
19. BÖLÜM: Kan Kaybeden Ruhlar.
Mert Rüzgar Ay.
Mert Rüzgar, abisinin onun için saatlerce uğraşıp hazırladığı harita oyununa baktı. Heyecandan yerinde duramıyordu. Abisi onu sevdiği için ona sürekli en sevdiği haritacılık oyununu hazırlardı. Biraz uğraştırıcıydı fakat abisi belli etmese de küçük kardeşinin mutlu olduğunu görünce kendi de mutlu olurdu. Şimdi kahve dökerek eski göstermeye çalıştığı kâğıdı uzattı kardeşine. “Hazır mısın?”
Mert Rüzgar heyecanla zıpladı. “Evet!”
“Al bakalım korsan. Uçsuz bucaksız denizleri aşıp ganimetini bul!”
Rüzgar heyecanla kağıdı açıp incelmeye başladı. Kâğıtta sağa doğru gitmesi gerektiğini gördü. Resme dikkatlice baktığında gür bir ağacın dibinde durması gerekiyordu fakat buradaki tek gür ağaç az önce yanından ayrıldığı elma ağacıydı. Yine de haritayı dinleyip ilerledi. Ayağı bir şeye takılınca durup ona baktı. Yere bir dal sabitlenmiş, üzerinde bir not yazıyordu.
“(Gür Ağaç.)”
Rüzgar kıkırdayıp kağıdına baktı. Şimdi ise düz ilerlemesi gerekiyordu…
Oyunu ne kadar sürdüğünü oda bilmiyordu. Fazlasıyla uzaklaşmıştı ve korkmaya başlamıştı. Ama haritası yanındaydı. Haritası onu evine ulaştıracaktı. Hep öyle olmaz mıydı zaten? Bir süre sonra haritayı takip ederek tekrar elma ağacının olduğu yere geldi. Tek farkı bu sefer bir sürü çocuk vardı ve abisi ortalıkta yoktu. Yine de oyununa devam etti. Tekrar elma ağacının altına, bu sefer başladığı yerin tam arkasına geldiğinde orada onun yaşlarında bir kız olduğunu gördü. Elinde ufak bir sandık vardı ve onu açmaya çalışıyordu. Fakat açamazdı. Anahtarını Mert Rüzgar daha az önce X ile işaretlenen yeri elleriyle kazarak çıkarmıştı. “O kutuyu açamazsın.” Dedi bilmiş bir tavırla.
Kız gözleri ve saçları ile neredeyse aynı olan kahverengi kaşlarını çatarak baktı Rüzgar’a. “Sana ne! Görürsün açacağım.”
“Açamazsın işte akıllım.” Cebinden anahtarı çıkardı. “Anahtarı bende.”
“Ver o zaman!”
Başını iki yana salladı. “Abimin bana özel hazırladığı oyun bu. Sen sandığı ver.”
“Hayır, sen anahtarı ver.”
“Seni annene söyleyeyim de gör sen!” Küçük kız duraksadı. Gözleri dolarken bunu belli etmek istemediği için başını diğer yana çevirip akmak üzere olan gözyaşını sildi. Mert Rüzgar ise anlayamamıştı. Neden üzülmüştü bu küçük oyunbozan kız? Ona yaklaştı. “Sen iyi misin?”
Kız sandığı Mert Rüzgar’ın karnına doğru sertçe fırlattı. Küçük çocuk karnını tutarak yerde inlerken küçük kız ayağa kalkıp bağırdı. “Sana ne!” Bacağına tekme attı. “Hadi git şimdi söyle anneme!”
Mert Rüzgar karnının acımasına rağmen gülümseyerek sandığı gösterdi. “Gerek kalmadı. Sandığımı aldım. Kazandım.”
Kız saçını geriye doğru savurdu. “Resim yapacaktım zaten ben! Yani sen bir şey kazanmadın! Ben oyunu bıraktım.”
“Mızıkçısın kızım! Mızıkçı!”
Kız bu sefer sert bir tekme attı. “Sana ne?!” Kız yere küçük sert adımlarla basarak yanından ayrılırken Mert Rüzgar arkasından bakıp en son tekme attığı kolunu ovuşturuyordu. Önüne dönüp kutusuna baktı ve gülümsedi. “Sonunda!” Anahtarı deliğine sokup çevirdi ve yavaşça açtı kutuyu. İlk başta bir kağıtla daha karşılaştı.
“Aradığını bulmak için ilk bakman gereken yer başladığın yerdir akıllım.”
Kağıdı kaldırıp altına baktığında dudakları heyecanla aralandı ve gözleri küçük bir çocuğunki ne kadar açılabilirse o kadar açıldı. Abisi ona korsan şapkası almıştı. Sandığı yere bırakıp şapkayı kaldırdı. “İnanamıyorum!” Diye bağırırken kalbi heyecanla atıyordu. Abisi yavaşça yanına geldiğinde kardeşinin bu mutluluğunun her şeye bedel olduğunu hissediyordu. Onun için yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Sarı saçlarını geriye doğru atıp gururlanarak yanına ulaştı. “Beğendin mi?”
Abisini gördüğü an ona sıkıca sarıldı. Çocuk olmanın en iyi yanı da buydu işte. Her duygu saftı. Beynini dinlemeyi daha öğrenmemiş, kalpleri ile özgürce hareket etmeleriydi. “Ba-yıl-dım! Teşekkür ederim abi.”
Abisi geri çekilip kardeşinin kahverengi saçlarını düzeltip korsan şapkasını kafasına taktı. “Evdeki göz bandı ile tam bir korsan olacaksın.”
“Ama annem onu attı.” Dedi Mert Rüzgar üzgünce.
Abisi kıkırdadı. “Ya da annem öyle sandı.”
“Sakladın mı yoksa!?”
Yusuf başıyla onu onayladığında abisine sıkıca sarıldı. “İyi ki varsın abi!” Sonunda. Diye geçirdi içinden. Sonunda biri varlığı için “İyi ki,” demişti…
Günümüz.
Korku, isteği her yerime emareler bırakmak isteyen, kesin bir hançere dönüşmüştü. Belki de devamında beni yanında götürmek. Ölüm… Ondan pek korktuğum söylenemezdi. Hançer de şimdilik benim ismim yazmıyordu. Şimdi hançer ona doğrultulmuştu. Ozan’a… Korkuyordum. Kendim için değil, Ozan için korkuyordum. Bu eller, bana ait olmayan bir ölümün korkusundan titriyorlardı. Garipti. Hem de çok. Ölüm ile yaşayan kızın, ölüm yüzünden titremesi bedeninin…
Taşıyıcıyı tekrar okudum. Benden bahsetse ne olurdu sanki? Kardeşlerimi işin içine karıştırmadan oyunun içinde sadece ben ve o manyak olsa ne olurdu… Rüzgar dona kaldığımı fark ettiğinde elimden kağıdı alıp hızlıca okudu. Gri gözleri her bir satıra geçerken dehşetle büyüyordu. Başını kaldırıp korkuyla bana baktığında yutkunmayı denedim. Başaramadım. Kendim için yutkunacak gücüm bile yokken, o’nun için var gücümle hastaneye koştum. Arkamda Rüzgar’da bagajın kapağını kapatıp koşarken Ozan’ın olduğu özel odaya girmeye çalıştım. Bade bana neler olduğunu soruyor, Ömer beni tutmaya çalışıyordu. Gözyaşları içerisin de Ömer’den kurtulmaya çalıştım. “O burada!” Rüzgar gelip beni Ömer’den tek hamle de kurtardı. “Ozan’ın yanın da!” Bade’nin duraksadığını hissettiğim de ben de dönüp Bade’ye baktım.
Her şeyi anlamış olmasına rağmen gözleri inkâr etmek istiyor gibiydi. “Ne?”
“Ozan’ın yanın da o manyak. Notta yazıyor!”
