bırakıp ellerini göğsünde birleştirerek dolaba yaslandı. “Bu halim sizin eseriniz hanımefendi.”

“Beni kandırmasaydınız bunlar başına gelmezdi pek sevgili beyefendi.”

Elini yüzüne götürüp yanağını sildi. Yanağından eline geçen una bakıp yüzünü buruşturdu. “Gerçekten de hızlı bir duş alsam iyi olur. Bensiz mutfağı idare edebilecek misin?”

Omuz silktim. “Deneyeceğiz artık.”

“Hemen geleceğim.” Rüzgar hızlıca mutfaktan ayrılırken ev yapımı limonata yapma kararı aldım.

 

•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•

 

Rüzgar gittikten sonra limonata yapmış ve ekleri fırından çıkartmıştım. İçlerine kremayı doldurmuş, süslemesine geçmiştim ki Rüzgar geri gelmiş ve beraber beyaz çikolatalı ekler yapmıştık! Bunlar bana tanıştığımız günü hatırlatıyordu.

“Düşündüm de kahramanımı burada yalnız başına bırakıp gitmek olmaz. Ben de hazır çıkmışken tatlı getireyim dedim.” Hastane odasına ekler ile geri girince bunları söylemiştim.

“Teşekkürler ama gidebilirsin, sorun yok.” Diyerek karşılık vermişti Rüzgar’da. Ah, o an kesinlikle bana kırgındı.

“Gerek var. Bu işe birlikte başladık, birlikte bitireceğiz. Benden bu kadar çabuk kurtulamazsın.”

Ona benden bu kadar kolay kurtulamayacağını söylerken bu kadar uzun bir süreden bahsetmemiştim. O günden beri sürekli yan yanaydık. Zaman ne de hızlı geçiyordu. O zamanlar tek derdim yıllar önce ölen annem ve sonu kötü biten kitaplarken şu an çok farklı boyutlardaki dertler ile hep beraber uğraşıyorduk. Anneannem ve Selime teyze de ölmüştü. Peşimizde saplantılı bir katil vardı ve sanırım beni üzmek hoşuna gidiyordu. Beni en çok bu duygusu korkutuyordu. Çünkü hastalıklı olan tüm duyguların sonu felaketten ibaretti.

 

Şimdi ise Rüzgar ile beraber ilk defa kitap okuyorduk. O hudutsuz övgülerime maruz kalan küçük prens kitabını okuyordu. Üstelik altını çizip bazı yerlere benim yaptığım gibi post-it bile yapıştırıyordu. Uzun bir süre görebileceğim en güzel manzaraydı.

Ömer’in isteği üzerine ona Kayıp Elementler’in ikinci kitabını vermiştim. Sonunda kesinlikle salya sümük ağlayacaktı.

Yeni başladığım kitabımı okuyordum ki telefonum çalmaya başladı. Çakma Badboy.

Ozan efendiye ceza olarak eşyaları ile bu yağmur da onu yürümeye terk edecektim. Telefon çaldı çaldı ve kapandı. Küfür içeren bir mesaj beklerken telefon tekrar çaldı. Saçımı geriye doğru savurup telefonu açtım. “Ne oldu Ozan Efendi? Pek kıymetli ayaklarınız mı yoruldu? Ama haberin olsun bana köle dediğin için seni almayacağım.”

Keyifle gülerken beklemediğim bir ses duydum. “A-Aden...” Sesi yorgun, hatta bitik geliyordu. Sadece ismimi söylemişti ama onu bile söylerken zorlanmıştı.

Oturduğum yerden korkuyla ayaklandım. “Ozan? Ne oldu? Sesin neden öyle? Neredesin?”

“Sokağın başındayım...” Kapıya doğru hızlı adımlar atınca Ömer, Rüzgar ve telefonuyla uğraşan Bade’de kalkıp pesimden gelmeye, ‘ne oldu?’ demeye başladılar. “Tamam hemen geliyorum.”

Askılıktan montumu bile almadan, sadece masanın üstündeki anahtarımı alıp ayakkabılarımın arkasına basarak koşarak arabaya bindim. Arabanın kapısını kapattığım anda diğer kapıları açıldı. Rüzgar, Ömer ve Bade arabaya bindi. Kapıları hızlıca kapattıkların da arabayı çalıştırıp hızlıca sokağın başına sürmeye başladım.

“Ne olmuş Ozan’a?” Diye sordu Bade titreyen sesiyle. Aynadan ona baktığım da Ömer’in çekinse de korkudan ağlamaya başlayan Bade’yi göğsüne çekip sakinleştirmeye çalıştığını gördüm.

“Yavaş sür Aden! Bu yağmur da kaza yapacaksın!” Üzgünüm Rüzgar, şu an seni dinleyemem. Sokağım başıma geldiğim de arabayı durdurup hızlıca el frenini çekip indim arabadan. Hızla yağan yağmurdan dolayı etrafı zar zor görüyorduk.