Sadece bir an. Kısacık bir zaman dilimin de Bade bana bakmaya devam etti. Bakışlarından kendimi çekemezken Bade çekti. Zorun da kaldı. Bade’nin gözleri sanki ağır çekim de kapandı, ardından silueti de önümden çekildi. Ömer, yere düşmekten Bade’yi saniyelerle kurtarmıştı. Hızlıca tekrar dönüp Ozan’ın kapısını açmıştım ki bu sefer de iki güvenlik görevlisi beni zorla tuttu. Ortalık adeta savaş alanına dönmüştü. İri yarı iki güvenlik görevlisi Rüzgar’ı zar zor zapt ederken, Ömer kucağındaki Bade ile güvenlik görevlilerine bağırıyordu. Güvenlik görevlileri ben ve Rüzgar’ı zorla dışarı atarken koridordan çıkartılmadan önce son gördüğüm arkası dönük, önlüklü bir erkeğin Ömer ve baygın Bade’ye doğru elleri cebin de, yavaş adımlarla yürüdüğüydü.
Güvenlik görevlileri bizi yaka paça dışarı attıkların da iri yarı olan işaret parmağını bize doğru salladı. “İçeri de bir daha kargaşa çıkartır, doktorlara zorluk çıkartırsanız size bahçeye kadar değil, adliyeye kadar eşlik etmemiz gerekecek! Sakinleştiğiniz de girebilirsiniz!” Güvenlik görevlileri sert adımlarla yanımızda uzaklaşırken kendimi dizlerimin üzerine yere bıraktım. Rüzgar kendimi yere bırakırken omuzlarımdan tuttuğu için düşmem yavaşlamıştı. Önüme geçip oda dizlerinin üzerin de durup ellerimi sıkıca tuttu. Bir şeyler söylüyordu, gri gözleri endişeliydi ama ben onu algılayamıyordum. Kafamdaki düşünceler, kulağımdan gelenleri engellemiş gibiydi.
Kaybetmiştim işte. O Katile karşı kaybetmiştim. O istediği her yere rahatlıkla girebiliyorken bizi yaka paça dışarı atmışlardı. Bu bile evrenden nefret etmeme yetecek bir nedendi.
Daha iki dakika olmadan kendimi zorlayarak ayağa kalktım. Rüzgar belimden tutarak bana destek oluyordu. Derin bir nefes aldım ve hızlı adımlarla hastaneye geri girdik. Koşamazdık çünkü güvenliğin dikkatini çekebilirdik. Ozan’ın kapısının önüne geldiğim de Ömer’in kapının hemen yanındaki duvara yaslanmış, kollarını göğsünün altın da birleştirmiş olduğunu gördüm. Yanına vardığımız da istifini bozmadan, hatta bizimle göz teması bile kurmadan yere bakarak konuşmaya başladı. “Doktor ve bir kaç hemşire çıkarken odaya göz ucu ile baktım. Kimse yok şu an içeri de.” Çaprazımız da duran güvenliğe kısa bir bakış attı. “Az kalsın beni de atıyorlardı. Güvenliğin gözü üzerimiz de. Ona göre davranın.”
“Peki ya Oza-“
“Ozan’ın yaralarını temizlemişler. Kırılan bir kemik falan yok neyse ki. Test sonuçları bekleniyor. Şu an da oda da serum alıyor ve uyuyor.”
Başımı olumlu anlam da sallarken göz ucu ile polise baktım. Göğsünün üstün de bağladığı kollarının yanı sıra sert bakışları bizi hedef alıyordu. Yutkunarak tekrar Ömer’e döndüm. “Bade nasıl? Nerede?”
“Onu da acilde yataklardan birine aldılar. Ayıldı ve serum yiyor. Serumu bitene kadar dinlenmesini, Ozan’ım yanından bir saniye bile ayrılmayacağımı söyledim.” Kaşlarını çattı. “Çok bitkindi, kabul etmekten başka çaresi yoktu.”
“Ben bir Bade’ye bakayım.” Arkamı dönmüş bir adım atacaktım ki Rüzgar beni bileğimden tuttu. Acıtmamıştı ama tutuşundan bir mesaj vermek istiyor gibiydi. Tekrar yalnız başıma iş yaptığımı mı ima etmeye çalışıyordu?
“Ben de geleceğim.”
Güvenliğin duymayacağı şekil de fısıldadım. Adam çok yakın da sayılmazdı fakat önlem almak ya fayda vardır. “Tehlike de olan Ozan. Katil bir şekil de buraya gelirse, güvenliği geçerse, Ömer tek başına karşı koyamaz. Sadece acile kadar gidip geleceğim. Orada bir sürü insan var. Merak etme.” Katil gelse bile onu nasıl tanıyacağımızı bilmiyorduk. Fakat hayatımızın bu kadar içinde olan adamı hastanede tesadüf eseri, öyle bir tesadüf ki Ozan’ın kapısının önünde bulsak bir şeyleri anlayabilirdik.
Gözlerin de endişeyi görmek garip bir şekil de beni mutlu etmişti. Benim için endişeleniyordu. “Dikkatli ol. Telefonun açık olsun.” Başımı olumlu anlama da sallayıp gülümsedim. Rüzgar yavaşça bileğimi bıraktığın da yanından hızlıca ayrıldım. Acil servis girdiğim de çokta kalabalık olmadığını gördüm. En azından yatan hasta sayısı azdı. Kızıl saçlarından tanıdığım Bade’nin yanına vardığım da başında kadın bir hemşire, serumu ile ilgileniyordu. Kaşlarım istem dışı çatıldı. Yoksa katil Ozan’ı gösterip Bade’yi mi hedef almıştı? Kalbim bu düşünce ile hızlanırken kadın hemşirenin kolundan tuttum. “Bu serumun içinde ne var?”
Kadın korkuyla sıçradı. “Hanımefendi ne yapıyorsunuz? Bırakır mısınız kolumu?”
Canını acıtacak şekilde elimi kolundan hızlıca çektim. Ellerine baktım ama ne bir iğne, ne de farklı bir şey vardı. “Ne yapıyorsun dedim burada?”
Kadın anlamaz gözlerle bakıyordu. “Serumun akışını biraz daha hızlandırdım. Bu kadar.”
Kadını baştan aşağıya süzüp ondan uzaklaştım. “Tamam.” Kadın bana, sanki ona, “benim iguanalar kadar uzun dilim var,” demişim gibi tuhaf bakışlar atıyordu. Haklıydı da. Kısa bir süre Bade’nin başın da durdum. Uyuyordu ve bir sorun görünmüyordu. Rüzgar ise bana sürekli mesaj atıyordu. Son attığı mesaj sadece bir dakika önce gelmişti.
*Rüzgar: Hala aynı yerdesin değil mi? Etrafta gözüne batan bir şey var mı?*
*Küçük Kelebek: Daha kaç defa söylemem gerek? Her şey normal. Bade’nin serumunun bitmesini bekliyorum.*
*Rüzgar: Bir şey olursa hemen haber ver. *
*Küçük Kelebek: Tamaaam!*
Neredeyse her dakika başı iyi olup olmadığımı soruyordu. Ona bir şey olasından ben de korkuyordum. Ne kadar söylensem de bu yaptığı çokta iyi oluyordu. Onu merak etmeye başladığım da bile mesaj geliyordu. Böylece ona sormama gerek kalmıyor, iyi olduğunu anlıyordum.
Adrenalinden olsa gerek tuvaletim gelmişti. Bade’nin yanında ayrılıp tuvaleti aramaya karar verdim. Hastanenin diğer yerlerinin aslın da ne kadar da kalabalık olduğunu gördüm. Acil servis hastaları sıraya girmişti. Bir sürü saçma sapan üzerlerin de ok işareti olan resim vardı ama ben tuvaleti asla bulamıyordum. Burası bizim her zaman gittiğimiz hastane değildi. Eve en yakın hastane bu olduğu için buraya gelmiştik. En son başka bir ok ile merdivenlerden aşağıya indiğim de karanlık bir koridor ile karşılaştım. Hareket görünce açılan ışık sensörlerinden olmalıydı. Koridora yavaş adımlarla girip ışığın beni görmesi için ellerimi havaya kaldırıp salladım. Fakat yine de açılmamıştı. Etraftaki karanlıkla beraber korku bir ok gibi kalbime saplanmıştı. Buradaki tuvalete girmektense altıma kaçırmayı tercih ederdim.
Telefonumun flaşını açmak için arka cebime elimi atmış ve küçük adımlarla arkamı dönmüş giderken hızlıca diğer koridordan çekildim. Elini ağızıma kapatmış biri tam olarak arkamdaydı. Diğer eli ise belimi sarmalamıştı. Korkuyla çığlık atmaya çalıştım fakat sesim, dudaklarımı gizleyip bastıran el yüzünden boğuk çıkmıştı. Kalbim normalimden on katı hızlı atarken başka bir çığlık atma deneyimin de arkamdaki kişi belimi sıktı. “Şşt.” Kulağıma yaklaştı. “Birilerini başımıza toplamak istemeyiz.” Güldü. “İşimi kolaylaştırdığın için teşekkür ederim.” Onu göremiyordum vücutlarımız birbirine yapışık durumdaydı ve bu durum beni çok rahatsız ediyordu. Sesi ise boğuk geliyordu. Sanki hem sesini değiştirerek konuşuyor, sesini boğuyor, hem de ağzına bir mendil koymuş gibiydi. Bir şeyler yapmıştı ve ben kulağımın dibindeki insanın sesini zor anlayabiliyordum ama sesini asla algılayamıyordum.
Katil.
Kollarının arasındaydım ve kurtulamıyordum. Her kurtulma çabam da beni daha çok sıkıyor ve kendine bastırıyordu. Arkamdan hissettiğim varlığı gözlerimi yaşatıyor, midemi bulandırıyordu. Aklıma gelen çirkin düşünceler kusma isteğimi körüklüyordu.
Yanılmıştım. Katil Ozan’ın ya da Bade’nin peşin de değildi. O bu planı beni yakalamak için yapmıştı. Onun için herkes bir piyondu. Bana ulaşmak için kullandığı, değer vermediği piyonlar... Ama bilmediği bir şey vardı. Bana ulaşmak için kullandığı piyonlar, onu şah mat edebilirdi.
Katil kulağımın yanın da olan dudaklarını uzaklaştırmış, saçlarımın arasına öpücükler bırakıp, derin nefesler alıyor, saçlarımı kokluyordu. Midem bulanıyordu. Bana her dokunuşu bedenimin tiksintiden titremesine neden oluyordu. Tam şu an da ölmek istiyordum. Şu an ölümün beni almasını istiyordum. Bedenim bu iğrenç yaratıktan kurtulamasa bile yaralı ruhumun kurtulmasını istiyordum. “Çok güzel kokuyorsun...” Zar zor yutkunup o an kokumu beğendiği için bile kendime kızdım. “Kanın da böyle güzel kokuyor mu acaba?” Ağzımdaki elini çekip cebine uzandı. “Bağırmayacağını biliyorum. Bağırırsan neler yapacağımı biliyorsun” Cebinden çıkarttığı şeyi kollarının altın da kıpırdatamadığım elime değdirdi. Soğuk, çubuk gibi bir şeyi sadece bir an elimde değdirip geri çekti. Sonra tekrar uzattı ama bu sefer daha da soğuktu. Ve... Keskindi. Elindeki şey bir bıçaktı. Bıçağın keskin kısmını değdirdiği an da telefonum çalmaya başladı.
Lütfen Rüzgar arıyor olmasın.
Arkamdaki katil bir an duraksadı. Hareket etmeye çalıştığım an da daha sıkı tuttu. Onu buraya çağırırsa iyi şeyler olmazdı. “İmdat! Yardım e-“ Elindeki bıçağı hızlıca cebine koyup ağzımı sıkıca kapattı. Öyle çok sıktı ki çenemin kırılacağını sandım. Kendimi kurtarmak için haykıramamıştım bile. Öldürecekse bunu hemen yapmasını istedim, bu adamın ellerin de acı çekmeyi, ölmeyi dilemek yerine ölümün kendisini tercih ederdim.
“Şşt.” Dedi tekrardan. “Bir daha bağırmak yok prenses.” Kulağıma iyice yaklaştı. “Beyaz kelebek seni bırakıp gitti. Derdine tek çare Siyah Kelebekten gelecek.”
Telefonum tekrar çalmaya başladı. “Şimdi o güzel dudaklarını serbest bırakacağım. Ama bağırırsan...” Burnundan gülmeye benzer bir ses çıkardı. “İşte o zaman melodi gibi gelen çığlıklarının çıktığı ses tellerini ve asla kendimden ayırmak istemeyeceğim dudaklarını kesmem gerekebilir.” Sessiz kalıp yutkundum. Yanağımı öpmek için yaklaştığın da başımı diğer tarafa çevirdim. O ise boynuma bir öpücük bırakıp boynumdan derin nefesler aldı. Gözyaşları yanaklarımdan süzülürken telefonum çalmaya devam ediyordu. Arama Rüzgar. Sadece buradan hemen gidin. Lütfen... Bu belaya benim yüzümden bulaştınız. Belki şimdi sizin kurtulma fırsatınız vardır…
Katil ağzımdaki elini çekip kolunun altın da kalan belime yerleştirdi. Ardından yavaşça aşağı doğru indirdi elini. Dokunduğu her yere zehir bırakıyordu. Asla unutamayacağım türden zehirlerdi bunlar. Arka cebimdeki telefonu çıkartıp arayan kişiyi benim de görebileceğim şekil de gösterdi.
“Rü-rüzga-“
“Şşt.” Çenesini omuzuma yasladı. “Telefonu açıp ona güzel bir sürpriz yapalım mı güzelim?” Rüzgar’ı meşgule atıp telefon kilidimi açtı. Şifremin M harfi olduğunu nerden biliyordu? WhatsApp’a girip Rüzgar ile konuştuğumuz sayfaya tıkladı. Yazışmalarımıza göz gezdirirken belimdeki elini iyice sıkmıştı ve artık zonkluyordu. Kamera kısmını açıp kendini göstermenden benim fotoğrafımı çekti. Bir flaş patladı ve ağlamaktan şişmiş gözlerim, dağılmış saçlarım ile çekinen fotoğrafımı Rüzgar’a attı.
Mesajlara tekrar baktıktan sonra telefonu kapatıp cebime koydu. İki eliyle belimi sarıp sanki mümkünmüş gibi beni kendine daha çok bastırdı. “Bu kadar çok konuşuyorsunuz ha? Ben de seni bir yılandan kurtarsam benimle de böyle konuşur musun?” Sesi nefes nefese, avına saldıracak bir aslan gibi çıkıyordu. “Cevap ver!”
Titreyen sesimle fısıldadım. “Be-ben-“
“Aşık mısın ona? Ha? Söyle. Seviyor musun onu?”
Bağırmasına daha fazla dayanamadım. “Evet!”
Gülmeye benzer bir ses çıkardı. “Beni de sever misin? Sana seveceğin şeyler yapabilirim güzelim.” Daha fazla dayanmadım ve öğürmeye başladım. Arkamda hissettiğim varlığını bünyem daha fazla kaldıramamıştı. Tekrar ve tekrar öğürmeye başladığım da katilin elleri gevşedi. O an da öğürmelerime bir ses daha eşlik etti. Alarm sesi. Yangın alarmının sesi. Ah. İçimde hissettiğim umut yaralı bir ruha az bir şey midir? Rüzgar beni kurtarmaya çalışıyordu. Nerde olduğumu bilmeden, sadece çalışıyordu. Üstümüze sular yağmur gibi yağmaya başladığın da kendimi daha fazla tutmadım. Son defa öğürdüğüm de katil beni ileriye itip yer düşmemi sağladı. Kusmaya başladığım da yanımdan uzaklaşan ayakkabı seslerini zar sor duyuyordum. Orada saniyeler süren, ama bana asırlar gibi gelen bir süre boyunca yalnız kaldım. Başımdan aşağı ıslanıyordum ve karanlık, ıssız bir koridorda kusuyordum.
Kulaklarıma gelen ses... Kurtarıcımın sesi. Bağırma sesleri... Benim adımı haykıran sesler... Aklıma gelem şeyle kan adeta beynime sıçradı. Katil hala burada olabilirdi. Gözyaşları için de kusarken kendimi duraklatmaya çalıştım. “Gelmeyin!” Nefes nefese kalırken tekrar öğürüp kusmaya başladım. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Kalbimden yaşlar akıyordu. Ruhum kan kaybediyordu.