“Ozan!”

“Ozan!”

“Ozan neredesin!?”

“Ozan!” Hepimiz bağırarak Ozan’ı ararken kaldırım köşesin de bir karartı gördüm. Hızla oraya gittiğim de kanla kapanan yüzünü gördüm. Gözyaşlarım en önemli anlarda ortaya çıkmaya bayılıyor olmalıydılar. Bağırdım. “Ozan burada!”

Yanına gidip onu kaldırmaya çalıştım fakat başaramadım. Yüzü gözü kan içerisin de, yerde iki büklüm yatıyordu. Rüzgar ve Ömer dikkatli bir şekilde Ozan’ı kaldırırken Bade Ozan’ı görüp bağırmıştı. “Ozan!” Yanına gitmeye çalıştığın da onu zor tuttum. “Dur Bade! Dokunduğumuz da canı yanıyor olabilir. Hastaneye gitmesi lazım.” Rüzgar ve Ömer, Ozan’ı arabaya taşırken ben de çantasını ve montunu yerden alıp bagaja koydum. Bade arka koltuğun köşesine oturduğunda Ozan’ın kafasını yavaşça onun kucağına bıraktılar. Ömer ve Rüzgar hızlıca ön koltuğa sıkışarak oturduklarında gaza bastım. Tek umudum vücudunda bir yaranın olmaması yönündeydi. Bade ağlıyor, bir yandan da Ozan’ın saçlarını okşayarak ona iyi gelecek sözler söylüyordu.

Gözlerimden yaşlar süzülürken ara sıra dönüp Ozan’a bakıyordum. Dövmüşlerdi. Bu her halinden belliydi. Üzerindeki tişört bile yırtılmış, kan lekeleri bulaşmıştı. Kaşı ile dudağı patlamıştı ve kanıyordu. Bade titreyen sesiyle bir şeyler anlatırken Ozan sessizce nefes almaya çalışıyordu. Yol boyunca bir kaç kere öksürük krizine girmişti. Yağmur onu o kadar ıslatmıştı ki zatürre bile olabilirdi. Hastaneye vardığımız da Ömer ve Rüzgar hiç vakit kaybetmeden Ozan’ı arabadan indirip hastaneye taşırken Bade içeriye girmiş yardım istiyordu. Bade’nin haykırışlarına cevap gelmişti. Bir kaç hemşire sedye ile koşarak yanımıza geldiklerin de Ozan’ı sedyeye yatırıp onu odaya götürmelerini izledik. Odanın kapısına kadar Ozan’ın yanın da gitmiştik fakat bizi içeri almamışlardı. Bir hemşire yanımıza geldi. “İçeri alınan çocuğun yakınları mısınız?” Başımla onu onayladım. “Hastanın kimliğine ihtiyacımız var. Kayıt oluşturmak için.”

“Alıp geleyim.” Gözyaşlarımı silip arabaya yöneldim. Ozan pantolonun cebinde cüzdan taşımayı pek sevmezdi. Çantasında ya da montunun cebinde olmasını umuyordum. Koşar adımlarla arabanın yanına varıp bagajı açtığımda Rüzgar kolumdan sertçe tutup beni kendine çevirdi. “Bir yerlere yalnız gitmeyi bırak! Katil şu an bizi izliyor olabilir. Yalnız kaldığın her dakika onun için fırsat sayılabilecekken neden yalnızsın?”

Söyledikleriyle duraksarken haklı olduğu beynimin için de yankılandı. Ellerini omuzlarımdan çekti. “Nereye gideceksen haber ver. Birimiz seninle gelelim.” Başımı olumlu anlam da sallayıp Ozan’ın montunun ceplerini karıştırmaya başladım. Cüzdanı elime geldiğinde çıkartıp nüfus cüzdanını aramaya koyuldum. Siyah bir kâğıt hemen nüfus cüzdanının önünde duruyordu. İhtiyacım olan şeyi alıp cüzdanı bagaja attığımda fark ettiğim şey ile duraksayıp tekrar cüzdanı aldım. Siyah kâğıt. Tam da tahmin ettiğim gibiydi. Okumaya başladım.

 

“Yediği yumruklar yetmedi.

Korkuları eksik kaldı.

Sonu olacak aptal cesareti.

Beni tehdit edebileceğini mi sandı?

Şimdi tehlikede olan kimin hayatı?

Kim Av? Kim Avcı?

Çalan telefonun onu kurtaramayacak.

Üzgün prenses, bu sefer başaramayacak.

Kurtulmaya gittiği o hastane var ya,

Hikayenin sonu olacak. :)

Şimdi söyle bana. Kim Av? Kim Avcı?”

Bölüm : 11.01.2025 20:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...