Nefes nefese kaldığım da yanıma bir siluet belirdi ve yanaklarımı tutup kendine çevirmeye çalıştı. Ellerimde onu itmeye çalıştığımda sakinleştirici sesini duydum. “Sakinleş küçük kelebek. Ben geldim.” Göz göze geldiğimiz de gözlerinde gördüğüm korkuyu hiç bir yerde görmediğimi ve göremeyeceğimi fark ettim. Telefondan gelen flaşı Ömer tutuyordu. Onun da gözlerin de telaş ve korku vardı. Gözlerimi tekrar grilerin sahibine çevirdiğim de daha fazla dayanamadım. Az önce yaşadıklarım aklıma gelince öyle çok ağlamak, çığlık atmak istiyordum ki... Çığlık atmadım. Ama göz yaşları içerisin de, hıçkırmaya başladığım an da Rüzgar ne kadar kötü bir halde olduğumu umursamadan beni kendi göğsüne çekip sıkıca sarıldı.
Katil beni arkamdan yakalayıp savunmasız bırakırken Rüzgar benim önümden sarılmış, beni tüm benliği ile kabul etmişti. Ne eksik, ne de fazla.
Saçlarımı okşuyordu, sarılıyordu. Ne yaşadığımı bilmiyordu. Kendimi kirli hissediyordum. Saçlarımı yavaşça okşadı ve başıma küçük bir öpücük koyup çenesini başıma yasladı. Her hareketi bana katili hatırlatıyordu. Rüzgar yanımda olmaya çalışsa da, sakinleştirmek için her dokunduğunda aklıma dakikalar önce yaşadıklarımın düşmesine neden oluyordu. Sakinleşmeye çalıştım. O katil değil. O Rüzgar. Bana zarar vermez, bana iznim olmadan kötü niyetle dokunmaz. O Rüzgar. Beni kurtardı.
Onun kollarının arasındayken başka bağırma sesleri daha geldi. “Aden! Kardeşim nerede!?”
Ömer flaşı arkasına doğru çevirip bağırdı. “Burada! Gelin!” Ömer’in arkası bize dönükken Rüzgar başımı yavaşça kaldırdı ve alnıma, içinde binlerce anlam içeren küçük bir öpücük bıraktı. “Görüşürüz.” Cevabına. “Görüşür müyüz?” Sorusu gibiydi.
Tekrar göğsüne yaslamak yerine başım omuzlarına gelecek şekil de sıkıca sarıldı. Ömer tekrar bize döndüğün de Ozan’da hızlı adımlarla yanımıza ulaşmak üzereydi. Ozan iyiydi. Katil ona dokunmamıştı. Herkes iyiydi. Benim dışım da herkes iyiydi. Ozan’a sarılmak için Rüzgar’dan ayrıldığım da daha Ozan’a dönemeden o çevirip bana sıkıca sarıldı. “İyi misin kardeşim?”
Başımı olumlu anlam da salladım. Konuşursam sesimin titreyeceğini biliyordum. Bade de dağınık saçları ile Ömer’in yanın da korkuyla bana bakıyordu. Ona ufak bir tebessüm yolladığım da dişlerini göstererek burukça gülümsedi. Ozan’ın beni bırakmayacağını fark edince sesimin titrememesi için derin bir nefes alıp kendimi sıkarak konuşmaya çalıştım. “Her taraf kusmuk için de Ozan. Bana bu kadar sıkı sarılmamalısın.”
Daha sıkı sarıldı Ozan. “Kusmuğun da yatar kalkarım ne diyorsun sen be!”
Ciddi ciddi düşününce istem dışı tekrar öğürdüm. Midemin bu kadar bulanması normal miydi? Kendimden iğrenmem normal miydi? Ozan korkuyla benden çekildiğin de bu hareketine gülmek istedim fakat berbat bir haldeydim. Katil yüzünden kendimi mide bulandırıcı hissediyordum. Temizlenmeliydim. Fakat su ile değil. Katilin kanı, ruhumdaki kanamayı durduracak, ruhumu temizleyecekti.
Yaşadıklarımı düşünmemeye çalışırken Ömer yavaş adımlarla yanıma yaklaştı. Elindeki ışığı gözlerimin kamaşmaması için havaya doğrulttuğu halde yüzümü net bir şekilde görebiliyordu. Tam dizlerimin dibine oturdu. Tek dizini katlamış, sağ ayağını yere basıp dirseğini dizine yaslamış, bana bakıyordu. Çatık kaşları, kahverengi gözleri ile bana bakıyordu. O gözler çok şey ifade ediyordu. Ya da ben onu çok iyi anlıyordum. Gözlerin de endişeden doğan bir öfke vardı. Aynı öfkeyi Rüzgar’da da görmüştüm. Bu kadar çok ortak noktaları olup düşman gibi olmaları çok üzücüydü.
“Ne yaptı sana?” Diye sordu kısık bir sesle.
Gözlerim dolarken başımı iki yana salladım. Tekrar ağlamaya başladığım da beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Teselli sözcüklerinde bulunmadı. Olamayacağımı biliyordu. Sadece sıkıca sarıldı ve yanımda olacağını hissettirdi. Gözyaşlarım yanaklarımdan delmeye devam ederken bize iki adet el feneri tutuldu. Şaşkınlıkla başımı Ömer’in göğsünden kaldırdığımda diğer herkesin de merakla el fenerlerinin sahiplerine, iki itfaiye görevlisine baka kaldık.
Biri kadın, biri ise erkekti. “Çabuk buradan çıkmalısınız. Yangın var!” Ömer ayağa kalkıp bana elini uzatmıştı ki Rüzgar iki adım da yanıma gelip eğildi ve beni kucakladı. Şaşkınlıkla Rüzgar’a bakarken o önüne bakıyor, sert ama seri adımlarla merdivenlere doğru yürüyordu. Göz ucu ile omuzunun üzerinden arkasına baktığım da bizimkilerin de hızlı adımlarla geliyor olduklarını gördüm. Başımı omuzuna, burnumun tam boyun kavisine gelecek şekil de koyup derin nefesler aldım. Kimsenin beni görmesini istemiyordum. Kimseyi görmek istemiyordum. “Her şey geçecek. Orada ne oldu, ne yaşandı bilmiyorum ama hepsi geçecek.” Derin bir nefes aldı hastaneden çıkarken. “Geçireceğiz. Beraber, Küçük Kelebek. Beraber.”
•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•
Zaman. Bu kavram bana her zaman sihirli gelmişti. Zamanın ilerlemesini beklerken zaman sanki sabrı öğrenmemiz için yavaş akardı. Bize inat yavaş değil, bizim için. Bazen ise sevdiğiniz bir an da zamanın durmasını isterdik. O büyüleyici an da sonsuza kadar kalmak... Bu sefer de güzel anılarımızın değerini bilmemizi öğretirdi. Zaman, en çokta her şeyin akıp geçtiğini anlatmak isterdi. Zamandan öğrendiğimiz belki de en önemli ders buydu. Her şeyin geçeceğini öğretmesi...
Annem öldü. Bu acı beni öldürür sandım. Günler geçmek bilmedi. Anneannem öldü. Öleceğimi, hayatın benim için bittiğini düşündüm. Ölmedim. Sabrı öğrendim. Bize en çok acıyı da, en büyük dersi de veren zamandı aslında. Sevdiğim öldüğün de hayat bir daha eskisi gibi olmaz sanırsın. Olmaz da zaten. Artık daha güçlü kalkarsın ayağa. Acı verici belki ama eninde sonunda, bir kaç sıyrık ile yeni gibi olursun.
Zaman akar ve sen acı çekersin.
Zaman akar ve sen değişirsin.
Zaman akar ve herkes değişir.
Zaman akar ve kimse bunu durduramaz.
Yatağıma yatmış, son iki hafta boyunca yaşadıklarımı düşünüyordum. Zaman hızlı geçmişti. Ama ilk günüm... Ah, o ilk gün iki haftadan daha uzun gelmişti. Banyo yapmıştım önce. Bütün bedenimi canım acıyana kadar çitilemiştim ama izlerini geçirememiştim. Giyinip yatağıma geçtim daha sonra. Yusuf abi aşağı da kıyamet kopartıyordu. Neler olduğunu sorup duruyordu. Hiç birini umursamadan, adeta bir ruh gibi yatağıma yatmıştım. O bile değildim sanki. Ruhum çekilmiş gibi hissediyordum. Yatağım da uykuya dalmam yarım saatimi almıştı. Yarım saat, bir gün gibi gelmişti. Uyuyamıyor, başka bir şey de düşünemiyordum. Tek düşündüğüm katilin bana yaklaşımıydı. Dokunuşları... Dokunduğu her santim adeta zehirlenmiş, o zehir vücuduma, ruhuma bulaşmış gibiydi. Bana dokunduğu her santimini hatırlıyordum. Uykuya daldığım da bile huzurum yoktu. Kâbuslardan uyanıp duruyordum. En son uyurken çığlık attığım da başım da Rüzgar’ın korkuyla bana bakması afallamama neden olmuştu. Sakinleştirmeye, her zaman yanımda olduğunu söylemişti. “Sen rahatça uyu Küçük kelebek. Ben kimsenin seni rahatsız etmemesi için burada bekleyeceğim.” Kimseden kastı katildi. Beni korumaya çalışıyordu fakat artık çok geçti.
İki haftanın sonunda Ozan çoktan ayaklanmıştı. Onunla tamamen iyileştikten sonra çok dalga geçmiştik. Hala da geçiyorduk. Ben mi? Hayat eskisi gibiydi işte. Ya da ben öyle görmeye çalışıyordum. Zordu toparlanmam ama her an başka bir saldırıya uğrayacağımın bilincin de yaşamak beni buna zorluyordu. İnsanın acı çekmeye bile izni olmaz mıydı? Her gece kâbuslar görüyordum. Her gün banyo yapıyordum fakat hissettiğim kir geçmiyordu. İkinci hafta ise sınavlarımız vardı. Geçen hafta abartısız hayvan gibi çalışmıştık. Bu benim için bir yandan iyiydi. Derslere odaklandığımda aklıma o anlar gelmiyordu. Ders yaparken uyuya kaldığımda kâbus görmüyordum. Neyse ki sınavları atlatmıştık. Sonuçlar ise daha çıkamamıştı. Yarıyıl tatili geliyordu. Havalar ise tamamen soğumuştu. Kısa kollu ile dışarı çıkan zatürre olarak eve dönebilirdi.
Bu gün ise son sınavları olmuş, eve dağılmıştık. Rüzgar’ın sınavları bizden bir gün önce bittiği için o okula gitmemişti.
Şu an ise kitaplığımı incelerken bir şeylerim eksik olduğuna karar vermiştim. Neydi bu eksik? Kitaplığımdan hangi kitap eksilmişti? Duvara monteli, tahta raftandı kitaplığım fakat raflar kitap boyutlarına göre ayarlandığı için gerçek bir kitaplık izlenimini veriyordu.
Neyin eksik olduğunu bulamadığım için oflayarak alt kata indim. Rüzgar’ın arkası dönük telefona baktığını gördüm. Günlerdir benimle uğraşıyordu. O başımda beklediği gecelerde kâbus görmediğimi fark etmişti ve geceleri uzun bir süre odamdaki masanın yanına oturup benim uyumamı bekliyordu. Bazen gidiyor, ben masa başında uyuya kalıyordu. Benim için felaket geçen günlerin onun için iyi geçtiği söylenemezdi.
Yavaşça yürüyüp Rüzgar’ın gözlerini kapattım. Korkmasını ya da irkilmesin bekliyordum fakat o tepkisizlik abidesi olarak sadece başını dikleştirdi. “Ben kimim?”
Başımı Rüzgar’ın yüzünü görmek için ileriye uzattığım da yüzünde küçük bir gülümseme olduğunu gördüm. “Aysel mi?”
Kaşlarım çatıldı. “Ne? Aysel kim?”
“Haa çok pardon. Melisa.”
Vücudumdaki sinir sanki dışarıdan enjekte edilmiş gibi anın da sinirlenmiş, kalbim göğsümü delip Rüzgar’a kafa göz girecek gibiydi. “Onlar kim ya!”
“Gözlerimi oymak ister gibi bastırmayı bırakır mısın?” Duraksadı. “Aaa Aden, sen miydin yoksa?”
Gözlerinden ellerimi çektiğim de gülerek kollarını göğsünün hemen altın da bağlayan, onu öldürecek gibi bakan bana döndü. “İlkten tanıyamadım. Kusura bakma.”
“Aysel ile Melisa’yı iyi tanıdın ama.” Sinirle yanından geçip giderken beni bileğimden tutup kendine çekti. Öyle hızlı çekmişti ki kafamı göğsüne çarpmıştım. Bir şey demek yerine ondan kurtulmaya çalıştım fakat bir eli bileğimi, diğer eli de belimi sıkıca tutarken bu imkânsız gibi bir şeydi. “Bıraksana be! Çakma wattpad erkeği seni!”
Tek kaşını alayla kaldırdı. “Nerem çakma wattpad erkeğiymiş benim? Benden çokta güzel orijinal wattpad erkeği olur.”
Debelenmeyi bırakıp alttan ona baktım. Alttan baktım çünkü boyu benden uzundu. Neden şu an bu kadar sinirli hissediyordum? Dışarıdan köpeği andıran bir şekil de Rüzgar’ı kokladım. Ve o bunu gördü. Ve ben onu kokladım. “Hiç sigara ve lavanta kokmuyorsun. Sıfır.” Çok daha güzel kokuyordu.
İki haftanın sonunda ilk defa onunla normal konuşabiliyorduk ve bunu fark eden Rüzgar esaslı bir kahkaha attı. “Neden lavanta ve sigara?” Uzatmak istediği belliydi.
Gözlerimi ondan çekip tam önüme, göğsüne odakladım. Sanki göğsüne değil de, normal bir yere bakıyor gibi davranıyordum. “Cringe Wattpad erkekleri lavanta ve sigara kokar. Ayrıca kaslı ve boyunları u-“ derken duraksadım. Başımı yavaşça kaldırdığım da alayla bana baktığını gördüm.
“Sanırım son dediklerinden bir artı aldım, ne dersin?”
Yutkundum. “Tamam olabilir.” Ellerinin gevşediğini fark ettiğim de hızlıca kollarının arasından ayrılıp koltuklara doğru yürüdüm. “Aysel ve Melisa’yı kollarının arasına alsana sen. Niye yanımdasın?”
Arkamdan geldiğini hissediyordum. “Seni sevdiğim için yanındayım.” Olduğum yerde duraksadığım dudaklarımda ufak bir tebessüm oluşurken yavaşça arkamı döndüm. Elleri cebinde, tepkimi merak ederek gülümseyen ve bana bakan bir adet Rüzgar vardı. Biraz arkasın da ise Bade, kocaman açtığı yeşil gözleri ile içine Arı’yı geçtim kovanın bile girebileceği kadar çok açılmış ağzı ile bize bakıyordu. Rüzgar’ın dediğini duymuştu.
Göz göze geldiğimiz de kendini tutmak yerine haykırdı. “Oha!” Rüzgar birden duyduğu, evi sallayan ses ile arasını dönüp Bade’yi görünce bıkkın bir nefes verip güldü. Haklıydı. Her beni sevdiğini söylediğin de resmen basılıyorduk. “Lan ben demiştim!” Bade koşarak yanıma geldi ve beni kollarımdan tutup sarstı. Bu kızı Ozan’dan uzak tutmam gerekiyordu. Resmen onun gibi manyak bir şeye dönüşmeye başlamıştı. “Ben demiştim ulan sana enişte geliyor diye!” Hızlıca sarstı beni. “Demiştim! Demiştim!”
Ozan üst katın merdivenlerini birer ikişer atlayarak geldi yanımıza. “Ne oluyor burada!?”
Rüzgar kıstığı gözleri ile baktı Ozan’a. “Baktın yetişemiyorsun. Elçilerini yollamaya başladın dimi?”
Ozan şaşkın bakışlarını bana, Bade’ye, ardından tekrar Rüzgar’a çevirdi. Yüzün de ki şaşkınlık silinip yerini sinsi bir gülümseye bıraktı. “Güzel bir anınızı bozdu değil mi?”
Bade korkuyla bıraktı kollarımı. Eliyle ağzını kapatırken Başını iki yana salladı. “Hayır... Bunu yapmış olamam hayır...”
“Yaptın Zümrüt gözlüm!” Dedi Ozan keyifle. “Hem de ne güzel yaptın! Onları gören gözlerini, çığlık atan ağzını öpeyim senin!” Bade her zaman yaptığını yaptı ve kusuyormuş gibi ses çıkardı. Ozan ise onu tasdiklemeyen bakışları ile başını yavaşça sağa sola salladı. “Bu fırsatı sen kaçırdın.”
Aralarına girip aklıma o an gelen fikrimi söyledim. “Şevket amcanın yanına gidelim mi?” İki haftadır okul harici dışarı çıkmamıştım ve bana iyi gelecek yeri çok iyi biliyordum. Okul… Ayaz her sabah bir şeylerin ters gittiğini anlamış olacak ki nasıl olduğumu sorup duruyordu.
“Aman Allah korusun.” Diyen Bade yanımdan ışık hızlıya geçip üst kata gitti.
Ozan’a sevimli sevimli gülerken kaşları kaldırıp indi. “Asla. Son seferden sonda öldürsen de gelmem. İki buçuk saat kitapçı da tuttun beni... Psikolojim bozuldu benim. Asla gelmem.”
Omuzlarımı düşürdüm. “Aman be...”
Rüzgar yalandan boğazını temizledi. “Burada başka birileri daha var sanki...” Alıngan bir ifade ile bana baktığın da gülümsedim. “Benimle gelir misin Rüzgar?”
İsmini söylediğim de dudakları yukarı kıvrıldı. “Çok ısrar ettin. Geleyim bari.”
Uzattığı koluna girdim. “Hadi.”
Ozan’ın yerin de kıpırdandığını gördüm. “Ben de mi gelsem ya...”
“Hayır. Sen benimle gelmek istemedin. Ben de seni istemiyorum. Rüzgarcığım ile gideceğim.” Rüzgar’ın keyifle güldüğünü görebiliyordum. Kapının önüne geldiğimizde kolundan çıkıp ayakkabılarımı giydim. Beraber dışarı çıktığımız da arabaya binmek yerine yürümeyi seçmiştik.
“Rüzgarcığın gelir tabi seninle.” İçimde hissettiğim anlamsız utanca karşılık belli etmemek adına gülümseyerek ona döndüm.
“Ben de diyorum neden bu kadar keyiflisin.”
“Tek buna değil. Ozan’ın yüz ifadesini gördün değil mi? Bütün günüm keyifli geçebilir.” Rüzgar ile konuşmayı, gezmeyi, kısaca için de Rüzgar’ın bulunduğu her şeyi özlemiştim. Beraber sessizce kütüphaneye kadar yürümüştük. Normalde sohbet edecek konular bulurduk fakat ilk defa ikimiz de sessizliği seçmiştik. Bu sessizlik hiç rahatsız etmemişti. Aksine, rahatlamıştım. Şevket Amca’nın yerine geldiğimiz de içeri girmeden önce Rüzgar göz ucu ile bana bakınca duraksadı. “Neden kızardın?”
“Ben mi?”
Çattığı kaşları alayla yukarı kalktı. “Hayır, ben kızardım. Ama sana soruyorum.”
“Çok gıcıksın.”
Çenesini gururla kaldırdı. “Âşıksın diye yorumladım.”
İçeriye gireceğimiz sıra da bir kişi çıkınca durmak zorun da kaldık. Çıkan erkek göz ucu ile bana bakıp önüne döndü. Ardından şok geçirmiş biri ifade ile tekrar baktı bana. “Aden!”
Kaşlarım çatıldı. “Sen kimsin be?” Evet. Hayatım da verebileceğim en iyi cevap buydu.
Küçük bir kahkaha attı. Bu salak oğlan neden bu kadar mutluydu? “Tanımayacağını tahmin etmem gerekirdi. Mete ben. Hani size babaannem ile misafirliğe gelmiştik.” Yüzündeki gülümseme soldu. “Gerçi babaannem şu an hayatta olmadığı için tanır mısın bilmiyorum. Selime Teyze’yi tanıyor musun?”
İsmini duyduğum da sertçe yutkundum. Selime Teyzenin torunu, bizim eve bir kaç misafir ile gelip kitaplarımı karıştıran Mete. Rüzgar destek olmak için elini belime koyarken yutkundum. “Tanıyordum. Başın sağ olsun.”
Mete yüzündeki hüznünü gülümseme maskesi ile kapattı. “Sağ ol. Her neyse. Kitap almaya mı geldin?”
Kitapçının önündeysek kesinlikle yemek yemeye gelmişimdir. Yine de ters çıkışmak yerine başımla onu onayladım. “Evet.”
“Burası gerçekten çok güzelmiş. Artık hep buradayım.” Elindeki Romeo ve Juliet kitabını gösterince yüzümü buruşturdum. “Çok güzel.”
Mete’nin gözleri Rüzgar’ı, ardından belimdeki elini bulunca gözlerindeki neşe kayboldu. “Sevgilin var bakıyorum?”
Başımı iki yana salladım. “Sevgili değiliz.”
Başıyla beni onayladı. “Anlıyorum. Neyse, sonra görüşürüz.”
“Görüşürüz.” Mete yanımızdan geçip giderken Rüzgar’ın yaptığını yeni fark etmiştim. Destek olmak için koymamıştı elini belime. Resmen çocuğa bana yürümemesi için aklı sıra göz dağı vermişti ve başarılı olmuştu. İçimdeki gaddar tarafım hemen öne atıldı. “Birde bayıl istersen Feriha? Abartma.” İyilik meleği tarafımın şu an onu gırtlaklayıp kanatlarına kan bulaştırdığıma edindim.
Şaşkınlıkla Rüzgar’a baktığım da o elini belimden çekip kütüphaneye girdi. Şevket amcanın yerine bir isim veremiyordum. Hem kitapçı, hem de kütüphaneydi. Rüzgar yüzüme bakmadan tuttuğu kapıdan hızlıca geçtiğinde gözlerimi Rüzgar’dan alamıyordum. Sevgili olmadığımızı söylemem mi alınmıştı? E ama değildik ki.
Şevket amca kasadan başını kaldırıp bizi gördüğüm de yüzündeki ciddi ifade yerini gülümseye bıraktı. Gülünce kısılan gözleri ve daha da belirginleşen yüz çizgileri ile zayıf olup çok tontiş bir amcaydı. Yanına vardığımız da benim de gülümsemem genişledi. “Nasılsın Şevket amca?”
“İyiyim kızım. Sen nasılsın? Nasıl hissediyorsun kendini?” Anneannem vefat ettiğinde de sürekli yanımda olmuştu. Karısı ile beraber bana sürekli destek çıkmış, Anneannem’in yerini aratmamaya çalışmışlardı. Onları çok seviyordum.
“Bende iyiyim.”
Şevket amcanın gözleri Rüzgar’ı buldu. “Sen nasılsın delikanlı?”
“İyim Şevket amca. Sen nasılsın?”
“Bende iyiyim sağ ol.”
“Biz biraz gezinelim. Tekrar geliriz amca.”
Güldü. “Mecbur geleceksin. Kitap almadan çıkmıyorsun hiç bir zaman. Kasiyer de ben olduğuma göre. Bana mecbursun.” Gülümseyerek Şevket amcanın yanından ayrılırken huzurla derin bir nefes aldım. Buranın havası bile farklıydı.
•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•
Sanırım bir saattir buradaydık. İlk yarım saat boyunca kitap bakmış, alacağım kitapları seçmiştim. Kitapların içinde olmak bana her zaman iyi gelmişti ve bu etkisini hala sürdürüyordu. Hele yanımızda bana hadi demeyip bilmese bile sohbet etmeye çalış biri varken… Rüzgar kitap alma konusunda da bana yardımcı olmaya çalışıyordu fakat gösterdiği kitapların çoğunu çoktan okumuştum.
Sonraki yarım saatte ise ikimizin de seçtiği farklı kitapları kütüphanede okuyorduk. Kitaptan başımı biraz kaldırıp göz ucuyla Rüzgar’a baktığım da ciddi bir şekilde kitap okuduğunu gördüm. Kendimi tutamayıp kıkırdadığım da Rüzgar gözlerini kırpıştırarak başını kitaptan kaldırıp bana baktı. Şu an gözüme o kadar tatlı geliyordu ki Ozan’ın dediği gibi ağzını öpesim gelmişti. “Dünyayı mı kurtarıyorsun? Kitap mı okuyorsun?”
Derin, dertli olduğuna emin olduğum bir nefes verdi. “Kitap okuyarak nasıl dertlenilir onu çözüyorum...”
Elindeki kitabı çok önceden okumuştum. Kitaptaki kızın obsesif kompulasif kişilik bozukluğu vardı ve öldürdüğü insanları hatırlamıyordu. Diğer taraftan başka bir kişiliği ise öldürme olaylarından kendini ustaca sıyırabiliyordu. Şu an beyni yanmış olmalıydı. Saçlarımı karıştırdı. “Az derdim vardı sanki daha da dertlendim.”
Uzanıp kolunu sıvazladım. “Alışırsın.”
Rüzgar bana, “Hiç sanmıyorum. Kitaptaki kız tek değil, benim de psikolojimi bozuyor.” Bakışı atmıştı. Her şeyin bir bakışı olduğu gibi, bunun da bir bakışı elbette vardı.
O sırada Şevket amca elinde bir kaç kitap ile yanımıza gelmişti. Gözleri Rüzgar’ın kolundaki elime kayınca dudakları aralandı. Yanlış anladığını fark edip elimi hızlıca çektim. Şevket amca bu hareketime karşılık kaşlarını çatmıştı. “Kız! Sevgili misiniz siz? Neden benden gizliyorsun?”
Derin bir nefes verip dirseğimi masaya, başımı da elime yerleştirip Şevket amcaya baktım. “Sevgili değiliz.”
“Henüz.” Arkamdan gelen sesle kolumu masadan çekip şaşkınlıkla Rüzgar’a baktım.
Şevket amcanın kafası karışmışa benziyordu. “E şu an neden değilsiniz?”
Sorduğu soru ile bende afalladım ve verecek bir cevap aradım. “Şey. Eee... Çünkü teklif etmedi.” Diyerek topu Rüzgar’a attım. Ayrıca teklif almadan sevgili olanlara karşıydım. Ne bu hödüklük? İnsan bir sorar değil mi? Biraz romantik bir teklif fena olmazdı mesela.
Rüzgar’ın sesi alaylı çıkmıştı. “Teklif etmemi mi bekliyorsun?” Bu çocuktan asla romantik bir teklif beklemiyordum. Arada güzel şeyler söyleyip kalbime indiriyordu ama biliyordum. Onun da için de bir hödük yatıyordu. Sonuçta ne derler? Erkeğin burcu ne olursa olsun, yükseleni öküzdür.
Rüzgar cevap beklercesine bana bakarken ne demem gerektiğini bilmiyordum. Yutkundum. “Tüm kızlar teklif ister.” Gözlerimi kıstım. “Aysel ve Melisa istemediyse orası ayrı tabii.”
Rüzgar gülerek burun kemerini sıktı. “Yine nerden çıktı onlar?”
“Bilmem. Nerden çıktı Rüzgarcığım?” Şevket amca varlığını hatırlatmak ister gibi boğazını temizleyince ikimiz de Şevket amcaya döndük. Yuvarlak masa da karşımızdaki sandalyeye oturup elindeki kitapları masaya bıraktı. Burada tahmini on tane kitap vardı.
“Bunlar ne Şevket amca?”
Şevket amca buruk bir gülümseme ile kitapları önüme ilerletti. “Bunlar sana hediyem kızım. Satılması için aldığım fazladan kitaplar.”
“Elbet biri alır Şevket amca, dursunlar.”
Başını iki yana salladı Şevket amca. “Satılamaz kızım.”
“Neden ki? Hasarlı mı?”
“Hayır. Biz burayı kapatmayı düşünüyoruz.” Dediklerine inanamıyordum. Bu sihirli yeri kapatacaklar mıydı? Ama neden?
“Neden amca?” Diye sordu Rüzgar.
“Burası çok büyük yavrum. Kiralar, faturalar... İnsanlar artık çok kitap okumuyorlar. Geçindirmiyoruz burayı. Borca girmeden kapatmak en iyisi olacak.” Bunun olmasına izin veremezdim. Küçüklüğümden beri vardı burası. Kapanamazdı. Şevket amcaya para vermeyi teklif etsem kabul etmezdi. Zaten borç yapmak istemiyordu. Aklıma gelen son fikri koz olarak Şevket amcanın önüne sürdüm. “Tam da ben sana bu konuyla ilgili bir şey danışacaktım amca.”
“Nedir kızım?” Diye sordu Şevket amca. Sesinden ne kadar üzüldüğü belli oluyordu.
“Bir kaç yetimhaneye kitap almak istiyorum.”
“Kaç tane kitap kızım? Kapanmadan getirteyim onları sana.”
“Amca bir kaç tane değil.” Gülümsedim. “Bir kaç yüz.” Babam beni öldürecekti. Hayatım boyunca hiç bu kadar para harcamamıştım.
Rüzgar bile şaşkınlıkla bana bakıyordu. “O kadar kitap verilir mi kızım? Hem hangi kitaplar?”
Saçlarımı karıştırdım. Hangi kitapları söyleyecektim ki? “Ben sana listeyi atarım eve gidince. Olur mu?”
Şevket amca şaşırsa da başını olumlu anlam da salladı. “Emin misin kızım?”
“Evet amca. Eminim. Hem senden almasam başkasından alacaktım.” Yerimde heyecanla kıpırdandım. “Hem bak buraya bir ınstagram hesabı açalım. Müşteriler akın edecek. Kapatmana da gerek kalmayacak. Olur mu?”
Şevket amca başını aşağı yukarı salladı. “Benim pek umudum kalmadı kızım.”
“Sen bana güven amca.” Şevket amca ile biraz daha sohbet ettikten sonra kütüphaneden aldığımız kitapları ödemeden önce Rüzgar ile burası için bir sürü fotoğraf ve video çekmiştik. Bu videolarla yapılacak editler de ilgi görmezse bu artık insanların aptallığının suçu olurdu. Rüzgar yine ne kadar ısrar etse de bu sefer zorla kendi paramla ödemiştim kitapları. Onunla beraber kitapçı gezmek için çağırmıştım onu. Kitap paralarımı ödesin diye değil.
Dönüş yolun da ise Rüzgar ile bolca sohbet etmiş, kitapta yaşadığı beyin yanmalarından bahsetmiştik. Onunla kitap okumak çok daha güzel bir hal almaya başlamıştı.
•~~~~~~~~~~~~~~~~~~•
“Abi lütfen.”
“Kardeşim. Olmaz diyorum. Gece yarısı oldu. Dışarı çıkmanız tehlikeli.”
“Of.” Sanki Yusuf abinin küçük kız kardeşi gibi yere sert basarak koltuklara ilerleyip kendimi üçlü koltuklardan birine attım. Canım çok sıkılmıştı ve dışarı çıkmak istiyordum. Bunalıyordum. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Ama Yusuf abi izin vermiyordu. Yusuf abi üst kata giderken Rüzgar gülerek yanıma oturdu. “Haklı olduğunu biliyorsun değil mi?”
Sinirle Rüzgar’a döndüm. “Sakın bana Yusuf abinin haklı olduğunu savunma.”
Rüzgar gülmeye devam ederken evde tiz bir çığlık koptu. Korkuyla ayağa kalkarken sesin geldiği yere, diğer odadaki mutfağa girdik. Ömer’in üstün de yemek önlüğü, ellerin de fırın eldiveni ve elin de bir tepsi kurabiye vardı. Çığlık atanın Bade olduğunu düşünmüştük fakat Bade oda da bile yoktu. Ozan tek elini mutfak adasına koymuş, değer eli ile kalbini tutarken dehşet dolu gözlerle Ömer’e bakıyordu. Ömer ise, “şu salağı alın başımdan.” Dercesine bize.
“Ne oluyor?” Diye sordum merakla. Ozan arkasın da bizim olduğumu görünce koşarak benim arkama saklandı. “Aden kurtar beni çatlak kardeşim!”
Ozan’ın sıkıca tuttuğu omuzlarımı bırakması için omuz silktim. “Ya Ozan bırak. İnsan canım, aşkım, balım der. Çatlak ne? Şu an seni cin çarpsa umurumda olmaz!”
Ozan beni bıraktı ve Rüzgar’ın arkasına geçip omuzlarından sıkıca tuttu. O sırada Ömer ise elindeki kurabiye tepsisini adaya bırakıp eldivenlerini çıkarttı. Ozan eliyle Ömer’i işaret etti. “Çarpacaktı zaten! Onun içine cin kaçmış duman gözlü şerefsiz!” Ozan isim takma konusun da berbat olduğunu kanıtlamıştı. “Kurabiye yapmış!”
Ömer sinirle saçlarımı karıştırdı. “Ben de insanım biliyorsun değil mi? Yemek falan yiyorum, tatlı yapabiliyorum?”
Ozan Rüzgar’ın kollarını daha da sıkarken Rüzgar’ın bedeninin yanından çıkarttı kafasını. “Hangi düşman kurabiye yapar!? Kendine gel! Sana zenginlik yaramadı. Defol git!”
“O zaten zengindi.” Dediğim de Ozan bana öldürücü bakış atmaya çalıştı fakat tek yaptığı küsen küçük çocuklara benzemekti. “Sen karışma Çatlak. Sana kalsa Ömer’i affedeceksin zaten!”
“Geri zekalı.” Diye söylenirken Ozan tekrar Rüzgar’ın arkasına sakladı. “Döv onu duman gözlü şerefsizim!” Rüzgar’ın gülmek dışın da bir şey yapmadığını fark eden Ozan Rüzgar’ı omuzundan ittirdi. “Aman be. Sen de bir işe yaramıyorsun.”
Cesur bir görüntü vermek istercesine göğsünü şişirerek Ömer’e doğru yürüdü. Araların da üç dört adım kala durdu ve ellerini iki yana açtı. “Euzubillahiminneşşeydanirracim!” İki elini önün de birleştirip Ömer’e doğru tuttu. “Bimillahirrahmanirrahim!”
Ömer tek kaşını kaldırdı. “Yalnız benden çıkarsa en yakınındakinin içine girer.”
Ozan’ın arkasını da görsem yüzünün sarardığına emindim. Elleri bile titriyordu! “Siktir!” Ozan beni bile buzdolabına iterek önümden geçti ve koşarak çıktı mutfaktan. Üst kata çıktığını merdiven seslerinden anlamıştım.
Gülerek baktım Ömer’e. “Korkutma şu çocuğu. Sonra gece tuvalete gitmek için beni arıyor.”
“Uzun zamandır korkutmamıştım. Özlemişim.” Ömer’in son dediğinde sonra kısa bir sessizlik oldu. Ömer aklına gelmiş gibi bir tabak alıp tepsiden bir kaç tane kurabiyeyi tabağa yerleştirdi. Masada daha önce fark etmediğim bir bardak sütü de alıp yanımızdan geçerken gülüyordu. “Kurabiye yiyin. Daha yemedim ama eminim tadı çok güzel olmuştur.”
“İnsan bize de koyar.”
Güldü. “Unuttun mu? Ben Cin’im.”
Gözlerimi devirip kapıdan çıkan Ömer’in arkasından seslendim. “Ayrıca süt ve kurabiye mi? Hiç etik değilsin.”
Ömer’in merdivenleri çıkartırken bağırdığını duydum. “Sende içmelisin. Sonra neden kısa kaldım diyorsun.”
“Ben öyle bir şey demedim bir kere!”
Gülerek önüme dönüp tabağa bir kaç kurabiye koydum. Rüzgar en son benimleydi. Gitmiş miydi? Başımı kaldırıp etrafıma bakındığım da Rüzgar’ın duvara sırtını ve tek ayağını dayamış bir şekilde ellerini göğsüne bağlamış ve beni buruk bir gülümseme ile izliyordu. Ona baktığımı fark edince duvardan ayrılıp adacığın karşısın da durdu. “Ömer ile neden küstünüz?”
Kurabiyeleri tabağa koymayı durdurdum. “Neden sordun?”
“Görüyorum Küçük Kelebek. Tek senin değil, Bade ve Ozan’ın da birbirinize ne kadar ihtiyacınızın olduğunu görüyorum. Neden küstünüz?”
Derin bir nefes aldım. “Bunu başka zaman anlatsam? Şu an moralimizin bozulmasını istemiyorum.”
Rüzgar düşünceli bir ifadeyle başını olumlu anlam da salladı. “Kurabiye?” Elim de tuttuğum kurabiyeye kısa bir bakış atıp elimden aldı. Tatlıya hayır diyemeyeceğini biliyordum. Beraber bir kaç kurabiye yerken konuşmak yerine camdan dışarıyı, yağan yağmuru izliyorduk. Hava soğuduğundan beri yağmur ilk defa bu kadar sakin yağıyordu. Kurabiyenin üzerine bir bardak su içtikten sonra Rüzgar’a döndüm. “Dışarı çıkalım mı?”
Gülümsedi. “Çıkalım.” Neden demedi. Bir bahane sunmadı. Sadece kabul etti.
Beraber dışarı çıkarken bu sefer müzik açmadım. Yağmurun sesi ile bizim sessizliğimi, bütün melodilerden güzeldi.
Yağmura çıkarken hiç duraksamadım ve üzerimdeki kazağın ıslanmasın izin verdim. İçim huzurla dolarken açtığım kollarım ile etrafım da döndüm. Bu an da beni yargılayacak kimse yoktu. Beni üzecek kimse de yoktu. Soruları ile önüme duvar örmüyordu kimse. Sadece O ve ben vardık. Yağmurun altın da özgürce hareket eden iki kişi vardı. Yağmur her yerimi ıslatırken banyoda günlerce uğraştığım kirin yavaşça aktığını hissediyordum. Günler sonra ilk defa kendimi rahatlamış hissediyordum. Bu seferki oyun değildi. Sırf benim için endişelenmesinler diye numara yapmıyordum. Olduğum anın içine hapsolmak isteyeceğim kadar mutluydum. Gülerek dönerken Rüzgar’a çarptığım yetmemiş gibi kaygan zemin de de ayağım kaymıştı. Düşmekten beni son an da kurtaran belimden tutup çekilmem oldu. Rüzgar’ın tek eli belim de, diğer eli sırtımdaydı. Ben ise düşmemek için tutunduğum koluna, diğer elim ise hızla çektiği için göğsündeydi. Nefes nefese birbirimize bakarken gülümsedim. “Kurtardın beni. Yine.”
“Yanın da olmama izin verdiğin her an kurtaracağım seni.”
“Tek beni değil.” Dedim kendime engel olamayarak. “Kalbimi de kurtardın.” Bunları kendime bile söyleyemezken ona nasıl söyleyebiliyordum? “Umursamazlık zırhının arkasına saklanmış, kırık olan o kalbin duvarlarını yıktın.” Rüzgar’ın dudaklarından bir cümle dökülmedi. Bakışları yetiyordu ne demek istediğini anlatmaya. Bana sıkıca sarıldı. Ve bu kelimelerin gereksiz olduğunun kanıtıydı.
Alnını anlıma yasladı. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki yağmurun sesini bile bastırabilirdi. “Bir daha kalbinin kırılmasına izin vermeyeceğim.”
Kalbimin ilk defa mutluluktan bu kadar hızlandığını hissediyordum. Mutluydum. Berbat şeyler yaşamıştım belki ama bu an da mutluydum. Rüzgar’ı seviyordum. Hayatım boyunca kurduğum hiçbir cümle bu kadar güzel olmamıştı. Sanki çektiğim her bir çile beni bu zamana hazırlamıştı. Belki daha kötüsünü de yaşayacaktık. Belki kaldıramayacaktık ama umurumda değildi. Bu yine Evrenin oyunuydu ve ben artık Evreni seviyordum.
Elimin altın da atan kalbi, benim kalbim gibiydi. Yağmur, kalbimize yağıyor, adeta bizi birbirimize mühürlüyordu. Rüzgar uzanıp çenemden tutarak hafifçe kaldırdı. Gözleri dudaklarıma kaymıştı.
“Mert Rüzgar!” Yağmur sesinin yanın da duyduğum sinirli sese başımı kaldırıp baktım. Yağmurun altın da ıslanmış ve ıslanmaya bizim gibi devam eden vücudu, karanlıkla bile sinirle parlayan gözlerini görebiliyorduk. Bunların hepsi, Rüveyda hanımı anlatan cümlelerdi. Bizi görmüştü.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 990 Okunma |
40 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |